• Sonuç bulunamadı

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Makale ve Denemelerinde İnşa Ettiği Roman:

H

UZUR

Şecaettin TURAL

ÖZET

Çok yönlü bir sanat ve düşünce adamı olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın metinleri arasında yapılacak bir mukayese, şüphesiz onun düşünce dünyasının kendi kaleminden verilmesi anlamına gelir. “Huzu”r’u, deneme, makale ve söyleşileriyle karşılaştırdığımızda oldukça şaşırtıcı benzerlikler bulduk. Bunlar bazen birebir ifadeler olduğu gibi, yorum düzeyindeki benzerliklerden de ibarettir. Hem Huzur’da hem de söz konusu metinlerde İstanbul, musiki, mimari gibi konuların yanında

“aydının topluma karşı mesuliyet sahibi olması, ülkenin ihtiyacı olan İktisadi kalkınmanın nasıl olması gerektiği ile ilgili tezler işlenmiştir. Musiki ve mimariyi mazi ile bağımızı kuran en önemli unsurlar olarak gören Tanpınar; milli özelliklerin, Türk ruhunun bu sanatlarda gizli olduğunu düşünür. İstanbul’un bu anlamda bir terkip olduğunu da ileri süren Tanpınar, Tanzimattan bu yana süren kültür ikiliğini aşmanın bir yolu olarak kendi hayat şekillerimizi yaratmamız gerektiğini söylemiş ve bunu “devam ederek değişmek, değişerek devam etmek”

olarak formüle etmiştir.

A n a h t a r K e l i m e l e r

Tanpınar, roman, mukayese, deneme, makale, sanat, Huzur.

Şair, romancı, eleş tirmen, estet, edebiyat tarihçisi olarak tanıdığımız Ahmet Hamdi Tanpınar, bu yönüyle Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının çok yönlü sanatçılarının baş ında gelir. Bu itibarla Tanpınar’ı anlamak ve eserlerini sağlıklı bir ş ekilde yorumlayabilmek için öncelikle eserleri

Yard. Doç. Dr., Kırklareli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü / secaattin666@hotmail.com

arasındaki bağlantıları bulmak gerektiği kanaatindeyiz. Böyle bir yöntemin Tanpınar’ın bütün eserleri için uygulanması hiç ş üphesiz bir makalenin sınırlarını aş acak ve belki baş lı baş ına bir kitap boyutuna ulaş acaktır.

Çünkü Tanpınar’ın diğer romanlarında da konumuzla ilgili oldukça yoğun bir malzeme bulunmaktadır. Bu yüzden çalış mamızı Tanpınar’ı temsil değeri bakımından hemen bütün araş tırmacıların üzerinde ittifak ettiği Huzur romanıyla sınırlandırmayı uygun gördük.

Orhan Okay’ın “Çeş itli yazarların bakış açılarının dökümüyle o en güzel aş k romanı olmaktan baş layarak Türk aydınının trajedisinin, Doğu-Batı, eski-yeni problematiğinin; bir medeniyetin yükseliş ve çöküş ünün;

tabiatı, semtleri, tarihi ve sanat eserleriyle İstanbul’un yeniden keş finin;

Türk toplumunun üst yapıya ait sorunlarının maddi imkanlar ve üretimle çözümünün; ahlak, toplum ve kültür değerleri çatış masının; kainat içinde insan varlığını sorgulayış ın, hayatın ve talihin ne olduğu sorusuna cevap arayış ın; hayatın mantık dış ı seyrine mağlup olmamanın; bir imparatorluk enkazı üzerine inş a edilen Cumhuriyet’te maddi ve manevi değerlerin sorumluluğunu yüklenecek aydının; insanın aradığı huzurun kendi içinde bulunuş unun ve bunun feragatle özdeş oluş unun romanı”1 olarak tanımla-dığı Huzur, yine onun deyimiyle “en çok okunan olmasa bile üzerinde en çok yorum ve tenkitte bulunulan romanlardan biridir.” Daha önce de değindiğimiz gibi söz konusu yorum ve tenkitlerin dayandığı en önemli kaynak yine Tanpınar’ın kendi metinleridir.

Tanpınar’ın Beş Şehir, Edebiyat Üzerine Makaleler, Yaş adığım Gibi, Mücevherlerin Sırrı gibi makale, deneme, tenkit türündeki yazılarını içeren kitaplarında adeta Huzur’u inş a etmiş olduğu görülüyor. Kendisiyle yapılan bir mülâkatta Huzur’un bu yönünü gayet açık bir dille ortaya koymuş tur:

“Tabiri caizse çok hususi bir zaman içinde Huzur’da bu iki ş eyin, dünya meseleleri ile kendi zamanımızın münakaş ası vardı. İsterseniz buna bir

‘deneme roman’ deyin.”2

Onun burada “deneme roman” tabirini kullanma sebebi, o zamana kadar Türk edebiyatında yazılan tezli romanlardan kendi eserini ayırma kaygısıdır.

1 Orhan Okay, Bir Hülya Adamının Romanı Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yay., İstanbul 2010, s. 329.

2 “Tanpınar’la Huzur Hakkında Bir Konuş ma”, Mücevherlerin Sırrı, Haz. İ. Dirin, T. Anar, Ş.

Özdemir, Yapı Kredi Yay., İstanbul 2002, s. 211.

Çünkü o, tezli romanlardaki basit ş ablona, stereotip dediğimiz ve hiç bir derinliğe sahip olmayan, hiç bir iç çatış ma yaş amayan ve dolayısıyla karakter özelliği de taş ımayan kahramanlara sahip romanların verdiği hazır reçetenin insanımızı ve toplumumuzu asla yansıtamayacağını biliyordu.

Onun için Huzur’un ve diğer romanlarının tezli roman olarak adlandırılmasına karş ı çıkmış , fakat Huzur’un tamamıyla bir sanatçının ferdi duygularını anlatan ve toplum sorunlarına duyarsız kalan bir roman olmadığını da kendisiyle yapılan bir söyleş ide “Huzur’un bir tezi var mıydı?”

sorusuna verdiği ş u cevapla ortaya koymuş tur:

“Huzur’un daha ziyade münakaş a ettiği meseleler vardı. Bence bütün insan, bütün kâinattan sorumludur. Fakat heyhat ki insan bu mesuliyetinin çapında değildir… …Nihayet bir de öteden beri peş inde olduğum kalkınma davamız ve kültürümüz karş ısındaki vaziyetimi var…3 Bence insanoğluna kendisinden ve kâinattan mesul olduğunu öğretmekten baş ka çare yoktur.”4

Tanpınar’ın öncelikle kendisinin de “eş ik”te yaş ayan bir aydın oldu-ğunun farkında olması; yukarıda vurguladığımız her ş eyi bilen, kültür sorunlarına pozitif bilimlerde varılabilecek kesin doğrularla yaklaş arak toplum mühendisliğine soyunan, toplumu dizayn etme sevdasındaki “tu-tunan” ve “huzurlu” diyebileceğimiz bir aydın tipini reddetmesi; meselelere yalnız bir kültür ve fikir adamı olarak değil, sanatçı gözüyle bakmasının da sonucudur. O, her gerçek sanatçı gibi sloganları değil, sanatın dilini tercih ettiğini; sanat eserinin yalnızca okuyucuyu değil, yazarı da kendisiyle, insanlıkla, kâinatla baş baş a bıraktığını düş ünür:5

3 A.e., s. 210.

4 A.e., s. 205.

5 Tanpınar, Mahur Beste romanında uyguladığı teknikle, özellikle romandan bağımsız olarak Behçet Bey’e yazdığı mektupla postmodernizme göz kırparken, tam olmasa da belli oranda bir modernizm eleş tirisi içeren romanlarıyla “modernist” romanın ilk örneklerini vermiş tir. Bunda onun Batı edebiyatını, özellikle “James Joyse, Virginia Woolf, Marcel Proust gibi modernist romancıları oldukça iyi tanımasının bir rolü vardır.

Tanpınar’ın bu yönüyle Türk edebiyatında ilk modernist yazar olduğu rahatlıkla söylenebilir. Orhan Pamuk’un bir yazısında belirttiği “Tanpınar’ın modernist bir yazar olmadığı” (Bir Gül Bu Karanlıklarda, “Ahmet Hamdi Tanpınar ve Türk Modernizmi”, Haz.

Abdullah Uçman, Handan İnci, Kitabevi, İstanbul 2002, s. 446-460), yorumuna kuramsal anlamda katıldığımızı söyleyebiliriz. Ancak sanatçı otobiyografisi niteliğinde ve sanat meselelerinin tartış ıldığı romanlar kaleme alması bakımından bu tabiri kullandığımızı

“Rilke bu asrın belki en güzel kitaplarından biri olan Malte Laurids Brigge’nin Notları’ın Defteri için “hayatla barış mak imkanlarını aradığım eserdir”der. Huzur benim için bu vazifeyi gördü... Onunla dünyaya açıldım. Çünkü huzursuz bir dünyada yaş ıyoruz. Çünkü insan kendisi ile barış ık değil, değerler karş ısında ve insan karş ısında yeniden düş ünmeye mecburuz. Çünkü her ş eyden ş üphedeyiz ve nihayet arkamızda eskisi kadar kuvvetle Allah’ı hissetmiyoruz. Hülasa hu-zursuzuz. Onun için.”6

Aydınlarımızın çoğunlukla kendilerini değil de toplumu iyileş tirme amacında olduğunu düş ünürsek, Tanpınar’ın bu sözlerinin gerçek bir sanatçı duyarlılığının yanı sıra sahih bir aydın tavrını yansıttığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Yani sanatın diliyle konuş an, kendisini herhangi bir ideolojinin emrine vermeyip yazıyla ancak kendisini tedavi edebilen, yazmasa belki çıldırabilecek, -hatta kendisinin çok sevdiği ve leit motif haline getirdiği bir kelimeyi kullanalım “eş ik”teki bir aydının- vicdan muhasebesidir.

Tanpınar Huzur hakkında bize yine ipucu vermeye devam ediyor:

“Memleketimizde zihni bir tembellik var. Bir safsata gibi görünecek ama ıstırapsız ve meselesiz yaş ıyoruz. Eğer kitap bu tembelliği silmeye yardımcı olacaksa memnun olurum.”7

Görüldüğü gibi Huzur, Tanpınar’ın deyimiyle tezli bir roman olmasa da toplumun sorunlarına hiç de kapalı değildir, hatta öne çıkan temalar tamamıyla insanımız, cemiyetimiz, tarihimiz, kültürümüzdür. Fakat bütün bu unsurlar hazır ş ablonlarla, alış ılmış Doğu-Batı ikileminin, ilerici-gerici çatış masının sembolü olan kahramanlarla değil, ıstırabı olan ve memleketinin meselelerini kendine dert etmiş ve bu uğurda kendini feda etmeye hazır aydının temsil ettiği karakterler üzerinden verilmiş tir. Tan-pınar’ı benzer konuları ele alan romancılardan ayıran belki de en önemli özellik, onun ş ark ve garbı tam olarak ayrı görmemesi; hem “Batı çürümüş bir medeniyettir” tezine hem de kendi kültür ve medeniyetine yabancı Batıcı

belirtelim. Tanpınar’ın Türk edebiyatında ilk modernist roman olarak kabul edilen Oğuz Atay’a ilham verdiği söylenebilir. Tanpınar’ın kahramanları ne kadar “huzursuz”sa, Atay’ınkiler de “tutunamayan”dır.

6 A.e., s. 210.

7 A.e., “Ahmet Hamdi Tanpınar’la Son Romanı Hakkında Konuş ma”, s. 206.

aydınların bakış açısına rağbet etmemiş olmasıdır. Şunu diyebiliriz ki Tanpınar’da söz konusu yazarların hazır çözümleri yoktur ve onun kahramanları hep bu arada kalmış lığı, eş ikte beklemenin trajedisini yaş arlar. Onun için huzursuzdurlar. Nitekim ş u sözleri de bunu imler:

“Biz Şark’a veya Garb’a ancak birbirinden ayrı iki kaynağımız gibi bakabiliriz.. Her ikisi de bizde ve geniş ş ekilde vardır; yani reali-telerimizin içindedirler. Fakat onların mevcudiyeti kendi baş larına bir değer olamaz ve sadece böyle olması bizi, kendi hayatımızda, kendimiz için kendimize mahsus bir hayatı, geniş ve ş umullü bir terkibi yaratmaya davet eder. Bu da asıl üçüncü kaynağa yani “memleketin realitesi”ne götürür.”8

Tanpınar’ın, kendisiyle yapılan bir söyleş ide sorulan bir soruya verdiği cevap ise yukarıda bahsi geçen “memleketin realitesi” metaforunu Huzur’un ana izleği haline getirerek Huzur hakkında daha sonra yapılacak olan yorumların da anahtarı niteliğindedir. Çok az romancı kendi eseri hakkında doğrudan bilgi vermiş tir, fakat onun aynı zamanda eleş tirmen olması kendi eserine de dış ardan bakmasını sağlamış tır:

“Romanın asıl kahramanları İstanbul ve musikimizdir. Fakat bununla kalmıyor. Tabiatıyla bir cihan harbinin baş laması kadar mühim bir meseleyi mevzu olarak alan bir roma, bizzat insanı ve insanın talihini düş ünmekten vaz geçemezdi.”9

İstanbul, bu romana ş ahısların aş k ve iliş kilerinin, musiki, resim, hat mimari ve bütün estetik ve kültür birikimlerinin tabii bir dekoru olarak girmiş ti. Huzur’da karş ılaş tığımız İstanbul, Mümtaz’ın tek baş ına veya Nuran’la beraber gezdikleri İstanbul iki genç entelektüel arasındaki aş kı harekete geçiren bir motif oluş tururken, ş ehrin kenar semtleri, onların sosyal meselelere eğilmelerine yol açar ve İstanbul, Huzur’un bir baş ka temasının da zeminini temsil eder.10 Huzur’da da İstanbul ve musiki arasın-daki iliş ki yazar tarafından ş öyle tarif edilir.

8 “Asıl Kaynak”, Yaşadığım Gibi, Haz. Birol Emil, Dergah Yay., İstanbul 1996, s.

34.

9 A.e., s. 205.

10 Okay, A.e., s. 174.

“Mümtaza göre İstanbul peysajı bütün medeniyetimiz kirimiz pasımız güzel taraflarımız hepsi musikideydi. Garbın bizi anlamaması, aramızda yabancı gibi dolaş ması da yine onu anlamamaktan geliyordu… İnsan hayatı sonunda sesten baş ka hiçbir ş eyi benimsemiyor, hepsinin üstünden geçer gibi yaş ıyoruz, ancak dokunuyoruz. Fakat ş iirde, musikide…”11

Huzur’un ana karakterlerinden biri olan Nuran’ın portresi İstanbul’la bağlantılıdır ve sanki henüz roman yazılmadan önce çizilmiş gibidir.

Tanpınar 1940’ta yani Huzur’u yayımlamadan yaklaş ık dokuz yıl evvel

“Yahya Kemal Hakkında” adıyla yayımladığı bir yazıda Yahya Kemal’in bir ş iirinde geçen mısraı yıllar sonra romanının ana temalarından biri haline getireceğinin iş aretini vermiş tir:

“Yahya Kemal en büyük liriğimizdir. Hiç kimse ş iirimizde kadın güzelliğinden, hatıradan, geçmiş zamandan onun gibi bahsetmedi.”

“Baktım konuş urken daha bir kere güzeldin” mısraı belki bütün bir romanın mevzuu olabilir.”12

Huzur’da Mümtaz’ın Nuran’ı ilk kez gördüğü sahne, Tanpınar’ın yu-karıdaki sözüyle beraber okunduğunda çarpıcı bir mahiyet kazanmaktadır.

O, hocası Yahya Kemal’in “Bir Tepeden” ş iirinden bir roman mevzuunu gerçekten de çıkarmış tır.

“Mümtaz, genç kadının güzel ve biçimli büstünü, beyaz ve rüyayı andıran yüzünü daha evvelden beğenmiş ti.. Konuş ur konuş maz bu İstanbulludur diye düş ünmüş “insan alış tığı yerden vaz geçemiyor, ama bazen Boğaz sıkıcı oluyor” dediği zaman kim olduğunu anlamış tı.

Mümtaz için kadın güzelliğinin iki büyük ş artı vardı. Biri İstanbullu olmak, öbürü de Boğaz’da yetiş mek.13

Nuran’da temsil edilen kadın güzelliğinin İstanbul, Boğaziçi ve musiki ile irtibatlandırılması ve bir sembol olarak kullanılması romanın daha birçok yerinde geçmektedir. Bunlardan biri Mümtaz’ın Nuran’la olan iliş kisini sorguladığı iç konuş madır: “Birbirimizi mi yoksa Boğaz’ımı seviyoruz? Bazen

11 Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul, s. 154.

12 “Yahya Kemal Hakkında”, Edebiyat Üzerine Makaleler, Haz. Zeynep Kerman, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., İstanbul 1969, s. 340.

13 Huzur, s. 66.

çılgınlıklarını ve saadetlerini eski musikinin getirdiği coş kunluğa yorar, “bu eski sihirbazlar bizi ellerinde oynatıyorlar” diye düş ünür…”14 Mümtaz’ın Nuran’la olan iliş kisinde onlara daima İstanbul, Boğaziçi ve musiki eş lik etmektedir. Hatta bir baş ka romanının adı olan Mahur Beste Mümtaz’la Nuran’ın ayrılacaklarını önceden haber veren bir leit motif olarak romanda yer almış tır.

Tanpınar’ın eserlerinde gördüğümüz temalardan biri de Tanzimat’tan itibaren belirginleş en Batılılaş ma hareketlerinin mazinin inkarına kadar ileri gitmesi ve bu durumun yarattığı medeniyet krizidir.

“Köksüz ş eyler daima yüzer, daima beyhude yere bir karş ı sahil arar.

Halbuki milli hayat devamdır. Devam ederek değiş mek, değiş erek devam etmektir. Çünkü yaratmanın ilk ş artı devamdır. Hakiki kırılış lar ve kopuş lar ancak yaratış ucubeleri, yarım mahluklar vücuda getirir.”Bu ikilik evvela umumi hayatta baş lamış , sonra cemiyetimizi zihniyet itibarıyla ikiye bölmüş , nihayet ameliyesini derinleş tirerek ve değiş tirerek ferd olarak ta içimize yerleş tirmiş tir.”15

Huzur’da da buna benzer cümleler vardır:

“Evvela insanı birleş tirmek. Varsın aralarında hayat standardı ayrı olsun, fakat aynı hayatın ihtiyaçlarını duysunlar. Birisi bir medeniyetin enkazı, öbürü yeni bir medeniyetin henüz taş ınmış kiracısı olmasınlar.

İkisinin arasında bir kaynaş ma lazım. Sonra mazi ile alakamızı yeni baş tan kurmamız lazım.”16

Ona göre en önemli mesele devam zincirini kurabilmektir. Huzur’da İhsan, kültürü bir devamlılık içinde görmekte ve değiş me olgusunu yaş a-manın bir ş artı olarak düş ünmektedir. Toplum önce kimlik sorununa bir çözüm yolu bulmalıdır. Bu ise maziden hareketle olmalıdır. Mazi, gelenek, çağın ş uuru içinde yenilenmeli ve yaratıcı bir geleceği hazırlamalıdır. Yani Huzur’un kahramanı İhsan “kökü mazide bir ati”yi tarif etmektedir. İhsan’ın, çoğu yönden köksüzlüğün ve mazi inkârının yol açtığı buhranları “imtidâd”

(devamlılık) fikriyle aş mayı öneren Yahya Kemal’i temsil etmesi,

14 A.e., s. 187.

15 Tanpınar, Yahya Kemal, Dergah Yay., İstanbul 1982, s. 20.

16 Huzur, s. 227.

Tanpınar’daki “değiş erek devam etmek, devam ederek değiş mek”

düş üncesinin kaynağı hakkında da bilgi vermektedir.

Tanpınar Huzur’da oldukça yoğun iş lediği bu konuyu bir yazısında ş öyle dile getirir:

“Umumi hayat değiş tikçe, medeniyet de müessesleriyle ve kıymet hükümleriyle değiş ir. Bazen bunların bir kısmını tasfiye eder. Fakat bu değiş iklikler insanla olur. ……Garpta ortaçağ insanı, Rönesans insanı, makine sanayi devrinin insanı bugünün insanı medeniyetiyle, müesseseleriyle beraber teş ekkül etmiş ş e’nî v e tarihi vâkıalardır.”17

Görüldüğü gibi Tanpınar tıpkı Huzur’un İhsan’ı gibi Batının kendi içinde sahici bir hayata kavuş masını maziyi inkâr etmekten ziyade devam zincirini sağlamasına bağlamaktadır. Yazının devamında bizim de eskiden böyle olduğumuzu, “parçalanmış bir zamanı yaş amadığımızı” belirten Tanpınar,

“İş te Tanzimat’tan sonraki senelerde kaybettiğimiz ş ey bu devam fikridir.”18 demektedir. Huzur’da da yine buna benzer ifadeler vardır:

“Yeni Türk insanının ölçülerini kim biliyor? Yalnız bir ş eyi biliyoruz.

O da bir takım köklere dayanmak zarureti. Tarihimize bütünlüğünü iade etmek zarureti. Bunu yapmazsak ikiliğin önüne geçemeyiz… Maziyi ihmal edersek hayatımızda ecnebi bir cisim gibi bizi rahatsız eder, terkibin içine ister istemez sokacağız.”19

Tanpınar, gerek Huzur’da gerekse diğer yazılarında aydınımızın kök-süzlüğüne, maziyi kesip atılması gereken bir ur gibi gördüğüne dair iti-razlarını da hemen hemen aynı kelimelerle dile getirir. Nitekim 1943 yılında yazdığı “Asıl Kaynak” adlı yazısında 1923’ün Tanzimat’ın ikiliğine son verdiğini söylerken, bir anlamda modernleş me tarihimizde aydınlarımızın kültür ve medeniyet karş ısındaki tavırlarını özetler:

“Artık aramızda dedelerimizi muasır Fransız romanını tanımadıkları, Shakespear’i veya Tolstoy’u bilmedikleri, Bergson veya Freud ile Lİndenberg’ten Einstein ile Karuzo ve William Pavel’den aynı yüksek ihtisas ş uuruyla derin derin konuş madıkları ve kokteyl partilerinde kadınların boyunlarını süsleyen mücevherlere bakarak sert yakaları

17 “Medeniyet Değiş tirmesi ve İç İnsan”, Yaş adığım Gibi, s. 36.

18 A.e., s. 36.

19 Huzur, s. 227.

Benzer Belgeler