• Sonuç bulunamadı

AŞKIN DOĞUŞU VE TÜRLERİ

TÜRK ROMANINDA AŞK

II. AŞKIN DOĞUŞU VE TÜRLERİ

Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana Mey süzülmüş şîşeden ruhsâr-ı al olmuş sana Nedim

Aşkın oluşumu âşıkların egoları arasındaki gerilime bağlıdır. Aşkın ortaya çıkabilmesi için bireyin egosunun karşısındaki ego önünde gerilemesi gerekir. Aşk ortaya çıktıktan sonra âşığın egosu bütün olumsuz duygulardan sıyrılır. Her benlik, gelişme süreci içinde kendine has, talepleri doğrultusunda karşısındaki nesnenin

“imajını” da oluşturur. Yani âşık olunacak kimsenin imajı kişinin zihninde önceden çizilmiştir. Bu çizilen imajın karşıdakine uydurulması kalmıştır geriye. Âşık, oluşturduğu imajı nesnesi ile uyumlu hâle getirdikten sonra onun etkisi altına girer.

Benliğin önceden çizdiği imaj, aslında nesnede olmayan özellikleri de barındırır. Nesne, ona yönelen kişinin benliği tarafından şekillendirilir.208 Egonun çizdiği imaj ile nesne arasındaki örtüşme tamamlandığı ana kadar aşk süreci devam eder. Belli bir süreden sonra gerçeklik ile imaj arasındaki fark kişi tarafından görülmeye başlanır. Ego tarafından çizilen imajın gerçekte olan ile örtüşmediği hatta çatıştığı taraflar görülmeye başlandığında ise âşık rahatsızlık duymaya başlar. Bu rahatsızlık hâli Stendhal’ın kristalleştirmenin ortadan kalkması olarak tabir ettiği ve aşkın sonlandığı anı yansıtan hâldir. Ayrışmanın tamamlanması aşkın sonunu getirir.209

Aynı zamanda aşk kişinin kendisinden kaçış hâli olarak da görülür. Bir yanda seçilen nesnenin çekimi, bir yandan da kişinin kendisine duyduğu güvensizlik nedeniyle yaşadığı içsel kaçış neticesinde aşk ortaya çıkmaya başlar. Kişinin kendinden kaçışının birçok yolu vardır; sarhoş olmak, siyasi ya da dinî bir davanın peşine düşmek, bu yollardandır. Âşık olmak da psikolojik açıdan kendini güvensiz hisseden, kendinden hoşnut olmayan bir kişinin, kendisini eksik gören ve tamamlamaya çalışan bir kişinin kaçış yoludur.210 İşsiz güçsüz, kaçacak fazla yeri olmayan kişilerin âşık olması daha kolaydır. Bu tespitlerle birlikte değerlendirildiğinde incelediğimiz roman karakterleri

208 Reik, a.g.e.,s.85.

209 Reik, a.g.e.,s.101.

210 Reik, a.g.e.,s.141.

psikolojik anlamda, âşık olma şartlarının bir çoğunu taşırlar. Geçim kaygılarının olmaması, genç olmaları, toplumsal ideallerinin olmaması ve en önemlisi duygusal bir açlık içinde olmaları onların âşık olmalarını kolaylaştırıcı etkenlerdir.

Roman karakteri âşık olmadan önce kendisini bir boşlukta hisseder ve bu durumdan oldukça rahatsızlık duyar. O, âşık olmadan önce rahatsızlıkla birlikte bir arayış içindedir. Psikolojisinin temelinde bir yoksunluk ve eksiklik düşüncesi vardır. Bu durum roman kahramanlarının âşık olma süreçleri göz önüne alındığında çok önemli bir ipucu verir bize. Âşık kendi eksikliğinin tamamlayıcısı olarak karşısındaki nesneyi görür. Âşık olma süreci içinde karakterler arasında bir benlik değişimi söz konusudur.

Reik bu durumu şöyle ifade eder: “Birbirine âşık olan insanlar ego ideallerini değiş tokuş ederler. Birbirini sevmek demek, ötekinde kendi idealini sevmektir. Eğer bu hayal orada olmasaydı yeryüzünde aşk olmazdı. Âşık oluruz, çünkü daha iyi yanımızın imajına ve benliğimizin en iyi yanına ulaşamayız. Bu anlayıştan, aşkın ancak belirli bir kültür düzeyinde ya da kişilik gelişiminin belli bir evresine ulaşıldıktan sonra mümkün olduğu açıktır. Ego idealinin yaratılması insanlığın ilerlediğini gösterir. İnsanlar kendilerinden tam anlamıyla memnun oldukları zaman aşk olanaksızdır.”211

Romanlarda aşkın doğuş aşamalarında yukarıda kısaca belirtmeye çalıştığımız gibi, roman karakterinin duygusal açıdan hassas bir yapıya sahip olduğunu görürüz. Bu hassasiyet onun aşk ilişkisine “hazır” olmasını sağlar. Yoğun duygusallığı yaşayan kahramanın âşık olması için gereken sadece tesadüfi bir karşılaşmadır. Karşılaşma sonrasında ve bir anda, yoğun ve belirsiz olan duygular aşk duygusuna dönüşür. Bazen de aşk, kahramanın çevresindekiler tarafından yapılan bir telkin ile ortaya çıkabilir. O ana kadar kahramanın farkında olmadığı bir duygunun farkına vardırılması ile; yani aşk dışarıdan yönlendirmeler ile doğmuş olur. Ahmet Midhat’ın özellikle ilk romanlarında ve halk hikâyelerinde görülen, kulaktan dolma bilgilerle “âşık olma”, hayal yoluyla âşık olma gibi aşk oluşum biçimlerine sıkça rastlanmaktadır.

Dönem romanında özellikle Halit Ziya Uşaklıgil’in romanlarındaki karakterler aşk karşısında çok güçsüz durumdadırlar. Bu güçsüzlük kişinin geleceğiyle alakalı psikolojik ve fiziksel manada olumsuz neticeler verebilir. Zaman zaman roman kahramanlarının hiç beklemediğiniz bir anda hıçkırıklar içinde kaldıklarını, birden bire göz yaşlarına boğulduklarını görürüz. Dış dünyaya kayıtsızlık, yemeden içmeden

211 Reik, a.g.e., s.57.

kesilme, birden bire ateşli hastalıkların nüksetmesi gibi belirtiler aşkın oluşumunun göstergeleri olarak karşımıza çıkar.

Ahmet Midhat’ın romanlarında aşkın doğuşu bu kadar “hastalıklı” bir süreç geçirmez. Onun birçok romanında, âşık olduktan sonra kişinin tavırları aniden değişir.

Bu değişimin neden olduğu konusunda gerek kahraman gerekse çevre şüphe içindedir.

Kahraman, âşık olduğunu itiraf etme aşamasına gelinceye kadar bir hayli soru sorar kendisine. “Neden?” ya da “acaba?” soruları âşığın kendisini hissettiği duyguyla ilgili olarak sorgulamasına ve böylece aşkı kendisine itiraf etmesine yardımcı olur. Özellikle

“acaba?” sorusu, yani sevdiği insanın kendisi hakkında aynı hisleri duyup duymadığı şüphesi aşkın oluşum sürecinde çokça dile getirilir. Bu sorulara cevap alınana kadar geçen süre aşkın gelişmesine yardım etmektedir: “Acaba o da aynı duygulara sahip mi?

Acaba o da beni düşünüyor mu? O şu an ne düşünüyor? Neden böyle bir şey söyledi?

Acaba benden nefret mi ediyor yoksa beni seviyor mu? Yoksa ben mi yanlış anladım, onun bana karşı olan bu olumlu davranışlarını?” Bu ve buna benzer sorular âşık kahramanın zihnini yoğun bir şekilde meşgul eder. Bu merakın, duygu ve düşüncelerin bir noktada bir nesne üzerinde odaklanması aşkın doğuş aşamasında çokça tekrarlanan özelliklerdendir. Romanlarımızda aşkın oluşumu esnasında karakterlerin büyük bir kısmının bunları yaşadığını görmekteyiz; ancak bu sürecin uzunluğu ya da kısalığı;

yoğunluk derecesi konusunda farklılıklar görülmektedir.

Özellikle romantik aşkların yoğun olarak anlatıldığı Servet-i Fünûn Dönemi romanlarında çok belirgin hâle gelen bir unsur da âşığın sevgilisinin bulunduğu mekânlarda onu sadece izlemesi ve adeta zihnine “resmetmeye” çalışması hâlidir. Bu romanlarda âşık, sevgilisinin yanında onu düşünmekten çok, onun cazibesi ile büyülenmiş bir vaziyettedir, yalnızca sevgilisini seyretmekten haz duyar. Âşık onunla bulunduğu ortamda sevgilisinin resmini zihninde kaydettikten sonra yalnız kalacağı bir mekâna gidip kaydettikleri üzerine düşünmeye başlar. Bazı romanlarda âşık özellikle, kendisine büyük haz veren bu duyguyu yaşamak için sabırsızlanır ve bir an önce sevgilisinin yanından ayrılıp tek başına, sevgilisi hakkında düşüncelere dalmak ister.

Recâizâde Mahmud Ekrem’in Araba Sevdası adlı romanının kahramanı Bihruz Bey’in Çamlıca’da Periveş’i görüşü ve âşık olup evine gittikten sonra odasındaki hâli, iç konuşmaları, buna örnektir. Bihruz duygusal olarak devamlı bir arayış içindedir, Teodor Reik’in aşkın oluşumunun nedeni olarak gördüğü “yoksun bırakılmışlığın” etkisini

Bihruz tipinde fazlasıyla görürüz. Bihruz yoksun bırakılmışlığın verdiği sıkıntılı durumdan bir an önce kurtulmak ister gibidir.

Kahramanlar arasında farklı mekânlarda ortaya çıkan ve genellikle tesadüfi karşılaşma neticesinde oluşan alaka, özellikle “âşık” açısından yeni bir “duygusal yaşantının” başlangıcıdır. Stendhal’ın aşk sürecinde “Kritsalleştirme” olarak adlandırdığı bu dönemdir. Âşık sevgilisinin gerçek görüntüsünü “dondurur”, gerçek olanın yerine yeni bir gerçeklik inşa etmeye başlar. Bu yeni gerçekliğin baş aktörü sevilendir ve o Âşık’ın duyumsadığı hayatın merkezine oturur. Bir anlık görüşme ve bakışmayla ortaya çıkabilecek bu hâller; bazen de âşığın her zaman gördüğü, bir arada olduğu nesneye bakışındaki bir anlık değişimle de ortaya çıkabilir.

Aşkın oluşmasına dış çevreden gelen etkiler romanlarımızda önemli bir sayıyı teşkil etmektedir. Dışarıdan gelen bu etkilerde sadece akraba telkinleri değil bazı durumlarda kızın babası tarafından gerek kendi kızına gerekse “damat namzedi”ne yapılan telkinleri de görmekteyiz. Nabizâde Nâzım’ın Zehra adlı romanında, Zehra karakteri 12-13 yaşlarında çok kıskanç bir kişiliğe sahiptir. Bu olumsuz durumundan şikâyet eden babası, kızı Zehra’yı evlenmesi için yanında çalışan genç Suphi’ye tavsiye eder: “Hâlâ kendisi koridorun penceresi önünde durmakta. Kıskanç kız da gül fidanını tımar etmekteydi. Şevket Bey Zehra’nın küçüklük resmini yere düşürdü, Subhi onu buldu.

-Evlendirseniz.

-Kızımı sana teklif etsem?

-Subhi ne yaptığını bilemediği hâlde Şevket’in ayaklarına kapandı.”212

Halit Ziya Uşaklıgil’in Bir Ölünün Defteri adlı romanında daha önce halasının kızı Nigâr hakkında aşkla alakalı duygular hissetmeyen Osman Vecdi’nin, bir akşam halasının kendisine Nigâr ile evlenmesini teklif etmesiyle Nigâr’a karşı olan duyguları bir anda değişir. Bu teklife kadar Nigâr’a kardeş gözüyle bakan Osman Vecdi, önceleri kendisi de bunun gerçekleşebileceğine inanamaz. Osman Vecdi bu şaşkınlığını kendine şöyle itiraf eder: “Birbirimizi kardeşten başka bir şey olmamak üzere telakki etmeğe o kadar alıştık ki bizi şu hâlde evlendirecek olsalar Nigâr’ın duvağını kaldırdığım vakit eminim ki mudhike oynarmış gibi ikimiz de kahkahamızı tutamayacağız.”213 Ama bu tekliften sonra Nigâr’a olan duyguları farklılaşır. Görüldüğü gibi Osman Vecdi’nin aşkı

212 Nabizâde Nâzım, Zehra, Akçağ Yayınları, Ankara, 2005, s.24.

213 Halid Ziya Uşaklıgil, Bir Ölünün Defteri, Hilmi Kitabevi, İstanbul, 1944, s.45.

da telkinle başlamıştır. Romanlarda aşklar küçük bir vesile bekler. Bu vesile küçük bir tesadüf de olabilir. Her ne şekilde olursa olsun roman kahramanı duygusal olarak âşık olmaya hazırdır.

Aşkın oluşumunu kolaylaştıran, aşkı düzenleyen toplumsal şartlar da vardır.

Toplumun ahlak anlayışındaki farklılaşma, modernleşme, sosyal hayatta meydana gelen dönüşümler, romanların muhteviyatında da değişime yol açmıştır. Bu yönden baktığımızda aşkın oluşumu ve aşkın yaşanma biçimlerinin “devrin modası” ile alakalı olduğunu görürüz. Edebiyat eleştirmenlerinin bazıları roman kahramanındaki özgüven eksikliğini ve duygusal yoksunluğu baba otoritesinin olmamasına bağlar. Üzerinde baba otoritesi olmayan kahraman duygusal etkilere açıktır. Bazı eleştirmenler de roman yazarlarının romantik kahramanları seçmelerinin nedenini Toplumsal ihtiyaçların gereği olarak görürler.

Romanların bütününe baktığımızda aşkın doğuşu ve gelişmesiyle ilgili olarak şu özelliklerin ön plana çıktığını görüyoruz. Öncelikle romanlarda işlenen aşkların dönemin toplumsal yapısı, toplumun ahlaki değerlerinin de tesiriyle kapalılık arz ettiği görülmektedir. Kapalılık, geleneksel aşk anlayışının da özünde var olan bir özelliktir.

Kapalılık ile kastettiğimiz, âşıklar arasındaki “duygusal iletişim”in yetersizliğidir.

Kapalı toplum özelliklerinin yansıdığı romanlarda aşkın oluşumuna zemin hazırlayan unsurların en önemlilerinden olan “sosyal mekânların” gerçek hayatta ve dolayısıyla romanlarda yok denecek kadar az oluşu da romancıyı aşk anlatımı konusunda sınırlar.

Bazı romanlarda aşkın doğuşu karakterdeki psikolojik değişimlerden anlaşılır. Bazı romanlarda, aşk oluşmaya başladığı an karakter ateşli bir hastalığa tutulur, zayıflar, iştahsızlık çeker ve sık sık nedensiz yere ağladığı görülür. Aile efradı bu belirtiler doğrultusunda karakterin âşık olduğunu anlar. İntibah romanının yazarı, karakteri Ali Bey’in bu hâlini şöyle tasvir ediyor: “Akşamdan sonra her illet tabii tezâyüd eder.

Sevda ise devâsı gayet müşkül illet olarak Ali Bey’in sevdası meyûsiyet beliyesiyle bir kat daha kuvvet bulmuş ve ye’si de daha yeni başlamış olmak cihetiyle en ziyâde tesirini gösterecek bir zamana tesâdüf etmişti. İşte bu ki kuvve-i gâlibeye bir de tenhâlığın vahşeti munzam olunca çocuğun tabii vücuduna bir ağırlık, kanına bir durgunluk, kalbine bir kasvet nefesine bir darlık, kendini toplamak için ettiği ikdâmâta bir imkânsızlık çöktü.”214

214 Namık Kemal, İntibah, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004, s.56.

Duygusal iletişimin zayıf olduğu, duyguların karşılıklı ifade edilemediği ilişkilerde, aşkların oluşumu duygusal patlamalar yoluyla olur. Sergüzeşt’te Celâl Bey’in bu duygu hâlinin şiddetini yazar şöyle tasvir eder: “İlk ziyasını neşre başlamış şûle-i sevdânın harâretiyle ateş içinde olan alnına koyup biraz düşündükten sonra kendi kendine ‘bu oyuncak bana niçin bu kadar dokundu? Birdenbire uğradığı sadme-i hüsnün tesirât-ı şedîdesini tadîl ve tahfîfe ikdâm ile bu mücâdele-i hissiyat âsârından olarak bir iki günü düşünmekle, birkaç geceyi uykusuzlukla geçirdi. Bu müddet zarfında Dilber’e tesadüf eyledikçe evvelden ettiği latifelere, şakalara bedel hiçbir şey söylemeyerek yalnız gizli bir nigâh-ı muhabbet-perverden sonra düşünüyordu; Dilber artık oyuncak değildi.”215

Halit Ziya’nın Nemide adlı karakteri; Nail’e olan gizli aşkını “sözcüklere dökemediği”, sevdiğine iletemediği için büyük psikolojik sıkıntılar yaşar. Bu aktarılamayan aşk duygusu bazen “nefret” sözcüğü ile ifade edilir. Nail tahsil için Avrupa’da kaldığı üç yıl müddetince Nemide’yi bir kez ziyarete gelir. Bu ziyaret esnasında da daha önceki kırgınlığından dolayı Nemide onunla görüşmeyi kabul etmez.

Babası Şevket Bey, Nemide’nin bu hâllerini anlamakta güçlük çekmektedir. “Nemide kızardı. Gözleri, eteğinin bir ucunu dizinin üzerinde kıvırmakla uğraşan eline dikildi.

Şevket Bey acı, çekinen bir gözle kızına bakmaktaydı. Zihninden şimşek gibi bir fikir geçmiş, gözlerinin önünden bir bulut kalkmıştı. O zamana kadar aklına gelmeyen, kendini kuşkulandırmayan bir fikir kalbini titretti. Birden elini uzatarak kızının elini tuttu, sinirli bir sıkma ile Nemide’yi kendisine bakmak zorunda bıraktı. Nemide’nin kirpiğinin ucunda titrek bir damla sallanmakta idi. Kızcağızın yavaş yavaş kalbini kaplayan korkunç bir yaradan kopmuş bu ateşten damla, zavallı babanın eline damladı.

Şevket Bey vücudunda bir titreme akışını duydu. Daha çocuk sandığı Nemide’nin genç bir kız olduğu onca anlaşıldı. Fakat bu zavallı baba, bu zavallı kızı ne yaptı? Heyhât!

Nemide’nin kalbine o korkunç zehir katresi damlamıştı.

-Nemide niçin ağlıyorsun?

-Ondan nefret ediyorum.”216

Aşkı oluşum biçimlerindeki ayırıcı özelliklerine, belirtilerine göre farklı başlıklar hâlinde incelememiz mümkündür. Yapacağımız tasniflerin, bugüne kadar yapılmış olanlardan ne kadar farklı olursa olsun yeterli olacağını söyleyemeyiz.

215 Sami Paşazâde Sezâi, Sergüzeşt, Akçağ Yayınları, Ankara, 2004, s.50.

216 Halid Ziya Uşaklıgil, Nemide, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul, 1984, 72.

Bugüne kadar araştırmacılar farklı aşk türleri üzerinde durmuşlardır. Platonik Aşk, Afrodizyak Aşk ve Tasavvufi Aşk bu türlerden bazılarıdır. Platonik aşkın temsilcisi Klasik Türk edebiyatında Fuzûlî’dir. “Geçici güzelliklere” değil “güzellik idealine” yönelmesi bakımından Klasik Türk edebiyatında Fuzûlî gibi bazı şairler bir tür

“Neo Platonizm” olarak adlandırılan fikre yönelmişlerdir. Onlara göre güzellik

“bilinmek ve sevilmek” ölçüleri içinde değerlendirilir. Bu “bilme ve sevme”

kavramlarının içerisinde “maddi zevkler, süfli duygular, daha açık bir deyişle şehvet ve cinsî cazibe” yoktur. Divan şairi “Platonik aşk”tan bunu anlar. Ve bu düşünceyi en iyi anlayan ve şiirlerinde anlatan bu anlatımın “Divan şiirindeki şâhikası” Fuzûlî’dir. 217 Sadece bu yönüyle ele aldığımızda yani, aşkta maddi zevklerin olmaması, süfli duygulara yer verilmemesi; şehvet ve cinsellik üzerinde durulmaması bakımından dönem romanlarında gözlemlediğimiz aşk ilişkilerinin “Platonik aşk” tanımlamasına uygun olduğunu söyleyebiliriz. Ancak idealize edilen güzellik, romanlarda

“ulaşılamayan bir yerde” değil, hayatın içerisindedir. İdealize edilen güzellik romanlarımızda kadın vücudunda tecessüm ettirilir. Ten zevkinin, cazibenin ve maddi zevklerin içinde barındığı, âşık ile sevgilinin “eşit seviyede” bulunduğu, sosyal hayatın gerçek kişilerinin yaşadığı ve divan şiirinde Nedim’in eserlerinde sembolize edilen bir aşk türü de Afrodizyak Aşk’tır. Her ne kadar Nedim’den önceki şairler bu tür aşkı anlatan şiirler yazmışlarsa da Nedim, bu aşkı açıkça söyleyen şairdir.218 Güzelliğin somutlaşması, aşk öznelerinin eşitliği gibi özellikleriyle, dönem romanlarındaki aşklarda Afrodisyak aşk özellikleri görülür. Üçüncü bir aşk türü olarak görülen Tasavvufi aşkın divan şiirindeki en önemli temsilcilerinden biri Şeyh Galip’tir.

Tasavvufi aşkta, aşk kâinatın yaratılış gayesi olarak algılanır: “Allah’ın bilinmeyi istemesi aşktır ve bu aşk, özün özüdür. Teferruatı çeşitli tasavvuf eserlerinde ve devriye adı verilen tasavvufi şiirlerde bulunabilecek bu varoluş nazariyesinde aşk, herşeydir.

Evrenin özünü aşk oluşturur ve bütün mevcudattaki ilk cevher aşktır.” Tasavvufi aşkı mecazi aşk ve hakiki aşk biçiminde değerlendirenler olduğu gibi tabii aşk biçiminde ortaya çıkıp, ruhani aşka ve sonrasında ilahî aşka ulaşma biçiminde algılayan Muhiddin Arabi gibi düşünürler de vardır. Divan şairleri beşerî aşk ile ilahî aşk arasındaki bu geçiş

217 İskender Pala, Âh Mine’l-Aşk, Cogito-Aşk Özel Sayısı, YKY, Sayı.4., 1995, s.88.

218 Pala, a.g.e., s.93.

hâlini şiirlerinde sıkça kullanmışlardır.219 Dönem romanlarında ilahî aşka ulaşma amacı güdülmez. Aşk, temizliği, masumiyeti ve yüceliği ile ele alınır; ancak Tasavvufi aşkın esasını teşkil eden “Tanrı’ya ulaşma arzusu” olarak algılanmaz, anlatılmaz.

Aşk tarzlarının tasnifine yönelik, Amerika’da B.E.Munro ve G.R.Adams adlı araştırmacılar “Munro Adams aşk tutum ölçeği” adını verdikleri bir ölçek geliştirmişlerdir. Bu ölçeğe göre aşkın kişinin yaşamı üzerine büyük etkisinin var olduğu ve aşkın bütün engelleri aşacağı inancı “romantik güç”ü temsil eder. Aşkın, tıpkı Tasavvufi aşk anlayışında olduğu gibi, hayatın özü olduğu ve erkek ile kadın ilişkisinde aşkın en yüksek hedef olduğu inancı “romantik idealizm”i yansıtır. Aşkın ciddi ve saygı gösterilmesi gereken bir duygu olduğu ve sonunda iki âşığın bir araya gelip evlenmesi inancı ise “evlilik aşkı”olarak nitelendirilir.220 “Popüler romantik edebiyat eserlerini”

tarayarak bir “aşk tutum ölçeği” geliştirdiğini belirten, John Alan Lee’nin “yüzyıllara yayılan aşk türlerini sınırlamakta bana edebiyat yardım etti.” demesi, en azından aşk gibi geniş anlam dünyasına sahip bir olgunun romanlardaki görünümlerinin belirlenmesinde, bizim için de geçerli bir değerlendirmedir.

İncelediğimiz dönem romanlarında aşkı bu duygunun oluşum özelliklerine göre farklı başlıklarda tasnif etmemiz mümkündür. Aşk oluşumu, oluşma zamanı ve oluşma şartlarına göre romanlarda benzer yapılarda karşımıza çıkmaktadır. Bu üç ana bakış açısı etrafında aşkı aşağıdaki başlıklar altında inceleyeceğiz.

A. Yıldırım Aşklar

Bilen uzak dolaşur âteş-i mahabbetten Güm etti kendüyi Galib çi sûd pervâne Şeyh Galib

Yıldırım aşklar masaldan halk hikâyesine, halk hikâyesinden ilk roman örneklerine ve 19. yüzyıl romanına kadar çokça kullanılır. Romanların birçoğu iki sevgilinin birbirini görmesi, birdenbire âşık olmaları ve aşk sürecinde yaşananların anlatımı üzerine kurgulanmıştır. Halk hikâyelerinde “âşık olma hâli” daha ayrıntısız olarak ve hızlı bir biçimde aktarılır. Romanlarda aşkın oluşumu ve yaşanma süreci

219 Pala, a.g.e., s.99.

220 Onur, a.g.e.,s.66.

ayrıntılı bir şekilde verilir: “Bu hâliyle halk anlatılarına göre daha incelikle işlenen ilk görüşte âşık olma durumu, aslında halk hikâyeleri veya masallardakinden çok da farklı değildir; sadece ayrıntıların daha fazla işlenmesine çalışılmış ve ilk anda karşısındakinin güzelliğine hayran olup sevdalanma, ağzından köpükler gelip bayılma, uzun süre ayılamama, ayılır ayılmaz da saz çalıp şiir söylemeye başlama ya da hemen o kızla evleniverme gibi abartılı ve hızlı gelişimlerden arındırılmış, onun yerine duyguların çözümlenmeye çalışılmasına gidilmiştir.”221

Yıldırım aşklar karşılıklı oluşabileceği gibi tek taraflı olarak da ortaya çıkabilir.

Romancı duygusal ve fiziksel bütün yönleriyle “hazır” olan karakteri uygun mekân ve zaman içinde sevgilisi ile karşılaştırır. Bu karşılaşma anında yaşanan göz teması, karakterlerin birbirlerine âşık olması için yeterli bir temastır. Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-ı Tal’at ve Fıtnat adlı romanında Talat ve Fitnat’ın aşkları bu türe uygundur.

Talat, Fıtnat’ı cumbanın arkasında görür. Âşık olmaya hazır olma durumu Talat için geçerlidir. Yazar bu hâlini açıkça belirtir. Cumbada Fitnat’ı gördükten sonra “böyle bir müptedinin gönlü ne kadar kolay müteessir olur”222derken aslında Talat’ın âşık olmaya ne kadar müsait bir ruh yapısına sahip olduğunu anlayabiliriz. Kısa bir bakışmadan sonra Talat açısından aşk başlamıştır. Talat’ın Fıtnat’ı görmesiyle gözü kamaşır.

Fıtnat’ın görüntüsü ışığa teşbih edilmiştir.223

Aşka hazır olma hâli Namık Kemal’in İntibah adlı romanının erkek karakteri Ali Bey’de de belirgindir. Ali Bey maddi bütün istekleri yerine getirilmiş bir çocuk olarak büyümüştür; ancak duygusal bakımdan eksik kalmıştır. Bu eksikliği ve tecrübesizliği

Aşka hazır olma hâli Namık Kemal’in İntibah adlı romanının erkek karakteri Ali Bey’de de belirgindir. Ali Bey maddi bütün istekleri yerine getirilmiş bir çocuk olarak büyümüştür; ancak duygusal bakımdan eksik kalmıştır. Bu eksikliği ve tecrübesizliği