• Sonuç bulunamadı

Emir Kalkan’ın hikâyelerinin merkezinde insan yer almaktadır. Hikâyeyi hayatın kendisi olarak tanımlamakta ve odağındaki insana işaret etmektedir: “Hikâye hayatın ta kendisidir. İnsan olmalı içinde, etiyle, kanıyla, canıyla, üzüntüleri ve sevinçleriyle,

84

aşkları, tutkuluları, zaaflarıyla insan olmalı. İnsan her şeyin ana kaynağı ama suretiyle birlikte iç dünyasını tanırsanız hikâye gelir bulur sizi.” (Tok, 2015: 21)

Hikâyelerini realist bir yaklaşımla ele alsa da onlar romantik bir bakışın ürünüdür. Duygusal yanı onu romantik bir kişi yapmaktadır. Romantik kişiliğinin oluşmasında ailesinin etkisi göz ardı edilemez. Hikâyelerle, masallarla dizinin dibinde büyüdüğü babaanne, umutla oğluna bağlı baba, hayalleri için evladının peşinden giden anne, onun hayatında boşluklar oluşturmayıp duygusal yanlarını doldurmuşlardır. Çevreye karşı duyarlılığının temelini onlar atmışlardır.

Cemil Meriç’in dediği gibi “İnsanı cemiyet yaratır… Kaderimizi çizen cemiyet… Şahsiyet, görünen cemiyetin içinde görünmeyen cemiyeti seçip tahtını onun bağrında kurmak suretiyle fethedilir. Her şahsiyet bir kopuş, bir olmayana, olacağa bağlamıştır.” (2011: 224) Cemil Meriç, İbn Haldun’un “coğrafya kaderdir” fikri bağlamında insanın kendisini tek başına şekillendiremeyeceğini düşünmektedir. İnsanın yetişmesinde ve kişiliğinin oluşmasında kalıtımsal özünün yanında çevre faktörünün de önemli yeri olduğuna işaret eden iki isimden hareketle hem Kalkan’ın hem de hikâyelerinde yer alan insanların bu unsurlardan etkilendiği bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

Emir Kalkan hikâyelerinin kişi kadrosunu renkli tipler ve karakterler oluşturmaktadır. Hikâyelerdeki tipler durağan ve birbirine benzeyen tipler değildir. Sıra dışı insanları konu etmektedir. Genel kabullerin ötesinde, kalbur üstü insanlardan ziyade ezilmiş ve mağlup olmuş tiplerin hayatlarına dikkat çekmektedir. Tip ve karakter seçimini genellikle toplumun orta halli insanları arasından yapmaktadır. Rol model olacak karakterler seçmeye özen göstermektedir. Geleneksel Türk kadınını, muhalif aydını, yardımsever, vatansever insanları, mert, cömert tipleri ön plana çıkarır. Suça bulaşanı, yenik düşeni, ezileni, meczup kişileri anlatırken onları bu hale getiren sebepleri açığa çıkarmaya çalışmaktadır. Topluma düşen görevin altını çizmektedir. Acımasızca ve ön yargılı eleştirilere ket vurmaktadır.

Kalkan’ın hikâyelerinde yer alan insan profillerini anlayabilmek için karakter ve tip ayrımını yapmak gerekmektedir. Karakter, “Bir nesnenin, bir bireyin, hatta bir topluluğun kendine özgü yapısı, onları başkalarından ayıran belirti ve bireyin davranış biçimlerini belirleyen ana özellik, demektir. Konumuz açısından karakter kelimesi genellikle hikâyedeki kişi ya da kişileri nitelemek için kullanılmaktadır.” (Tekin, 2015:

85

88) Karakter, “Toplumsal gerçeklikleri yansıtsa da ilkin kendi hayatını yaşayan, olumlu ya da olumsuz yönde gelişen, psikolojik yaşantısına ve öznelliğine öncelik tanınarak anlatılan, karmaşık yapılı kişi” (Belge, 2014: 23) olarak da tanımlanmaktadır. “Tip kelime anlamı itibariyle cins, tür, numune, örnek anlamlarına gelmektedir. Tip diye nitelenen kişi, toplumsal kimliğiyle ‘temsili’ bir nitelik taşımaktadır. O, kendinin dışında kalan değerlerin temsilcisidir.” (Tekin, 2015: 110)“Yani, roman dünyasının dışında kalan, dış dünyada mevcut bir kavramı ya da bir insan türünü temsil eden bir roman kişisidir.” (Moran, 1982:14) “Marxçı eleştirideki -ama Marxçı eleştirinin ülküsel gerçekliği değil, gerçek gerçekliği savunan dalındaki- kullanışına göre ‘tip’ bireyselliklerinden bir şey yitirmeksizin, birtakım genel kategorilerin veya çağdaş özelliklerin de temsilciliğini yapabilen, yani ‘tipik’ olan” (Belge, 2014: 25) kişileri anlatmaktadır. “‘Tip’ aynı zamanda, toplumcu olsun veya olmasın, ‘gerçekçi’ romanın kaçınılmaz bir aracıdır. …romanda fikri içerik önem kazanınca, ‘tip’ yaratmak, iyice gerekli oldu. Ama artık sorun yalnız ‘tip’ değil, “olumlu tip’ yaratmaktı.” (Belge, 2014: 21) Klişeleşmiş roman kişileri olarak adlandırılan stereotipler ile karakterlerin somut insandan yola çıkılarak anlatılmaları olay örgüsünü taşıyan kişileri gerçekçi zemine oturtmaktadır. Murat Belge tip ve karakter ayrımının keskin bir şekilde yapılamayacağını savunurken tip ve karakterin iç içe geçmişliğine vurgu yapmaktadır. Öte yandan roman kişilerini belirli kategorilere ayırma durumunda ise bunun protagonistler ve ötekiler diye ayrılabileceğini ifade etmektedir. Kısaca asıl kahraman ya da romanın merkezi kişisi diyebileceğimiz protagonist haricinde “Bir de çevreyi, topluluğu, toplumu temsil eden, çok gerilerde, karanlıkta duran kişiler var[dır].” (Belge, 2014: 30) “İşte protagonistlerle bu en uzakta duranlar arasında, ışığa bir yaklaşıp bir uzaklaşan çeşitli kişiler … geridekilere göre daha özerktirler, ama protagonist kadar da önemli olamazlar.” Belge, bu kişileri güldürü kişisi ve işlevsel kişiler şeklinde ikiye ayırmaktadır. Güldürü kişisinin özelliği, “Davranışlar sınırının darlığı ve kişiliğinin değişmezliğidir.” (2014: 30) Güldürü kişilerini diğer insanlardan ayıran genel kabullere aykırı tavırlarıdır. İşlevsel kişinin görevi ise, “Genel değerleri veya kategorileri temsil etmektir. Böylece ikinci derecede kişiler protagonistlerin üzerindeki soyut yükleri kaldırmış olurlar. Protagonistlere bireyselliklerini koruma olanağını sağlarlar.” (Belge, 2014: 31) Başka bir ifadeyle kahramanların çevrelerindeki ikincil kişiler, kahramanları diğerlerinden ayırmakta, belirginleştirmekte, ön plana çıkarmaktadır.

86

Hikâye kişilerinin ayrımı ve tanımlaması kişilerin değerlendirilmesi için tek başlarına yeterli değillerdir. Yazarın hikâyede kişilerine tayin ettiği rolleri değerlendiren eleştirmenler kişileri, eser içindeki konumlarına göre tasnif etmektedir. “Bunların içinde kabul göreni Forster’in tasnifi olsa gerek. Forster kişileri, ‘düz’ (flat) ve ‘boyutlu’ (round) olmak üzere ikiye ayırır.” (Tekin, 2015: 107)

“Düz” kişiler, basit bir yapıya sahiptirler ve ‘tek bir düşünce ve nitelik’ten oluşmuşlardır. Okuyucu onları kolayca tanır ve hatırlar. Çünkü onlar “olayların etkisiyle değişmezler”. Onlar, sabit ve belirgin çizgileriyle bir ‘karikatür’e benzerler. Şaşırtıcı olmaktan çok, dikkat çekicidirler. Forster, “boyutlu” kişilerin ise, derinlikli ve nitelikli bir yapıya sahip olduklarını söyler. Onlar, “düz” kişiler gibi kolay hatırlanmazlar. Çünkü olayların etkisi ve akışıyla değişirler. Bu nedenle bizleri şaşırtır ve yanıltabilirler. (Aytür, 1982: 73-75; Tekin, 2015: 108)

“Anlatı sanatında ‘kahraman’, hem bir araç hem de bir amaçtır: Araçtır, çünkü, motifleri birbirine bağlar, dolayısıyla anlatıda bütünlüğün doğmasına vesile olur. Amaçtır; çünkü, çoğu romanların varlık nedeni odur.” (Tekin, 2015: 95) Emir Kalkan, hikâye kişilerini oluşturan kadroyu seçmesinin nedenlerini ifade ederken bunların kimler olduğuna da değinmektedir:

Benim başarılı insanlarla, sınıfın birincileriyle, ipi göğüsleyen atletle, yenen boksörle işim olmaz. Benim işim mağluplarla, sınıfta kalanlarla, dökülenlerle, en arkada oturanlarla. … Kırık dökük, dışlanmış, bir kenara atılmış, sahipsiz ezilmiş insanları seviyorum. Benim işim onlarla. Her sıfatın başına bir neden sorusu eklerseniz anlarsınız ürpertici halimi. Neden dışlanmış, neden yoksul, neden deli, neden meczup, neden işsiz, neden evsiz… Öykü bu nedenlerde saklıdır işte. Arkada kalanları yazıyorum. (Avşar, 2008: 34)

Emir Kalkan fabrika mamulü gibi birbirine benzeyen insanlardan hikâye çıkmayacağını düşündüğü için toplumda ayrıksı duran tipleri kaynak edinmiştir. Bir amaç doğrultusunda hikâyelerini kaleme almış, önemli gördüğü meseleleri anlatırken çözüm yolları aramış, çözümler sunmuş ve bunlar üzerine düşündürmüştür. Tanıklık ettiği zamana ve o zamanın insanlarına yer vermiştir. Toplumsal hafızayı hikâyeleri ile kalıcı kılmıştır.

Kalkan’ın yaşadığı şehir de tanıklık ettiği şehirler de hızla büyümekte ve buralarda toplumsal yapı değişmektedir. Jane Jacobs’ın kaldırım hayatı olarak nitelendirdiği sosyal yaşam bizde mahalle kültürüne tekabül etmektedir. Şehirleşmenin olumsuz etkilerini dile getiren ve şehirlerdeki olumsuz değişimlerden muzdarip olan Jane Jacobs gibi Emir Kalkan da dejenere olan mahalle kültüründen yakınmaktadır. Toplumun güvenliği kolluk kuvvetlerinin dışında sözü dinlenen, yaşlı, bilge, insanlar ya da mahalle delikanlıları, kapı önlerinde oturan teyzeler aracılığıyla da sağlanabilmektedir. Kaldırımlarda, sokaklarda asayiş, informel anlamda sokağı gözleyenlerin sorumluluğundadır. Sokağın gözü olan

87

insanlar şehir düzenini oluşturmakta informel bir süreçte güvenliği sağlayan unsur olmaktadır. Kalkan’ın hikâyelerinde bu tip insan modellerine rastlamak mümkündür. Örneğin, “Seçim” ve “Devler” hikâyesinde karşımıza çıkan Pembe Hala ve Cafer Emmi mahallenin huzurunu sağlamayı kendine vazife edinmiş saygın birer yaşlı tipini temsil etmektedir. Meydana gelebilecek herhangi bir olumsuzluğa mahal vermeyip her şeyi kontrol altında tutabilecek kudrettedirler.

“Seçim” hikâyesinde, seçimleri kaybeden Nurullah Efendi’nin yenilgiyi hazmedemeyip çıkardığı dedikodular Arabacı Şemsettin’i usandırınca ikili arasındaki gıyabında tartışmalar kavgaya dönüşür. Mahalledeki gürültünün sebebini çocuklardan öğrenen Pembe Hala hızlı adımlarla avludan dışarı çıkıp, iki eli belinde Nurullah ile Şemsettin’in önüne dikilir. Olayların tanığı bir çocuğun dilinden anlatılan hikâyenin devamında Pembe Hala’nın tavrı ve ona gösterilen hürmet toplumsal düzeni sağlayan kodların şifreleridir.

İkisini de kollarından tuttu, Hoca önündeki talebeler gibi büzülüyordu ikisi de. İteleyerek götürüp evlerine soktu, kapıyı üstlerinden kilitledi. “Yarın sabah gelir çıkartırım.” dedi. “Sabaha kadar adam olun bakayım!” O iki iri yarı güçlü kuvvetli adamdan çıt çıkmadı. (HBD, 2007: 116-117)

Pembe Hala sayesinde cinayetle sonuçlanabilecek bir kavga kimse zarar görmeden son bulmuştur.

“Devler” hikâyesinde Selaldı mahallesinin iri yarı, güçlü delikanlısı Çingene Hamdi ile Teneke mahallesinin Üçgen’i olarak nam salan Yaşar arasındaki güç gösterisi yine Pembe Hala gibi biri tarafından kan dökülmeden sona erdirilir. Aynı misyonu burada mahallenin ihtiyar imamı yüklenmiştir. Cafer Emmi kendinden beklenmeyen bir çeviklikle kavga eden iki gencin aralarına girip kavgalarını durdurur. Gençler, ihtiyar imamın azarlamalarına karşılık vermeyip saygıda kusur etmezler. Cafer Emmi, onların dersini verdikten sonra kavgayı seyretmek için gelen çocuk kalabalığına yönelir: “Dağılın bakıyım hadi, dedi öfkeli öfkeli. Yerden bitme şeytanlar sizi, hayırsız callakılar18… başka bir şeye heveslenecek değilsiniz ya.. akşam teker teker söylemez miyim hepinizi babalarınıza!” (HBD, 2007:128) Yediden yetmişe herkesin saygı duyduğu, sözünün dinlediği Pembe Hala, Cafer Emmi gibi insanlar adeta üniformasız güvenlik memurlarıdır. Burada dikkat edilmesi gereken başka bir husus da herhangi bir

18 Callakı: Geveze. Kayseri Kocasinan Boyacı köyünde kullanılan bir söz. Bkz.

https://kocasinanboyacikoyu.tr.gg/Boyac%26%23305%3B-A%26%23287%3Bz%26%23305%3B- Kelimeler.htm

88

huzursuzluk çıkmasına izin vermeyen insanların karşılarında olumsuz bir gücün olmamasıdır. Böylece, sözleri hükümsüz kılınmayarak, sözlerinin etkinliği artırılmaktadır. Onların sözüne itimat edenlerin de toplumun düzenine katkı sağladığı görülmektedir.

Jacobs’ın kamusal karakterler olarak adlandırdığı Pembe Hala ve Cafer Emmi gibi insanların yokluğunda suçlar artabilmektedir. “Bedel” hikâyesinde kamusal karakterlerin yokluğu, toplumun kavgaya müdahil olmayışı bir canın yitirilmesine, bir insanın hapse girmesine sebep olmuştur. Toplumun tavrının ne kadar etkili olduğu kahramanın şu sözleriyle daha iyi anlaşılmaktadır:

Ben sana kıymadım. Hep bir aracı, bir imdat bekledim, yapmayın diyecek bir ses bekledim. Bir çocuk bile dur dese ona sığınıp çekip gidecektim. Karışmadı kimse. Bana korkak demelerinden, haysiyetsiz demelerinden korktum. Korktum Hasan. Arıma bunaldım. Ben sana kıymadım. Bize, bizi seyredenler kıydı. (KY, 2011: 60-61)

Hasan’ın ölümüne sebebiyet veren tetiği çeken değil, gördüklerine sessiz kalan insanlardır. Hasan’ı öldürmenin yaşattığı vicdan azabını hafifletemeyen kahraman, onun mezarı başında vefat eder. Vefat ettiğinde mevsim kıştır, kimsesiz olduğu için de arayanı olmaz. Köylüler de ancak havalar ısınınca cesedini görürler. Köylüler, ceset bozulduğu için ölenin kim olduğunu bilemezler. Kahramanın kış vakti ölmesi, üzerine kar yağması manidardır. Kar metaforuyla yazar, kahramana dünyanın çirkinliklerinden arınmış bir hayat sunmuştur. Kar kirleri temizlediği gibi ölen kişiyi de arındırmış, gittikçe ağırlaşan vicdan yükünden kurtulmasını sağlamıştır. Böylece, kahraman, önce hapse girmesiyle sonra da ölümüyle “Kayıp Yüzler” kervanına dahil olmuştur.

“Düşman” hikâyesindeki Emine Teyze ve Mehmet Emmi de “Kayıp Yüzler”dendir. Kamusal karakterlerin yokluğu bir kavganın daha ölüm, hapis ve kararan hayatlarla son bulmasına neden olmuştur. Emine Teyze ve Mehmet Emmi evlidir. Kavga esnasında patlayan silahlar iki tarafın da kardeşini yitirmesine, Mehmet Emmi’nin hapse girmesine neden olur. Emine Teyze kardeşini öldürdüğü için Mehmet Emmi hapisten çıktıktan sonra da onu affetmez ve onunla bir daha aynı çatı altında bulunmaz. Mehmet Emmi yine de her akşam iş dönüşünde onun için alışveriş yapıp kapısına bırakır. Bir gün Mehmet Emmi boyacılık yaptığı sandığın başında kalp krizi geçirip ölür.

Yaşlı kadın, kar kış demeden her gün kapısına gelen Mehmet Emmi gelmemeye başlayınca onun vefat ettiğini anlar ve intihar eder. Komşuları yaşlı bir kadının neden intihar ettiğini anlamasa da onu intihara sürükleyen bir etkenin varlığı kesindir. Emine

89

Teyze’nin intiharını anlamak için onun ruhsal durumu ve çevresinin irdelenmesi gerekmektedir. İntiharının ardındaki kesin nedenin saptanması zor olsa da intihar zamanı, Mehmet Emmi’nin ölümünün ardından olması yönüyle nedenleri belli bir çerçeveyle sınırlandırılabilir. Emine Teyze’nin intihar etmesinde olası sebepler olarak Mehmet Emmi’ye aidiyet duygusu ve bağlılığı, yaşamını idame ettirecek gelirin yokluğu ve çevresel etkenler sebep gösterilebilir. Emine Teyze köyden şehre taşınmıştır. Tek başına bir gecekondu mahallesinde yaşamaktadır. Şehir hayatına adaptasyon sorunu ve yakınında hiçbir akrabasının olmaması bir sorun teşkil etmektedir. Birkaç komşusu olsa da kan bağı olan ya da onun güvenebileceği, ihtiyaç duyduğunda yanında olabilecek, insanların yokluğu onu tamamen sosyal ve duygusal anlamda yalnızlaştırmıştır. Aslında Emine Teyze, Mehmet Emmi’nin yüzünü görmese de gönülden ona bağlıdır. İntiharın meydana gelmesi için içsel veya dışsal bir uyarıcı gerekmektedir. Emine Teyze için şartlar olgunlaşmış Mehmet Emmi’nin ölümü de tetikleyen sebep olmuştur. Emine Teyze’yi hayata bağlayan unsur şüphesiz ümittir. Onu intihardan alıkoyan olumlu kişi, yüzünü görmeden her akşam yaşadığından haberdar olduğu eşinin yokluğu duygusal çöküşünü hızlandırdığı düşünülebilir.

“Kaldırım hayatının toplumsal yapısı kısmen, kendi kendine belirli bir rolü üstlenmiş kamusal karakterler olarak adlandırılabilecek kişilere bağlıdır.” (Çetin, 2009: 88) Şehrin nirengi noktası sayılabilecek mekânlardan biri olan kahvehaneler böyle kamusal karakterleri barındırmaktadır. “Sebep” hikâyesinde kahvehane sahibinin tutumu bir aile faciasını önlemiş, bir tarafın katil bir tarafın maktul olmasını engellemiş ve bir yuvanın dağılmasına engel olmuştur. Kahveci Topal Mevlüt, eşinin kardeşlerinden kaçan adamı kahvehanenin içine alıp, arkasından gelen öfkeli iki adamın sakinleşmesini sağlar. İhtiyar kahveci, “Kurşun namludan çıktıktan sonra pişman olsan neye yarar? … Onu öldürerek yuvayı kurtaramazsınız. Araya büyükler girer, öğütler verilir, kulağı çekilir, elbet bir çaresi bulunur. Ama olur olmaz iş için silah çekmek korkak adamların işidir” (KY, 2011: 110-111) diyerek gençlerin ellerindeki silahları alır. İhtiyar adamın sözlerinin tesiri altında kalan gençler, ona itiraz etmeyip silahlarını onda bırakıp giderler. Ardından kahveci kaçan adama dönüp nasihat eder ve kahvehanesinde iş verir. Topal Mevlüt böylece hem bir cinayeti önlemiş hem de işsiz bir adamın evine ekmek götürmesine vesile olmuştur. Görüldüğü gibi “Bedel” hikâyesindeki insanların aksine olaylara sessiz kalmayan birisi çıktığı için olay büyümeden son bulmuştur.

90

Emir Kalkan, Türk toplum yapısını göz önünde bulundurarak gelenek, inanış, kültürel çeşitlilik, dini ritüeller gibi detaylara da yer vermiştir. Şehrin hatta ülkenin insanlarını belli bir kesimin perspektifiyle sınırlamamıştır. Sünni değerlere yer verdiği gibi Alevi inanışa ait değerleri de hikâyelerine dahil etmiştir. “Gökyüzü Parselleri” hikâyesinde, kahramanın babasının şehre gittiğinde aldığı kitaplar, Alevi inanışa sahip insanların daha çok önem verip, yücelttiği eserlerdir. Babası her akşam ezgili bir şekilde Hz. Ali Cenkleri’ni, Kesikbaş Destanı’nı, Kan Kalesi’ni, Hayber Kalesi’ni ev ahalisine okumaktadır. Ayrıca evin duvarlarında “Kılıçlı, kalkanlı, keklikli, turnalı resimlerin yanında kocaman bir de Atatürk fotoğrafıyla, altında; ‘La feta illa Ali-la Seyfe illa Zülfikar19’ yazılı bir de Hz. Ali tablosu[nun]” bulunması evin, Alevi kültürüne göre düzenlendiğini göstermektedir. “Kızıl Gül” hikâyesinde Sünni-Alevi ilişkilerini Menteş ve Nazlı üzerinden anlatmıştır. Alevi bir kızın Sünni bir erkekle birlikte olmasının sonuçlarını Alevi toplumunun değerleri, inanışları çerçevesinde nazarlara sunmaktadır. Aleviliğe ait deyişler, kavramlar, semboller ile hikâye gerçeklik zeminine oturmaktadır. Alevilerin kullandıkları sırlı kelimeler, semboller, sayılar, renkler hakkında bilgi sahibi olunması hikâyenin daha iyi kavranmasına ve bu kültürü yaşatan insanların dünyalarına onların gözüyle bakmayı sağlayacaktır. Hikâye içerisinde geçen Peymançe20 yani ayak mühürlemek, erkan21 veya ayin-i cem, gülbank,22 eren, can,23 yoldaş, çerağ,24 dede,25

19 “Ali’den başka yiğit, Zülfikar’dan başka kılıç yoktur” (TDV, 2013: 555) anlamına gelmektedir. Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in Uhud Savaşı sırasında Hz. Ali’ye Zülfikar adı verilen kılıcı hediye ettiği ve bu sözü söylediği rivayet edilmektedir. Hz. Ali’nin peygamber varisi olduğunu simgelemektedir. Bu nedenle Aleviler için Zülfikar, önemli bir semboldür. Daha geniş bilgi için bkz. TDV İslam Ansiklopedisi, 2013: 553-556

20 Peymançe: Sağ ayak başparmağının sol ayak başparmağı üzerine, elleri dizlere veya çapraz olarak omuzlara koyarak ve başı hafifçe öne eğerek niyaz vaziyetinde ayakta durmak. “Baba”,” dede” veya “mürşid”in huzurunda saygı ve teslimiyet işareti olarak böyle durulması beklenir. (Günşen, 2005:331) 21 Erkan: Kelime anlamıyla, “kurallar, törenler ve ritüeller bütünü” anlamına gelen erkân, “âyin-i cem”, “tarikat ulularının koyduğu ilke, kural ve törenler bütünü”, “erkân çubuğu”, “Kırklar Cemi’nde 12 İmam’ın yaptığı hizmetler” gibi anlamlara da gelir. (Günşen, 2005:338)

22 Gülbank: Hep bir ağızdan ve makamla yapılan dua veya ant. (TDK, Güncel Türkçe Sözlük, sozluk.gov.tr, 2019)

23 Can: Özellikle “ikrar” töreninde nasip alan mürid için kullanılır. Tüm dervişler için de kullanılır. (Günşen, 2005:337)

24 Çerağ: “Mum” ya da “meş’ale”. Âyin-i Cem’de ruhun aydınlanması ve uyanıklığının bir sembolü olarak kullanılan çerağ. Bu sembol, Hz. Muhammed’in Tanrı’dan gelen ilk ışık olması anısınadır. (Günşen, 2005:337)

25 Dede: Örgütlü Bektaşîler arasında bu, eskiden Hacıbektaş’ta oturan şimdi Tiran’da bulunan “baş baba”nın unvanıdır. Alevîler arasında sıradan “baba” anlamına kullanılır. (Günşen, 2005:337)

91

mürit, ikrar vermek26, dara durmak,27 niyaz almak,28 secde etmek,29 eşik öpmek/yoklamak,30 yezid,31 düşkün32 gibi Alevi kültürünü yansıtan kelimelerle bu inanışın izini sürmek kolaylaşmaktadır.

Aleviler, Emevi halifesi Muaviye’nin oğlu Yezit’e Hz. Hüseyin’in katillerini cezalandırmadığı için kin beslemekte ve lanetlemektedirler. Bu yüzden sevmedikleri şeylere karşı onun zalimliğine istinaden Yezit kelimesini kullanırlar. Aleviler tarafından Sünniler de Yezit ehli, münkir olarak görülmektedir. Hikâyede Sünni olan Menteş, Yezit ehli denilerek aşağılanmaktadır. Hikâyede iki taraf arasında evlilik yapılamayacağı gibi Sünni biriyle olan düşkün ilan edilmekte cezası ölümle sonuçlanmaktadır. Alevilerin evlilik kuralları hikâyede şu şekilde dile getirilmektedir:

Ona er gerekse, eş gerekse; Kara posta el vermiş, Bedreddin’e iman etmiş, Hak yoluna baş can koymuş, Divan görmüş,

Pervaz vurmuş,

Börklüce müridi bir erden gayrısı olamazdı. O gitti, Menteşe ikrar verdi.

Yezit ehline gönül düşürdü.

26 İkrar vermek: İnanılıp, kabul edilen bir şeyi itiraf etmek anlamına gelen ikrar, Alevîlik-Bektaşîlikte bu anlamına bağlı olarak “Muhammed-Ali yolu”na girmeyi ifade eder. (Günşen, 2005:335)

27 Dâra durmak: Kişinin kendisini Hak, Hz. Peygamber, Hz. Ali ve Ehl-i Beyt huzurunda sayıp, nefsini sîgaya çekmesi ve “ölmeden önce ölüme” hazırlamak için yapılan bir çeşit nefis muhasebesidir. (Günşen, 2005:333)

28 Niyaz almak: Yerlerinde oturan veya herhangi bir sebeple ayakta duran canların, niyaz etmeleri gerektiğinde, sağ el işaret parmaklarının ucunu öper gibi hafifçe dudaklarına dokundurarak “Hû”demeleri. (Günşen, 2005:335)

29 Secde niyazı etmek: Cem âyini sırasında, hizmet sahibi ve “meydan”daki kişilerin, diz üstü gelip, yere koydukları sol ellerinin üstüne sağ ellerinin parmaklarını koyarak sağ ellerinin işaret parmaklarının üstünü üç kez (Allah, Muhammed, Ali aşkı için) öpmeleri. krş. niyaz almak. (Günşen, 2005:335)

30 Eşik yoklamak: Görgüsü yapılacak müsahipli canların, kemerbestli ve yalın ayak olarak, cem âyininin

Benzer Belgeler