• Sonuç bulunamadı

Đkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Dönemi

2.3 Kalkınma Planları, 1961-1972 Arası Gelişmeler ve KĐT’lerin Kuruluşu

2.3.2 Đkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Dönemi

ilişkileri hızla gelişmiştir (Eroğul, 1992: 150). Demirel, 1970’lerin başında sanayileşmeye ek finansman yaratmak için yeni vergiler gündeme getirince, toprak sahiplerinin, küçük tüccarın ve esnafın desteğini yitirmiştir (Zürcher, 2004: 367).

Adalet Partisi’nin iktidara gelmesiyle başlayan sürecin en önemli gelişmelerinden birisi de Đkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın bu dönemde hazırlanmış ve uygulanmış olmasıdır. 1968–1972 arası dönemi kapsayan bu plan, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı ile öngörülen 15 yıllık perspektif planın ikinci halkasını oluşturmaktadır. Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde geçerli olan karma ekonomi anlayışı bu plan döneminde de sürdürülmüştür. Dolayısıyla var olan karma ekonomi sistemi içerisinde ekonomik etkinliğin serbest piyasa koşullarında oluşacağı öngörülmüştür. Bununla ilgili Đkinci Kalkınma Planı’nda: “ekonomik kararların alınmasında esas, serbest piyasada meydana gelecek fiyatlar olacaktır”

denilmektedir (ĐBYKP, 1968: 101).

Đkinci Kalkınma Planı’nda devlete yalnızca piyasanın aksadığı noktalarda

müdahalelerde bulunarak ekonomik hayatı dolaylı yoldan düzenleme görevi verilmiştir. Düzenleyici devletin rolünden planda şu şekilde bahsedilmiştir: “Devlet, ekonomik hayatı düzenleyici olarak dolaylı yollarla istikrarı sağlayacak ve fiyat mekanizmasının yetersizliklerini vergi, kredi, para ve dış ticaret politikası gibi araçlarla düzenleyecek, tekelci güçlerin belirmesine engel olacak, tüketicinin ezilmesine müsaade etmeyecektir. Bu suretle piyasa fiyatlarını esas alarak karar veren özel kesimin elindeki kaynakların ekonomik gelişme için yararlı alanlara etkin bir şekilde dağılımını sağlayacak bir ortam yaratılacaktır” (ĐBYKP, 1968: 101).

CHP yönetiminde hazırlanan Birinci Kalkınma Planı’nda devlet ekonomide yol gösterici olarak yer alırken; DP geleneğinden gelen Adalet Partisi’nin mimarı olduğu Đkinci Kalkınma Planı’nda devlet, ekonomik gelişimde ön planda tutulan özel kesimin destekçisi olarak görülmüştür (Zürcher, 2004: 386).

Birinci Kalkınma Planı’ndaki anlayıştan farklı olarak bu plan döneminde KĐT’ler yalnızca “ekonominin hızla gelişmesi için gerekli olan ve özel sektörün kullanılacak teşvik araçlarına rağmen giremediği güç gelişen veya ekonomide dar boğazlar yaratan sanayi alanlarına etken bir müteşebbis olarak” (ĐBYKP, 1968: 101) girebilecekti. Ayrıca alt yapı yatırımları ve sosyal amaçlı bir takım yatırımlar devlet eliyle gerçekleştirilecekti. Bu dönemde kamu yatırımlarına özel teşebbüsün katkısını sağlamak amacıyla karma teşebbüslerin kurulması yeniden gündeme gelmiştir. Fakat kurulacak olan karma teşebbüslere ait sermaye ve idare egemenliğinin az sayıdaki özel şahsa bırakılmayacağı belirtilmiştir. Toplam yatırımların gerçekleştirilmesinde devlet ve özel sektör eşit şartlara sahip olacaktı. Đkinci Kalkınma Planı’nın uygulamaya geçmesiyle birlikte özel kesimin devlet yatırımlarının gölgesinde kalacağına dair eleştirilere Başbakan Yardımcısı Ekrem Alican’ın yanıtı şu şekilde olmuştur: “Meşhur iktisatçı Adam Smith bile bugün bundan daha fazla liberal olamazdı. Karma ekonomi görüşümüz yüzde 7’lik kalkınma hızına ulaşabilmek için özel teşebbüsün desteklenmesidir” (Sezen, 1999: 189).

Birinci Kalkınma Planı sonunda % 5.5’lik bir kalkınma hızına ulaşılmasına ve Türkiye’nin tarihsel olarak kalkınma hızının % 4.5’luk bir seviyede bulunmasına karşın Đkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı % 7’lik bir büyüme oranı öngörmüştür. Hem

de bu karar gündeme hiçbir yeniden düzenleme getirilmeden alınmıştır. Bu yüzden Đkinci Kalkınma Planı’nı Küçük (1978: 297), rakamlarla oynanarak yapılan bir “sarı

plan” olarak nitelendirmektedir. Đkinci Kalkınma Planı’na göre % 7’lik bir kalkınma hızına ulaşılabilmesi için beş yıl boyunca GSMH’nin % 27’sinin yatırımlara ayrılması gerekmektedir. Bunun yapılabilmesi için gereken ek sermaye birikiminin ise ancak etkin bir vergi sistemi oluşturulduğu takdirde sağlanabileceği öngörülmüştür. Đkinci Kalkınma Planı’nda bir taraftan hedeflenen büyüme hızı sağlanmak istenirken diğer taraftan ise Birinci Kalkınma Planı’ndaki gerçekleşmeler dikkate alınarak daha gerçekçi bir büyüme hızı tespit edilmeye çalışılmıştır (Yerasimos, 1992: 265). Bu ikilem plandaki hedefleri belirlemede kararsızlıkların oluşmasına yol açmıştır. Ayrıca ilkine benzer bir şekilde Đkinci Kalkınma Planı’nda da istihdam, tasarruf, dış ticaret dengesi gibi ekonomik gelişmenin diğer alanları büyüme hızına bağımlı olarak ele alınmıştır.

Đkinci Kalkınma Planı, ekonomik büyümenin sağlanması konusunda Birinci

Kalkınma Planı’ndan iki noktada ayrılmaktadır. Đlk olarak bir önceki planda tarım ve sanayi arasında kurulan denge Đkinci Kalkınma Planı’nda sanayi lehine bozulmuştur (Kepenek, 1987: 134). Bu dönemde sanayi ekonomik gelişmenin sürükleyici sektörü olarak görülmüştür. Sanayi sektörünün büyümesi yalnızca sayısal olarak değil aynı zamanda niteliksel olarak da önem kazanmıştır. Sanayinin öncelik kazandığı Đkinci Kalkınma Planı’nda; kaynakların sanayi sektörüne yönlendirilmesi, sanayiyi özendirme politikalarının geliştirilmesi, iç pazarın genişletilmesi ve yatırımlarda özel kesime öncelik verilmesi dikkat çekici hedeflerdir (Kepenek, 1987: 134).

Bu dönemde sanayi üretimi içinde ara ve yatırım malları üretimi önem kazanmış ve bunun daha çok kamu kesimi eliyle gerçekleştirilmesi öngörülmüştür.

Birinci Kalkınma Planı’nda olduğu gibi bu planda da üretim teknolojisi konusunda herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Herhangi bir malın yerli üretiminin sağlanması yeterli görülmüş, bunun üretim niteliği, maliyeti gibi unsurlar göz ardı edilmiştir.

Đkinci olarak Birinci Kalkınma Planı’nda öne çıkan kırsal bölgeleri geliştirme

politikaları, Đkinci Kalkınma Planı’nda yerini artan biçimde kentleşmeyi teşvik eden politikalara bırakmıştır. Kentleşme hedefine verilen önem, Plan metnine de açıkça yansımıştır. Plan’da “şehirleşmenin destekleneceği ve şehirleşmeden ekonomiyi itici bir güç ve bir gelişme aracı olarak yararlanılacağı” vurgulanmıştır (ĐBYKP, 1968:

263).

Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda öngörülen dış ticaret politikası bu planda da sürdürülmüştür. Đthal ikamesine dayanan bu politika, döviz kaynaklarının etkin kullanılmasını esas almaktadır. Lüks tüketim malları ithalatının kısılması, buna karşın genel ihracatın ise çeşitli düzenlemelerle artırılması öngörülmüştür. Plan hedeflerinin gerçekleştirilmesi amacıyla uluslararası kaynaklara başvurulması bu planda da olumlu karşılanmaktadır. Fakat Birinci Kalkınma Planı’nda, “uluslararası dayanışmanın gereği” olarak başvurulması uygun görülen yabancı kaynaklar, Đkinci Kalkınma Planı’nda “hedeflenen gelişme hızına ulusal kaynaklarla ulaşılamaması durumunda” başvurabilecek bir yol olarak görülmüştür. (Sezen, 1999: 189, 190).

Đkinci Kalkınma Planı’nda tasarruf, dış ödeme güçlüğü ve bir kısım kurumsal

sorunlardan bahsedilmiştir. Örneğin “tasarrufların karlı olarak kullanılma alanlarının kısıtlı olduğu” belirtilmiş ve ayrıca birikimlerin genellikle üretim dışı ve kar oranı yüksek olan konut, arsa, ulaşım, ticaret gibi alanlarda kullanıldığı ortaya konulmuştur.

Sorunun birikim azlığından ziyade yapısal bir nitelik taşıdığı vurgulanmıştır. Đkinci Kalkınma Planı bu sorunların serbest piyasa koşullarında özel girişimciliğin özendirilmesi yoluyla çözülebileceğini öngörmüştür.

Birinci Kalkınma Planı ile başlayan “yatırımların ve dışsatımın özendirilmesi”

politikası Đkinci Kalkınma Planı’yla daha ileri bir düzeye götürülmüştür (Kepenek, 1987: 136). Bu özendirme politikaları; yatırım amaçlı yapılan ithalatta vergi bağışı, ihracata prim teşviki, yatırım indirimi ve hızlandırılmış amortisman gibi yöntemleri kapsamaktadır. Ayrıca çıkarılan yetki yasası ile “genel ve katma bütçelerden ödünç verme biçiminde transferler yapmak amacı ile fonlar” oluşturulması öngörülmüştür (Kepenek, 1987: 136).

Küçük’e (1978: 304) göre: Đkinci Kalkınma Planı, 1927 Teşvik-i Sanayi Kanun’undan daha ileri bir nitelik taşımaktadır. 1927’de arazi verme, telgraf direkleri yapma vb. biçimlerde sağlanan teşvikler, 1968’de daha kapsamlı olarak gündeme getirilmiştir. Bu yıllarda kamulaştırılan özel arazilerin tüm alt yapı tesisleri tamamlandıktan sonra tekrar özel kesime dağıtımı söz konusu olmuştur.

Özetleyecek olursak; Birinci Kalkınma Planı’nda tarım ile sanayi sektörleri arasında denge kurulması ve kırsal kesimlerin geliştirilmesi öngörülürken, Đkinci

Kalkınma Planı’nda sanayileşme ağırlık kazanmış ve kentlerin gelişimi ön plana çıkarılmıştır (Önder, 1998: 100). Đkinci Kalkınma Planı’ndaki bu değişimler KĐT politikalarına da yansımıştır. KĐT’ler planın etkin uygulama araçları olmaktan çıkartılmış ve daha çok özel kesimin ucuz girdi sağlayıcısı konumuna getirilmiştir.

Đkinci Kalkınma Planı’nda KĐT’lerin karlılık esasına göre çalışması hedeflenirken, bu

kuruluşların sosyal işlevleri göz ardı edilmiştir. KĐT’lerin etkinliği azaltılarak teknolojik gelişime olan direk ve rekabetçi piyasaların oluşmasına olan dolaylı katkıları engellenmiştir. Ayrıca Birinci Kalkınma Planı’nda önem kazanan KĐT’lerin bölgesel dengesizliği gidermedeki rolü, Đkinci Kalkınma Planı’nda dikkate alınmamıştır (Önder, 1998: 100, 101).