• Sonuç bulunamadı

Đşçi Hareketi

9 Eylül’de Tahran’daki petrol rafinerisinde çalışan 700 işçi sıkıyönetim ilanına ve önceki günkü katliamı protesto etmek üzere greve çıktı. 48 saat içinde grev Đsfahan, Abadan, Tebriz ve Şiraz’daki rafinerilere sıçradı. 12 Eylül’de, hükümetin daha önce Tahran’daki iki gazeteye gönderilmiş sansür memurları 4.000 basın çalışanının greviyle protesto edildi ve Şerif Đmami hiçbir yarar getirmeyen bir sansür yasasını geri çekmek zorunda kaldı.10 13 Eylül’de Tahran’daki çimento

işçileri yüksek ücret, siyasi tutuklulara özgürlük ve sıkıyönetime son verilmesi talebiyle greve gittiler.11 22 Eylül’de Ahvaz’daki petrol işçileri greve çıktı ve bundan on gün sonra Kuzistan petrol havzasının diğer bölgelerinde çalışan 10.000 işçi bu greve katıldı.12

Grevler yıldırım hızıyla yayılıyordu - ekimin ilk günlerine gelindiğinde önde gelen 50 fabrikada işler tamamen durmuş haldeydi. En önemli sanayi bölgelerindeki fabrikaların hepsi ve hatta Kerman şehrinin güneyine yakın bir yerde bulanan bakır madenleri gibi en ücra köşelerdeki işyerleri de buna dahildi. Hizmet sektöründe çalışanlar ve büro işçileri, otobüs şoförleri, posta işçileri, hastane çalışanları, öğretmenler, banka çalışanları ve otel işçileriyle birlikte grev hareketine katıldılar. Talepler şimdi daha da çeşitlenmişti; fakat en çok öne çıkarılan talepler yüzde 100’e varan ücret artışları, yöneticilerin işten alınması, sosyal yardım ve hizmetlerin iyileştirilmesi, sıkıyönetime son verilmesi, Savak’ın dağıtılması ve siyasi tutukluların serbest bırakılması idi.

Rejimin yüz yüze kaldığı güçlüklerin üstesinden gelemeyebileceği fikri burjuvazinin üyeleri ve yüksek düzey devlet yöneticileri arasında giderek yayılıyordu. Her gün ülke dışına çıkarılan nakit para miktarı 50 milyon dolar cıvarındaydı ve banka çalışanları başbakanın, silahlı kuvvetlerdeki yüksek rütbeli subayların da aralarında bulunduğu en zengin kişilerin yurtdışına 2 milyar dolar kadar nakit para çıkardıklarını kanıtlamayı başardılar. Halk kitleleri arasında derin bir öfke yaratan, grev ve gösterilerin daha da tırmanmasına yol açan bu haber, yüzde 50’si sıradan erlerden oluşan ve kendisini muhalefete yakın hissetmeye başlayan ordu içinde de öfke ve gerilime yol açtı.

Şah paniğe kapılmıştı. Tereddüt içinde, şaşkın ve tutarsız davranışlarda bulunmaya başladı.

Đlkin Irak rejiminden Fransa’ya geçen Humeyni’yi sınırdışı etmeye zorladı; ardından, rejim yanlısı Rastakhiz Partisi’ni dağıtmak, bazı tutukluları serbest bırakmak, yozlaşmış devlet görevlilerini tutuklatmak gibi bir dizi tavizde bulundu. Bu işçi hareketinin kendisine olan güvenini artırmaktan ve eylemlerin genişlemesine hız kazandırmaktan başka bir işe yaramadı. Abrahamian’ın da belirttiği gibi:

Ekimin üçüncü haftasıyla birlikte, grevlerin hızla birbiri ardına dizilmesi sonucu hemen tüm bazaarlar, üniversiteler, yüksek okullar, petrol tesisleri, bankalar, bakanlıklar, postaneler, demiryolları, gazeteler, gümrük ve liman hizmetleri, iç hat hava ulaşımı, radyo ve televizyon istasyonları, devlet hastaneleri, kağıt ve tütün fabrikaları, tekstil atölyeleri ve diğer büyük fabrikalar büyük ölçüde iş görmez hale geldi.13

Bazı grevler ücret artışı talepleriyle, diğerleri siyasi reform talebiyle başlatıldı; ancak, bundan çok önce, hemen her işyerinde her iki tür talep - işverenlerin çalışanların temel istemlerini karşılaması ve rejimin tavizlerde bulunması - birlikte dile getirilmişti. Grevler bir anda işyerlerini haftalarca felce uğrattı; işe yeniden başlama çoğu zaman yeni taleplerin formüle edilmesine ve işin yeniden durdurulmasına yol açıyordu. Örgütlülük düzeyi bir hayli yüksek olan ve 33 gün sürerek ekonomiyi felce uğratan petrol işçileri grevi grev hareketinin merkezini oluşturuyordu. Ülke tam bir karışıklık içindeydi: Rejim ve kitle hareketi, bir yaşam ya da ölüm mücadelesi içinde kilitlenmiş durumdaydı.

Liberal burjuva siyasetçileri, Şah ile kitle hareketinin yegane resmi temsilcisi konumundaki dini liderlik arasında arabuluculuk yapmaya çalıştılar. Ulusal Cephe’den Bezirgan ve Sancabi, Humeyni ile görüşüp onu rejimle uzlaşmaya ikna etmek için Paris’e gittiler. Girişimleri başarısız kaldı - Humeyni, eline geçen fırsatın büyüklüğünün farkındaydı ve önemi giderek artan konumundan vazgeçmeye istekli değildi.

Bezirgan bir devrimden yana olmadığını ısrarla vurguladı. Humeyni’ye, “Halk özgürlüğü olması gerektiği gibi kullanmaya hazır değil” dedi. Ayetullah kendi görüşünde ısrar etti: “Tedrici bir yol izlemeye ve beklemeye hayır! Bir gün, bir dakika bile yitirmemeliyiz. Halk doğrudan devrim

talep ediyor.”14 Mücadele dalgasının üzerinde yükselen Humeyni artık grevleri ve her gün yaşanan sokak çatışmalarını destekliyor, eylemlerin yoğunlaştırılması çağrısında bulunuyordu. Hareket içinde önderliği ulusal ölçekte kabul gören yegane lider durumuna gelmişti.

Aralık ayı başında petrol işçileri, hükümeti günde 74 milyon dolar gelir kaybına uğratan yeni ve topyekün bir greve çıktılar. Petrol sahâlârına asker gönderildi; ama boşuna. Silahlı kuvvetler içinde ilk çatlaklar ortaya çıkıp bazı askerlerin göstericilerin üzerine ateş açmayı reddetmesiyle ve bazı büyük kışlalarda ayaklanmaların baş göstermesiyle birlikte, bazaariler de protesto eylemlerine katılmaya başladılar - Tahran bazaarı bir hafta süreyle kapalı tutuldu.

Şah, televizyona çıkıp geçmişte hatalar yapıldığını kabul ettiğini, önde gelen yöneticilerin tutuklanacağını, memurların ücret artışı taleplerinin yerine getirileceğini duyurmak suretiyle havuç-sopa taktiğinin yeni bir kombinasyonuna başvurdu. Bununla eşanlı olarak grevleri zor yoluyla bastırmaya çalıştı, ancak başarılı olamadı. Gösteriler olağanüstü boyutlara ulaştı; 11 Aralık’ta Tahran’da yürüyen 2 milyon gösterici şu sloganları haykırıyordu: “Amerikan kuklasını asın”, “Halk silahlansın”, “Şah devrilmeli”. Askerler de kendilerine verilen emirlere itaat etmemeye başladılar -devlet aygıtı artık sendeliyordu.

Şah, durumu idare edebilmek için son bir girişimde bulunarak Ulusal Cephe’den Şahpur Bahtiyar’ı başbakanlığa getirdi. Ne var ki, en önemli destekçisi olan Amerikalılar bile artık kendisini gözden çıkarmışlardı. Washington, Şah’ın batılı petrol tesislerini güvence altında tutma yeteneğini yitirmekte olduğunu açıkça görüyordu. Şah’ın varlığı muhalefet eylemini derinleştirmeyi sürdürmekten, ve hatta ABD’nin Arap Körfezi’nde müttefiki olan diğer devletlerde benzeri eylemlerin doğmasını teşvik etmekten başka bir işe yaramayacaktı. Carter yönetimi Şah’ın bir yük haline geldiğini düşündü ve bu yükten kurtulmanın daha iyi olacağına karar verdi.

16 Ocak 1979’da, ülke hâlâ grevlerle ve gösterilerle çalkalanırken, Şah Mısır’a gitmek üzere ülkeyi terk etti.

Ayaklanma

Devlet aygıtı artık dağılıyordu. Humeyni 1 Şubat 1979’da ülkeye geri döndüğü zaman, kendisine silahlı kuvvetlerin en kritik birimlerinin desteğini vaat eden subaylar tarafından karşılandı. Ülkenin dört bir yanında her gün askerler ordudan firar ediyorlardı; Bahtiyar, askeri polis gücünü ve Ulusal Muhafız’ları homafarların - hava okulu öğrencilerinin - bir ayaklanmasını bastırmak üzere kullanınca mücadele doruğuna yükseldi.

O zamana kadar olaylara karışmayıp izleyici durumunda kalmış olan muhalif gerilla örgütlerinin - Fedayiin ve Mücahidin - üyeleri askeri okul öğrencilerine katıldılar. Bunların desteğini alan askeri öğrenciler kendi konumlarını sağlamlaştırdılar ve Tahran’da muhaliflere silah dağıttılar. Đsyancılar, 24 saat içinde, fabrikaları, silah depolarını, askeri üsleri, cazaevlerini, televizyon istasyonunu, meclisi ve Tahran’daki askeri akademiyi ele geçirerek Şah’ın savaş aygıtının büyük bölümünü tahrip ettiler. Ordu içinde subayların oluşturduğu topluluğun çökmesiyle birlikte, ülkenin her yanında askeri tesislerin kontrolü isyancıların eline geçti. Bahtiyar yeraltına inerek saklandı; Humeyni’nin daha önce başbakan ilan ettiği Bezirgan bu göreve geldi.

Şah’a bağlı kuvvetlerin arta kalanlarının son bir gayretle düzenledikleri darbe girişimi iki gün içinde bastırıldı. 16 Şubat’a gelindiğinde Pehlevi devleti artık bütünüyle çökmüş durumdaydı.