• Sonuç bulunamadı

Þahsiyetinin Kökleri

Sanatçýnýn mizacý, hayat macerasý -ki bu hayat macera-sý özel þartlarýyla akýp giden bir zamanýn ve yine çok özel þart-larla þekillenmiþ bulunan bir çevrenin içinde yaþanýr- estetik terbiyesi, onun eserini (edebî faaliyetini) þekillendiren en önemli etkenler arasýnda yer alýr. Esere nüfuz edilebilmesi, onun tam ve doðru olarak tanýnabilmesi, bu mizacýn, hayat macerasýnýn (en geniþ anlamýyla, biyografinin) ve estetik do-nanýmýn (sanatçýnýn bediî tavrýnýn) iyi bilinmesine baðlýdýr.

Mizaç, eserin derunî tekevvünü üzerinde, estetik do-naným ise, daha çok, güzellik, üstünlük ve incelik (sa-natkârâne oluþ) özelliklerinin teþekkülünde etkilidir.

Hayat macerasý, güzeli ve çirkini; iyisi ve kötüsü; ba-yaðýsý ve ulvîsi ile uzun, karmaþýk, çok yönlü bir macera-dýr. Bu çok yönlülüðü ve karmaþayý sanatçý olarak yaþa-mak, bu zýt kategorilerin her birinin zevkini de ýztýrabýný da derinlemesine hissetmek demektir.

Ýnsan; bir taraftan, olumlu olumsuz özel þartlarýyla akýp giden zamana, bir taraftan yüzlerce renk ve çizgisiy-le çevreye, bir taraftan da her türlü tevarüsüyçizgisiy-le soyuna baðlý (hatta baðýmlý) olarak görür, duyup düþünür, davra-nýr. Bu bakýmdan, bir sanatçýnýn þahsiyetini incelemek, temelde, onu kuþatmýþ bulunan zaman-çevre-mensubiyet þartlarýný deðerlendirmekle mümkün olabilir.

Þairin doðumundan evvel meydana geldiði hâlde etki-leri onun çocukluk ve gençlik devresine kadar uzanan, fa-kat o devrede yaþananlarýn da temelini teþkil ettiðini dü-þündüðümüz bazý olaylarý içine alan 1877-1904 arasýnda-ki zaman dilimi dahil, 40-45 yýllýk bir zamaný -anahatla-rýyla- hatýrlamak yararlý olabilir.

Arif Nihat’ýn dünyaya geldiði 1904 yýlýnda, Osmanlý Devletinin varlýk-yokluk kavgasýnýn sonuna yaklaþýlmýþtý.

Öyle bir zaman ki, birçok devletin bütün tarihi boyunca yaþamadýðý kadar büyük ve dramatik pek çok olayý içine alýr: Kan, gözyaþý, yiðitlik, azim, yýkýlýþ, yeniden derlenip toparlanma, tekrar hüsran... Milletimizin uzun tarihi için-de çok kýsa sayýlabilecek bu kýrk yýlda kaç tane büyük kahramanýn, talihin (ve tarihin) ters akýþý içinde maðlup kahramanlar arasýna katýldýðýný düþünmek bile, o hengâmenin dramatik çerçevesini kavramamýza yeter.

Türk’ün hafýzasýnda asýrlarca duracak olan 1877 Os-manlý-Rus Savaþý (93 Harbi), 1895 ve 1896 yýllarýndaki Er-meni ayaklanmalarý, kazandýðýmýz hâlde kaybettiðimiz 1897'deki Osmanlý-Yunan Savaþý, ayný yýl Girit’in elden çý-kýþý, Fransýz donanmasýnýn Midilli’ye asker çýkarmasý (1901), Makedonya ihtilalleri (1902 ve 1903), Abdülhamid’e bombalý suikast (1905),Trablusgarp ve Balkan Harpleri (1911 ve 1912, Birinci Dünya Savaþý (ve bu manzume için-deki birçok muharebe, kayýplar, felâketler), 1919’da yur-dun neredeyse yarýsýnýn düþman iþgaline uðramasý...

Bizim için olduðu kadar, dünya için de son derece önemli sonuçlar doðuran bu olaylarýn, Türk kamu vicda-nýnda ne büyük sarsýntýlar yarattýðý; özellikle Balkan Har-bi'nde Bulgar ordularýnýn yol üstü olan Rumeli'nde ne gi-bi trajik manzaralar meydana getirdiði malûmdur. Þairin:

“Çocukluk ve gençlik yýllarým büyük imkânsýzlýklar içinde geçti. Çocukluðumu Balkan felâketi alt-üst etti. Sonra Ci-han Savaþý ve onun getirdiði yokluklar, sefâletler, ýztýrap-lar, etkisini uzun yýllar duyurdu.”40 sözleri, bu trajedinin ferdî plândaki derinliðini ortaya koymaktadýr.

40 Y. B. Bakiler, Arif Nihat Asya'dan Dinlediklerim, Töre D., s. 49, Hazi-ran 1975

Þairin büyük bir acýyla söz ettiði yokluklar, sefâletler, ýztýraplar manzumesinin kaynaklarýndan biri, bütün ülke-yi ilgilendiren harp ve benzeri olaylar, biri de ailesinin ve yakýn çevrenin yaþadýðý türlü sýkýntýlardýr.

Dünyaya gözünü açar açmaz babasýz kalmasý, üç ya-þýndayken annesinden ayrýlmasý, bu yaþtan itibaren deði-þik akraba evlerine sýðýnmak zorunda kalýþý, yedi-sekiz yaþlarýnda köyünden göçerek yeni bir çevreye girmesi, on iki yaþýnda, uzun sürecek bir yatýlýlýk hayatý yaþamak üze-re hiç bilmediði taþra þehirlerine gidiþi, harp yýllarýnýn ge-tirdiði fakr ü zaruretin yol açtýðý hastalýklarýn akraba evle-rinden canlar almasý, yine o fakr ü zaruret icabý, tahsis edilen tahinlerden bir kýsmýný satmak suretiyle kalan ek-meðe katýk temini... aile ve yakýn çevre hayatýnýn hâkim manzarasýdýr. Aþaðýdaki birkaç cümlede bu manzaranýn ana karakterini görebiliriz:

Vaktiyle benim, adýný pek az kimsenin bildiði bir köyüm ve adlarýný þimdi unuttuðum oyun arkadaþla-rým vardý.

Çoðumuz yalnayaktýk...

...

Ben o köyde tozun, çamurun, görgüsüzlüðün, bil-gisizliðin, bugüne çýkmasýna müsaade ettiði sayýlý ço-cuklardan birisiyim.41

Þairin “çocukluðumu alt-üst etti” dediði Balkan Har-bi'ndeki toprak kaybýmýz, 170. 102 km kare olmuþ, bu topraklar üzerinde yaþayan toplam 6.582.000 insan da mahzun hudutlarýn ötesine düþmüþtür42.

41 Karaisalý'nýn Çocuklarý, Aramak ve Söyleyememek , N. 2 s. 272 42 Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi (Ötüken, Ýstanbul 1978) adlý eserinde (Cilt:7

s. 273) bu toprak kaybýný, 167. 312 km kare olarak göstermektedir.

Felâketin maddî yýkýmý rakamlarla ifade edilebilirse de, milletin ve bilhassa Edirne'den Ýstanbul'a kadar her türlü zulüm ve iþkenceye maruz kalan sayýsýz insanýn ru-hunda açtýðý derin yaralarý rakama dökmek mümkün de-ðildir. Balkan Harbi'nden hemen sonra kapýmýza dayanan Birinci Cihan Harbi ve onun arkasýna eklenip bütün Tür-kiye'yi yangýn yerine çeviren Ýstiklâl Harbi de Balkan Har-bi'nin açtýðý yaralarýn tuzu biberi olmuþ, 1900'lü yýllarýn ilk yirmisinde doðan her Türk, gözünü bir zulüm, göç, yangýn... sahnesine açmýþtýr.

Bir yazýsýnda naklettiði hâtýra, bu sahnenin önemli bir bölümünü aydýnlatýyor:

Ýstanbul'da Yusufpaþa'da Gülþen-i Maarif Rüþdi-yesi'nde, galiba beþinci sýnýftaydým. Bu, þimdiki ilko-kullarýn son sýnýfý demektir. (...)

Hepimiz memlekette mühim þeyler olduðunu

"muharebe" lâfýndan, ekmek kýtlýðýndan, "rap rap"

seslerinden, marþlardan, açýlan ve harýl harýl iþle-yen imaretlerden; babalarýn, aðabeylerin eksilme-sinden; annelerin, ablalarýn, halalarýn, dedelerin, ninelerin eski sevinçlerini kaybetmesinden anlýyor;

fakat her devrin çocuklarý gibi evde, sokakta, mek-tepte, sýnýfta çocukluðumuzu -yaþayabildiðimiz ka-dar- yaþýyorduk.

...

Hocalarýmýz içinde ak saçlý, ak sakallý, ak sarýk-lý, nur yüzlü bir hoca vardý...

...

Mübarek ihtiyarýn birgün sýnýfa çok düþünceli gir-diðini hatýrlarým... yüzünde her zamanki tebessümü, boþuna aramýþtýk.

...

"Evlâtlarým, dedi; gâvur, Çanakkale Boðazý'ný zorlýyaðýmýþ... Boðazý geçip Ýstanbul'a gireceðimiþ...

ne yapsak da engel olsak? G elin, bu ders bunu ko-nuþalým!"

...

Ders boyunca, Boðaz'ý týkamak, düþmaný durdur-mak için taþ mý yaðdýrmadýk, vaktiyle Halic'e gerilmiþ olana benzer zincirler mi germedik; iki kýyýya muaz-zam mýknatýslar mý yerleþtirmedik!

...

Evet... tarihler ve tarihçiler bilmez ki yazsýn... onu biz biliriz43.

Asrýn hemen baþýnda, kendini çaresizlik ve ümitsizlikler-le ezilmiþ, bunalmýþ bir toplumun içinde bulan ve ilk eserümitsizlikler-le- eserle-rini bu hengâme sürüp giderken vermeye baþlayan þairin, bu havadan derin bir þekilde ve olumsuz yönde etkilendiðini ra-hatlýkla söyleyebiliriz. Ýleride daha ayrýntýlý olarak üzerinde duracaðýmýz gibi, bu olumsuzluðun, Arif Nihat'ta sürekli bir hüzün hâlinde devam ettiðine de dikkat etmek gerekir.

Zaman-çevre þartlarýnýn, çevre aðýrlýklý olarak deðer-lendirilmesi, bize, zaman aðýrlýklý deðerlendirmeden da-ha fazla malzeme verir. Bu bakýmdan, Arif Nida-hat'ýn içde yaþadýðý çevrenin -aile ortamý baþta olmak üzere- in-celenip deðerlendirilmesi çok önemlidir:

Þairin soyunu beþ nesil geriye götürebiliyoruz. Bu da, yaklaþýk 100-125 senelik bir zamaný içine alýr. Kapusuzlar sülâlesinin bu zaman dilimindeki hayatýný ayrýntýlý olarak tespit etmek kolay olmadýðý gibi, bu çalýþmanýn maksadý açý-sýndan, -belki- zarurî de deðildir. Ancak, en büyük dede Ha-cý Ahmet'in debbaðlýkla uðraþan bir ahî ustasý olduðu

bilini-43 Harb Meclisi, Aramak ve Söyleyememek, N. 2 s. 10-11 ( yazý, 21 Mart 1962 tarihlidir.)

yor. Sülâlenin debbaðlýkla ilgisi, þairin babasýnýn amcasý olan Recai Efendi vasýtasýyla 1912'lere kadar devam etmiþtir.

Ahîlik (fütüvvet), Anadolu’da yepyeni bir hayata baþla-yan Müslüman-Türk’ün -artýk- tümüyle bir ilkeler bütünü hâline getirdiði “yaþama tarzý”dýr: Doðruluk, cömertlik, tevazu, insan sevgisi, misafirperverlik, dindarlýk, nefse esir olmamak, zinadan kaçmak, iþ ve sanat sahibi olmak, affedici olmak... gibi dinî, millî, beþerî esaslara sýký sýkýya baðlý bir meslek teþkilâtýdýr. Kültür tarihimizle uðraþan-lar, ahîliðin toplum bünyemizi kuvvetlendiren dinî-tasav-vufî-ahlâkî bir mekanizma olduðu görüþünde birleþirler.

Hacý Ahmet’ten baþlayarak, büyüklerinin bu teþ-kilâttan getirdikleri temel ilkelerin -en çok Recai Efendi kanalýyla- Arif Nihat'a kadar ulaþtýðýný düþünüyoruz. Þai-rin 1933'lerde Mevlevîliðe yönelmesinde bu ailevî gelene-ðin etkili olduðunu da düþünmek gerekir.

Kova Burcu'nda, Tevfik Hoca adýyla yer alan:

Sundurmalý, tek katlý, basýk damlý bir ev...

Issýz, hareketsiz - âdetâ- gamlý bir ev...

Hüddamlýymýþ, fakat, dedem Tevfik Hoca;

Issýz sanýlan eviyse hüddamlý44bir ev.

rubâîsinde de belirttiði gibi, dedesi Ýbrahim Tevfik Efendi, birtakým manevî kuvvetlere sahip olduðu zan ve kabul edilen, çevresinde de Tevfik Hoca diye anýlan, hatýrlý birisidir. Tevfik Hocanýn babasý Emin, onun babasý Arif, onun babasý Ahmet, hacýdýrlar. Yatýlý okula gidinceye ka-dar, aralýklý fakat uzun süre himayesinde kaldýðý üvey ha-lasý Gülfem Haným da Çatalca müftüsünün kýzýdýr. Bu

geç-44 Hüddam (hüddam ilmi): iyi huylu cinlere hükmetmek suretiyle, onlarýn iyi yönde hizmet etmelerini saðlama ilmi. Basit karþýlýðý: Cincilik.

miþ, Arif Nihat'ýn köklü ve çok yönlü bir dinî donanýma sa-hip olarak yetiþtiðini söylememiz için -herhalde- yeterlidir.

Gülfem Haným’ýn kocasý Yüzbaþý Mehmed Fevzi Efen-di'nin Nakkaþ köyü yakýnlarýndaki tabyalarda zâbit oldu-ðu da biliniyor. Ýstanbul'a göçmeden evvel oturduklarý Ör-çünlü ve tabyalarýn bulunduðu Nakkaþ da Balkan Har-bi'nde Çatalca'ya kadar gelen Bulgar ordularýnýn tecavüz sahasý içerisindedir. Arif Nihat, Mehmed Fevzi Efendinin yüzbaþý rütbesinde bir asker olmasý dolayýsýyla, harp hâl ve havasýný daha yakýndan tanýmýþtýr. Bu durumu da, onun þahsiyetini tamamlayan unsurlar arasýna yerleþtir-mek gerekir.

Arif Nihat'ýn çocukluk devresinin önemli yönlerinden biri sýk sýk çevre deðiþtirmek zorunda kalýþý, biri de yatýlý-lýk hayatýdýr. Çevre deðiþtirmek, insaný, dünyayý tanýmak konusunda daha tecrübeli kýldýðý gibi, onda birtakým ký-rýklýklarýn meydana gelmesine de yol açabilir.

Þair, çocukluk ve ilk gençlik çaðýnda, Ýnceðiz, Örçün-lü, Ýstanbul, Bolu ve Kastamonu'da bulunmuþtur. Ýnceðiz ve Örçünlü, birbirine yakýn, ayný çevre þartlarýna sahip iki köy olmakla beraber, Ýnceðiz'den ayrýlýþ, esas itibarýy-la, ata-baba ocaðýndan kopmadýr. Ýstanbul'a göç ise, köy ortamýndan büyük þehir ortamýna geçiþtir ki beraberinde önemli intibak problemlerini de getirebilecek bir deðiþik-lik olarak deðerlendirilmelidir. Oradan Bolu'ya, sonra da Kastamonu'ya gidiþi ise tam manasýyla, gurbete çýkýþtýr.

Bebeklik çaðýnda baþlayan bu mekân deðiþikliklerinin, onun çocuk ruhunda hasret duygusunu yoðunlaþtýrdýðý da düþünülebilir.

Yatýlý okul, deðiþik karakterlere, çeþitli mizaçlara sa-hip, farklý çevrelere mensup çocuklarýn ve gençlerin bir araya toplandýklarý; zaman içinde -belki þartlarýn

zorlama-sýyla- kaynaþtýklarý, bu suretle köklü arkadaþlýklarýn, dost-luklarýn oluþtuðu bir çevre, bir eðitim yuvasýdýr. Bir yönüy-le mahkûmiyet havasýna benzerse de, sosyal þekilyönüy-lenmenin daha disiplinli, daha plânlý ve kontrollü olarak sürdüðü bir ortamdýr. Fakat yatýlý okul, ayný zamanda, hasret ve hüz-nün de kök saldýðý yerdir. Yatýlý okullarda okuyan ve ede-biyatýn çeþitli türlerinde eser verenler arasýnda o duygulu havayý yýllarca devam ettirenlerin sayýsý az deðildir.

Gerçi Arif Nihat'ýn yatýlýlýðý, geride sýcak bir aile yuva-sýnýn bulunmayýþý sebebiyle tam bir devlete sýðýnma oldu-ðu için, yeni bir yuvaya kavuþma olarak kabul edilebilir ve onda yatýlýlýk hayatýnýn olumlu etkilerinin daha fazla oldu-ðu da düþünülebilir. Ayrýca, çocukluk devresinden itiba-ren kendini belli eden þiir ve resim yeteneðinden dolayý hocalarýnýn dikkatini çektiði için kýsmen imtiyazlý oluþu, onda yatýlýlýðýn burukluðunu da azaltmýþ olsa gerektir. Ne olursa olsun, bu yatýlýlýk hayatý, onun hüzne açýk bir in-san oluþunda pay sahibidir.

Arif Nihat’ýn þahsiyetini deðerlendirirken, bu hazýrla-yýcý þartlar mutlaka dikkate alýnmalýdýr.

Þahsiyet Özellikleri

Eserlerine serpiþtirilmiþ nükteli söyleyiþler ve öðrencile-riyle dostlarýnýn aðzýnda dolaþan espri, þaka, çýkýþma ve ta-kýlmalardan dolayý, Arif Nihat'ýn þahsiyetine dair söz söyle-yenlerin çoðu, onun çok neþeli, esprili, ince ve keskin zekâlý, kalender, hazýrcevap, açýk sözlü, çok yönlü bir insan olduðu hususunda görüþ birliði içindedirler. Yine, yakýndan taný-yanlar, mütevazý, zengin gönüllü, yüreði insan sevgisi ve þaf-katle atan, cesur, eli açýk... bir insan olduðu görüþündedir.

Bu “fazla olumlu” portre -elbette- dikkate alýnmalýdýr.

Fakat edebî tenkit yalnýzca övgü veya yergi olmadýðýna

gö-re, elimizde bulunan malzemenin bu portreye ekleyecekle-rini hesaba katmak ve “hâkim rengi” yakalamak da þart-týr. Her sanat eseri sýnýrlarý belli bir zamana, belirli bir mekâna ve bunlarla baðlantýlý olarak þekillenen bir ruh hâline tâbî olarak vücut bulduðundan, bu hâkim rengi ya-kalayabilmek için, zaman-mekân-insan baðlantýsýný mut-laka dikkate almak gerekir.

Þu andaki bilgilerimize göre, tamamlanmýþ ilk þiiri, 20 Kânûnisânî 1337/1921, son þiiri ise þairin öldüðü gün olan 5 Ocak 1975 tarihini taþýmaktadýr. yaklaþýk 55 yýllýk bir sanat cehdiyle ortaya koyduðu yüzlerce þiirdeki ip uç-larýný, hareket noktasý olarak almak ve hakkýnda söylenen-ler ile kendisi hakkýnda çeþitli vesilesöylenen-lerle söylediksöylenen-lerini de bu ip uçlarýna göre deðerlendirmek, herhalde doðru olur.

Ýnsanýn, varlýk denilen “büyük bütünü” idrak macera-sýnda, tutum, kanaat ve iman merhalelerinden geçtiði, bu idrakin tekemmülünde son basamaðýn iman (billurlaþmýþ bilgi) olduðu kabul edilir. Tutum ve kanaatler sayýsýz uya-rýcý (yönlendirici) faktörün etkisiyle birtakým deðiþiklikler gösterdiði hâlde, iman, muayyen tecrübelerden sonra te-þekkül ettiði için deðiþmez. Fakat sanatçý, deðiþmeye da-ima açýk ruh yapýsýyla, varlýða dair idrakini tutum ve ka-naatler üzerine oturtmaya daha yatkýndýr. Denilebilir ki çocukluðunu en uzun süre yaþayan insan -þairler baþta olmak üzere- sanatçýdýr. Çünkü hayatýn katý gerçeklerini kendi gönlünün sesine göre deðiþtirerek yeni ve hususî bir gerçek yaratmak, ancak çok þahsî kanaat ve kabullerle mümkündür. Tabiî, bu da, davranýþ ve düþünüþe duygu-larýn hükmetmesi demektir.

Ne var ki hayatýn deðiþtirilemeyen, ama insaný deðiþ-meye zorlayan gerçekleri de göz ardý edilemez. Bunlarýn leh-te veya aleyhleh-te baskýlarý sonucu, insanýn ruh ve fikir

dün-yasýnda deðiþmeler meydana gelir. Sanatçý da -bu baskýlar-dan kaçmak ve daha hür olmak istemesine raðmen- bun-dan kurtulamaz; duyuþ ve düþünüþünde bazý merhaleler oluþur. Arif Nihat'ýn da ayný tayin edici faktörlerin baskýsý sonucu, baþlýca iki merhaleden geçtiði anlaþýlmaktadýr:

Genç Þairin Arayýþ, Tereddüt ve Çeliþkileri

Her þairde yaþanmasý -belki- kaçýnýlmaz olan bu devre, ilk þiir denemelerinden “Ayetler”in ilk baskýsýný yaptýðý 1936’ya kadar sürmüþtür. Þairin kendi edebî ha-yatýndan çýkarýlmasýný istediðini bildiðimiz bu on altý on yedi yýllýk devrenin aslî unsurlarý hüzün, ruh sýkýntýsý ve fikrî huzursuzluktur. Yirminci yüzyýlýn hemen eþiðinde ve ilk yýllarýnda yetiþen baþka sanatçýlarda da rastlanan bu tanýdýk ruh hâlinin Arif Nihat'ta, günahkârlýk duygu-su, inanç sarsýntýsý, ölüm düþüncesi ve intihar arzuduygu-su, kaderden ve zamandan þikâyet, yalnýzlýk, gerçeklerden kaçýþ ve içe kapanma; þehevî ihtiras; vatan ve milletin geleceðine dair endîþe... þeklinde ortaya çýktýðýný görüyo-ruz. Bu tablonun arkasýnda þairin mizacý ile þahsî haya-tý ve harplerle, çeþitli sosyal çalkanhaya-týlarla kararan bütün bir devir vardýr.

Bir kýsmý o devrin dergi ve gazetelerinde kalan, bir kýsmý da “Heykeltýraþ”ta yer alan 15-20 yaþ þiirleri, keli-me kadrosu, hayal unsurlarý ve duyuþ tarzý yönünden incelendiðinde, bu karamsar duruþu net bir þekilde gör-mek mümkündür.

Her zevkin içinde var benim adým;

Günahlar esîri bir derbederim, Yalnýz affedilmek zevki duymadým45

45 Meçhûlün Saltanatý, Heykeltýraþ, I. bs. , s. 23

mýsralarýna hâkim olan ve bir yönü her türlü yasak zevke dayanan, bir yönü de daðýnýklýða, derbederliðe uza-nan günahkârlýk duygusu, “Ölümüm, Bir Cevap, Kýþ” ad-lý þiirlerde de devam eder46

Günahkârlýk duygusunun þairde ölüm düþüncesini beslediði, ölüm düþüncesinin de zaman zaman intihar ar-zusuna dönüþtüðü anlaþýlmaktadýr:

O kadar yorgunum ki bâri Azrâil olsun Gelip koluma girse...

...

Olmasaydý uzakta beni düþünen bir kýz Ve siz olmasaydýnýz

Varlýðýmý topraða sererdim anneciðim.47

Silinir yaþanmýþ bir büyük rüya Yaþayan atýlýr ve unutulur.

Ölürsem zindana atýlýr bir nur:

Kazanan ahiret, kaybeden dünya.

Artýk ne gülmek var, ne de aðlamak!

Çürütür hisseden bir kalbi toprak.

Çelenkle, Yasin'le bir ölü için

Bir yaprak, bir nefes öldürülmesin48. Kalbimi ölümün önüne serdim;

Hayatým bir avuç toprak olsaydý Onu bir hamlede kendim çiðnerdim49.

46 Heykeltýraþ, I. bs, s. 12, 18, 38.

47 Anneme, Heykeltýraþ, I. bs, s. 5 48 Ölümüm, Heykeltýraþ, I. bs s. 12

49 Meçhûlün Saltanatý, Heykeltýraþ, I. bs, s. 30

Gençlik dönemine ait deðiþik þiirlerinden aldýðýmýz bu parçalarýn ifade ettiði ruh hâlinin ana karakteri þu-dur:

1. Býkkýnlýk, bezginlik duygusuna kapýlan þair, ölümü bir çeþit sýðýnak olarak görmekte ve onu istemek-tedir. 2. Ölüm kendiliðinden gelmese bile, onu kendi eliy-le getirmek istediði zamanlar olmuþ; fakat sevdikeliy-lerini ve sevildiðini düþündüðü zaman bu düþünceden sýyrýlabil-miþtir. 3. Ölümü zaman zaman istemiþ, davet etmiþ ol-masýna raðmen ölümü yüceltici bir tavýr takýnmamýþtýr.50 Dinî yönü oldukça kuvvetli bir aileden gelen þairin, Yâsin'i ölü için nefes tüketmek olarak kabul etmesi ve do-layýsýyla hiçlik duygusuna kapýlmasý sýradan bir durum deðildir. Bunu, esaslý inanç sarsýntýlarý geçirmiþ olmasý ile izah etmek yanlýþ olmaz.

Nitekim, buhrana dönüþmeye hazýr bir ruh hâli için-de, serbestlikten isyana doðru gittiði izlenimini veren aþa-ðýdaki mýsralar bu sarsýntýnýn tipik örnekleridir:

Lâkin hiç minnetim yoktur sabaha:

Güneþin doðduðu yere bakarak Madenî bir sesle güldüm Allah'a51.

Menhûs bir ânýnda yetiþtim bu cihanýn Keþtî-i dalâlette de batsam yeri vardýr52

50 Daha sonra intisap edeceði tasavvuftaki þeb-i arûs anlayýþý ile bu devredeki ölüm düþüncesi birbirine zýt denebilecek kadar farklýdýr:

Ölüm ikinci hayat veya kavuþma gecesi deðildir; öldükten sonra yapýlanlar bir mana ifade etmemektedir; ölüm, esasen trajik bir hadisedir ve bu trajedinin en belirgin tarafý da hisseden bir kalbi çürütmesi ve hayatý - bir rüyayý siler gibi- kolayca silip götürmesidir.

51 Meçhûlün Saltanatý, Heykeltýraþ, I. bs, s. 31

52 Eserin yeni harflerle yapýlan baskýsýnda bu mýsra, "Keþti'i delâlette yatsam yeri vardýr" þeklinde, yanlýþ okunmuþtur.

Hiç secde mi ister ululardan ulu Yezdan Ben secde deyip uykuya yatsam yeri vardýr.53

Ýnançlarýndaki sarsýlmalar yüzünden dünya ile barýþ-mada zorlanan þair, bir yandan kendi kaderini kurcala-maya, bir yandan da kaderden ve zamandan þikâyete baþ-lamýþtýr. Bunlarýn ilki çýkýþ kapýsý aramak, ikincisi de su-çu baþka varlýk veya kavramlara yükleyip rahatlamaya ça-lýþmak olarak yorumlanabilir:

Kaderim küstü bugün benliðime;

Bâri mûnis kalemim sen küsme!54

Hiç korku duymadým hayaletlerden;

Bu gece derdimle yalnýz kalýnca Zulüm hesabýný sordum kaderden!55

Þair önce hayaletler icat ediyor, sonra da onlardan korku duymadýðýný söylüyor. Bu, þairin kendi "ben"i ile baþýnýn dertte olduðunu gösterir. Kendi "ben"i ile baþý dertte olmanýn önemli sonuçlarýndan biri de yalnýzlýk, ger-çeklerden kaçýþ ve içe kapanmadýr.

Aðlamak iþte nasibim, yine ah aðlýyorum!

Bütün öksüzlüðüm artýk taþýyor kalbimden.

Yalnýzým.. aðlýyorum, gülmeye küskün ruhum Son tesellisini gelmiþ buluyor aðlarken!56

53 Bir Cevap, Heykeltýraþ, I. bs, s. 18-19

54 Kalemime, Gençlik Mecm. , 1 Haziran 1337, s. 16 55 Meçhûlün Saltanatý, Heykeltýraþ, I bs, s. 32 56 Aðlarken, Gençlik Mecm. 30 Nisan 1337, s. 14

diyen þairin, köklü bir yalnýzlýk duygusu içinde oldu-ðu anlaþýlýyor. Bütün öksüzlüðüm artýk taþýyor kalbimden mýsraý, bu duygunun çocukluk dönemlerine kadar

diyen þairin, köklü bir yalnýzlýk duygusu içinde oldu-ðu anlaþýlýyor. Bütün öksüzlüðüm artýk taþýyor kalbimden mýsraý, bu duygunun çocukluk dönemlerine kadar

Benzer Belgeler