• Sonuç bulunamadı

Çocuklar dinledikleri ninnilerin rüyasını görürler”

M. Selahattin Şimşek 4 Ağustos 1996 Pazar

Yarın ailemden,arkadaşlarımdan, memleketimden ayrılıyo-rum. Daha önce hiç ayrılmadım değil. Ama bu defaki farklı.

Şimdi binlerce kilometre uzağa gidiyorum. Biraz heyecanlı ama daha çok tedirginim. Bilmiyorum ama en fazla iki yaşındaki kar-deşimi özlerim herhalde.

6 Ağustos 1996 Salı

Doğrusu ilginç bir ülke. Caddelerin bu kadar geniş, şehrin bu kadar yeşil olduğunu hiç tahmin etmiyordum. Ama binalar eski. İnsanlar mı? Henüz tanıdığımı söyleyemem.

19 Ağustos 1996 Pazartesi

Üniversiteye kaydımı yaptırdım. Bu arada buradaki Kazak-Türk Lisesi’nde belletmenlik yapacağım. Müdür beyle görüştüm.

Diğer öğretmen abilerle de tanıştım. İlk dikkatimi çeken şey bu-rayı çok ama çok sevmeleri oldu. Ben de onlar gibi alışabilecek, onlar kadar buraları sevebilecek miyim acaba? Kardeşim Feride, bilsen seni ne kadar özledim. En çok da burnumu ısırmanı.

2 Eylül 1996 Pazartesi

Okullar açıldı, eğitim başladı. Bugün kendilerine yardımcı olacağım öğrencilerle tanışdım. Hepsi hazırlık talebesi. Nasıl çe-kingen, nasıl ürkektiler bugün. Anne tavuğun peşinde ilk defa dışarı çıkan civcivler gibi

12 Eylül 1996 Çarşamba

Bir şeyi hergün daha iyi anlıyorum. Çok dikkatli olmalıyım.

Çocuklar cin gibi. Gözleri hep bende... Hele de Bahıtcan... Aman Allah’ım o nasıl sevimli bir yüz.. Gözlerinde zekanın pırıltıları oynaşıyor. Fakat hareketlerine anlam veremiyorum. Bazen çok neşeli, bazen çok durgun, kimi zaman da çok hırçın... Ama bir-birimizi sevdik galiba.

16 Eylül 1996 Pazartesi

Bugün üniversiteye başladım. Benimle beraber dört Türk arkadaşız aynı bölümde. Hasan’la uçakta tanışmıştım. Ali ve Levent’le bugün fakültede.

Akşam etütte çocuklara yardımcı olurken söz anne-babadan, aileden açıldı. Ben de zaten özlem dizboyu. Anne-babalarımızın, kardeşlerimizin bizler için en büyük nimet olduğunu anlattım çocuklara... Onlara ömür boyu sevgimizi, saygımızı gösterme-mizin gerektiğini söyledim. Zaten duygusalım. Gözlerimin bu-ğulandığını, sesimin titrediğini, genzimin düğümlendiğini belli etmemeye çalıştım ama başaramadım.

20 Eylül 1996 Cuma

Çok üzgünüm. Moralim allak-bullak. Terlik alışkanlığı kaza-nabilmek için annemden daha çok titizlenen, halamın buraya ge-lirken özellikle aldığı kahverengi deri terliklerim kayboldu. Nerede çıkardım, birisi mi aldı? Bilemiyorum. Hasılı keyfim kaçık...

22 Eylül 1996 Pazar

Bugün çocuklarla okulun arka tarafındaki koruluğa pikni-ğe gittik. Saat dokuz’da okulun önünde sözleştik. Tam vaktin-de geldim. On dört kişiyi otuz beş-kırk dakika bekleten afacan Azat’a sözde durmanın önemini anlattım. Verdiği sözü tutama-yan insanlara kimsenin güvenmeyeceğini, güvenilmeyen insanın sevilmeyeceğini ifade ettim. Herkesin içinde değil tabi. Piknikte

Bir Üveykin Günlüğünden

41

beraber yürüme bahanesiyle. Arkadaşlarının arasında mahcup etmediğim için sevindi.

26 Eylül 1996 Perşembe

Bugün ilginç bir şey oldu. Buranın elması meşhur. Okulu-muza gelirken bir sürü elma bahçesinden geçmek zorundasınız.

İri ve sulu elmalar. Yanımda öğretmen Yavuz Abi, ben ve bizim hazırlık sınıfından sekiz-on çocuk akşam sporu yapıyoruz. Ko-şuyoruz. Yarım saatten fazla koştuk sanırım. Bayağı yorulduk.

Dönerken de dinlene dinlene, konuşa konuşa geliyoruz. Bu arada ağaçlarının dalları elmalardan kırılıyormuşcasına bereketli bir bahçenin yanından geçiyoruz.

Çocuklardan biri “haydi elma toplayalım” diye atıldı. Diğer çocuklar da bu teklife “hurra” çekti. Tam bahçeye hücuma ge-çeceklerdi ki, Yavuz Abi, “bir dakika çocuklar, elma bahçesi bi-zim değil. Sahibini bulalım, izin isteyelim. Olmazsa paramızla alalım. Bizim olmayan şeyi kendi malımız gibi nasıl alabiliriz?”

deyince çocukların hevesleri kursaklarında kaldı.

Öğretmenimiz, bahçenin içinde bahçıvan mı, bekçi mi ol-duğu halinden belli olmayan birisini buldu. Konuştu. Çocukları gösterdi. Sonra da ikisi en yakın ağaçtan bir torbaya elma topla-dılar. Beraberce gelip hepimize ikram ettiler.

Çocuklar işin böylesinin daha güzel olduğunu anlamışlardı.

Hepimiz mutlu olmuştuk.

9 Ekim 1996 Çarşamba

Acı bir sürprizle karşılaştım bugün. Yatakhaneleri dolaşıyo-ruz. Temiz mi, düzgün mü? En güzeli hangisi? Her hafta birinci olan yatakhaneyi ödüllendiriyor, okulun flaması ile Kazakistan’ın bayrağını bir hafta boyunca kutsal bir armağan olarak o yatak-haneye asıyoruz.. Bayrak bilinci de gelişiyor böylelikle. Çok tut-tu bu. Altıncı yatakhaneyi yani benim yardımcı olduğum sını-fın yatakhanesini gezerken gözüm kapının yanındaki ranzanın

altından dışarıya sarkan bir bavula ilişti. Düzgünce yerleştireyim diye elime aldığımda, kilidi bozulmuş herhalde ki kaldırınca kapağı açıldı. İçindekiler yere döküldü. Yerde halamın hediyesi

“kahverengi deri terliklerim” bana bakıyordu. İşin kötüsü bavul benim en sevdiğim Bahıtcan’ ın bavuluydu. Şaşkınlığım biraz ge-çince bavulu ilk gördüğüm biçimde bırakıp yatakhaneden çıktım.

Nasıl üzüldüm anlatamam. Gerçekten acı bir sürpriz değil mi?

12 Ekim 1996 Cumartesi

Öğretmen Yavuz Abi’yle görüştüm. Çocuğun ailesini ziyare-te karar verdik. Aile ortamını görmek, tanımak istiyorduk. Tabi Bahıtcan’a hiçbir şey hissettirmedim. Bahıtcan kendisini çok sev-diğimi biliyor. Ailesiyle tanışmak istememden hiç şüphelenmedi.

Neyse... Yavuz Ağabey’imle beraber gittik. Annesi çok cana yakındı. Halama benzettim onu. Babası ise biraz soğuk bir tip.

En acısı alkol bağımlısıymış. Sürekli içiyormuş. Sık sık Bahıt-can ve kardeşini azarlayıp, dövüyormuş. Bunu öğrendiğim za-man hem üzüldüm hem de Bahıtcan’ ın gel-git gibi değişkenlik gösteren tavırlarının nedenini biraz daha iyi anladım. Tabi o me-seleden biz ailesine hiç söz etmedik.

Ha unutmadan, ilk defa beşparmağı Bahıtcanlar’da yedim.

17 Ekim 1996 Perşembe

Bugün buraları çok merak eden Hakan’a (liseden sınıf arka-daşım) e-mail gönderdim: “Hani sen her güzel şey için, anlatıl-maz yaşanır derdin ya... Buralar da işte aynen öyle...”

23 Ekim 1996 Çarşamba

Dünyanın en mutlu insanı benim. Terliğim geri geldi. Bu sabah kaldığımız lojmanın kapısında buldum. İçinde ömür boyu tatlı bir hatıra olarak saklayacağım şu notla beraber. “Ağabey, terliğin çok hoşuma gidiyordu. Aldım. Biraz giydim. Şimdi geri veriyorum. Ku-sura bakmayın. Lütfen hakkınızı helal edin. Teşekkür ederim.”

Siz de en az benim kadar mutlu oldunuz değil mi?