• Sonuç bulunamadı

D- DUYGUSAL ZEKAYI OLUŞTURAN YETENEKLER

1. ÖZBİLİNÇ

Açıkça görüldüğü gibi, Akdemir, bizlere daha önce duygusal zekanın tanımında hiç karşılaşmadığımız bir tanım sunmuştur. O, duygusal zekayı tanrıyla bağ kurmamızı sağlayan bir yeti olarak görmüştür.

Özbilinç, içgörü sahibi olmak, kendini bilmek, kendine güvenmek72 gibi becerileri ifade eden temel bir duygusal yeterliliktir. Diğer duygusal yeterlilikler bunun üzerine bina edilir. Kişinin iç dünyasında olup bitenin sürekli farkında olması ve adeta kendini dışarıdan gözleyen bir benliğe sahip olması, özbilinçli olması demektir. Kişi, en karmaşık duygular içindeyken bile kendini uzaktan seyredip yorumlayabiliyorsa bu beceriye sahip olduğu söylenebilir.

“Psikologlar bu kavramı, üstbiliş (metacognition), yani düşünce süreçlerinin farkında olmak; ve üsthal (metamood), yani kişinin duygularının farkında olabilmesi, diye adlandırırlar.”73 Goleman’a göre ise, kişinin iç dünyasında olup bitenin sürekli farkında olması özbilinçtir. Bu kendine yönelik bilince sahip olan zihin, duygular da dahil olmak üzere, yaşananları gözlemler ve inceler.74

“Yale’den Peter Salovey’le birlikte duygusal zeka kuramını geliştiren New Hampshire Üniversitesi’nden psikolog John Mayer’in deyimiyle, özbilinç, “kişinin ruh halinin ve o ruh hali hakkındaki düşüncelerinin farkında olabilmesi” demektir.

özbilinç, iç dünyaya karşı tepkisiz ve yargısız bir dikkat olabilir. Ancak Mayer, bu duyarlılığın her zaman bu denli kayıtsız olmadığına işaret etmektedir; duygusal özbilincin içerdiği tipik düşüncelerden bazıları, “böyle hissetmeliyim”, “neşelenmek için iyi şeyler düşünüyorum” gibi, ya da daha kısıtlı bir özbilinç hali olarak, çok moral bozucu bir şeye tepki verirken zihninden geçiveren “bunu düşünme” düşüncesi olabilir.”75

72 Özgüven ile ilgili daha geniş bilgi için bkz: Tony Humphreys, Çocuk Eğitiminin Anahtarı:

Özgüven, çev: Tanju Anapa, Epsilon Yayıncılık, 2. Baskı, İst. 1999.

73 Aktaran D. Goleman, a.g.e., s. 65.

74 D. Goleman, a.g.e., s. 65, 66.

75 D. Goleman, a.g.e., s. 66, 67.

Hislerin farkında olmakla, onları değiştirmek için harekete geçmek arasında fark olsa da, Mayer uygulamada bu ikisinin birlikte gittiğini söylemiştir: kötü bir ruh halinin farkında olmak, aynı zamanda ondan kurtulmayı istemek anlamına gelir.

Ancak bu farkında olma durumu, duygusal bir dürtü yüzünden fevri hareketlerde bulunmayı engellemeye çalışmaktan farklıdır. Önemli bir duygusal yeterlilik olan bu yetinin gelişimi için, iç diyalogların artması ve deneyimlerin etkin bir şekilde gözlemlenmesi gerekir.

Mayer, kişilerin duygularını birbirlerinden farklı şekillerde ele alıp baş etmeye çalıştıklarını görmüştür: Özerk kendi sınırlarından emin, psikolojik açıdan sağlıkları yerinde, hayata olumlu gözlerle bakan özbilinçlilerin yanında, değişken, duygularının pek farkında olmayan, duyguların içinde kaybolan kendini kaptırmış, değiştirmeyi denemeyen, teslimiyetçi (olumlu ve olumsuz anlamda) kabullenmiş kişiler de vardır.

“Özbilinçli, ruh hallerinin farkında olan kişiler, duygusal hayatları hakkında belli bir anlayışa sahiptir. Duygularının bilincinde olmaları, diğer bazı kişilik özelliklerini destekleyebilirler. Kötü bir ruh haline girdiklerinde, bunu dert edinip kafalarına takmaz ve daha kısa bir süre içinde kendilerini bu durumdan kurtarırlar.

Kısacası, özbilinçleri duygularını idare etmekte kolaylık sağlar.”76

“Kendini kaptırmış, bunlar, genelde duygularına kapılıp giden ve bu durumdan kendilerini kurtaramayan, adeta duyguların hükmü altında yaşayan kişilerdir. Değişken, duygularının pek farkında olmayan, duyguların içinde kaybolan insanlardır. Bunlar, kendilerini kötü ruh halinden kurtarmak için pek çaba harcamaz

76 Aktaran D. Goleman, a.g.e., s. 67.

ve duygusal yaşamlarını kesinlikle denetleyemediklerini düşünürler. Çoğu kez duygularının kontrolden çıkıp kendilerine baskı yaptığını hissederler.”77

Hislerin farkında olamamak, düşünmeyi olumsuz anlamda etkiler; her şeyin değeri aynı olur, farklı olasılıkların varlığı pek anlam ifade etmez, tercih yapılamaz.

Kişi karşılaştığı olaylar karşısında ne hissettiğini bilmediği taktirde, ne yapacağını da belirleyemez. Bu da kişinin hayattaki başarısını ve mutluluğunu büyük ölçüde etkiler.

“Duyguları ortaya çıkar çıkmaz algılayabilme becerisi, duygusal zekanın temel maddesidir. İşte bu sebeple Yunan Filozof Sokrates: “kendini tanı” ikazında bulunmuştur.”78 Burada insanın kendi duygularını tanımasının tabii olduğu söylenebilir. Ancak bazen gerçekten neler hissettiğimizi bilmediğimiz ya da olay olup bittikten sonra gerçek duygularımızı fark ettiğimiz anlar olur

Duygularını tanıyabilen insanlar, duygusal yaşamlarıyla nasıl başa çıkacaklarını bilirler. Onlar sınırlarının farkındadırlar, ruhsal olarak güçlüdürler ve çoğunlukla olumlu bir hayat akışları vardır.

Duygularına yenilen insanlar ise kendilerini duyguları karşısında çaresiz hissederler. Ani duygu değişiklikleri gerektiren durumlarda hislerine hakim olamayıp kendilerini kaybederler. Duygularını kontrol edemediklerini düşündükleri için de kötü ruh hallerinden kurtulmaları zorlaşır.79

“Duygularını gelişigüzel kabul eden insanlar, duygularını net olarak algılamalarına rağmen, onları değiştirmeye çalışmazlar. Bunun sebeplerinden biri, zaten kendilerini normalde iyi hissederler ve durumu değiştirmeye gerek duymazlar.

77 Aktaran D. Goleman, a.g.e., s. 67, 68.

78S. Konrad, C. Hendl, a.g.e., s. 77.

79 Bkz. S. Konrad, C. Hendl, a.g.e , s. 78.

İkincisi, kötü ruh hallerinden kurtulamadıklarından, bunun değişebilirliğinden emin olamazlar ve denemeye bile kalkmazlar. Bu durum genellikle olayları itirazsız kabul eden depresif şahıslarda görülür.”80

Kendini algılayabilen insanlar genellikle duyguları ortaya çıkar çıkmaz onları tanırlar. Dolayısıyla içinde bulundukları duruma en uygun davranışta bulunabilir, duygularını kontrol edebilir ve onları etkili kullanabilirler. Bunu başaran kişiler evlilikten, iş hayatına kadar yaşamlarını daha iyi yönetebilirler.

Kendini tanımak, kişinin tüm potansiyellerini tanıması demektir. İnsan, kendi potansiyelleri hakkında doğru ve yeterli bir bilgiye sahip olacak olursa, özbilinci daha güçlü olur.

Özbilinçlilik konusunda söylenebilecek en önemli şey, yaşanan duyguları kavrama yeteneğinin kişiden kişiye farklılıklar göstermesidir. Kalbinin sesini, duyguların dilini dinlemeye yatkın olanlar, oradan gelen mesajları daha iyi anlayabilir, yorumlayabilir ve ona göre davranış geliştirebilirler. Çünkü mantığımız bizi her zaman doğru davranışlara götürmeyebilir. Ayrıca sürekli mantıklı hareket etmeye çalışmak bizi mutlu etmediği gibi, bazen mutsuz olmamıza bile neden olabilir. Yaptığımız her şey, aslında mutlu olmak için olduğuna göre, şunu söyleyebiliriz ki; hayatta haklı olmayı değil, mutlu olmayı seçmeliyiz

Akdemir, ise özbilinç kavramını şu şekilde ele almıştır:

“Özbilinç, kişinin kendini tanımasıdır. Bu bağlamda ünlü Yunan düşünürü Socrates’in “Kendini tanı!” özdeyişi, özbilinçten söz eden psikologlara kaynaklık etmektedir. Ancak onlar, bu sözün ontolojik içeriğini adeta göz ardı etmiş görünmektedirler. Bu yüzden insanın kendini tanımasını, ortaya çıktığı andan

80 S. Konrad, C. Hendl, a.g.e , s. 79.

itibaren duygularını bilmesi olarak anlamaktadırlar. Oysa Socrates, bu sözle kişinin aşkın varlıkla olan ilişkisini amaçlıyordu. Nitekim bu söz İslam literatürüne “Kim kendini tanırsa Rabbini de tanır” olarak geçmiştir. Kişinin ortaya çıktığı anda duyguları tanıması ve ona göre tedbir alması, özbilinçlilik açısından elbetteki çok önemli bir özelliktir. Ama özbilinç, çok daha öte bir şeydir.”81

Goleman ise bilinçdışının özbilinç üzerindeki etkisini şu şekilde ifade eder:

“İster roman, ister şarkı sözü yazarı ya da psikoterapist olsun, kalbinin sesini, yanı duyguların dilini dinlemeye yatkın olanların, oradan gelen mesajları daha iyi anlayabilecekleri kesindir. Bu iç uyumlulukları onlara “bilinçdışının bilgeliğini”, yani en derin dileklerimizi içeren simgeler olan düş ve hayallerimizin saklı anlamlarını dillendirme becerisini verir.”82

“Psikolojik iç görünün temeli özbilinçtir; psikoterapinin çoğunlukla güçlendirmeyi amaçladığı yeti de budur. Howard Gardner’ın içsel zeka için örnek aldığı kişi de ruh dünyasının gizli dinamiklerinin haritasını çıkarabilmiş olan Sigmund Freud’tur. Freud; duygusal hayatın büyük bir kısmı bilinçdışındadır;

içimizde hissettiklerimiz, çoğu kez bilinç düzeyine erişmediğini ifade etmiştir. Her duygu bilinçdışında olabilir. Zaten çoğu zamanda öyledir. Fizyolojik açıdan duygu, genellikle kişi onu fark etmeden önce başlar. Örneğin, yılandan korkan kişilere, yılan resimleri gösterildiğinde, deri üzerindeki algılayıcılar, bir kaygı işareti olan, terlemenin başlangıcını tespit etse de onlar henüz bir korku hissetmediklerini belirtirler. Kaygılanmaya başlamaları bir yana yılan resmi ne olduğu

81 Daha geniş bilgi için bkz. S. Akdemir, Ruhsallığa Doğru, s. 36, 37.

82 D. Goleman, a.g.e., s.75. Ayrıca bkz. S. Akdemir, a.g.e., s.37, 38

algılayamayacakları bir hızda gösterilse bile, bu terleme görülmektedir. Bu tür bilinç öncesi duygusal kıpırtılar biriktikçe, sonunda bilince ulaşacak kadar güçlenirler.”83 Burada D. Goleman’ın atıfta bulunduğu bilinçdışı, bastırılan yada önemsiz olduğu için bilinç düzeyine çıkamayan duyguların bulunduğu alandır.

“İbn Arabî’nin “Ayan-ı Sabite” kuramına göre de insana dışarıdan gelen hiçbir şey yoktur; ona gelen her şey kendinden gelmektedır. O, bu konudaki görüşlerini şöyle ifade etmektedir:

Kendi duygularını kabul edip öğrenen, o an kızgın mı, sinirli mi yoksa üzgün mü hissettiğinin muhasebesini yapan kimse, meta-duygu (duygu üstü) sanatını öğrenebilir. İçinden gelen bu sese kulak veren kişi, hayatını daha iyi yönetebilir.”84

Son olarak Akdemir özbilinç konusunda şunu söylemektedir; “İnsan, özbilincinin sesini duyacak olursa, içinden Tanrı’nın sesinin geldiğini açıkça hissedecektir. İşte o zaman Allah ile insan eşzamanlı olarak birlikte çalışmaya başlayacaklardır; öyle ki, artık insan, O’nun gören gözü işiten, kulağı, yaratan eli olacaktır.”85