• Sonuç bulunamadı

4. BULGULAR VE YORUMLAR

4.3. Fikret Ürgüp’ ün Öykücülüğü Üzerine

4.3.3. Öykülerinde Şahıs Kadrosu

Ürgüp’ün öykülerinde şahıs kadrosunu Yolculuk adlı öyküsü dışında tamamen insanlar oluşturur. Yalnız bu öyküde de hayvan (ihtiyar eşek), insan ilişkilerini daha çarpıcı bir boyutta anlatmak üzere sembolik varlıklar olarak kullanılmıştır. İhtiyar eşek ölüm ve ayrılık temalarını daha etkili bir tarzda yansıtmak için seçilmiştir. Bu yüzden, öykülerin genelini dikkate alarak şahıs kadrosunun incelenmesinde insanlara göre sınıflama esas alınmıştır.

Ürgüp’ ün öykülerinde karakterler ile ilgili dikkat çeken en önemli nokta karakterlerin direkt olarak tanıtılmamasıdır. Fiziksel özellikler yeri geldikçe değişik tasvirlerle verilirken psikolojik boyutu hikâyenin içerisine yedirilerek verilir ve çözümleme okuyucuya bırakılır.

işlendiği öykülerde karakter tahlillerinin psikolojik boyutuna daha çok yer verilir. Ürgüp sosyal temaları işlerken bile bireyselliği ön planda tutmuştur. Sosyal temaların işlendiği öykülerdeki kahramanların tanıtımına pek yer verilmemiştir. Kişiler işleri mevkileri ile tanıtılırlar. Karakterlerini çözümlemek gerekir. Olaylar sonucunda karakter tahlilleri yapılabilir.

4.3.3.1. Erkekler

Ürgüp, öykülerini genellikle bir olaya dayandırmaz. Çok az sayıda olay öyküsü yazmıştır ve bu olay öykülerinin de sonları keskin ve ortada biter, okuyucuya bırakılmıştır. Van öyküsünde yoksulluk teması işlenir olay öyküsüne yakındır ve öyküde erkekler ön plandadır.

Yoksulluk temasına uygun olarak anlatılan tiplerdir.

“ – Ben emekli Şef dö Gar Sabahattin Kaş”… fakat oraya gönderilmiş polislerin hepsi hastalıklı polislerdi ve sanki hava değişimine gönderilmiş gibiydiler. Kiminin kasketi yoktu, kiminin çizmesi. Bazı polislerin kıyafetleri daha da bozuktu ve ceketlerinin, pantolonlarının düğmeleri kopmuştu. Oralarını buralarını elleriyle kapıyorlardı.” (Ürgüp, 1966: 6)

Erkekler genellikle alışılmış basit ve silik tipler olarak karşımıza çıkar. Aşı öyküsünün başkahramanı olan doktor da öykünün sonuna kadar sıradandır, öykü ilerledikçe salgın hastalığı önlemek ve aşı yapmak için askeri birliğe gelen bir caniye dönüşür yağlı kementle askerlerin çoğunu öldürür. Ve öykünün başında şu şekilde tasvir edilir:

“Gelen doktor dünyanın her hangi bir yerinde çekilmiş bir sokak fotoğrafında benzerine rastlanabilecek alelâde bir adam hissi veriyordu. Orta boylu, gövdesi uzun, bacakları kısa,… gözlüklü, dar alınlı bir adamdı. Yalnız kara saçları kaşlarının hemen üstünden, sanki kaşların devamı gibi başladığı için, yüzüne bakmak insana bir acayip rahatsızlık veriyordu. Orta yaşta, bekar olduğu, içki, kumar ve kadınla ilgisi olmadığı, kolordu kanallarından öğrenilmişti.” (Ürgüp, 1966: 14)

Orada adlı öyküsünde ise kendine yabancılaşma teması işlenmiş, bir iç çatışma, kendiyle hesaplaşma konu alınır. Öykünün kahramanı olan kişi ölme üzereyken ruhuyla bedenini birbirinden ayırır ve ruhunu bir çuvala koyarak gezdirir. Bu davranışına rağmen adam dış görünüş olarak aynı Aşı öyküsündeki kahraman gibi

sıradan tasvir edilmiştir.

“Nereli olabilirdi? Heryerli. O kadar alelâde. Fakir bir çalgıcı, yahutta bir seyyar satıcı olabilir. Saçları kaşlarının heman üstünden başlıyor. Küçücük gözleri birbirine bitişik kadar yakın. Pek zeki olmasa gerek.” (Ürgüp, 1966: 20)

Yazar çoğu öyküsünü birinci tekil kişi gözünden anlatır. Yaşanmış payı bazılarında olabilir. “ Nedir ?” adlı öyküsünde ise uykusundayken sakalı kesilen bir deniz subayının hislerini ve düşüncelerini anlatır. Kendisi de askerliğini deniz subayı olarak yapmıştır ve her fotoğrafında sakallıdır. Rüya ile gerçeği birleştirdiği bu öyküsünde karakteri son bölümde kendini gösterir. Betimleme yapmaz. Olayı kendi başından geçmiş gibi anlatır.

“Askerliğimi yapıyordum. Aksatmamıştım. Her şeye uymuştum. Sakalımı da kestirdim ama sevgilim bırakmamıştı; çünkü beni sakallı sevmişti. Komutana söylemiştim: ‹‹―Sevgilim hoşlanıyor, bırakmıyor, demiştim. Beni öyle seviyormuş. ››

‹‹Onlara ne oluyor ? ›› diyor, demiştim. Benim için hepsi bir; sakallı da sakalsız da. Böyle konuşmuş ve dayatmıştım. Birliğimizde benden başka sakallı sakallı, bıyıklı yoktu. Ama ben hiç aksatmamıştım; nöbetse nöbet, angaryaysa angarya, selâmsa selâm. Dayatmış sevgilimin sevdiği sakalımı kestirmemiştim. Şimdiyse olan olmuştu. Albayın bu traşı nasıl yaptığını gözümün önüne getirmek istemiyorum. Gözümün önüne gelir gibi olunca ne oluyorum, söylenemez. Söyliyecek kelime bulamıyorum.” (Ürgüp, 1966: 79)

4.3.3.2. Kadınlar

Fikret Ürgüp’ün öykülerinde kadınlar “varlığı inkâr edilemeyecek” türdendir. Onlar, hayatı ve erkeği tamamladıkları gibi, öyküdeki olayların da daha iyi yorumlanmasına yardımcı olurlar. Çoğu hikâyesinin de başkahramanları arasındadırlar ve daima merkezde bulunurlar.

Sıkça başvurduğu kadın tiplerinden ilki; zevk ve alkol düşkünü, hayattan bir beklentisi kalmayan kadınlardır. Bu tipin en belirgin işlendiği öykü Otel’dir. Öyküde eski bir otelde yaşananlar anlatılmaktadır. Öyküde bahsi geçen otel sahibi ‘sözde’ Madam, cinsel zevk düşkünü bir kadın olarak anlatılır:

nasıl zevk aldığını .Rum madamın odasındaki değişmez aynalardan birinin arkasına saklamış olduğu küçük kanyak şişesini nasıl yuvarladığını, sonra eczaneden aldığı parmak lastiğine sıcak su doldurup kendini tatmin ettiğini; şimdi ise artık kolay kolay zevk almadığını ; ama öyle olduğu halde yandaki odalarda rahatsız oluyorlar, başkaları.” (Ürgüp, 1966: 51)

Ürgüp, düşkün kadınları tarif ederken yarattığı acımasız tavrı aynı öyküde batakhanede çalışan bir diğer kadın Simone ‘ u anlatırken de devam eder:

“Simone bir başka kadın, zavallı vücudu genç bir erkekten farksızdır. Pistir de. Cebinden bir fotoğraf çıkarır: sevgilisiyle birlikte Moda bahçelerinden birinde bira içerken alınmış. O zaman da şimdiki kadar âdi. Bardağı tutan elin küçük parmağı yine kalkmış. Şimdi de konuşurken çatalı avucunda dimdik tutar.” (Ürgüp, 1966: 51-52)

Kadın betimlemeleri de çok acımasız, karamsardır ve düşkün kadınları anlatır. Diğer öykülerine de bakıldığında kadınlar fiziki özellikleri ile vardır. Kadınsılıkları ön plandadır. New-York’un Yaya Gezeni adlı öyküsünde de aynı anlatım kendisini gösterir:

“45 katlı oteller fabrika gibi homurdanıyor. 45’ini geçmiş kadınlar otellerin barından ayrılmıyor, ısmarlıyor, ısmarlatıyorlar. Kimisi ağlıyor, kimisi bilmediği dilleri konuşuyor. Gurbeti kokluyorlar. Omuzlarından bellerinin ortasına kadar çıplak, incecik belli, desdeğirmi kalçalı, et dudaklı kadınlar, şehvet kuraklığı içinde dolaşıyorlar güpegündüz; gözleri kanlanan bir kürt kundura boyacısı çıkıp da onlara saldırmıyor, yapışmıyor, kafasına balta ininceye kadar.” (Ürgüp, 1966: 104)

Benzer Belgeler