• Sonuç bulunamadı

SONUÇ VE ÖNERİLER

5.2. ÖNERİLER

Bu araştırmanın sonucunda şu önerilerde bulunulabilir:

1. Uygulanan bu ölçek formül seviye belirleme konusunda yetersizdir. Geliştirilip ya da yeni bir ölçek hazırlanıp seviye belirlemesi yapılması önerilir. Örnek: A1 seviyesine ya da 7. Sınıflar için uygundur.

2. Okuma hızına göre de okunabilirliği hesaplayan bir formül geliştirilmesi gereklidir.

3. Formülde paragraf uzunluğu da göz önünde bulundurulmalı.

4. Metinlerin okunabilirliği, aynı zamanda harf büyüklüğüne(punto) göre de hesaplanılmalıdır çünkü harfler küçüldükçe, metnin okunabilirliği zorlaşır.

5. Metinde tekrarlanan kelimeler de okunabilirlik formülünde incelenmesi gereken faktörlerden biridir.

39

KAYNAKÇA

Anagnostou, N. K. and Weir, G. R. S. (2006). From Corpus-based Collacation Frequencies To Readability Measure. ICT In The Analysis, Teaching and Learning Of Languages, Preprints Of The ICTATLL Workshop, Glasgow, pp. 33-46.

Ateşman, E. (1997). Türkçede Okunabilirliğin Ölçülmesi. Dil Dergisi, 58, s. 71-74. Aytaş, G. (2005). Okuma Eğitimi. Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, 3(4), s. 461-470. Bezirci, B., & Yılmaz, A. E. (2010). Metinlerin Okunabilirliğinin Ölçülmesi Üzerine Bir

Yazılım Kütüphanesi ve Türkçe İçin Yeni Bir Okunabilirlik Ölçütü. DEÜ Mühendislik Fakültesi Fen Bilimleri Dergisi, 12(3), s. 49-62.

Biçer, N., (2011). Kıpçak Dönemi Eserlerinin Yabancılara Türkçe Öğretimi Açısından İncelenmesi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum.

Carter, C.- Bishop, J.-Kravits, S.L. (2002), Keys To Effective Learning, 3nd. Ed. New Jersey: Printice Hall.

Chall, J. S. (1988). The Beginning Years. In B. L. Zakaluk and S. J. Samuels (Eds.), Readability: Its Past, Present and Future Newark. Delaware: IRA, pp. s. 2-13. Çeçen, M. A., ve Aydemir, F. (2011). Okul Öncesi Hikaye Kitaplarının Okunabilirlik

Açısından İncelenmesi/A Study On Pre-School Story Books In Point Of Readability. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8(16), s. 186-194.

Çetinkaya, G. (2010). Türkçe Metinlerin Okunabilirlik Düzeylerinin Tanımlanması ve Sınıflandırılması. Yayımlanmamış Doktora Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Çoban, A. (2014). Okunabilirlik Kavramına Yönelik Bir Derleme Çalışması. Dil ve Edebiyat Eğitimi Dergisi, 9, s. 96-111.

40

Doğan, S. (2011). XIX Yüzyılda Batı’da Yabancılara Türkçe Öğretimi Çalışmaları: W.B. Barker Örneği.Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, Elazığ. Dubay, W. H. (2004). The Principles Of Readability. U.S. : Impact Information.

Er, A. (2005). Yabancı Dil Öğretiminde" Okuma". Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi, (12), s. 209-218

Erden, A. (2002). Kısa Öykü ve Dilbilimsel Eleştiri, 11, İstanbul: Bizim Büro Basımevi. Flynt, E.S.-Cooter, R. (1996), Teaching Reading in Content Areas, Simon ve Schuster

Company, New Jersey, USA.

Fry, E. B. (1988). Writeability: The Principles of Writing For Increased Comprehension. In B. L. Zakaluk and S. J. Samuels (Eds.), Readability: Its Past, Present and Future Newark, Delaware: IRA, pp. 90-108.

Gedizli, M. (2006). Okuyabilmek: Okuma Eğitimine Giriş, Istanbul: Marka Yayınları. Grabe, W., & Stoller, F. L. (2002), Teaching And Researching Reading. New York:

Published By Pearson Education.

Göğüş, B. (1978). Orta Dereceli Okullarımızda Türkçe ve Yazın Eğitimi. Ankara: Kadıoğlu Matbaası.

Güneş, F. (2007b), Türkçe Öğretimi ve Zihinsel Yapılandırma, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.

Harrıs, A. J. & Sıpay, E.R. (1990). How To Increase Reading Ability. (Ninth Edition). New York: Longman.

Johnson, K. (2000). Readability. http://www.timetabler.com/reading.html adresinden 17 Temmuz 2016 tarihinde alınmıştır.

Karadağ, E. (2010). Eğitim Bilimleri Doktora Tezlerinde Kullanılan Araştırma Modelleri: Nitelik Düzeyleri ve Analitik Hata Tipleri. Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi, 1(1), s. 49-71.

41

Kavcar, C., Oğuzkan F. ve Sever, S. (2004). Türkçe Öğretimi. Ankara: Engin Yayınevi. Klare, G. R. (1984). Readability. Handbook of Reading Research, ed. P. D. Pearson.

New York: Longman, pp. 681-744.

Klare, G. R. (1988). The Formative Years. In B. L. Zakaluk and S. J. Samuels (Eds.),Readability: Its Past, Present and Future. Newark, Delaware: IRA, pp. 24-34.

McLaughlin, G. H. (1969). SMOG Grading - A New Readability Formula, Journal Of Reading 22, pp. 639-646.

Okur, A., & Arı, G. (2013). 6, 7, 8. Sınıf Türkçe Ders Kitaplarındaki Metinlerin Okunabilirliği. İlköğretim Online, 12 (1), s. 203-226.

Özdemir, E. (1993). Okuma Sanatı. Ankara: İnkılâp Kitabevi. Öz, F. (2001). Uygulamalı Türkçe Öğretimi. Ankara: Anı Yay.

Stephens, C. (2000). All About Readability. www.researchgate.net 17 Temmuz 2016 tarihinde erişilmiştir.

Solmaz, E. (2009). İlköğretim 4. ve 5. Sınıf Düzeylerindeki Türkçe Metinlerde Cümle Uzunluğu, Kelime Uzunluğu, Kelime Uzunluğu ve Kelime Uzunluğu ve Kelime Hazinesinin Okunabilirlik Üzerine Etkisi, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi.

Şeyda, A. (2014). Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun “Menevşeler Ölmemeli” Adlı Öyküsü Üzerine Anlambilimsel Bir Çözümleme. Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitü Dergisi, 1 (14), s. 14-25.

Şimşek, P. (2011). Yabancılara Türkçe Öğretiminde Okuma Metinleri ve Yardımcı Okuma Kitapları Üzerine Bir Araştırma,Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Afyonkarahisar.

Temur, A. G. T. (2003). Okunabilirlik (Readability) Kavramı. Türklük Bilimi Araştırmaları, 13 (13), s. 170-180.

42

Topuzkanamış, E. ve Maltepe, S. (2010). The Level of the Candidates of Teacher’s Reading Comprehension and Use of Reading Strategies. TÜBAR-XXVII, s. 655-677.

Uçan, H. (2008). Dilbilim, Göstergebilim ve Edebiyat Eğitimi, 12, Ankara: İz Yayıncılık.

Yanık, M.K. (2014). Uçurtma Mevsimi, İstanbul: Kapı Yayınları.

Yalçın, A. (2002). Türkçe Öğretim Yöntemleri, Ankara: Akçağ Yayınları.

Yılmaz, M., & Topakta, E. (2014). Tipografik Özellikler Açısından Bilimsel Dergi Makalelerinin Okunaklılık Düzeyleri İle İlgili Akademisyenlerin Görüşleri. Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi,48 (48), s. 217-234.

Zakaluk, B. L. and Samuels, S. J. (Eds.). (1988). Readability: Its Past, Present and Future. U.S. : International Reading Association Newark, Delaware.

Zorbaz, K. Z. (2007). Türkçe Ders Kitaplarındaki Masalların Kelime – Cümle Uzunlukları ve Okunabilirlik Düzeyleri Üzerine Bir Değerlendirme. Eğitimde Kuram ve Uygulama. Sayı: 3 (1), s. 87-101.

43

EKLER:

Ek 1. Okunabilirliği ‘’zor’’ olan öykü

KÜF

İstanbul'un gürültüsünün bir nebze de olsa dinmesi için kar yağmalıydı, yere yapışacak her kar tanesi asfaltla buluşuncaya kadar geçen süre içinde bir gürültüyü yok etmeye yeterdi. Timur anlatmıştı; kar tanelerinin sesleri yuttuğunu... Ne çok şaşırmıştı o an, cayır cayır düşünmüştü. Bütün şehirlerin, caddelerin, sokakların sesleri o küçücük su kristalinin omzuna mı yükleniyordu. Tarlabaşı'nın arka sokaklarında bağıran

serserilerin, Nişantaşı'nda yürüyen kadınların, Eminönü'ndeki balıkçıların seslerini kesmek yormuyor muydu onu, bağırmak gelmiyor muydu içinden, ya da o kadar çok bağırmıştı da sesi mi kısılmıştı, sahi İstanbul'u susturmak için kaç milyon tane kar tanesi gerekti? Günün yirmi dört dilimlik yelpazesi içinde düşünüp durdu, çıkamadı işin içinden.

Yarın Pazartesi'ydi, akşam yine erken uyumalı, sabah yine erken uyanmalıydı. Halbuki okunacak ne çok kitap, izlenecek ne çok film vardı ya da keşfedilecek binlerce ruh..

Ve bir mânâsı olmalıydı geçip giden günlerin, alına yeni biz çizgi daha koyarken, o çizginin yanına bir de sığınılacak bir kulübe dikilmeliydi.

Eline bir çomak alıp bu boktan sistemi ayakta tutan tüm çarkları durdurmayı ne çok isterdi. Plazalardan çıkan kadınlar, rögar kapağını kaldıran işçi, dilenen Suriyeli çocuklar, kendini pazarlayan yaşlı kadınlar.

Bir bardak daha çay içti, ayakkabısının bağcıklarını bağlayıp evinin yolunu tuttu. Öğleye doğru Kadıköy- Moda civarında bir soygun ihbarı geldi, yanına çaylaklardan birini alıp olay mahaline doğru yola çıktılar.

44

Balkonlarından fesleğen kokusu taşan apartmanın önünde durdular, giriş kapısını sokağa bağlayan merdivende toplanan kalabalık; 'Birinci kata hırsız girdiğini ve kapıyı zorlamalarına rağmen açamadıklarını, içeride iki kadının mahsur kalmış olabileceğini' söylediler.

İki polis hızla merdivenlerden çıktılar, sert bir kaç tekme kâr etmeyince, Kemal kemerinden çıkardığı aletle kapıyı açtı, çaylağı önden sürdü içeriye. Uzun holün ortasında elleri bağlanmış, ağızları bantlanmış iki kadını gördüler. Hemen ağızlarını açtılar. Daha genç olanı kan ter içinde kalın baş parmağıyla açık olan mutfak

penceresini işaret etti; 'Buradan kaçtılar, buradan.' dedi. Kemal, çaylağa 'acele' anlamına gelen bir işaret yaptı, mutfak penceresinden arka bahçeye atladılar, elinde torbayla kaçan adamı uzaktan seçtiler, herif bayağı hızlı koşuyordu, Kemal silahıyla bir el ateş etti havaya. Elindeki torbayı korkuyla kayalıklara fırlatan hırsız, zik zak çizerek koşup, gözden yitti. Kemal kayalıkların arasına fırlatılan torbayı, sıkıştığı yerden çekip çıkardı, çuhadan torbayı açtığı vakit envai çeşit mücevherle karşılaştı gözleri, sanki bir ev değil de üç kuyumcu soyulmuş gibiydi, çaylak da yanına geldi. Sonra ikisi bir kez daha uzun uzun baktılar torbanın içindekilere, ardından da birbirlerinin gözlerine...

Kemal torbayı olduğu gibi karakola teslim etti, evde mahsur kalan kadınlara ifadeleri alındıktan sonra çalınan torba iade edildi.

Gün boyu aklından çıkmadı mücevherler Kemal'in. Mücevherlerin tamamı evde buldukları iki kadından yaşlı olanına aitmiş. En fazla üç- dört yıl daha yaşardı bu kadın, peki bunca mücevher ne işine yarayacaktı bu yaşta, kim bilir bugünkü torba bu kadının servetinin küçük bir parçasıydı. Derin bir ağrı girdi boynuna, sağa sola çevirdi başını. 'Birazını bana verse ya' diye geçirdi içinden. Çok fazla bir şey de gözü yoktu, şöyle küçük bir ev, ayaklarını yerden kesecek temiz bir araba yeterdi ona. 'Ya da bugüne kadar hep böyle küçük hayallerle yetindim de ne oldu gerçekleşti mi? Madem hayal kuruyorum en afillisinden olsun' dedi, 'Beşiktaş'tan güzel, büyük bir ev alırdım,

45

altıma siyah, gıcır, büyük bir araba, birazını da bankaya yatırıp faizini yerdim, ha bir de makarnacı açardım, arada dükkana uğrayıp hasılatı alır, keyfime göre gezerdim.' Kan basıncının yükseldiğini hissetti, hayali bile onu sıradanlıktan kurtarıyordu. Bu hayal uyutmadı onu, nereye döndüyse yastık kabardı, kabardı, sertleşti. Sabah işe geç kaldı, acele etmedi, pencereden sigarasını içti.

'Overlok makinesi ayağınıza geldi', 'Eskileri alıyüüümm', 'Patates üç kilo 4 lira' bir sürü sesin içinde yıllardır yaşadığı sokağa, sokağın kırılan taşlarının arasına yayılan çöplere baktı.

Verdiği kararı, istifa dilekçesini amirine teslim ederken öğrendi. Bu mücevherlerin sahibi yaşlı kadının kimi kimsesi olup olmadığı öğrendi, karakoldaki bir

arkadaşından. Bir kaç gün her zaman oturduğu kafede planlar yaptı; evvela bankaya kredi için başvuru yapacaktı, yaşlı kadının oturduğu apartmanın ikinci katı boştu; oranın depozitosunu, kirasını, zırtını- zibilini ödemek için, sonra bir şekilde yaşlı kadınla yakınlaşıp kendine aşık edecek ve onunla evlenecekti. Zaten kimi kimsesi olmayan kadın yaşasa yaşasa beş yıl daha yaşardı, sonrası hayalini kurduğu bir hayatı yaşamak olacaktı Kemal'in. Elbette hiçbir şeyin garantisi yoktu, işler umduğu gibi gitmeyebilirdi fakat denemeye değerdi ve kendine güveniyordu Kemal, en azından içinde yaşayamadıklarının çokluğuna.

Evin içine girdiği gün, eski evinde yaptığı şeyi yaptı ilk olarak; Başını pencereden çıkarıp sigarasını içti, eski evinin baktığı sokakla şimdi gördüğü sokağı mukayese etti, bir taraftan da geniş bir pişmanlık hissiyle beraber o pişmanlığı alt edecek kadar bereketli bir heyecan tarafından kuşatıldı.

Artık tek işi yaşlı kadını izlemekti, tüm mesaisini bunun için harcayacaktı. Elinde tuttuğu kağıda baktı.

46

Kocası dokuz yıl evvel ölmüş, Ulus civarında muayenehanesi varmış, meşhur bir kalp doktoruymuş, kalpten ölmüş, çocukları hiç olmamış. Kadında; şeker, yüksek tansiyon ve midesinde ülser var. Burayı okurken hafif gülümsedi, okumaya devam etti. Bir kız kardeşi var, adı; Sara Benbasat, Lizbon'da yaşıyor, evlendiğinden beri, babadan kalan miras konusunda anlaşamadıkları için uzun zamandır görüşmüyor iki kardeş. Rebeka evden çok nadir çıkıyor; çıktığı zaman da ya hastaneye, ya bankaya, ya da parkta oturmaya gidiyor. Son bir yıldır düzenli olarak gittiği yerler buralar,evinde çalışan kadının adı Aysel, hırsızın bağladığı diğer kadın yani, o da pek genç sayılmaz. Uzun zamandır Rebeka'nın yanında kalıyor, onun bütün işlerini Aysel yapıyor, kadının kocası ölmüş, kocası öldükten sonra Rebeka'nın isteği ile buraya yerleşmiş. Aysel'in iki kızı, bir oğlu var. Kızlarından zarar gelmez, ikisi de evli, İstanbul'da değiller, oğlu da serserinin biriymiş anası ara sıra para verirmiş, çocuk anasının çalıştığı evin yerini bile bilmezmiş, Aysel tehlikeyi evvelden sezmiş olacak ki onu bu evden uzak tutmuş, diye düşündü Kemal. Okumaya devam etti, zaten Aysel'in oğlu ya nezarethanede olurmuş ya da sağda solda küçük çapta postmodern metropol eşkiyalığı yaparmış. Tüm bunlarla beraber Rebeka'nın bu hayatta güvendiği tek insan Aysel'miş. Kemal derin bir nefes aldı, iyi iş çıkarmıştı. Kısa sürede, kapıcıdan soruşturma bahanesiyle ve karakoldaki arkadaşlarından epey şey öğrenmişti, kapıcı anladığı kadarıyla Aysel'e yanıktı, onu da planın içine dahil edebileceğini düşündü, en azından daha fazla malumat için sürekli başvuracağı biriydi Ednan.

Şimdi operasyonu başlatabilirdi, Kemal böyle diyordu, bu işe. Rebeka'nın hastaneye gittiği gün, onu bir taksi ile takip etti ama yetişemedi. Aradan iki hafta geçmişti, şimdi duyduğu pişmanlığın dozu artmıştı Kemal'in, büyük bir salaklıktı bu yaptığı, mis gibi işini bırakmıştı, şimdi arkadaşları işten çıkıp karakolun karşısındaki çay bahçesinde sohbet ediyorlardı kesin. Bir an evvel harekete geçmeliydi, öyle kadının evden çıkmasını beklemekle olmazdı bu iş, balkona çıktı elindeki gömleği büküp alt katın balkonuna nişanladı, ilk seferde başarılı olamadı, gömlek rüzgârın kucağında ahenkle dans etti havada, sanki Kemal ile alay ediyordu. Buz mavisi gömlek rüzgârdan yüz bularak salındıkça salındı havada, sonunda bahçeye düştü, Kemal'in gözlerinden çocukluğu geçti kısa bir an. İçeriye girip başka bir gömlek aldı, ağırlaştırmak için

47

banyoda iyice ıslattı gömleği, iyice şişmanlayan gömlek rüzgârla yüz göz olmadan Rebeka ve Aysel'in yaşadığı evin balkonuna düştü.

Kapıyı Aysel açtı; Kemal'i tepeden tırnağa süzdü, Kemal sessizliğin ömrünü kısa tutarak, üst kata yeni taşındığından falan bahsedip gömleğinin balkona düştüğünü söyledi. Aysel şişman esmer bedenini ağır ağır hareketlendirip balkonun yolunu tuttu, bu arada kapıyı sonuna kadar açık bıraktı, -bu kadın hırsızlık olayından sonra hiç ders almamıştı- polis psikolojisiyle Aysel gelene kadar birtakım şeyler düşündü Kemal; hem polis, hem hırsız aklıyla... İçeriye hafiften başını uzatıp kuş bakışı evi inceledi, 'Rebeka ne yapıyordur acaba' diye düşündü. Tabi Aysel'in balkona doğru yöneldiği zaman catwalk yürüyüşünü de kaçırmadı, iri bir kahkaha atmamak için zor tuttu, kendini. Aysel gözlerini süzerek gömleği Kemal'e uzattı, kapıyı kapattı.

Kemal şimdi de yoğun bir şekilde umutsuzluk duygusunun tadına bakıyordu; işler yolunda gitmiyordu, doğru düzgün uyuyamıyordu, bankadan çektiği kredi ile evin fahiş kirasını ödüyor, neredeyse sadece sigarayla besleniyordu. Planını

somutlaştırmak için yeni bir hamleye ihtiyacı vardı. Ertesi gün tekrar alt katın kapısına dayandı, elinde kuru pasta dolu bir tabak duruyordu, Aysel açtı yine kapıyı. Garip tombalak gözlerini pastalara dikti, ''Bu şişgoya yakın olmadan Rebeka'ya erişmem güç, pastalar işe yarayabilir.'' diye geçirdi içinden. ''Ben üst kata yeni taşındım; ismim Kemal, hani geçenlerde gömleğin ııı sizin...''

''Haaa, evet evet hatırladım, buyrunuz.''

''Bu pastaları size getidim; bizde âdettir, yeni eve taşınınca böyle pasta dağıtılır.'' Aysel gözlerini pastadan ayıramıyordu, tabağı Kemal'in elinden aldı. O güdük an içinde bir şeyler yapıp sohbete geçmesi gerektiği düşündü Kemal, bu şişgo karının kapıyı hemen kapatıp, içeri girip pastaların ırzına geçme ihtimali yüksekti, öyle de oldu bir şey yapamadı Kemal. Bir ton hayal kırıklığı... Bir o kadar da korku...

48

Ertesi gün tabağı alma bahanesiyle çaldı kapıyı Kemal, Aysel açtı gözleriyle Kemal'i süzdü yine; Kemal '' Merhabalar, tabağım ...'' Aahh evet evet...'' İçeri girip boş tabağı getirdi, Kemal'e uzattı, tam o sırada kapıcı Ednan geldi, ''Bir arzunuz var mı Aysel Hanımcığım'' diye sordu, Aysel tersledi Ednan'ı, ''Yok bir şey.'' Ednan azar yemiş çocuk gibi boynunu büküp indi merdivenlerden.

''Aaay bu adamdan gına geldi artık, zorla güzellik olur mu canım, güzellik başa bela bu devirde vallahi, işte tabağınız çok teşekkür ederim, çok lezzetlilerdi, bu arada yanlış anlamazsanız siz hep evde misiniz? Yani çalışmıyor musunuz?'' diye bitirdi Aysel. Kemal heyecanlandı, bu fırsat kaçmazdı.

''Yeni ayrıldım işten, bir süre kafa dinlemek istiyorum''

Aysel: Ben sizi bir yerden tanıyor gibiyim ama bir türlü çıkaramıyorum, daha ilk karşılaşmamızdan beridir düşünüyorum, bulamıyorum.

Kemal gülümsedi ''Evet doğrudur polistim bir süre önce, buraya hırsız girmişti hani... ''

Aysel çığlık attı, ''Ayyy evet, Allah iyiliğinizi versin neden baştan söylemiyorsunuz, ben de diyorum nerden tanıyorum, televizyonda filan mı gördüm acaba diye.'' Kemal'i içeri buyur etti Aysel. Rebeka'yı göremedi Kemal, çaktırmadan ''Sizinle beraber bir hanım daha vardı yanınızda, o gün onu göremedim'' dedi.

Rebeka Ablam mı? O uyuyor içeride, biraz rahatsız bugünlerde. Kemal: Hayırdır, neyi var?

Aysel: Ee yaşlandı tabii iyice, doktora gittik dün, yine sürüyle tahlil falan yaptılar, tansiyonu da yüksekmiş. Neyse siz neden bıraktınız polisliği, buraya taşınmanız ne güzel tesadüf, hırsız filan girse onları haklarsınız, dedikten sonra iğrenç bir kahkaha attı. Ağzından çıkan tükürük parçaları Kemal'in kulağının salyangozuna kadar girdi.

49

Aysel Kemal'i konuşmaya tuttuğunda saat birdi, Kemal defalarca araya girmek istemesine rağmen, kadın ölen kocasının güreşçi olduğundan, kızlarının hayırsız çıktığına, dünürlerinin ne şirret karılar olduğuna kadar anlattı da anlattı, çay üstüne çay koydu. Bu kadın biraz daha konuşsa Kemal zengin olmadan ölebilirdi, o an düşündü sorguda suçluları öttürmek için Aysel'i sorgu odasına koymak yeterliydi. Aysel; üç kez Rebeka'nın yattığı odaya girip çıktı, iki üç kez geğirdi, bir o kadar yellendi. Kemal resmen bir işkence görüyordu, 'Allah'ım bu nasıl bir kokuydu, bu kadın ne yiyordu da böyle pis kokuyordu belki de beyin hücrelerimin tamamı tahrip oldu.'' diye düşündü.

Artık pencerenin dışı simsiyahtı, yıldızların parıltısı ocağın üstünde kaynayan demliğin porselenlerinde geziniyordu. Kemal sonunda pes etti, Aysel'in müsaadesini isteyip kalktı, Aysel bozulsa da Kemal'den yarın tekrar gelme sözü aldı. Kapıdan Kemal'i uğurladı.

Kemal için tüm işkenceye değecek bir basamaktı bugün yaşadıkları, Rebeka'yı

görememişti ama en azından artık bu eve istediği gibi girip, çıkabilecekti, tabi Aysel'e dayanmak çetin işti. Sahi ne pis bir kadındı şu Aysel, Birleşmiş Milletler'in bu kadını nükleer tesis diye mühürlemesi gerekti. Keyfi yerindeydi Kemal'in uzun bir aradan sonra o gece rahat uyudu.

Ertesi gün tekrar çaldı kapıyı, Aysel açtı; şıkır, şıkırdı. Kısa dar bir etek, üstüne belindeki yağları somun somun gösterecek yine dar, yakası derin bir bluz giymişti; ayrıca açık parfümü boca etmişti üstüne, gözlerine sürmeler, dudaklarına rujlar... Kemal, ''Eyvaaah'' diye söylendi içinden, felaketi seziyordu, Aysel akşama kadar Kemal'e kur yaptı.

50

Dulluğun ne zor iş olduğundan, hele bir de güzelsen iki kat daha zor olduğundan, kadın dediğinin etli butlu olması gerektiğinden, aslında yaşından genç gösterdiğine, Kapıcı Ednan'ın ona deli gibi aşık olduğuna kadar bir yığın şey anlattı, tabii aralarda geğirmeyi ve gaz yapmayı da ihmal etmedi.

Hele bir de yeni gelin gibi gözlerini süzüşü vardı ki, sormayın gitsin. Televizyonda evlilik programlarını izlemek en büyük hobisiymiş, hatta şiir falan da okuyormuş ''Suskunluğum asaletimdendir'', ''Yaralarıma merhem olacak adamı arıyorum'' falan filan, söyledi bir şeyler. Kitapçının ''En Çok Satanlar'' rafındaki ergen sözleri yazan adamların kitap müsvettelerini okuduğu belliydi, ağzını büküp kendi fotoğraflarını çekip internete yüklerken altına bu okuduğu sözleri yazıyormuş.

Neyse, yine akşam oldu, Aysel bir kaç kez Rebeka'nın odasına girip çıktı, ona yemek yedirdiğini söyledi. Kemal'i kapıdan uğurlarken iğrenç tükürüklü bir öpücükle marçılattı Kemal'in yanağını. Kemal evine gider gitmez çamaşır suyu ile ovaladı yanağını.

İşler sarpa sarıyordu ama belki böylesi daha iyi diye düşündü Kemal. Gece eline bir kap yemeği alıp Kemal'in kapısına dayandı Aysel. Kemal kapının dürbününden eşkali tanımladı; Aysel'di gelen; kapıyı açtı, tabağı Aysel'in elinden aldı, çok yorgun

olduğunu, ilaç içip uyuyacağını ama yarın mutlaka sohbete geleceğinin sözünü verip, Aysel'i savdı, derin bir nefes aldı kapının ardında bir puro yaktı, başka türlüsü kâfi gelmezdi.

O gece yatağında dönüp dururken kararını verdi Kemal, yarın ne yapıp edip Rebeka'yı görecek, onunla konuşacaktı. Aysel'in söylediğine göre düne nazaran daha iyiydi

Benzer Belgeler