• Sonuç bulunamadı

İnsanı diğer canlılardan farklı kılan en önemli özelliği, öğrenme yeteneğine sahip olmasıdır. Öğrenme, nasıl gerçekleştiği ve ne olduğu konusundaki çalışmaların

yıllardır sürdürüldüğü, bilim adamlarının farklı yaklaşımlarla tanımlamaya ve açıklamaya çalıştığı bir kavramdır. Öğrenme ile ilgili tanımlar incelendiğinde, 1970’li yıllara kadar davranışçı yaklaşımın etkili olduğu ve öğrenmenin yaşantılar sonucu oluşan, gözlenebilen kalıcı izli davranış değişiklikleri biçiminde açıklandığı görülmektedir (Erden ve Akman, 1995:117-120; Ertürk, 1994: 79; Hergenhahn ve Olson, 1997: 1-3; Morgan, 1991:76; Yılman, 1998:7).

Davranışçı yaklaşımda uyaran–tepki bağını oluşturan süreçlerin ihmal edilmesi ve karmaşık bilişsel süreçleri açıklamada yetersiz kalınması, bilişselciliğe geçiş dönemini gerçekleştirmiştir. Bu süreçte algı, öğrenme, düşünme gibi süreçlerin nasıl gerçekleştiği araştırılmaya, içsel yapı ve süreçlerle ilgilenilmeye başlanmıştır (Açıkgöz, 2000: 6; Senemoğlu, 2000: 269).

Davranışçı ve bilişsel yaklaşımın görüş birliği içinde oldukları noktalar; öğrenmenin kalıcılığı, yaşantı ürünü olarak kişide değişme yaratması ile öğrenmenin çevresel ve öğrenenden kaynaklanan içsel özelliklerden etkilenmesi biçiminde sıralanabilmektedir. Bu iki akımın ayrıldığı noktalar ise bilişselcilerin davranışı, öğrenmenin kendisi değil sonucu olarak nitelendirmesi, öğrenmeyi etkileyen faktörlerden öğrenene ağırlık vermesi, öğrenmeyi öğrenenin etkin olduğu bir süreç olarak görmesi biçiminde özetlenmektedir (Açıkgöz, 2002:7-9; 2002, 81-83; Gagne, Briggs ve Wager, 1988: 9-12; Reece ve Walker, 1994: 92-95; Saban, 2002: 140- 178).

Öğretim merkezli eğitim anlayışından öğrenme merkezli eğitim anlayışına geçilmesi, öğrenen özelliklerine yoğunlaşma sürecini de başlatmıştır. Bu süreci hızlandıran diğer boyut, bilimsel ve teknolojik gelişmeler ile öğrenme ortamlarının çoğalmasıdır. Bilgiye ulaşma yollarının ve olanaklarının artması, öğrenmeyi etkileyen bireysel özellik ve farklılıkların önemini de ortaya koymaktadır.

Bireyler farklı yollarla öğrenmektedir. Öğrenme öğretme sürecinde kullanılan yöntemlerin ve eğitim teknolojisinin tüm öğrencilerde olumlu gelişme oluşturmaması, öğrenme stilleri konusuna yoğunlaşma sürecini başlatmıştır (Lukow,

2002: 20). Diğer bir anlatımla, öğrenme stili kavramının kaynağı, öğrenciler arasındaki bireysel farklılıklar üzerine yapılan araştırmalardır (More, 1987: 17-29). Bunun yanı sıra, beyin ile ilgili çalışmalar da öğrenme stilleri konusuna yoğunlaşmada etkili olmuştur.

Beynin işleyişi açısından sağ ve sol yarıküre olarak ikiye ayrıldığı, bu yarıkürelerin kendilerine özgü düşünme biçimleri olduğu uzun zamandır bilinen bir gerçektir. Yapılan araştırma bulgularına dayalı olarak beynin dört çeyrekten oluşan bir yapıya sahip olduğu ortaya konmuştur. Buna göre birinci çeyrek; olgusal, analitik, eleştirel düşünmeyi, ikinci çeyrek; planlı, kontrollü, disiplinli düşünmeyi, üçüncü çeyrek; duygusal ve bireyler arası ilişkilere önem veren düşünmeyi, dördüncü çeyrek ise görsel, yaratıcı ve sezgisel düşünmeyi temsil etmektedir. Söz konusu bulgular, birçok araştırmacıyı düşünme ve öğrenme alışkanlıklarının büyük kısmının doğuştan getirildiği görüşünde birleştirmektedir. Öğrenme tercihleri ve beyin arasındaki ilişki, öğrenme stilleri çalışmalarını da etkilemiştir (Denison ve Kirk, 1990:9-17; Hermann, 1998).

Zeka, yetenek, kişilik özellikleri, öğrenme stilleri gibi bireysel farklılıklar uzun yıllardır eğitimcilerin ilgisini çekmektedir. Her bireyin kendine özgü olması, eğitim ortamlarında her zaman bireysel farklılıkların olacağını göstermektedir. Bu farklılıkların bir zenginlik olarak görülmesi, öğrenme öğretme sürecinde ve program geliştirme çalışmalarında dikkate alınması gerekliliği birçok eğitimci tarafından vurgulanmaktadır.

Öğrenmenin farklı düzeylerde gerçekleşmesinin tek etkeni olmasa da, öğrenme stilleri öğrenme öğretme sürecinin en önemli bileşenlerinden kabul edilmektedir (Ekici, 2003:10; Guastello, 1998: 18; O’Banion, 1997:13-19). Öğrenme ortamındaki ihtiyaçlar, motivasyon, tutumlar ve beklentiler ile ilgili önemli göstergelerden kabul edilen öğrenme stilleri, birçok yazar tarafından farklı biçimlerde tanımlanmaktadır.

Keefe (1979: 4) öğrenme stili kavramını, “bireylerin öğrenme çevresini nasıl algıladıkları, öğrenme çevresiyle nasıl etkileşimde bulundukları ve bu çevreye nasıl tepki verdiklerinin az çok istikrarlı göstergeleri olan bilişsel, duyuşsal ve fizyolojik özelliklerin örüntüsü” biçiminde tanımlamaktadır. Gregorc (1984: 51), “bireysel yetenekler hakkında ipucu veren, gözlenebilen ve diğer bireylerden ayırt edici olan davranışlar”ı öğrenme stilleriyle ilişkilendirmektedir. James ve Gabrait (1985: 128- 130), öğrenme stillerini duyu-çevre etkileşimine bağlı olarak yedi farklı algısal boyutlu bir kavram olarak ifade etmektedir. Bu boyutlar, görme, işitme, hareket etme, dokunma, okuma-yazma, koklama ve kişiler arası iletişim kurma biçiminde sıralanmıştır.

Benzer şekilde, Barsch da öğrenme stillerini algısal boyutta ele alarak görsel, işitsel, dokunsal ve hareketsel olarak sınıflandırmaktadır (Washington, Janosky ve Ann, 1990: 716-717). Ehreman ve Oxford (1990: 40), öğrenme stillerini “zihinsel fonksiyonların alışkanlık durumları” olarak tanımlamaktadır. Öğrenme stiline ilişkin diğer tanım “her bireyde farklılık gösteren, bilgiyi alma ve zihne yerleştirme yolu” biçiminde yapılmıştır (Dunn ve Dunn, 1993: 3). Kolb’a göre öğrenme stili, bilgiyi alma ve işlemede kişisel olarak tercih edilen yöntemdir (Kolb, 1984: 24-29). Boydak (2001: 8) öğrenme stillerinin biyolojik yönünü vurgulayarak “bireyin doğuştan sahip olduğu ve onun başarısını etkileyen karakteristik özellikleri” biçiminde ifade etmektedir. Bazı yazarlar, öğrenme stillerinin “bireylerin imzası” olarak nitelendirildiğine dikkat çekmektedir (Babadoğan 1991: 603).

Görüldüğü gibi, öğrenme stilleriyle ilgili birçok tanım ve yaklaşım bulunmaktadır. Öğrenme stili, algılama, bilgiyi zihne yerleştirme, geçmiş yaşantılar, çevre etkisi, kalıtsal özellikler gibi konularla ilgili çok boyutlu bir kavramdır. Farklı boyutlara odaklanmak suretiyle öğrenme stillerine çeşitli bakış açılarıyla yaklaşılmaktadır.

Öğrenme stilleriyle ilgili çalışmaların temelinin Carl Jung’ın Kişilik Tipleri Kuramı’na dayandığı belirtilmektedir (Ekici, 2003: 15; Keefe ve Ferrell, 1990: 57). Jung, her bireyin nesnel ve öznel dünyası olduğunu ileri sürmektedir. Nesnel dünya,

kişinin çevresindeki insanları, kuralları, gelenekleri, ekonomik ve toplumsal kurumları, doğa koşullarını; öznel dünya ise kişiliğin tamamını tanımlayan içsel ve kendine özgü psikolojik durumları kapsamaktadır. Buna bağlı olarak bireylerde dışadönüklük ve içedönüklük olmak üzere iki temel özellik oluşmaktadır (Jung, 1977: 12-13).

Dışadönük kişiler, duygu ve düşüncelerini çevrelerine; içedönük kişiler ise öznel süreçlere yöneltmektedir. Kişilik tipleri kuramında, düşünme, hissetme, duyu ve sezgi ruhsal işlevler olarak sıralanmaktadır. Düşünme; genel kavramlara ulaşma, hissetme, bir düşüncenin oluşturduğu olumlu ya da olumsuz duygulara göre o düşünceyi kabul ya da reddetme, duyu; duyu organlarıyla algılanan dünyayı içermekte, sezgi; o anki yaşantının oluşturduğu izlenimi tanımlamaktadır (Geçtan, 1988: 139). Diğer bir anlatımla duyu; kişileri bir gerçeğin varlığından haberdar etmekte, düşünce; kişiye bu gerçeğin ne olduğunu anlatmakta, hissetme; gerçeğin iyi ya da kötü olduğunu bildirmekte, sezgi; bu gerçekle ilgili anlık durumları fark etmesini sağlamaktadır (Jung, 1977: 25-28).

Jung (1977: 30-68), yukarıda belirtilen dört temel işlevi, dışadönüklük ve içedönüklük özellikleriyle birleştirerek, dışadönük düşünen, içedönük düşünen, dışadönük duygulu, içedönük duygulu, dışadönük duyusal, içedönük duyusal, dışadönük sezgili, içedönük sezgili olmak üzere sekiz ayrı kişilik tipi tanımlamaktadır. Jung, kişilik tiplerini ortaya koyarak bireysel farklılıklara dikkat çekmiş ve öğrenme stilleriyle ilgili çalışmaların temel düşüncesini oluşturmuştur.

Daha önce değinildiği gibi öğrenme stilleri çok boyutlu bir kavramdır. Farklı bakış açılarını temele alan yazarlar, öğrenme stillerini çeşitli biçimlerde açıklayarak sınıflandırmaktadır. Aşağıda, alanyazında en çok bilinen ve kabul gören öğrenme stilleri yaklaşımları ile Kolb’un Deneyimsel Öğrenme Kuramı ve bu kurama dayalı olarak ortaya koyduğu öğrenme stilleri sınıflaması hakkında bilgi verilmektedir.