• Sonuç bulunamadı

1.2. Çocuk Suçluluğu

1.2.3. Çocukların Suç İşlemesinde Etken Olan Risk Faktörleri

Çocuk, kültürel bağlamı olan iç içe geçmiş sistemler tarafından kuşatılmış bir dünyaya gözlerini açar. Çocuğun sağlıklı bir gelişim seyri izleyip izlemeyeceğini bu sistemlerle olan etkileşimi belirler. Her çocuğun içinde bulunduğu şartlar farklı olacağı için; “bir çocuk neden suç işler?” sorusuna tüm çocukların suça sürüklenme nedenlerini açıklayacak şekilde bir cevap bulmak oldukça zordur. Çoklu risk faktörlerinin etkili olduğu çocuk suçluluğu olgusunu anlamak için multidisipliner bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. İnsanın gelişim serüvenini açıklamaya çalışan pek çok bilim insanı, çocukluk dönemine ayrı bir önem atfederek, bu dönemi ayrıntısıyla ele alan kuramlar geliştirmişlerdir. Bu kuramlar çocukların suç işleme nedenlerini açıklamada oldukça faydalı bilgiler sunmaktadırlar. Ancak bu çalışma kapsamında çocuk suçluluğu olgusuna neden olan risk faktörlerinin sistematik bir şekilde

31 sınıflandırılması için ekolojik sistem yaklaşımından yararlanılmış, diğer gelişim kuramları ise bu sınıflandırma çerçevesinde değerlendirilmiştir. Ekolojik sistem yaklaşımı, birey ile çevre etkileşimini temel alan ve sorunların bireyin çevresiyle etkileşiminden kaynaklandığına vurgu yapan bir bakış açısı ortaya koymaktadır (Teater 2015, Farineau 2016).

Urie Bronfenbrenner’e göre mikro sistemler, içlerinde kişilerin dolaysız ilişkilere sahip oldukları, roller üstlendikleri ve etkinliklerde bulundukları ilişki sistemleridir. Bu farklı mikro sistemler de ayrıca birbirleriyle mezzo sistemler (ara sistem) adı verilen bir ilişki sistemi içindedirler. Ekzo sistemler (dış sistemler) ise mikro sistemlerin diğer üyelerinin yer aldığı ve kişiler üzerinde dolaylı etkisi olan sistemlerdir. Makro sistem, belli bir kültür veya alt kültürün birbirleriyle çok katmanlı ilişki içinde olan sistemlerinin kompleksli olarak bir üst sistemidir. Kişi iç içe geçmiş bu sistemler aracılığıyla dönüşümlü bir gelişim süreci yaşar. Çevresini oluşturur, içinde aktif olur, çevresini araştırır, onu kendi özgünlüğü, kendi kuralları ve kendi bünyesi içinde tanır, içinde yerleşir, emek verir, onu değiştirir, onu kendine uydurur aynı zamanda ona uyum da sağlar, içinde yayılma imkânlarının sınırlarını kavrar ve kendine sunulan gelişim alanını algılar (Willi 2012)

Çocuk suçluluğu olgusu ekolojik sistem perspektifinden ele alındığında çocuğun gelişimi süresince karşılaştığı riskleri mikro, mezzo ve makro düzey faktörler olarak değerlendirmek mümkündür. Bu risk faktörleri birey ve aileyle ilgili, akran grubu, okul ve sosyal çevreyle ilgili faktörler şeklinde sınıflandırılabilir. Bu faktörler aynı zamanda çocuğu suçtan koruma fonksiyonuna da sahiptir (Dematteo ve Marczyk 2005). Suç işleyen çocuklarla, işlemeyen çocuklar arasındaki en temel fark, suçlu olmayan çocukların suçluluk dürtülerini kontrol edebilmesi ve toplumsal açıdan zararsız faaliyetler yoluyla onlara çıkış yolları bulmasıdır. Bireyin bunu başarabilmesi büyük ölçüde sağlıklı bir sosyalleşme sürecinden geçmesine bağlıdır. İnsanın doğuştan getirdiği özellikleri bireyin içinde yaşadığı toplumsal bağlamda anlam kazanmaktadır. Yapılan pek çok araştırma; suç işlemeye neden olduğu belirtilen zihinsel yetersizlikler, fiziksel bazı anormallikler ve psikolojik bozuklukların ancak uygun toplumsal çevrede etkinlik kazanabileceğini vurgulamaktadır (Yavuzer 2013).

32 Edwin Sutherland (1939), suçun kültürel bağlamına vurgu yaparak sosyal ekoloji içindeki etkileşimin çocukların suça yönelmesinde önemli bir etken olduğuna dikkat çekmiştir. Suçun tek başına zihinsel yetersizlikler, psiko-sosyal sorunlar gibi bireysel farklılıklarla izah edilemeyeceğini belirten Sutherland, suçlu davranış kalıplarının öğrenilmesinde kültürel etkileşimin rolüne vurgu yapmıştır. Ona göre kişi yasaların çiğnenmesini olumlu gören kodların, tanımların baskın olduğu bir kültürde yetişmişse suç işlemeye eğilimli olacaktır. Ayırıcı Birleşenler (Diffrential Association) Kuramı adını verdiği bu ilkeye göre, yasaya uygun meşru davranış kalıbının çocukluk döneminde öğrenilmesi gibi suçlu davranışa ilişkin normlar da çocuklukta yerleşip gelişmektedir. Sutherland’a göre, suçlu davranış çocuklukta öğrenilir, suça uygun şartlar oluştuğunda da kişinin suçlu davranış kalıplarıyla ve suçlu gruplarla etkileşim süresi, önceliği ve yoğunluğuna bağlı olarak ortaya çıkar (Sutherland 1939, Kızmaz 2005a).

Çocuk suçluluğu konusunda çalışmalar yapan Amerikalı sosyolog David Matza (1964) çocukların suça yönelmelerinin nedenini sorgulamış ve iki temel yaklaşım geliştirmiştir. Bunlardan birincisi gençlerin yaşadığı stresli çevrenin sapmaya neden olması, ikincisi ise her toplumda var olan suçlu alt kültürün etkisidir. Bireyin suç işleyebilmesi için sapkın olması gerekmez. İçinde bulunduğu ortam eğer suçu normal bir davranış olarak kabul ediyorsa, grubun sosyal normlara ve yasalara aykırı eğilimleri onu suça iter (Oktik 2013).

Sykes ve Matza (1957)’a göre suça sürüklenen çocukların büyük bir bölümü, eylemlerinden dolayı vicdani rahatsızlık hissetmekte ve bu duyguyla başa çıkabilmek için de yaptıklarını rasyonelleştirme yoluna gitmektedir. Yaptığını haklı gösterme çabası olarak ortaya çıkan bu durumu “Nötrleştirme Tekniği” olarak isimlendiren Matza ve Sykes, bu rasyonelleştirme mekanizmasını beş temel kategoriye ayırmışlardır. Bunlardan birincisi “sorumluluğu üzerine almamaktır.” Bu teknik yardımıyla birey, suç eyleminden çok kendisini suça iten faktörleri ön plana çıkarmaktadır. İkinci temel teknik, “verilen zararın büyüklüğünü kabul etmemektir.” Yasalara aykırı olarak işlediği suçun karşı tarafa önemli bir zarar vermediğini savunan suçlu, vicdanını rahatlatmaya çalışmaktadır. Üçüncü nötrleştirme tekniği “mağdurun varlığını kabul etmemektir.” Burada suçlu mağdurun suç fiilini (yaralama, darp, hakaret vb.) hak ettiğini düşünmektedir. Dördüncü teknik, “suçlayanları suçlama” ya da “kınayanları kınama”dır. Suça sürüklenen çocuk bu

33 teknik aracılığıyla, dikkatleri daha çok dış dünyadaki kişilere yöneltmektedir. Sonuncu nötrleştirme tekniği ise suçlu gencin içinde yer aldığı grubun kararlarına ve yaşam biçimine bağlı kalması gerektiğine inanmasıdır. Genç gruba bağlığını ifade etmek için; “yalnızca kendimi düşünerek yapmadım” şeklinde yaptıklarını haklı çıkarmaya çalışmaktadır (İçli 2013).

Günümüzde çocuk suçluluğunu anlamak üzere daha çok bütünleşik (integrated) suç kuramlarından yararlanılmaktadır. Özellikle Elliott ve ark (1979) tarafından geliştirilen bütünleşik model gerilim, sosyal öğrenme ve sosyal kontrol teorilerinin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Çocuk yaşadığı toplumda sosyo- kültürel hedef olarak belirlenen başarıya, meşru araçlarla ulaşamadığında bir gerilim yaşar ve gayrı meşru araçlara yönelerek sapma davranışı gösterir. Yetersiz sosyalleşme durumunda, çocuğun toplumsal normlarla ve hukuk düzeniyle sorunlu ilişki biçimi geliştirme riski artar. Sosyal çöküntü alanları olarak nitelendirilen bölgelerde ikamet etmek veya o bölgelerde yaşamak ise özellikle gençler açısından önemli bir risk teşkil etmekte ve sosyal çözülmeye neden olmaktadır. Tüm bu etkenler bir araya geldiğinde gencin toplumsal değerlere veya kurumlara olan geleneksel bağlılığı zayıflamakta, sapkın ve suçlu alt-kültür gruplarıyla yeni güçlü bağlar inşa etme olasılığı güçlenmektedir (Kızmaz 2005b).

Thornberry (1987)’nin etkileşimli suç modelinde; bireyleri topluma bağlayan geleneksel bağlardaki zayıflamayı takip eden süreçte bireyin suç unsuru olan davranışları öğrendiği ve bu davranışları etkileşimli bir ortamda pekiştirdiği belirtilmiştir. Bu modelde çocuğu ya da genci suça sürükleyen tüm faktörlerin birbirleriyle karşılıklı etkileşim halinde olduğu vurgulanmaktadır. Örneğin aileye bağlılık arttıkça geleneksel değerlere uyum artmakta ve çocuğun suç işleme riski azalmaktadır. Geleneksel değerlere bağlılık okula devamda sebatı arttırmakta, bu da suçlu arkadaşlarla birliktelikte azalmayı sağlamaktadır. Ancak bu etkileşim iki yönlü olmaktadır. Bir başka ifadeyle aileye bağlılık, geleneksel değerlere uyum, okula devamda sebat arttıkça suçlu arkadaşlarla birliktelik de azalmakta, suçlu arkadaşlarla birliktelik arttıkça da aileye bağlılık, geleneksel değerlere uyum ve okula devamda sebat azalmaktadır. Suçlu arkadaşlarla birliktelik, suçlu değerler ve suçlu davranış arasında karşılıklı pozitif bir etkileşim görülmektedir. Bu üç değişkendeki artış birbirini arttırıcı bir etkiye neden olmaktadır (Dolu 2012).

34 Uluğtekin (2014) çocukların makro, mezzo ve mikro düzeyde yaşadıkları zincirleme deneyimlerin günün birinde kendilerini suça karışmış birisi olarak bulmalarına zemin hazırladığını vurgulamaktadır. Modern zamanlarda neoliberal ekonomi politikaları, küreselleşme, aşırı tüketim, işsizlik, yoksulluk, ayrımcılık, göç, çarpık kentleşme, erkek egemen toplumsal yapı, şiddet ve hükümetlerin sosyal devletten uzaklaşma çabaları olarak kendini gösteren makro faktörlerin, çocuk ve gençlerin habitusunda yer alan mezzo ve mikro sistemlerin işleyişini biçimlendirdiğine dikkat çekmektedir. Çocuk ve gençlerin yaşam öykülerine bakıldığında sorun çözme, sorunu hafifletme, ihtiyaçlarını karşılama ve haksızlığa isyan amacıyla suç eylemini gerçekleştirdikleri görülmektedir.

Birey ve Aile Odaklı Mikro Düzey Riskler

Suçluluğun birey kaynaklı etkenlerini ön plana çıkararak çocuk suçluluğu olgusunu araştıran uzmanların bir bölümü genetik, biyolojik ve fiziksel özelliklere vurgu yaparken, diğerleri psikolojik, duygusal ve toplumsal etkenlere ağırlık vererek konuyu açıklamaya çalışmışlardır. Çocukla suç arasındaki bağlantıyı incelerken yapılması gereken, çocuğun doğumdan suç eylemini gerçekleştirdiği döneme kadar geçirdiği gelişim sürecinde neler yaşadığının araştırılmasıdır. İnsan davranışının anlaşılması ve değerlendirilmesi insan gelişimi hakkında bilgi sahibi olmayı gerektirir (Zastrow ve Krist-Ashman 2014).

Döllenmeyle başlayıp yaşam boyu devam eden insan gelişimi birlikte işleyen biyolojik, kültürel ve bireysel faktörlerin ortak etkileşimi sonucu gerçekleşir. Biyolojik, bilişsel ve sosyo-duygusal süreçlerin karşılıklı etkileşimiyle insanın yaşam dönemleri otaya çıkar. Kabaca çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık olarak sınıflandırılan bu dönemlerin her birisi kendi içinde ihtiyaçlar, başarılması gereken görevler ve çatışmalar gibi özellikler barındırır. Gelişimin yaşam boyu devam eden bir süreç olması bir dönemdeki gelişimin diğer bir dönemle bağlantılı olmasına neden olur. Gelişimin biyolojik mirastan ya da çevreden edinilen deneyimlerden mi daha çok etkilendiği, gelişimde erken ya da geç deneyimlerin ne ölçüde rol oynadığı, gelişim tedrici ve birikimli bir değişim şeklinde mi, yoksa ani ve dönemler halinde mi oluşmakta gibi sorular bu alandaki kuramların konuya birbirinden farklı açıklamalar getirmesine neden olmuştur (Santrock 2012a). Medawar; “kalıtım

35 önerir, gelişim düzenler” ifadesiyle gelişimin önemine dikkat çekmiştir (Bowlby 2012a).

İnsan gelişiminin düzenli olduğu, bu nedenle davranışın önceden kestirilebileceği varsayımına dayanan gelişim kuramları insan doğası ve davranış süreçlerine ilişkin farklı modeller ortaya koymuşlardır. Her model farklı bir dünya görüşünü temel alır ve gelişimi temsil edecek farklı kavramlar kullanır. Perlmutter ve Hall (1992) temel olarak üç model olduğundan bahseder: mekanistik, organizmik ve diyalektik. Mekanistik modeller, makine benzetmesi kullanarak gelişimin makinenin işleyişini yöneten yasalar gibi düzenli olduğunu vurgular. Bu modelde davranış uyarılmanın sonucudur ve insanların eylemleri çevreye verdiği tepkiler doğrultusunda açıklanır. Öğrenme ve bazı biliş kuramcıları zihnin işleyişi ve davranışı açıklarken bu modeli kullanırlar. Organizmik modeller, insanı etkin ve değişim geçiren organizmalar olarak görür. İnsanların çevreleriyle etkileşim içinde olmaları nedeniyle köklü bir şekilde değiştiğine vurgu yapılan bu modelde, davranışın dışsal nedeninden daha çok bireyin içindeki değişim kurallarının tanımlanması amaçlanmıştır. Diyalektik yaklaşım insanın sürekli değişen bir çevreyle etkileşim içinde olduğuna vurgu yapar. Birey ile toplum arasındaki ilişkiye odaklanan bu modelde, bireyin gelişiminin büyük ölçüde tarihsel andaki olaylardan etkilendiği belirtilir (Onur 2011).

Onur (2011)’a göre; gelişim psikolojisi açısından çocuk suçluluğu olgusunu etkileyen faktörlerin sistematik bir şekilde açıklanması ve betimlenmesinde bilim insanlarına rehberlik eden dört büyük psikoloji kuramı bulunmaktadır. Arnold Gessell tarafından geliştirilen Olgunlaşma Kuramı çocukta zaman içinde görülen değişimlerin çoğunun bedendeki özel ve önceden belirlenmiş bir şema ya da plana göre ortaya çıktığını vurgulamıştır. Sigmund Freud’un geliştirdiği Psikanalitik Kuram her insanın beş aşamalı bir dizi psikoseksüel evreden geçerek geliştiğini, ancak bu gelişmede yaşamın ilk yıllarının çok önemli bir etkisi olduğunu belirtir. Dollard ve Miller’in ortaya attığı Sosyal Öğrenme Kuramı geleneksel davranışçılığı aşarak, kişisel ve çevresel etkenlerin hepsinin birbiri içine girmiş belirleyiciler olarak etkide bulunduğunu savunur. Jean Piaget’in Bilişsel Gelişim Kuramı ise temeldeki yapı ile yaşantı arasındaki dinamik etkileşimi ön plana çıkarır ve bilişsel yeteneklerin gelişimine ve zihnin simgesel tasarımları anlama ve kullanma becerisine önem verir.

36 Gelişim alanında ortaya atılan kuramları ise biyolojik, psikodinamik, bilişsel, öğrenme, kültürel-bağlamsal kuramlar şeklinde gruplandırmak mümkündür. Gesell tarafından geliştirilen Olgunlaşma Kuramı, Lorenz ve Tinbergen’in geliştirdiği Etolojik Kuram biyolojik gelişim kuramı olarak kabul edilmektedir. Freud’un Psikoseksüel Kuramı, Erikson’un Psikososyal Kuramı ve Bowlby’nin Bağlanma Kuramı psikodinamik gelişim kuramları çerçevesinde yer alır. Bilişsel kuramlar grubunda Piaget’in Bilişsel Gelişim Kuramı, Kohlberg’in Ahlaki Gelişim Kuramı, ayrıca Sosyal Biliş Kuramı, Bilgi-İşlem Kuramı yer alır. Öğrenme kuramları içinde Pavlov, Watson ve Skinner’in Koşullanma Kuramı, Dollarda ve Miller’in Sosyal Öğrenme Kuramı, Bandura’nın Bilişsel Sosyal Öğrenme Kuramı bulunur. Gelişim alanında son olarak Vygotsky’nin Toplumsal-Tarihsel Kuramı ve Bronfenbrenner’in Ekolojik Kuramı kültürel-bağlamsal kuramlar içinde değerlendirilir (Onur 2011).

Gelişim psikolojisi alanında ortaya atılan tüm bu kuramlar çocuğun gelişim seyrini anlama ve aksayan yönleri tespit etme konusunda uygulayıcılara ve araştırmacılara yol gösterici olmaktadır. Kuram, bir olayı açıklamaya ve yordamlar yapmaya yardımcı olan birbiriyle uyumlu ve bağlantılı fikirler topluluğudur. Çocukların suça sürüklenmelerinin gelişimden kaynaklı nedenleri tek bir kurama dayalı olarak anlamaya çalışmak hatalı olacağından bu çalışmada eklektik yaklaşım benimsenmiştir. Eklektik yaklaşım, bir kuramı izlemek yerine her kuramın en iyi olduğu düşünülen özelliklerini seçme fırsatı sunmaktadır (Santrock 2012a).

Çocuğun gelişimini belli aşamalar halinde ele alan Freud, Ericson, Piaget ve Kohlberg gibi kuramcılar gelişim evresi kavramıyla konuyu açıklamaya çalışmışladır. Freud, hastalarını sorgulayarak ve analiz ederek sorunların büyük ölçüde çocukluk dönemindeki deneyimlerden kaynaklandığı kanaatine ulaşmıştır. Çocukların büyüdükçe haz odaklarının ve cinsel dürtülerinin ağızdan anüse ve en sonunda genital organlara kaydığını düşünen Freud, bu süreçte çocuğun gelişiminin beş evreden oluştuğunu ileri sürmüştür: Oral, anal, fallik, latent (gizil) ve genital. Çocukluk yıllarındaki bu gelişim evrelerinde haz kaynakları ve gerçeğin talepleri arasındaki çatışmanın nasıl çözüldüğü yetişkin kişiliğinin oluşumunda kritik öneme sahiptir (Burger 2006, Santrock 2012a).

Psikoseksüel gelişim kuramı açısından çocuk suçluluğu olgusunu değerlendirdiğimizde; özellikle cinsel istismar suçu işlemeleri nedeniyle hükümlü

37 olan çocukların, küçük yaşlarda kendilerinin de cinsel istismara maruz kaldığı yönünde araştırma bulguları olduğu görülmektedir. Baykara-Acar (2011a)’ın çalışmasında vurguladığı bir araştırmaya göre, cinsel suç işlemiş çocuklardaki cinsel istismar deneyimi oranının % 40 ile % 80 arasında değiştiği ifade edilmiştir. Ergenlik döneminin başlangıcında cinsel kimlik kazanma aşamasında olan çocuklar ailenin ve sosyal çevrenin bu konudaki katı tutumları nedeniyle cinselliği arkadaş çevresinden ya da müstehcen yayınlardan öğrenmektedirler. Cinsel istismar suçu işleyen 30 çocukla cezaevi ortamında görüşmeler yapan Baykara-Acar (2011a), çocukların suç öncesinde yoğun bir biçimde cinsellik ve pornografik içerikli materyalle içi içe olduklarını, karşı cinsle normal arkadaşlık ilişkisi yaşayamadıkları için ilgi ve meraklarını gidermek için sapkın davranışlara yöneldiklerini belirtmiştir. Sağlıklı olmayan psikoseksüel gelişim ile saldırganlık ve cinsellik içeren suçlara yönelme arasındaki bu doğrusal ilişki ergenlik dönemi öncesinde cinsellikle ilgili doğru bilgilendirmenin önemini göstermektedir.

John Bowlby tarafından geliştirilen Bağlanma Kuramı açısından çocuk suçluluğu olgusu değerlendirildiğinde; suçluluk anne yoksunluğuyla ilişkilendirilmektedir. Anne ile çocuk arasındaki sevgi bağında herhangi bir kopma ya da bozulma yaşanması, daha sonra suç davranışının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bowlby, Londra Çocuk Danışma Kliniği’nde hırsızlık suçu işleyen 44 vaka incelemesinden sonra; bu çocukların temel sorununun, yaşamlarının ilk yıllarında anne figürüne gerçek bir bağlanma oluşturma olanağından yoksun kalmaları nedeniyle sevmeyi başaramamaları olduğunu belirtmiştir (Bennett ve Nelson 2010). Çocuklarının ihtiyaç ve beklentilerinin karşılanmasında duyarsız ya da tutarsız davranan ebeveynler, erken dönemde kaygılı ve kaçınmacı bağlanma davranışlarının gelişmesine neden olmaktadırlar (Bowlby 2012b). Erken dönemde yetişkinlere olan güven ve sevgisini kaybeden çocuk, ergenlikle birlikte suça yönelmekte bu sayede hem sosyal onay ihtiyacını karşılamaya çalışmakta hem de toplumdan bir şekilde intikam almaktadır.

Suça sürüklenen çocukların davranışlarının değerlendirilmesi açısından bir başka önemli gelişim kuramı, Erikson’un Psiko-Sosyal Gelişim Kuramı’dır. Erikson’a göre, benliğin ilk işlevi bir kimlik duygusu oluşturmak ve bunu korumaktır. Bireyin kendisine ve diğerlerine uyum sağlaması açısından başarılı bir şekilde yönlendirmek zorunda olduğu psiko-sosyal gelişim evrelerine dikkat çeken

38 Erikson, yaşam döngüsünde sekiz evre olduğunu ifade etmiştir. Bunlar; bebeklikte güvene karşı güvensizlik, ilk çocuklukta özerkliğe karşı kuşku ve inisiyatife karşı suçluluk duygusu, çocuklukta yetkinliğe karşı aşağılık duygusu, ergenlikte kimlik kazanmaya karşı rol karmaşası, genç yetişkinlikte yakınlığa karşı tecrit olma, orta yaşta üretkenliğe karşı durgunluk, yaşlılıkta ego bütünlüğüne karşı umutsuzluk evreleridir (Gerring ve Zimbardo 2013, Aydın 2013). Her evrenin kendine özgü bir görevi ve çözülmesi gereken bir de çatışması vardır. Bebeklik döneminden itibaren çocuğun ihtiyaçlarının zamanında ve doğru bir yaklaşımla karşılanması benlik gelişimini olumlu bir şekilde etkiler. Doğumdan sonra güven ve sevgi arayışı içinde olan bebek, ebeveyni ile kurduğu güvene dayalı ilişki sayesinde dünyanın yaşamaya değer bir yer olduğu gerçeğini içselleştirir. Sonraki yıllarda ise bağımsızlık eğilimi ile anne-babanın denetim eğilimi arasında denge sağlamaya çalışır. En kritik gelişim evresi olarak kabul edilen ergenlik döneminin aşılması gereken krizi kimlik karmaşasıdır. Kimlik bireyin kim olduğuyla ilgili olup, benlik anlayışının sentezi ve bütünleşmesini ifade eder. Çocukluk döneminin güvenliği ile yetişkinliğin özerkliği arasında bocalama yaşayan ergenlerin yetişkinlerin anlayışına ve desteğine ihtiyaçları vardır (Santrock 2012b, Erikson 2014).

Yavuzer (2013)’e göre; ergenlerin duygu, düşünce, tutum, davranış, eylem, amaç ve beklentileri üç katmandan oluşur. Bunlar; temel kişilik yapısı, gençlik dönemine özgü psiko-sosyal özellikler, gencin yaşadığı çevrenin sosyo-kültürel ve ekonomik özellikleridir. Bu üç katmanın karmaşık etkileşimi sonucu ergen kimlik oluşturma sürecinde anti sosyal davranışlarda bulunabilir. Suça sürüklenen çocuklar üzerine yapılan pek çok araştırmada suça yönelik eylemin ağırlıklı olarak on dört yaş civarında ortaya çıkması tesadüf değildir. Ergenlikle birlikte çocukluktan yetişkinliğe adım atan gençler, henüz yeterli psiko-sosyal olgunluğa erişmedikleri için dürtülerini kontrol etmekte zorlanmakta ve akran grubunun da etkisiyle kolaylıkla suç oluşturan davranışlara yönelebilmektedirler (Austin ve Sciarra 2013).

Ergenlik döneminin kendine has özelliklerinin yanında çocukların suç işlemesinde bazı zihinsel bozuklukların da etken olduğu ileri sürülmektedir. Çocuğun zihinsel gelişimi anne karnında başlayarak tüm yaşam boyunca devam eder. Ancak bazı çocuklar genetik faktörlerin ve olumsuz çevre koşullarının da etkisiyle zihinsel gelişimlerini normal bir şekilde tamamlayamazlar. Zihinsel açıdan normal bir gelişim seyri göstermeyen her çocuk suça yönelmemektedir. Diğer pek çok faktörle bir araya

Benzer Belgeler