• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: RESİM SANATINDA FİGÜR VE MEKÂN KAVRAMLARINI

3.1. Çizgi

Birbirleriyle bağıntıları, ilişkileri, çoğalan gerilim noktalarının birleştirilmesinden çizgi doğar. Belirli aralıklarla dizilmiş, tek, tek noktalara bağlanan çizgi bir yeni görünüm yaratır. Henüz yüzey değildir bu fakat yarattığı görüntü olarak çizgiden farklı bir şeydir. Çizgi yapılarıyla oluşturulmuş ve kapalı form meydana getirmiş bir yüzey parçası etkisi yapmaktadır. Kısaca diyebiliriz ki; çizgi, grafik olarak hareket halindeki bir noktanın belirli bir yönde eğiliminden doğar (Işıngör ve diğ. ,1986: 10).

Çizgi çok defa pek çok tasarda yer alan bir elemandır. Çizgi için belirli bir uzunluk ve belirli bir genişlik kabul etmek ve onu sınırlamak mümkün değildir. Genişliği ve uzunluğu ne olursa olsun eğer bir şey çizgi etkisi yapıyor, çizgisel bir özellik gösteriyorsa; o şey o tasar içinde çizgi rolü oynuyor demektir (Güngör, 1983: 10).

Çizgi, görsel bir anlatımda, ilk anlatım unsurudur. Çizginin anlatım olanaklarından hem sübjektif, hem objektif yollardan faydalanmak mümkündür. Objektif olarak, ölçüm ve teknik resim ve projelerde çizgiden yararlanırız. Sübjektif yönde anlatımlarda ise sınırsız imkânlara sahip oluruz. Çizgi ile türlü etkiler yaratabilir, çeşitli pisişik durumlar oluşturabiliriz. Çizgi, düzenleme içinde tuttuğu yere, yapıta birlik getirmeye veya onu zedelemeye, yapıtı düzenlemeye ya da var olan dengeyi bozmaya yarayabilir. Bir kompozisyonda, birlik veya beraberlik yönünden bakılınca çizginin birinci planda rolü olduğu ortaya çıkar. Çizgi niteliklerinin tek düze oluşu ve kompozisyon içinde tekrarı bütünde birliğe doğru götürür bizi. Ancak burada monotoni, usandırıcı biteviyelik tehlikesi ile karşılaşırız (Işıngör ve diğ. , 1986: 10).

Sanat dilinde çizgi, bir basitleştirme, yerine göre, sadeleştirme veya bir soyutlaştırma sonucudur. Doğada, ancak biçimlere, yüzeylere rastlarız yüzeylerin bittiği yerler veya yüzeylerin birbirleriyle ilişkili olduğu kenarlar çizgi etkisi yaparlar. Yani doğada tam anlamıyla çizgi yoktur. Oysaki sanatta çizgi elemanını çok çeşitli yerlerde görmek olasıdır. Örneğin: Çizgi tekstür çalışmalarında yüzeyi yaratabilir, renk alanlarını sınırlar, kendi başına plan etkisi yapar, perspektif oluşturur veya formlarda dış kenar unsuru olarak kullanılır. Çizginin karakteristik özelliği tipi, pisişik etkileme yönünden büyük önem taşır. Örneğin: Düz çizgi bir biteviyelik duygusu verir. Bu etki ölçü ile de ilgilidir. Eğri bir çizgi, kemer veya elipsi bir gidiş de gösterebilir. Hatta hacim çağrışımı da yapabilir. Ayrıca çizgi kendi etrafında bükülerek bir takım dalgalı yüzeyler yaratabilir. Bütün bu hareketler gözü oyalar. Bu gidiş ritmik bir karakter aldığında çoğu kez göze hoş gelen bir uyuşum elde edilir. Eğri karakterli bir çizginin kendine özgü bir akıcılığı vardır. Buna karşın çizginin ani yön değiştirmeleri heyecan, hayret ve tereddüt uyandırır, kararsızlık yaratır. Zira beklenmedik değişimlere uymakta insan yapısı görü yoluyla da olsa daima güçlük çeker (Işıngör ve diğ. , 1986: 12).

Kompozisyon içinde çizgi, bir renge, açık koyu değere veya dokusal karaktere sahip olabilir. Çizginin etkileme gücü, rengin aksiyonuyla birleşince anlatım olanağı çok

genişler. Renk çizginin diğer niteliklerini de değerlendirmeye, değiştirmeye ya da yumuşatmaya yönelir. Örneğin: Şiddetli bir renkle birleştirilen bir kalın çizgi çarpıcı etki yapar. Aynı çizgi yumuşak bir renkle, birleştirildiğinde tam tersine etkisi azalır veya başka bir durum ortaya çıkar.

Bir çizginin başka çizgiler ile ilişkili olduğu zamanlarda yüzey meydana gelir. Çizgi bu durumda tamamen pasif niteliktedir. Bu anda çizgi bir yüzey kenarı işlevini üstlenir. Çizgiye göre yüzeyin iki ayrı niteliği vardır:

1 - Tonlama ve gölgelemeden, yani siyah beyaz aralıklardan meydana gelen ağırlıklı yüzey; yüzeyde kullanılan gölgeleme, ilk anda ağırlık, sonra da yüzey için sınır oluşturduğundan, yüzeyin kendisi için ayrıcı bir ölçü niteliğindedir.

2 - Yüzeyin içindeki renk unsuru; gölgeleme renk unsuru ile ele alındığında, yüzeyin etkisi, mesafesi, boyutu ve tüm çarpıcılığı seyreden üzerinde, bazen aynı, bazen değişik, psişik (İçtepisel) durumlar meydana getirir (Işıngör ve diğ. , 1986: 13).

Resim sanatını tarihsel gelişim sürecinde incelediğimiz zaman, başlangıç noktasında çizgi ile karşılaşıyoruz. Çizgi insanlık tarihi ile beraber en eski anlatım aracı olmuştur. Çizgi, görünen gerçekliğin kavranmasında ve aktarılmasında kullanılabilecek en uygun araçtır. İnsan ilk resimsel faaliyetlerinde formları çizgi ile sınırlandırıp içerisini de yüzeysel olarak renklendiriyordu.

Doğayı işleyen, değiştiren, inceleyen ve denetleyen sosyal yaratık olan insan çizgiyi doğa mücadelesinde “soyut” ama simgesel olarak “somut” bir araç olarak kullanır. İster geometrik, ister artistik bir değer içersin, bu “soyutlamaya” bağlı kavram günlük yaşama o kertede girmiştir ki, adeta “maddesel” bir varoluşun “niteliği” kadar gerçeklik kazanmıştır. Biçim ve formların dış sınırları, ışık-gölgenin, renklerin ayrım yerleri, büyük alanların çok ensiz yüzeyleri, uzunluğundan başka bir boyutu algılanamayan kaynaklar, çizgi olarak görünür. Sonuç olarak çizgi, şekillendirmenin, hacimlendirmenin görsel yaratılışın boyutsal bir öğesi olduğu işleve, anlama üzerinde taşıdığı becerikliliğe göre estetik değer içeren görsel somutlaşmanın teknik anlatımıdır (Atalayer, ? : 147).

Yüzyıllar boyunca yüzeysel, iki boyutlu anlatımın bir öğesi olarak kullanıldı çizgi. Ancak zamanla insanın yaşadığı doğayı merak etmesi ve tanıması ayrıca toplumsal

yenilenmelerin paralelinde resim sanatı da büyük devrimler yaşamaya başladı. Nesneleri sadece dış konturları ile tanımak yeterli olmayınca, boyama sırasında cisimlerin kütleleri verilmeye çalışılmıştır. Bu da hemen başarılmış bir tutum olmadı. Resim sanatının büyük birikimi üzerinde bunu ilk başaran sanatçı Giotto olmuştur. Giotto’nun yaşadığı dönemde heykel sanatçıları sürekli bir araştırma, yenilikler onamında idiler. Tüm çabalar perspektif ve derinlik etkisini yakalayabilmek içindi. Bu bir heykeltıraş tarafından başarıldığı zaman Rönesans hareketinin ilk kımıldanmaları da ortaya çıkmaya başlıyordu. Rönesans ile birlikte artık ressamlar konturları aşıyorlardı. Artık cisimlerin hacimleri ve mekânda derinlik yanılsamaları onlar için yeni hedef1er olmuştu. Ressamlar bu yenileme hareketleri ile içine girdikleri üretken ortam içerisinde zamanla yeni üsluplar yakalamaya başladılar. Çizgiyi ve çizgisel karaktere yaklaşan sanatçılar resimlerinde nesnelerin dış sınırlarının gözle takip edilebilmesine izin veriyorlardı buna çizgisel üslup diyoruz. Çizgisel üslup gerçeklik yanılsaması taşır ve figürleri sağlamlık ve belirlilik karakteri taşıyarak bu gerçeklik yanılsamasına hizmet eder. Ancak resim sanatının tarihsel süreci içerisinde Barok sanata geldiğimiz zaman çizgisel üslup eski geçerliliğini terk ediyordu. Barok sanat içerisinde çizginin görevleri artık çok daha farklıdır. Bu dönemde gerek figür ve gerekse mekânda gerçeklik yanılsamaları desen yolu ile elde edilmiştir (Korkmaz, 1997: 15).

Klasik dönemde salt bir eleman olarak karşımıza çıkan çizgi, modern sanatta resmin bütününü oluşturabiliyordu. Mondrian’da geometrik çizgi, Pollock’ta boyanın akışı ile elde edilen çizgi yoğunluğu, Frank Stella’da tuvalin formuna göre şekillenen çizgi, çevresel sanatçılarda ise doğada oluşturdukları çizgi, sanat eserinin kendisini oluşturuyor ya da eserde çok önemli söz sahibi olabiliyordu (Korkmaz, 1997: 16).

Benzer Belgeler