• Sonuç bulunamadı

Çerçevesinde Türkiye ve Kıbrıs Sorunu

Alptekin MOLLA*

1. Giriş

Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyelik amacıyla 2005 yılında müzakerelere başlayan Türkiye’yi, zorlu bir sürecin beklediği herkes tarafından kabul edilmektedir. Çok yönlü boyutları bulunan bu müzakere sürecinde, Türkiye’nin bir an önce çözüme kavuşturması gereken önemli siyasi ve ekonomik sorunları bulunmaktadır. Bunların içerisinde Kıbrıs, Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hedefini nihai olarak belirleyecek siyasi bir sorun olarak Türkiye’nin karşısında bulunmaktadır. Türkiye, Kıbrıs’ta taraflar arasındaki anlaşmazlıkların çözümünü siyasi bir amaç olarak belirlerken, sorunun içinde önemli bir yer kaplayan güvenlik endişesi bu siyasi amacın gerçekleşme olasılığını ve AB ile yürüttüğü müzakerelerin hızını ve yönünü belirleyen en önemli unsurlardan biri olarak ortaya çıkmaktadır.

II. Dünya Savaşı’nın ardından, Sovyetler Birliği’nin Türkiye ve Yunanistan üzerinde siyasi ve askeri baskı uygulaması, bu iki ülkenin 1952 yılında Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’ne (NATO) üye olmalarıyla sonuçlanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) askeri ve siyasi desteğini alan Türkiye ve Yunanistan, Sovyetler Birliği’ne karşı konumlarını güçlendirirken, ABD de Sovyetleri çevreleme (containment) politikası doğrultusunda önemli bir adım atmış oluyordu.

1950’lerin başında Türkiye ve Yunanistan arasında görülen güvenlik ve savunma alanındaki ortak politika ve tutumlar bu on yılın sonlarına doğru adada yaşayan Rumların İngiltere’den bağımsızlık talebi ve ardından Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla yavaş yavaş bozulmaya başlamıştır. İlerleyen yıllarda Kıbrıs sorununun daha da derinleşmesi NATO üyesi iki ülkenin NATO ittifakının kuruluş amacından ve temel savunma politikalarından farklı olarak, birbirlerini kendi ulusal güvenliklerini tehdit eden unsurlar olarak algılamaya başlamasına neden olmuştur. Öyle ki, iki ülke Kıbrıs sorunu yüzünden yaşanan krizlerle sık sık karşı karşıya gelmişlerdir. Özellikle Yunanistan’ın Türkiye’yi ülkesine yönelik en önemli tehdit olarak belirlemesi Batı ittifakı içerisinde tam bir tezat oluştururken, Türkiye de bu durumdan doğrudan etkilenmiş ve savunma planlamalarında ve uygulamalarında bunu göz önünde bulundurma zorunluluğu hissetmiştir.

Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunlardan sadece bir tanesi olmasına karşılık, Türkiye’nin güvenliğini doğrudan etkilemesi söz konusu olduğundan önem sıralamasında önlerde yer almaktadır. Bu önem en fazla olarak adanın sahip olduğu stratejik coğrafi konumdan kaynaklanmaktadır. Bu durum

Alptekin MOLLA

164

sadece Türkiye açısından değil, Doğu Akdeniz ve Orta Doğu bölgesinde çıkarları bulunan büyük güçler açısından da söz konusudur. Kıbrıs adasının Türkiye’ye yakınlığı, dahası Anadolu yarımadasının büyük bir kısmına hakim bir konumda bulunması Türkiye’nin savunması açısından bir öncelik oluşturmaktadır.

Kıbrıs adasının askeri stratejik öneminin yanı sıra, gerek Yunanistan’ın gerekse Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) AB’ye tam üye olmaları, AB çerçevesinde geliştirilen güvenlik yapılanmalarından Türkiye’nin dışlanması gibi bir sorunu da beraberinde getirmiştir. Özellikle, adada iki toplum arasında nihai bir çözüme ulaşılmadan GKRY’nin Kıbrıs adasının bütününü temsil edecek şekilde AB’ye dahil edilmesi, sorunu daha da karmaşıklaştırmış, güvenlik ve savunma konularında Türkiye’nin, NATO içerisinde fakat ondan bağımsız bir yapıda oluşturulmaya çalışılan Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası’na (AGSP) karşı bir takım itirazlarının oluşmasına neden olmuştur.

Kıbrıs sorunu Türkiye için ilk başlarda adada yaşayan Türk toplumunun varlığını ve haklarını koruma açısından önem taşırken, sorunun göstermiş olduğu gelişme çizgisi ve adanın sahip olduğu stratejik önem, Türkiye açısından sorunun güvenlik boyutunu da ön plana çıkarmaya başlamıştır. Adada Türk ve Rum toplumları arasında oluşan güvensizlik ortamı, yansımasını Türk-Yunan ilişkilerinde de göstermiş, NATO üyesi iki müttefik ülkenin birbirlerini karşılıklı olarak kendi güvenliklerine yönelik en önemli tehditler olarak görmeleri sonucunu doğurmuştur.

Türkiye’nin henüz Avrupa Birliği’ne tam üye olmaması, gerek Kıbrıs’ta gerekse Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunlarda kalıcı bir çözüme ulaşılmaması bu konunun önemini günümüzde de ortaya koymaktadır. Hem Yunanistan’ın hem de GKRY’nin Türkiye ile olan sorunlarını AB içerisinde çözme yönündeki politikaları Türkiye’yi haklı olarak endişelendirirken, Türkiye’nin Batı kurumlarından dışlanması ya da bunların içerisinde yalnız bırakılması olasılığını da beraberinde getirmektedir. Konunun tarihsel süreç içerisinde gelişimi göz önüne alınarak incelenmesi, gelinen şu aşamada, Türkiye’nin Kıbrıs sorunu çerçevesinde güvenlik ve savunma önceliklerinin gelecekte nasıl bir şekil alacağı ve izlenecek politikalarda nelerin ön plana çıkacağını göstermek açısından da fayda sağlayacaktır. Bu amaç doğrultusunda hazırlanan bu çalışmada, Kıbrıs sorununun Türkiye’nin güvenlik ve savunma politikalarına olan etkisi, bazı tarihsel dönüm noktaları dikkate alınarak üç dönem halinde analiz edilmiştir. Bu şekilde tarihsel süreç içerisinde Türkiye’nin Kıbrıs konusunda değişim gösteren öncelik ve politikaları ortaya konulmuş, geleceğe dönük olarak konu üzerinde bir takım tahmin ve önerilere yer verilmeye çalışılmıştır.

2. 1950 – 1974 Dönemi

II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından kendini Sovyet siyasi ve askeri baskısı altında hisseden Türkiye, kendi imkanları ile buna karşı koyamayacağını fark

Güvenlik ve Savunma Politikaları Çerçevesinde Türkiye ve Kıbrıs Sorunu

165

ederek ABD ve Batı Avrupa ülkelerini dengeleyici unsur olarak ulusal güvenlik ve savunmasının tamamlayıcı unsurları arasına katmıştır. Türkiye’nin bu yöndeki tutumu 1952 yılında NATO üyeliği ile resmi nitelik kazanmış ve II. Dünya Savaşı’nın ardından siyasi ve askeri anlamda Doğu-Batı diye ikiye bölünen Avrupa’da Batı bloğu içerisinde yer almıştır. Türkiye, bu dönemde kendisi için en büyük tehdit olarak gördüğü Sovyetler Birliği’ne karşı katı bir blok politikası izlemiş, güvenlik ve savunma politikasını blok lideri Amerika Birleşik Devletleri’nin belirlediği çerçeve dahilinde oluşturmaya çalışmıştır.

Türkiye, Sovyetler Birliği’ne karşı küresel düzeyde ABD ile birlikte oluşturduğu politikaların yanında bölgesel düzeyde de, Batı bloğu çıkarları doğrultusunda Balkanlar’da ve Orta Doğu’da yeni güvenlik ve savunma yapılanmaları içerisinde yer almıştır. Bu doğrultuda Balkan İttifakı ve Bağdat Paktı’nın oluşumunda aktif rol üstlenen Türkiye, etrafını saran coğrafyada statükoyu korumaya yönelik bir dış politika benimsemişti.

Türkiye’nin Soğuk Savaş parametreleri çerçevesinde oluşturduğu bu politikanın güvenliğini ne ölçüde sağladığı ve ulusal çıkarlarını ne derece koruduğu ilerleyen yıllarda gündeme gelen Kıbrıs sorunu ile birlikte tartışılmaya başlamıştır. Türkiye, NATO aracılığıyla Batı bloğu içerisinde kendi kimliğini oluşturmaya başladığı bir dönemde gündeme gelen Kıbrıs’ın İngiltere’den bağımsızlık talepleri karşısında, bölgesel statükoyu korumaya yönelik politikasını devam ettirmiş ve adanın İngiltere’de kalması yönünde bir tavır sergilemiştir (Armaoğlu, 1988: 530).

Ancak, Kıbrıs konusunun Yunanistan tarafından Birleşmiş Milletlere taşınması ve İngiltere’nin Kıbrıs politikasında değişikliğe giderek adaya özerklik, daha sonrada bağımsızlık vermek istemesi, Türkiye’yi Kıbrıs politikasını yeniden gözden geçirmeye yöneltmiştir. Türkiye, Kıbrıs konusunda daha önceki görüşünü terk ederek, adanın kendisine verilmesini istemiş, fakat bu konuda tarafları yeterince ikna edici olamayınca adanın Rum ve Türk toplumları arasında taksim edilmesi fikrini benimsemiştir. Sonuçta, İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin katılımıyla Zürih ve Londra’da gerçekleştirilen görüşmeler ve yapılan anlaşmalar sonucunda iki toplumlu bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur.

Türkiye’nin Kıbrıs politikasında ortaya çıkan bu değişiklikler büyük ölçüde Kıbrıs’ta yaşanan gelişmelere bağlı bulunsa da Türkiye’nin etrafında gelişen olayların da bu politika değişikliğinde belirli ölçüde etkisi olmuştur. Türkiye’nin etrafında oluşturmaya çalıştığı güvenlik düzenlemeleri fazla uzun süreli olmamış, önce Balkan İttifakı’nda görülen gevşeme, ardından Bağdat Paktı’nın dağılması, Türkiye’yi daha az güvenilir bir ortam içerisinde bırakmıştır. Özellikle Türkiye’nin güneyinde meydana gelen gelişmeler, Türkiye’yi Kıbrıs konusunda daha hassas yapmış, adayı güvenlik ve savunma açısından ön plana çıkarmıştır. Irak’ta Batı karşıtı rejim değişikliğinin yaşanması, Sovyet destekli Suriye ile yaşanan gerginlik ve Yunanistan’ın Kıbrıs konusundaki tutumu,

Alptekin MOLLA

166

Türkiye’yi İran hariç komşusu olduğu diğer ülkelerle ilişkilerinde güven sorunu yaşamasına neden olmuştur. Kendisine karşı pek de dost tutum ve davranış içerisinde olmayan ülkeler tarafından çember içine alındığını düşünen Türkiye, genel anlamda Akdeniz, özel anlamda da Kıbrıs’ı, önemli ulusal çıkarları doğrultusunda dış dünya ile temas açısından bir çıkış yolu olarak değerlendirmiştir.

Süveyş bunalımının ardından bölgedeki etkinliği azalma eğilimi içerisine giren İngiltere’nin Doğu Akdeniz’de oynadığı rolün Amerika Birleşik Devletleri’nce henüz tam olarak doldurulmadığı bir sırada Kıbrıs konusunda atılacak adımlarda bir oldu-bitti ile karşılaşmamak ve bölgesel güç dengelerini daha da bozacak gelişmelere imkan vermemek, Türkiye’nin bu dönemdeki öncelikleri arasında yer almıştır.

Garantör ülke sıfatıyla Kıbrıs Cumhuriyeti kurucu anlaşmasında imzası bulunan Türkiye için adada oluşan yeni denge, beklentilerini büyük ölçüde karşılamaktaydı. Ancak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından adada yaşanan gelişmeler, Türkiye’yi olaylara müdahale etmeye zorlarken, Amerika Birleşik Devletleri ve Yunanistan’ın takındığı tutum, Türkiye’nin II. Dünya Savaşı sonrasında izlediği güvenlik ve savunma politikalarını yeniden gözden geçirme mecburiyetinde bırakmıştır. Bölgesel bir güç olarak değerlendirilebilecek Türkiye ile küresel politikalar doğrultusunda hareket eden blok lideri ABD arasındaki çıkar farklılaşması da ilk örneklerini Kıbrıs sorununda vermiştir.

Türkiye, Kıbrıs’ta 1964’te yaşanan olayların ardından gündeme gelen Kıbrıs’a askeri müdahale konusunda ABD Başkanı Johnson’ın Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği mektup sonucunda yaşanan krizin ardından, ulusal güvenlik ve savunmasını sadece ve sıkı biçimde blok politikalarına bağlı kalarak sağlayamayacağını anlamıştır. Amerikan Başkanı gönderdiği mektupta, Türkiye’yi Kıbrıs’a askeri bir müdahalede bulunmaması konusunda uyarırken, olası bir müdahale sonucunda Doğu bloğunun göstereceği tepki karşısında ABD’nin ve NATO’nun Türkiye’ye karşı olan yükümlülüklerini yerine getirmeyebileceğinden bahsetmiştir (Armaoğlu, 1991: 267–269).

1964 olaylarında olduğu gibi, 1967 yılında Kıbrıs’ta yaşanan krizin ardından, Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde yaşanan gerginlik bir üst seviyeye çıkmış, adanın Yunanistan ile birleşmesini öngören Enosis politikasının Yunanistan tarafından resmi bir şekilde gündeme getirilmesi Türkiye açısından bir tehdit olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Ayrıca, Kıbrıs Rum lideri Makarios’un adada ve Yunanistan’da güçlü olan sol eğilimli partiler vasıtasıyla Sovyetler Birliği ile Bağlantısızlar Hareketi içerisinde yer alan ülkelerle yakın ilişkiler geliştirmesi Türkiye’de endişe ile karşılanırken, ABD’nin de tepkisini çekmiştir (Sönmezoğlu 1995: 20–21). Daha önce Suriye ve Mısır üzerinden Ortadoğu’da varlığını hissettirmeye başlayan Sovyetler Birliği için bu durum bölgede etkinliğini arttırmak için yeni bir fırsat olarak önüne çıkmıştır. Nitekim daha

Güvenlik ve Savunma Politikaları Çerçevesinde Türkiye ve Kıbrıs Sorunu

167

önce İngiltere ve ABD tarafından adada düzenin sağlanması amacıyla NATO askeri konuşlandırılması düşüncesi, Türk tarafının kabul etmesine karşılık Rum tarafınca reddedilmiştir (Armaoğlu, 1988: 787).

Adada yaşayan iki toplum arasındaki gerginliğin sona erdirilememesi, özellikle Yunanistan’ın adadaki Rum silahlı örgütlerine yaptığı siyasi destek ve askeri yardım ve daha sonra Yunan askeri cuntası desteğinde Kıbrıs’ta gerçekleşen hükümet darbesi, Türkiye’nin adanın Yunanistan ile birleşmesi yönündeki endişelerini haklı çıkarırken, Kıbrıs Barış Harekatı’nın da en önemli nedenini oluşturmuştur.

3. 1974 – 1990 Dönemi

1974 Kıbrıs Barış Harekatı, adanın Yunanistan ile birleşmesi yönündeki çabalarını sona erdirerek Türkiye’nin bu yöndeki endişelerini ortadan kaldırmıştır. Bununla birlikte Türkiye’nin güvenlik ve savunması açısından yeni bir takım sorunları da beraberinde getirmiştir. Bunlardan birincisi Türkiye’nin askeri gücü ile ilgili ortaya çıkan sorundur. Barış Harekatı’nın hemen ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’ye karşı uyguladığı silah ambargosu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin imkan ve yeteneklerine önemli ölçüde sınırlama getirmiş, özellikle askeri açıdan Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye’nin konumunda bir zayıflama söz konusu olmuştur. Silah ambargosu yüzünden ABD ile Türkiye arasında yaşanan gerginlik NATO içerisinde bir tezat oluştururken, bu ambargo askeri teçhizatının çok büyük bir bölümünü bu ülkeden sağlayan Türkiye’nin ulusal savunma sanayisini oluşturması yönünde uyarıcı bir etkide de bulunmuştur (Güvenç, 2000: 152). ABD tarafından Türkiye’ye karşı 1978 yılına kadar uygulanan silah ambargosu, Türk Silahlı Kuvvetleri üzerindeki olumsuz etkisini 1980’lerin ortasına kadar sürdürmüştür.

Türkiye’nin karşılaştığı diğer bir olumsuzluk ise Harekat’ın ardından Yunanistan ile Kıbrıs konusunda yaşanan gerginliklere ek olarak farklı bir zeminde yeni sorunların ortaya çıkmasıdır. Yunanistan özellikle Ege denizinin statüsü ile ilgili sorunları ön plana çıkararak Türkiye ile arasındaki anlaşmazlıkları uluslararası platformlara taşımaya başlamış, böylelikle Türkiye’yi uluslararası alanda yalnız bırakma amacı gütmüştür. Ege denizi ile ilgili olarak Türkiye’nin güvenliğini yakından ilgilendiren en önemli konular, Yunanistan’ın Doğu Ege ve Boğaz Önü Adalarını Lozan ve Montrö Boğazlar sözleşmesine aykırı bir biçimde silahlandırma çalışması ve Ege’de karasularını tek taraflı olarak 12 mile çıkarma girişimi olmuştur. Özellikle karasuları sorunu güvenlik açısından Türkiye’nin gündeminde önemli yer tutmuş, Yunanistan tarafından Ege’de tek taraflı olarak uygulanacak böyle bir girişimin Türkiye için savaş nedeni (casus belli) sayılacağı belirtilmiştir. Daha önce de Türkiye ve Yunanistan arasında zaman zaman gündeme gelen karşılıklı suçlamalara neden olan bu konu, Kıbrıs harekatından sonra Yunanistan tarafından açık bir şekilde kabul edilirken, bunun Ege’deki Türk tehdidine karşı Yunanistan’ın meşru

Alptekin MOLLA

168

savunması olduğu belirtilmiştir (Kut, 2004: 512-518). 1974 Kıbrıs harekatının hemen ardından NATO’nun askeri kanadından çekilen Yunanistan, 1974 Kıbrıs harekatından sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sahip olduğu askeri yetenekleri kendisi için tehdit olarak algılamış (Ayman, 2000: 297), bahsedilen konularda Türkiye karşıtı bir tutum sergilemesi, Türkiye’nin de karşı tepki vermesine neden olmuştur. Yunanistan’ın uluslararası hukuka aykırı bu davranışına karşı Türkiye NATO’dan bağımsız olarak 20 Temmuz 1975 tarihinde Ege Ordusu’nu oluşturmuştur.

1980’lere gelindiğinde Kıbrıs sorunu Türkiye’nin güvenlik ve savunması açısından Yunanistan ve Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkilerinde önemli yer tutmaya devam etmiştir. Bu dönemde Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesi, Türkiye karşıtı Panhellenik Sosyalist Hareket’in (PASOK) Yunanistan’da iktidar olması ve ABD’deki Rum lobisinin faaliyetleri ön planda olan gelişmeler olmuştur.

Yunanistan’ın 1977 yılında NATO’nun askeri kanadına tekrar dönme isteği Türkiye’nin vetosu ile karşılaşmıştır. (Armaoğlu, 1988: 841). Daha sonra NATO içerisinde devam eden ve içeriği tam olarak açıklanmayan görüşmeler sonucunda Türkiye bu konudaki vetosunu kaldırmış ve Yunanistan 20 Ekim 1980 tarihinde NATO’nun askeri kanadına geri dönmüştür. Türkiye’nin bu yöndeki kararında Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye üzerinde uyguladığı baskının büyük etkisi olmuştur. Bu dönemde, Türkiye’nin içinde yer aldığı coğrafyada ortaya çıkan gelişmeler ABD’nin Ortadoğu politikasında Türkiye’ye olan ihtiyacını arttırırken, Türkiye’nin iç siyasal yaşamındaki değişim de, Türkiye’nin ABD’nin siyasi desteğine olan ihtiyacı arttırmıştır. 1979 yılında Ortadoğu bölgesinde gerçekleşen iki önemli gelişme, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali ve İran İslam Devrimi, ABD’nin bölgedeki çıkarlarını doğrudan etkilerken, yine aynı döneme rastlayan İran-Irak savaşı, bu bölgede yaşanan gelişmeleri kontrol altında tutmaya çalışan ABD’yi daha da endişelendirmiştir. Ortadoğu’da yaşanan bu gelişmeler çerçevesinde Amerika Birleşik Devletleri, NATO’nun Güneydoğu kanadını daha güçlü bir yapı içerisinde tutmak istemiştir. Bunun için Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan sorunların çözümüne yönelik desteğinin yanında, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönmesi için de ayrı bir çaba göstermiş ve Türkiye üzerine uyguladığı baskının ana nedenini bu oluşturmuştur. Nitekim Yunanistan’da yapılacak seçimlerde büyük olasılıkla iktidara gelmesi beklenen PASOK’un NATO karşıtı tutumu, Yunanistan’ın NATO’dan tamamen ayrılması ihtimalini de gündeme getirmişti. Yaşanan bu gelişmeler karşısında, Türkiye’de iktidarda bulunan 12 Eylül askeri yönetimi, üzerindeki Amerikan baskısını azaltmak, aynı zamanda ihtiyaç duyduğu siyasi desteği sağlamak için Yunanistan’ın NATO üyeliği konusunda uyguladığı vetoyu kaldırma yönünde bir tavır sergilemiştir (Uzgel, 2001: 40–43). Türkiye’nin bu kararı, yakında Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun üyesi olacak olan Yunanistan ile ilişkileri bir

Güvenlik ve Savunma Politikaları Çerçevesinde Türkiye ve Kıbrıs Sorunu

169

ölçüde yumuşatma amacı da taşımıştır. Ne var ki, Türkiye’nin bu yaklaşımı Yunanistan’la ilişkilerde bir yumuşama sağlamaya yetmemiştir.

1980’lerin ilk yarısında Yunanistan’da iktidara gelen PASOK’un tutumu Türk-Yunan ilişkilerini yeniden gergin bir döneme sokmuştur. İki ülke arasında gerginleşen ilişkiler yansımasını Kıbrıs sorununda da göstermiştir. Adanın kuzeyinde 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) ilan edilmesi ve yeni devletin Türkiye tarafından tanınması Kıbrıs sorununda yeni bir dönemin başlangıcını oluşturmuştur. Bu tarihten itibaren Yunanistan ve GKRY, bir yandan uluslararası platformlarda Kıbrıslı Türkler tarafından oluşturulan yeni devletin tanınmaması yönünde büyük çaba gösterirken, diğer yandan da hızlı bir silahlanma süreci içerisine girmişlerdir.

Bu dönemde Yunanistan ve GKRY’nin Türkiye karşıtı politikaları sadece bölge ile sınırlı kalmamıştır. Amerika Birleşik Devletleri Senatosu ve Amerikan yönetimi içerisinde Rum lobisinin yürüttüğü yoğun faaliyetler Türkiye aleyhine bir takım sonuçların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu durum özellikle Türkiye’nin Amerika Birleşik Devletleri’nden sağladığı askeri yardımlar konusunda daha fazla kendisini hissettirmiştir. Türkiye’nin güvenlik ve savunmasını yakından ilgilendiren Amerikan askeri yardımları, Türkiye’nin NATO içerisindeki sorumluluklarını karşılamaya yetmeyecek bir biçimde Yunanistan ile 7/10 oranı gibi matematiksel formüle bağlanırken, bu durum Amerikan yönetimince, 1961 tarihli Amerikan Dış Yardım Kanunu’nda 1978 yılında yapılan değişikliğe dayandırılmıştır. Değişikliğe uğramış bu kanuna göre Türkiye ve Yunanistan’a yapılacak Amerikan askeri yardımının bölgedeki güç dengesini değiştirmeyecek oranda olması gerekmekteydi (Krebs, 1999: 364). 1980’lerin başlarından itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başlatmış olduğu kapsamlı modernizasyon çalışmaları göz önünde tutulduğunda, ABD’nin bu yöndeki politikasının, Türkiye’nin savunmasında yarattığı olumsuzluk daha açık olarak ortaya çıkmaktaydı.

4. 1990 – 2004 Dönemi

1980’lerin sonunda Doğu bloğunda ortaya çıkan toplumsal ve siyasi gelişmeler komünist rejimlerin bu ülkelerde birbiri ardına çökmesine neden olurken Sovyetler Birliği’nin dağılması, II. Dünya Savaşı’nın bitiminden bu tarihe kadar devam eden Doğu – Batı gerginliğini, diğer değişle Soğuk Savaş’ı da sona erdirmiştir. Başta Avrupa olmak üzere dünya üzerindeki birçok farklı coğrafyada ülkeler kendilerini daha güvenli bir ortamda hissederken, aynı durum Türkiye için geçerli olmamıştır. 1990’lardan itibaren oluşmaya başlayan yeni uluslararası ortamda güvenlik ve savunma konularında bloklar arası çatışma, yerini ortaya çıkan yeni bir takım tehdit ve istikrarsızlıklara bırakmış, Türkiye de yer aldığı coğrafya nedeniyle bunlardan en fazla etkilenen ülkeler arasında yer almıştır.

Benzer Belgeler