• Sonuç bulunamadı

PLANCI

ÇED'NİN PLANLAMA MESLEĞİ İLE İLİŞKİSİ NASILDIR?

ÇED'nin planlama mesleği ile ilişkisi aşağıda iki başlık altında toplanmaktadır; bun-lar, (1) ÇED ile fiziksel planlama ilişkisi, (2) ÇED ile plancı ilişkisidir.

ÇED ile Fiziksel Planlama ilişkisi

ÇED ile fiziksel planlama ilişkisi, ÇED'ne konu projenin hazırlandığı faaliyet için yer-seçiminin yapılmasıyla başlar. ÇED uygulaması kapsamına giren ya da girmeyen bütün arazi kullanımları için yerseçimlerinin yapılması şehir ve bölge planlama mes-leğinin konusudur. Fiziksel planlama kapsamındaki arazi kullanımları için yerseçim-leri yapılırken, arazi kullanımının konusu olan faaliyetin özellikyerseçim-leri dikkate alınır.

Konut, sanayi, ticaret, turizm, hizmetler, ulaşım ve diğerleri için seçilen yerler, bu faa-liyetlerin özelliklerine göre belirlenir. Örneğin, ticaret ve hizmetler için kent merke-zinde veya mahalle ölçeğindeki merkezlerde, sanayi tesisleri için yerleşme alanlarının dışında yerseçimleri yapılır. Transit yolların ve terminallerin kentiçi trafiğe girmeyen bir güzergahta olmaları gerekir, vb.

Çevresel etkileri önemli faaliyetler için yerseçimleri yapılırken diğer yerseçimi fak-törlerinin yanında, sözkonusu faaliyetin bu özelliğinin ve seçimi yapılacak yerin çevre özelliklerinin de dikkate alınması gerekir. Ancak bazan çevresel etkilere karşı son derece duyarlı, dünyada bir başka yerde daha bulunmayan ya da çok ender rast-lanan doğal, tarihi ve kültürel değerlerin bulunduğu öyle yerler vardır ki, oldukları gibi korunmaları, varsa mevcut tahribatın giderilmesi, buralara çevresel etkileri önem-li olsun olmasın diğer hiçbir faaönem-liyetin getirilmemesi gerekir ve eğer getirilecek olursa bu, çevre değerlerinin feda edilmesi pahasına yapılacak bir tercih olacaktır. Aslında bu gibi çevre değerlerinin pahası parayla ölçülemeyeceğinden, buralara getirilmek is-tenebilecek diğer herhangi bir faaliyetin kazandıracağı ekonomik veya sosyal yarar-larla kıyaslanmalarının olanağı yoktur. Ülkemiz doğal, tarih ve kültürel değerler bakımından son derece zengindir. Bu gibi yerlerden özellikleri ölçüsünde koruma statüleri getirilen yerlerin dahi gereğince korunabildikleri söylenemez.

Konunun bir diğer önemli yönü ise, doğal kaynakların kullanımında aşırı tüketime gidilmemesidir. Yitirildiklerinde bir daha geri kazanılamayan ya da yenilenmeleri insan ömrüyle ölçülemeyecek kadar uzun yıllar alan doğal kaynakların, gelecek ku-şaklar düşünülmeden bugünü kurtarmak uğruna kullanılıp tüketilmemeleri gerekir.

Tarım toprakları, ormanlar, özellikle kapalı su havzaları, balık üreme ortamları vb, bu-ralara zarar veren diğer faaliyetler için feda edilmemelidir. Faaliyet yeri seçimlerinde

çevresel faktörlerin esas alınması, doğal kaynakların yalnız bugün değil nesiller boyu korunarak kullanılabilmeleri için önemlidir. Fiziksel planlamada koruma-kullanma dengesinin kurulması kriteri bu bakımdan önemlidir.

Ülkemiz fiziksel planlama sisteminin, diğer boyutlardaki yetersizliklerinin yanın-da, koruma statüleri olan ya da olmayan çevre değerlerinin korunması ve doğal kay-nakların değerlendirilmesi için koruma-kullanma dengesinin kurulması yönlerinden yeterli olduğu söylenemez. Özellikle sektörel projelerin hazırlığında, yatırımcı kurum/kuruluşların çoğu kendi faaliyetlerini diğer kumm/kuruluşlarınkinden daha üstün tutmakta, bu diğer kurum/kuruluşların faaliyetlerine uyumsuz kararlar almanın da ötesinde, bunlara büyük zararlar verebilecek çevresel etkileri hemen hiç dikkate almamaktadırlar.

Ülkemiz bu tür çelişkili kararlar ve yatırımların örnekleri bakımından çok zengin bir durumdadır. Böyle bir çelişkinin örneği Sapanca Gölü'nde yaşanan bir olayla açık-lanabilir. Otoyol dahil en yoğun trafik akışının bulunduğu karayolları gölün kenarın-dan geçmektedir. Sapanca Gölü halen Adapazarı'nın içmesuyu kaynağıdır. 14 Ağustos 1995'de 15 ton akaryakıt yüklü bir tanker göle uçmuş ve içmesuyu tesislerini tehdit eder bir şekilde akaryakıtın tümü göle yayılmıştır. Tankerin infilak etmemesi fa-cianın büyümesini önlemiş ve sürücüsü kazayı hafif sıyrıklarla atlatmıştır (bkz. Sabah gazetesi, 15 Ağustos 1995, Milliyet gazetesi, 16 Ağustos 1995). İçme suyu kaynakları-nın çevresi, 1988'den buyana Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği ile ve ondan önce de Bayıdırlık ve İskan Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve DSİ Genel Müdürlüğü arasında im-zalanan bir protokolle, koruma altına alınmıştır. Her iki mevzuata göre, halen kara-yollarının geçmekte olduğu yerler, hiç bir tesise izin verilmemesi gereken mutlak koruma bandı içerisindedir. Karayolları kaza riski yüksek tesislerdendir ve bu durum ülkemiz için, bilindiği gibi, daha da fazla geçerlidir. Özellikle ağır vasıtların da trafiği-ne açık transit yolların, çevresel risklere karşı korunmaları gereken yerlerden geçiril-memeleri gerekir. Sapanca Gölündeki kaza, bu durumu açıkça göstermektedir.

Sapanca Gölü kenarında hiç bir yapılaşmaya izin verilmemesi gereken mutlak koru-ma bandı içinde kalan tek tesis aslında karayolları değildir; sanayi ve turizm tesisleri, ikinci konut ve diğerleri karayolunun yarattığı çekicilikle birlikte bu alanı istila etmiş durumdadır.

Yukarıdaki tek bir örnek, aslında, bu yazıyı okuyanlara ülkemizden daha pek çok benzeri çelişkileri anımsatacaktır. Bütün bu örnekler, ülkemizde genel olarak fiziksel planlama sisteminin çevresel faktörler yönünden ne denli yetersiz olduğunu göster-mektedir. Bu mevcut fiziksel planlama sistemi ile ÇED arasında güçlü bir ilişkinin ku-rulamayacağı çok açıktır.

Yerseçimleri yapılırken çevresel faktörlerin dikkate alınmadığı projeler için hazır-lanacak ÇED Raporlarında, önemli olumsuz etkilerin kontrolü için alternatif çözümle-rin üretilebilmesi son derece güçtür. Proje sahibi bu gibi çözümleri getirmekte zorlanacaktır. Bazı durumlarda çevresel önlemler için maliyetlerin çok yüksek tutul-masının gerekeceği sonuçlara ulaşılacaktır; örneğin, hava kirliliğine karşı duyarlı bir yörede gaz atıkların veya özümleme kapasitesi düşük bir su ortamında sıvı atıkların arıtımlarının daha yüksek oranlarda yapılması gerekeceğinden bu denli arıtımın

gerekmeyeceği bir ortama göre çevre kirliliğinin kontrolü maliyeti daha fazla olacak-tır. Eğer seçmiş olduğu yer konusunda proje sahibi ısrarlı bir tutum izleyecek olursa, ya tarafsızlık ve bilimsellik ilkelerine bağlı kalarak ÇED Raporunun sonuçlarına göre bu yüksek maliyetleri üstlenmeyi göze alacak, ya da düşük maliyetli önlemlerin yeter-li olacağı sonuçlarına ulaşılması için ÇED Raporu kapsamındaki inceleme ve irdele-meleri bilimselmiş gibi gösteren aldatmaca hesaplamalara başvuracaktır.

Böyle bir aldatmaca çabasını ülkemizden bir örnekle açıklamak gerekirse; İngiliz Mannai firmasınca 1987'de, Köyceğiz - Dalyan'da kurulmak istenen 5100 yataklı tatil kompleksi projesi için İskoçya'nın ÇED konularındaki çalışmaları dünyaca ünlü Aber-deen Üniversitesi'nce hazırlanan ÇED Raporu gösterilebilir. Bu raporda, sözkonusu tatil projesi ile Alagöl'ün tabanı kazılarak derinliğinin ve böylece hacminin iki misli artırılması, gölden denize uzanan kanaldaki sazlıklar kesilerek eninin iki misli geniş-letilip yatların göl kıyısında inşa edilmesi planlanan ve Bodrum Marinası'na benzeye-ceği belirtilen limana ulaşımlarının sağlanması, Sülüngür Gölü kuzeyindeki tarım alanlarının golf alanına dönüştürülmesi tasarlandığı halde, projenin bu özelliklerinin ve bunlara benzer diğer başka vahim çevresel etkilerinin tümü yok gösterilmeye çalışılmıştır.

Bu yörenin eşsiz çevre özellikleri ve dış etkilere karşı duyarlılığı çok iyi bilindiği halde, bu ortamı topyekün değişikliğe uğratacağı daha başından belli bu projenin uy-gulanmasına, o zamanki Çevre Genel Müdiirlüğü'nce ÇED Raporu ile önesürülen bütün çözümlemelerin bilimsel olmadığı sonucuna varılmasından sonra, Turizm Ba-kanlığınca izin verilmemiştir; daha doğrusu, önceden verilmiş olan önizin iptal edil-miştir. Bu örnek, proje konusu bir faaliyet için yerseçimi kararı çevresel faktörler yönünden hatalı alındığında, ÇED Rapom ile bu kararı doğru gösterme çabasının giri-lebileceğini göstermektedir. Özetle, ÇED Raporu uygulanan bir projenin konusu olan faaliyet için yerseçiminin çevresel faktörlere göre yapılmaması halinde, ÇED Raporu ile ya çevresel önlemlerin alınmasındaki güçlükler ve hatta olanaksızlıklar ortaya kon-makta ya da inceleme ve irdemelerde bilim dışına çıkılarak yanıltma yoluna gidilmektedir.

Yukandaki açıklamalardan çevresel etkiler üzerinde durulup konunun çok önemli bir diğer yönünün, yatırımcının karını maksimize etme amacının, gözardı edildiği dü-şünülebilir. ÇED'nin amacı, çevre değerlerinin korumak uğruna yatırımcıyı iflas ettir-mek ya da onu ekonomik zorluklar içine sokmak değildir. Ne var ki, ÇED'nin konuya geniş bakış açısı içinde yatırımcının karının maksimizasyonun yanında, bu yatırımdan etkilenecek çevre değerlerinin zarar görmemesi ve böylece diğer yatırımlarda kayba neden olunmaması da esas alınır.

Bunu yukarıda verilen Köyceğiz - Dalyan örneği ile açıklamak olanaklıdır. Mannai firmasının burada inşaa etmeyi planladığı tatil kompleksi içinde, yöredeki göllerden Sülüngür'ün kuzeyindeki tarım arazileri üzerine golf alanının kurulması bu firma için karlı bir yatırım olabilir. Ancak, projede ve yetersiz bulunduğu için reddedilen ÇED Raporunda hiç dikkate alınmayan konu, buradaki tarım arazilerinin yitirilmesi ile fi-ziksel, ekonomik ve sosyal çevrenin nasıl etkileneceğidir. Firmanın hazırladığı proje-de, buradaki tarım arazileri ve bu toprakların sahibi olan köylüler yok farzedilmiştir.

Konuya firma açısından bakıldığında ise, projenin uygulanması aşamasında bu arazi-lerin satın alınıp alınamayacağı da belirli değildir.

ÇED'nin gereğince uygulandığı projelerde bu gibi hataların yapılmasına engel olu-nur. Özellikle ÇED'ne yukarıda açıklanan anlamda kapsamlaştırma süreci ile halkın katılımı sağlanarak bu türden hatalara düşülmesi engellenir. Olumlu bir örnek ver-mek gerekir ise, Kuzey Denizi'nden çıkarılan petrol ve doğal gazın boru hatlarıyla İs-koçya'da Peterhead'e taşınımında, denizden geçirilen kısmı için burada balıkçılık yapanların ve karadaki kısmı için de hayvancılık yapanların görüş ve istemleri alın-mış, bütün tarafları olumlu yönde etkileyen çözümler getirilmiştir. Böylece, petrol ve doğal gaz uğruna ne İskoçya'nm ünlü şetlend yünlerinin ne de Kuzey Denizi'ndeki balık ürünlerinin feda edilmesi gerekmemiştir. Diğer bir deyişle, ÇED uygulanarak, etkileyen ve etkilenen tüm taraflar için ortak çözümlere ulaşmak sağlanabilmektedir.

ÇED'nin temel aldığı düşünce, evrensel toplum kumalının aynıdır: kimsenin kimse-ye zarar vermekimse-ye hakkı yoktur. Nasıl ki bir yatırımcı kendi tesisinin diğer bir tesisin çevresel etkilerinden dolayı zarar etmesini istemezse, aynı şekilde kendisi de diğer te-sislere zarar vermemelidir. Diğer bir deyişle, bir tesisinin karının maksimizasyonu yal-nızca o tesis bazında ele alınmamalıdır. Eğer böyle bir kar maksimizasyonu sözkonusu tesisin çevresel etkileri ile diğer tesisler zarara uğratılarak elde ediliyorsa, bu durum çevresel olduğu kadar ekonomik açıdan da yanlış olur. Kısacası, kimse kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi bir başkasına yapmamalıdır.

Dahası, bazan bir tesisin yarattığı olumsuz çevresel etkilerinin, bindiği dalı kes-mek misali, dönüp dolaşıp kendisine de zarar verdiği görülebilkes-mektedir. Örneğin, tu-ristik tesisler kurmak amacıyla, o yöreyi çekici kılan doğal çevre tahrip edildiğinde, tesislerden bırakılan sıvı atıklar arıtılmadan alıcı ortama bırakıldığında, bundan zarar görenler en başta o turistik tesislerin sahipleri olmaktadır. İspanya kıyılarındaki beş yıldızlı turistik tesislerin oluşturduğu betonlaşma, "aman ülkemizde böyle bir hataya düşmeyelim" diyenlerin turizmin kendi kendine verdiği zarar için gösterdikleri tipik bir örnektir. Doğal değerleri yitirilmiş İspanya kıylarındaki en pahalı turistik tesislere turist çekebilmek için aşırı fiyat indirimleri yapılması gerekmekte, bu da turizm gelir-lerini düşürmektedir.

Bu örnekte olduğu gibi' kene J kendine ekonomik açıdan da zarar veren tesisler kurmamak için çevresel faktörk rin gözardı edilmemesi gerekir. Tarım alanlan üzeri-ne gıda veya diğer tarım ürünleri işleyen fabrikalar kurup sonra da bu fabrikalara hammadde ithal etmek zorunda kalınmamalı, tarım ürünlerini ve bu ürünlerden üreti-len sanayi mallarının ihraç limanlarına ulaşımını sağlayan karayollarını tarım alanlan-nın üzerinden geçirip bu ürünlerin kaynağı yokedilmemelidir. Tarımsal verimi artırmak ve üründe çeşitlenme sağlamak için sulama kanalları açılıp drenaj ihmal edi-lerek toprakta tuzlanma yaratılmamak tarımın kaynağına zarar verilmemelidir. Bilinen bir deyimle, kaş yapayım denirken göz çıkarılmamalıdır.

ÇED'nin temel aldığı düşünce, fiziksel planlamanın da ana amacıdır. Arazi kulla-nımlarının yerseçiminde, faaliyetlerin birbirleriyle çelişkisi değil uyumu hedeflenir.

Bu bakımdan ÇED ile fiziksel planlama aynı temele dayanmaktadır. Günümüzde faa-liyetler arası uyumun sağlanmasında teknolojinin ulaştırıldığı ileri düzey, hem fiziksel planlama hem de ÇED'de alternatif çözümlerin üretilmesi için önemli yararlar sağlar.

Bunu, çevre teknolojisinde dünyada en ileri bir düzeye ulaşmış Japonya'dan tipik bir örnekle açıklamak yararlı olacaktır.

Tokyo metropoliten alanı içinde kalan 135 000 nüfuslu ve Japonya'nın üçüncü de-recede en yoğun yerleşmesi olan Musashino kentinin 195 ton/gün olan çöplerinin imhası için bir çöp yakma tesisine gereksinim duyulmuştur. Japonya bilindiği gibi kullanılabilir arazi bakımından son derece fakirdir. Musashino kentinde yerleşme alanı dışında böyle bir yer bulunamadığından çöp yakma tesisinin konut alanlarının ortasına inşa edilmesi zorunluluğu ortaya çıkmıştır. 1974'de inşaatı tamamlanan tesis, kentliler tarafından istenmediği için 10 yıl faaliyete açılamamıştır. Sonunda tesis sa-hipleri kentlileri, hiçbir kirlilik yaratmayacaklanna dair garanti vererek, ikna etmeyi başarmışlar ve tesis 1984'de açılmıştır. Gaz atıkların bütünüyle arıtıldığı tesisin bacası kente güzellik verecek kadar estetik bir görünümde beyaza boyanmış, koku sorunu tümüyle çözümlenerek tesisin tüm çevresine yüzme havuzlan, spor alanları, parklar yapılarak kentlilere ayrıca bir de rekreasyon alanı kazandırılmıştır. Bu tesis, teknoloji ile yerseçimi arasındaki sıkı ilişkinin mükemmel bir örneğidir.

Ülkemizden ise, böyle mükemmel örnekler vermek halen mümkün değildir.

Bunun nedeni, ülkemizin teknolojide, özellikle çevre teknolojisinde, Japonya gibi ileri bir düzeyde olmayışının yanında fiziksel planlama ve çevre yönetimi arasında ge-rekli ilişkinin de kurulamamış olmasıdır. Yukarıda verilen Japonya'daki çöp yakma tesisi örneğinden, "teknoloji elveriyorsa eğer, kirletici tesisler için yerseçimi yapılır-ken çevresel faktörler fazla önem taşımaz" sonucuna varılmamalıdır. Diğer bir deyiş-le, çevre teknolojisinin kirletici tesisler için yapılan yerseçimlerine tam bir esneklik kazandırdığı düşünülmemelidir. Teknoloji, yalnızca, tesis atıklarının arıtılarak alıcı ortam standartlarına uygunluğunun sağlanmasına yarar. Alıcı ortam standartlarının belirlenmesi çevre yönetimi alanına girmekte, bu alıcı ortama uygun arazi kullanımla-rının belirlenmesi işi ise fiziksel planlamanın konusu olmaktadır.

Bu konuda da yine Japonya'daki uygulamalar örnek verilebilir. Japonya'da bütün su kaynakları alıcı ortam standartlarına göre sınıflandırılarak bu kaynaklara atılamala-rı yasaklanan ve bırakılabilecek atık cins ve miktarlaatılamala-rı belirlenmiştir. Örneğin, akarsu kaynaklarının pınarlarından itibaren belli bir mesafeye kadar olan kesimine hiç bir atığın bırakılmasına izin verilmezken, atık bırakılabilecek sular için de suyun kulla-nım amacına uygun farklı alıcı ortam standartları belirlenmiştir. Böylece, standartları önceden belirlenmiş her alıcı ortama bırakılabilecek atık cins ve miktarlarına uygun tesisler için izin verilirken bu standartları karşılayıcı teknolojiyle kunılup işletilmesi koşulu getirilmiştir. Bu koşulun yerine getirilmesi ile, sözkonusu alıcı ortama farklı te-sislerden bırakılan atıkların ortak arıtımına da olanak verilmektedir.

Japonya'da iç sular gibi deniz suları da alıcı ortanı standartlarına göre sınıflandırıl-mış, sanayi tesisleri ile Japonya için büyük önem taşıyan balıkçılığa ve turizm faaliyet-lerine yerverilen kıyılar birbirinden ayrılmıştır. Kawasaki ve Yokohama gibi, demir-çelikten otomobile, doğal gaz depolama tesislerinden termik santrallara kadar en ağır ve kirletici sanayi tesislerinin toplandığı körfezlerde balıkçılık yasaklanırken, balıkçı-lık ve turizm amaçlı kıyılarda da sanayi tesislerine izin verilmemektedir. Bu demektir ki, Japonya gibi çevre teknolojisinin en ileri düzeylerde olduğu bir ülkede Gökova benzeri bir körfeze, "nasıl olsa desülfürizasyon tesisi kurarım, bu sayede de buraya bir termik santralı konduruveririm" diye düşünmek bile olanaklı değildir. Oysa, Ja-ponya'da balıkçılığın ve turizmin yasaklandığı en ağır sanayi tesislerine ayrılan kör-fezler dahi ne İstanbul'daki Halice ne de İzmir ve İzmit körkör-fezlerindeki duruma hiç benzememekte, deniz suyunun kalitesi belirlenen standartta tutulmakta, alabildiğine kirletilmemekte, rengi temiz bir görüntü ile maviliğini konımaktadır.

Japonya'da çevre yönetimi ile fiziksel planlama arasında tam bir bağın kurulma-sında, hiç kuşkusuz, bütün alıcı ortamlarda ve kirletici kaynaklarda sürekli olarak ya-pılan ve saate bir yerel çevre yönetim merkezlerindeki istasyonlarda kaydedilen ölçümlerin ve buna göre kumlan uyarı ve kontrol sistemlerinin önemi büyüktür. Bu ölçümler ile, atıkları standartları karşılamayan tesisler saptandığında, bunlar derhal uyarılmakta, belirlenen süre içinde gerekli standardı karşılamayan tesis bu koşulu sağlar hale getirilinciye kadar kapatılmaktadır. Kirletici kaynakların kontrolü ile hava kalitesi standartlarının sağlanmasında da yine benzer bir uygulama yapılmaktadır. Ja-ponya'da çevre envanterinin periyodik olarak ve eksiksiz bir şekilde kaydedilmesine

olanak veren teknik donanımın varlığı, fiziksel planlama ile çevre yönetiminin ve do-layısıyla ÇED'nin ilişkilendirilmesinde büyük kolaylıklar sağlamaktadır.

Ülkemiz ise çevre yönetiminde, Japonya'daki teknik donanım ve teknolojik ola-nakların bulunmadığı bir gerçektir. Ancak yine de fiziksel planlamayla çevre yönetimi ve ÇED arasında bağlantının kurulması yönünde, ülkemizin sınırlı parasal kaynakları ile bu eksikliklerin giderilmesini beklemeden, eldeki olanakları değerlendirmek en uygunu olacaktır.

Fiziksel planlama ile ilgili mevzuatla çevre mevzuatı arasında çok sıkı ilişkiler ku-mlması gerekirken ülkemizde bunun halen sağlanamamış olduğu gerçeği ve çevre mevzuatı ile belirlenen alıcı ortam standartlarına uygun kararlar almak için alternatif çözümler üretilmesinde kullanılması gereken planlama yöntemlerinden hiçbirisinin ülkemiz planlama sistemi içinde yeralmadığı bu kitapta önceki yazılarda önemle vur-gulanmıştır. Öte yandan, fiziksel planlama sistemiyle çok yakın ilişki kurulması gere-ken ÇED Raporları kapsamında kullanılan yöntem ve tekniklerle, çevre mevzuatı ile belirlenen standartlara uygun alternetif çözümlerin getirilmesi gerekmektedir. Bunun için de, önce yerseçimi aşamasında, fiziksel planlama sistemi içinde bu standartlara uygunluğu ölçebilen planlama yöntem ve tekniklerinin (bu kitabın birinci bölümün-de bölümün-değinilen ve ikinci bölümbölümün-de Kumrn Arapkirlioğlu'nun konuyla ilgili yazısında açıklananlar) kullanılıyor olmasında çok büyük yararlar vardır. Ülkemizde ise halen, fiziksel planlama ve ÇED arasında bu anlamda tam bir kopukluk vardır. Bu durumda, yerseçimi - teknoloji ikilisi ile alternatif çözümlerin üretilebileceği fiziksel planlama ve ÇED ilişkisini kurabilmek olanaklı olamamaktadır.

Özetle, fiziksel planlama ile ÇED arasında, temelde konu birliğine dayanan çok sıkı bir ilişki olmakla birlikte, ülkemizde bu ikisini birbirine bağlayan yapı kurulmuş değildir. Aslında her ikisi de halen çok geri düzeylerdedir. ÇED Yönetmeliğinin yeter-sizlikleri ve hatta vahim yanlışlıklarının yanında, fiziksel planlama sisteminin de çev-resel faktörlerin dikkate alınmasında kullanılmak üzere geliştirilen çağdaş yöntemlerin çok gerisinde kalışı, faaliyet yeri seçimlerinde uyumsuzluklardan da öte zarara dönüşen çelişkilerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu kitapta birinci ve ikinci yazıda çevre duyarlı fiziksel planlama sisteminin kurulması yönünde geliştirilen öneriler, ÇED ile fiziksel planlama arasındaki ilişkinin kurulmasında bir ön adım ola-rak ele alınmaktadır.

Bu konularda ilerleme yönünde katedilmesi gereken yolda, plancılara da önemli görevler düşmektedir.

YER SEÇİMİ ÇEVRE STANDARTLARI

TEKNOLOJİ

A

PLANCI

ÇED İle Plancı İlişkisi

ÇED'nin fiziksel planlamayla ilişkisi, plancılarla olan ilişkisini de ortaya koymaktadır.

ÇED'nin plancılarla ilişkisi iki aşamada gerçekleşir. Bunlar, birbirinin devamı iki ayrı

ÇED'nin plancılarla ilişkisi iki aşamada gerçekleşir. Bunlar, birbirinin devamı iki ayrı

Benzer Belgeler