• Sonuç bulunamadı

Çeşme, Sebil, Şadırvan, Kar Kuyusu

Şevket (İnsan ve Şeytan) ailesi ile birlikte zaman zaman Beykoz’a gezintiye çıkar. Bu gezintilerin asıl amacı çok sevdiği İshak Ağa Çeşmesi’ni görmektir.

“Bu sade ve mütevazı Boğaz köyünde, en ziyade İshak Ağa Çeşmesi’ni severim. Dört taraftan akan suyu, geniş saçakları, nihayet bu dört taraftan akan suya erişmek için basamaklarla çukur bir yalağa inmek zevki yüzünden, bazı bazı oraya giderim.” (s.146)

İstanbul Geceleri’nde Üsküdar’daki Türkler için önemli mimari eserlerden

biri de su mimarisinden bahseder. Hamamlar, sebiller, çeşmeler hemen her yerde karşımıza çıkar. Üsküdar’daki Üçüncü Sultan Ahmed Çeşmesi de bunlardan biridir.

“Ya bu semtin mimari abidelerinin dilsiz dilindeki musikiyi duymamak hiç, nasıl kabildir? Çoğu zaferle bitmiş büyük seferlerin hareket noktası olan Üsküdar Meydanı'nın bağrına konduruluverilmiş olan Üçüncü Sultan Ahmed Çeşmesi, yalağına tasını testisini uzatanlara bir aşk masalı kadar güzel olan o büyüleyici edası ile neler neler anlatmaz…” (s. 203)

Ayverdi, İstanbul Geceleri’nde Üsküdar’dan bahsederken su mimarisine ayrıntılı bir şekilde yer verir.

“Dört başı mamur eski Türk cemiyeti, tıpkı hilkat gibi, suya ne büyük bir pay ayırmıştı. Ancak, her vesile ile, temizliği mukaddes itiyatları arasına koyduğu bu topluluğa, bol bol çeşmeler, sebiller, şadırvanlar, selsebiller kurarken, onları bir san’at dehası ile mayalayarak abideleştirmeyi de, ileri ve kamil zevkinin zaruretleri arasına sokmuştu. Pekala da bir hayrat sahibi, filan yere getirttiği suyu, gelişigüzel bir taş oluktan akıtmak kolaylığına gidebilmesi mümkünken, işi oluruna bağlayıcılığa düşmemiş ve kesesinin izni miktarı, suya bir taht kurup başına da bir taç oturttuktan sonradır ki kitabesine ismini kazanmıştır. Onun için de İstanbul çeşmeleri, çoğu bir san’at hadisesi denecek abideler şeklinde sokaklara, meydanlara ve şehrin en ücra köşelerine kadar cömertçe serpilmiştir.

Bir su şehri olan İstanbul'da hayrat sahibi, suyu olan hürmet, minnet ve aşkını, onun başına şahane bir kavuk geçirmekle ifade etmek isterken bir yandan da, sevgilisini, güzelliğine güzellik katan kıyafetlerde seyretmeyi arzulayan bir âşık israfı göstermekten de zevk alırdı ve işte bu iç zorlayışı İstanbul'a öyle çeşmelerin hediyesine sebep olmuştur ki, hala bile, geniş ve yatkın saçakları, yanaklarına gölgesi düşen uzun kirpikli gözler gibi, yalaklarına doğru uzayan mahmur bir koyuluğun o dinlendirici loşluğunda bir kat daha gönül çekicidir.

Ya o sebiller… bir mimari manzumesini tamamlayan o güzel yüzlü su perileri… kulaklarına incecik zincirlerle tutuşturulmuş tertemiz tasları sanki birer küpeymiş gibi sallanır, yüzlerine çektikleri zarif şebekeleri, arzuyu kışkırtan peçeler

etmek için, mermer, yazı, dökme, boya, nakış ve yaldız san’atlarının yarış halinde olduğu bu küçücük su köşkleri, bir cami, bir medrese, bir imaret topluluğunda, belki de bir şiirin en kuvvetli mısraı gibi, en kayıtsız gözleri dahi hayranlıkla üstüne çevirdi.

Hele şadırvanlar, çoğu medrese ve cami avlularının göğsüne bir kalp azametiyle oturtulmuş, bir kalp faaliyetiyle de durup dinlenmemek emrini almış, çeşmelerine aynı maksadın adamlarını toplayan o kurşun takkeli, somaki mermer sütunlu gece gündüz dudaklarını bir su kasidesi mırıldanan tatlı dilli güler yüzlü şadırvanlar…

Eskiden İstanbul çeşmeleri, gür sütlü genç bir kadın gibi şehri beslerken, bu arada Üsküdar da, sebilleri, şadırvanları, çeşmeleri ile etrafını doyurmakta o derece cömert, o mertebe kusursuzdu.” (s. 204-206)

İbrahim Efendi’nin damadı Salih Bey (İbrahim Efendi Konağı), Şevkiye Hanım’dan ayrıldıktan sonra yeni bir evlilik yapar. Bu sırada kızını kaybeder. Ona sadece bir mezar yaptırmaz. Bir de çeşme yaptırır. Bu çeşmenin mimarisi ile ilgili kitapta yazılı bilgi yer almasa da kitabesine ait bir fotoğrafı mevcuttur. Bu kitabe dikdörtgen şeklindedir.

“Fakat acılı baba kızına muhteşem bir kabirle berâber bir de hayrat çeşme yaptırmaktan da geri kalmamıştı.” (s. 359)

Boğaziçi’nde Tarih kitabının “Anadolukavağı” başlığında bir de çeşmeden

bahseder. Çoğunlukla anlattığımız padişah, sultan ve devlet adamlarının yaptırdığı hayratlardan bahsettik. Bu çeşme ise halktan bir hanım tarafından yaptırılır. Bu çeşmeye ait edindiğiniz bilgi kitabesi ile sınırlıdır.

“Ama çeşmenin sȃhibi böyle yapmamış. Evleneceği adamın verdiği ağırlığı, keyfine, zevkine değil, götürüp bir hayıra yatırmış. 1200 tȃrihini taşıyan kitȃbesi de şu :

Eyleyip hayrȃt ekser oldu aslından ferîd Muhsenȃtı bî-aded envȃ'-ı hayrı müntehȃb

Hȗr'-ı ayn olmak içindir Hasan Paşa zifȃf

Kevser suyu gibi latif olan bu sudan ister iç ister abdest al! Belki Allah Cevriye kulunun günahlarını rȗz-i cezȃda bağışlar…” (s.369)

Türk Tarihinde Osmanlı Asırları’nda Hersek sancağından bahseder. Buranın

halkının çalışkan ve dinin emirlerine bağlı oldukları belirtilir. Koca Hüsrev Paşa, hayır eseri olarak yaptırdığı caminin şadırvanına, kış aylarında rahatlık sağlaması için sıcak su tertibatı yaptırır.

“Koca Hüsrev Paşa, Balkanların bu en soğuk beldesine câmiini kurarken sıcak su ile abdest aldıracak tertibȃtı da evkāfının hükümleri arasına koymuş olduğu için, uzun kış aylarında şadırvan musluklarından sıcak su akardı.” (s.258)

Üçüncü Sultan Ahmed (Ne İdik Ne Olduk) devrinde yapılan ve aynı adı taşıyan çeşme, Topkapı Sarayı’nın giriş kapının önünde yer alır. Kitabesinde, aynı zamanda banisi olan Üçüncü Sultan Ahmet’in kasidesi yazılıdır.

“Pȃdişah hem şȃir hemde hattat idi. Topkapı Sarayı’nın meydanında yaptırdığı çeşmenin kitȃbesi, onun ilk mısrȃını söylediği, Seyyid Vehbî’nin de tamamladığı kasîde ile bezenerek çeşmenin alnına yazılmıştır.” (s.179)

Çamlıca’da padişah tarafından yapılan çeşmenin başında taş malzemeden bir alınlık yaptırılmıştır. Çeşmenin hemen ardında ise bulunan kasırın harebesi bulunmaktadır.

“Dördüncü Sultan Mehmed buraya Küçük Çamlıca Çeşmesi'ni oturtmuş ve başına da taştan bir taç yaptırmış. Çeşmenin hemen arkasına düşen kasır, çocukluğumda çökmek üzere bulunan bir harâbeden ibâretti.” (s. 37)

“Bir Boğaziçi Mozaiki”(Ebabil Kuşları) bölümünde Beykoz Çeşmesi’nden

de bahseder. Bu çeşmeyi ilk yaptıranın Behruz Ağa olduğu fakat zamanla harap hale gelince İshak Ağa tarafından yeniden yaptırıldığı bilgisine ulaşırız.

“İşte az sonra karşısına çıkan ve kitâbesinde Gümrük Emîni İshak Ağa’nın hayrat ve hasenâtının bildirildiği Beykoz Çeşmesi bulunmaktadır ki bu çeşmenin esas bâlîsi İstanbul'da Odabaşı Çarşısı'nda bir de câmii olan Behruz Ağa’dır. Daha

sonraları harap olan çeşme, devleti Patrona ihtilâlinden temizleyip Kasr-ı Şîrin Muâhedesi ile Îran harbine son veren ve Avusturya’yı da yenip Belgrat Anlaşması’nı imzâlayan, Osmanlı Devleti'ne son gerçek haşmetli devrini yaşatan I. Sultan Mahmud zamânında İshak Ağa tarafından yeniden yaptırılmıştır.” (s.112)

Beykoz çeşmesinin mimarine ait bilgiye kitabın(Ebabil Kuşları) ilerleyen sayfalarında rastlıyoruz. Bulundu yere, kot farkı sebebiyle beş altı merdivenle inilir.

“Amma biz, az da olsa, şu Beykoz Çeşmesi’ne bir nazar atmadan geçmemeliyiz. Beş altı basamakla inilen çeşmenin sofası, arkadan gece gündüz demeden yalaklarına akan suyun teşrîfatçılığını yapmakta değil miydi?” (s.112)

Sâmiha Ayverdi “Üç Günlük Dünya İçin” adlı eserinde Osmanlı padişahlarından Murad-ı Hüdavendigar’ın Bursa’da kendi adıyla yaptırdığı camii şerifin bahçesinde bulunan şadırvandan soğuk havalarda abdest alacak olan insanlara çeşmelerinden akan ılık suların adeta bir şerbet gibi camii cemaatine ikram edildiğinden bahseder.

“Şadırvan, soğuk mevsimlerde abdest alarak cȃmiye girmek isteyenlere pȃdişȃhın bir ikrȃmı olarak yaptırılmıştı.” (s.11)

Kar Kuyusu, Büyük Çamlıca’da sarnıca benzer bir kar kuyusu bulur(Bir

Dünyâdan Bir Dünyâya). Konik şekilde tasarlanmış bu kuyunun en alt kısmında su

tahliyesi için bir ızgara bulunur. Ağız kısmı otuz metre taban kısmı ise sekiz metre civarındadır.

“Büyükçamlıca tepesinin eteğinde bir kar kuyusu vardı. Ağzının genişliği en az yirmi beş otuz metre olan ve aşağıya doğru huni gibi daralan kuyuya, döne döne kazılmış daracık bir toprak merdivenle inilirdi. Gene en az sekiz on metre genişliğinde olan kuyunun dibi, çok kalın bir saman tabakası ile örtülü idi. Karcı, bu saman örtüsünün bir ucundan küçük bir delik açar ve tazyik ile bulaştırılmış kardan istenilen miktarda tartarak müşterisine verirdi.

Kuyunun en altında ise, eriyen kar sularının akması için bir ızgara bulunurdu ki bunu biz göremezdik.” (s. 104)

İ. Suyolu/ Bent/ Su Kemeri

Suya büyük önem veren Türkler(Boğaziçi’nde Tarih), özellikle Kānȗnî Sultan Süleyman zamanında, suyollarının korunması yönünde birçok yasakla karşılaşır. Suyollarını ağaçlandırmak ve imara açmak kesin olarak yasaklanır.

“Kānȗnî Sultan Süleyman devrinde bol suya kavuşan İstanbul şehrinde, künklerin ve suyollarının üstüne binȃ yapmak, ağaç dikmek yasak edilmiş, bu sȗretle suyun akışına zarar verecek hallerden sakınmak ve yine suyollarının etrȃfında üçer arşın boş yer bırakmak üzere suyolu nȃzırına hükümler gönderilmişti.

Binȃ inşaȃtında da tedbirler pek sık idi. Dîvanda topçular çavuşuna verilen emir, cȃhil, tecrübesiz ve iktidarsız mîmȃrları işten menederken, İstanbul kadısına yazılan hükümde de, kerestelerin eksik kesilerek binȃlara zarar verilmemesi, direklerin, merteklerin birinci, ikinci ve üçüncü nevilerinin uzunluğu kalınlığı, servi, çam, meşe, gürgen tahtalarının boyları enleri gāyet tafsîlatlı ve teferruatlı bir tȃlimatnȃme ile tesbit ve işȃret olunmuştu.” (s.85-86)

Su mimarisinin her çeşidi Türkler için büyük önem arz eder. Şehirlerin su ihtiyaçlarını karşılamak için bentler yapılır.

“Büyükdere demek, biraz da Bentler, Kemerler ve ormanlar demek değil miydi? Fatih Sultan Mehmed'in başlatıp Üçüncü Sultan Ahmed'in ilȃveler yaptırdığı Büyük Bent; suyunu Büyük Bent'e veren Kömürcü Bendi, bu su ve yeşillik semtin ilk ȃbidelerinden sayılır.” (s.337)

Padişahlar ve sultanlar tarafından çok sayıda su kemeri yaptırılır. Bunun başlıca nedeni temizliğin İslamiyet için önemli olmasıdır.

“Her biri bir medeniyet ve teknik ustalığını zirveleştiren bu bendlerin hepsi de sularını İstanbul tarafına akıtır.

Taksim suyu adıyla Beyoğlu tarafına su veren diğer bend ise, yine Üçüncü Sultan Mustafa tarafından yaptırılan Topuzlu Bend ve Üçüncü Sultan Selim'in annesinin yaptırdığı Vȃlide Bendi ile Sultan Mahmud Bendi'dir.” (s.337)

Bizans zamanında su sıkıntısı yaşayan şehir, fetihten sonra nüfusun da artması ile daha çok su ihtiyacı duymuştur. Öncelikle bentler yapan Osmanlı, su kemerleri de yaptırarak bu ihtiyacı büyük ölçüde karşılar.

“Ya kemerlere, Büyükdere'nin o zafer ȃbideleri gibi göklere doğru başkaldırmış o su kemerlerine ne demeli?

Su mühendisliğinin birer şȃheser örneği olan bu kemerler arasında Ayvad Suyu'nun akıtan Kurt Kemeri; katma sular için yapılmış Paşa Kemeri; Koğuk veya İğri Kemer nasıl yȃdedilmez?

Sonra, Uzun Kemer'in üstünden geçen Ayvad Suyun ile İğri Kemer'den geçen suyun baş havuzda birleşip Moğolova Kemeri'yle Güzelce Kemer'den geçişi, su ordularının çıktığı bu şahane sefer nasıl dile getirilmez?” (s.337-338)

Bizans’ın İmparatorluk tarihi boyunca yeterli olamadığı bu konuda Osmanlı kısa sürede muvaffak olur. Yeni yapılan bent ve kemerlerin yanı sıra var olan Valens Kemeri de tamir edilir.

“Bozdoğan Kemeri dediğimiz Bizans yadigârı Valens Kemeri ise Halkalı Suyu kemerlerinden biri olarak, uzun ömrünün çizgilerini yüzünde taşıyan tȃrihî çehresiyle hȃlȃ şehrin hizmetindedir.

“Bin küsür senelik tȃrihi içinde, ancak kuyular, sarnıçlar ve bir de bu Valens Kemeri'nin getirdiği Halkalı Suyu ile ȃdeta elini yüzünü zor yıkayan Bizans'ın kuraklığına karşılık, yüz sene içinde yüz türlü suyu bentlerde toplayıp kemerlerden geçirtip şehre akıtan Türklerin bu gayreti, bir medeniyet hamlesi olduğu kadar bir îman borcu olarak da mütalȃa edilse sezȃdır.” (s.338)

İstanbul’daki su kemerlerinden birisi de Moğolova Kemeri’dir. Belgrat Ormanları’nın içinden geçer.

“Belgrad Ormanları'nın kalbine yerleşmiş, kalbindeki sırlara kulak vermiş gibi sularını emip kendine çeken bu kemerler içinde, belki de en esrarlısı, korku ve dehşet verecek ölçüde en heybetlisi, Moğolova Kemeri'dir.

Pederşȃhî bir azametle bir dağdan bir dağa kollarını gererek bekleyip duran bu kemer, bir isimsiz kahraman, ecdad bekçisi gibi asırlardır etrȃfına gözcülük edip nöbet tutar.

Alabildiğine uzayan, dalgalanan, köpük köpük coşan mor, neftî, kül rengi ormanların, bir yalın tabiatın içinden yürüyüp geçerken birden nefesiniz tutulur. Zira ormanının azametine meydan okurcasına, insan elinin kudretiyle ȃbideleşmiş Moğolova Kemeri karşınıza çıkıvermiştir.

Sanki vahşi tabiatın bağrında yerleşen bu eser, bir su kemeri değil de, dağların omurgası, şu yeşillik dünyȃsını ayakta tutan bel kemiğidir.” (s.338-339)

Sâmiha Ayverdi, Üç Günlük Dünya İçin adlı eserinde Mimar Sinan’ın İstanbul şehrine kazandırdığı bu nadide kemerden bahsederken ağabeyi Mimar Ekrem Hakkı Ayverdi’nin bu yapıyı “tek taş pırlantaya” benzettiğini ifade eder. Bu kıymetli eserin değil aslını görmek fotoğrafları bile yabancı memleketlerde hayranlık uyandırmaktadır.

“Nitekim yabancı mîmarlar, bizim gerek Sinan yapısı gerek ondan önce ve sonra yapılan bu tesislerimize hayranlıklarını her vesîle ile ifȃde etmişlerdir.

Son zamanlarda Fransızlar, Kānȗnî sergisinde resimlerini gördükleri mîmar Sinan yapısı olup Ekrem Hakkı Bey’in “tek taş pırlanta” dediği dünyȃnın en güzel kemeri vasfını taşıyan Moğolova Kemeri için “Aslını görmesek de bu dört resim eserin ne kadar emsalsiz olduğunu anlamaya kȃfi gelmektedir,” diyerek hayranlıklarını belirtmişlerdir.” (s.103)

Bizans devrinden harap halde kalan Bozdoğan Valens Kemeri’nin ihyasını yine Türkler yaparak kemerin ve bağlı bulanan sarnıçların günümüze ulaşmasını sağlamışlardır. Böylelikle gittikleri yerlerde yeni eserler bırakan ecdad aynı zamanda da eski eserlerin korumasına büyük önem vermiş, bunu feth ettikleri şehre vicdan borcu bilmişlerdir.

“Tȃrihî kaynaklarda “Belgrat ormanlarındaki sulardan Bizanslıların istifȃde ettiklerine dȃir bir işȃret yoktur. Şarkî Romalılar zamȃnında Istranca ormanlarından gelen ve Tuna suyu ismi verilen büyük bir tesis vardı. Fakat bunun hayȃtı hiç uzun

olsa iki hücumda gene aynı ȃkıbete uğramıştır. Bu sebeple Bizanslılar çukurbostan dediğimiz açık havuzlar ve yağmur sularıyla beslenmiş veya yakın olup muhȃfaza ve müdȃfaası kolay Halkalı sularından istifȃde etmişlerdir. Fȃtih’den Beyazıt’a kadar devam eden harap Bozdoğan Valens Kemeri de ancak Halkalı sularını nakledebilir olmuştur.”(s.104)

Benzer Belgeler