• Sonuç bulunamadı

2.4. Kent Kuramları ve Kentsel Dönüşüm Kavramı

2.4.3. Çağdaş Kent Kuramları

Kent içi yerleşim sürecini, 1961’de Alonso tarafından ortaya konulan coğrafya bilimi temel alınarak oluşturulan “kentsel arazi kullanımı kuramı” ile değerlendirmek mümkündür. Diğer kuramlar gibi ekonomik alt yapıya dayansa da kuram özünde “mikro ekonomik tüketim kuramı” olarak, yani şahısların ellerinde bulunan maddi imkanlarının yönlendirilmesiyle kentsel yerleşmelerin kentsel arazilerin kullanılması olarak değerlendirilebilir (Tekeli, 2011: 54).

Kuram, toplumsal aktörlerin ekonomik faaliyetlerine dayandığından ötürü farklı alanlarda uzmanlaşmıştır ve fertlerin bakış açılarına göre işlevlik kazanmaktadır: Ev kiracıları veya ev sahipleri mekânların kullanım işlevlerini ön planda tutarlarken; emlakçılar veya ev sahipleri, müteahhitler veya inşaat sektörü ve banka veya finans kurumları meta değerini ön planda tutmuşlar ve düzenleme sürecinde ise devlete bağlı kurumlar devreye girmiş, vergilendirme ve kent planlama uygulamaları söz konusu olmuştur (Harvey, 2013:152-153). Kentsel toprak kullanımın fertlerin hür teşebbüsü ile şekillenmesinin yanında kent nüfusunun da toprak ve konut değerlerine etki ettiği ve bu etkinin hür teşebbüs sürecine de etki ettiği dolaysıyla mikro ekonomik faaliyet ve kentsel nüfus unsurlarının birbirlerine bağlı oldukları söylenebilir.

Göç ile büyüyen veya çevre kentlerden sürekli nüfus çekerek çevresindeki toprak kullanıma etki edip kendi toprak kullanımı rantının ve işlevselliğinin artıran kentlerde toprak kullanımı ve nüfus ilişkisi daha ön plandadır. Gelişmekte olan ülkelerde görülen

26

büyük kentlerin durumunu bu nokta dillendirmek makuldür. Bir bölge veya bir ülkedeki kentlerin bağlantılarının büyük bir kentte yönlendirilmesi ve dolayısıyla kentlerin, üretim anlamında ilçe yerleşiminin kente bağlı oluşu gibi kendinden daha büyük merkezlere bağlanma olgusu Mark Jefferson tarafından tek büyük kent kuramı olarak sistemleştirilmiştir. Ülke nüfusunun iç göç ile bölgesel anlamda gelişmiş ve yatırım yapılmış büyük kentlerde yoğunlaşarak o bölgenin temel iş gücü ve üretimin merkezi haline gelmesi ve genellikle gelişmekte olan ülkelerde görülmesi, ekonomik sistemin kendisinden veya ekonomik alt yapıdan kaynaklanan bir olgudur. Ülke kalkınması için bu tarz kent gelişimleri makul görülmektedir. Böylelikle sanayileşme belirli alanlarda da olsa gelişmekte olan ülkelerde sağlanmış olup ülkenin bazı sanayi ihtiyaçlarının karşılanması amaçlanmaktadır. Çünkü üretim merkezlerinin biraradalığı üretimi ve iş gücü bulma süreçlerini kolaylaştırmakta ve bir nebzede olsun maliyetleri düşürmektedir. Ancak ülkelerin geneli göz önünde tutulursa hammadde, tarımsal vb. ihtiyaçların karşılanması için kentler kendi aralarında uzmanlaşmak zorundadırlar. Dolayısıyla gelişmekte olan ülkelerde görülen tek büyük kentlerin ve gelişmiş ülkelerde bulunan kentler, kendi dinamikleriyle değişik biçimlerde kültürel, sosyal, ekonomik alanlarda hizmet sunabilirler. Dolayısıyla söz konusu kentler, şahsına münhasır bir kentsel olgu olan Walter Christaller’ın ürettiği tanımla özekselleşen yerler haline gelirler.

Özekselleşen yerler kuramı, kentin veya kentlerin dâhil oldukları ve devlet kurumları

ve finansal süreçler ile şekillenmesine işaret etmektedir. Bu kuramsal sistem belli amaçlara yönelik inşa edilmiş veya dönüştürülmüş kentlerin betimlenmesi için kullanılabilmektedir. Özekselleşme ham madde, tarım ürünleri, turizm vb alanlarda olabilir. Dolayısıyla yerleşimlerde sahip olunan teknoloji ve üretim faaliyetlerine göre özekselleşen kent üretimi ve nüfusun uzmanlaşma oranı şekillenecektir (Keleş, 2010:115-118).

Günümüzde gelişmekte veya gelişmiş ülkelerde yukarıda bahsettiğimiz metropol niteliği ve niceliğinde olan şehir modellerinden hareketle mega kentsel alanlar oluşmuştur. Tek büyük kentin yakın çevresinde oluşan kentsel yerleşim ve üretim alanları veya özekselleşmiş kentlerin büyüyerek teknolojiyle desteklenip üretimin

27

boyutlarını artırmaları ve coğrafi anlamda diğer kentlerle birbirlerine yakınlaşmaları, yani metropollerin coğrafi anlamda yakın yerlerde oluşması Castells’e göre kentsel alanların 20. yüzyılın sonunda ortaya çıkan yeni bir biçimi olarak kabul edilebilir.

Mega-kentler, enformasyonel araçların ve diğer teknolojik gelişmeler neticesiyle, “

Gezegen çapında üst düzey yönetim, yönlendirme ve üretim işlevleri; medyanın kontrolü; gerçek iktidar siyaseti; mesajlar yaratıp dağıtma yönündeki sembolik kapasitenin yoğunlaştığı yerlerdir” (Castells, 2005:538). Bu tür kent formları yukarıda da dillendirdiğimiz ancak Castells’in deyimiyle metropolitan alanların ileri bir şeklidir. Mega kentsel alanların oluşumundaki faktörler teknoloji, ekonomi, politika ve network ağlarıdır.

Kentsel tahayyülleriyle, marksist perspektifte, Castells’i önceleyen, kent üzerine eserler vermiş olan Lefebvre’nin kentin yapısını sistemleştirmeye çalıştığı görülmektedir. Lefebvre, kent kavramının tarihinin sanayi devrimi ile değiştiğini ve yeni bir kentsel dokunun ortaya çıktığını öne sürmüştür. Kentsel gerçekliğe ait olan kentsel doku kentin ekosistemi, toplumsal ve kültürel kentsel alanların ifadesidir. Ancak kentsel doku ve kent ne kadar da organik kurumsallaşma ile ortaya çıkmış bir süreç gibi görünse de yönetici, üst veya burjuva sınıfının müdahalesinden azade değildir. Öyle ki kentsel dokunun şekillenmesi sürecinde işçi sınıfının gerek kentsel toprak kullanımının gerekse de üretim alanların konumlarından kaynaklı olarak sınıfsal ayrışma söz konusudur. Sahip olunamamış kentsel mülkiyet, üretim araçları, işçi sınıfının kent içi konumunu belirlemiştir (Lefebvre, 2000: 71-77).

Castelles, Webber’in, kentin siyasi bir yapı olduğu fikrinin kabulü ile başlayıp ekonominin ve üretim teknolojilerinin, endüstrinin ileri yönlü değişimi ile harmanlayarak kent olgusunu irdeler. Ona göre kent, siyasi olarak sosyalist ve kapitalist olarak ikiye ayrılır (Bu günümüzde sosyalist yönetimler olmasa da yakın tarihte var olmasından kaynaklanan bir alt bölümlemedir.). Böylece “kent ideolojisi” ve kültürünün ekonomik mahiyetle ortaya çıktığını ifade eder. Dolayısıyla kent olgusunun, yapısının, özünde sanayi ile ilişkili olup burjuva sisteminin etkisinin azımsanamayacak kadar büyük olduğu hatta bir ürünü olduğu var sayılabilir (Castells, 1977: 13-73-74).

28

Modern kent, toplumsal kurumlar neticesinde kapitalist sistemin ve sosyalist sistemin kentleri olarak ikiye ayrılabilir. SSCB ve Çin’de görülen sosyalist kent olgusu özü itibariyle tarımsal faaliyetlerden sanayileşmeye doğru bir gelişim yönü içermektedir. Kentsel doku, sosyalist sisteme göre şekillendirilmiş ve sosyal anlamda tabakalaşma ve özel mülkiyet konusundaki farklılıklarla beraber toprak kullanımının da daha çok siyaset ve ekonomik kurumlarının ideolojik temellerine göre şekillendirilmiştir.

Sosyalist bloğun çözülmesiyle beraber sosyalist kentlerin durumunun kapitalist devletler içerisinde bulunan kentlere nazaran en büyük farkı, sosyalist kentlerin demir perde ile küresel dünyaya kapatılmış olmasıydı. Sosyalist sistemin çöküşü ve yerine kapitalist sistemin oluşturulması kentler için en çok enformasyon ve enformel ağlar hususlarında sorun yaşanmasına neden olmuştur. Eski sosyalist kentlerin hedefi, yapı ve kurumsal olarak Batı kentlerini yakalamak ve batılılaşmayı sağlamak olmuştur. Ancak mülkiyet problemleri, yani devletin tekelinde bulunan mülkiyetin, toprak kullanımı hakkının şahsileştirilme süreci de ayrı bir problem oluşturmaktaydı. Lichtenberger’e göre Sovyet Sosyalist kentlerinden, sosyalist sistemin son döneminde, Budapeşte’yi örnek vererek kentsel sosyal ayrışmanın Amerika kentleri üzerinden sistemleştirilen “sosyo-ekolojik” kuramın ifade ettiği farklılaşmış, ayrışmış kentsel yerleşimler ortaya çıkmıştır. Budapeşte’de kent yoksulları kent merkezlerinde “yoksulluğun merkez kraterini” oluşturmuşlardır (Lichtenberger’den akt. Axenov vd. , 2006: 18-23).

1960’larda başlayan Marksist kent yazını hep kentsel bir devrimi söz konusu etmiş ve kentsel çalışmalar, eleştirel yaklaşımın argümanlarını kullanarak inşa edilmiştir. Kentin siyasi bir arena, toplumsal dalgalanmaların mekânı oluşu ve tarihsel deneyimler, kentsel alanın tüm toplumsal sistemi değiştirebilecek kıvılcımı barındırabilecek bir uzam olarak ele alınmasına neden olmuş ve Harvey tarafından devrimci kent kuramı çerçevesinde “sosyolojik muhayyile” ve “mekansal bilinç ya da coğrafi muhayyile” bağdaştırılma çalışılmıştır (Harvey, 2013:28). Marx ve Engels’in kuramsal önermelerinden hareketle kent mahiyeti ifade edilmiş ve kent içi dönüşümler artı değer çerçevesinde değerlendirilmiştir.

29

Kent, günümüzde toplumsal çelişkilerin merkezi haline gelmiş ve sınıflar arası gerek yaşam ve kentsel doku tezatlaşmıştır. Metropoller ve kentler artı ürünlerin toplama merkezleri haline gelmiş ve kent içi artık değer toplama alanları oluştuğu gibi, tarımsal ve ticari faaliyetlerin depolanma alanları olduklarından bağımlı kentsellik varlığını sürdürmektedir. Metropoller küreselleşerek kendi bağlantıları aracılığıyla artık değerin dolaşımını yönlendirmekte ve ekonomik olarak coğrafi kaymalara neden olup bazı kentleri çöküntü haline getirip bazılarının da genişlemesi veya durgunlaşmasına neden olmaktadır. Kent olgusu, kapitalist ekonomiye organik olarak entegre olmuş ve toplumsal aktörlerin tutum ve davranışlarını, kapitalizm kendi değişimleriyle şekillendirmektedir (Harvey, 2013: 187-225).

Benzer Belgeler