Felsefe Bölümü Yüksek Lisans/Doktora programı öğrencisi Tolga Beytur'un "Carl Gustav Jung'da Bilinçli Davranış ve İçgüdü" başlıklı tezi aşağıdaki jüri üyeleri tarafından Lisansüstü Eğitim-Öğretim Kanunu'nun ilgili maddeleri doğrultusunda değerlendirilerek kabul edildi. ve Eğitim Yönetmeliği. Bu çalışmada Jung'daki gelenek kalıpları ile içgüdüler arasındaki benzerlik ve ilişkiyi araştırmışlar ve bunlar ile bilinçli zihnin yönlendirdiği davranışlar arasındaki farkı ortaya koymuşlardır. Jung'a göre insanlardaki gelenek kalıpları ile hayvanlardaki içgüdüler, rasyonel temelden uzak olarak ortaya çıkan davranışlar bağlamında birbirine benzemektedir.
In this study, the similarity and the connection between traditional patterns and instincts were researched and the distinction between these and the ways managed by a conscious mind was presented. While human manners are influenced by the traditional patterns of his culture, the animal manners consist of the stable reactions against certain stimulus related to the instinctive program. Animal manners occur via instinctive program and the manners consist of the stable responses to certain stimulus.
In Jung, the traditional patterns in the human and animal instincts are similar from the basis of the ways that take place without a mental basis. Therefore we can say that in Jung the traditional patterns of man refer to the instincts of animals.
GİRİŞ
BÖLÜM JUNG’DA ZİHİN
- Arketip (İlksel İmge)
Jung'a göre bilinçli olmak; Dış dünyayı, içindeki ilişkiler nedeniyle bilmek ve algılamak anlamına gelir. Jung şöyle diyor: "Ego dediğimde, bilinç alanımın merkezini oluşturan ve yüksek derecede 'süreklilik ve özdeşliğe' sahip gibi görünen ifadeler ve fikirler kompleksini anlıyorum." "Doğu Afrika'da kendilerine 'Buradaki İnsanlar' diyen küçük bir kabileyle karşılaştım." Bu ilkel grup bilinci, modern aile bilincinde de varlığını sürdürmekte; Bu tür aileler yaygındır; Aile üyeleri arasında isimlerinden başka ayırt edici özellikleri yoktur.
Hıristiyanlığın mesajlarının mevcut haliyle tam olarak anlaşılmadığını vurgulayan Jung'a göre, kolektif bir inanç haline gelen din anlayışı her türlü etkiye açıktır. Jung, algı kavramını "yeni bir içeriğin halihazırda var olan benzer içerikle birleşerek anlaşılır, kavranabilir veya 'açık' hale geldiği psişik süreç" olarak tanımladı. kolektif bilinçdışı derinleşiyor ve genişliyordu.
Ya da ruhsal enerji, bilinçdışı psişik durumlarda, seviyesi düştüğünde gerileme hareketlerine yol açan aktif bir faktördür. Jung, ruh ve psişe kavramlarının kapsamını belirledikten sonra psişeyi oluşturan ruh, akıl ve ruh gibi kavramların açıklamasını ortaya koymuştur. Anima, Jung'un erkek psikolojisi alanındaki en önemli keşfiydi, çünkü onun öğrendiği gibi, yalnızca anima bir erkeği kahramanca öz kontrole değil, hayata empatik katılıma dayalı olarak bilinçli hale getirebilir.
Psişenin Jung'un anima olarak adlandırdığı kısmını anlamak, bir başlangıç deneyiminden ziyade ruha dair bir içgörüdür; kişilik gelişimiyle olan ilişkisinin özü ortaya çıkana kadar yaşanacak bir gizemdir. Jung'un izini sürdüğü bilinçli zihinle psişede sembollerin oluşturduğu imgelere ulaşma hedefinde ruh kavramı mutlak bir rol üstlenmektedir. Ya da tam tersine kendi arzu imgelerini (ego idealini) merkeze koyan kişi isyankar davranışlar sergileyecektir.
Eğer kompleksler olmasaydı, Wund'un psikolojisinde veya William James'in "bilincin çevresi"nde olduğu gibi bilinçaltı gölgede kalırdı. Arketipler "önceden var olan biliş biçimleridir" (yani bilincin ortaya çıkmasından önce) veya "doğuştan gelen sezgi koşullarıdır". İnsanın zihinsel aktarımını Jung'un deyimiyle kolektif sembolizmle taşıyan bu yapı, kalıtsal kalıtıma dayanmaktadır.
Bireyleşme sürecinin ikinci aşaması Jung'un erkekte ANIMA, kadında ise ANIMUS adını verdiği 'ruh imgesi' ile karşılaşmadır.
BÖLÜM BİLİNCİN DOĞASI
Bleuler'in ambivalans veya ambivalans olarak adlandırdığı renkli işitme gibi bir olgu, fonksiyonun bir kısmı başka bir fonksiyonla birleştiğinde ortaya çıkar. Jung'un hocası Eugen Bleuler'in teorisindeki ambivalans kavramı, Freud'un biseksüellik kavramı ve Jung'un bilinç ve bilinçdışı kavramları bu doğrultuda oluşmuş fikirlerdir. 20. yüzyılda Freud ve Jung'un teorileri, saf aklın insanlıkla ilgili çözülemeyen sorunlarına karşı farklı bir bakış açısı ve alternatif argümanlar sunmaktadır.
Çünkü Jung'a göre bilinçdışı psişik içerikler vardır, bunlar hemen algılanmasa da, bir araya gelip enerji değerleri arttığında bu içerikler ortaya çıkar. Jung'un çeşitli eserlerinde bilinç işlevleri veya ruhun işlevleri olarak terminolojiye dahil ettiği algının bu ara öğeleri için, onun da zaman zaman kullandığı kişilik işlevi terimini kullanmak daha uygundur. teorisinde bunları dört ana başlık altında topluyor ve söylediğinden daha fazlası olmasına rağmen bunları "işlevler" olarak adlandırıyor. Jung'a göre bilinçdışında yapısal olarak hazırlanan ve daha sonra bütünden ayrılarak kişiliği oluşturacak bazı işlevler vardır.
Jung'un psişe pusulası54 adını verdiği diyagramda üstün işlev olarak tanımladığı işlev, bilmeyi mümkün kılan ve düşünce üreten düşünme işlevidir. Yargılara dayanmayan ve değerlendirilmemiş algılarla çalışan, dolayısıyla rasyonel olmayan diğer iki işlev ise duyum ve sezgidir. Duyu ile ilgili olarak Jung, öncelikle bedenin uzayda işgal ettiği yeri ve fiziksel özelliklerini, daha sonra duyusal olayların (acı, acı, hoşluk vb.) algılanmasını kapsadığını belirtmiştir.58 Jung'a göre duygu, her ne kadar tonal bir fonksiyon olsa da, * olup, hissetmekten ayrı olarak değerlendirilmesi gerekir.
Jung, Dictionary of Analytical Psychology adlı eserinde somutluk kavramını ele almış ve somutluğun Batı dillerinde “ortak gelişim” anlamında kullanıldığını belirtmiştir. Jung, Analitik Psikoloji Sözlüğü adlı eserinde soyutlama kavramını saf formda olmayan ve anlamla ilişkisi olmayan nesneler olarak tanımlamaktadır. Jung'un oran sözcüğünden kastettiği, fiziksel uyaranların yoğunluğu ve enerji değeri ile algımız arasında belli bir ilişkinin olduğudur.
Jung'a göre sezgi, içgüdüsel algılama anlamına gelir.67 (...) Somut sezgi, eşyanın gerçekliğine ilişkin algıları, soyut sezgi ise entelektüel bağlantılara ilişkin algıları aktarır.(...)68 Sezgiler, ilkellerin ve çocukların psikolojisinde açıkça görülmektedir. . . Ancak bu durum Jung'un, insan bireyi bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde tam bir manevi değerlendirmenin gerçekleşeceği anlayışından çok uzaktır. Jung'un teorisini şekillendiren yaklaşım ve yöntemi ile teorisinin bu bütünlük üzerine kurulu ifadeleri, var olanın (bilinçdışının) incelenmesiyle ilgilidir.
BÖLÜM
BİLİNÇDIŞI DAVRANIŞLARIN KÖKENLERİ
BÖLÜM
GELENEK KALIPLARI VE İÇGÜDÜLER
Gelenekler sıklıkla veya zorla değiştirildiğinde, toplumu destekleyen geleneklerle çok yakından ilişkili olduğundan toplumun kimliği hızla bozulur. Yani resmi olarak bugün karşılaştığımız bir sorun veya önemli bir aktivite sırasında manevi miras yoluyla bize aktarılan etkilerle düşünce, seçim ve davranışlarda bulunuruz. Yukarıda bahsettiğimiz anne-babayla, kardeşlerle, sevgiliyle ya da arkadaşla, öğretmenle ya da doktorla olan ilişkilerde birey benzersizdir.
Geçmişten günümüze insanların çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak veya sorunlarını çözmek için oluşturdukları geleneksel kalıplar, ister "ilkel" ister "modern" insan olarak adlandırılsın hepsinde görülmektedir. Jung, Keşfedilmemiş Benlik adlı eserinde ruhlarında bir değişiklik olmadığını, "ilkel" ya da "modern" olarak adlandırdığı insanlarda görülen gelenek kalıplarının ortak noktalarının her zaman aynı olduğuna dikkat çeker. Jung'da insanın bilinçdışından kaynaklanan davranışlar, geleneksel kalıplar içerisinde kültürel davranışlar olarak karşımıza çıkar ve dolaylıdır.
Bu bağlamda Jung'un bilinçdışı ve bilinci tam teşekküllü bir insan tipolojisi idealine entegre etme çabası farklı bir anlam kazandı. Jung gibi düşünen Emile Boutroux'ya göre zihinsel ve ahlaki özellikler toplumlarda azınlık özellikleridir. Ancak Jung'a göre insan fizyolojisini ve bilinçaltını oluşturan bileşenler, mekanikleştirilemeyen alanlar olarak hâlâ insani bir boyut olarak önemini koruyor.
Jung'un ruhsuz bir psikoloji olarak gördüğü psikiyatri bilimine yönelik eleştirisi, madde ve ruhun birbirine indirgendiği ve karışım halinde olduğu bir yapıya sahip olduğu gerçeğine değil, kaynağı anlama çabasına dayanmaktadır. Hormonlara bağlı nedenler, kişinin fizyolojik yapısındaki sinirler, bezler veya beyinde meydana gelen yapısal değişiklikler gibi çeşitli psikiyatrik vakaların görülmesine neden olur. Jung'a göre kişinin kendisiyle ilgili olan gölge (kişisel bilinçdışı) kısmından başlayarak bilinçdışı alanı bir ölçüde aydınlatılabilir veya ortaya çıkarılabilir. Jung, psikiyatri kliniklerinde gözlemlediği hastaların çoğunun asıl sorunlarının nevroz, psikoz gibi bozukluklar olmadığını belirtti.
Jung'a göre hem saf akıldan yoksun olan ve bu bakımdan makine benzeri varlıklara benzeyen insan, hem de geleneğin kalıplarına göre hareket eden insan, eksik insandır. Ancak Jung'un ifadesiyle "tam teşekküllü" bir insan olabilmek için, geleneksel kalıplardan ve saf zekadan yoksun, makine benzeri bir varlık olan insanoğlunun aksine, bilinçli bir zihinle hareket etmek gerekir. Uzun tecrübemde beni etik ilkeleri inkar etmeye, hatta bu konuda basit bir şüpheye sevk eden bir durumla karşılaşmadım; Tam tersine tecrübe ve bilgi arttıkça etik sorun daha da belirginleşti ve ahlaki sorumluluk arttı.
KAYNAKÇA