3.1. Devletlerin Sığınma Hakkına Yönelik Tutumları
3.1.1. Devletlerin Ortak Bir Sığınma Sözleşmesi Akdetme Konusundaki Temel
3.1.1.1. Sığınma Hakkının Tanınmasından Doğacak Yükümlülüklerin Paylaşılması
Devletlerin sığınma hakkı tanımakta çekimser davranmalarının en önemli sebeplerinden biri, bu hakkın bireylere tanınması ile kendi toplumlarında ortaya çıkacak maddi ve sosyolojik etkilerdir. Sığınmacıların ülkeye kabul edilmesi ve bu kişilere sığınma hakkı tanınması durumunda, söz konusu kişilerin eğitim, sağlık, barınma gibi temel ihtiyaçlarının giderilmesi konusunda devletlerin bazı önlemler alması gerekecektir ve dolayısıyla birtakım finansal giderler ortaya çıkacaktır. Bunun yanı sıra, sığınmacıların topluma entegre edilmesi, yabancı düşmanlığının engellenmesi, sığınmacıların hak ve özgürlüklerinin korunması gerekliliklerinin yanı sıra kötü niyetli sığınma talepleri ile ortaya çıkabilecek güvenlik tehlikelerinin de bertaraf edilmesi gerekecektir. Devletler sözü edilen yükümlülüklerin altına girmemek için zaman zaman sığınmacılara kapılarını kapatmaktadır.
Coğrafi konumu sebebiyle yoğun sığınmacı akınına maruz kalan devletler ise, bu yükümlülükleri tek başına üstlenmek zorunda kalmaktadır. Devletler yabancılara sığınma hakkı verme meselesini bir göç politikası olarak gördüklerinden, bu yetkiyi kendi takdir yetkileri dâhilinde kullanmaktadır. Ancak, önceki bölümlerde de vurgulandığı üzere, tüm insanlığın sorunu olan sığınmacı sorununda adil bir çözüme ulaşabilmek bakımından, tüm devletlerin taşın altına elini koyması gerekmektedir. Bu konuda atılabilecek en önemli adım ise yükümlülüklerin adil şekilde paylaştırılması olacaktır. Zira sığınma sorunu bir göç sorunu değil, bir insan hakları sorunudur.
2019 yılı sonuna ait BMMYK verilerine ilişkin tablo626
626 Bkz. https://www.unhcr.org/globaltrends2019/ (Erişim Tarihi: 28.12.2020).
0.0 0.5 1.0 1.5 2.0 2.5 3.0 3.5 4.0
Peru Lübnan İran Sudan A.B.D.
Uganda Pakistan Almanya Kolombiya
Türkiye
2019 sonu sığınmacı sayıları (milyon)
BMMYK tarafından yayınlanan istatistiklere bakıldığında durumun vahameti daha net görülmektedir. 2019 yılı sonu verilerine göre dünya çapında en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan ülkeler sıralamasında ilk sırada 3.9 milyon ile Türkiye yer almaktadır. Türkiye’yi sırasıyla 1.8 milyon ile Kolombiya627, 1.4 milyon ile Almanya, Pakistan ve Uganda takip etmektedir. Türkiye’nin kendisine en yakın ülke olan Kolombiya ile arasında 2,1 milyon kişilik ciddi bir fark bulunmaktadır. Bu verilere ek olarak belirtilmesi gereken diğer husus ise dünya üzerinde halihazırda 4.2 milyon kişinin sığınma aradığıdır.628 Sığınmacıların kabulü bakımından, ekonomik refahı yüksek olan ülkelerden sadece Almanya ve A.B.D. listede yer almaktadır. Mali gücü nispeten düşük olan devletlerin sığınmacılara daha yüksek oranda ev sahipliği yapması, yükümlülük dağılımının adaletsiz yapısının en önemli göstergesidir.
Cenevre Sözleşmesi’ne bakıldığında yükümlülüklerin paylaştırılmasına ilişkin bir sistemin bulunmadığı görülmektedir. Sözleşme uyarınca tüm devletlerin yükümlülükleri aynıdır. Devletler Sözleşmede belirtilen koşulların bulunması halinde mülteci statüsü tanıyabilecek ya da sığınmacıları geri göndermemek yükümü altında bulunacaktır. Ancak sözleşme mali ve fiziksel yükümlülük paylaşımının ne şekilde yapılacağına ilişkin bir sistem getirmemektedir. Bu gibi durumlar ülkelerin daha katı sığınma politikaları geliştirmelerine sebep olmakta, pek çok sığınmacı gitmek istedikleri ülkelere ulaşamamaktadır. Bu durum doğrudan insan hakları koruma sistemlerine etki etmektedir. Keza kitlesel akın durumlarına ilişkin özel düzenlemelerin bulunmaması da, akına maruz kalan devletin önemli yük altında kalmasına sebep olmaktadır. Söz konusu ülkeler önemli finansal giderler yapmak durumunda kaldıkları gibi, ulusal güvenlik ve kamu düzeni açısından da bazı tehlikelere açık hale gelebilmektedir. Sığınma hakkı tanıyacak bir uluslararası otoritenin olmayışı da, sığınma konusundaki adaletsiz dağılımın sebeplerinden biridir. Devletler adına sığınma hakkı taleplerini inceleyerek, denetleyerek ve birtakım yükümlülükleri üstlenerek sığınmacıların tüm devletler arasında adaletli şekilde dağılımı sağlayacak bir üst otorite yokluğunda, yükümlülükler de eşit şekilde paylaştırılamamaktadır. Böyle bir uluslararası otoritenin oluşturulması hem devletlerin sorumluluklarından kaçmasının önüne geçecek hem de oluşturulan fonlar aracılığıyla maddi yükümlülüklerin karşılanmasına imkân verecektir.
Kapsamlı Eylem Planı Örneği
Tarihsel süreçte yaşanan bazı sığınma hareketlerinde yükümlülüklerin paylaştırılmasına yönelik bazı çalışmalar yapılmıştır. Bunlar arasında en kapsamlı görünüme
627 Kolombiya’daki mültecilerin neredeyse tamamını Venezuela’da yaşanan iç karışıklıklar sebebiyle bu ülkeden gelenler oluşturmaktadır.
628 İstatistiksel veriler için bkz. https://www.unhcr.org/globaltrends2019/ (Erişim Tarihi: 24.12.2019).
sahip olan program, Hindiçin629 bölgesinde yaşanan yoğun sığınma hareketliliklerini çözüme kavuşturmak amacı güden uluslararası konferanslar ve ardından kabul edilen Kapsamlı Eylem Planı’dır630. 1975 yılında Vietnam savaşının sonlanmasının ardından 2 milyondan fazla kişi Vietnam, Kamboçya ve Laos’tan çıkarak komşu ülkelerde sığınma aramaya başlamıştır. Bu soruna çözüm bulmak amacıyla 1979 yılında bir uluslararası konferans düzenlenmiştir.
Konferans kapsamında BMMYK, ilk sığınma ülkelerinin fazlaca ekonomik ve sosyal sıkıntılar yaşadığını vurgulayarak, bölge dışındaki devletlerin sığınmacıların yeniden yerleştirilmesi konusunda yükümlülüklerinin bulunduğunu belirtmiştir.631 Konferans neticesinde 38 ülke, Hindiçin mültecilerinin yeniden yerleştirilme programına katılmıştır.
Böylelikle 1989 yılına kadar 1.7 milyonun üzerinde sığınmacının yeniden yerleştirilmesi sağlanmıştır.632 Bununla birlikte ilk sığınma ülkeleri (Endonezya, Hong Kong, Filipinler, Tayland, Malezya) yerleştirme gerçekleşinceye kadar söz konusu mültecilere geçici koruma sağlamaya devam edecektir. Ancak mülteci sayısının artması ve yeniden yerleştirme kotalarının yetersiz kalması gibi etkenler sebebiyle ilk sığınma ülkeleri zaman zaman non- entry politikaları izlemişlerdir. Bu sebeplerle yeniden artan mülteci akınına karşı 1989 yılında 70 ülkenin katılımıyla ikinci bir konferans daha düzenlenmiştir. Bu bağlamda sığınmacılar, ilk sığınma ülkelerine giriş yapar yapmaz mülteci statüsünü elde etmeyecek, bunun yerine Cenevre Sözleşmesindeki koşullar bağlamında değerlendirmeye alınacaktır. Statü belirleme işlemlerinin ardından mülteci olarak kabul edilen sığınmacılar üçüncü devletlere yerleştirilecektir. Bu konuda özellikle ABD’nin baskısı etkili olmuştur.633 Kapsamlı Eylem Planı’na göre bu kapsamda mülteci statüsünün değerlendirilmesi bölge genelinde istikrarlı ve hem ulusal hukuk hem de uluslararası hukukta kabul gören uygulamaya eşdeğer şekilde gerçekleştirilecektir. Yine bu doğrultuda BMMYK sürecin her aşamasına dâhil olabilecek ve ilgili otoriteler hükümet dışı organizasyonlarla iş birliği halinde çalışacaktır. Özellikle sığınmacıların hukuki başvuru yollarına tam anlamıyla erişebilmesi, hukuki destek alabilmesi ve başvuruların sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi açısından sözü edilen önlemlerin alınması gerekli olmuştur.634
Yukarıda genel hatları ile değinilen programın en önemli noktası, sığınma hareketliliklerinden yüksek seviyede etkilenen ülkeler ile geri kalanlar arasında iş birliğini
629 Çinhindi ya da Hindiçin, Güneydoğu Asya'da, genel olarak Hindistan'ın doğusu ve Çin'in güneyinde kalan bölgeyi ifade eder ve Myanmar, Laos, Kamboçya, Vietnam, Tayland, yarımada Malezya'sı ve Singapur'u kapsar.
Bu kavram daha ziyade Fransız sömürgesi olan Laos, Kamboçya ve Vietnam'ı tanımlamak için kullanılmaktadır.
630 Comprehensive Plan of Action for Indo-Chinese Refugees (CPA)
631 Schuck, 1997: 255.
632 US Committee for Refugees, 1989: 8.
633 Ineli-Ciger, 2015: 85.
634 Helton, 1990: 119.
geliştirerek, ortaya çıkan yükümlülüklerin belirli devletlere yığılmasının önlenmeye çalışılmasıdır. Yükümlülük dağılımındaki adaletsizlik bireylere de zarar vermektedir. Zira hareketliliklerin belirli bölgelerde yoğunlaşması; yüksek başvuru sayısı sebebiyle bu bölgedeki devletlerin başvurulara gereği gibi cevap verememesi ve bunun sonucunda hak ihlallerinin de meydana gelmesine sebep olmaktadır. Ancak yükümlülüklerin paylaşılması halinde bu istenmeyen etkiler bertaraf edilebilecektir.
Schuck’a göre, Kapsamlı Eylem Planı’nda yükümlülük dağılımı bakımından 3 önemli noktanın üzerinde durulması gerekmektedir.635 İlk husus BMMYK ve ABD önderliğinde bir uluslararası iş birliğinin sağlanmış olmasıdır. Bu sayede sığınmacıların barınabileceği kamplar kurulmuş, gerekli kaynak aktarımları yapılmış ve yeniden yerleştirme programı denetim altında tutulabilmiştir. Uluslararası eylem planlarında bir gözetim ve denetim mekanizmasının bulunması son derece önemli bir unsurdur. Devletlerin ortak bir politika üzerinden hareket etmeleri ve uygulamanın tüm devletlerde aynı şekilde gerçekleştirilmesi önem arz etmektedir. Elbette birtakım düzenlemelerin getirilmesi önemlidir ancak uygulama farklılıkları veya yetersizlikleri hak ihlallerine yol açabilir. Bu bağlamda bir üst mekanizmanın bulunması ve bu mekanizmanın da gerekli tüm verilere erişebilmesi imkânı sağlanmalıdır.
İkinci olarak, Kapsamlı Eylem Planı’nın başarısı büyük oranda herkesin üzerinde düşeni yapmasıyla mümkün olmuştur. Zira bir veya birkaç ülkenin yükümlülüklerini yerine getirmemesi, diğer ülkelerin zarar görmesine neden olmaktadır. Örneğin 1989’da Malezya’nın deniz yoluyla gelen sığınmacılara kapılarını kapatması, komşu ülkelerin daha yoğun akınlara maruz kalmasına sebep olmuştur. Dolayısıyla paylaşım yapıldıktan sonra yerine getirilmeyen yükümlülükler adeta bir domino etkisi yaratacak ve sistemden beklenen fayda düşecektir.
Üçüncü ve son olarak sistemin etkinliği yükümlülükleri paylaştırmak ve zamana yayarak hafifletmek üzerine kuruludur. Ancak zaman içerisinde eylem planının insanları cesaretlendirdiği endişesine kapılan devletlerin, tek taraflı ve hatta kimi zaman insani olmayan bazı önlemler aldıkları görülmektedir.636 Keza ikinci konferansın düzenlenmesinin temel sebebi de bu olmuştur. Sığınmacı probleminin unsurları (kişi sayısı, bir veya birden çok bölgeden gelip gelmemeleri vb.) süreç içerisinde değişkenlik gösterdiğinden, yeni düzenlemelere ihtiyaç duyulmaktadır. Sistemin değişen koşullara entegre edilememesi, bazı devletlerin sorumluluktan kaçmalarına sebep olabilecektir.
635 Bkz. Schuck, 1997: 256-259.
636 US Committee for Refugees, 1989: 7-8.
Avrupa Birliği Sistemi
Genel çerçeveden bakıldığında, yukarıda sözü edilen yükümlülük paylaşımı yöntemlerinin AB içerisinde daha kolay uygulanabileceği izlenimi uyanmaktadır. Zira AB siyasi ve toplumsal politikaların pek çoğunda uyumlanmış bir yapıya sahiptir. ABİA’nın 80.
maddesi uyarınca; “Birlik politikalarının uygulanması bakımından üye devletler arasında dayanışma ve sorumlulukların adil paylaşımı ilkesi” geçerlidir. Yine aynı antlaşmanın 78.
maddesinin 3. fıkrası uyarınca; “ani mülteci akınları sebebiyle zor durumda kalan üye devlet yararına geçici önlemlerin alınması mümkündür” ifadesine yer verilerek, sorumlulukların paylaştırılması gerekliliği üzerinde durulmuştur. Bununla birlikte sığınma alanındaki AB politikalarının, bu dağılıma ilişkin adaletli bir yapı ortaya koyduğu söylenememektedir. 1999 yılında düzenlenen Tampere Zirvesi, ortak bir sığınma sistemi kurulabilmesi temelinde, üye devletlerin dayanışma halinde hareket edeceği kararı ile sonuçlanmıştır. Bu doğrultuda kabul edilen Dublin Tüzüğü ise, ortak sığınma sisteminin oluşturulabilmesi bakımından atılan en önemli adımlardan biri olmuştur. Bilindiği üzere, AB iç sınırlarında dolaşım serbestisi bulunmaktadır ve herhangi bir geçiş iznine gerek bulunmamaktadır. Dış sınırlardan geçen sığınmacılar AB içerisinde kolaylıkla yer değiştirebilmektedir. Dublin Tüzüğü, sığınmacıların AB sınırına hangi ülkeden giriş yaptığının tespit edilmesini öngörür. Böylelikle AB sınırlarına giren sığınmacıların koruma başvuruları ilk giriş ülkesi tarafından değerlendirilecektir.
Uluslararası koruma için başvuranlar, sorumlu ülkenin tespit edilmesinin ardından ilgili devlete transfer edilmektedir.
ABİA, dayanışma temelli iş birliğini öngörmüş olsa da, AB hukukunda yer alan düzenlemeler adaletli yükümlülük paylaşımına yönelik değildir. Sığınma başvurularının ilk giriş ülkesince değerlendirilmesi kuralı, AB’nin dış sınırlarında yer alan ülkelerin diğer üye devletlere nazaran çok daha fazla sorumluluk altında kalmasına sebebiyet vermektedir. Ayrıca tüm entegrasyon çalışmalarına rağmen, devletler arası uygulama farklılıkları bulunmaktadır.
Girişi kolay olan veya sığınma başvurusu bakımından daha zahmetsiz prosedürlere sahip olan ülkeler daha yoğun akınlara maruz kalmaktadır. Dış kontrolün yetersiz kalması da belirli devletlerin üzerine yük binmesine neden olmaktadır. Tüm bu unsurlara ek olarak, sığınmacıların AB devletleri arasında çalışma ve yaşama olanakları bakımından belirli ülkeleri tercih etmesi ve buralara giriş yapmaya çalışması da sığınma başvurularının yönelimini etkilemektedir. İstatistiksel verilere bakıldığında AB üye devletleri arasında en çok başvurunun Almanya, Fransa, Yunanistan, İtalya ve İspanya’ya yapıldığı görülmektedir.637
637 Bkz. https://www.europarl.europa.eu/infographic/welcoming-europe/index_en.html#filter=2019, (Erişim tarihi: 20.08.2020).
Almanya’nın yoğun sığınmacı akınına maruz kalması, 2015 yılında bu devletin Dublin Sözleşmesi’ni tek taraflı olarak askıya almasına neden olmuştur. AB sınırlarına giriş yapan sığınmacıların iç dolaşım serbestisi sayesinde Almanya’ya ulaşıp burada başvuru yapmasının ardından, sığınmacıların sayıca fazla olması, bu kişilerin tamamının giriş ülkesinin tespit edilip geri gönderilmesini pratikte imkânsız hale getirmiştir. Almanya’nın bu adaletsiz sorumluluk politikasına tepki göstermesi, bir iskân planının hazırlanmasına vesile olmuştur.
İlgili plana göre ilk giriş ülkesi olmayan üye devletler 160,000 kişinin iskânını üstlenecektir.638 Ancak ilgili plan, beklendiği gibi işlememiştir. 1 yıllık süreç içerisinde sadece 6,925 sığınmacının iskânı gerçekleştirilebilmiştir. Bunun sebeplerinden bir tanesi, iskân politikasının gönüllülük esasına dayanması ve her devletin kabul edeceği sığınmacı sayısını kendisinin belirlemesidir. Sayılar arasındaki tutarsızlık kaçınılmaz olarak adaletsizliğin sürmesine sebebiyet vermiştir.639 Buna ek olarak, geçiş yollarında olan veya varış ülkesi konumunda bulunan devletler, yükümlülükleri paylaşmak yerine, Schengen sınırlarını kapatarak sığınmacıların geçişine fiziki anlamda engel olmaya çalışmıştır.640 Bu tecrübeden çıkarılabilecek en önemli sonuç, getirilmek istenen sistemin etkin şekilde uygulandığının kontrol edilmesi gerekliliğidir. Aksi takdirde uyulmayan planlar ve politikalar istenen sonucu vermeyecektir. İlgili sığınmacı krizini bertaraf etmek isteyen AB, Türkiye ile anlaşma yapma yoluna gitmiştir. Türkiye ile yapılan geri kabul anlaşmalarıyla AB ülkelerine Türkiye üzerinden ulaşanların geri gönderilmesi sağlanmak istenmiştir. 2015 ve 2016 yılları arasında Yunanistan’a Türkiye üzerinden giriş yapanların sayısı %98 oranında düşmüştür.641 Elbette ki bu önlem, yükümlülüklerin paylaştırılmasından ziyade gelişlerin engellenmesine yöneliktir. AB’ye girişlerin engellendiği ölçüde, Türkiye yükümlülük altında kalmıştır. AB genellikle bu yolu izleyerek, sığınmacılara koruma tanımaktansa bu kişilere menşe ülkelerinde veya üçüncü bir ülkede koruma sağlamaya çalışmaktadır.642 Ancak unutulmamalıdır ki, devletler üzerindeki yüklerin hafifletilmesi, bu yükleri başka devletlerin üzerine yıkmakla, uzun vadede hiçbir olumlu sonuç vermeyecektir.
AB’nin devletler üzerindeki yükü hafifletmek amacıyla yürütmüş olduğu politikalardan en önemlisi 2000 yılında kurulan Avrupa Mülteci Fonu’dur. Fonun amacı mülteci ve yerinden edilmiş kişilerin kabulüne ve kabulünden doğacak sonuçlara yönelik çalışmaları desteklemek ve teşvik etmektir. Fon, söz konusu çalışmalara destek olmak
638 https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/PDF/?uri=CELEX:32015D1601&from=EN, (Erişim tarihi:
26.02.2020).
639 Niemann ve Zaun, 2018: 9.
640 Bauböck, 2018: 152.
641 Niemann ve Zaun, 2018: 8.
642 Biondi, 2016: 209.
amacıyla 216 milyon €’luk bütçeyi üye devletler arasında paylaştıracaktır. Ancak paylaşımda devletlerin, nüfusu, büyüklüğü yahut milli geliri gibi hususlar dikkate alınmamaktadır.
Sistemde, kabul edilen sığınmacılar üzerinden ödeme yapılmaktadır. Bu da subjektif unsurların göz önüne alınmaması dolayısıyla yine adaletsiz sonuçlara yol açabilmektedir.643 İlerleyen dönemlerde de mülteci fonları devam ettirilmiş olsa da bütçe yetersizliği ve nispeten daha az sığınma başvurusu alan ülkelerin ilgili fon sebebiyle teşvik edilememesi yükümlülük dağılımında etkin bir sonuca ulaşılamamasına neden olmuştur.644
2016 yılında sözü edilen eksiklikleri giderebilmek amacıyla Dublin düzenlemelerinde birtakım değişiklikler getirmek amacıyla Avrupa Komisyonu tarafından bir öneri sunulmuştur.645 Öneri sığınmacının başvurusundan sorumlu olacak ülkenin tespitine ilişkin birtakım yeni düzenlemeler ile “adalet mekanizması” olarak anılan bir sistemin de işletilmesine olanak verecektir. İlgili sistem, üye devletlerden birinin orantısız yük altında kalması halinde devreye girecektir. Sistem uyarınca, ilgili devletin büyüklüğü ve ekonomik varlığı referans alınarak tespit edilecek değerin %150’sinin üstünde sığınma başvurusu alıyor ise, ülke normal referans aralığındaki değerlerine ulaşana kadar, tüm yeni sığınma başvuruları diğer AB üyesi ülkeler arasında dağıtılacaktır. Eğer bir üye devlet ilgili iskân programına katılmak istemezse, adalet mekanizması kapsamında, iskân politikasına katılmış olsaydı alması gerekecek her sığınmacı için 250,000 € ödemekle sorumlu olacaktır.646 Sistemin en önemli artıları zorunlu olması ve referans değerlerin belirlenmesinde üye devletlerle ilgili bazı subjektif unsurların da değerlendirmeye alınması olmuştur. Elbette sistemin etkin uygulanması için denetim mekanizmalarının iyi işletilmesi ve üye devletlerin sığınmacıların erişim ve başvuru haklarını engellemeden üzerine düşen sorumlulukları eksiksiz yerine getirmesi gerekecektir.
Etkin Bir Sisteme Yönelik Öneriler
Devletlerin devlet olarak birincil görevi, kendi ülkesindeki vatandaşları korumaktadır.
Dolayısıyla devletlerin sığınmacı yaratmamaları gerekir. Ancak devlet üzerine düşen görevi yerine getiremiyor ve vatandaşlarına gerekli korumayı sağlayamıyorsa, bu noktada diğer devletlerin sorumluluğu söz konusu olacaktır. Temel hakları ihlal edilen veya edilme tehlikesi altında bulunan yabancıların korunması, devletlerin ikincil görevidir.647 Bu ikincil görevin
643 Thielemann ve Dewan, 2006: 361.
644 Thielemann, 2018: 75-76.
645 https://ec.europa.eu/transparency/regdoc/rep/1/2016/EN/1-2016-270-EN-F1-1.PDF (Erişim tarihi:
26.02.2020).
646 Thielemann, 2018: 76-77.
647 Miller, 2016: 83.
yerine getirilmesi tüm devletlerin katılımının sağlanmasıyla sağlıklı bir biçimde gerçekleştirilebilecektir. Dolayısıyla sığınmacıların etkin bir şekilde korunamamasının en önemli sebeplerinden biri olan yükümlülüklerin paylaştırılması sorununun etkin şekilde çözülmesi önem arz etmektedir.
Sığınmacı sorununda adaletsiz yükümlülük dağılımının giderilmesi için, öğretide genel olarak eşit dağılım ve orantılı dağılım olmak üzere iki temel ilke üzerinde durulmaktadır.648 Eşit dağılım ilkesi uyarınca, her devletin eşit sayıda kotası bulunacak ve bu miktarda sığınmacıyı ülkelerine kabul etmek durumunda olacaktır. Her devlet eşit sayıda sığınmacıyı kabul ettiğinden, her devlet için ortaya çıkacak maddi ve sosyolojik yükümlülükler birbirine son derece yakın olacaktır. Ancak bu ilkenin temel eksikliği, devletlerin sübjektif durumlarını dikkate almayışıdır. Zira her devletin kabul edebileceği ve masraflarını karşılayabileceği sığınmacı miktarı aynı değildir. Dolayısıyla eşit dağılımdan ziyade belirli değerlerin referans olarak alındığı ve bu referans değerler üzerinden sorumluluk dağılımının yapıldığı orantılı bir sistemi benimsemek daha faydalı olabilecektir.
Orantılı dağılımda referans değer, nüfus veya servet gibi unsurlar üzerinden alınabilecektir. Daha yüksek servete sahip ülkelerin sığınmacıların kabul edilmesinden doğan maddi yükleri karşılaması daha kolay olacaktır. Keza yüksek nüfuslu ülkelere kabul edilen sığınmacılar, toplum üzerinde önemli sosyo-kültürel değişikliklere neden olmayacaktır.
Dolayısıyla bu gibi ülkelerin diğer ülkelere nazaran daha fazla sığınmacıyı kabul etmesi daha adil olacaktır.649 Bir devletin payı, temel olarak diğer devletlere nazaran üstlenebileceği kadar olmalı, hiçbir devlet adil olmayan bir paylaşımı kabul etmek zorunda bırakılmamalıdır.650 Burada devletlerin yükümlülüklere hem finansal paylaşım hem de insan paylaşımı bakımından katılması gerekmektedir. Zira bazı devletlerin sadece mali yardım yaparak sığınmacıları ülkesine kabul etmemesi, yine sığınmacıların belirli devletlerde yoğunlaşmasına neden olacaktır. Yükümlülüklere çok yönlü katılım, yoğun göç alan devletlerin sığınmacı ve mültecilere ilişkin sorunlarda yalnız kalmasının önüne geçecektir. Elbette devletlerin rızası olmadan böyle bir sistemin oluşturulması mümkün olmadığından, orantılı katılım sisteminin sağlayacağı maddi ve sosyal faydaların net bir şekilde ortaya konarak devletlerin ikna edilmesi gerekecektir. Bu noktada referans değerlerin ve payların belirlenmesi için bir karar mekanizmasına ihtiyaç duyulacaktır. Ayrıca ne kadar sığınmacının bulunduğu, bu sığınmacıların ne kadarlık bölümünün kalıcı ikamete veya geçici korumaya ihtiyaç duyduğunun tespitinin yapılması gerekecektir. Bu veriler ışığında kotaların belirlenerek
648 Gibney, 2015: 456.
649 Gibney, 2015: 456.
650 Schuck, 1997: 277.
devletler arasında dağılımı yapılacaktır. Doğal olarak ne kadar çok devlet sisteme katılırsa, sistemden elde edilen fayda bu ölçüde artacaktır. Sistemin bölgesel düzeyde başlatılıp daha sonra genişletilmesi de mümkündür. Bu sayede sisteme hemen dâhil olmak istemeyen devletlerin uygulamanın gidişatını görmesi ve ikna olması sağlanabilecektir. Ancak sistemde insan haklarını sistematik şekilde ihlal eden devletlerin bulunması durumunda, bu devletlere kota verilmemesi gerekmektedir. Aynı şekilde milli geliri belirlenen minimum standardın altına düşen ülkeler de kota hesaplamasına dâhil edilmemelidir.651
Sistemin etkin şekilde yürütülebilmesi için sağlanması gereken bazı koşullar bulunmaktadır. Sığınma başvurularının ortak bir merkeze bağlı olarak incelenmesi ve ülkelerini terk ederek sınır dışına çıkan sığınmacıların güvenli bir merkezde bekletilmeleri, sadece başka bir ülkede kalmak amacıyla yapılan sahte sığınma başvurularının önüne geçilmesini sağlayacaktır.652 Ayrıca ortak merkez oluşturulması, başvuruların takibi ve istatistiki verilerin kayda geçirilmesi bakımından da fayda sağlayacaktır. Buna ek olarak sistem idari anlamda basit bir işleyişe sahip olmalıdır. Karar alma mekanizması merkezileştirilmesi ve bürokrasi işlemlerinin en aza indirgenmesi sistemin hızlı ve rahatlıkla erişilebilir olmasını sağlayacaktır. 653 İlgili sistem, sığınmacıların insan haklarını korumalı ve oluşturulan güvenli merkezlerin gerekli ve yeterli koşullara sahip olduğunun teminatını vermelidir. Bu husus hesap verilebilirliğin sağlanması bakımından da önemlidir.
Sistem işletilirken sığınmacıların tercihlerinin de genel çerçevede göz önünde bulundurulması gerekebilir. Sığınmacıların sosyo-kültürel olarak entegre olamayacakları veya çalışma imkânı bulamayacakları ülkelere yönlendirilmesi göç hareketlerinin tekrarlanmasına yol açabilecektir. Dolayısıyla iskân politikalarının gerçekleştirilmesi bakımından ilgili faktörler mutlaka dikkate alınmalıdır. Buradaki problem sığınmacıların aynı ülkeleri tercih etmesinden kaynaklanabilir. Ancak bir sığınmacının düzenli bir hayat kurabileceği birden fazla devlet alternatifinin olabileceği düşünüldüğünde, bu kişilerin uygun alternatif devletlere yönlendirilmeleri ve burada gereken desteği almaları ve toplumda kabul görmeleri halinde tekrar eden göç hareketlerinin yaşanmasının önüne geçilebilecektir.