Ankara Y ı 1 : 6 7 S a y ı : 1 K ı ş 2 0 0 9 I S S N 1 3 0 0 9 8 8 5
D E R G İ S İ
ANKARA BAROSU DERGİSİ
Üç Aylık Hakemli, Bilimsel ve Mesleki, Yaygın Süneli Yayın Ankara Barosu Başkanlığı, 2009
Tüm haklan saklıdır.
Basım Tarihi: 25 Mayıs 2009 ISSN 1300 9885
Ankara Barosu Dergisinde ileri sürülen görüşler yazarlarına aittir.
Ankara Barosunu bağlamaz.
Sahibi Ankara Barosu adına Av. Vedat Ahsen COŞAR
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Av. Serhat Sinan KOCAOĞLU
Yayın Danışmanları
Prof. Dr. Celal GÖLE, Prof. Dr. Nevzat TOROSLU, Prof. Dr. Ejder YILMAZ, Prof. Dr. Turgut TURHAN, Prof. Dr. Yahya ZABUNOGLU, Prof. Dr. Lale SİRMEN,
Prof. Dr. Turan YILDIRIM, Prof. Dr. Zeki HAFIZOĞULLARI
Yayın Kurulu Başkanı Av. Bülent Turhan GÜNDÜZ
Editörler Dr. Ayhan TEKİNSOY Av. Mustafa Bayram MISIR
Av, Esin ERCAN
Yayın Kurulu
Av. Bülent Turhan GÜNDÜZ, Av. İbrahim AKIN, Av. Serol KARADUMAN,
Av. Zennure TOKGÖZ, Av. Nurten Çağlar YAKIŞ, Av. Mustafa Bayram MISIR, Av, Cemalettin GÜRLER, Av. Hakan AKARKEN, Av. Emre Baturay ALTINOK, Av. Mahmut Fevzi ÖZLÜER, Av. İlknur TEMEL, Av. Pınar ÜNLÜ,
Av. Cumhur ÇAYCI, Av. Duygu DEMİREL Av. Güzin TANYERİ, Av. Faruk ÇAYIR, Alper ÇELEN, Sıtkı TELLİOĞLU,
Kapak Tasarım Mehmet ULUSEL
Sayfa Düzeni Mustafa HORUŞ
Baskı ve Cilt
Pelin Ofset Tipo Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti.
Mithatpaşa Cad. No: 62/4 Kızılay-Ankara Tel: [0.312] 418 70 93-94 Faks: 418 10 46
www.pelinofset.com.tr
iletişim Adresi
Ankara Barosu Başkanlığı, Adliye Sarayı Kat: 5 Sıhhiye/Ankara Tel: [0.312] 416 72 00 [Pbx] Faks: [0.312] 309 22 37
http://www.ankarabarosu.ora e-mail: ankarabarosuOankarabarosu.org
Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
İçindekiler
Bu Sayıda 5 Başkan’dan 7
Ağla Türkiye Ağla... 10 Bülent Turhan Gündüz Darbelerin Mahkûm Edilmesi,
Demokrasiye Musallat Olan Darbecilerin Etkisiz Hale Getirilmesi En Büyük Dileğimizdir 17 V. Ahsen Coşar
Savunma Hakkına İlişkin İki Soru:
Savunma Hakkı Kutsal mıdır? Duruşma Salonunda Müdafi ve Sanık Yan Yana Oturabilir mi? 22 Metin Feyzioğlu
Elektronik Haberleşme Hizmetlerinde Yetkilendirmenin Hukuki Niteliği 26 K. Burak Öztürk
Gözaltıların İnsan Hakları ve Demokratik Şeffaflık Çerçevesinde Denetimi 43 Bayram Erzurumluoğlu
Yargıtay Kararları Işığında Icc Hakem Kararlarının Türkiye’de Tanınması ve Tenfizi 54 Nuray Ekşi
Kiralanan Taşınmazın
‘Kira Borcunun Ödenmemesi (Temerrüt)’ Nedeniyle İlamsız İcra Yoluyla Tahliyesi 75 Talih Uyar
Türkiye’de Bilgi Edinme Hakkı ve Uygulama Sorunları 107 Zeliha Aras
E. Baturay Altınok
Karar Notları 113
Müşterinin Uğradığı Bütünlük Menfaati İhlallerinden Mağazaların Sorumluluğu 115 Huriye Reyhan Demircioğlu
DSİ’nin Baraj Alanlarindan Etkilenen
Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunmasına Karar Vermesi Hukuka Aykırı Bulundu 121 E. Baturay Altınok
Rücu Mekanizmasinin İşletilmesinin İdarece Kendiliğinden Yapılmadığı Durumlarda, Yurttaşların Bunu Sağlamak Amacıyla İdareye Başvurmalarına Yasal Bir Engel Bulunmadığına Karar Verildi 127
E. Baturay Altmok
Anayasa Mahkemesi, Petrol, Jeotermal ve Madencilik Faaliyetlerinde Çevresel Etki Değerlendirmesini Göz Ardı Eden 5177 Sayılı Maden Kanununda ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Deği
şiklikleri İle Bakanlığın Denetleme Yetkisini Devreden 5491 Sayılı Çevre Kanununda Değişiklik Yapılma
sına Dair Kanun Değişikliklerini İptal Etti 132 E. Baturay Altınok
Anayasa Mahkemesi’nin Maden Yasası’nda Yapılan Değişiklikleri İptal Etmesinden Sonra; Danıştay Maden
cilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği ile İlgili Yürütmeyi Durdurma Kararı Verdi 152 Mehmet Horuş
Değiniler - Katkılar 157
Ankara Barosu Başkam’nm Ankara Barosu’nun Bazı Açılış ve Etkinlik Konuşmaları Ankara Barosu Basın Açıklamaları
YARSAV Basın Açıklaması
İzi Kalanlar 195
Abdullah Vehbi Yekebaş (1890-1965)
Bazı Başvuru Bilgileri 215 Baro Ombudsmanlığı Yönergesi
Ankara Barosu Avukatları 50.000,00 TL’ye Kadar
Kredi Garanti Fonu Kefaleti İle Flalkbankasından Kredi Kullanabilirler Türkiye Barolar Birliği Adli Yardım Yönetmeliği
Harçlar Kanunu Genel Tebliğ (Seri No: 58)
Damga Vergisi Kanunu Genel Tebliği (Seri No: 51)
HUMK ve İİK Parasal Sınırları Tüketici Hakem Heyetine ve İl Hakem Heyetine Başvuru Sınırları Kanuni Faiz ve Temerrüt Faiz Oranları
Yıllık Ücretli İzinler
Hizmet Sözleşmesi Sona Erdirilirken Dikkate Alınacak Bildirim Süreleri ve İhbar Tazminatı Tutarları Kıdem Tazminatı Tavanı
Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 * Sayı: 1 • Kış 2009
4 Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
Bu sayıda
Merhaba,
Bu sayımızda Baro Başkanımız V. Ahsen Coşar başyazısında, “temiz toplum” ihtiyacına ve yolsuzlukla mü
cadele gerekliliğine vurgu yapıyor. Sayın Coşar'm, “darbelerin mahkûm edilmesi, demokrasiye musallat olan darbecilerin etkisiz hale getirilmesi en büyük dileğimizdir” temennisinde bulunduğu Demokrasi ve Özgürlük İçin Avrupa Yargıçlar Birliği (MEDEL), Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV), Türkiye Barolar Birliği ve Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından 16 Mart 2009 tarihinde düzenlenen “Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçların Soruşturulması Yöntemi” konulu panelde yaptığı konuşmayı da güncel gelişmeler karşısın
daki önemi nedeniyle ilk sayfalarımızda okuyabilirsiniz.
Kamuoyunda “Ergenekon” olarak anılan soruşturma ve davalar, iki ayrı iddianameden yansıdığı kadarı ile iki ayrı soruşturma ve dava izlenimi veriyor. Davanın ilki, para-militer bir çete davası, diğeri ise “darbe teşeb
büsü” davası gibi görünüyor. Baro Başkammızm da vurguladığı gibi bu davaların hızla sonuçlandırılıp, suç işleyen çetelerin ve var ise darbe teşebbüsünde bulunarak her kimse demokrasiye musallat olanların adil bir yargılama ile cezalandırılması, sadece özgürlükçü ve demokrat olmanın değil “hukukun üstünlüğünü savun
manın” da bir koşulu sayılmalı...
Ancak, bu davada uygulanan soruşturma usulleri, ciddi hak ihalleri doğuruyor. Bu hak ihlalleri ile ilgili Yar
gıçlar ve Savcılar Birliği’nin 12.01.2009 günlü Basın Açıklamasını “değiniler-katkılar” bölümümüzde oku
yabilirsiniz. Yayın Kurulu Başkanımız Bülent Turhan Gündüz'ün bu açıklamaya sunuş yazısında belirttiği gibi, “YARSAV bu basın açıklamasında devletin içine yuvalanmış tüm çetelere karşı çıkmış, yargılanmalarını olumlamış ancak yargılamanın sanıklara ‘adil yargılanma hakları teslim edilerek yapılmasının önemine vurgu yapmıştır.” Ankara Barosu, her yurttaşın olduğu gibi bu dava sanıklarının da adil yargılanma haklarını savu
nuyor ve gerekli açıklamalarda bulunuyor; buna ilişkin açıklamalara gene aynı sayfalarımızda yer veriyoruz.
“Ergenekon” adı verilen soruşturmada uygulanan usuller, diğer soruşturma ve yargılamalara da teşmil edi
liyor ve bu durum, hukuken sınırları çizilmemiş, tabiri caizse soruşturma kapsamına özgü “olağanüstü hal”
uygulamasına yol veriyor: Teşbihte hata olmaz diyerek vurgulayalım, eğer bir soruşturmada isnad edilen suçu soruşturmakla görevli savcıların yer ve zaman yönünden yetkisini neredeyse tüm ülkeye ve tüm zamana yayarsanız; telefon başta olmak üzere her türlü haberleşmeyi sınırsızca izler ve kaydederek haberleşme hür
riyetini Anayasa’nın çizdiği sınırlar ötesinde ortadan kaldırırsanız; henüz yargılanan şüphelileri bir Göbbels şonu gibi televizyonlardan ve gazetelerden “suçlu” diye teşhir ederseniz, bu bir tür olağanüstü hah işaret eder; burada da “hukuk” görünmez hale gelir, adil yargılanma ise siyasal kampanyaya dönüşür. Yayın Kurulu Başkanımız Bülent Turhan Gündüz, Türkan Saylan'\'â ilgili olarak yaptığı değerlendirmede, bu konuda da bizleri duyarlı olmaya çağırıyor.
“Ergenekon” adı verilen soruşturmada tüm bu sınırların aşıldığını, en çok avukat aramalarında gördük... Sav- cılarca soruşturmalarda, meslektaşlarımıza artık savundukları şüphelilerle ilgili delil elde edilecek kaynak olarak bakılıyor. “Ergenekon” olarak bilinen soruşturmada gelişen ve diğer soruşturmalara da teşmil edilen, avukatlarca asla onaylanmaması gereken en “tehlikeli gelişme” ve yasal hiçbir dayanağı olmayan “hukuksuz uygulama” budur. Ankara Barosu Yönetim Kurulu’nun yaptığı -daha önce yayınladığımız- açıklamalarla konuya verdiği önem, son derece haklı bir şekilde avukatlık mesleğinin onurunun savunulması kaygısından doğuyor. Aksi halde, avukatlık mesleği sıkıyönetim dönemlerinde olmadığı oranda uygulanamaz hale ge
leceğinden bu hassasiyeti “Yayın Kurulu” olarak paylaşıyoruz. Gelecek sayımızda hem eleştirel tutumuzu yansıtmak hem de artık mutat bir uygulama haline gelme istidatı taşıdığından ötürü meslektaşlarımızın da ihtiyacı olacağını düşündüğümüzden Bazı Başvuru Bilgileri sayfamızda “avukat ev ve büro arama rehberi”
yayınlayacağız.
Yaym Kurulu Başkanımız Bülent Turhan Gündüz, “Ağla Türkiye Ağla...” başlıklı yazısında Türkan S aylan'm
ölümü ile başlayan tartışma ile birlikte, Mardin’de gerçekleşen katliam ve ABD Başkanı Barak Hussein Obama'mn Türkiye ziyareti üzerine yapılan tartışmaları değerlendiriyor.
Metin Feyzioğlu, “Savunma Hakkına İlişkin İki Soru: Savunma Hakkı Kutsal Mıdır? Duruşma Salonunda Müdafi ve Sanık Yan Yana Oturabilir mi?” başlıklı yazısında, “Savunma hakkına içi boş bir kutsallık izafe ederek, işlevsiz bir saygı göstermenin yerine, savunma hakkının mahkemelerin varlık sebebi olduğunun ceza muhakemesinin bütün süjelerince benimsenmesi zamanı[nın] çoktan geF’diğini ve “Müdafi ve sanı
ğın birbirlerinden ayrı oturmak zorunda kalmasıjnm], savunma hakkını doğrudan kısıtlamakta” olduğunu vurguluyor.
K. Burak Öztürk, hakem incelemesinden geçen “Elektronik Haberleşme Hizmetlerinde Yetkilendirmenin Hu
kuki Niteliği” başlıklı makalesinde, “devletin kamu hizmetlerinin aslî sahibi ve sorumlusu olduğu anlayışı ile elektronik haberleşme hizmetleri alanının tümüyle özel kişilere özgülenmesi keyfiyeti karşısında, kamu hizmeti ruhsatına ve devlet - kamu hizmeti ilişkisine dair klasik algılama biçiminin gözden geçirilmesi[nin]
zorunlu” olduğunu vurguluyor. Bayram Erzurumluoğlu ise, hakem incelemesinden geçen makalesinde gö- zaltılarm insan hakları ve demokratik şeffaflık çerçevesinde denetimini karşılaştırmalı hukuk çerçevesinde değerlendiriyor.
Nuray Ekşi, Yargıtay Kararları ışığında Icc Hakem Kararlarının Türkiye’de tanınması ve tenfizini değerlen
dirdi. Talih Uyar da, kiralanan taşınmazın ‘kira borcunun ödenmemesi (temerrüt)’ nedeniyle ilamsız icra yoluyla tahliyesini inceledi. Baromuz Kent ve Çevre Kurulu’nun üyeleri E. Baturay Altınok ile Zeliha Araş birlikte Türkiye’de bilgi edinme hakkı ve uygulama sorunlarını tartıştılar.
Karar notları bölümümüzde, Huriye Reyhan Demircioğlu “Müşterinin Uğradığı Bütünlük Menfaati İhlalle
rinden Mağazaların Sorumluluğu”nu tartıştı. Yararlanacağınızı umuyoruz.
Bu sayımızda aynı bölümde, E. Baturay Altınok, üç ayrı önemli kararı yayına hazırlayarak bilgimize sundu:
Kararın ilki, DSİ’nin baraj alanlarından etkilenen taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına karar vermesi hukuka aykırı olduğu üzerine. İkincisi ise, oldukça önemli bir karar: Rücu mekanizmasının işletilmesinin idarece kendiliğinden yapılmadığı durumlarda, yurttaşlar bunu sağlamak smacıyla idareye başvurabilecekler.
Bilginize sunulan üçüncü karar, Anayasa Mahkemesi’ne ait. Mahkeme, Petrol, Jeotermal ve Madencilik Faa
liyetlerinde Çevresel Etki Değerlendirmesini Göz Ardı Eden 5177 Sayılı Maden Kanununda ve Bazı Kanun
larda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Değişiklikleri İle Bakanlığın Denetleme Yetkisini Devreden 5491 Sayılı Çevre Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Değişikliklerini iptal etti. Bu karar üzerine, Danıştay, Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği ile ilgili yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bu kararı ise yayma Mehmet Horuş hazırladı.
Değiniler - Katkılar bölümümüzde, yukarıda sözü edilen YARSAV basın açıklaması yanısıra her zamanki gibi, Baro Başkanı’nm bazı açılış ve etkinlik konuşmalarına, Ankara Barosu Yönetim Kurulu’nun basın açık
lamalarına yer verdik.
İzi Kalanlar bölümümüzde Abdullah Vehbi Yekebaş’ı (1890-1965) Ali Y. Baltacıoğlu yazdı.
Bazı Başvuru Bilgileri sayfalarımızda, Ankara Barosu Avukatlarının 50.000,00 TL’ye kadar Kredi Garanti Fonu Kefaleti ile Halkbankası’ndan kredi kullanabileceğini şartlkarı ile duyuruyoruz. Türkiye Barolar Birliği Adli Yardım Yönetmeliği’ne ve yılın ilk sayısı olması nedeniyle Harçlar Kanunu Genel Tebliğine de yer ver
dik. Her zaman olduğu gibi, bu sayfalarımızda, HUMK ve İİK Parasal Sınırları Tüketici Hakem Heyetine ve İl Hakem Heyetine Başvuru Sınırları, Kanuni Faiz ve Temerrüt Faiz Oranları, Yıllık Ücretli İzinler, Hizmet Sözleşmesi Sona Erdirilirken Dikkate Alınacak Bildirim Süreleri ve İhbar Tazminatı Tutarları, Kıdem Taz
minatı Tavanı çizelgelerine ulaşabilirsiniz.
Gelecek sayımızda buluşmak umuduyla...
Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
g Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
Değerli Meslektaşlarım
Özellikle biz avukatların çok iyi bildiği üzere, hukuk adalet istemektir. Hukuktan daha çok siyaset teorisinin konusu olmakla birlikte, hukukun, toplumun, insanlığın temel amacı ve en önde gelen erdemi olan adalet kavramı, Aristo'dan bu yana, hem hukuk ve hem de siyaset felsefesinin tanımı en tartışmalı kavramlarından birisidir.
Siyaset ve hukuk felsefelerindeki bu tartışmalardan bağımsız olarak ve sadece yargılama pratiği yönünden bakıldığında adalet demek, geçmişte veya bugün sıfatına, gücüne, iktidarına, adına, sanma, mesleğine bak
madan suç işlediği ileri sürülen, bu konuda aleyhinde ciddi kanıtlar bulunan herkese dokunmak, yani herkesi yargılayabilmektir. Esasen hukuk devleti olmak da bunu gerektirir.
Eğer bu yapılamıyor, “dostlara adil davranılıyor, düşmanlara kanun uygulanıyor” ise, yandaş olanlara göz yumuluyor, onların yargılanmalarına izin verilmiyor, muhalif olanın ya da ötekinin susturulması, yok edil
mesi emrediliyor ve bütün bunların yapılmasında hukuk araç olarak kullanılıyor ise, o zaman ne hukuktan, ne de adaletten söz edilebilir.
Bugün Türkiye tam da böyle bir süreçten geçiyor. Bu bağlamda bizden olanlara dokunulduğunda, haksızlık yapılıyor, adalet nerede, yargı ne yapıyor diye içimizden birileri bağırırken, ötekine, muhalif olana dokunul
duğunda başkaları oh olsun diyor. Hukuktan yana, adaletten yana tavır almamız gerekirken, siyasi referans
larımıza, tercihlerimize, kişisel çıkarlarımıza göre pozisyon alıyor, böyle yapmakla hem hukuku katlediyor, hem de içersinde yaşadığımız toplumu kirletiyoruz.
Türkiye son zamanlarda kamuoyunun gündeminden düşmeyen, kimi siyasilerin de içinde olduğu ifade ve iddia edilen yolsuzluk iddiaları ile karşı karşıyadır. Nitekim Avrupa Birliği Komisyonu’nun 5 Kasım 2008 tarihinde açıkladığı ilerleme raporunun merkezini de yolsuzluklar oluşturuyor. Yani hem ülke içerisinden, hem de ülke dışından çekilen fotoğraflar Türkiye’de yolsuzlukların yaygın olduğunu gösteriyor. Hal böyle iken hakkında yolsuzluk iddiasında bulunanlara hukuk dokunmuyor, dokunamıyor.
Hepimizin bildiği üzere yolsuzluk suç olmasının yanı sıra bir utanç, ahlaki bir bozukluk ve kirlilik halidir.
Onun için toplumun vicdanını kanatan yolsuzluk iddialarının takipsiz bırakılmaması, soruşturulması, suçlu oldukları kanısına varılanlar hakkında kamu davası açılması, suçu kanıtlananların cezalandırılması hukuk devleti olmanın asgari gereği olduğu kadar kamuoyunun da beklentisidir.
Bu çerçevede ifade etmek gerekir ki, milletvekili dokunulmazlığı her koşulda ve durumda milletvekillerine dokunulmaması anlamında değildir. Milletvekillerine yönelik yolsuzluk iddialarının söz konusu olduğu du
rumlarda, dokunulmazlığın kaldırılarak yargı yolunun açılması, hem Yüce Meclis’in itibarını korumak ve hem de yolsuzlukların önüne geçmek için başvurulması gereken etkili bir yöntem ve acil bir zorunluluktur.
Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi’nin bir Türk parlamenterin başvurusu üzerine verdiği davanın kabulüne ilişkin kararını “Türk parlamenterlere tanınan dokunulmazlık, pek çok yönden Avrupa’nın diğer ülkele
rinde parlamenterlere tanınan dokunulmazlıktan daha geniştir. Dokunulmazlığın bu biçimde uygulanma
sının objektif hiçbir ölçüsü ve makul gerekçesi yoktur. Esasen bu ölçütlerin siyasi olduğu anlaşılmaktadır.
Milletvekili dokunulmazlığındaki kapsam, yolsuzluk bağlamındaki sorunların temel unsurlarından biri
sidir” biçiminde gerekçelendirmiş olması, bu konudaki yaklaşımımızı doğrulamasının yanı sıra son derece anlamlı, öğretici ve yol göstericidir.
O nedenle ve zaman geçirilmeksizin Anayasa’nm dokunulmazlıkla ilgili hükümlerinin elden geçirilerek de
ğiştirilmesi, haklarında yolsuzluk iddiası bulunan milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, hem bunlara ve hem de haklarında ciddi yolsuzluk iddiaları bulunan üst düzey bürokratlara, belediye başkan ve
Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
yöneticilerine hukukun dokunmasının sağlanması ve bu suretle halkın vicdanının tatmin edilmesi gerekir.
Yine yolsuzlukların önüne geçilebilmesi için Avrupa Komisyonu İlerleme Raporu nâz da tespit ve tavsiye edildiği üzere; TBMM’nin devlet harcamaları üzerindeki gözetim ve denetim görevini etkin bir biçimde yü
rütebilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılması, uygulamalar arasında eşgüdüm sağlayacak merkezi bir birimin kurulması, yolsuzlukla mücadele konusunda güçlendirilmiş yeni yasaların yürürlüğe konulma
sı, günümüzün iktidarı tarafından üzerinde yapılan 15 değişiklikle epeyce sulandırılmış olan Kamu İhale Yasası’nm AB normlarına ve standartlarına uygun hale getirilmesi, siyasi parti ve seçim kampanyalarının finansmanına ilişkin mevzuatın geliştirilmesi, kamu harcamalarında şeffaflığın sağlanması, milletvekilleri ile kamu görevlilerinin dokunulmazlık alanlarının sınırlandırılması gerekir.
Bugüne kadar bu yapılmadığı, yapılamadığı gibi siyaset kurumu ile mafya arasındaki bağlantı iddiaları da yeteri kadar araştırılıp gün ışığına çıkarılamadı. Ergenekon soruşturması adıyla paldır küldür yargıya taşman, başladığı günden bugüne kadar olan biçimiyle muhalifleri susturmak amacıyla yürütülen siyasi bir dava mı, yoksa bir zamanlar sahip oldukları devlet gücünü kötüye kullanmak suretiyle suç işleyen, bu amaçla bir araya gelen, faili meçhul cinayetlerin arkasında ve demokrasiye musallat olan kişilerin ortaya çıkarılarak bunların cezalandırılmalarını sağlamayı amaçlayan bir dava mı olduğu pek anlaşılamadığı gibi, bu davanın ne getire
ceği de henüz belli değildir.
Kuşkusuz hepimizin, herkesin beklentisi bütün bu hususlarla ilgili kirli ve derin ilişkilerin ortaya çıkarılma
sı ve Türkiye’nin bağırsaklarını temizleyerek huzura, güvene, barışa ulaşması, idari, mali ve siyasi yönden şeffaflaşmasıdır. Bütün bunların gerçekleştirilmesinde çağdaş dünyanın vazgeçilmez bir model olarak öne çıkardığı İtalya’daki ‘Temiz Eller’ operasyonu Türkiye için de örnek bir model olarak kullanılabilir.
90’h yıllarda siyaset/mafya sarmalıyla yolsuzluğun cenneti haline gelmiş olan İtalya, kendi derin devletini, yargıya, siyasete, orduya, emniyete, iş hayatına, kiliseye nüfuz etmiş olan çeteleri nasıl çökertti? ‘Temiz Eller’
operasyonu ile... Bu operasyon ile amaçlanan pisliğin, çürümenin köküne inmek, kronikleşmiş, hatta kurum
sallaşmış yolsuzluğu ortaya çıkarmak ve bu suretle toplumu ve sistemi arıtmaktı.
İtalya’da bu operasyona giden süreç pek çok NATO ülkesinde görülen Rüzgâr Gülü, Süper NATO, Geh- len Harekâtı gibi isimlerle ortaya çıkan Gladio’nun deşifre edilmesiyle başladı ve mafya-kilise-P2 Mason Locası-parlamento-emniyet örgütleri arasındaki gizli ve kirli ilişkiler, siyasi partilerin yasa dışı yollardan finansmanı birer birer ortaya çıkarıldı.
Bir başbakan sürgüne gönderildi, bakanlar, milletvekilleri, pek çok işadamı, yüksek rütbeli subaylar, din adamları, gazeteciler, televizyon ve tiyatro sanatçıları, mafya üyeleri yargılandı, bunların önemli bir kısmı mahkûm olup hapse girdi, kimi iş adamları intihar etti, İtalyan gizli servisi şefi hakkında mafya bağlantıları nedeniyle davalar açıldı.
Operasyonu yürüten savcılar, Di Pietro, Scarpinato, dinamitle havaya uçurulan Falcone, Piercamillo Davi- go operasyonun başında belki yalnızdılar, ama onlar olayların ve suçluların üzerine gittikçe, halk da, medya da, diğer kamu görevlileri de onlara inanmaya ve destek vermeye başladı. Bu süreçte hiç kimse kendi hırsızı
nı korumadı, hiç kimse kendi siyasi görüşleri çerçevesinde sürece öyle ya da böyle müdahil olmadı. Savcılar tarafından başlatılan operasyon, medyanın desteğiyle toplumun her kesimine, kamunun bütün kuramlarına yayıldı ve başarıyla sonuçlandı.
İtalyanların yaptığını yapamaz mıyız? Elbette yaparız. Daha da iyisini yaparız. Ama bunu yapabilmek için İtalya’da ‘Temiz Eller’ operasyonunu başarıyla yürütenlerden savcı Piercamillo Davigo’nun dediği yerden işe başlamak gerekir. Söze ‘sistemin, namuslu insanları politikadan dışladığını’ söyleyerek başlayan Davigo şöyle devam ediyor: ‘Sorun siyasi partilerin yasa dışı yollardan finansmanı. Ne kadar paranız varsa, partide o kadar güçlü oluyorsunuz. Ne kadar güçlüyseniz, o kadar mevki sahibi oluyorsunuz. Ne kadar mevki sahi
biyseniz, o kadar yolsuzluk yapıyorsunuz. Ne kadar yolsuzluk yaparsanız, o kadar güçlü oluyorsunuz.’
8 Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
O halde üzerinde toplumsal mutabakat olan ‘Temiz Toplum’ talebini ivedilikle siyasi bir iradeye dönüştür
mek, Siyasi Partiler Yasası’ndan işe başlamak ve siyasi partilerin yasa dışı yollardan finansmanını önleyecek, yanı sıra parti içi demokrasiyi güçlendirecek düzenlemeler yapmak gerekiyor.
Hepimizin özlemi olan ‘Temiz Toplum’un gerçekleştirilmesini sağlayacak asli unsur adalet mekanizmasıdır.
Onun için yargıcıyla, savcısıyla, avukatıyla, kalem personeliyle bir bütün olan adalet örgütünün kendisini hız
la yenilemesi, arınması, şeffaflaşması, verimliliğini artırması, bunun için gerekli olan yasal düzenlemelerin yapılması gerekir.
'Temiz Toplum’ talebini ve gereksinimini gerçekleştirecek asli unsur adalet mekanizması olmakla, yargının bağımsızlığının sağlanması yaşamsal değerdedir. Bunu sağlamak için yargı gücünü mutlak olarak bağımsız
laştırmak, bu amaçla Teftiş Kurulu’nu Adalet Bakanlığı’ndan ayırarak doğrudan Yüksek Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na bağlamak, doğrudan bu kurula bağlı bir sekreterlik oluşturmak, Adli Polis örgütünü kurmak ve bu örgütü doğrudan savcılık kurumuyla ilişkilendirmek, yargıç bağımsızlığı kadar önemli olan savcıların bağım
sızlığını sağlamak, bu amaçla Adalet Bakanlığı’nm savcılar üzerindeki vesayetini ve Cumhurbaşkam’mn; bir kısım yüksek yargı organlarına üye seçme yetkisini ortadan kaldırmak gerekir.
Saygılarımla.
Av. V. Ahsen Coşar
Ankara Barosu Başkanı
Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
Ağla Türkiye Ağla...
Bülent Turhan Gündüz*
“En güzel, en sevgili kızlarından birini Türkan Saylan ’ı kaybettin ağla Türkiye ağla...”
Ağlayın cüzamlılar, şimdi kim dokunacak en yakınlarınızın bile içini ürperten yaralarınıza? Ağlayın kızlar, şimdi kim çırpınacak kızlar okusun diye?
Ağlayın öğrenciler, şimdi kim burs verecek okurken sıkıntılarınız azalsın diye?
Ağlayın bu ülkenin bütün namussuzları, hırsızları; siz bu ülkeyi soyarken hayatından vererek bu ülke insan
ları için kim çırpınacak?
Ağlayın bu ülkenin şeriatçı, darbeci faşistleri, siz çıkarlarınız uğruna insanlarımızın ruhuna egemen olmak için her tür işkenceyi reva görürken, bu ülkenin insanları özgür ve çağdaş yaşasın diye kim kendi bedenini paralayacak?
Cenaze töreninde insanlar, Türkan Saylan’dan özür dilenmesi gerektiğini dile getirdiler. İyi ama kim niye özür dilemeli Türken Saylan’dan?
Eli kanlı katilmiş gibi sabahın köründe ilaç verildiği yatağında yatarken evini basan polisler mi? Arama ve gözaltı kararı veren mahkeme mi, bu görevi polise veren Cumhuriyet Savcıları mı?
“Onlar mevcut yasalara dayanarak ve talimatlara uyarak iamamen yasal bir şey yaptılar! O halde niye özür dileyeceklermiş? ”
Çağdaş, özgür yaşama sevdasından ve bu sevdanın biçimlendirdiği mücadele azminden; kısaca ondan nefret eden şeriatçı, darbeci faşistler mi?
“Bu nefret duygusunda haksız değiller ki; Türkan Saylan onlar için büyük tehlike, nefret etmekte haklılar!
Hem bu ilkellerin yüreklerinde ötekine duyulan nefretten başka bir duyguya yer yok ki! ”
Gördüğünüz gibi ortada özür dileyecek kimse yok. Bir dakika yahu tabi ki var. Türkan Saylan var!
Kişisel zenginliği ve zevkleri için çaba harcamak yerine inandıkları uğruna tüm savaşçı ruhlar gibi, bir saniye bile teslim olmayı düşünmeksizin savaşarak öldüğü için; onunla birlikte savaşıp ölmek yerine, inandıkları değerleri ayakları altına alıp şeriatçı, darbeci faşistlerin yandaşlığında kişisel zenginliklerini artıran, vicdan
larını rahatlatabilmek için geçmişlerine tüküren eski solculardan özür dilemeli!
“Aslında onunla birlikte savaşmayıp, günlük çıkarlar peşinde koşan hepimizden, vicdanlarımızı rahatsız ettiği için özür dilemeli!”
* Avukat, Ankara Barosu Yayın Kurulu Başkanı
10
Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009Mardin’de İnsanlar Öldü...
Mardin’in Mazıdağı İlçesine bağlı Bilge köyünde kırk dört insan katledildi. Bir anda bütün ülke ayağa kalktı.
Bu duruma üzülsem mi, sevinsem mi bilemedim ama şaşırdım.
Nasıl şaşırmam ki resmi rakamlara/makamlara göre otuz binin üzerinde insan ölmüştü o bölgede bu güne kadar ve kılımız bile kıpırdamamıştı. Şimdi ne oldu da kırk dört insan öldü diye tüm ülke ayağa kalktı.
“Ellerine silah verip insan öldürmeleri meşru kılınan korucuların (nedeni ne olursa olsun) sivilleri katle
derken suçüstü yakalanmaları ile açığa çıkan bilinçaltımızdaki suçluluk duygusu olabilir mi bizleri ayağa kaldıran?”
Yoksa biz artık insanların katledilmelerine karşı duyarlı bir toplum haline mi geldik. Bundan sonra kimse katledilmeyecek mi bu ülkede? İstemesek bile eğer bu günden sonra katledilen insanlar olursa, kimliklerine bakmaksızın tepkiler mi vereceğiz?
Haber duyulduğunda başladı basının çokbilmiş kalemleri ahkâm kesmeye. En ufak bilgiye sahip olmadan katliamın nedenleri üzerinde bir tartışma başlattılar.
En basmakalıp tartışmayla; töre ve namus cinayeti diyerek başladılar ve sonunda çıkar çatışmasına kadar geldiler.
Biri dedi ki; “Evet kan davaları bu ülkenin bir toplumsal gerçeği ve ciddi sorunudur. Ancak buna ilişkin bir kültür vardır ve bu kültürde bilebildiğim kadarıyla bu şekilde icra edilen bir kan davası olayı yoktur.”
“Bu uzman kardeşimize baromuz, “kültüre uygun etik kan davası cinayeti kuralları” konusunda konferans vermesi için şans tanımalı. ”
Yine dedi ki; “Bu gelişmelerin gerisinde ciddi bir toplumsal zihniyet dönüşümünün kendini ele verdiği açık.
Son yıllarda toplum bilimcilerin sıkça kullandıkları “şizofrenik toplum” nitelemesi üzerinde daha bir özenle durmak gerekiyor. Televizyonlarda ve internet kafelerde sürekli seyredilen sanal ortamdaki savaş ve çatışma sahnelerinin bunda bir payı var mıdır? Araştırılması gereken bir nokta olmalıdır. Diğer yandan toplum gi
derek geleneksel kültür değerlerinden ve kotlardan uzaklaşırken televizyon ve kafelerin sanal dünyasına mı teslim olmaktadır?”
“Biri bu uzman kardeşimize o köyde internet kafelerin bulunmadığını, katillerin ruhsatlı kalaşnikof tüfekleri olduğunu ve her gün silahlı çatışma ortamında yaşadıklarını söylesin lütfen!”
Bir diğeri (ki konusunda ülkemizdeki en büyük uzmandır!) “Dinin baskı altında yok edildiğini, bölgenin âlimlerinin, şeyhlerinin itibardan düşürülmüş” olmasını kırk dört kişinin katledilmesi nedeni olarak yazdı.
“Biri bu uzman kardeşimize din uğruna milyonlarca insanin hunharca katledildiklerini bir güzel anlatsa ve hiç uzağa gitmeden Kahramanmaraş’ı örnek gösterse, hatta Sivas’ı hiç söylemese!”
Bununla kalsalar iyi daha neler söylemediler ki. Kimilerinin bilinçaltındaki ırkçı yaklaşımlar ortaya çıktı töre ve namus cinayetlerinin ‘Kürt’lere özgü bir sorun olduğunu yazdılar/söylediler.
“Biri bu uzman kardeşimize törelere bağlı yaşama biçimi, namus telakkisi ile suç işlemeye yönelimin Kürt sorunu değil, geri kalmışlık sorunu olduğunu anlatsa! ”
Bu ülkede törelerine bağlı, namus anlayışı yüzünden cinayetler işleyen başka etnik kökene sahip binlerce insanın yanında, yaşama töre ve namus penceresinden bakmadan binlerce uygar Kürt yaşıyor!
Katliamı gerçekleştiren ilkeller kadar ilkel olanları vardı içlerinde; “idam cezası niye kaldırıldı ki?” diye sordular! Güzel ülkemin az gelişmiş insanı idam cezasının yürürlükte olduğu zamanlarda suçun işlenmesini engelleyemediğinin farkında değildi.
Bülent Turhan Gündüz • Ağla Türkiye Ağla...
Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
“E be ilkel, modern hukukun suç karşısında “asmayalım da besleyelim mi? ” gibi örümcek kafaların ürünü fikirlere itibar etmediğinin farkında değil misin?”
Bu arada katliamdan sonra köyde yapılanlar da ilginç. Ana sınıfı açmalar, okulu açmalar, onlarca psikolog eşliğinde yapılan eğitim. Bunların hepsi güzel, yapanlara teşekkür ederiz ama bu güne kadar neredeydiniz?
Diğer köylerin sakinleri ne yapmalı böyle sınıflarda eğitim yapabilmek için?
Otuz binden fazla insanın ölmesi yetmedi bazı kafaların, “bu kadar insanın ölmesi için harcanan milyarlarca doların da, yöre açıkgözlerinin İstanbul’un eğlence merkezlerinde harcadıkları yatırım teşvik kredilerinin de”
sorunları çözemediğini anlamasına.
Dilerim kırk dört insanın ölmesi, bölgenin ekonomik sorunlarının çözümü ve bölgede yaşayan insanların bu çözümden hakça/eşit yararlanmasını sağlayacak düzenlemeler yapılmasını sağlar.
“Tüm bunları yaparken yöre insanının, ülkemizin taraf olduğu ulusal üstü belgelerde yerini bulan kültürel taleplerini de es geçmemek gerekir. ”
Mil çekseniz gözlerime, görüp sızlamasa...
Şiş soksanız kulağıma, duyup zonklamasa...
Kesip lal etseniz dilimi, konuşmasam...
Sıksanız boğazımı duyulmaz olsa çığlıklarım...
Yüreğim nasır bağlasa etkilenmesem...
İnandığım tüm değerlerin üstüne basarak zengin olsam...
Zengin olup geçmişime tükürsem...
Geçmişime tükürdükçe ensemi okşasanız...
Ensemi okşayanlar çoğaldıkça daha zengin olsam...
İki paragraf felsefe, bir paragraf sosyoloji, bir tutam ne olursa fark etmez öğrensem;
Ruhumu rahatsız eden bu hale kahramanlık türküleri yazsam...
Yüzüme yağanı yağmur, eleştiriyi çamur sansam...
Barak Hussein Obama beni nüfusuna kabul eder mi?
Ağlasam, zırlasam, yalvarsam...
Utanmasam, utanmasam, hiç ama hiç utanmasam...
“Esareti reddedip akıl dolu cesaretle nefes alıp veren insanlar; olmazsa olmazıdır özgürlüğün..
Barak (pardon Hüseyin’imiz) Obama bizi ziyarete geldi. Hoş geldi sefalar getirdi... Zaten Amerika Başkanla- rının başımızın üstünde yerleri vardı, bunu tam tepemize oturttuk; e ne de olsa adının tam ortasında Hussein’i de (bizim Hüseyin yani) var...
Halkımız için (Türkiye Halkı!) yarım saat bile açık tutamadığımız tüm yollan Barak’ımız (Hüseyin’imiz) Obama’mız için ve o kaldığı sürece açık tuttuk milletcek...
Aylardır yıkanmayan meclis duvarlarını yıkadık. Sabahın köründe sinekkaydı tıraş olmuş devlet büyükleri
miz, en güzel elbiselerini giydiler; ayakkabıları ayna gibiydi, ayakkabılarının karşısında verdiler son şeklini saçlarına...
Bu durum erkeklere (askerliklerini yapmışlarsa eğer) Genel Kurmay Başkanmın birliği denetleme anını anım
±2 Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
Bülent Turhan Gündüz • Ağla Türkiye Ağla.
satacaktır. Üç gün öncesinden tuvalete girmemizi bile yasaklarlardı. Temizlenen hiçbir yerin Genel Kurmay Başkanı gidinceye kadar kirletilmesine izin verilmezdi. Sonrası; ‘eski tas eski hamam.’
Yapılanlar bana on-on beş yıl önce (belki yirmi) o zamanki Amerika Başkanmm ülkemizi ziyaretinden önce yapılan komik bir hazırlığı da anımsattı. Sizler de anımsayacaksınız; Kent içindeki yollara kaldırımlara belli bir mesafede sarı renk çizgiler çekilmişti. Bu çizgi Amerikan yollarında mevcuttu ve Amerikan Başkanma
“işte efendim Küçük Amerika” demek istiyorduk. Böylece Amerika Başkanma kendini evinde hissettirecek
tik. Yoksa bunun dışında bir anlamı yoktu. Nasıl başka bir anlamı olsun ki? Bu çizgi Amerika’da sürücülere araçların kaldırımlara bundan daha fazla yaklaşamayacaklarını emreden bir kuralı anlatıyordu. (Geçenlerde iki avukat arkadaşım ile birlikte Danıştay’ın hemen karşısındaki kaldırımın üzerinde sohbet ediyorduk. Bir güvenlik görevlisi yanımıza yaklaştı ve “oradan çekilin kamyoneti park edeceğiz” dedi.) Kaldırımları otopark zanneden bir topluluğa bunu nasıl anlatsın ki o zavallı sarı çizgiler. Nitekim şimdi yoklar artık!
Hükümetimiz küresel ekonomik kriz gibi Barak (Hüseyin’imiz) Obama’nm da bizi teğet geçmesini engelleye
cek tüm tedbirleri almıştı. Barak (Hüseyin’imiz) Obama sırasıyla Başka ülkelerin devlet büyüklerine karşı en saygılı Cumhurbaşkanı, Davos Kahramanı Başbakan, Dünya’nın en uzun süre görevde kalan ana muhalefet lideri, konuşmadığı sürece büyük devlet adamı görüntüsünü en iyi veren muhalefet lideri, Türkiye’deki en Türk Kürt muhalefet lideri ile görüştürüldü.
Barak (Hüseyin’imiz) Obama ile (sırayla ve topu topu beş dakika) görüşme şansı bulanlar bayram çocukları gibi mutluydular. Görüşmeden çıkar çıkmaz ulusal ve uluslar arası basına kendileri ile görüştüğü için Barak (Hüseyin’imiz) Obama’ya içten teşekkürlerini sundular.
Herkes bir diğerini Barak (Hüseyin’imiz) Obama’ya şikâyet etti. Barak (Hüseyin’imiz) Obama da onlara sakin olmalarını telkin etti, öğütler ve sorunlarını çözme sözü verdi.
Halkımız (Türkiye Halkı!) sabahın köründen gecenin karanlıklarına kadar gözlerini ekrandan kulaklarını ho
parlörlerden ayırmadan pür dikkat, Barak’ımız Hüseyin’imiz Obama’mızın Türkiye’nin sorunlarını çözecek önerilerini dinledi.
Aptal kutusu televizyon seyredip buradan öğrendiklerini itiraf etmekten korkan entelektüeller (Türkiye Ente
lektüeli!) televizyon üstü gazete köşe yazılarını okudu.
Peki, bu görüntüler size konuk yabancı devlet başkanı ile bağımsız ev sahibi devletin yetkilileri arasındaki görüşmeler gibi geldi mi?
“Bana da öyle gelmedi!"
Meclisten milletvekillerinin yüzüne, ekranlar aracılığı ile gıyabında tüm Türkiye’ye seslendi Barak (Hüseyin’imiz) Obama. Devletimizin vakarı ve gelecekteki nurlu ufuklar için çözüm önerilerini anlattı.
Peki, bu konuşma size konuk yabancı devlet başkanmın bağımsız devletin ev sahipliğine teşekkür konuşması gibi geldi mi?
“Bana da öyle gelmedi! ”
“Buradan her birini Cumhuriyet Savcılarına ihbar ediyorum. Her biri hakkında TCK 301 maddesi gereği soruşturma yapılmalı, haklarında kamu davası açılmalıdır; TCK 301. maddesinde tarif edilen suç, suç tarifine bundan daha uygun işlenemez bence!”
(Yasal ve sadece bu nedenle meşru bu maddeyi eleştiriyor ve kimsenin bu madde nedeniyle soruşturulmasını istemiyorum aslında ama değimli ki maddeyi kaldırmadılar, katlanacaklar artık!)
Bu oyun Amerika ile Türkiye arasında yıllardır oynanıyor. Ne oynayanlar bıktı bu gösteriden ne de biz seyre
denler. Yetmez mi be kardeşim; artık şunun adını koysak da tüm dünya rahatlaşa; olmaz mı?
Mesela ‘Manda’ desek! Ben şahsen ‘Manda’ olmayı kabul etmem ama ‘Manda’ olmaya hevesli bir sürü aklı evvel olduğunu biliyorum. Bunlar zaten ülkelerinden bağımsız kendileri ‘Manda’. Biz bunlara ‘Manda Özür
lü’ diyoruz, çalıştıkları patronlarına bile ‘Manda’lık yaparak sürdürüyorlar yaşamlarını.
Barak’ımız Hüseyin’imiz Obama’mız çekti gitti ama televizyonlarda ve gazetelerde kendilerini bir şey sanan
lar, ya da bir şeyi bildiğini sananlar tartışıyor; “Barak’ımız Hüseyin’imiz Obama’mız Türkiye’ye niye geldi?”
Onlara verilecek net ve hak ettikleri bir yanıtım var ama hakkımda ceza davası açılmasından ve tazminat ödemekten korkuyorum.
“Ben bir korkağım!”
Aylar önce başladı bu Barak (Hüseyin’imiz) Obama’mn hepimize sevdirilmesi hikâyesi. Adamı Amerika Başkanı yapmaya karar vermişler; aday olmuş. Karşısına da en uygun adayı Dick Chaney’i koymuşlar. Tam bir tiyatro dönüyor.
Adam Amerika’nın ‘B’ planı. Bush ile (daha doğrusu Bush maskesi ile) Amerika Dünya’dan almayı planladık
larını almış. Çok iyi yaptıkları gibi Bush’u günah keçisi yapmışlar; Amerika bu değil, olanlar hep Bush ’un ha
tası, bakın tüm bunları düzelteceğiz senaryosunu koymuşlar sahneye... Başrolde de Barak’ımız Hüseyin’imiz Obama’mız bir melez... Yetmezmiş gibi “Müslüman olabilir mi?” şüphesini de yaratmışlar...
Güney Amerika’nın solcu yönetimlerini bile kandırdılar bu planla. Şüpheyle bile yaklaşsalar Barak (Hüseyin) Obama’ya bir şans vereceklerini açıkladı hepsi. Ama mızrak çuvala sığmadı, Barak (Hüseyin) Obama seçim sürecinde verdiği sözleri daha şimdiden tutamaz hale geldi. Savaş suçlusu diye tanımlayıp tutukladıkları in
sanların askeri mahkemelerde yargılanmalarına devam edilmesine karar verildi. Üstelik bu insanlara yapılan işkencelerin kanıtlarının yayınlanması yasaklandı.
Bah bah bah ne kadar uygarmış meğerse şu Amerika; bir kölenin oğlu taaaaa Başkanlığa kadar ulaşıyor.
Yine tazminat ödeme tehlikesi yaşıyorum tam bu anda ama kendimi tutup daha seviyeli yaklaşıyorum olaya;
kardeşim siz şu anda bile hala Amerika’da Afrika kökenli Amerikalıların ve melezlerin beyaz kulüplerine gir
melerinin yasak olduğunu, istedikleri her yeri mesken tutamadıklarını bilmiyor musunuz?
Amerika televizyonunda kapıştırıyorlar başkan adaylarını. Sanki adamlar bizim ülkemize de başkan seçile
cekler; ulusal televizyon kanallarımızda naklen yayınlanıyor bu kapışma. Sahi ya adamlar bizim ülkemize de başkan olmuyorlar değil mi?
Dick Chaney diyor ki; “Irak’taki askeri varlığımızı güçlendirelim ve buradan İran’a, Suriye’ye falan saldıralım...”
Barak (Hüseyin’imiz) Obama diyor ki; “hayır bunun yerine Afganistan’daki askeri varlığımızı güçlendirelim ve buradan Pakistan’a saldıralım... Demek istiyor ki, şu Pakistan’ı Hindistan’ın başına bela olmaktan bir kur
taralım. Sonra da Hindistan (ki dünyanın büyük ekonomilerinden ve ordularından birine sahip) aracılığı ile Çin ve Rusya’yı kontrol altına alalım.”
“Bu günlerde Afganistan ’da asker bulunduran ülkelerin Afganistan ’a ek birlikler göndermesine hiç şaşırma
yacağım. Hatta Birleşmiş Milletler Teşkilatının Pakistan’ı ‘kendisiniyönetemez ülke’ ilan etmesine bile!”
Adamlar oturmuş Dünya’ya kendi çıkarları doğrultusunda verecekleri biçimi tartışıyor; buradan elde edecek
leri çıkarın en büyüğü olduğunu kanıtlayıp başkan olmaya çalışıyorlar ve televizyonlar aracılığı ile bizleri de taraf yapıyorlar. Bizleri yani bütün bu planların içinde sadece piyon olarak gördüklerini...
Bizim aklı bir karış havadakiler hala tartışıyor; bu Barak (Hüseyin’imiz) Obama Türkiye’ye niye geldi diye?
“Aslında bir tazminatı hak ediyorlar ama ben yine de ödemeyeceğim! ”
Bu aklı bir karış havadakiler kadar çok şey bilmiyorum ama bu arada Türkiye çekincesini kaldırdığı için Ras- mussen NATO Genel Sekreteri oldu... Modern haçlı ordularının başına bundan iyi bir komutan ...
Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
14 Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
Bülent Turhan Gündüz • Ağla Türkiye Ağla.,
“Bunu biliyorum!”
Heybeliada Ruhban Okulunun açılmasına ramak kalmış olabilir... Hem zaten ne var bunda be kardeşim imam eğitmiyor muyuz, papaz eğitirsek Dünya’nm sonu gelmez ya!
“Bunu biliyorum!”
Ermenistan ile sınır kapımızın açılması an meselesi olabilir, bunun karşılığında da soykırım tasarısının yasa
laşması başka bir bahara kalabilir.
“Bunu biliyorum!”
Türkiye (halkının!) yararına başka bir gelişme olmuş mudur diye merak ediyorsanız ve bunu bana sorarsanız yanıtım; “Ne bileyim kardeşim ben ne Pentagon çalışanıyım ne de ulusal basında köşe yazarıyım...” olur.
Tabi bu plan Barak’ımız Hüseyin’imiz Obama’mızm da planı değil. Belki de o adam bu konuda benim kadar suçsuz. Planın tamamından haberdar olduğunu bile sanmıyorum. Plan yürürken eminim ki bir sürü şey onun için de sürpriz oluyor. Bu onlarca yıl önce yapılmış planın revize edilmiş hali o kadar.
Etrafımıza biraz dikkatli baksak görürüz ki, öyle tek yönlü bir plan da değil. Çok ince detaylarına kadar dü
şünülmüş harika bir plan.
“Bunu söyleyeceğim için kendimden nefret ediyorum; ama akıl adına hayran kalmamak da olanaklı değil!”
Adamlar bütün Dünya’yı ele geçirmenin planlarını yapıyorlar. Tüm Dünya’yı Amerika ve onun peyki devlet
lerden oluşan tek bir ülke yapmaya çabalıyorlar. Bunun kurallarını koyuyorlar ve kurumlarını oluşturuyorlar inceden inceye... Üstelik el attıkları coğrafyadaki herkesi kullanıyorlar. Bir kısmı bilerek, bir kısmı bilmeden bu planın parçası haline gelen insanlar kaçınılmaz sona hizmet ediyorlar.
Ortak bir kültür oluşturuyorlar, tabi ki Amerikan halkının alışkın olduğu yaşama biçimi temelinde, hepimiz obez oluncaya kadar sürecek bir plan bu...
Dolar’ı dünya parası yaptılar, Euro ile direnmeye çabalayan Avrupa’yı umursamadan. Karşılıksız para (uluslar arası sözleşmelere aldırmadan) basıyorlar. Dolaşımdaki Dolar’larm büyük bölümünün karşılığı yok. Dünya’mn en büyük bütçe açığına sahip ülkesi oldular, bütçe açığı ile zenginleşiyorlar; televole ekonomi bilimcilerimizle alay edercesine.
“Akıllarına gelmiş midir bilmem, akıllarına gelmişse neden uygulamazlar hiç bilmem ama Dünya’mn tüm ülkeleri toplaşsalar, sahip oldukları dolarları Amerika’ya iade edip bütçe açığını kapatsalar ve bundan böyle bizden bir şey alacağınız zaman bizim paramızla alacaksınız deseler neler olur, hiç düşündünüz mü? ”
“Bütçe açığının kapatılması ve ithal edecekleri malları başka paralarla almak zorunda kalmaları Amerika ’nm felaketi olur ama bu en azından şimdilik gerçekleşemez. Çünkü bu durumda geri kalmış ülkelerin gözleri mi
delerinden büyük zenginleri için hayat çekilmez derecede pahalı bir hale gelir. ”
Ortak bir hukuk oluşturuyorlar! Amerikan sermayesinin çıkarları temelinde kendi hukuk sistemlerini yerleş
tiriyorlar inceden inceye... Üniter devletler ve bağımsız yargı sistemleri istemiyorlar... Alternatif yargılama yöntemlerini dayatıyorlar... Bizler de bunları kendi iç dinamiklerimiz ve icatlarımızmış gibi savunuyor ve hayata geçirmek için birbirimiz ile yarışıyoruz.
Son günlerin moda yasa tasarısı Arabuluculuk’ gibi. Üzerinde detayıyla düşünülmeden hazırlanan bu tasa
rı, (Avukatlık Kanunu 35/A maddesi üzerinde tartışmıyorum bile) dünya örneklerinden farklı olarak ileride arabulucunun ilam hükmünde karar verebilmesinin yollarını açacak koşulları düzenliyor. Bu koşulların basit yasa değişiklikleri ile genişletilebilmesi olasılığını ve üzerine bir de arabulucu olmak için hukuk eğitimi almış olmanın şart olmaması halini de koyun, sonuç; ilam yazabilen kadılar!
Bu düşünceme karşı çıkacaklar olacaktır. Bunun savunmasını da, tasarının şu anki halinde ilam hükmünde belge düzenleme yetkisinin arabuluculara tanınmadığını söyleyerek yapacaklar ve bu itirazlarında da haklı olacaklar. Ancak belirtmeliyim ki, bu sadece basit bir yasa değişikliği ile giderilecek küçük bir engel olarak kalacak o kadar!
Ne var bunda, zaten gayri resmi olarak bunlar yapılmıyor mu bu ülkede? Üstelik bu haliyle denetlenemiyor, yasalaşırsa denetlenebilir şeklinde akıl vererek de karşı çıkacaklar olacaktır. Onlara da yanıtım “ilkellikler yasalaştırılarak uygar kılınamaz!” Olacaktır.
“Peki, madem alternatif yargüama yöntemleri geliştirecektiniz; madem alternatif yargılama uygulamala
rında görev alacakların hukukçu olmasını zorunlu kılmayacaktınız; yarışır gibi açtığınız elliden fazla hukuk fakültesinden mezun olacak binlerce insana ne gerek var?”
Sadece biz mi, tüm Dünya Devletleri aynı yarışın içinde. Çıkarlarının olduğu her coğrafyada bildikleri ama o coğrafyada yaşayanların bilmediği kendi hukuk kurallarının hüküm sürmesini istiyorlar. Hatta Amerikan hukuk bürolarının o coğrafyada dava takip edebilmesini, hukukçularının duruşmalara girebiliyor olmasını istiyorlar.
“Biliyor musunuz o hukuk büroları bizim vekil edenimiz (müvekkilimiz) dediğimiz insanlara ‘müşteri’ diyorlar. ” Bu arada bence Barak’ımız Hüseyin’imiz Obama’mız ülkemize neden geldi sorusundan da önemli başka bir soru var sorulması gereken; Barak’ımız Hüseyin’imiz Obama’mız gerçekten Türkiye’ye geldi mi?
Başından sonuna çok dikkatli izlediğinizi bildiğim için anımsıyor musunuz diye sormadan doğrudan konuya gireceğim. Barak (Hüseyin’imiz) Obama havaalanında bir arabaya, güvenlik amacıyla dublörü de diğer ara
baya bindirildi. Peki, arabaya binen Barak (Hüseyin’imiz) Obama Amerika’nın gerçek Başkam’nm dublörü olamaz mı? Hani rol gereği diyorum canım, başka bir amacım yok!
“Beni ciddiye almayın ben bir paranoyağım!”
Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
16 Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
Darbelerin Mahkûm Edilmesi, Demokrasiye Musallat Olan Darbecilerin
Etkisiz Hale Getirilmesi En Büyük Dileğimizdir*
Vedat Ahsen Coşar
Sayın Başkan, Değerli Konuklar,
Sizleri sevgi ve saygı ile selamlıyorum.
Önce anayasa, anayasacılık, anayasal devlet kavram
ları ile ceza hukuku üzerine genel bir sunuş yaptıktan sonra panelimizin konusu üzerinde yoğunlaşacağım.
Değerli Konuklar,
Avrupa’da mutlakıyetçi yönetimlerin gerilemesi ile birlikte, devlet gücünün dizginlenmesi ve denetlen
mesi için yararlanılabilecek teknikleri arama çabaları sonucunda doğan ve modernizmin ürünü olan ana
yasa kavramının özü, devlet iktidarının kurallarla sınırlanması ve bu yolla siyasal alanda keyfiliğin ön
lenmesi düşüncesine dayanır.
Devlet iktidarının sınırlandırılması düşüncesi ilk kez Locke'un savunduğu ve kullandığı limited goverıı- ment/sımrlı devlet anlayışını gerçekleştirecek bir ku
rumsal düzenleme arayışı içindeki liberal siyasal dü
şünce ve bu düşünceyi tamamlayan kuvvetler ayrılığı ilkesi, doğal hukuk ve yine Locke'un sosyal sözleşme teorisiyle birlikte gelişmiştir.
Nitekim, 1776 yılında kabul edilmekle dünyanın ilk yazılı anayasaları olan Virginia, Maryland ve Pennsylvarıia Anayasaları ile 1787-1791 tarihli Ame
rikan Anayasası'nın hazırlanma sürecindeki tartış
ma ve görüşler ile Amerikan Anayasası’nın kurucu babalarının savundukları siyasi felsefeyi yansıtan
* Demokrasi ve Özgürlük İçin Avrupa Yargıçlar Birliği (ME- DEL), Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV), Türkiye Ba
rolar Birliği, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Tarafın
dan 16 Mart 2009 Tarihinde düzenlenen “Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçların Soruşturulması Yöntemi” konulu panelde Ankara Barosu Başkanı’nm Yaptığı Konuşma.
en temel kaynak olan Federalist Papers/Federalist Belgeler’deyer alan bilgiler, Amerikan Anayasası’nm temel referanslarının doğal hukuk öğretisi, kuvvetler ayrılığı ilkesi, özellikle Locke'un sosyal sözleşme kuramı ile bunlardan türetilen siyasi iktidarın sınır
landırılması düşüncesi olduğunu açıkça ortaya koy
maktadır.
O nedenle, Amerikan Anayasası’m hazırlayanlar, birey hak ve özgürlüklerinin korunması konusunda en önemli tehlike olarak gördükleri iktidar temerkü
zünü, bu bağlamda iktidarın bir kişi veya kurulun elinde toplanmasını önlemek amacı ile check and ba
lance/denetleme ve dengeleme olarak isimlendirilen, yasama, yürütme ve yargı erklerinin hem birbirinden bağımsız olmaları ve hem de birbirini denetleyip dengelemeleri üzerine kurulu olan ve Locke ile baş
layıp Montesquieu ile bugünkü biçimini alan kuvvet
ler ayrılığı ilkesini, bu ilkeye en uygun model olan başkanlık sistemini, federalizmi, çift meclisi esas alan bir devlet örgütlenmesini yeğlemişlerdir.
Amerikan Anayasası’m izleyen 1791 tarihli ilk Fransız Anayasası’m hazırlayanların anayasa kav
ramından anladıkları da, kralın iktidarını sınırlayan hukuki ve siyasi bir metindir. Nitekim iktidar temer
küzünün önüne geçilebilmesinin ve bu amaçla ikti
darın sımrlandınlmasmın bir aracı olarak, Fransız Anayasası’ndan önce hazırlanan 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nin lö.maddesi ‘Hakla
rın güvence altına alınmasını sağlamayan, kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsenmeyen toplumlar, asla bir anayasaya sahip değildirler' hükmünü ortaya koy
muştur. Bu hükmü göz önüne alan Fransızlar, daha sonra yaptıkları tüm anayasalarında kuvvetler ayrılı
ğı ilkesine bağlı kalmışlardır.
Anayasa’nm devlet iktidarını sınırlayan, birey hak ve
özgürlüklerini güvence altına alan bir belge olması siyasal bir tercihi yansıtır. Bu siyasal tercih ve nitelik anayasal devleti anayasası olan devletten ayırır. Ana
yasanın diğer bileşenini oluşturan devlet örgütlenme
si, diğer bir deyişle devletin statüsü olması ise onun hukuksal niteliğini oluşturur.
Ülkedeki en üst norm olmakla, başta yasama, yü
rütme ve yargı organları olmak üzere her kuruluş ve kişinin anayasaya uyması gerekir. Bu, bizim anaya
samızın da kabul ettiği anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü ilkesinin bir gereğidir.
Bu çerçevede işaret etmek gerekir ki, anayasaya aykı
rılık ile anayasayı ihlal kavramları birbirinden farklı kavramlardır. Ülkemizdeki anayasal düzene göre, anayasaya aykırılık denetimini yapmak Anayasa Mahkemesi’nin görevi olup, anayasaya aykırı davran
manın yaptırımı söz konusu yasanın iptalidir. Bu du
rumda anılan yasaya, yasama organında oy vermiş olan milletvekillerinin herhangi bir sorumlulukları yoktur.
Bu ‘mutlak dokunulmazlık ilkesi’nin gereğidir.
Buna karşılık anayasayı ihlal etmek, cezalandırıl
ması gereken bir eylemdir, bir suçtur. O nedenle bu eylemin yaptırımı cezaidir. Nitekim 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 309.maddesi hükmüne göre “cebir ve şiddet kullanmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs etmenin yaptırımı ağırlaştırılmış müebbet hapis ce
zasıdır.”
Değerli Konuklar,
Hepimizin çok iyi bildiği üzere, ceza yasaları bireyin hak ve özgürlüklerine çok etkili biçimde müdahale eden yaptırımları içeren yasalardır. Bu bağlamda işaret etmek gerekir ki, bir ülkedeki Ceza Yasası’na, Ceza Muhakemeleri Yasası’na ve bunların uygulan
masına egemen olan felsefe, ilke ve tercihler, o ülke
deki siyasi rejimin niteliğini gösterir.
Bu anlamda, Konfüçyüs’ün ‘bir ülkenin nasıl yönetil
diğini anlamak istiyorsanız şarkılarına bakın’’ mak- siminden hareketle, ‘bir ülkenin nasıl yönetildiğini anlamak istiyorsanız, ceza yasalarına ve bunların uygulanma biçimine bakın’ demek her halde yanlış olmayacaktır.
Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
En büyük öğreticilerden birisi olan tarih bize göster
miştir ki, totaliter devletler, gerek kendi ideolojilerini benimsetmek, gerekse rejimlerini ayakta tutmak için ceza yasaları yoluyla ve öncelikle birey hak ve öz
gürlüklerini ya geniş biçimde sınırlandırmışlar, ya da bütünüyle ortadan kaldırmışlardır.
Nitekim 1. Dünya Savaşı sonrasında İtalya’da yöneti
mi ele geçiren faşistler ile Almanya’da iktidara gelen naziler, Ekim Devrimi’nden sonra ve özellikle Stalin döneminde komünistler, hem kendi ülkelerinde ve hem de işgal ettikleri ülkelerde, başta ceza yasaları olmak üzere tüm mevzuatlarını otoriter/totaliter an
layışa göre değiştirmişlerdir.
Demokratik hukuk devletleri ise, bireyin hak ve öz
gürlüklerini güvence altına almak amacı ile anayasa
larında siyasal iktidarın kullanılmasını birey hak ve özgürlükleri lehine sınırlandırmışlar, yanı sıra ceza yasası ile ilgili temel ve evrensel ilke ve tercihlere anayasalarında yer vermişlerdir.
Daha da ötesi, geride bıraktığımız yüzyılda demok
rasinin başlıca muhalifi olan totalitarizmin, insanlığa yaşattığı derin ve unutulmaz acılardan hareket eden insanlık âlemi, insanların adaletsiz ve haksız biçimde ceza ve önlemlere maruz kalmaması amacı ile başta İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Avrupa İn
san Hakları Sözleşmesi olmak üzere, birçok uluslara
rası sözleşme ve belgede bireyi ceza yasalarının keyfi uygulamalarına karşı güvence altına alan hükümlere yer vermiştir.
Bu genel açıklamalardan sonra genelde her türlü su
çun soruşturulmasında, özelde bu panelin konusunu oluşturan anayasaya karşı işlenen suçların soruştu- rulmasında, kamu adına hareket eden, suç ve suç
luları toplumun huzuru, güveni ve yararı için takip eden, soruşturan, bu amaçla iddia eden, iddiasının ve iddiası içinde yer alan ithamın dayanağını oluşturan kanıtları toplayan ve gerektiğinde dava açan savcıla
ra, gerek insan haklarının korunması ve insan hakla
rına saygılı olunması, gerekse adil yargılanma hakkı bağlamında önemli görevler düşmektedir.
Bu çerçevede işaret etmek gerekir ki, iddia etmek, id
dianın ve ithamın dayanağını oluşturan kanıtları top
lamak, savcı için nasıl bir görev ise, lekelenmemek de şüphelinin/samğm hakkıdır. İtham edilmiş bile
18
Ankara Barosu Dergisi • Yıi:67 • Sayı: 1 • Kış 2009Ankara Barosu Dergisi • Yıl:67 • Sayı: 1 • Kış 2009
olsa, suçlu olduğunun kanıtlanmasına kadar kişinin suçsuz sayılacağını öngören masumiyet karinesinin doğal bir unsuru ve uygulamadaki uzantısı olan leke
lenmeme hakkı temel bir insan hakkıdır.
Onun için ister herhangi bir suçun soruşturulmasm- da olsun, isterse konferansımızın konusunu oluşturan anayasal düzene karşı işlenen suçların soruşturulma- smda olsun, başta lekelenmeme hakkı olmak üzere, ceza hukukunun temel ve evrensel ilkeleri olan hu
kuk devleti ilkesine, yani yapılan işlemlerde hukuk devletinin öngördüğü sınırlar içinde kalınıp kalın
madığını, aşırılığa kaçılıp kaçılmadığmı esas alan oranlılık ilkesine, insan onurunun dokunulmazlığı ilkesine, yürütülen işlemlerin yasal ve ahlaki bir te
mele oturmasını, yani soruşturma makamlarının sa
nıklara/şüphelilere karşı insaflı, anlayışlı, savunmayı kolaylaştırıcı davranıp davranmadıklarını, iddia ka
nıtlarının yasal ve kabul edilebilir ahlaki ölçü ve sı
nırlar içinde toplanıp toplanmadığını öngören dürüst işlem ilkesine uyulması gerekir.
Anayasal düzene karşı suç işleyen veya işledikleri ileri sürülen kişilerle ilgili olarak yürütülen soruş
turmalar ve karara bağlanan davalar yönünden bir değerlendirme yaptığımızda; bizim hukuk tarihi
mizin, bu davaların biraz da siyasi nitelikte davalar olmaları nedeniyle siyasi tarihimizin pek de temiz olduğunu söylememiz sanırım veya bana göre pek mümkün değil.
1960 askeri darbesiyle alaşağı edilen Demokrat Parti yöneticileri ve milletvekilleri aleyhinde açılan Yas- sıada davası, 12 Mart müdahalesi ve 12 Eylül askeri darbesi sonrasında sıkıyönetim mahkemeleri tarafın
dan görülen davalar, bu davalar öncesinde yürütülen soruşturmalar, başta hukukun en temel ve evrensel ilkelerinden olan ‘doğal yargıç ilkesi’ olmak üzere
‘masumiyet ilkesi’, ‘adil yargılanma ilkesi’ gibi diğer evrensel hukuk ilkelerine aykırıdır.
Şimdilerde yürütülmekte olan Ergenekon adı ve
rilen ve anayasal düzene karşı suç işledikleri iddia edilen kişilerle ilgili olarak yürütülen soruşturma bağlamında bir değerlendirme yaptığımızda ise şun
ları söyleyebiliriz; bu soruşturma sürecindeki kimi uygulamalar, örneğin gizlilik kararma rağmen bası
na bilgi sızdırılması ve kimi ifadelerin tefrika ola
rak gazetelerde yayınlanması, soruşturulan ve hatta soruşturulmayan kişilerle ilgili olan ve Anayasa ile güvence altında bulunan özel hayatın gizliliği kap
samındaki kimi bilgilerin toplanması ve bunlara so
ruşturma evrakı arasında yer verilmesi, soruşturulan kimi kişilerin gözaltına alınma biçimi, şüphelilerden Kuddisi Okkır’m ölümüne kadar giden süreçte yapı
lan ihmaller, Baromuz üyesi bir avukatla ilgili olarak yürütülen soruşturmada Avukatlık Yasası’nm emre
dici hükmüne rağmen avukatın konutunun Baro tara
fından görevlendirilen bir avukat olmaksızın aranma
ya başlanılmış olması, soruşturma sürecinde savcılık makamının devre dışı bırakılarak soruşturmanın polisi devletini aratmayacak biçimde bizzat polis ta
rafından yürütülmesi, bu bağlamda istinabe yoluyla ifade ve gözaltına almalarda, yazışma ve görevlen
dirmelerin savcılar tarafından değil de doğrudan po
lisler eliyle yapılması, gözaltına alınmalarda ve ifade almak üzere yapılan çağrılarda zaman yönünden ol
sun, başkaca hususlarda olsun özenli davranılmama- sı az yukarda işaret edilen lekelenmeme hakkına, hukuk devleti ilkesine, oranlılık ilkesine, insan onu
runun dokunulmazlığı ilkesine, dürüst işlem ilkesine uygun davranılmadığmı göstermektedir.
Yine sözü edilen soruşturmanın 13 ay gibi uzun sa
yılabilecek bir süre devam etmiş olmasını olağan bulmak ve hak ihlali olarak kabul etmemek de müm
kün değildir. Soruşturma ve kovuşturma evreleri bir bütündür. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ö.maddesinde düzenlenen ‘adil yargılanma hakkı’
bağlamında davaların ‘makul süre’ içinde görülüp karara bağlanmaları gerekir. Avrupa İnsan Hakla
rı Mahkemesi’nin Eckle-Almanya davası kararında (15 Temmuz 1982, Seri A No.51, s33, paragraf 73) ve yine Metzger-Almanya kararında (31 Mayıs 2001 ta
rihli Başvuru No: 37591/97, paragraf 31) işaret ettiği üzere, ceza davalarında ‘makul süre’ kişiye suç isnat edilir edilmez başlar. Bu süre, Ergenekon soruştur
masında olduğu gibi davanın mahkeme önüne çıktığı tarihten çok önceki bir tarihte başlamış olmakla ve bu davanın ne zaman sonuçlanacağı da bugünden belli olmamakla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin koyduğu “makul süre” Ergenekon davasında daha şimdiden aşılmıştır.
Diğer taraftan ‘Tokyo Kuralları’ olarak bilinen 1990