• Sonuç bulunamadı

Söz: Turgut Yarkent Beste: Selahattin Altınbaş Seslendiren: Göknil Adatepe

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Söz: Turgut Yarkent Beste: Selahattin Altınbaş Seslendiren: Göknil Adatepe"

Copied!
24
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

DUYDUM Kİ UNUTMUŞSUN Duydum ki unutmuşsun

Gözlerimin rengini Duydum ki unutmuşsun Gözlerimin rengini Yazık olmuş o gözlerden Sana akan yaşlara

Yazık olmuş o gözlerden Sana akan yaşlara

Bir zamanlar sevginle Ateşlenen başımı Dizlerinin yerine Dayasaydım taşlara Bir zamanlar sevginle Ateşlenen başımı Dizlerinin yerine Dayasaydım taşlara Hani bendim yedi renk Hani tende can idim Hani bendim yedi renk Hani tende can idim Hani gündüz hayalin Geceler rüyan idim Hani gündüz hayalin Geceler rüyan idim Demek ki senin için Aşk değil, yalan idim Acırım heder olan O en güzel yıllara Demek ki senin için Aşk değil, yalan idim Acırım heder olan O en güzel yıllara Söz: Turgut Yarkent Beste: Selahattin Altınbaş Seslendiren: Göknil Adatepe

(2)

UNUTAMA BENİ

Boğazında düğümlenen hıçkırık olayım Unutma beni

Unutama beni

Gözünden damlayamayan gözyaşın olayım Unutma beni

Unutama beni

Gölgen gibi adım adım Her solukta benim adım Ben nasıl ki unutmadım Sen de unutma beni Unutama beni

Gölgen gibi adım adım Her solukta benim adım Ben nasıl ki unutmadım Sen de unutma beni Unutama beni

Bitmek bilmez kapkaranlık geceler boyunca Unutma beni

Unutama beni

Ayrılığın acısını kalbinde duyunca Unutma beni

Unutama beni Sevişirken Öpüşürken

Yapayalnız dolaşırken Unutmaya çalışırken Unutama beni Unutama beni Sevişirken Öpüşürken

Yapayalnız dolaşırken Unutmaya çalışırken Unutama beni Unutama beni Unutmaya çalışırken Sen de unutma beni Unutama beni Sen de unutma beni Unutama beni

Söz ve Müzik: Şemi Diriker Seslendiren: Göknil Adatepe

(3)

MAVİ GÖZLÜ DEV, MİNNACIK KADIN VE HANIMELLERİ O mavi gözlü bir devdi.

Minnacık bir kadın sevdi.

Kadının hayali minnacık bir evdi, bahçesinde ebruli hanımeli

açan bir ev.

Bir dev gibi seviyordu dev.

Ve elleri öyle büyük işler için

hazırlanmıştı ki devin, yapamazdı yapısını,

çalamazdı kapısını bahçesinde ebruli

hanımeli

açan evin.

O mavi gözlü bir devdi.

Minnacık bir kadın sevdi.

Mini minnacıktı kadın.

Rahata acıktı kadın

yoruldu devin büyük yolunda.

Ve elveda! deyip mavi gözlü deve, girdi zengin bir cücenin kolunda bahçesinde ebruli

hanımeli açan eve.

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:

bahçesinde ebruli hanımeli açan ev.

Şiir: Nazım Hikmet Ran Seslendiren: Efe İzmirlioğlu

(4)

AYSEL GİT BAŞIMDAN

aysel git başımdan ben sana göre değilim ölümüm birden olacak seziyorum

hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim aysel git başımdan istemiyorum

benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün dağıtır gecelerim sarışınlığını

uykularımı uyusan nasıl korkarsın hiçbir dakikamı yaşayamazsın

aysel git başımdan ben sana göre değilim benim için kirletme aydınlığını

hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

Islığımı denesen hemen düşürürsün gözlerim hızlandırır tenhalığını yanlış şehirlere götürür trenlerim ya ölmek ustalığını kazanırsın ya korku biriktirmek yetisini acılarım iyice bol gelir sana

sevincim bir türlü tutmaz sevincini aysel git başımdan ben sana göre değilim ümitsizliğimi olsun anlasana

hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim

sevindiğim anda sen üzülürsün sonbahar uğultusu duymamışsın ki içinden bir gemi kalkıp gitmemiş uzak yalnızlık limanlarına

aykırı bir yolcuyum dünya geniş büyük bir kulak çınlıyor içimdeki çetrefil yolculuğum kesinleşmiş sakın başka bir şey getirme aklına

aysel git başımdan ben sana göre değilim ölümüm birden olacak seziyorum

hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim aysel git başımdan seni seviyorum Şiir: Atilla İlhan

Seslendiren: Mete Kaya

(5)

HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM Seni, anlatabilmek seni.

İyi çocuklara, kahramanlara.

Seni anlatabilmek seni, Namussuza, halden bilmeze, Kahpe yalana.

Ard-arda kaç zemheri,

Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.

Dışarda gürül-gürül akan bir dünya...

Bir ben uyumadım, Kaç leylim bahar,

Hasretinden prangalar eskittim.

Saçlarına kan gülleri takayım, Bir o yana

Bir bu yana...

Seni bağırabilsem seni, Dipsiz kuyulara, Akan yıldıza,

Bir kibrit çöpüne varana, Okyanusun en ıssız dalgasına Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin, Yitirmiş öpücükleri,

Payı yok, apansız inen akşamdan, Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene, Seni anlatabilsem seni...

Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır Üşüyorum, kapama gözlerini...

Şiir: Ahmed Arif

Seslendiren Seydali Önal

(6)

SÜRGÜN ÜLKEDEN BAŞKENTLER BAŞKENTİNE Senin kalbinden sürgün oldum ilkin

Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Uzatma dünya sürgünümü benim

Güneşi bahardan koparıp

Aşkın bu en onulmazından koparıp Bir tuz bulutu gibi

Savuran yüreğime

Ah uzatma dünya sürgünümü benim Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil Ayaklarımdan belli

Lambalar eğri

Aynalar akrep meleği

Zaman çarpılmış atın son hayali Ev miras değil mirasın hayaleti Ey gönlümün doğurduğu Büyüttüğü emzirdiği Kuş tüyünden Ve kuş sütünden

Geceler ve gündüzlerde İnsanlığa anıt gibi yükselttiği Sevgili

En sevgili Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

Bütün şiirlerde söylediğim sensin Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin

Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin

Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini

Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini Ey gönüllerin en yumuşağı en derini

Sevgili En sevgili Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

Yıllar geçti saban olumsuz iz bıraktı toprakta Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında Çatı katlarında bodrum katlarında

Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba Hep Kanlıca'da Emirgan'da

Kandilli'nin kurşuni şafaklarında

Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında

(7)

Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Ey çağdaş Kudüs (Meryem)

Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)

Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi Sevgili

En sevgili Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında Köle gibi satıldım pazarlar pazarında

Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda Verilmemiş hesapların korkusuyla

Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim Af dilemeye geldim affa layık olmasam da Sevgili

En sevgili Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır

Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır

Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır

Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır Sevgili

En sevgili Ey sevgili

Şiir: Sezai Karakoç Seslendiren: Mert Aydın

(8)

OTUZ BEŞ YAŞ

Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.

Dante gibi ortasındayız ömrün.

Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?

Benim mi Allahım bu çizgili yüz?

Ya gözler altındaki mor halkalar?

Neden böyle düşman görünürsünüz;

Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!

Hangi resmime baksam ben değilim:

Nerde o günler, o şevk, o heyecan?

Bu güler yüzlü adam ben değilim Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;

Hatırası bile yabancı gelir.

Hayata beraber başladığımız Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;

Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!

Geç farkettim taşın sert olduğunu.

Su insanı boğar, ateş yakarmış!

Her doğan günün bir dert olduğunu, İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!

Her yıl biraz daha benimsediğim.

Ne dönüp duruyor havada kuşlar?

Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?

Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.

N'eylersin ölüm herkesin başında.

Uyudun uyanamadın olacak

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?

Bir namazlık saltanatın olacak.

Taht misali o musalla taşında.

Şiir: Cahit Sıtkı Tarancı

Seslendiren: Zeynep Büşra Ejder

(9)

MARTI YÜZLÜ

Sıralanmış saksılar vardı

Limana bakan penceremizin önünde

Ve çiçekler arkasında, ekmek kırıntıları serpen Martı yüzlü bir anne.

Terasta toplanan kadınlar, limandaki beyaz geminin Işıkları yanınca, dedikodusunu yapmayı unuturlardı

Tam o saatlerde sokaktan geçen yazlık sinemadaki biletçi kızın.

Annesinin dizlerinin dibinden hiç ayrılmayan Uslu bir çocuk gibidir limandaki deniz

Ama sokağa çıkıp dalga olmak geçer yüreğinden.

Deniz kıyısında bir martıyla konuşurken görüyormuş Dostlarım beni sürekli,

Bir kaptanım çünkü, kağıt gemilerden emekli.

İki çocuk rahatlıkla oturduğumuz kapının eşiğine Kendi başıma zor sığıyorum bugün

Büyüdükçe insan yalnız mı kalıyor ne?

Sokaklarda kardeşleriyle hep bir örnek giydirilen sen, Nasıl sevmezsin eşitliği?

Yürürken düşen çoraplarını aynı hizaya getirmek için Annen değil miydi önünde diz çöken?

Gülemedim ki hiç hasta yatağının başında

Haberi bu yüzden yoktur annemin sol yanağımdaki gamzeden Komidinin üstündeki ilaçların sayısı arttıkça

Kutularından yaptığım gökdelenin uzamasına sevinirdim Ve bilemezdim ki annemin yaşantısındaki renkliliğin

Yalnızca raflara dizili kavanozların içindeki reçeller olduğunu.

Bilerek mi yanına almadın giderken Başının yastıkta bıraktığı çukuru?

Güveniyordum oysa ben sevgimize

Vapur iskelesi ya da tren istasyonundaki saatin doğruluğu kadar.

Beni senin gibi bir de annem terk etmişti,

Ki göbeğimde durur, onun yokluğundan bana kalan çukur.

Şiir: Sunay Akın

Seslendiren: Ayşe Demirdirek

(10)

GİDERSEN YIKILIR BU KENT Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı Üşür müydük nar çiçekleri ürpeririken Gidersen kim sular fesleğenleri

Kuşlar nereye sığınır akşam olunca Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu Sustuğun yerde birşeyler kırılıyor

Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor Bir de seni ekliyorum susuşlarıma Selamsız saygısız yürüyelim sokakları Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar Adını bilmediğimiz doslar kalır yalnız Yüreğimize alırız onları, ısıtırız

Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam Gidersen kar yağar avuçlarıma

Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür Bir tufan olurum sustuğun her yerde Şiir: Ahmet Telli

Seslendiren: Dilek Aydın

(11)

EYLÜLDÜ

Dalından kopan yaprakların Sararan yanlarına yazdım adını Sahte bir gülüşten ibarettin oysa.

Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu.

Eylüldü.

Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız Adımlarımızın kısalığı bundandı Bundandı gözlerimin durgunluğu.

Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan, Ellerin kadar ıssız,

Sen kadar zamansız molalar veriyordum Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz.

Eylüldü.

İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin, Şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun.

Çırılçıplak kalakaldım sessizliğinin orta yerinde.

Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman En çok sesini aradım.

Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ.

Gözlerini sildi zaman..

Dedim ya… Eylüldü.

Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin Şiir: Cemal Süreya

Seslendiren: Göknil Adatepe

(12)

ANLATAMIYORUM (MORO ROMANTİCO) Ağlasam sesimi duyar mısınız, Mısralarımda;

Dokunabilir misiniz, Gözyaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel, Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;

Her şeyi söylemek mümkün;

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;

Anlatamıyorum.

Şiir: Orhan Veli Kanık Seslendiren: İkbal Aşıcı

(13)

SENİN KORKULARINI BENİM İNCELİĞİMİ (AYRILIK NE BİLİYOR MUSUN? )

Ayrılık ne biliyor musun?

Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte.

İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini, birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.

Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken, duvarlara dalıp dalıp gitmesi.

Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.

Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.

Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.

Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.

İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı, hüznün arması ayrılık.

O küçük ölüm!

Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.

Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.

Ben bulutları gösterirken,

‘bulmacanın beş harfli yemek sorusuna’ yanıt aramanla halkalanmış,

‘Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı’

türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş, Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,

‘bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ‘

diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.

Şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını, bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.

Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.

Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında….

Ne mi yapacağım bundan sonra?

Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.

Şiir yazmayacağım bir süre,

Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.

Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.

Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.

Falcı kadınlara inanmayacağım artık.

Trafik polislerine adres sormayacağım,

Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye….

Ne yapacağımı sanıyorsun ki?

(14)

Tenin tenime bu kadar sinmişken, ömrüm azala azala önümden akarken, gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..

Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime, bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.

Şiir: Şükrü Erbaş

Seslendiren: Zeynep Esil Karataş

(15)

YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:

Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten

Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne

Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara

Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar

Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına

Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:

Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır

Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana Şiir: Atoal Behramoğlu

Seslendiren: Ada Erdem

(16)

IHLAMURLAR ÇİÇEK AÇTIĞI ZAMAN (UZAKLARA TÜRKÜ) Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü

Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden Bebekler hayta hayta yürümeden Geleceğim diyorum, geleceğim sana Ne olur kesin bir takvim sorma bana -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Beklesen de olur, beklemesen de Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde Hangi ses yürekten çağırır beni sana Geleceğim diyorum, takvim sorma bana -Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?

Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden Gemileri yaksalar da geleceğim sana

On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana -Ihlamur çiçek açtığı zaman.

Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız Ey benim alfabemdeki kadîm Elif Ne güzellik, ne de tat var baharsız

Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ihlamurlar çiçek açtığı zaman

Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan Kimseye uğramam ben sana uğramadan Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana

Takvim sorup hudut çizdirme bana Ben sana çiçeklerle geleceğim -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Şiir: Bahaettin Karakoç Seslendiren: Melek Kıvrak

(17)

SİYAH BEYAZ

Beni dünyadan ötelere götürdün Kollarımı bağladın dur dedin Tuz kokan geceler dur dedi Durdum bekliyorum, gelme Ay aydınlık gece kara

Gözlerimin ardında karanlık ölesiye Canlı ve cansız ne varsa sımsıkı Bu saat daha yakın daha el ele Şimdi yalnızlığımdan utanıyorum Durdum bekliyorum, gelme Bunu ta başından biliyordun

Bir gün buralarda sonuncu kalışım olacaktı Ellerinin bir anlık şeklini tutacağım

Bozkırdan günün son treni geçecek Ben her şeye ardından bakacağım Bunu ta başından biliyorum Durdum bekliyorum, gelme

Artık ne sen konuşmalısın ne başkası Yaşamak adına geçtik bütün değerleri Beyazın en orta yerinde duydu yürek Bu rüzgar tutmaz insanı uzun boylu Bu rüzgar serseri

Şimdi kavramların ve cümle rüzgarların dışında Durdum bekliyorum, gelme.

Şiir: Gülten Akın

Seslendiren: Sezen Aygün

(18)

ŞAŞIRDIM KALDIM İŞTE Sözde senden kaçıyorum Dolu dizgin atlarla Bazen sessiz sevdasın İpekten kanatlarla

Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla Karşıma çıkıyorsun

En serin imbatlarda Adını yazıyorum Bulduğun fırsatlarla

Yüreğimin başına noktalarla, hatlarla Başbaşa kalıyorum sonunda heyhatlarla Sözde senden kaçıyorum

Dolu dizgin atlarla Ne olur bir gün beni Kapından olsun dinle Öldür bendeki beni Sonra dirilt kendinle Çarpsam kara sevdayı En azından yüzbinle Nasıl bağlandığımı Anlarsın kemendinle Kaç defa çıkıp gittim Buralardan yeminle Ama her defasında Geri döndüm seninle Hangi düğüm çözülür Nazla, sitemle, kinle Ne olur bir gün beni Kapından olsun dinle Şaşırdım kaldım işte Bilmem ki nemsin Bazen kız kardeşimsin Bazen öp öz annemsin Sultanımsın susunca Konuşunca kölemsin Eksilmeyen çilemsin Orada ufuk çizgim Burda yanım yöremsin Beni ruh gibi saran Sonsuzluk dairemsin Çaresizim çaremsin Şaşırdım kaldım işte Bilmem ki nemsin

Şiir: Yavuz Bülent Bakiler Seslendiren: Bennur Özdemir

(19)

BURSA'DA ZAMAN

Bursa'da bir eski cami avlusu, Küçük şadırvanda şakırdıyan su;

Orhan zamanından kalma bir duvar...

Onunla bir yaşta ihtiyar çınar Eliyor dört yana sakin bir günü.

Bir rüyadan arta kalmanın hüznü İçinde gülüyor bana derinden.

Yüzlerce çeşmenin serinliğinden Ovanın yeşili göğün mavisi Ve mimarîlerin en ilâhisi.

Bir zafer müjdesi burda her isim:

Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın Hâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.

Güvercin bakışlı sessizlik bile Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.

Gümüşlü bir fecrin zafer aynası, Muradiye, sabrın acı meyvası, Ömrünün timsali beyaz Nilüfer, Türbeler, camiler, eski bahçeler, Şanlı hikâyesi binlerce erin Sesi nabzım olmuş hengâmelerin Nakleder yâdını gelen geçene.

Bu hayâle uyur Bursa her gece, Her şafak onunla uyanır, güler Gümüş aydınlıkta serviler, güller Serin hülyasıyla çeşmelerinin.

Başındayım sanki bir mucizenin, Su sesi ve kanat şakırtılarından Billûr bir âvize Bursa'da zaman.

Yeşil türbesini gezdik dün akşam, Duyduk bir musikî gibi zamandan Çinilere sinmiş Kur'an sesini.

Fetih günlerinin saf neşesini

Aydınlanmış buldum tebessümünle.

İsterdim bu eski yerde seninle Başbaşa uyumak son uykumuzu, Bu hayâl içinde... Ve ufkumuzu Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk, Havayı dolduran uhrevî âhenk..

Bir ilâh uykusu olur elbette Ölüm bu tılsımlı ebediyette, Belki de rüyâsı bu cetlerin, Beyaz bahçesinde su seslerinin.

Şiir: Ahmet Hamdi Tanpınar Seslendiren: Rabia Naz Avcı

(20)

TÜRKÜLER DOLUSU

Kirazin derisinin altinda kiraz Narin icinde nar

Benim yuregimde boylu boyunca Memleketim var

Canima cigerime dek islemis Canima cigerime

Sapina kadar.

Elma dalindan uzaga dusmez Ne yana gitsem nafile.

Memleketin hali gozumden gitmez Binbir yerimden baglanmisim Bundan otesine aklim ermez.

Yerliyim yerli olmasina ilmik ilmik, damar damar Yerliyim.

Bir dilim Trabzon peyniri Bir avuc tiftik

Bir cimdik cavdar Bir tutam sile bezi gibi Disimden tirnagima kadar Ressamim.

Yurdumun tasindan topragindan surup gelir nakislarim Tasima topragima toz konduranin

Alnini karislarim.

Sairim sair olmasina

Canim kurban siirin gercegine hasina

icerisine insan kokusu sinmis misralara vurgunum Bicak gibi kemige dayansin yeter

Egri bugru, ko`r topal kabulum Sairim

Zifiri karanlikta gelse siirin hasi Ayak seslerinden tanirim

Ne zaman bir koy turkusu duysam Sairligimden utanirim

Sairim

Siirin gercegini koy turkulerimizde bulmusum Turkulerle yunmus yikanmis dilim

Onlarla aglamis, onlarla gulmusum.

Hey hey, yine de hey hey

Salinsin turkuler bir uctan bir uca Evelallah hepsinde varim

Onlar kadar sahici Onlar kadar gercek insancasina, erkekcesine

`Bana bir bardak su` dercesine

(21)

Bir turku soylemeden gidersem yanarim.

Ah bu turkuler Turkulerimiz

Ana su`du` gibi candan Ana su`du` gibi temiz

Turkulerde tuter dag dag, yayla yayla Koyumuz, koylumuz, memleketimiz.

Ah bu turkuler, Koy turkuleri

Dilimizin tuzu biberi

Memleket ahvalini onlardan sor

Kitaplarda degil, turkulerde ara Yemen`i Oleni, kalani, gidip gelmeyeni...

Ben turkulerden aldim haberi.

Ah bu turkuler, koy turkuleri

Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak Hilesiz hurdasiz, cirilciplak

Disisi disi, erkegi erkek

Kasi kas, gozu goz, yarasi yara Bicagi bicak.

Ah bu turkuler, koy turkuleri

Karanlik kuyularda acilmis cicekler gibi Kiminin reyhasindan gecilmez

Kimi zehir, kimi zemberek gibi.

Ah bu turkuler, koy turkuleri Olgun bir karpuz gibi yarilir icim Kan damlar ucundan, murekkep degil iste soz, iste ses, iste bicim:

`Uzun kavak gIcIm gIcIm gIcIlar`

iliklerine kadar islemis sIzI Artik iflah olmaz kavak agaci Bu turkunun yureginde sanci var.

Ah bu turkuler, koy turkuleri Ne duzeni belli, ne yazani Altlarinda imza yok ama iclerinde yurek var Cennet misali sevisen Cehennemler gibi dovusen Bir cocuk gibi gulup Magaralar gibi inleyen Nasil unutur nasil Omrunde bir kez olsun Halk turkusu dinleyen...

Şiir: Bedri Rahmi Eyüboğlu Seslendiren: Eylül Kurt

(22)

DEĞMEN BENİM GAMLI YASLI GÖNLÜME Değmen benim gamlı yaslı gönlüme

Ben bir selvi boylu yârdan ayrıldım Evvel bağban idim dostun bağında Talan vurdu, ayva nardan ayrıldım

Kumru gibi gökyüzünde dönende Baykuş gibi virân yurda konanda Çok ağladım Ferhat gibi çöllerde Şirin gibi zülf’ü yârdan ayrıldım Türkü: Tokat Yöresi

Seslendiren: Recep Baki

(23)

ALTIN YÜZÜĞÜM KIRILDI Altın yüzüğüm kırıldı hey Suya düştü su duruldu hey Dediler yarin de gelmiş İnce de bellerim kırıldı Tel tel tellerine

Kurban olam dillerine vay Dediler yarin de gelmiş İnce de bellerim kırıldı Tel tel tellerine

Kurban olam dillerine vay Atımın da nalı yoktur hey Üzerinde çulu yoktur hey Gölbaşı'nda yolu yoktur Git gelemem emmim kızı Tel tel tellerine

Kurban olam dillerine vay Gölbaşı'nda yolu yoktur Git gelemem emmim kızı Tel tel tellerine

Kurban olam dillerine vay Altınlarım n'ol edeyim hey Al hırkamı çul edeyim hey Gölbaşı'nı yol edeyim Ben gelemem emmim kızı Tel tel tellerine

Kurban olam dillerine vay Gölbaşı'nı yol edeyim Ben gelemem emmim kızı Tel tel tellerine

Kurban olam dillerine vay Gölbaşı'nı yol edeyim Ben gelemem emmim kızı Tel tel tellerine

Kurban olam dillerine vay Türkü: Yöre Gaziantep Seslendiren: Recep Baki

(24)

ÇAYIR ÇİMEN GEZE GEZE Çayır çimen geze geze of

Çayır çimen geze geze of Oldum ben bir geveze Kızına gönül verdim Darılma hanım teyze Of nenem of

Kızına gönül verdim Darılma hanım teyze Of nenem of

Çayır çimen geze geze of Çayır çimen geze geze of Oldum ben bir geveze Kızına gönül verdim Darılma hanım teyze Of nenem of

Kızına gönül verdim Darılma hanım teyze Of nenem of

Pencereden kuş uçtu of Pencereden kuş uçtu of Yandı yürek tutuştu Yanma yüreğim yanma Ayrılık bize düştü Of nenem of

Yanma yüreğim yanma Ayrılık bize düştü Of nenem of

Simidimin tavlası of Simidimin tavlası of Geldi düğün haftası Gelin olucam diye Nedir bunun tafrası Of nenem of Gelin olucam diye Nedir bunun tafrası Of nenem of

Geldi düğün haftası Gelin olucam diye Nedir bunun tafrası Of nenem of Gelin olucam diye Nedir bunun tafrası Of nenem of

Türkü: Yöresi Isparta

Seslendirenler: Recep Baki-Göknil Adatepe

Referanslar

Benzer Belgeler

aliyetlerin Türkiye'ye karşı açık bir tahrik mahiyetini taşıdığını görmüştür. Bu yüzden Hitier ve Dışişleri Bakanı Ribbentrop'a gönderdiği telgraflarda,

Yukarıdaki metinle ilgili aşağıda söylenen- Yukarıdaki metinle ilgili aşağıda söylenen- lerden hangisi yanlıştır?. lerden

İçerik tamamıyla Dünya Doktorları Derneği sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin.. görüşlerini yansıtmak

Esasen şunu iyi biliyoruz; en çok zorluklara düçar olan peygamberlerdir. Sabrın zirvesinde olmuşlardır. Nitekim sabır akla gelince „Allah‟ım bize Eyüp sabrı

Sonuç olarak bu çalışmanın amacı, şu an sadece geleneksel olarak sınırlı bir bölgede ve bazı evlerde hazırlanıp tüketilen fermente gilaburu suyundan, fermentasyon

Gelecek ayın başında sabah gökyü- züne geçecek ve Ekim ayından iti- baren gündoğumundan önce doğu- güneydoğu yönünde görülebilecek.. Jüpiter ayın başlarında, hava

2 Kasım Jüpiter ile Ay yakın görünümde 27 Kasım Venüs ile Satürn çok yakın görünümde (sabah).. 29 Kasım Jüpiter ve Ay çok

ABD, 2013 yılından bu yana çabaladığı Türkiye’de yönetimi dış müdahalelerle değiştirme ve Türkiye ile asimetrik ilişki kurma çabalarına son verebilirse ilişkiler