• Sonuç bulunamadı

Ana - Baba Hakkı Çarşamba, 09 Mart :47

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Ana - Baba Hakkı Çarşamba, 09 Mart :47"

Copied!
26
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Aile, bir tolumun en küçük yapı taşı olmasına rağmen toplumun huzur ve saadetini sağlayan, geleceğini şekillendiren en önemli unsurdur. Ailede ahlaken olgunlaşmayan sevgi ve saygı temelleri üzerine yetiştirilmeyen, hayatın gayesini ve toplum içerisinde olmanın sorumluluğunu öğrenmeyen, dini ve milli değerlere bağlılığı temin edilmeyen, hiçbir çocuk geleceğin büyükleri olarak, topluma asla faydalı olamaz. Aile, sosyal, kültürel ve dini değerlerin bir sonraki nesillere aktarılmasında ve bunların toplum düzleminde yaşanmasında en önemli köprü görevini yerine getirmektedir. Çocuklar karşılık beklemeden yardımlaşmayı, dayanışmayı, sevgi ve saygıyı aile ortamında öğrenirler. Aile bireyleri arasında yaşanamayan merhamet, aile dışındaki insanlar arasında kolay kolay yer bulamaz. Şiddet gören, şiddeti benimsemiş bir aile ortamında yetişen, sevgi, saygı nedir bilmeyen çocuk büyüdüğünde, toplumla buluştuğunda, zihnine yerleştirdiği, kabullendiği bu kötü alışkanlıkları insanlara uygulamaktan asla çekinmiyor. Saadetin vesilesi değil felaketlerin ve huzursuzlukların müsebbibi durumuna geliyor. Onun için İslam, aileyi ciddi bir şekilde ele almış, aileye büyük önem vermiş; aile bireyleri arasındaki görevlerin ne olduğunu ilahi ve nebevi kanunlarla düzenlemiştir. 

İslam dini bir hayat nizamıdır, bu düzen ve kanun, insanla ilgili her yerde ve her alanda mevcuttur. İnsan, sosyal bir varlık olması nedeniyle, daha dünyaya gözünü açar açmaz, bir şekilde ihtiyacının başkaları tarafından giderilmesine olan muhtaçlığını hissetmeye başlıyor. Bu bağlamda ilk önce anne ve babasıyla irtibata geçiyor. Yani hayat insanlarla yaşanan bir olgudur.

Dolayısıyla hiçbir ilişki İslam’ın göz ardı ettiği, es geçtiği bir realite değildir. Nerde insan varsa orada İslam’ın emri ve nehyi vardır. İslam insanlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde, bunların tesis ve devam ettirilmesinde önemli kurallar koymuştur. Bu kuraların ve kanunların dışına çıkılması, hak hukukun ihlali olduğundan daha bu dünyadaki huzursuzluğun temeli de bu şekilde atılmış olur. İnsan, hayatını yaşarken bencilce bir tutumdan şiddetle kaçınmalıdır. Sahip olduklarını kullanmanın sınırını başkalarının hakkının sınırına kadar görmeli ve hatta herkese karşı kendisine yüklenen sorumluluk ve görevleri yerine getirmeyi de Allah tarafından,

kendisinin eliyle başkalarına bahşedilen bir hak olarak bilmelidir. 

Bu ister komşularımıza ister akrabalarımıza karşı; ister bütün din kardeşlerimize, ister kan bağıyla bağlı olduğumuz akrabalarımıza karşı olsun, hatta bütün insanlara ve hayvanlara karşı olsun böyledir. Yani insanın kendisi dışındaki, az veya çok, herkese karşı yerine getirmesi gereken görevleri vardır. Bunların içerisinde anne ve babalarımıza karşı görevlerimiz hem

(2)

ailenin, hem de toplumun İslami ve ahlaki bir yapıda şekillenmesi bu bağlamda insanlar

arasında ki ilişkilerin düzenlenmesi, toplumun değerlerinin tesis ve inşa edilebilmesi açısından daha önem arz etmektedir. Çünkü yukarıda da ifade ettiğim gibi toplumun temeli ailelerden oluşur. Ailenin temeli de meşru bir yolla hayatlarını birleştiren karı kocadan meydana gelir.

Eşlerin, ilk etapta sadece kendi aralarında huzuru ve sükûnu tesis etmekle sınırlı birer görevleri var iken sonra, bu aileye evlatların dâhil olmasıyla sorumlulukları ve görevleri daha da

artmaktadır. Anne-babanın, ilerde toplumun aktif bir ferdi olarak toplumun geleceğini etkileyecek evlatlara karşı görevleri olduğu gibi elbette ki evlatların da baba ve anneye karşı görevleri

vardır. İslam, “baba ve anne” yetiştirme gibi ulvi ve mukaddes görevleri olan anne ve babaya özel bir hassasiyetle muamelede bulunmamızı emir buyurmuştur. Anneye Ve Babaya İyilik Allah’ın Emridir 

Yüce Allah, kendisine kulluktan sonra anne ve babaya itaat etmeyi emir buyurmuş, onlara karşı bir bıkkınlık, bezginlik ve memnuniyetsizliğin göstergesi olan, “öf” bile demeyi uygun

bulmamıştır. 

Rabbimiz buyuruyor ki: 

 “Rabbiniz, yalnız kendisine kulluk etmenizi ve ana babanıza iyilik etmenizi emir buyurmuştur.

Eğer onlardan biri veya her ikisi, senin yanında ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı “öf” bile demeyesin, onları azarlamayasın, ikisine de hep tatlı söz söyleyesin” (İsra,3) 

  

Var oluşumuz, bu kadar sayısız nimetlere lütuflara mazhar oluşumuz yüce Allah’ın bizzat kendi istemesi ve dilemesiyledir. O bizi eşrefi mahlûk olarak yaratmış, bütün mahlûkatı bizlerin emrine

(3)

içerisinde olmalıyız. Anne ve baba eliyle bizlere merhamet eden Allah, şefkatle bizleri büyüten bu dünyaya gelmemize vesile olan, Rabbimize kulluğumuzu yerine getirmemize aracı olan, daha üzerimizde nice hakları bulunan anne -babamızı da unutmamamızı istemektedir. Zira kuluna şükrünü bilemeyen, Rabbine de kulluğunu bilemez. Allah, bu ayetiyle kendisine kullukla anaya ve babaya itaati müsavi kılmış, insanları bu hususta uyarmış, onlara karşı devamlı sevecen tavırlar içerisinde olmamızı, güler yüzle ve tatlı dille muamele etmemizi, en küçük bir kırgınlığa ve üzüntüye sebep olacak davranışlardan şiddetle kaçınmamızı emir buyurmuştur. 

Yüce Allah  bir ayetinde buyuruyor ki: 

“Deki: gelin Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: ona hiç bir şeyi ortak koşmayın, Ana-Babaya iyi davranın, fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin.” (Enam 151) 

Allaha şirk koşmanın nasıl ki hiç bir mazereti yoksa anne ve babaya hizmet etmemenin, onların yardımında bulunmamanın da hiçbir mazereti söz konusu değildir. Onlara itaatte ve yardımda geri duranların, onların üzülmesine sebep olacak davranışlara girişenlerin büyük günah işlemiş olacağını Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde şöyle ifade ediyor: 

“Bir kimse Ana-babasının üzüleceklerini gerektirecek harekette bulunursa, büyük günah sahibi olur .” (Kenzül irfan. S.191, no 437) 

(4)

Başka bir hadisi şerifinde de şöyle buyuruyor: 

“Anaya-babaya muhabbetle bakmak evlat için ibadet makamındadır.” (Kenzül irfan, c,191, no 439) 

Anne ve babaya meşru olan şeyler hususunda itaat etmemek, onların kalbini kıracak sözlü ve fili davranışlarda bulunmak sıla-i rahimi kesmek diğer ibadetlerimizdeki değeri ve faydayı da yok eder. 

Peygamber efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki: 

“Üç şey vardır ki kişide bunlardan biri bulunduğu müddetçe onun amelleri fayda vermez. Bunlar:

Allah’a şirk koşmak, 

Ana babaya karşı gelmek, 

(5)

Anaya ve babaya asi olan bir insan, Allah’ın gazabını üzerine çekmiş olur. Dünya ve ahiret saadetine ermek isteyen ise anne ve babasını memnun etmesi gerekir. Onlar memnun edilmeden ne cennet nimetine nede Allah’ın rızasına nail olunur.

Peygamberimiz (s.a.v) buyuruyor ki: 

“Ana ve babaya asi olmaktan sakının, zira cennetin kokusu bin yıllık yoldan alınır. Allah’a yemin ederim ki, ana-babaya asi olan, sıla-i rahimi terk eden, zina yapan ihtiyar, elbisesi kibir ve azametli komşu -zira azamet ancak Allah’a mahsustur- cennetin kokusunu duyamaz.”

(Abdullatif Terc.s. 223) 

Hele Yaşlılıkların Da Çok Daha Dikkatli Olmalı 

Anaya ve babaya iyi davranmak her zaman ve her yaşta gereklidir. Bu gerekliliği yerine getirmek onların genç zamanlarında hatta kendilerine muhtaç olduğumuzu hissettiğimiz dönemlerde daha kolaydır. Zaten bu zamanlarda pek muhtaç durumda da değillerdir, takdir edersiniz ki. Ancak, her insan gibi onlarında yaşlanması, eski enerji ve kuvvetlerini yitirmesi, duygularını kullanma kabiliyetlerini kayıp etmesi, bazen de algılama güçlerini kayıp etmeleriyle iletişimde sorunlar yaşamaları söz konusudur. İhtiyarlığın vermiş olduğu kazalarda muhtemeldir.

İşte, böyle bir zaman da onlara karşı daha hassasiyet içerisinde olmamız gerekir. Bu dönemler onların en kırılgan ve alıngan dönemleridir. Sizin küçük ve basit gördüğününüz şeyleri onlar çok daha ciddiye alabilir üzülebilirler. Öyle hassas olduğu dönemler de hiçbir bahanenin arkasına sığınmadan, hiçbir mazeret ileri sürmeden onlara karşı görevlerimizde asla kusur etmemeli, güler yüzle tatlı dille muamele ederek gönülleri alınmalı. Seslerimizi yükselterek, kendilerinin istenmeyen kişiler oldukları kanaatlerine sebebiyet vermemeli. Bu durumda kendilerine karşı güven duyguları zedelendiği, size bağladıkları ümit yok olduğu için çevreleriyle de uyumlu bir

(6)

iletişim kuramaz ve huzursuz olurlar. 

 Anne-babaya içtenlikle yapılan her hizmet, gönüllerini almak için söylenen güzel bir söz, onların morallerini düzeltecek her sohbet sadece mükâfat kazanmaya değil aynı zamanda günahların affedilmesine de vesile olmaktadır. Cenneti kazanmak kolay değil, bir şeylerden feragat etmek gerekir. Yüce Allah’ın emirlerini yerine getirmenin yanında günahlarımızdan da arınmış olmamız gerekir. Anaya ve babaya itaat buna vesiledir. 

İmtihan için önümüze konan her fırsatı değerlendirerek yüce Allah’ın rızasına gözümüzü ve gönlümüzü dikmemiz gerekir. Bu imtihan bazen evlatlarımız bazen sahip olduğumuz malımız mülkümüz bazen varlığımız bazen darlığımız bazen sıhhatimiz bazen de sağlığımızdır. Her şeyi bir imtihan sorusu olarak görmek ve onu başarmak için gayret sarf etmeliyiz. İşte, anne

babalarımızın ihtiyarlık zamanlarındaki hallerine de bu açıdan bakıp onlara karşı sevgi ve saygımızdan taviz vermeden, hizmetlerinde kusur etmeden Allah’ın mükâfatına nail olmaya çalışmamız gerekir. Aksi takdir de kınananlardan ve fırsatı kaçıranlardan olmuş oluruz. 

Peygamberimiz (s.a.v) bir gün: 

 “Burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün, burnu yerde sürünsün” demiş 

Sahabeler: 

(7)

“Kimin burnu yede sürünsün Ey Allah’ın Resulü?” dediklerinde 

Peygamberimiz (sav) : 

“İhtiyarlığı anında annesi ile babasından birine yahut her ikisine yetişip de, onlar sebebiyle cennete giremeyenin” (Müslim, Birr,9) buyurmuştur. 

 Anneye Ve Babaya Bakmak Dini Bir Görevdir 

Evlatların anne ve babalarına bakmaları duygusallıkla sınırlı, acımakla ilintili bir şey de değildir sadece. Bu, Allah tarafından bizlere yüklenen bir görevdir her şeyden önce. Dinen zengin sayılan birisinin zekât veremeyeceği insanlar arasında anne ve babasının olması onlara zaten bakmakla mükellef olduğundandır. Bu görev ve sorumluluğu sadece maddi bir sorumluluk olarak da düşünemeyiz. Bir annenin ve babanın öyle şefkate ve merhamete ihtiyaçları olur ki, önlerine dünyaları da serseniz, hizmetçilerde tutsanız sizin şefkatinizden başka şeylerle onu telafi edemezsiniz. 

Bir insanın iman etmesi onun gereği amelleri işlemesi kulluk görevidir. İşte anne ve babaya yardım etmek onların maddi ve manevi ihtiyaçlarını gidermek, onları yalnızlığa terk etmemek, özellikle onların yaşlılık dönemde hayatla irtibatlarının devamını sağlamak da bir evlat için en faziletli amellerdendir. 

(8)

Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: 

Abdullah B. Mesut anlatıyor: 

Allah’ın elçisine “amellerin hangisinin daha faziletli olduğunu” sordum. 

Hz. Peygamber: 

“Vaktinde kılınan namazdır” buyurdu. 

“Ondan sonra hangisidir” diye sordum. 

“Anaya-babaya iyilik yapmaktır” buyurdu. (Müslüm, İman, 137) 

(9)

Evet, bir insanın, cenneti kazanması da cehenneme müstehak hale gelmesi de anne ve

babasına karşı tutum ve davranışlarıyla ilgilidir. Çünkü Allah’ın rızası anne ve babanın rızasına, Allah’ın gazabı da anne ve babanın gazabına bağlanmıştır. 

Bir adam Resulü Ekrem’e gelip Anne ve babanın evlat üzerindeki hakları nelerdir diye sorduğunda. Peygamberimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur: 

“Onlar (senin) ya cennetin ya da cehennemindir” (Seçme Hadisler, s.138) 

Anne ve babasına karşı görevlerini yerine getiren, onlara ihsanda ve ikramda bulunanların ilerde çeşitli sıkıntılarla karşılaştıklarında dualarının kabul edileceğini bildirmiştir Allah’ın Resulü (s.a.v). 

Onların Hakkı Kolay Kolay Ödenmez 

Anne-babanın hakkı kolay kolay ödenmez. Onlar ki evlatları için her fedakârlığa katlanmış,

(10)

yememiş yedirmiş, içmemiş içirmiş, giymemiş giydirmişlerdir. Çocuklarının geleceği için kendi hayatlarını ortaya koymuşlardır. Nice şeylerden fedakârlık etme hususunda asla tereddüt yaşamamışlardır. Geleceklerini teminat altına almak için gece gündüz demeden çalışmışlardır.

En büyük miras olarak belki dinlerini öğretmişler, Allah(c.c), Peygamber(s.a.v) sevgisiyle bezemişlerdir. Ahlaklı birer insan olarak toplumu, hayatı, hayatın gayesini öğretmişlerdir.

Özellikle annenin evladı için yapmış olduğu fedakârlığı kelimeler ifade etmekte yetersiz kalır. O ki; gece uykusunu bölerek çocuğunun karnını doyurur, altını temizlemekten imtina etmez, ağzından çıkarır çocuğunun ağzına koyar, lokmasını. Bunları yaparken de küçük bir

memnuniyetsizlik ifadesine rastlamazsınız. Dokuz ay karnında taşıması bile, başka bir şey yapmamış olsa bile, hiçbir evladın kolay kolay ödeyebileceği bir şey değildir. 

Bunun için bir adam peygamberimize (s.a.v.) gelerek “insanlar arasında iyi davranmama en çok layık olan kimdir?” diye sorduğunda üç defa peş peşe aynı soruya “annendir, annendir,

annendir. Sonrada babandır “ diye cevap vermiştir. 

“Cennet anaların ayakları altındadır” iltifatı ayrıcalığı da yine Anneye mahsustur. 

Yüce rabbimiz bir ayetinde buyuruyor ki: 

 “Biz insana anne babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü annesi onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. Sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (işte bunun için) önce bana sonra da anne ve babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş, ancak banadır”

(Lokman,14) 

(11)

Peygamberimizde(s.a.v.): 

 “Hiçbir evlat, anne - babasının hakkını tam olarak eda edemez (ödeyemez) babasının esir pazarında satılırken görse de onu satın alıp azat etse ancak o zaman ödeyebilir.” (Et-Terğib ve’t Terhib c.3 s.314) buyuruyor. 

Hasan-ı Basri hazretleri bir gün, kabeyi tavaf ederken arkasında zembilli bir delikanlıya rast gelip zembilde ne olduğunu sordu. O delikanlı: “Ya imam zembilde anam var” dedi. Ve devam etti: 

“Biz fakiriz senelerdir anam kabeyi ziyaret etmek isterdik fakat bizim mali durumumuz müsait olmadığı için kabeye gelemezdik. Anam’ın bu arzusunu biliyordum. Kendisi iyice ihtiyarlaştı, gelmesine de hiç imkan kalmadı. Ancak kabe aşkı her geçen gün kendisinde daha da alevleniyor, aklına geldikçe gözyaşlarını tutamıyordu. Anamın bu haline dayanamaz oldum.

Anamı bunun için arkama alıp kabeyi tavaf ettiriyorum. Acaba ya imam ana baba hakkı büyüktür derler acaba anama yaptığım bu iyilikle onun hakkını ödeyebildi mi?” dediğinde Hasan-ı Basri hazretleri şöyle buyurdu: 

“Yetmiş defa kabil olsa da şamdan ananı sırtında kebeye getirip böylece tavaf ettirsen, ananın karnında iken bir defa attığın tekmeye karşı hakkını ödeyemezsin” 

(12)

Bir evladın anne ve babasına karşı görevleri sadece bu dünyayla sınırlı değildir. Öldüklerinde de onlara karşı görevlerimiz devam etmektedir. Hayırlı bir evlat, anne ve babası öldükten sonrada, onların amel defterlerine sevap yazılması için onlar adına hayır hasenat yapan, onların

dostlarının ziyaretine giden, onların sevdiklerini seven, vasiyetlerini, taahhütlerini yerine getiren, yakınlığı onlar vasıtasıyla olan, amca, hala, dayı, teyze gibi akrabaları ziyaret eden, onların dostlarına ikram ve izzette bulunan evlattır. 

Peygamberimiz (s.a.v.) bunu iyiliklerin en iyisi olarak nitelendirmiştir: 

“En iyi iyilik, babasının samimi dostuna, iyiliği ve ihsanı devam ettirmesidir.” (Müslim) 

Yine başka bir hadisi şerifinde de şöyle buyuruyor: 

“İyiliğin en iyisi evladın baba dostlarını ziyaret etmesidir” (Müslim) 

 Anne Babaya Nerelerde İtaat Edilmez 

Anne ve babaya itaat şarttır, onlara iyilik etmek Allah katında en faziletli ameldir. Cennete girmeye cihat etmiş mükâfatına nail olmaya, dualarımızın kabulüne vesiledir. Ancak bu itaati,

(13)

(c.c) isyan varsa orada, tepkimiz ve duyarlılığımız devreye girmeli. Dolayısıyla kim olursa olsun, Allah’ın (c.c) emrine uymayan bir istekte bulunursa onu yerine getiremeyiz. “Onun hakkı benim üzerimde çok, onun söylediklerini yapmasam darılır gibi düşünemeyiz. Her şeyin üzerinde Allah’ın hakkı vardır. İnsanların değil Allah’ın rızası önceliğimiz olmalı. Anne ve baba hakkını da bu çerçevede düşünmeliyiz. 

Allah’ın rızasını ummadan, onun referansı olmadan hiçbir amelin, ne kadar iyi olursa olsun, kıymeti ve değeri olmaz. Zaten, her davranışımızda mükâfata nail olabilmek, yüce Allah’ın iyi gördüğünü iyi görmek, kötü diye nitelendirdiğini de kötü bilmekle mümkündür. 

Peygamberimiz buyuruyorlar ki: 

“Halık’a (Allah’a) isyan olan işte,  mahlûkata itaat olmaz” (Keşfü’l Hafâ) 

Saad Müslüman olduğunda, annesi yememek ve içmemek üzere yemin etti 

Annesi Saad’a: 

(14)

 - Bak oğlum! Sen eski dinine dönmedikçe ben yiyip içmeyeceğim, sonunda ölürsem sana, annesinin katili olmuş derler ve seni kınarlar. 

Saad annesine: 

 -Bak anne ne yaparsan yap ben bu dini bırakmam, diye kararlılığını gösterdiği halde annesi hala yemiyor ve içmiyor, oğlunun dininden dönmesi için ısrar ediyordu. 

Saad annesinin karşısında, kesin kararlığını gösterip dedi ki: 

 -Vallahi anne senin yüz canın olsa da bunlar birer bire çıksa da imanımdan vaz geçmem” 

Annesi oğlunun bu kararlığı karşısında inadını terk edip yeme ve içmeye başladı. 

 Bu olaydan sonra şu ayeti kerimenin nazil olduğu bildirilmiştir: 

(15)

“Biz ana babasına iyilik etmesini emrettik, şayet onlar seni, hakkındaki, bir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme, dönüşünüz ancak bana olacaktır ve ben yapmakta olduklarınızı haber vereceğim” (Ankebut,8) 

Bu verilen ölçüler çerçevesinde anne baba müşrikte olsa, o durumlarını tasvip etmemekle

beraber, onlara yine merhamet kanatlarımızı germeli, anne ve baba olmaları hasebiyle, sevgi ve saygıda kusur etmemeli, hidayete ermeleri için dua etmeli. Kur’an’ı kerimde İbrahim

aleyhisselam’ın iman etmemiş “Azer” adındaki babasına karşı davranışı bizler için en büyük üslup ve saygı örneğidir. 

Hz Ebu Ebu Bekir’in kızı Esma(r.a.) müşrike olan annesiyle ilgili olarak şöyle anlatır:

-Annem (benden bir şey istemek için) geldi. Bende Peygamberimize (s.a.v): 

-Annem geldi benimle görüşmek istiyor, görüşeyim mi?” diye sordum. 

Evet, annen ile görüş” buyurdu.(Buhari, Edep, 7) 

(16)

 Onların Duasını Almalı 

 Dua; sadece kendimize yaptığımız dualardan ibaret değildir. Birde başkalarının bizler hakkında yaptığı dualar vardır ki bunlar çok önemlidir. Biz, kendimize dua ederken dualarımızla rabbimiz arasında işlediğimiz günah engelleri vardır. O günahlar dualarımızın kabulüne engel olur. Ancak başkaları bizler hakkında günah işlemeyeceğinden bizler için yaptıkları dualar kabule şayandır.

Hele bunlardan bazıları vardır ki onlar asla ret olunmazlar, anne babanın evlatları hakkında yaptıkları dualar gibi. 

Bir evlat için bu kadar hakları üzerinde olan ana- babasının memnuniyetinin bir ifadesi olarak, onların duasını almak ne büyük bir bahtiyarlıktır. Günlük hayatımızda da çoğu zaman bunu ifade ederiz; bir sıkıntıdan, felaketten başımızı kurtardığımızda ya da ferah ve huzura kavuştuğumuzda, bir şeyler elde ettiğimizde. “O annesinin babasının duasını almıştır veya annesinin duası onun üzerindedir” gibi sözlerle. Çünkü anne ve babanın çocuklar için gönülden yapacağı duayı Allah reddetmez. 

Peygamberimiz(s.a.v) buyuruyor ki bir hadisi şerifte: 

 “Üç dua var var bunların kabul olunacağından şüphe yoktur: mazlumun (haksızlığa uğramış kimsenin) duası, misafirin (ikramını gördüğü kimseler için) duası ve anne ve babanın

çocuklarına olan duasıdır” (Timizi , Birr,7) 

(17)

Bu bir “dua alma” yarışıdır. Anne ve babalarımıza sırf dualarını almak için bile hizmet edilir.

Onlar için yapılan her fedakârlık bizler için geleceğimiz adına yapılan bir yatırımdır. Onların hoşnutluğu, kabul olmuş dua şeklinde bizlere döner, yaptığımız asla boşuna değildir. 

Abdullah B. Evfa anlatıyor: Peygamberimizin(s.a.v.) huzurunda bulunduğumuz sırada birisi geldi ve şöyle dedi.

- Ey Allah’ın Resulü! ölüm döşeğinde can çekişen bir genç var, kendisine “la ilahe illallah”

denildiği halde bunu bir türlü söyleyemiyor. Peygamberimiz (s.a.v.) sordu: 

- Bu genç namaz kılar mıydı. Adam:

-Evet, kılardı, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) kalkıp adımın yanına gitti, bizde onunla beraber gittik. Ve ona: 

(18)

- Laa ilahe illallah, de buyurdu. Genç: 

Söyleyemiyorum, dedi. 

-Peygamberimiz (s.a.v.) niçin söyleyemiyorsun? Diye sorunca peygamberimize (s.a.v.) gelen adam: 

-Annesine itaatsizdi, dedi. 

-Annesi sağ mı? Diye sordu. Orada olanlar: 

-Evet, sağdır, dediler. Peygamberimiz (s.a.v.): 

(19)

-Şurada büyük bir ateş hazırlansa da sana: “oğluna şafkat edersen onu ateşte yakmayız, şefkat etmezsen onu bu ateşte yakarız” deseler ne yaparsın? Diye sordu. Kadın: 

-Onun şefaatçisi ben olurum. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.): 

- O halde bu oğlundan razı olduğuna ve hakkını helal ettiğine Allah-ü Teâlâ’yı ve beni şahit göster, buyurdu. Kadın: 

-Allah’ım, yüce zatını ve peygamberini(s.a.v) şahit tutuyorum, oğlumdan razı oldum, dedi.

Bunun üzerine peygamberimiz(s.a.v) gence dönerek: - “Laa ilahe illlallaü vehdehüle şerikeleh ve eş he dü ennne muhammeden abduhü ve resülühü” de, buyurdu. Hasta genç hemen şehadet getirince, peygamberimiz(s.a.v.): 

(20)

- Allaha hamdolsun ki, benim vasıtam ile bu genci cehennem ateşinden kurtardı, buyurdu.

(Taberani, Ahmet Bin. Hambel) 

  Suçlu Kim? 

Her insan ya anne babadır veya anne baba adayıdır, ancak her halükarda evlattır. Her insan, maişeti altındakilerden sorumlu olduğu gibi, anne babalarda çocuklarının, kendilerine Allah(c.c) tarafından verilen birer emanet olması nedeniyle onların dini ve ahlaki gelişimlerinden

sorumludur. Evlatlar evliliğin meyvesi diye bilinir. Her nimetin bir külfeti vardır. Her külfet fedakârlık gerektirir. Ancak bu fedakârlık, sadece evlatların maddi ihtiyaçlarını karşılamak değildir. Zira maddi ihtiyaç geçici şeylerdir, kalıcı olan, ruhunu doyuran manevi ihtiyaçlardır.

Baba ve anne evlatlarının eğitimi hususunu göz ardı ederlerse, onları salih bir mümin olarak yetiştirme hususunda ihmalkâr davranırsalar, o boşluktan faydalanan farklı mihraklar devreye girip anne babanın eğitemediği o çocukları farklı şekil ve inançlarla eğitmiş olurlar, o zaman evladınız elden gider sadece dünyaları değil ahiretleri de heba olur. 

Evlatlarının, çocukluk dönemlerinde “ilerde daha yapar” deyip onların ibadet etmelerinin ertelemesine sebep olan, gençlikte işledikleri hatalar nedeniyle “cahildir, sonra anlar doğruyu”

diyerek onları yaptıkları hata ve günahların pençesine bile bile atan, büyüdüklerinde,

“koskocaman adam olmuş kendi kararını kendi veriyor, zamanın evladı, baba-anne dinler mi?”

diyerek pişmanlığını izhar etmek mecburiyetinde kalan babanın yapacağı bundan sonra ne kalmış olabilir ki. Yaşken ağaca şekil vermediğinizde kuruduğunda şekillendirmek isterseniz hem kırar hem de kırılırsınız. 

(21)

ahlakını Allah’ın c.c istediği, peygamberin(sav) talim ettiği gibi değil, başkalarının uydurduğu din anlayışıyla, medeniyet dedikleri özgürlük safsatasıyla sahte ve anlamsız hayatları, hayat tarzı olarak kabul eden bir evlat, annesinin çektiğini, babasının fedakarlığını anlayamaz, Allah’ın kendine imandan sonra onlara itaati emrettiğini de bilmez. 

 Evet, öğle değil mi ki? Anne baba, çocuğu konuştuğunda gözleri ışıl ışıl parlarken, şimdi nice evlatlar anne ve babasının konuşmasına tahammül edemiyor. Onları “eski ve geri kafalı” olarak algılıyor. “Sen ne anlarsın baba” diyerek susturuyor. Bir anne baba “yedi” evladına karşılıksız, severek bakarken “yedi” evlat bir babasına bakamıyor. Evlat anne kucağında, baba ocağın da kendini rahat huzurlu ve güvende hissettiği gibi ihtiyar anne ve baba, evlatlarının evinde kendini yabancı olarak görüyor. Bir köşeye sıkışıp kalmaktansa her şeye rağmen köyüne, kendinin bir odalı evine gitmek istediğinde yine azarlanıyor. “Babamda, annemde çok huysuz, bakmak istiyoruz, durmuyor yanımızda neyini noksan ediyoruz ki, yediği önünde yemediği arkasında, birazda dilini tutsun canım, hiçbir şeye karışmasın geçinip gitsin işte” diyor. 

Şimdi huzur evi koymuşlar hayırsız evlatların baba ve annelerinin kaldığı sığınma evlerine. Bu sefer 400 metre karelik yerde oturan evlat haftada bir gün babasının ve ya annesinin ziyaretine, huzur evine, gitmeyi gönül alma olarak görerek kendini avunduruyor. Anne ve babalara senede, ede ede, bir gün tahsis ettiler; babalar günü, anneler günü, diye. O günde bir defa telefonla ararlarsa evlatlar, anne- baba “buna da şükür” demeye başladılar. 

 Ektiğimizi Mi Biçiyoruz? 

Aslında insanlar her konuda olduğu gibi, anne -babasına gösterdiği tavırlarla da evladına örnek olmaktadır. Anne- baba yaşantılarıyla, aile içerisindeki değerleriyle hem çocukların hem de kendilerinin geleceğini belirliyor. Bir insan, diken ekerse diken, gül ekerse gül biter. Çocuklarına

(22)

“anne baba” hakkını öğretme, onu bizzat yaşama hususunda örnek ve önder olamayan baba ve anne ihtiyarlandıklarında kendilerinin yaptıklarının aynısını evlatlarından görecektir. “İyiliğin karşılığı olsa olsa iyiliktir. ” (Rahman,60) Buyuruyor Rabbimiz 

Peygamberimiz(s.a.v) buyuruyor ki: 

“Bir genç bir ihtiyara yaşlı olmasından dolayı ikramda bulunursa, Allah, yaşlandığı zaman kendisine ikramda bulunacak bir kimseyi kendisine hazırlar.” (Timizi, birr,75) 

Ebu Bekir’den rivayetle peygamberimiz (s.a.v.) başka bir hadis-i şerif de ise şöyle buyuruyor: 

“Allah Teâlâ bütün günahlardan dilediklerinin( cezasını ) kıyamet gününe kadar tehir eder.

Yalnız anaya ve babaya yapılan isyanın Allah Teâlâ sahibine ölmeden öncede dünyada verecektir” (et-Terğip ve’ Terhip,c.3;s.331) 

 Biz bunun cezasının kimin eliyle olacağını bilemeyiz. Bu, çoğu zaman misliyle olur. Babasına itaat etmeyenin evladı da kendisine itaat etmez, anne babasına asi olanın, evladı da kendisine asi olur. Çünkü çocuk babadan ve anneden gördüğünü uyguluyor, onların yaptığının doğru olduğunu düşünüyor. 

(23)

Bir evlat felçli olan babasına bakmaktan usanmış. “Gel baba seni biraz kırlarda gezdireyim, hem hava almış olursun deniş. Sırtına almış götürmüş kırlara. Babasını çukur bir yere atıp üzerini toprakla kapatıp ölmesini istiyormuş aslında. Kendisini atmak için çukur aradığını fark eden, evladının kendisini öldürmek istediğini anlayan baba: 

-Evladım zahmet çekme, ben babamı şuracıkta gömmüştüm, sende beni oraya göm, demiş. Bu sözlerle aniden irkilen, hayretler içerisinde kalan adam: 

- Sen ne söylüyorsun! Yani sen dedemi çukura atarak ölümüne mi sebep oldun? demiş. 

-Evlat! Evlat! Bende babama karşı böyle bir hata işledim, babam benim gibi felç geçirmişti, ondan usandım, senin gibi buraya getirdim ve gömdüm. Bunun üzerine adam korku, dehşet ve ibret içerisinde şunu sorar babasına: 

- Baba! Babasına bunu reva görenin evladı da kendisine aynısını yapar mı? diye sorar. Babası: 

(24)

-Evet, evlat, insan ne ekerse onu biçer, ben ektiğimi biçiyorum, yaptığımın cezasını şimdi, evladım olan senin elinle çekiyorum. Sende aynı muamele ile karşılaşmak istiyorsan beni buraya göm, yok istemiyorsan vazgeç bundan. Sen bilirsin. 

Bunun üzerine günahkâr adam, ben böyle ne yapıyorum diye hüngür hüngür ağlamaya başlıyor.

Tövbe ediyor. Yaptığı hatadan dönüp babasını evine götürüyor. Bundan sonra babasının, hürmette ve saygıda kusur etmeden, sevgi ve saygıyla ömür boyu hizmetinde bulunup duasını almaya çalışıyor. 

“İnsanlara merhamet etmeyene Allah (c.c.)’ da merhamet etmez.” (Buhari, Müslim) buyuruyor peygamberimiz (s.a.v.). Bugün her baba kendi babalarına yaptıklarını çekiyor aslında. Anasına babasına hakaret eden, onları azarlayan, sözlerini dinlemeye dahi tenezzül etmeyen insanlar, neler ektiklerini, ilerde ne ile karşılaşacaklarını bilmeliler. Bir insana, nefsimize uyup kötülük yapacağımız zaman o günahtan dönmek için, ben onun yerinde olsam aynı şey bana yapılsa nasıl bir tepki gösteririm diye düşünmeli, kendine reva görmediğini başkalarına da reva görmemeli kendisi için istediğini başkaları içinde istemeli, bu mümin olmanın göstergesidir.

Peygamberimiz bu hususta bizleri defaatle uyarıyor. 

Bir hadis-i şerifinde: 

“Bizim küçüklerimize merhamet etmeyen, bizim büyüklerimizin hakkını bilmeyen kimse bizden değildir.” (Muhtaru ’ l Ehadis s. 148) buyuruyor. 

(25)

Ancak bu, baba ve anneler açısından gerçek bir vakaysa da, hiçbir evlat, anne ve babasından bunları öğrendi diye kendi babasına aynı şeyleri yapma hakkını kendisinde göremez. Bu bilmemenin sorumluğu şeklinde de kabul edilmez. Çünkü bilmemek mazeret değildir. Aksine bencilliği ve ena niyeti bir tarafa bırakıp rabbimizin emirlerine kulak vermeliyiz. “İyiliğe iyilikle muamele herkesin işidir, kötülüğe kötülükle muamele “er” kişi işidir” derler. “kötü örnek, emsal teşkil etmez” diye bir kural vardır. 

Bu hususta zalim olsa bile, müşrik olsa, günahkâr olsa bile anaya ve babaya yardım edilir, onlara iyilik edilir. 

İbni Abbas’ın sevgili peygamberimizden yaptığı rivayet de : 

“Her kim sabah akşam anne ve babasını kendisinden razı olarak gününü geçirirse, sabah ve akşam ona cennetten iki kapı açılır. Ve eğer sabah ve akşamda, anne ve babasını kızdırırsa, ona da cehennemden iki kapı açılır. O sıra da orada bulunan birisi: ya Resulellah, eğer analar çocuklarına zulmediyorlarsa, dedi. Canab-ı Peygamber: Evet, zulmetseler dahi yine onlara karşı gelmemek ve asi olmamak gerekir ” buyurdu. 

Bu konuda peygamberimiz(s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyuruyor: 

(26)

“Tavrımızı diğer insanlara göre ayarlarız: Herkes iyilik ettiği sürece, bizde iyilik yaparız. Ama başkaları eziyet edince bizde buna eziyetle karşılı k veririz ” diyen sıradan insanlar olmayın (Tirmizi Birr,63)! 

 Allah bizi rızasına erecek işlerle istihdam etsin, nefsimize ve şeytana uydurmasın. (Amin) selam ve dua ile… 

Referanslar

Benzer Belgeler

• 1. isim, toplum bilimi Evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük birlik:.

annenin çocukları için yapabileceği en önemli şey babalarını sevmektir.?. ÇOCUK EĞİTİMİNDE ANNE BABAYA

Daha sonra Sevgili Peygamberimiz ile birlikte Hazreti Hatice’nin amcası ve âlim birisi olan Varaka bin Nevfel’e gittiler.. Her şeyi ona

➢ Çocuğa karşı denetim, çocuğun ilgi ve gereksinimlerine verilen tepki çok düşüktür.. ➢ Sadece anne, sadece baba ya da anne-

Bir gün Hazreti İbrahim, yanındaki insanlara ders vermek için önce uzaktan çok küçük görünen bu yıldıza baktı?. Amacı, o insanları inandıkları

Ancak Bilâl-i Habeşi Hazretleri, Peygamber Efendimizin vefatından sonra çok üzül- dü.. Mekke’de her şey ona, Peygamber

Gramsci’ye göre devlet, “siyasal toplumda diktatörlük yani zor ile sivil toplumda ise ideolojisini kitlelerin rızasına dayandırması ile yani hegemonya ile

Aile içi şiddet aile üyelerinden birinin diğerini duygusal, fiziksel ve cinsel istismara maruz bırakması, sosyal olarak dışlaması ve maddi yoksun bırakması gibi davranışları