• Sonuç bulunamadı

Başbakan Davutoğlu ve AB Konseyi Başkanı Tusk ile yaptığı ortak basın toplantısının tam metni

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Başbakan Davutoğlu ve AB Konseyi Başkanı Tusk ile yaptığı ortak basın toplantısının tam metni"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Başbakan Davutoğlu ve AB Konseyi Başkanı Tusk ile yaptığı ortak basın toplantısının tam metni

Mart 03, 2016 - 6:52:00

Kendisi Türkiye’yi çok yakından tanıyan ve Türkiye’ye çok dost bir devlet adamıdır Polonya Başbakanlığı döneminde de ülkemizle çok yakın ilişkiler kurmuş ve Türkiye-Polonya ilişkilerinin gelişmesine de büyük katkılarda bulunmuştu. Avrupa Birliği Konsey Başkanı olarak da Sayın Tusk Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin gelişmesine şahsi olarak da çok ciddi katkılarda bulunmuş bir Avrupalı liderdir. Konsey Başkanlığını aldıktan sonra Türkiye ilişkilere özel bir önem vermiş ve sürekli olarak temaslarımızın en üst düzeyde devamında büyük katkı sağlamıştır.

Bildiğiniz gibi 29 Kasım’da Brüksel’de gerçekleştirdiğimiz Türkiye-Avrupa Birliği Zirvesi sonrasında Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri yeni bir aşamaya geçmiştir. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri hem Türkiye’nin açısından stratejik bir tercihtir, hem Avrupa Kıtasında barışı ve kalıcı istikrarı sağlayacak çok önemli bir unsurdur, hem de bugün uluslararası siyasetin en önemli konularına ortak çözüm bulma konusunda da büyük bir imkandır. Yarım yüzyılı aşan bir süreçte Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri çok değişik aşamalardan geçti ve müzakerelere başlanmasından sonra da 2004’den yılından bu yana biz hep Türkiye olarak Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerini stratejik bir zeminde seyretmesine büyük önem verdik. Son gelişmeler, dünyadaki gelişmeler ve hem de Avrupa içinde ve Türkiye’deki gelişmeler 1 Kasım seçimlerinden sonra yeni bir tabloyu karşı karşıya kalmamıza vesile oldu ve 29 Kasım’da 12 yıl aradan sonra Türkiye-Avrupa Birliği Zirvesi büyük bir başarı olarak yeni bir dönemin işareti olarak gerçekleşti. Ben Sayın Tusk’a bu zirvenin ortaya çıkmasında, gerçekleşmesinde ve başarısında gösterdiği çabalar dolayısıyla teşekkürü bir borç biliyorum yeni bir ivme kazanmıştır Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri. Ve ondan sonra da Aralık ayında, Ocak ayında Brüksel’de yapılan zirvelere katıldım ve fikirdaş ülkelerle toplantılar gerçekleştirdik. Şimdi 7 Mart’ta yani Pazartesi günü tekrar 28 ülkeyle birlikte Türkiye-Avrupa Birliği Zirvesi yapacağız.

Tabi bu ilişkilerin gelişmesinde Türkiye’yle-Avrupa Birliği’nin birbirini tamamlayan ve uluslararası sorunlara bakıştaki paralellikleri, birliktelikleri önem taşıdı. 29 Kasım’da ortak olarak ilan ettiğimiz ortak eylem planında birçok konuyu ele aldık ve çok önemli bir çerçeve çizdik. Bu eylem planıyla Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri yeni bir aşamaya geçti. Nedir bu eylem planının ana unsurları? Birincisi, Türkiye-Avrupa Birliği entegrasyon sürecinin hızlanması nitekim hemen daha sonra bir fasıl açıldı, diğer fasıllarında önü açılacak şekilde devreye girdi.

İkinci önemli unsur, geri kabul anlaşmasıyla Schengen sisteminin, vize muafiyetinin birlikte devreye girmesi konusunda ortaya çıkan güçlü iradedir, bu irade yönünde de kuvvetli adımlar atıldı ve Türkiye üzerine düşen bazı sorumluları yerine getirmek içinde bu vize muafiyeti için gerekli reformları Meclis’e sevk etti.

Üçüncü ana unsur, özellikle Gümrük Birliği’nin yeni bir tabiri caizse yeni şartlara uyumlu kılınması yönünde genişletilmesi ve yeni bir çerçeve kazanması. Özellikle Trans Atlantik yatırım ve ticaret ortaklığı kavramının gelmesiyle birlikte Gümrük Birliğinin yeni bir muhteva kazanması ihtiyacı vardı o konuda da müzakereler başladı.

Ve tabi dördüncü, bütün bunlara ivme katan hususta özellikle Suriye başta olmak üzere uluslararası

(2)

alanda yaşanan sorunların Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine yeni bir çerçeve çizmesiydi. Bunda da mülteciler sorunu Türkiye’nin ve Avrupa’nın birlikte karşı karşıya kaldığı sorun olmak bakımından çok yoğun çalışmamız gerektiren bir ortamı ortaya çıkardı. Ben Sayın Tusk’a bütün bu unsurlarıyla

Türkiye-Avrupa Birliği ortak eylem planının ortaya konmasında ve gelişmesindeki katkısı dolayısıyla teşekkür ediyorum bir kez daha. Bugün görüşmemizde bütün bu konuları ele aldık özellikle de tabi Suriye’deki gelişmeler ve Suriyeli mülteciler, mülteciler sorunun Türkiye ve Avrupa Birliği üzerinde oluşturduğu baskı ve çözüm yollarını ortak bir mesele olarak ele aldık. Her şeyden önce her ikimizde ve Türkiye ve Avrupa Birliği olarak da bu meselenin Türkiye’yle Avrupa Birliği’nin sorumluluğunda gelişmemiş, ama Türkiye-Avrupa Birliği’nin önüne gelmiş ortak bir mesele olduğu konusunda mutabıkız. Suriye krizinden ne Türkiye sorumludur, ne Avrupa Birliği sorumludur. Suriye krizinin sorumluları halkına zulüm eden bir rejim, bu şartlarda ortaya çıkan terör örgütleri ve bu rejime destek veren uluslararası bazı aktörler ve bu terör örgütüne destek verenler. Fakat bunun bedelini Türkiye ve Avrupa Birliği ödüyor. Türkiye’de 2,7 milyon Suriyeli kardeşimiz var, Avrupa’da yüz binlerce insan geçebilmek için büyük bir çaba içinde. Ayrıca Suriye’deki bu durumu istismar eden başka ülkelerden gelerek aynı ortamdan istifade etmek suretiyle ekonomik niyetle gelen istismarcılar da var, başka mülteci görünümlü istismarcılar, bu da bir sektör oluşturdu bütün dünyada insan kaçakçılığı

anlamında. Biz insan kaçakçılığının her türünün insanlık suçu olduğuna inanıyoruz ve bu konuda da Avrupa Birliği’yle aynı perspektifle çalışıyoruz. Bu yönle birlikte ortak eylem planında attığımız adımların nasıl seyrettiği konusunu ele aldık. Özellikle Frontex ve NATO’nun devreye girmesiyle Ege’deki masum insanların hayatlarını bir umut uğruna çocuklarının kendi hayatlarını tehlikeye atmalarının önüne geçmek için nasıl tedbirler alacağımızı ele aldık.

Yine Avrupa Birliği’nin Türkiye’deki Suriyeli mültecilere destek olabilmek için ayırdığı 3 milyar euroluk kaynağın nasıl kullanılacağı konusunda ve projeler konusundaki kanaatlerimizi paylaştık. Avrupa Birliği’ne normal, düzenli göç anlamında gidecek olan Suriyelilerin yerleştirilmesi konusu gibi hususları da yine ele aldık, ama bütün bunların arkasında bu sorunun temel sebebi Suriye’deki istikrarsızlık ve ortaya çıkan büyük insani trajedidir. Bu konuda da Türkiye ve Avrupa Birliği olarak başta P-5 ülkeleri olmak üzere dolayısıyla, özellikle de Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri son dönemde sağlanan ateşkesin çok kırılgan şartlarda seyreden ateşkesin gerçek anlamda uygulanmasına büyük önem veriyoruz. Çünkü Suriye’de istikrar olursa Türkiye’ye dönük göç dalgası da azalır, Türkiye’den Avrupa Birliği’ne geçme çabası içinde olanların da sayısında azalma görülür. Ama maalesef bu ateşkes

ihlallerinin özellikle Rusya ve rejim tarafından gerçekleşen ihlallerin ateşkesi çok daha kırılgan kıldığını hepimiz görmekteyiz. Önümüzdeki dönemde inşallah Pazartesi günü tekrar Brüksel’de bir araya geleceğiz ve bütün bu çerçeveyi 28 Avrupa Birliği ülkesi ve onların lideriyle ele alma imkanına sahip olacağız. Türkiye bir Suriye’de ve dünyanın herhangi bir yerinde ortaya çıkan insani trajediden etkilenen mazlumlara yardım yapma konusunda hassastır ve bu konudaki tutumunu

değiştirmeyecektir. Örnek bir tutum sergilemiştir, insani mesele söz konusu olduğunda bu mesele için gerekli adımları atmıştır ve dünyada modern dönemde görülmemiş bir göç dalgasına maruz kalmakla birlikte hiç kimseyi açıkta bırakmamıştır, hiç kimseyi aç ve susuz bırakmamıştır bu bizim için destansı bir insanlık tavrıdır.

İkincisi, Türkiye Avrupa Birliği’yle imzaladığı ortak eylem planına sadıktır ve ortak eylem planının gerekliliklerini yapmaktadır, yapacaktır, bu konuda da kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Üçüncüsü, Türkiye Suriye’de kalıcı istikrarın temin edilmesi için ve bu yolla mülteci sorunun çözülmesi için Avrupa Birliği’yle birlikte her türlü inisiyatifi geliştirmeye hazırdır. Ve buradan, Ankara’dan değerli Avrupa Konseyi Başkanı’yla birlikte bir kez daha dünyadaki bütün önemli aktörleri, uluslararası toplum temsilcilerine Suriye’deki insani trajedilerin durması yönünde açık tavır gösterme çağrısında

bulunuyoruz.

Ve nihayet Türkiye için Avrupa Birliği üyeliği her zaman stratejik bir hedef olmuştur, bugün de

(3)

uluslararası şartlardan bağımsız olarak şartlar ne yönde seyrederse seyretsin Türkiye’nin Avrupa Birliği oryantasyonu ve Avrupa Birliği hedefinde herhangi bir sapma olmayacaktır. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri Türkiye için önemli imkanlar sunmak yanında, Avrupa Birliği için de büyük imkanlar sunmaktadır. Ve Avrupa Kıtası’nın bir barış kıtası olması, çok kültürlü, Müslümanların, Hıristiyanların, Yahudilerin, değişik milletlerin birlikte barış içinde yaşadığı bir kıta olması bakımından da büyük bir medeniyet barışı projesidir. Bu bağlamda da bu projeye her zaman destek vermiş olan Sayın Tusk’a ve ekibine teşekkür ediyorum ve tekrar kendilerine hoş geldiniz diyorum.

Ve tabii ki şu aşamada Avrupa Birliği’nin Türkiye’yle olan ilişkilerinin son zirvemizden bu yana son derece hızlı bir biçimde ilerlemeye devam ettiğini söylemek istiyorum. Vizeyle ilgili serbestisi

uygulaması, üst düzey başarılı ziyaretlerin gerçekleşmesi ve önümüzdeki aylarda gerçekleşecek olan üst düzey ekonomik diyalog da.

Suriye’yle ilgili olarak da ortak çabalarımızı konuştuk ve bu anlamda Suriye’deki farklı grupların temsilcileri arasında görüşmelerin BM çerçevesinde en kısa zamanda sürdürülmesi ve buraya gerçekleşen insani yardımın da daha kolay bir biçimde aktarılmasının sağlanmasını ele alacağız, bunun da gerçekleşmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Tabii ki aynı zamanda geniş kapsamlı bir anlaşmaya varılmasının son derece önemli olduğunu

düşündüğümüz bir başka konu da Kıbrıs sorunu. Bu gerçekten bölgenin daha güvenli ve daha istikrarlı bir bölge halinde olması ve özellikle de Türkiye ve Avrupa Birliği ilişkileri açısından son derece önemli olacağına inanıyorum.

Soru- Efendim, benim Sayın Tusk’a bir sorum var.

Avrupa Birliği temsilcileri özellikle resmi bir yerleşme programından önce, Türk mercilerinin göçmen akımını yavaşlatmasını ve durdurması gerektiğini ifade ediyor. Peki, bunları Türkiye nasıl ne yapabilir çocuklara okul imkanı sağlanmadıktan sonra ve sizin bahsettiğiniz bu yardım paketi uygulanmadan önce? Sizce bu aşamada Türkiye yapması gereken neyi yapmıyor ki bu rakam hangi seviyede aşağıya çekilecek?

AB Konseyi Başkanı Tusk- Öncelikle ben çok fazla dedikodular üstünde konuşmak istemiyorum. Bu tür düzenlemelerle ilgili herhangi bir görüşme yapmadığımı ifade etmek istiyorum. Bizim için önemli olan, mümkün olduğunca bu yasa dışı göç akımını azaltabilmek Avrupa Birliği’ne, illegal yollardan giren göçmenlerin sayısını azaltabilmek. Biz herhangi bir spesifik rakam üzerinde anlaşmadık, çünkü bu rakamlarla ilgili bir şey değil, giderek devam eden ve daimi bir süreç haline gelen bu süreçle mücadele edebilmek. Çünkü nihai hedefimiz toplamda bu fenomenle, bu olguyla baş edebilmek ve bunu ortadan kaldırabilmek. Yani yasa dışı göç dediğimiz zaman bu bir insan kaçaklığı iş modeline dönüşüyor, biz bunu durdurmak ve ortadan kaldırmak istiyoruz.

Sadece şunu tekrar edebilirim size: Hem Türkiye, hem Avrupa Birliği olarak bu süreçte her iki taraf da son derece önemli çalışmalar yürütüyor ve burada herhangi bir şekilde iddialarda bulunmak

istemiyorum, çünkü her iki taraf için de bütün bunları birkaç hafta içerisinde uygulayabilmek, son derece zor, bu çok talepkar bir süreç ve biraz sabır gerektiriyor, biraz daha fazla zamana ihtiyacımız var. Ancak benim için her şeyden önemlisi, gerçek anlamda her iki grup arasında bir güven tesis etmiş olmamız, hem ikimiz arasında şahsi olarak, hem de yetkili mercilerimiz arasında ülkelerimiz, yani Avrupa Birliği üye devletleri ve Türkiye arasında ve kurumlar arasında bir güven tesis edilmiş olması gelecek için de bence en önemli unsur bu.

Soru- Benim sorum öncelikle Sayın Tusk’a.

NATO Müttefik Kuvvetler Komutanı kısa süre önce bir açıklama yaptı ve Rusya’nın Suriyeli

(4)

sığınmacıları Avrupa’ya karşı bir silah olarak kullandığını dillendirdi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye de daha önce bu görüşü savunuyordu. Ve size dönük olarak da, Davutoğlu ve ekibine kalsa bütün Sur’u havaya uçurun diyecek kadar vahşileşmiş durumdalar diyor. Cevabınız ne olacak efendim?

AB Konseyi Başkanı Tusk- 3 ya da 4 ay önce yanlış hatırlamıyorsam Avrupa Parlamentosunda bir konuşma yapmıştım ve orada yeni hibrid savaş gibi bir şeyle karşı karşıya olduğumuzu söylemiştim, Suriyeli mültecileri yeni bir siyasi araç olarak kullanıyorlar demiştim, benim bazı meslektaşlarım şaşırdılar bu sözlerime. Ama aslında bölgede gözlemlediğimiz buydu, bazı güçler, bazı odaklar bu göç krizini ve mültecileri bir siyasi araç kullanıyorlar. Biraz kelimelere dikkat etmek istiyorum, bir silah olarak değil belki ama, bir araç olarak kullanıyorlar. Ve bu tür bir siyasi iradeyi görebiliyoruz, kendi egoistlik çıkarları için kullanan bazı taraflar var.

Bizim için her şeyden önemlisi, bu ateşkesin uygulanmasını takip edebilmek, yani çatışmaların durdurulabilmesini sağlamak. Gerçekten iyimser olabilmek son derece zor bu tür çabaları gördükçe, sadece Suriye’de değil, ama zannediyorum bir şans da vermek gerekiyor.

Ama şunu da unutmamız lazım: Bazı politikacılar ve bazı güç odakları bizim geçmişte düşünemeyeceğimiz şeyleri hayal ediyorlar ve uyguluyorlar.

Ben Avrupa’da mesela görüşmelerinde bunlardan bahsettiğimde, tabi ki Yunanistan kesinlikle bu anlamda yalnız kalmayacak, bunu da ifade etmek istiyorum. Dün Atina’daydım, çok net bir mesaj vermeye çalışıyoruz, Avrupa burada kesinlikle tüm insani yardım kaynaklarını sağlayacak Yunanistan ve buna benzer ülkelerde bu tür sorunlarla karşılaşanlarla, ama burada net bir biçimde olmamız gerekiyor, biz bu problemi de kendi aramızda görüştük. Avrupa Birliği bir kez daha Schengen

kurallarını burada uygulayacaktır, yani yasa dışı göçle ilgili deneyimimiz otomatik bir süreç gibi bunu devreye soktu, ama aynı zamanda siyasi niyetimizde bu Schengen kurallarını uygulamak. Bu göç kriziyle ilgili bir çözüm değil, ama Avrupa’yla ilgili olarak bu iki koşul.

Başbakan Davutoğlu - Kısaca sorunuza geçmeden önce bu mülteci sorunu bağlamında bir hususu dile getirmek istiyorum. Tabii çok acı insani bir trajediyle karşı karşıyayız, ama nihayet dünya ülkeleri bu insani trajedinin boyutlarını daha açıktan görmeye başladılar. Senelerdir Türkiye Suriye’de bir güvenli bölge ihdas edelim diye çağrıda bulunurken, aslında tam da bu günleri engellemek için bunu yapmıştı, ama maalesef bu çağrılarımız sağır kulaklarla karşılaştı. Bugün gelinen noktada sorunu sadece Avrupa Birliği’nin üzerine, hatta Avrupa Birliği içinde sadece Yunanistan’ın ve Türkiye’nin üzerine bırakmakta son derece yanlış bir tavır. Dün ben Sayın Çipras’la bir telefon görüşmesi gerçekleştirdim, Avrupa içindeki tartışmalar tabi Sayın Tusk’un da beyan ettiği gibi Avrupa sistemi içinde ele alınacaktır. Ama bütün sınırların kapatılarak konunun sadece Yunanistan ve Türkiye’yle ilgiliymiş gibi gösterilmesi doğru değil. Bu anlamda biz Yunanistan’ın karşı karşıya kaldığı zorlukları da görüyoruz ve bu konuda da Avrupa Birliği bir bütün olarak ve Türkiye hep beraber bunu çözmemiz gerektiğini düşünüyoruz.

7 Mart’ta Pazartesi günü Brüksel’de olacağız bunu konuşacağız, 8 Mart’ta da İzmir’de Türkiye’yle, Yunanistan arasında hükümetler arası zirveyi gerçekleştireceğiz. Bu konuları da Sayın Çipras’la ele alacağız. Türkiye’yle, Yunanistan arasında bu konuda tam bir anlayış birliği vardır, birlikte bu konuları ele alma yaklaşımıyla davranıyoruz. Avrupa’da çağrımız bu konuları sadece Yunanistan’ın Avrupa Birliği içinde sadece Yunanistan’ın Avrupa Birliği müzakerece ülkesi olarak da Türkiye’nin üzerine bırakmamalarıdır ve Sayın Tusk’un bugün Atina’ya ve Ankara’ya yaptığı ziyaretlerde aslında bu mesajı vermek için çok doğru bir zamanlama ve çok doğru bir yöntem oldu. Bu bir insanlık trajedisidir ve hep beraber omuz omuza bunun karşısında duracağız.

Demirtaş’ın açıklamalarına gelince, her şeyden önce dün bütün provokasyonlara, bütün şiddet, terör çağrısına rağmen bu çağrılara kulak asmadan Diyarbakır’ın onuru ve huzuru için vakur bir tavır

(5)

sergileyen Diyarbakırlı vatandaşlarımıza, hemşerilerimize teşekkürü bir borç biliyorum. Dün büyük çağrılar yapıldı isyan çağrıları, silahlanma çağrıları, provokasyonlar, ama Diyarbakır halkı bunlara hiç yüz vermedi. Çünkü ben de bildiğiniz gibi her hafta sonu bölgedeyim, geçen hafta Bingöl’deydim, daha önce Erzincan ve Mardin’deydim ilçelere kadar gidiyorum. Bölge halkı Türkiye’nin huzurunun ve istikrarının ne demek olduğunu çok iyi biliyor. Çevrede yanan ateşe Türkiye’yi sürüklemek isteyen bölücü terör örgütüne karşı da çok basiretli bir tavır sergiliyor. Bu anlamda Diyarbakır’ın dün bu provokatif çağrılara kulak asmaması ve bütün bu çağrıların cevapsız kalmış olması çok anlamlıdır, Diyarbakırlılara teşekkür ediyorum.

Demirtaş’ın bir tutumuna da dikkatinizi çekmek isterim arkadaşlar ve özellikle de Doğu ve Güneydoğu’daki Kürt vatandaşlarımıza seslenerek ifade ediyorum. Bakınız Cizre’de haftalarca operasyonlar sürdü, kararlı bir şekilde biz Cizre’nin, Silopi’nin, Sur’un bütün bu terör unsurlarından arındırılması için mücadele ettik. Ama ne zaman ki gerçek anlamda terör örgütlerinin elebaşlarına yaklaşıldığı an söz konusu oldu, birden Demirtaş Cizre’de işte bir bina hikayesi söz konusu oldu, arkasından başka şey. Peki, aylarca niye bu konularda ses vermediniz? Çünkü onlar o barikatların arkasında kandırılmış o gencecik çocukları düşünmez, düşünmüyorlar. İsterler ki daha çok genç ölsün, daha çok ailenin arasına nefret tohumu ekilsin. Ne zaman ki o gençleri o ölüme sürükleyen çetenin elebaşlarına geldiği zaman sıra kaça kaça onlar bir yerlere sığınıp da son anda onların elebaşlarına geldiğinde birden hep beraber bu elebaşları nasıl kurtarırız diye çaba içine giriyorlar. Cizre’de bunu yaptılar, haftalarca yapmadıkları çağrıyı son birkaç gün içinde yaptılar, çünkü biliyorlardı ki o son birkaç gün içinde kalanlar bütün bu terörü Kandil baskısıyla yapmış ve oradan eğitilmiş gelenler. Bizler orada hayatını kaybeden, aldatılmış gençler içinde üzülüyoruz.

Ve Diyarbakır halkının, Şırnak halkının, Silopi’nin, Cizre’nin ve bütün vatandaşlarımızın bu gerçeği görmesini istiyorum. O çocukları gencecik çocukları aldatıp karanlık bir geleceğe gönderenler kendi elebaşlarına sıra geldiğinde birden onları kurtarmak için çaba sarf ediyorlar. Günlerdir biz

Diyarbakır’da bizzat takip ettim, dün de saat saat takip ettim gelişmeleri çağrıda bulunduk, Valimize de söyledim çıkmak isteyenler, teslim olmak isteyenlere her türlü kolaylığı gösterin Türkiye

demokratik bir hukuk devletidir. Hiç adalet devlet önüne çıkarılmadan cezalandırılmaz, ta ki elinde silah olup da bugün işte İstanbul’da olduğu gibi bir terör saldırında bulunmamış olsun. Yine Sur’da kim adalete teslim olmak isterse hayatı teminat altındadır. Ama Demirtaş’ın meselesi bu değil, Demirtaş’ın meselesi halkı sokağa dökmek, aynen Suriye’de, Irak’ta yaşanan tablolar gibi şeyle Türkiye’nin

geleceğini karartmak, biz buna izin vermeyiz. Şimdi bize yaptığı ithamlara gelince, Sur’u ben

Demirtaş’tan çok daha iyi bilirim, Sur’un her taşını Demirtaş’tan çok daha fazla vakıfım ve ona aşkla bağlıyım. Diyarbakırlı bunu iyi bilir, Diyarbakır’da yaptığım her konuşmayla bu aşkımı, bu sevgimizi göstermişizdir. Ama yapmak istediği şey şu: Bir psikolojik ortam oluşturup gerginlikleri kışkırtarak bir çatışma ortamını teşvik etmek. Bir anda da şimdi Cuma Namazını hatırladılar, demek ki ben yeni duydum ama böyle bir çağrı yaptıklarına göre. Düşünün Marksist, Leninist bir örgüt, arkasından geçtiğimiz aylarda Diyarbakır’da Fatih Paşa Camii’ni yakanlar bunlar.

Ezanları susturup birtakım marşlar söyletenler minerallerden bunlar. Hazreti Peygambere açıkça hakaret eden HDP’li temsilcileri bünyesinde barındıranlar, milletvekillerini barındıranlar bunlar. Şimdi birden baktılar ki etnik milliyetçilik ile etkin ırkçılık ile Diyarbakır halkını ayaklandıramadılar, Diyarbakır halkı onlara itibar etmedi, şimdi de Cuma Namazı gibi dinimizin kutsal bir ibadetini kullanarak güya kendilerince halka yakın görünmek isterler. Demirtaş bilsin, herkes onu da tanır, herkes bu toprakların kültürüne, düşüncesine, inancına onların ne kadar uzak olduğunu da bilir. Dolayısıyla, bizim

Diyarbakır’da da, Sur’da da, Türkiye’nin her yerinde de tek hedefimiz var kamu düzenini ihdas etmek, demokratik hak ve özgürlükleri korumak, insan haklarını teminat altına almak, herkesin hayat hakkını, mal ve namus emniyetini sağlamak ve bunu kim tehdit ederse hangi terör örgütü ve kim tehdit ederse buna karşı da gerekli tedbirleri almak. Başka zaman Cuma Namazını hatırlamayanların bir anda bunu hatırlamasını da o basiretli Diyarbakır halkının dikkatine sunuyorum. Tekrar Diyarbakırlı kardeşlerimin,

(6)

vatandaşlarımın her birine teşekkür ediyorum. Bu terör örgütüne kulak vermediler, kalplerine,

vicdanlarına ve ortak irfanlarına kulak verdiler. Eminim bu terör örgütü karşısında ortak aklımız, ortak vicdanımız, ortak irfanımız kazanacak.

Referanslar

Benzer Belgeler

Türkiye ile AB arasında kurulan gümrük birliğinin uygulama koşullarının düzenlendiği 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı uyarınca, Gümrük Birliği'nin

Yine de CHP kendisini hâlâ Avrupa yanlısı bir parti olarak göstermek- tedir; ancak, CHP açısından en önemli sorun, hem Avrupa’da hem de Türki- ye’de CHP’yi

Diğer pek çok sivil toplum kuru- luşu gibi HAK-İŞ de, hükümetin Avrupa Birliği politikalarıyla alakalı olarak hızlı başladığını ancak zaman içerisinde özellikle 2008

Türkiye’nin Fasıl 63 ürünleri AB-27 ülkeleri için birim fiyatları 2020 yılında pandeminin de etkisiyle birlikte 2019 yılına göre %10,9 oranında artış yaşamış ve

Tam Üyeliğe Götüren Ortaklık Anlaşması: Avrupa Birliği uygulamasında böyle bir anlaşma Türkiye ve Yunanistan dışında hiçbir ülkeyle imzalanmamıştır.

Makalenin amacı, son yıllarda Türkiye’nin üyeliği ile ilgili Avrupa Birliği ülkelerindeki akademik ve siyasi çevrelerce yapılan tartışmaların tarafsız olarak

Görsel 1’de Türkiye’nin AB’ye üye olması durumunda Birleşik Krallık’a gelecek 76 milyon nüfuslu bir ülke olduğu, Görsel 2’de Türkiye’nin Suriye ve

Avrupa Birliği-27 ülkelerinin 2019 yılında hazırgiyim ve konfeksiyon ürünleri ithalatı 2018 yılı ithalat verilerine göre %4,3 oranında artışla 89,5 milyar Euro