• Sonuç bulunamadı

Tezi Yöneten Doç.Dr.Murat KİBAR

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Tezi Yöneten Doç.Dr.Murat KİBAR"

Copied!
68
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ERCİYES ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

KÖPEKLERDE FLUNİXİN MEGLİMİNE'NİN

İNTRAVENÖZPİYELOGRAFİ ÜZERİNE ETKİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Tezi Hazırlayan Bahattin NARİN

Tezi Yöneten Doç.Dr.Murat KİBAR

Veteriner Cerrahi Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi

Ocak 2011 KAYSERİ

(2)

ERCİYES ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

KÖPEKLERDE FLUNİXİN MEGLİMİNE'NİN

İNTRAVENÖZPİYELOGRAFİ ÜZERİNE ETKİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Tezi Hazırlayan Bahattin NARİN

Tezi Yöneten Doç.Dr.Murat KİBAR

Veteriner Cerrahi Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi

Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından 08/53 nolu proje ile desteklenmiştir.

Ocak 2011 KAYSERİ

(3)
(4)

TEŞEKKÜR

Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Veteriner Fakültesi Cerrahi Anabilim Dalı’nda yapılmıştır.

Çalışmanın her aşamasında bilgi, tecrübe ve yardımlarını benden esirgemeyen değerli hocam ve tez yöneticim Sayın Doç.Dr Murat KİBAR’a,

Anabilim Dalı olanaklarından faydalanmamı sağlayan ve tecrübeleri ile bana yol gösteren Prof.Dr. Gültekin ATALAN’a

Sabır ve destekleri için ailem ve eşim Naciye NARİN’e sonsuz teşekkür ederim.

(5)

KÖPEKLERDE FLUNİXİN MEGLİMİNE'NİN İNTRAVENÖZPİYELOGRAFİ ÜZERİNE ETKİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

ÖZET

Bu çalışmada; hayvanlarda nonsteroid antienflamatuvar (NSAİ) ilaçlardan Flunixine meglumin’in böbrek kan akımı üzerine olabilecek muhtemel etkilerinin İntravenöz Piyelografi (İVP) ile değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Üriner sistemin temel tanı yöntemi olan bu teknikte intravönöz (iv) olarak; suda eriyen iodinize kontrast maddelerin böbrekler yolu ile damar sisteminden toplanması, konsantre edilmesi ve atılması aşamalarında görüntülenmesi sağlanır. İVP de dört aşama belirlenir, arteriogram nefrogram piyelogram sistogram fazları görülür.

Kontrol grubunda 4 hayvanda renal pelvis ve recessus belirgin, 5 hayvanda renal pelvis ve recessus hafif, 1 hayvanda ise pelviste KM birikimi görüldü. Deney grubunda ise 5 hayvanda sadece nefrogram fazı, 4 hayvanda pelvisde KM biriktiği, 1 hayvanda renal pelvis ve recessus’un hafif görüldüğü belirlendi. Kontrast maddenin, böbreklerden eliminasyon zamanı kontrol grubundakine göre uzamıştı.

Sonuç olarak, köpeklerde sağaltım dozunda kullanılan flunixine meglumine’nin böbrek kan damarları üzerindeki vasokonstruktör etkisine bağlı olarak IVP bulgularında değişikliklere, kontrast madde eliminasyon zamanında uzamalara neden olabileceği, IVP de belirlenen üriner sistem hastalıklarının güvenilir tanısın bu nedenle yapılamıyabileceği sonucuna varıldı.

Anahtar kelimeler: İVP, Kontrast madde, flunixine meglumine, Köpek.

(6)

EVALUATION OF THE EFFECTS OF FLUNIXIN MEGLUMINE IN DOGS ON INTRAVENOUS PYELOGRAPHY

ABSTRACT

In this study, non-steroidal drug (NSAID) flunixin meglumine’s probabel effects on renal blood flow to evaluate the effects of intravenous pyelography (IVP) in animals.

This technique, the basic diagnostic method of urinary system; water-soluble iodine contrast agents through the vascular system with kidneys, the collection, the concentration and disposal stages of display is provided. Intravenous pyelography set in four stages, arteriogram, nephrogram, pyelogram, cystogram.In the control group, renal pelvis and recessus pelvis is clear in four animals, renal pelvis and recessus pelvis is weak in five animals and there is accumulation of contrast material at pelvis in one animal.In the experimental group,only the nephrogram stage in five animals, accumulation of contrast material at pelvis in four animals and renal pelvis and recessus pelvis is weak in one animal.Contrast material, renal elimination was prolonged in the control group at the time.

As a result, in dogs at a dose of treatment the use of flunixin meglumine’s, vasoconstrictor effect on renal blood vessels , changes in the findings of intravenous pyelography, may cause delays in the elimination times of the contrast materials, because of this, reliable diagnosis of diseases of the urinary tract with intravenous pyelography, concluded can not be done.

Keywords: İVP, contrast matter, flunixine meglumine, Dog.

(7)

İÇİNDEKİLER

Sayfa no İÇ KAPAK ...I KABUL ONAY SAYFASI ...II TEŞEKKÜR ...III ÖZET ...IV ABSTRACT… ...V İÇİNDEKİLER...VI KISALTMALAR...X TABLO LİSTESİ...XII

1. GİRİŞ VE AMAÇ...1

2. GENEL BİLGİLER ...2

2.1. UROGENİTAL SİSTEM...2

2.1.1. Böbrekler ...2

2.1.1.1. Böbreklerin Yüzleri ...4

2.1.1.1.1. Facies Anterior ...4

2.1.1.1.2. Facies Posterior ...4

2.1.1.2. Böbreklerin Kenarları...4

2.1.1.2.1. Margo Laterale ...4

2.1.1.2.2. Margo Mediale ...5

2.1.1.3. Böbreklerin Uçları...5

2.1.1.3.1. Extremitas Superior ...5

2.1.1.3.2. Extremitas İnferior ...5

2.1.1.4. Böbreği Saran Kılıfları ...5

2.1.1.4.1. Capsula Fibrosa ...6

2.1.1.4.2. Capsula Adiposa ...6

2.1.1.4.3. Fascia Renalis–Capsula Serosa ...6

2.1.1.5. Böbrekleri Yerinde Tutan Yapılar...6

2.1.1.6. Böbreklerin Yapısı ...6

2.1.1.6.1. Cortex Renalis ...7

2.1.1.6.2. Medulla Renalis...7

2.1.1.6.3. Sinus Renalis ...7

(8)

Sayfa no

2.1.1.7. Böbreğin Damarları...8

2.2.URETER...10

2.3.VESİCA URİNARİA ...10

2.4.URETRA ...10

2.5. BÖBREK FİZYOLOJİSİ...11

2.5.1.Böbreklerin Kan Akımı ...12

2.5.2.Böbreğin Fizyolojik Anatomisi...12

2.5.2.1.Nefron ...13

2.5.2.2.Glomerulus...14

2.5.2.2.1.Glomerular Filtrasyon Hızı ...14

2.5.2.3.Proksimal Tubuller ...15

2.5.2.4.Henle Kulpu ...15

2.5.2.5.Distal Tubul...15

2.5.2.6.Toplayıcı Kanallar ...15

2.5.2.7.Jugstaglomerular Aygıt ...15

2.6.ÜREGENİTAL SİSTEMİN RADYOGRAFİK MUAYENESİ...16

2.6.1.Hastanın Hazırlanması...16

2.6.2. Radyografi ...16

2.6.2.1.Direkt Radyografi...17

2.6.2.2. İndirekt Radyografi...18

2.6.2.2.1.Pnömoperitonografi ...18

2.6.2.2.2.İntravenöz Pyelografi...18

2.6.3.Stereoradyografi...21

2.6.4.Tomografi ...21

2.6.5.Dijital Röntgen...21

2.6.6.Radyoskopi ...22

2.6.7.Termografi ...22

2.6.8.Radyonükleid Görüntüleme ...22

2.6.9.Bilgisayarlı Tomografi ...22

2.6.10.Manyetik Rezonans Görüntüleme ...22

(9)

Sayfa no

2.7. ÜRİNER SİSTEM HASTALIKLARINDA NSAİİ’LERİN KULLANIMI...22

2.7.1. Non-Steroidal Antiinflamatuvar İlaçlar...22

2.7.2. Temel Etkileri Ve Etki Mekanizmaları...23

2.7.2.1. Prostaglandin (Pg) Biyosentezinin Nsaii İlaçlar Tarafından İnhibisyonu ...23

2.7.2.2. Analjezik Etkileri (Ağrı Kesici Etkileri) ...24

2.7.2.3. Antipiretik Etkileri (Ateş Düşürücü Etkileri) ...24

2.7.2.4. Terapötik Etkileri (İyileştirici Etkileri) (Yangı Önleyici Etkileri)....25

2.7.2.5. Nsaii İlaçların Ortak Yan Tesirleri ...25

2.7.2.5.1. Gastrointestinal Etkileri ...26

2.7.2.5.2. Renal ve Renovasküler Etkileri ...26

2.7.2.5.3. Gebelik ve Laktasyon Üzerine Etkileri ...28

2.7.2.5.4. Kan ve Hemostaz Üzerine Etkileri ...28

2.7.2.5.5. Alerjik Reaksiyonlar ...28

2.7.2.5.6. Diğer Yan Etkileri...29

2.7.2.6. İlaç Etkileşimleri ...31

2.7.3. Nikotinik Asit Türevleri ...32

2.7.3.1. Fluniksin meglumin ...32

2.8.Optiray 300 ...34

2.8.1.Formulü ...34

2.8.2Farmokolojik Özeelikleri ...34

2.8.3.Endikasyonlar ...35

2.8.4 Kontraendikasyon...35

2.8.5 Uyarılar ve Önlemler...35

2.8.6Gebelik ve emzirme döneminde kullanımı………... ..37

2.8.7Yan Etkiler \ Advers Etkiler ...37

2.8.8.Kullanım şekli ve dozu………...38

2.8.5.1.Doz aşımı halinde alınacak önlemler ...38

(10)

Sayfa no

3. GEREÇ ve YÖNTEM...39

3.1. HAYVAN MATERYALİ...39

3.2. İNTRAVENÖZ PYELOGRAFİ VE KONTRAST MADDE ...40

3.3. KULLANILAN NSAİİ (FLUNİXİN MEGLUMİNE) PREPARATLARI...41

4. BULGULAR ...42

5. TARTIŞMA VE SONUÇ...47

6. KAYNAKLAR ...50 ÖZGEÇMİŞ

EKLER

(11)

KISALTMALAR

a : Arter a.a. : Arteriol

A.A : Antiinflamatuar analjezikler ATP : Adonozin trifosfat

BT : Bilgisayarlı tomografi

Ca+2 : Kalsiyum cAMP : Siklik AMP CO2 : Karbondioksit CI : Klor

C’0 : Santigrad derece dk : Dakika

EÜ : Ekstrekrör radyografi

ERCP : Endoskopik retrograd kolanjiopankreatikografi'dir

Gr : Gram

Gl : Glandula

i.m : Intra musculer

İV : Intravenöz

İVP : İntravenöz pyelografi K : Potasyum

kv : Kilovolt

K.M : Kontrast madde

lt : Litre

M.R : Manyetik rezonans m.m : Milimetre

mg : Miligram mmHg : Milimetre civa

(12)

ml : Mililitre ml/dak : Mililitre/dakika m.a : Mili amper m : Musculus

Na : Sodyum

NSAİ : Nonsteroid antiinflamatuar

NO2 : Nitrik oksit

No : Numara

PG : Prostoglandin

PGE2 : Prostoglandin E2

PGF2a : Prostoglandin F2a

RG : Radyonüklid görüntüleme

SSS : Santral sinir sistemi

SF : Serum fizyolojik

Sn : Saniye

TSH : Tiroid sitimulan hormon

V : Ven

vv : Venül

vb : Ve bunun

v/d : Ventro/dorsal

(13)

TABLO, ŞEKİL VE RESİM LİSTESİ

Sayfa No

Tablo 2.1. MRI ve BT’nin avantaj ve dezavantajlarını karşılaştırılması ...23

Tablo 2.2. NSAİİ’lerin Sık rastlanan ve Ortak Yan Etkileri ...30

Tablo 2.3. Antiinflamatuvar analjezikler (AA) ile ilgili sık görülen önemli ilaç etkileşmeleri...31

Tablo 4.1. Böbreklerden elde edilen nefrogram ve piyelogram fazlarının radyografik kalitesi ...44

Tablo 4.2. IVP’de böbrek, üreter, idrar kesesi opasifikasyonu ve idrar kesesi dolgunluğunun belirlenmesi...45

Şekil 2.1. Abdominal boşlukta üriner organların anatomik görünümü...3

Şekil 2.2. Böbreklerin Konumu. ...4

Şekil 2.3. Sağ böbrek yüzleri, kenarları ve uçlarının durumu...5

Şekil 2.4. Böbreğin ve pelvis renalis’in horizontal kesiti ...8

Şekil 2.5. Böbreklerin a. renalis, v. renalis, ve üreterlerin anatomik görünümü. ...9

Şekil 2.6. Böbreklerin transversal kesiti ile a. ve v. renalislerin görünümü...9

Şekil 2.7. Böbrek arter ve venlerinin renkli Doppler ve şematik görünümü...10

Şekil 2.8. Böbrek kan damarları ve nefronun fonksiyonel yapısı...13

Şekil 2.9. Fluniksin Meglumin...32

Resim 4. 1. Ventrodorsal IVP’de nefrogram fazı (Olgu no.10) ...43

Resim 4.2. Laterolateral IVP’de pyelogram fazı (Olgu no: 1)...43

Resim 4.3. Laterolateral IVP’de böbreklerin ve üreterlerin “orta” dereceli opasifikasyonu (Olgu no: 3)...46

(14)

1.GİRİŞ VE AMAÇ

İnsanların, günümüzde pet hayvanlarına verdiği önemle birlikte hayvan sağlığına verilen önemde artmıştır. Günümüz evcil hayvanlarının yaşam kalitesi, bakım, beslenme ve sağlık koşullarındaki iyileşmeler, yeni görüntüleme ve tanı yöntemlerinin kullanılmasına neden olmuştur. Bu tanı yollarından birisi de, dokuların daha ayrıntılı incelenmesi ve fonksiyonlarının takip edilmesi için geliştirilmiş olan röntgen (X-ray) görüntüleme sistemidir. Röntgenin tek başına yetersiz olduğu ve farklı maddelerin uygulanarak daha iyi görüntü elde etmek için kullanılan radyografik teknikler, özellikle üriner sistem ve gastrointestinal sistem hastalıklarının tanısında çok büyük katkı sağlamıştır. Daha önce detaylandırılamayan görüntüler günümüzde kontrast madde verilerek daha detaylı olarak incelenmeye başlanmıştır. Bu şekilde, belirtilen hastalıkların tanı ve tedavisi yolunda daha başarılı sonuçlar alınmaktadır.

Bu çalışmada, köpeklerde değişik hastalıkların tedavisinde kullanılan NSAİ ilaçların, böbrek kan akımı üzerindeki etkilerinin intravenöz pyelografi tekniği ile araştırılması ve varsa bu etkilerin istatistikî olarak anlamlı olup olmadığının değerlendirilmesi amaçlandı (1-3).

(15)

2. GENEL BİLGİLER

2.1. UROGENİTAL SİSTEM–APPERATUS UROGENİTALİS (SYSTEMA UROGENİTALE)

Vücut sıvılarının kimyasal bakımdan değişmez tutulması hayatın devamı için gereklidir.

Bunun içinde canlının metabolizma artıklarının organizmada toplanmaması, vücuttan uzaklaştırılması zorunludur. Gereksiz ve zararsız maddelerin organizmadan atılması işinin bir kısmını üriner sistem organları yürütür. Bu organlar idrarın yapıldığı böbrekler (renes), idrar ileten üreter ve idrarı depolayan mesanedir (vesica ürinaria). Mesanede biriken idrarın zaman zaman boşaltılması, yani vücuttan dışarı atılması ise ürethra yolu ile olur (Şekil 2.1.), (1, 2, 3, 4, 5, 6).

2.1.1. Böbrekler (Ren–Nephros)

Böbrekler; karın boşluğunun arka kısmında, 11-12. throkal, 2-3. lumbal vertebralar arasıdan yer alır. Böbrekler fasülye şeklinde görünürler ve ön karın bölgesinde retroperitoneal bölgeye yerleşmişlerdir, her ikiside aorta’nın ve caudal vena cava’nın kenarında yer alır. Böbrekler yana yatmış olarak, craniodorsal–caudoventral yöne doğru eğilmiş durumdadır. Sol böbrek, sağ böbrekten daha gevşek olarak üst duvara (columna vertebralis’e) bağlıdır ve bu nedenden dolayı çok değişken pozisyon alır (Şekil 2.1.), (7).

(16)

Şekil 2.1. Abdominal boşlukta üriner organların anatomik görünümü (4).

Şişman ve kasları iyi gelişmiş hayvanlarda böbrekler palpe edilemez. Karın kasları az gelişmiş, ince vücut yapılı erişkinlerde sağ böbreğin alt ucu derin inspirasyonda iki el ile muayene edilebilir. Sol böbrek normalde palpasyonla muayene edilemez (8).

(17)

Şekil 2.2. Böbreklerin Konumu. Böbrekler perirenal ve pararenal boşluklar görülüyor. Sarı çizgi böbrek çevresinde anteriorda Gerota fasyasını, posteriorda Zuckerkandl fasyasını, batın iç duvarında da ikisinin birleşmeleriyle oluşan laterokonal fasyayı gösteriyor. Kırmızı noktalı çizgi ise peritonu simgeliyor (36).

2.1.1.1. Böbreklerin Yüzleri 2.1.1.1.1. Facies Anterior

Böbreklerin ön yüzleri konveks olup, öne ve biraz da dışa doğru bakarlar. Bu yüzün komşuları sağ ve sol tarafta farklıdır (Şekil 2.3.).

2.1.1.1.2. Facies Posterior

Böbreklerin, arkaya ve biraz da iç tarafa bakan arka yüzleri, gevşek yağ-bağ dokusundan oluşan bir yastık içerisine oturmuş durumdadır (Şekil 2.3.). Böbreklerin retroperitoneal organlar olmaları nedeniyle arka yüzlerinde peritoneum bulunmaz.

2.1.1.2. Böbreklerin Kenarları 2.1.1.2.1. Margo Laterale

Karın duvarının arka dış kısmına yönelmiş olup dışa, biraz da arkaya ve yukarı bakar.

Sol böbreğin dış kenarının üst kısmı dalak ile komşudur (Şekil 2.3.).

(18)

2.1.1.2.2. Margo Mediale

Böbreğin iç kenarının orta kısmı konkav, her iki ucu ise konvekstir. Bu kenar mediale, biraz da öne ve aşağıya bakar. Konkav olan orta kısmında vertikal yönde bulunan yarığa hilum renale denilir. Hilus renalis’ten a. renalis ve sinirler organa girer; v. renalis, lenf damarları ve ureter organdan çıkar (Şekil 2.3.), (2, 4, 6).

2.1.1.3. Böbreklerin Uçları

2.1.1.3.1. Extremitas Superior (Polus Superior)

Alt uca göre daha kalın ve birbirlerine daha yakındırlar. Glandula suprarenalis üst uca, birazda ön yüze doğru oturur (Şekil 2.3.), (2, 6).

2.1.1.3.2. Extremitas İnferior (Polus İnferior)

Alt uçları üst uçlara göre daha ince ve birbirlerinden daha uzakta bulunurlar (6). Alt uçlar crista iliaca’dan yaklaşık 3-5 cm kadar yukarıda bulunur (Şekil 2.3.), (2, 6).

Şekil 2.3. Sağ böbrek yüzleri, kenarları ve uçlarının durumu (6).

2.1.1.4. Böbreği Saran Kılıflar

Böbrek dıştan bir takım oluşumlarla sarılmıştır. Bu oluşumlar dıştan içe doğru sırası ile capsula serosa (fascia renalis), capsula adiposa ve capsula fibrosa’dır (2, 4, 6).

(19)

2.1.1.4.1. Capsula Fibrosa

Böbreği saran ince fakat sağlam bu fibröz kılıf, böbreğe parlak bir görünüm verir. Bu kapsül normal bir böbrekten kolayca sıyrılabilir (2, 4, 6). Capsula fibrosa hilum renale’ye gelince iki yaprağa ayrılır (2, 6). Dış yaprak hilum renale’de bulunan yapıların üzerine atlayarak, onların tunica adventitia’sı olarak devam eder. İç yaprak ise hilum renale’den içeri girerek, papilla’lar hariç olmak üzere sinus renalis’in iç yüzüne ve kalikslerin duvarını döşer (6, 9).

2.1.1.4.2. Capsula Adiposa (Perirenal Yağ Tabakası)

Capsula fibrosayı saran zengin yağ dokusudur. Bu yağ tabakasının kalınlığı şahsın şişmanlık durumuna bağlı olarak değişir. Capsula adiposa böbreğin arka ve yan yüzlerinde daha zengin olmasına karşılık, ön yüzünde az miktarda bulunur. Perirenal yağ tabakası, hilum renale’den geçerek sinus renalis’e girer ve buradaki yapıların arasını doldurur (2,6).

2.1.1.4.3. Fascia Renalis–Capsula Serosa (Gerota Fasyası)

Karın duvarındaki fascia subserosa’nın capsula adiposa’yı dıştan saran bölümüne, fascia renalis denir. Peritoneum ile fascia endoabdominalis (karın boşluğunu sınırlayan kasların iç yüzünü örten derin fasia. Fascia transversalis, fascia endoabdominalis’in bir bölümüdür) arasında bulunan fascia subserosa, böbreğin dış kenarı yakınında iki yaprağa ayrılır.

2.1.1.5. Böbrekleri Yerinde Tutan Yapılar

Karın arka duvarında retroperitoneal olarak bulunan böbreklerin üst yarıları arka yüzleri ile diaphragma’ya yaslanmış olması nedeniyle inspirasyon–ekspirasyon sırasında 1-2 cm aşağıya yukarıya hareket ederler. Böbrekleri yerinde tutan en önemli oluşumlar, fascia renalis ve damarlardır. Ayrıca capsula adiposa ve pararenal yağ tabakası da böbreklerin karın arka duvarında uygun pozisyonda bulunmasına yardımcı olur (2,35).

2.1.1.6. Böbreklerin Yapısı

Taze bir böbreği kenarlarından geçen vertikal bir kesitle ikiye ayırdığımız da renk, fonksiyon ve orijin olarak farklı iki bölümden oluştuğunu gözleriz. Daha açık renkli (kırmızı) olan dış kısmına cotex renalis, daha koyu renkli (kahverengi-kırmızı) ve

(20)

çizgili görünümlü olan iç kısmına ise medulla renalis denilir. Orta kısmında bulunan böbrek şeklindeki boşluğa da sinus renalis denilir (Şekil 2.4.), (1,2,6).

2.1.1.6.1. Cortex Renalis

Nefrojenik kökenlidir. Fonksiyonel olarak idrarı yapan oluşumları içerir. Cortex renalis, papilla’lar hariç pyramis renalis’lerin her tarafını saran böbrek dokusudur. Kortikal cevherin pyramis renalis’ler arasında kalan bölümüne columna renalis denir (Şekil 2.4.), (6).

2.1.1.6.2. Medulla Renalis

Kaynağını ureter tomurcuğundan alır ve fonksiyon olarak, idrarın içeriğinde bir değişiklik yapmayan, sadece idrarı ileten toplayıcı kanallardan oluşur. Korteksin altında olan ve korteksten daha açık renkte bulunan bölümdür (Şekil 2.4.), (4, 5, 6).

Medulla, koni şekilli piramit’lerden oluşur. Piramitlerin tabanı, korteks ile medullanın sınırına dayanır, tepesi ise; idrarın dökülme yeri olan kaliks içine doğru papilla denilen çıkıntıyı yapar. (1, 2, 6).

Pelvis, huni şeklinde geniş toplayıcı kısım olup, dar kısmı üretere açılır. (Şekil 2.4.), (1).

Evcil memeli hayvanlarda böbrekleri oluşturan loplar (lobuli renales) birbirleriyle üç ayrı şekilde birleşir. Carnivorlarda lobus renalisler (lobi renales) arasındaki birleşme tamdır. Yani bu birleşmeye ya da kaynaşmaya papilla renalis’ler de dahil olmuştur.

Birleşmenin tam olması nedeniyle columnae renalis mevcut değildir veya çok kısadır.

Equide, carnivor ve küçük ruminantların böbrekleri bu tür böbreklerdendir (4).

2.1.1.6.3. Sinus Renalis (Pelvis Renalis)

Böbrek, her iki kenarından geçecek şekilde ön-arka yarılarına ayrıldığında, hilum renale’nin böbrek içinde bir boşlukla devam ettiği görülür. Böbrek şeklinde olan bu boşluğa, sinus renalis denilir (Şekil 2.4.), (2).

(21)

Şekil 2.4. Böbreğin ve pelvis renalis’in horizontal kesiti (10).

2.1.1.7. Böbreğin Damarları

Böbreklerin atardamarı a. renalis’tir. A. renalis’ler her iki tarafta 1. ve 2. lumbal omurlar arasındaki discus intervertebralis hizasında dik açı ile aort’dan ayrılır. Ancak böbreklerin pozisyonundan dolayı, sol arter sağ arterden biraz daha yukarda bulunur.

Sağ a. renalis, sol a. renalis’ten daha uzundur (Şekil 2.5.), (2, 4, 6, 11).

(22)

Şekil 2.5. Böbreklerin a. renalis, v. renalis, ve üreterlerin anatomik görünümü (12).

Şekil 2.6. Böbreklerin transversal kesiti ile a. ve v. renalislerin görünümü (10).

(23)

Şekil 2.7. Böbrek arter ve venlerinin renkli Doppler ve şematik görünümü (13).

2.2. URETER (Vesica Urinaria)

Ureter’ler idrarı böbrekten idrar kesesine (vesica urinaria) taşıyan boru şeklinde iki organdır. Biri sağda biri solda bulunur. Pelvis renalis’in devamı olarak başlayan ureter böbrekten sidik torbasına kadar uzandığı için birbirini takip eden iki kısmı, pars abdominalis ve pars pelvina gösterir (2, 4, 6 14 15).

2.3. VESİCA URİNARİA (Mesane)

Vesica urinaria (mesane), böbrekten gelen idrarın depo edildiği bir organdır.

Genişleyebilen kas ve zardan oluşmuş tek bir organdır. Pelvis boşluğunun tabanında, symphysis pelvina’nın ön ucu üzerinde bulunur(4, 11).

2.4. URETRA

Uretra, kassel ve zarsel bir tüp şeklinde olup, idrarı vesica urinaria’dan dışarıya boşaltır.

İki cinsiyette farklı şekillenmiş olan uretra, erkek genital organlarla çok yakın bir ilişki içerisindedir. Dişi hayvanlarda cerviks vesicae’den başlayıp pelvik boşluğun tabanı boyunca caudale doğru uzanır. Vagina ve vestibulum arasında ostium uretra externumla dışa açılır. Erkek uretrası pars pelvina ve pars penina olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır(11, 16).

(24)

2.5. BÖBREK FİZYOLOJİSİ

Canlı bedeninde iç ortamın değişmez tutulması normal yaşam için çok önemlidir. İç ortamın değişmez tutulmasında (homeostasis) akciğer ve böbrekler etkin göreve sahiptir (6, 14, 17).

Kimyasal dengelemede akciğerler, oksijen ve karbondioksit miktarlarını belirli düzeyde tutma işini başarır(18).

Böbrekler iç ortamın sabit tutulmasını sürdürürken üç önemli olay dizisi göze çarpar;

1. Süzülme (Filtrasyon): Böbreklere getirilen kan, esas işi yapan birime (nefron) girer ve burada süzülme işlemine uğratılır.

2. Geri Emilme (Rezorpsiyon): Glomerulus’ta süzülen ve nefron’un çeşitli bölümlerine giren süzüntüdeki bir takım maddeler beden için gereklidir ve bunların tekrar kana geri emilmesi olayı gerçekleşir.

3. Boşaltma (Eksekresyon): Beden için yararsız, hatta zararlı maddelerin kandan alınarak dışarıya verilmesi işlemi böbreklerdeki en son olay dizisidir(14, 17, 18).

Böbreklerin başlıca iki büyük görevi vardır.

A–İdrar oluşturma fonksiyonu, B–Endokrin fonksiyonu.

A–Böbrekler idrar oluşturma fonksiyonu ile şu görevleri yerine getirirler;

1. Metabolizma sonucu ortaya çıkan, organizma için zararlı metabolizma artıklarının (ürik asit, kreatinin, organik asit ve baz iyonları vs.) vücuttan dışarı atılması,

2. Plazmada belirli bir yoğunlukta bulunması gereken maddelerin, yoğunluk düzeylerini aştıkları zaman, onların normal düzeye getirilmeleri için fazla miktarlarının (Hidrojen, Amonyum, Potasyum iyonları, ilaç ve hormon gibi maddeler) dışarı atılması,

3. Kanın sıvı hacminin ve sıvı bileşiminin ayarlanması (ısotonik, isohidrik ve isoiyonik durumlar)

4. Kanın osmotik basıncının normal düzeyde tutulması, 5. Kan pH’sının düzenlenmesi,

(25)

6. Çıkardığı hormonlarla, hemoglobin yapımının ve eritrosit üretiminin düzenlenmesi (Erythropoetin ile) ve sodyum iyonlarının dengede tutulması (Reninle) gibi görevleri vardır (1,19,20).

B–Böbreklerin bilinen başlıca endokrin fonksiyonları şunlardır.

1. Eritropoietin salgılanması, 2. Renin salgılanması, 3. Prostaglandinler,

4. Kallikrein–kinin sistemi (20).

Böbrekler, vücutta hayati organlardan biridir. Böbrek yetersizliklerinden sonra üremi sonucu kısa süre içinde ölüm meydana gelir. Metabolizma artıklarının böbreklerden süzülmeyip vücutta kalması, genel bir fonksiyon bozukluğuna yol açar. (19).

2.5.1. Böbreklerde Kan Akımı

Normal koşullarda kalbin pompaladığı kanın dörtte biri böbreklere gitmektedir. Beden ağırlığı 70 kg olan bir insanda kalbin dakika hacmi 5600 ml’dir. Bu süre içinde böbreklerden geçen kan miktarı ise yaklaşık 1200 ml’dir. Bu değer yaklaşık %20–21 gibi bir rakamı oluşturur (18, 20).

Diğer taraftan genel anlamıyla kan basıncı değişiklikleri karşısında böbreklerin bir otoregülasyon mekanizması vardır. Kan basıncının 80–180 mmHg arasında değişmesinde bile renal kan akımı ve glomerüler filtrasyon değişiklikleri %10’un altında kalır. (Şekil 2.8.), (14 18 20).

2.5.2. Böbreğin Fizyolojik Anatomisi

Böbreğin idrar oluşturma fonksiyonu her biri ayrı bir ünite olan nefronlar tarafından sağlanır (Şekil 2.8.)(20).

(26)

Şekil 2.8. Böbrek kan damarları ve nefronun fonksiyonel yapısı (17).

2.5.2.1. Nefron

Kan afferent arteriyolle glomerüle girer ve efferent arteriyolle ondan ayrılır. Glomerül 50 kadar paralel dala ayrılıp anastomozlar yapan kapillerden oluşmuştur. Epitel hücreleri ile örtülü olan kapiller yumak Bowman kapsülü içinde yer alır. Glomerüldeki kan basıncı Bowman kapsülü içine sıvının süzülmesini sağlar. Sıvı buradan da kortekste glomerulusların yanında yer alan proksimal tubuluslara akar (Şekil 2.8.).

Proksimal tubuluslardan sıvı, böbrek kitlesi içine, bazen böbrek medullasının dibine kadar uzanan Henle kıvrımına geçer. Her bir kıvrım inen kol ve çıkan kol olmak üzere iki kısımdan oluşur.

Sıvı henle kıvrımından geçtikten sonra, proksimal tübül gibi böbrek korteksinde yer alan distal tübüle girer. Korteks düzeyinde sekiz kadar distal tübül birleşerek toplayıcı tübülü oluşturur.Glomerüler filtrat, tübülerden akarken suyun %99’u ve içindeki maddelerin değişik miktarları damar sistemine reabsorbe olur ve bazı maddeler de tubuluslara sekresyona uğrar. Tubuluslardan gelen su içindeki erimiş olan maddeler de idrarı oluşturur (Şekil 2.8.), (8).

(27)

Bir nefron temel olarak; 1- Sıvının filtre edildiği glomerulus ile 2- Filtre edilen sıvının Bowman kapsülünden böbrek papillasına kadar akarken idrar niteliğini kazandığı tubuluslardan (proksimal tubuli, Henle kulpu, distal tubuli, kolektör kanallar) oluşmuştur (8, 20).

Nefron plazmayı istenmeyen maddelerden arındırma mekanizmasının temeli şöyledir:

1. Genellikle, yaklaşık beşte biri olmak üzere, plazmanın büyük bir bölümü, kanın nefrondan geçişi sırasında glomerül membranından filtre eder.

2. Bu filtre edilen sıvı tübüllerden geçerken istenmeyen maddeler absorbe edilmediği halde, özellikle su ve elektrolitlerin birçoğu peritübüler kapillerdeki plazmaya, geriye reabsorbe edilir. Başka bir deyimle, tübüler sıvının istenen bölümü kana döner, istenmeyen bölümü ise idrara geçer.

2.5.2.2. Glomerulus

İki arteriyol arasında yer almış kapillar bir yumaktır ve nefron’un proksimal bölümü epitelinden oluşmuştur. Tubuler epitel (Bowman kapsülü) böbrek dokusu içine gömülmüş durumdadır. Bazal membran kapillar endotelyum ile tubul epitel hücrelerini birbirinden ayırmıştır. Kapillar endotel hücreler arasında fenastra denilen bir takım aralıklar vardır.

Her iki böbreğin glomerüllerinden geçen plazmanın ortalama %20 kadarı (dakikada 120 ml, günde 180 lt) arteriyal basınç kuvveti ile glomerül süzme membranından plazma suyunda erimiş iyonlar ve diğer kristalloidlerle birlikte, Bowman kapsülü içine filtre olur(18).

2.5.2.2.1. Glomerular Filtrasyon Hızı

Her iki böbreğin nefronlarının tümünden 1 dakikada oluşan glomeruler filtratın miktarına glomerular filtrasyon hızı denir. Normal bir şahısta bu 120 ml/dak’dır. Yani 24 saatte 180 litredir. Bu filtratın %99’u tübülerden reabsorbe edilir ve geriye kalan 1200–1500 ml idrar olarak çıkarılır (20).

Beden ağırlığı 10 kg olan köpekte günde glomeruluslardan yaklaşık 35 litre plazma süzülür.

Tübüler reabsorpsiyon ve sekresyon iki temel mekanizma ile yürütülür;

1. Aktif transport

(28)

2. Pasif transport.

2.5.2.3. Proksimal Tubuller

Kübik hücrelerden kurulmuştur. Bu tip tubuller böbreklerde en uzun olanlarıdır ve birçok kıvrımlar yaparlar. Tubul hücrelerinin sitoplazmaları çokça organeller (başlıca mitokondri) içerdiğinden belirgin olarak boyanırlar. Bu bölümde bolca mitokontri varlığı burada aktif olayların meydana geldiğini gösterir. Çünkü mitokontriler yüksek enerji santralleri olarak görev yaparlar (18).

2.5.2.4. Henle Kulpu

Proksimal tubul’den sonra gelen kısımdır. Başlangıç bölümü daha ince bir yapıya sahiptir. Bu bölümü oluşturan epitel hücreler arasında çokça delikçikler bulunduğundan burada geçirgenlik yüksek düzeydedir. (18)

2.5.2.5. Distal Tubul

Henle kulpunun kalın çıkan kolundaki kalın segmentin jukstaglomeruler kompleks düzeyinden sonraki devamıdır (8, 18).

2.5.2.6. Toplayıcı Kanallar

Distal tubullar toplama kanallarına açılmaktadır. Toplama kanallarının korteks ve medulla bölgelerinde olmak üzere iki segmenti vardır. Fiziksel olarak her iki segment birbirinin benzeridir (18).

2.5.2.7. Jugstaglomerular Aygıt

1- Jugstaglamorular hücreler: Bu aygıt özel hücrelerden oluşmuştur. Afferent arteriyolün Bowman kapsülüne gireceği yerde arteriyol’un duvarında birkaç tabakadan oluşmuştur. Arteriyollerin duvarlarında tabakalar oluşturan bu özelleşmiş hücreler granüler veya agranüler hücreler olarak adlandırılır. Hücrelerin sitoplazmalarında sekresyon granülü varsa granüler, yoksa agranüler hücreler denir. Her iki tip hücrede de endoplazmik retukulum ve ribozomlar vardır.

2- Macula densa: Başkalaşıma uğramış distal tubul hücrelerinden kurulmuştur. Distal tubul’ün duvarında tam jugstaglamerular hücrelere değecek şekilde oluşmuştur. Macula densal hücreleri daha büyüktür ve diğer hücrelere oranla çekirdekleri belirgindir. (14, 17, 18).

(29)

3- Lacis Hücreleri (veya polkissen Hücreleri): Bu küçük hücre grupları macula densa ile Bowman kapsulü arasında yer almıştır. Görevleri kesin olarak bilinmemekle beraber erythropoietin salgılayabilecekleri düşünülmektedir (18).

2.6. ÜROGENİTAL SİSTEMİN RADYOGRAFİK MUAYENESİ 2.6.1. Hastanın Hazırlanması

Hasta direkt ya da indirekt radyografik incelemeden 24 saat önce aç bırakılmalıdır.

Böylece sindirim kanalının dolu olması nedeniyle oluşacak süperpozisyonların, görüntü kalitesini kötü yönde etkilemesi azaltılmaya çalışılır. Hayvana, çekimden 12 saat öncesinden su verilmesi de kesilmelidir. Bu şekilde sağlanacak hafif dehidrasyon, renal sistemin opasifikasyonunu arttırmaktadır. Ayrıca radyografiden 2 saat önce tuzlu bir çözeltiyle lavman yapılmalıdır. Lavman sıvısı, sindirim kanalındaki gazın dışarı atılmasını stimüle etmesi için vücut ısısından daha düşük ısıda olmalıdır (1, 7).

Hastanın aç olması, mide-barsak içeriği ve gazın alınmasını, buna bağlı olarak içi boş organların arkasındaki yapıların daha ayrıntılı incelenmesini sağlar. Ayrıca, safra kesesi de dolacağından incelenmesi kolaylaşır. Radyografi öncesi hastalarda barsak temizliği gerekir. Bu amaçla en sık kullanılan ajan 100 gm Huile de ricine’dir. Bir gece öncesinden barsak temizliği yapıldıktan sonra sabah aç karnına film çekilir (3).

Böbrekler, lateral pozisyonda rahatça görülebilir. Ancak bu şekilde böbrekler üst üste geldiği için ayırım yapılamaz. Böbrekler radyografik olarak en iyi ventro-dorsal (V/D) ve sağ lateral uzanış pozisyonlarında çekilen grafilerde değerlendirilebilir. Sağ lateral uzanış pozisyonunun tercih nedeni, grafide böbreklerin görüntülerinin birbirinden ayırımın maksimum olması ve üst üriner kanalın daha iyi seçilebilmesidir (1).

2.6.2. Radyografi

Organizmanın gözle görülemeyen kısımlarının, x-ışınları kullanılarak fotografik materyal üzerine görüntülenmesi işlemine radyografi, üzerine görüntü kaydedilen filme ise radyogram veya röntgenogram denir. Tanısal radyolojide kullanılan, özel olarak yapılmış filmlere radyografi filmi denir. Radyografi, incelenmek istenilen vücut bölümünden x-ışınları geçirilerek, röntgen filmi üzerinde görüntü oluşturma esasına dayanır.

X-ışınları; çok kısa dalga boylu, yüksek frekanslı ve enerjili ışınlardır. Bu ışınlar, tungsten bir hedefin elektronlar tarafından bombardımanıyla oluşur. Görüntü; x-

(30)

ışınlarının filme ulaşmadan önce geçtiği yapıların yoğunlaştırılmış bir resmidir.

Radyografi; üç boyutlu cisimlerin, yoğunluk ve şekillerine göre oluşan iki boyutlu bir görüntüdür.

Organizmada ekstremite gibi kemik ihtiva eden kısımlar, radyografik olarak kolayca görüntülenebildiği halde (direkt radyografi), karın boşluğunda bulunan ve benzer yoğunluktaki yumuşak dokulardan oluşan; özefagus, mide, barsaklar, karaciğer, böbrek gibi organlar film üzerinde yeterli kontrast oluşturmadığı için direkt olarak incelemeleri yetersiz kalır. Bu nedenle bu gibi organlarda kontrast madde ile yapay dansite oluşturularak, çevredeki benzer yapıdaki organlardan farklı görünmeleri sağlanır (kontrast radyografi).

Radyografik incelemelerde her zaman için 2 yönlü film alınmalıdır. Bu şekilde üç boyutlu yapı hakkında fikir yürütülebilir (1).

2.6.2.1. Direkt Radyografi

Bu işlem, hayvana kontrast madde verilmeden gerçekleştirilir. Direkt radyografi;

indirekt grafide kullanılacak olan x-ışını dozunun ayarlanması açısından da önemlidir.

Direkt radyografi böbreklerin görülebilirliği, retroperitoneal yağ doku ile ilişkilidir.

Zayıf olan hayvanlarda bu yağın az olması böbreklerin görülmesini zorlaştırır.

Retroperitoneal yağın azlığı ve abdominal boşlukta sıvı bulunması gibi durumlar, normal kontrastı bozarak böbreklerin görülebilirliğini sınırlandırır.

Direkt grafide; böbreklerin büyüklüğü, şekli ve abdominal boşluktaki pozisyonu hakkında bilgi edinilebilir. Üriner sistemde taş olup olmadığı, direkt radyografide daha sağlıklı değerlendirilebilir. İndirekt grafide sisteme verilen pozitif kontrast madde, taşı gölgeleyebilir (1).

Teknik olarak üstte 11. ve 12. kosta, altta siymfizis pubis görülmelidir. İyi hazırlanmış bir hastanın direkt grafisinde böbrek kenarları ve psoas adalesinin kenarları net olarak seçilmelidir. Direkt grafide psoas gölgelerinin silinmesi inflamataur bir olayı düşündürür. Normalde iki böbreğin uzun ekseni arasındaki açı dar açı olmalıdır. Eksen farklılığı böbrek anomalilerini akla getirir. Böbrek kenarlarının düzensizliği ise böbrek tümör veya kistlerini akla getirmelidir (3).

Böbrek direkt radyografilerinin netliği, sindirim kanalındaki gıda maddelerine ve perirenal yağ miktarına bağlıdır. Böbreklerin radyolojik görünümü, hayvanın duruş

(31)

şekilleri ile değişir. Hasta yan yatırıldığında üstte kalan böbrek uzun ekseni üzerinde döner, böbrek hilus’una ait çentik görülür. İki yönlü lateral görünüm, her iki böbreğinde ideal görünümü ortaya çıkartmak açısından tavsiye edilir. Solunum sırasında ki diyafram hareketleri böbreklerin pozisyonunda bir değişikliğe neden olur. Lateral görünümlerinde genellikle böbrekler birbirlerinin üzerine binmiş gibi görünür, sol böbreğin ön ucu sağ böbreğin arka ucunu örter. Sağ tarafına yatmış olan hastalar da, sağ böbrek öne doğru yeri değişmiş olabilir. Böbreklerin birbirlerine süperpozisyonları, hayvan sağ yana yatmasından dolayı azdır. Yalnızca bir taraflı lateral görüntü alınacaksa sağ tarafa yatırma tercih edilmelidir. Pozisyon kedilerde değişkendir.

Retroperitoneal hastalıklar sonucunda, böbreklerin ana hattında kayıp olabilir (7).

2.6.2.2. İndirekt Radyografi

İndirekt grafide organizmaya çeşitli yollarla kontrast madde verilir. Böylece böbreklerin görülebilirliği arttırılarak patolojinin saptanması kolaylaştırılır. Bunun için çeşitli teknikler mevcuttur.

2.6.2.2.1. Pnömoperitonografi

Direkt radyografide böbreklerin seçilemediği durumlarda ve böbrek sınırlarının görülebilirliğini arttırmak için uygulanır. Pneumoperitografide; negatif kontrast maddeler kullanılır. Bunlar; NO2 ve CO2 (nitroz oksit ve oda havası)’dir.

2.6.2.2.2. İntravenöz Pyelografi (İVP)-Ekskretör Ürografi (EÜ)

İntravenöz pyelografi (İVP), ekskretör ürografi (EÜ) olarak da bilinir (1). Direkt röntgen de böbreklerin yalnızca sınırlı bir görünümünü vermesi nedeniyle detaylı çalışmaların çoğunda sıklıkla kontrastlı radyografi kullanılır. Direk radyografi için hasta hazırlanır. Hasta dehidre olmamalıdır. İdrar kesesi boşaltılmalı, bu şekilde mümkün olabildiğince diürezis’i başlatılmalıdır. Derin anestezi veya genel anestezi, eğer hastanın durumuna kontraendike değilse yapılan işlemi kolaylaştırır (7).

Üriner sistemin temel tanı yöntemi olan bu teknikte intravönöz (iv) olarak; suda eriyen iodinize kontrast maddelerin böbrekler yolu ile damar sisteminden toplanması, konsantre edilmesi ve atılması aşamalarında görüntülenmesi sağlanır.

Endikasyonları; Hematüri, böbrek travması, renal sancı gibi durumlardır. Enjekte edilen kontrast maddenin renal konsantrasyonu ve ekskresyonu; böbrek, üreter ve idrar kesesinin direkt radyografilerindeki görüntüleri ile kıyaslandığında bu yapıların

(32)

görülebilirliklerinin arttığı izlenir. Bunun nedeni; kontrast artışından kaynaklanır.

Şekillenen kontrast artışı; sayılan yapıların büyüklüğü, şekli pozisyonu ve intrarenal yapıların değerlendirilmesinde kolaylık sağlar.

İntravenöz yolla verilen opak madde, glomerüllerden süzülür. Glomerül filtrattaki opak maddenin konsantrasyonu, plazmadaki konsantrasyonu ile doğru orantılıdır.

Dehidrasyonla bir ilişkisi yoktur. Distal tubuluslardaki suyun geri emilimi, antidiüretik hormona bağlıdır. Dehidrasyonda, bu hormonun salgılanması ve dolayısıyla geri emilimi artar; idrardaki opak maddenin konsantrasyonu yükselerek kalisiyel sistem daha opak görülür. Çok yüksek dozda verilen opak madde, diüretik gibi davranarak, tersine olarak idrardaki opak madde konsantrasyonunun azalmasına neden olur.

Ürografinin Kontrendikasyonları;

1. Kontrast madde alerjisi 2. Multiple myeloma 3. Diyabetik nefropatiler 4. Böbrek yetmezlikleri 5. Konjestif kalp yetmezliği 6. Gebeliktir (3).

EÜ, böbrek fonksiyonlarının değerlendirilmesinde çok duyarlı bir yöntem değildir.

Normal hayvanlarda bile her iki böbrek pelvisinin doluş hızı farklı olabilir. %50 fonksiyon kaybına sahip olan böbrekler normal ürogram verebilir. Bu tekniğin diğer yetersiz olduğu durum renal hastalıkların prognozunun belirlenmesidir. EÜ, böbrek ve pelvisteki opasifikasyonların gösterilmesi, neoplazmların tanınması, yer değiştirme ya da böbrek fonksiyonlarının tamamen ortadan kalktığı durumlarda kullanılır. Üremide kullanılması kontraendikedir (1).

Kontrast madde çeşitli şekillerde hazır olarak ticari preparatlar şeklinde mevcuttur.

Genellikle iyonik elementler, mesela sodyum iothalamate ya da sodyum diatrizoate kullanılır. Eğer bu elementlere karşı korkulan bir reaksiyon varsa, iyonsuz preparatlar mesela iopomidol ya da iohexol kullanılmalıdır. Bu noniyonik elementler, eğer üremik hastada şiddetli dehidrasyon yoksa verilebilir. Perivasküler enjeksiyon çevre dokuların kabuklaşıp dökülmesine neden olabilir. Tavsiye edilen doz seviyesinin üzerine

(33)

çıkıldığında, muhtemelen üremik hastalarda beklenilen opaklaşma artışı genellikle olmaz. Ender olarak enjeksiyonları takiben gelişen reaksiyonlarda, bununla beraber hızlı enjeksiyonlardan sonra, bazen kusma meydana gelir. Antianafilaktik ilaçlar kullanılabilir. Direkt radyografik incelemeler kontrast madde kullanılmadan önce yapılabilir. İntravenöz ürografiden önceki pneumocystography (hava verildikten sonra mesanenin röntgenle muayenesi), üreterlerin dış hatlarını anlaşılır şekilde belirlemeye yardım eder. İntravenöz ürografi haricinde özelleşmiş muayeneler kullanılabilir. Bazen çalışmalardan sonraki normal kontrast kullanımı idrar tahlil sonuçlarını etkileyebilir.

Düşük volum–hızlı infüzyon’da, hayvan kasetin üzerine sırt üstü yattıktan sonra, az bir dozdaki kontrast madde periferal ven’in içine hızlıca verilir. Önerilen doz, kilograma 850 mg, maksimum doz 35 g’ı geçmemelidir (7).

Hasta bir gece öncesinden hazırlandıktan sonra, intarvenöz olarak kontrast madde enjekte edilir. 5, 15 ve 30. dakikalarda film çekilir. Gerektiğinde 60, 90, 120 dakikalarda hatta 12 saat sonra bile film alınmalıdır (3, 7).

Yüksek volüm-yavaş infüzyon olarak bilinen, damlama şeklindeki metod ise bazen kullanılır. Özellikle ektopik üreter şikayetler’inde uygulanır. Kontrast madde, kilograma 1200 mg, %5’lik tuz solüsyonuyla eşit oranda karıştırılır. Bu doz 35 g iyodu geçmemelidir. Bu doz 10–15 dakikalık periyodun üzerinde intravenöz olarak verilir.

İnfüzyonun sonunda lateral ve ventradorsal radyografi yapılır ve bir kompresyon aleti tatbik edilir. 10 dakika sonra ileri radyografi yapılır ve eğer böbrek fonksiyonları normal görünüyorsa kompresyon bandı serbest bırakılır. Kompresyon kaldırıldıktan sonra, üreterlerin son kısımlarının oblik görüntüleri ortaya konabilir. Bu metod, hızlı infüzyon metodundan daha iyi görüntüleme verir ve daha az sayıda radyografi gerektirir, fakat daha uzun bir zamana ihtiyaç vardır (7).

EÜ’de kontrast madde, üriner sistemde fizyolojik olarak ilerlediğinde 4 faz izlenir.

Bunlar;

1. Arteriogram: Bu faz renal arteriyel akımı gösterir ve oldukça kısadır. Kontrast maddenin enjeksiyonundan hemen sonra çekilen grafilerde saptanır (1).

2. Nefrogram: Kontrast maddenin böbrek paranşiminden geçerek renal tubullerde birikmesi fazıdır. Renal paranşimin değerlendirildiği fazdır.

3. Piyelogram: Kontrast maddenin toplayıcı sistemden geçtiği faz’dır.

(34)

4. Sistogram: EÜ’de final fazdır ve ekskrete edilen kontrast madde idrar kesesinde birikir. Keseye ait bozuklukların belirlenmesinde yararlanılır (1, 3).

Ürografide her iki böbrek eş zamanlı olarak fonksiyona iştirak eder. Obstrüktif üropatilerde fonksiyonda gecikme olur. Obstrüksiyon varlığında geç filmler çekilerek böbrek fonksiyonu hakkında fikir sahibi olunabilir. Mesane opak madde ile dolduktan sonra hastaya miksiyon yaptırılıp miksiyon sonu film çekilir ve böylece rezidü idrar kalıp kalmadığı anlaşılır (3).

2.6.3. Stereoradyografi

Objenin 2 yönlü radyogramının, stereoskop ile üç boyutlu olarak incelenmesi tekniğidir.

Normal bir radyogram iki boyutlu olarak değerlendirildiği için derinlik bulunmaz.

İnsan, iki gözü ile cisimlere baktığında; iki göz arası mesafe ve gözler ile iki cisim arasındaki mesafeye bağlı olarak üç boyutlu olarak cisimleri görebilir.

2.6.4. Tomografi

Normal bir radyogramda, abdominal yapılar üst üste gelir ve birçok durumda istenilen bölge net olarak incelenemez (süperpozisyon). 1992 yılında geliştirilen tomografi tekniği ile sağlanan kesit görüntülerle, süperpozisyon önlenir ve incelemek istenen hedef organın net kesit görüntüsü sağlanır. Daha sonra geliştirilen BT’den ayrılması için bu yönteme konvansiyonel tomografi denilmiştir.

2.6.5. Dijital Röntgen

Günümüzde bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler, dijital radyolojik yöntemlerin geliştirilmesine neden olmuştur.

Dijital radyolojinin 2 önemli üstünlüğü vardır. Bunlardan birincisi; radyografik görüntünün aynen bilgisayarlı tomografide olduğu gibi bilgisayar hafızasında saklanabilmesi ve işlenebilmesidir.

2.6.6. Radyoskopi (Floroskopi)

Röntgen ışınları ile üzerinde floresans oluşturulan özel ekrana radyoskopi veya floroskopi ekranı, bu ekranda görüntü oluşturma işlemine de radyoskopi veya floroskopi denir.

İncelenecek bölgeden geçirilen x-ışınlarının, bir floresan ekran üzerine düşürülerek görüntü oluşturulması esasına dayanır. (7)

(35)

2.6.7. Termografi

Termografi, deriden yayılan sıcaklığın (ısı dalgalarının) ölçülerek patolojik değişikliklerin değerlendirildiği bir görüntüleme yöntemidir.

2.6.8. Radyonüklid Görüntüleme (Sintigrafi)

Organizmaya verilen radyonüklid’lerin incelenecek organ veya dokudaki dağılımının belirlenmesi yöntemine Radyonüklid (Radyoizotop) Görüntüleme (RG) adı verilir.

Radyonüklidler, organizmaya yalnız başına veya incelenecek dokuya uygun başka bir maddeye bağlanarak verilebilir. Radyonüklidin organizmadaki dağılımı, radyasyonun parıldama şeklinde ışığa çevrildiği (sintilasyon) dedektörlerle saptanır. Bu nedenle yönteme sintigrafi adı verilir(21).

2.6.9. Bilgisayarlı Tomografi (BT)

Normal röntgen filminde yumuşak dokular arasındaki farklılıklar ayrıntılı bir şekilde görülmezler. Oysa x-ışınlarının, dokularda tutunamayan kısımlarının, karşıda bulunan dedektörlerde oluşturduğu elektrik sinyallerinin, bilgisayar vasıtasıyla görüntüye dönüştürülmesi esasına dayanan bir yöntemdir (1, 3).

Normal radyografide röntgen filmi (detektör) üzerinde görüntü oluşturmak için geniş bir ışın demeti deneğin içinden geçer. BT’de ince birbirlerine paralel x-ışın demetleri deneğe yönlendirilir ve bir dizi x-ışını dedektörü tarafından algılanır. Tarama sırasında beden ince dilimler halinde kayda alınır. Bu süreç ardışık sekanslar halinde tekrarlanır ve daha sonra veriler dijital bilgisayarlar aracılığıyla toplanır, bütünleştirilir ve enine kesitli görüntüler şeklinde yeniden yapılandırılır.(22).

2.6.10. Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG)

Bu yöntem manyetik bir alan içine konulan hasta vücuduna gönderilen radyofrekans dalgalarının, dokulardaki hidrojen atom çekirdeğindeki protonları uyarması sonucu yapılan radyo sinyalleri ile oluşturulan yeni bir görüntüleme yöntemidir (1).

2.7. ÜRİNER SİSTEM HASTALIKLARINDA NSAİİ’lerin KULLANIMI 2.7.1. Non-Steroidal Antiinflamatuvar İlaçlar (NSAİİ) (NSAIDs)

Opioid (narkotik) analjezikler dışında kalan analjeziklere bu grup ilaçların farmakolojik etki profiline daha uygun düşen bir adla non–steroidal (steroid–olmayan)

(36)

antiinflamatuvar ilaçlar (NSAİİ’ler) veya kısaca antiinflamatuvar analjezikler denilir (23).

Seçici COX–2 inhibitörleri alt sınıfı da dâhil olmak üzere tüm NSAİİ ilaçlar antiinflamatuar, analjezik ve antipiretiktir (9,24). Bu grup analjeziklerin antiinflamatuvar etkinliği, sentetik veya doğal en güçlü antiinflamatuvar steroid ilaçlar olan glukortikoidlerinkine göre zayıftır. Analjezik etkinlikleri de güçlü analjezikler olan, fakat antiinflamatuvar etkisi bulunmayan narkotik analjeziklerine göre genellikle zayıftır (24). Özellikle artrit, osteoartrit ve benzeri romatizmal hastalıklar gibi genellikle inflamasyona bağlı ve uzun süre analjezik ilaç verilmesini gerektiren durumlarda yararlıdırlar (23). Bağımlılık yapmamaları, şuur üzerine etkili olmamaları, uyuşukluk vb. etkilere yol açmamaları ve etkilerine karşı direnç gelişmemesi sebebiyle, insan ve hayvanlarda ağrılı ve ateşli hastalıklarda sık kullanılırlar (23, 24).

NSAİİ ilaçlar kimyasal olarak heterojen bir grup bileşiktir, sıklıkla kimyasal olarak ilişkili değildirler (gerçi çoğu organik asitlerdir), fakat yine de bazı terapötik etkileri ve istenmeyen etkileri ortaktır. (9).

2.7.2. Temel Etkileri ve Etki Mekanizmaları

2.7.2.1. Prostaglandin (PG) Biyosentezinin NSAİİ İlaçlar Tarafından İnhibisyonu Yangılı yerlerde PG, bradikinin, histamin, serotonin vb. çok sayıda yerel hormon açığa çıkar. PG’ler (PGE2, PGF2a) im veya iv yolla verildiklerinde, diğer etkileri yanında, yerel ağrı, baş ağrısı gibi ağrılara da sebep olurlar. Bradikinin iv yolla uygulanınca, ağrılı tepkimelere yol açar. Bu yerel hormolar sıyrık, çizik, kesik haldeki deri yüzeylerine uygulandıklarında da ağrıya yol açarlar. Aspirin vb. ilaçlar PG sentetazın (siklooksijenaz) etkinliğini engelleyip PG’lerin sentezini azaltarak ağrı kesici etkiye yol açarlar, bu durum, söz konusu maddelerin yangılı olmayan dokularda etkili olmamalarının sebebini açıklar (24).

Ağrı–yapıcı kimyasal veya mekanik etkenlerin periferde prostaglandinlerin sentezini arttırdığı ve periferik afferent sinir uçlarının ağrı uyarılarına karşı duyarlığını arttırdıkları bilinmektedir. NSAİİ’lerin pek çoğunda bulunan ortak bir özellik, dokularda araşidonik asit’den prostaglandinlerin (PG’ler) ve diğer bazı eikozanoidlerin oluşmasını katalize eden siklooksijenaz (COX–1 ve COX–2) enzimlerini inhibe etmeleridir (23).

(37)

NSAİİ ilaçların başlıca terapötik etkileri, prostaglandin üretimini inhibe etme yeteneklerinden ileri gelmektedir. Prostaglandin sentezi yolağındaki ilk enzim prostaglandin G/H sentazdır, aynı zamanda siklooksijenaz veya COX adıyla da bilinir.

Bu enzim araşidonik asidi kararsız ara ürünler olan PGG2 ve PGH2’ye dönüştürür ve tromboksan A2 (TXA2) ve çeşitli prostaglandinlerin üretilmesine yol açar.

2.7.2.2. Analjezik Etkileri (Ağrı Kesici Etkileri)

Antiinflamatuvar analjeziklerin ağrı kesici etkileri büyük ölçüde, belkide bazı ilaçlar için tamamıyla, periferik etkilerine bağlıdır. Bunun en göze çarpıcı kanıtı hafif anastezi edilmiş köpeğin, diğer bir köpeğin (donörün) dolaşımından gelen kanla çapraz–perfüze edilen dalağında, dalak arteri içine enjekte edilen bradikinin gibi ağrı–yapıcı (aljezik) maddelerin başlattığı ‘ağrı reaksiyonu’nun, yine dalak arterine verilen (köpeğin santral sinir sistemine gitmeyen) aspirin ve benzeri ilaçlarla ortadan kaldırılmasıdır (23).

NSAİİ İlaçlar çoğunlukla hafif analjezik olarak sınıflandırılır. Bununla birlikte, analjeziğin etkinliğini değerlendirirken ağrının şiddetinin yanı sıra tipinin de göz önüne alınması önemlidir (9).

Siklooksijenaz enzimi periferik dokularda bulunduğu gibi beyin ve omurilikte de bulunur. Nöronların eksitasyonu sonucu sinir uçlarına veya nöron gövdelerine Ca2+

girişinin artması ve bu yerlerde prostaglandinlerin sentezini ve salıverilmesini arttırır(23).

2.7.2.3. Antipiretik Etkileri (Ateş Düşürücü Etkileri)

Ateşe neden olan immünolojik faktörler sadece infeksiyon etkenlerinden salıverilenler değildir. İnfeksiyöz olmayan iltihap olayları (inflamatuvar reaksiyon) baktariyel hastalıklar veya doku hasarı, yangı, gref reddi, kanser ve diğer hastalıklar durumlarında salıverilen pirojen maddeler nedeniyle ateşe yol açarlar (9, 23, 24).

Hipotalamusta bulunan ısı düzenleme merkezi vücut ısısını, derindeki kan damarları ve pilomotor kaslar ile ter bezlerindeki sempatik sinir lifleri aracılığında kontrol eder. Isı kaybı ve korunmasını düzenleyen merkezler yanında, hipotalamusta ısı üretimi ve dağıtımını kontrol eden merkezlerde bulunur. Aspirin ve diğer NSAİİ’ın, ısı kontrol merkezinde araşidonik asitten PG sentezini engelleyerek vücut ısısını düşürdükleri kabul edilmektedir (24). Bu ilaçlar egzersiz, güneş çarpması ya da ortam ısısı gibi faktörlerden ötürü yükselen vücut ısısını etkilemezler (9, 23). Ağrıda olduğu gibi NSAİİ

(38)

ilaçlar doğrudan uygulanan prostaglandinlerin neden olduğu ateşi engellemezler, bunun yerine, en azından kısmen endojen prostaglandinlerin sentezini indükleyerek ateşe neden olduğu varsayılan IL-I ve diğer sitokinlerin sentezini artıran ajanların neden olduğu ateşi inhibe ederler (9).

2.7.2.4. Terapötik Etkileri (İyileştirici Etkileri) (Yangı Önleyici Etkileri)

Antipiretik ve analjezik olan, fakat antiinflamatuar aktivesi büyük oranda eksik olan parasetamol dışında ki, seçici COX-2 inhibitörleri de dâhil olmak üzere, tüm NSAİİ ilaçlar antipiretik, analjezik ve antiinflamatuardır (9).

Aspirin vb. maddeler histamin, serotonin, lökotrien D ve lizozomal enzimlerin salıverilmesi ve etkileri üzerinde pek etkili değildirler. Ayrıca serotonin veya histaminin etkilerini engelleyen ilaçların yangılı hallerdeki etkileri ya çok az veya hiç yoktur (24).

NSAİİ ilaçların antiinflamatuar ajan olarak başlıca klinik kullanım alanı romatoid artrit ve osteoartrit gibi kas iskelet hastalıklarıdır.

2.7.2.5. NSAİİ İlaçların Ortak Yan Tesirleri

Salisilatların bazı yan tesirleri kendilerine özgüdür. Fakat gastrointestinal ve renal yan tesirler ve hemostaz ve yara nedbeleşmesi ile ilgili yan tesirler kural olarak bütün non–

steroidal antiinflamatuvar analjeziklerde vardır (Tablo 2.3.), (23).

Yaş genellikle NSAİİ ilaçlara karşı ciddi istenmeyen olaylar gelişme olasılığıyla doğru orantılı olarak artmaktadır ve yaşlı hastalarda dikkatli davranılarak daha düşük bir başlangıç dozu seçilmesi gerekmektedir (9, 24).

Bu ilaçların kullanılması sırasında karşılaşılan istenmeyen–zehirli etkilerin başlıcaları şunlardır:

2.7.2.5.1. Gastrointestinal Etkileri

Salisilatlar ve diğer antiinflamatuvar analjezikler başta midenin ki olmak üzere, gastrointestinal mukozayı tahriş ederler ve çeşitli lezyonlara neden olurlar. Mide mukozasında epitel dökülmesi ve yüzeysel peteşiler yaparlar ve mideden gizli kan kaybını arttırırlar (23).

(39)

2.7.2.5.2. Renal ve Renovasküler Etkileri

Aspirin ve diğer nosteroidal antiinflamatuvar ilaçlar (COX–2 inhibitörleri dâhil) böbrekte PGE2 ve prostasiklin sentezini inhibe ederek glomerüler filtrasyon hızını ve böbrek kan akımını azaltabilirler, böbrek tubuluslarında Na+ ve su reabsorpsiyonunu arttırabilirler ve itrahını azaltabilirler (antinatriüretik etki). Bu etkilere bağlı olarak vücutta tuz ve su retansiyonu yapabilirler. Yüksek dozda ve özellikle predispozisyon yapan bir durum varsa (yaşlılık gibi) akut böbrek yetmezliğine neden olabilirler. Ancak normal durumda böbrek kan akımı ile su ve tuz reabsorpsiyonu üzerinde, renal prostaglandin prostasiklin sisteminin tonik etkisi belirgin olmadığından, aspirin’in ve benzeri ilaçların yukarıda sözü edilen renal etkileri de belirgin değildir. Öte yandan kanama dolaşım şoku, böbrekte iskemiye yol açan bozukluklar ve konjastif kalp yetmezliği gibi dolaşan kanda anjiotensin ve ketokolaminlerin düzeyinin yükseldiği ve böbrek damarlarında vazokonstriksiyon oluştuğu durumlarda veya diyetle fazla miktarda tuz alındığı zaman böbrekler ‘stres’ altına girer ve böbrekte prostaglandin–

prostasiklin sisteminin tonik etkinliği adaptif olarak artar. Bu durumda aspirin ve diğer antiinflamatuvar analjezik ilaçların antinatriüretik etkisi ve diğer renal yan tesirleri belirginleşir. Aynı olay anastezi ve büyük cerrahi girişim gibi stres yaratan durumlarda da ortaya çıkabilir.

Tiazidler, frosemid ve benzeri diüretik ilaçların natriüretik etkilerine, onların renal prostaglandin E2 ve prostasiklin sentezini arttırmalarının katkısı vardır, bu nedenle adı geçen ilaçlar ile aspirin ve diğer NSAİİ ilaçlar (sulindak hariç) birlikte alındıklarında onların natriüretik, diüretik ve antihipertansif etkinlikleri genellikle azalır. Uygulamada, bu şekilde istenmeyen etkileşmelerin önlenmesi gerekir. Antiinflamatuvar ilaçlar su ve tuz retansiyonu yapmaları nedeniyle, daha önce değinildiği gibi, hipertansiyonlu hastalarda kan basıncında artma yapabilirler ve antihipertansif ilaçlara direnç oluşmasına yol açabilirler. Bu ilaçlarla uzun sürecek tedaviye başlanırken antihipertansif ilacın dozunu arttırarak doz ayarlanması yapılması gerekebilir. Uzun süre aspirin kullanılması, papilla nekrozu ve “analjezik nefropati” gibi kalıcı böbrek bozuklukları yapabilir. Aspirin spironolakton’un tübül hücresinde reseptörüne bağlanmasını inhibe ederek onun diüretik etkisini azaltır (23).

Geleneksel NSAİİ ilaçlar ve COX-2 inhibitörlerine eşlik eden renal ve renovasküler istenmeyen olaylar vardır. NSAİİ ilaçların normal insanlarda böbrek fonksiyonu ya da

(40)

kan basıncı üzerinde çok az etkisi vardır. Ancak konjestif kalp yetmezliği, karaciğer sirozu, kronik böbrek hastalığı, hipovolemi hastalarında ve sempatoadrenal veya renin- anjiyotensin sistemlerinin aktive olduğu diğer durumlarda, prostaglandin oluşumu model sistemlerde ve insanlarda hayati önem kazanmaktadır.

NSAİİ ilaçlara hem CI¯ geri emiliminin, hem de antidiüretik hormon etkisinin prostaglandinle indüklenen inhibisyonun kaybı eşlik etmekte ve bu da tuz ve su retansiyonuna yol açmaktadır. Vazodilatör prostaglandinlerin (PGE2) oluşumunu COX- 2’ye bağlayan fare deneyleri, NSAİİ ilaçların hastalarda neden olduğu hipertansif komplikasyonlar’ın (yeni başlayan ya da kontrolü kötüleşen) insidansının böbrekteki COX-2 inhibisyonu derecesiyle ve bu inhibisyona ulaşma selektivitesiyle doğru orantılı olması olasılığını arttırmıştır. Farelerde hem PGEI2 hem de PGE2 reseptör genlerinin silinmesi kan basıncını arttırmaktadır, mekanik olarak hipertansiyonu tromboza yatkınlıkla bir araya getirmektedir. Her ne kadar bu hipotez hiç doğrudan yöneltilmemiş olsa da, epidemiyolojik çalışmalar koksiblerle tedavi edilen hastalarda hipertansif komplikasyonlar’ın geleneksel NSAİİ ilaçlarla tedavi edilenlerden daha sık ortaya çıktığını göstermektedir.

NSAİİ ilaçlar distal tübülde Na+ varlığının azalmasına ve prostaglandinle indüklenen renin sekresyonunun baskılanmasına bağlı olarak K+ geri emilimini arttırırlar. Bu ikinci etki, NSAİİ ilaçların Bartter sendromu tedavisinde sağladığı yarardan kısmen sorumlu olabilir (9).

Prostaglandinlere-bağımlı böbrek görevlerini (böbreklerden kan akımı, idrar oluşumu gibi) bozarlar; etki akut böbrek yetmezliği oluşturabilecek ölçüde şiddetli olabilir. Bu etki daha ziyade adranerjik ve renin anjiyotensin sistemi bozuk hastalarda dikkat çeker.

Ayrıca, bu ilaçların uzun süreyle kullanılmaları böbrekte papiller nekroz ve yangıya sebep olur; fenasetin bu etkisi sebebiyle, kullanımdan çekilmiştir (24).

Salisilâtlar, ufak dozlarda verildiklerinde böbreklerden ürik asit itrahını azaltarak, bu maddenin kandaki düzeyini yükseltirler. Probenesid sulfinpirazon’un ürikozürik etkisini antagonize ederler. Günde 5 g veya daha yukarı dozda verildiklerinde ürikozürik etki yaparlar; bunun terapötik değeri yoktur. Normal bir insanda, yüksek dozda alınan salisilat olasılıkla sempatik bir etkiyle adrenal medulladan ketokolamin salgılatarak glikojenoliz, hiperglisemi, ve glukozüri yapabilir Diabetes mellitus’lu ise aynı dozlarda

(41)

verilen salisilat, aksine glukoz ütilizasyonunu arttırır ve glisemiyi düşürür insülin gereksinimini azaltabilir. (23).

Analjezik nefropati, böbrek tübülünün konsantre etme kapasitesinin azaldığı, steril piyüri bulunan, yavaş ilerleyen bir böbrek yetmezliğidir. Risk faktörleri uzun süreli olarak yüksek dozlarda NSAİİ ilaç kombinasyonların’ın kullanılması ve sık idrar yolu enfeksiyonu geçirilmesidir. Eğer erken fark edilirse, NSAİİ ilaçların kesilmesi böbrek fonksiyonunun geri dönmesini sağlar (9).

2.7.2.5.3. Gebelik ve Laktasyon Üzerine Etkileri

Aspirin gebeler tarafından alındığında fötal dolaşıma önemli ölçüde geçer. Gebeliği sırasında sık olarak aspirin kullananlarda fötusta malformasyon yaptığı bildirilmemiştir.

2.7.2.5.4. Kan ve Hemostaz Üzerine Etkileri

Aspirin ufak dozda alındığında daha önce belirtildiği şekilde, trombositlerin agregasyonunu inhiber eder ve kanama zamanını (süresini) uzatır. Heparin’in ve oral antikoagülanların antikoagülan etkisini potansiyalize eder. Yüksek dozda verildiğinde karaciğerde protrombin ve diğer pıhtılaşma faktörlerinin sentezini doza bağımlı bir şekilde azaltır ve bu azalma K vitamini ile tersine çevrilebilir; protrombin zamanını ve koagülasyon zamanını uzatır. K vitamini eksikliği, karaciğer hastalığı veya konjenital pıhtılaşma bozukluğu olanlarda aspirin kullanılmasından sakınmak gerekir (23).

2.7.2.5.5. Alerjik Reaksiyonlar

Aspirin alanlarda seyrek olarak alerjik reaksiyon gelişir. Bazı bireyler aspirine ve NSAİİ ilaçlara karşı aşırı duyarlılık gösterebilir bu durum yoğun sulu sekresyonların görüldüğü vazomotor rinitten anjiyoödem, jeneralize ürtiker ve bronşiyal astımdan larinks ödemine ve şoka kadar uzanabilen belirtilerle ortaya çıkar (9, 23).

2.7.2.5.6. Diğer Yan Etkileri

Uterusun hareketlerini önlerler (uterus hareketlerini arttıran PG sentezinin önlenmesi ile). Vücutta su tutulması ve ödem eğiliminin artmasına (idrar oluşumu üzerine etkili PG sentezinin önlenmesi sonucu) yol açarlar. Sık olarak (mefenamik asit %10–15, sulindak %5–10) deri tepkimelerine yol açarlar; deri dökülmesi, üritiker, ışığa duyarlılık en sık oluşan tepkimelerdir (24). Solunum; Salisilatlar terapötik dozlarda alındıklarında

(42)

solunum merkezini hafif stimüle ederler. Solunum sayısını ve daha az derecede olmak üzere ventilasyon hacmini arttırırlar.

Salisilizm; Romatik ateş veya romatoid artrit olguları gibi yüksek dozda salisilat alan kimselerde ortaya çıkan orta derecede bir salisilat zehirlenmesi tablosudur. Baş ağrısı, baş dönmesi, uyuşukluk, görme bulanıklığı, işitme kaybı ve kulak çınlaması, hiperventilasyon, bulantı, kusma ve bazen diyare ile kendini gösterir.

Yara Nedbeleşmesi; antiinflamatuvar analjezik ilaçların yara nedbeleşmesi üzerindeki etkileri deney hayvanlarında ve genellikle aspirin dışındaki ilaçlar kullanılarak incelenmiştir. Bazı hayvan modellerinden elde edilen sonuçlar tartışmalıdır.

Tiroid üzerine etkisi; Salisilatlar, plazma proteinlerine bağlı tiroksin ve triiyodotironin’i bağlanma yerinden atarlar ve onların dolaşan kandan uzaklaştırılmasını hızlandırırlar.

TSH salgılanmasını inhibe ederek trioidin iyod alımını düşürürler. Bu etkiler hafif olup triod fonksiyonunda belirgin bir bozukluğa neden olmaz.

Kısırlık; bazı NSAİİ’lerin dişilerde uzun süre kullanılması kısırlık yapabilir. İlacı kesince geçer (23).

Referanslar

Benzer Belgeler

Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü Bölüm 2: SÜREÇ TEMELLİ YAZMA MODELLERİ: 4+1 PLANLI YAZMA VE DEĞERLENDİRME

Razakı ve Hamburg Misketi Üzüm Çeşitleri İçin Ankara Koşullarında En Uygun Amerikan Asma Anacının Belirlenmesi Üzerinde Bir

Hasat edilen meyveler en kısa zamanda serin, gölge bir yere taşınmalı, mümkünse hemen soğuk depoya konulmalıdır. HASAT

Günümüz süt sığırı yetiştiriciliğinde en yaygın olarak kullanılan Holştayn sığır ırkında görülen ve Holştayn yetiştiriciliğinde önemli verim kayıplarına

Okul yöneticilerinin medeni durumlarına göre, etkili okul ve çevre ilişkisinde sivil toplum kuruluşlarının okula katkısı boyutunda, sivil toplum kuruluşlarının

Lisans eğitimini Ankara’da Hacettepe Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Matematik Bölümünde 1994 yılında, Yüksek Lisans eğitimini 1996 yılında Uygulamalı Matematik

MİLLON TESTİ: Yapısında fenil grubu bulunan fenilalanin ve tirozin gibi amino asitler, eser miktarda nitröz asit içeren nitrik asitte çözülmüş civa nitrat ile

Bu süreç hipotez olay ya da kavramın test edilmesinde durumun süreklili- ğini etkileyen bağımlı ve bağımsız etkenlerin belirlemesi, tanımlanması ve kontrol