• Sonuç bulunamadı

BOŞANMIŞ KADINLARIN UMUTSUZLUK, DUYGU DÜZENLEME VE BAŞA ÇIKMA STRATEJİLERİNİN İNCELENMESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "BOŞANMIŞ KADINLARIN UMUTSUZLUK, DUYGU DÜZENLEME VE BAŞA ÇIKMA STRATEJİLERİNİN İNCELENMESİ"

Copied!
123
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

BOŞANMIŞ KADINLARIN UMUTSUZLUK, DUYGU

DÜZENLEME VE BAŞA ÇIKMA STRATEJİLERİNİN

İNCELENMESİ

SABRİYE ULAŞLI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

LEFKOŞA 2020

YAKIN DOĞU ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KLİNİK PSİKOLOJİ ANABİLİM DALI

(2)

BOŞANMIŞ KADINLARIN UMUTSUZLUK, DUYGU

DÜZENLEME VE BAŞA ÇIKMA STRATEJİLERİNİN

İNCELENMESİ

SABRİYE ULAŞLI

YAKIN DOĞU ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KLİNİK PSİKOLOJİ ANABİLİM DALI

YÜKSEK LİSANS TEZİ

TEZ DANIŞMANI

YRD. DOÇ. DR. MERYEM KARAAZİZ

LEFKOŞA 2020

(3)

KABUL VE ONAY

Sabriye ULAŞLI tarafından hazırlanan “Boşanmış Kadınların Umutsuzluk, Duygu Düzenleme ve Başa Çıkma Stratejilerinin İncelenmesi” başlıklı bu çalışma, 11/06/2020 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda başarılı

bulunarak jürimiz tarafından Yüksek Lisans Tezi olarak kabul edilmiştir.

JÜRİ ÜYELERİ

... Yrd. Doç. Dr. Meryem KARAAZİZ (Danışman)

Yakın Doğu Üniversitesi

Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü

... Dr. Bingül HARMANCI Yakın Doğu Üniversitesi

Fen Edebiyat Fakültesi Psikoloji Bölümü

... Yrd. Dç. Dr. Başak BAĞLAMA YÜCESOY

Yakın Doğu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Özel Eğitim Bölümü

... Prof. Dr. Mustafa SAĞSAN Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü

(4)

BİLDİRİM

Hazırladığım tezin, tamamen kendi çalışmam olduğunu ve her alıntıya kaynak gösterdiğimi taahhüt ederim. Tezimin kağıt ve elektronik kopyalarının Yakın Doğu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü arşivlerinde aşağıda belirttiğim koşullarda saklanmasına izin verdiğimi onaylarım.

 Tezimin tamamı her yerden erişime açılabilir.

 Tezim sadece Yakın Doğu Üniversitesinde erişime açılabilir.

 Tezimin iki (2) yıl süre ile erişime açılmasını istemiyorum. Bu sürenin sonunda uzatma için başvuruda bulunmadığım taktirde tezimin tamamı erişime açılabilir.

Tarih İmza

(5)

TEŞEKKÜR

Yüksek Lisans sürecim boyunca kıymetli bilgi, birikim ve tecrübelerini benimle paylaşan ve destek olan değerli hocam ve tez danışmanım Yrd. Doç. Dr. Meryem KARAAZİZ’e,

Eğitim hayatım boyunca bana destek olan ve her daim yanımda olduğunu hissettiren sevgi ve emekle beni yetiştiren babam Davut ULAŞLI’ya, annem Elif ULAŞLI’ya, hayatım boyunca omuz omuza yürüdüğüm, hoşgörüsü, anlayışı ve mesleki tecrübesi ile desteklerini esirgemeyen, beni motive eden aynı zamanda cesaretlendiren meslektaşım ve ablam Esma ULAŞLI ARSLANHAN’a,

Tez çalışmamın her aşamasında yer alan, düşünce ve önerilerini benimle paylaşıp çalışma boyunca desteğini esirgemeyen değerli meslektaşım Psk. Dan. Ömer Ali ÖNAL’a, bu süreçte ve hayatımın her anında benimle beraber olan ve yalnız hissettirmeyen değerli dostlarım İdil GÖFTECİ ve Çağnur USLU’ya

(6)

ÖZ

BOŞANMIŞ KADINLARIN UMUTSUZLUK, DUYGU

DÜZENLEME VE BAŞA ÇIKMA STRATEJİLERİNİN

İNCELENMESİ.

Bu çalışma, boşanmış olan kadınların umutsuzluk, duygu düzenleme ve başa çıkma stratejilerinin incelenmesini amaçlamaktadır. Araştırmada nedensel-karşılaştırmalı desen kullanılmıştır. Hatay ili Kırıkhan ilçesinde ikamet eden resmi olarak boşanmış ve yeniden evlenmemiş 174 kadın bu çalışmanın örneklemini oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemi kartopu örnekleme tekniğine göre oluşturulmuştur. Veri toplama aracı olarak araştırmacı tarafından oluşturulan Sosyo-demografik Form, Başa Çıkma Yolları Ölçeği, Beck Umutsuzluk Ölçeği ve Duygu Düzenleme Ölçeği kullanılmıştır.

Araştırma boşanmış kadınların sosyo-demografik verilere göre umutsuzluk, duygu düzenleme ve başa çıkma stratejileri arasındaki farkı inceleyen nicel bir araştırmadır. Ayrıca umutsuzluk, duygu düzenleme ve başa çıkma stratejileri; hanedeki kişi varlığı ve çocuk sayısı değişkenleri arasındaki ilişki incelenmiştir. Boşanmış kadınların umutsuzluk, duygu düzenleme ve başa çıkma stratejileri arasındaki ilişki incelendiğinde; umutsuzluk ile bilişsel yeniden değerlendirme, planlı problem çözme ve sosyal destek arayışı boyutları arasında negatif, duygu dışavurumunu bastırma, doğaüstü güçlere inanış, kadercilik ve sorumluluğu kabul etme boyutları arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. Çalışma kapsamında meslek sahibi olan boşanmış kadınların meslek sahibi olmayanlara göre, umutsuzluk düzeylerinin daha düşük olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. Bu çalışmada boşanmış ev hanımlarının çalışıp çalışmama ve gelir durumlarına göre umutsuzluk seviyelerinin etkilendiği görülmüştür. Bu bağlamda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı dahilinde boşanmış kadınlara özel istihdam alanları sağlanması önerilebilir.

(7)

Anahtar Kelimeler: Kadın, boşanmış kadın, umutsuzluk, başa çıkma

(8)

ABSTRACT

HOPELESSNESS, EMOTIONAL REGULATION, AND COPING

STRATEGIES OF DIVORCED WOMEN

The aim of the current study is to examine hopelessness, emotional regulation and coping strategies of divorced women. Casual-comparative design was used in this study. The sample of this study consists of 174 women who are officially divorced and not remarried, habitating in Kırıkhan district of Hatay province. The sample of this search was constitued according to the snowball sampling technique. Data collection tools, including Socio- demografic Form , Dealing Ways Scale, Beck Hoplessness Scale and Emotion Regulation Questionnaire was used as a data collection tool created by researcher.

This study is a quantitative study that examines the difference between hopeless, emotion regulation and coping strategies according to socio-demographic data of divorced women. On the other hand, hopeless, emotion regulation and coping strategies was examined the relationship between variables of person presence and number of children in the household. When examining the relationship between hopeless, emotion regulation and coping strategies of divorced women, there was a negative relationship between hopelessness and cognitive reappraisal, planned problem solving and seeking social support, there was also positive relationship between suppressing of expressed emotion, belief in supernatural powers, fatalism and accepting responsibility. As a result of the study, it was found that divorced women who have a profession have lower levels of hopelessness than non-professionals. In this study, it was observed that the level of hopelessness of divorced housewives was affected according to whether they worked or not, and income. In this context, it may be suggested to provide special employment areas for divorced women within the ministry of family and social policies.

(9)

Key Words: woman, divorced woman, hopelessness, coping strategies,

(10)

İÇİNDEKİLER

KABUL VE ONAY

...

BİLDİRİM

...

TEŞEKKÜR

... iii

ÖZ

... iv

ABSTRACT

... vi

İÇİNDEKİLER

... viii

TABLO DİZİNİ

... xi

KISALTMALAR

... xiii

1. BÖLÜM

... 1

GİRİŞ

... 1 1.1. Problem Durumu ... 1 1.2. Araştırmanın Amacı ... 3 1.3. Araştırmanın Önemi ... 3 1.4. Sınırlılıklar ... 4 1.5. Tanımlar ... 4

2. BÖLÜM

... 6

KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

... 6

2.1. BOŞANMA ... 6

2.1.1. Boşanma nedir? ... 6

2.1.2. Boşanmaya İlişkin Kuramlar ... 7

2.1.3. Türkiye’de Boşanma İstatistikleri... 10

2.1.4. Boşanmanın Kadınlar Üzerindeki Etkisi ... 12

(11)

2.3. UMUTSUZLUK ... 14

2.3.1. Umutsuzluğun Nedenleri ve Belirtileri ... 16

2.3.2. Bilişsel Yaklaşım Kuramına Göre Umutsuzluk ... 18

2.3.3. Psikanalitik Kurama Göre Umutsuzluk ... 19

2.4. DUYGU DÜZENLEME ... 19

2.4.1. Temel kavramlar ... 19

2.4.2. Duygu Düzenleme ... 21

2.4.3. Duygu Düzenleme Stratejileri ... 23

2.5. BAŞA ÇIKMA STRATEJİLERİ ... 28

3. BÖLÜM

... 32

YÖNTEM

... 32

3.1. Araştırmanın Modeli ... 32

3.2. Araştırmanın Evren ve Örneklemi ... 32

3.2.1. Araştırmanın Güç Analizi ... 32

3.3. Veri Toplama Araçları ... 33

3.3.1. Demografik Bilgi Formu ... 33

3.3.2. Beck Umutsuzluk ölçeği ... 33

3.3.3. Duygusal Düzenleme Ölçeği ... 35

3.3.4. Başa Çıkma Yolları Ölçeği ... 36

3.4. Verilerin Toplanması ... 37

3.5. Verilerin İstatistiksel Analizi ... 37

3.6. Anketin Güvenilirlik Analizi ... 39

4. BÖLÜM

... 40

BULGULAR

... 40

4.1. Katılımcıların Tanıtıcı Özelliklerine Yönelik Yüzde Dağılım Bilgileri ... 40

(12)

4.3. Hipotezlerin Sınanmasına Yönelik Bulgular ... 49

5. BÖLÜM

... 68

TARTIŞMA

... 68

6. BÖLÜM

... 78

SONUÇ VE ÖNERİLER

... 78 6.1. Sonuç ... 78 6.2. Öneriler ... 82

KAYNAKÇA

... 83

EKLER

... 99

ÖZGEÇMİŞ

... 106

İNTİHAL RAPORU

... 107

(13)

TABLO DİZİNİ

Tablo 1. Türkiye İstatistik Kurumu 2001-2019 Yılları Evlenme ve Boşanma İstatistik Verileri …………...…….………..…..11

Tablo 2. Umutsuzluk, Duygusal Düzenleme ve Başa Çıkma Yolları Ölçekleri Puanları İçin Normallik Test Sonuçları ……….…38

Tablo 3. Anketin Güvenilirlik Analizleri Sonuçları ………..…....39

Tablo 4. Boşanmış Olan Kadınların Yaş, Eğitim Durumu, Meslek, Aylık Gelir, Bakma Yükümlülüğü Ve Boşanma Zamanı Açısında Kişi Sayıları ve Yüzdeleri ………41

Tablo 5. Boşanmış Olan Kadınların Çocuk Sayısı ve Hanedeki Kişi Sayısı Ortalamaları ve Standart Sapmaları ………42

Tablo 6. Boşanmış Olan Kadınların Umutsuzluk Ölçeği Cevaplarına

Yönelik Yüzde Dağılım Bilgileri, Ortalamaları ve Standart Sapmaları ………...43

Tablo 7. Umutsuzluk Puan Gruplarından Elde Edilen Sınıflamaya Yönelik Yüzde Dağılım Tablosu ………...……44

Tablo 8. Boşanmış Olan Kadınların Duygusal Düzenleme Ölçeği

Cevaplarına Yönelik Yüzde Dağılım Bilgileri, Ortalamaları ve Standart Sapmaları …...………...45

Tablo 9. Boşanmış Olan Kadınların Başa Çıkma Yolları Ölçeği

Cevaplarına Yönelik Yüzde Dağılım Bilgileri, Ortalamaları ve Standart Sapmaları ………...47

Tablo 10. Umutsuzluk, Duygu Düzenleme ve Başa Çıkma Yolları Ölçek Alt Boyut Puanlarına Yönelik Tanımsal İstatistik Bilgiler ..……….……..49

(14)

Tablo 11. Yaş Grupları Açısından Umutsuzluk, Duygu Düzenleme ve Başa Çıkma Yolları Ölçeği Alt Boyut Puanlarına Yönelik Grup Farklılığının ANOVA Sonuçları …..………..……….……51

Tablo 12. Eğitim Durumu Açısından Umutsuzluk, Duygu Düzenleme ve Başa Çıkma Yolları Ölçeği Alt Boyut Puanlarına Yönelik Grup Farklılığının ANOVA Sonuçları ……….………...…53

Tablo 13. Meslek Açısından Umutsuzluk, Duygu Düzenleme ve Başa Çıkma Yolları Ölçeği Alt Boyut Puanlarına Yönelik Grup Farklılığının t Testi Sonuçları ……….……….……56

Tablo 14. Aylık Gelir Açısından Umutsuzluk, Duygu Düzenleme ve Başa Çıkma Yolları Ölçeği Alt Boyut Puanlarına Yönelik Grup Farklılığının ANOVA Sonuçları ………....…...……..…..58

Tablo 15. Boşanma Sonrası Zaman Açısından Umutsuzluk, Duygu Düzenleme ve Başa Çıkma Yolları Ölçeği Alt Boyut Puanlarına Yönelik Grup Farklılığının ANOVA Sonuçları ………..………...……..61

Tablo 16. Bakmakla Yükümlü Olunan Kişi Varlığı Açısından Umutsuzluk, Duygu Düzenleme ve Başa Çıkma Yolları Ölçeği Alt Boyut Puanlarına Yönelik Grup Farklılığının t Testi Sonuçları ……….…...63

Tablo 17. Çocuk Sayısı ve Hanedeki Kişi Sayısının Umutsuzluk, Duygu Düzenleme ve Başa Çıkma Yolları Ölçeği Alt Boyut Puanları İle İlişkisi İçin Pearson Korelasyon Analizi ...65

Tablo 18. Umutsuzluk, Duygu Düzenleme ve Başa Çıkma Yolları Ölçeği Alt Boyut Puanları İlişkisi İçin Pearson Korelasyon Analizi ………...…..66

(15)

KISALTMALAR

TDK: Türk Dil Kurumu

TUİK: Türkiye İstatistik Kurumu

DDÖ: Duygusal Düzenleme Ölçeği

BYÖ: Başa Çıkma Yolları Ölçeği

(16)

1. BÖLÜM

GİRİŞ

1.1. Problem Durumu

Avan (2019)’a göre boşanma, çiftlerin duygusal, ekonomik ve hukuki yönden bir araya gelmeleriyle oluşturulan evliliklerinin çiftler arası yaşanan sorunlardan kaynaklı olarak hukuki yöntemler kullanılarak sonlandırılmasıdır. Boşanma, evli çiftlerin aralarındaki duygusal, yasal ve cinsel bağı sona erdirme kararıdır. Boşanma stres yaratan bir olgudur ve psikososyal sorunlara neden olmaktadır (Uyar, 1999). Boşanma süreci kişilerin yaşamında önemli derecede etkilemekte ve değişikliklere neden olmaktadır. Bu süreçten ve yaşanılan değişikliklerden en çok etkilenen ise kadınlardır. İlgili alanyazın incelendiğinde de boşanmanın erkeklere göre kıyaslandığında kadınları daha çok etkilediği sonucuna varılmıştır (Batıgün ve Arsel, 2011, Avan, 2019,Küçükşen, 2016).

Ülkemizde boşanma istatistiklerine bakıldığında; 2001 yılından 2019 yılına kadar olan süreçte boşanma oranlarının arttığı gözlenmektedir. 2017 yılından 2019 yılına geçtiğimiz dönemde boşanma oranının %10,9 arttığı bilgisine ulaşılmıştır (TUİK,2019). Bu durumlar göz önüne alındığında ülkemizde ilerleyen yıllarda boşanma oranlarının daha çok artacağı ve bu alanda yapılan çalışmaların önemli olacağı görüşüne ulaşılmıştır. Günindi ve Ersöz (2011) boşanma istatistiklerinde meydana gelen artma ve çevre tarafından boşanmış kişilere ve bu kişiler içerisinde en çok boşanmış kadınlara karşı olan olumsuz bakış açısı da göz önünde bulundurulduğunda kadınların boşanma süreci sonrasında ruh sağlıkları ve sürecin onları nasıl

(17)

etkilediklerine yönelik araştırmanın zorunlu olduğu görüşünü bildirmiştir. Ayrıca boşanmış kadınlar ile ilgili literatür incelendiğinde genellikle boşanmanın nedenleri, boşanmanın çocuklara/ergenlere etkisi üzerinde durulmuştur. Boşanmış kadınların duygu düzenleme ve başa çıkma stratejileri ile ilgili çalışmalara yer verilmemiştir.

Boşanmış kadınların toplum tarafından önyargı ile karşılandığı, aile baskısı gördüğü, maddi açıdan zorluklar yaşadığı ve iş hayatında-sosyal çevrelerinde pek çok problem ile karşılaştığı bilinmektedir. Boşanmış olan kadınların yaşadıkları bu sorunlar onları psikolojik açıdan da etkilemektedir. Alanda boşanmış kadınların umutsuzluk düzeyleri ile ilgili yapılan çalışmalar incelendiğinde; sosyal çevrelerden gelen olumsuz bakış açıları ve tutumlar boşanma sürecinde olan kadınların umutsuzluk düzeylerini olumsuz yönde etkilediği bilgisine ulaşılmıştır (Avan, 2019). Özobacı ve ark. (2015) yaptıkları çalışma sonucunda boşanmış kadınların yeterli sosyal destek görmemesi nedeniyle umutsuzluk yaşamalarının mümkün olduğu görüşünü bildirmişlerdir.

Türkiye’de bu alandaki çalışmaların sınırlı olduğu görülmüştür. Yapılan çalışmalar genellikle boşanmanın nedenleri, boşanmanın ergenler ve çocuklar üzerindeki etkisi ile ilgili çalışmalardır. Bu durumdan dolayı boşanmış kadınlar ile ilgili bu çalışmanın literatüre katkı sağlayacağı ve yapılacak diğer çalışmalara ışık tutacağı düşünülmüştür. Çalışmanın dezavantajlı grubu ele alması ve duygu düzenleme, umutsuzluk ve başa çıkma stratejileri gibi daha önce bir arada çalışılmamış farklı değişkenler ile beraber incelenmesi; diğer araştırmalara ve alanyazına katkı sağlayacağı yönünde kanaat oluşturmaktadır. Araştırma çerçevesine dahil olan kadınların boşanmış olması, sosyal çevrenin yaklaşımı, maddi durum vb. birçok değişkende göz önüne alındığında bu grubun umutsuzluk düzeyleri, duygularını düzenleyebilme becerileri ve içinde bulundukları duruma karşı kullandıkları başa çıkma stratejilerinin değişkenlik gösterebileceği düşünülmektedir. Bu sebeplerden dolayı boşanmış kadınların umutsuzluk, duygu düzenleme ve başa çıkma stratejilerinin incelenmesi gerektiği düşünülmektedir.

(18)

1.2. Araştırmanın Amacı

Araştırmanın amacı boşanmış olan kadınların umutsuzluk, duygu düzenleme alt boyutları ve başa çıkma stratejileri alt boyutları ile sosyo-demografik özelliklere göre aralarındaki farkın ve umutsuzluk, duygu düzenleme alt boyutları ve başa çıkma stratejileri alt boyutları arasındaki ilişkinin saptanmasıdır. Araştırmanın amacı kapsamında belirlenen alt amaçları;

1. Yaş açısından; umutsuzluk, duygu düzenleme alt boyutları ve başa çıkma stratejileri alt boyutları arasında anlamlı fark var mıdır?

2. Eğitim durumu açısından; umutsuzluk, duygu düzenleme alt boyutları ve başa çıkma stratejileri alt boyutları arasında anlamlı fark var mıdır? 3. Meslek boyutu açısından; umutsuzluk, duygu düzenleme alt boyutları

ve başa çıkma stratejileri alt boyutları arasında anlamlı fark var mıdır? 4. Aylık gelir açısından; umutsuzluk, duygu düzenleme alt boyutları ve

başa çıkma stratejileri alt boyutları arasında anlamlı fark var mıdır? 5. Boşanmadan sonra geçen süre açısından; umutsuzluk, duygu

düzenleme alt boyutları ve başa çıkma stratejileri alt boyutları arasında anlamlı fark var mıdır?

6. Bakmakla yükümlü olunan kişi varlığı açısından; umutsuzluk, duygu düzenleme alt boyutları ve başa çıkma stratejileri alt boyutları arasında anlamlı fark var mıdır?

7. Çocuk sayısı ile umutsuzluk, duygu düzenleme alt boyutları ve başa çıkma stratejileri alt boyutları arasında anlamlı bir ilişki var mıdır? 8. Hanedeki kişi sayısı ile umutsuzluk, duygu düzenleme alt boyutları ve

başa çıkma stratejileri alt boyutları arasında anlamlı bir ilişki var mıdır? 9. Umutsuzluk, duygu düzenleme alt boyutları ve başa çıkma stratejileri

alt boyutları arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?

1.3. Araştırmanın Önemi

Boşanmış olan kadınlar ile ilgili yapılan araştırmalara bakıldığında bu alanlarda sınırlı sayıda çalışma olduğu görülmüş ve bu durumda alanda yapılacak olan çalışmanın önemli olduğu görüşüne ulaşılmıştır. Ayrıca boşanmış olan kadınlar ile ilgili yapılan çalışmalar genellikle boşanmanın nedenleri ve çocuk/ergen üzerindeki etkisi ile ilişkilidir. Umutsuzluk konusunu

(19)

ele alan çalışmalar mevcuttur fakat sınırlı sayıdadır. Ele alınan konular sınırlı konulardır. Alanda umutsuzluk düzeyi ve duygu düzenleme değişkenlerinin bir arada olduğu bir çalışma yapılmamıştır. Araştırmanın boşanmış kadınlar ve umutsuzluk, duygu düzenleme gibi farklı değişkenler ile incelenmesi alanyazın için önemli olabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca ilgili literatür incelendiğinde, boşanmış kadınların süreçten daha fazla etkilenmesi, maddi – manevi pek çok zorlukla karşı karşıya gelmesi, boşanmış kadınların daha önce deneyimlemediği sorumluluk alanlarına girmesi ve bu durumlara ek olarak toplumun baskıcı tutumu ve yanlış bakış açısı eklendiğinde bu grup ile çalışmanın önemli olabileceği fikri ortaya çıkmıştır.

1.4. Sınırlılıklar

Araştırmada kullanılan veriler, Hatay ili Kırıkhan ilçesinde ikamet eden ve boşanmış olan kadınlardan toplanan verilerle sınırlıdır.

Araştırmaya cevap veren kişilerin, ölçme araçlarındaki soruları cevaplandırırken gerçek duygu ve düşüncelerini yansıttıkları kabul edilmiştir. Araştırmaya katılan bireylerin ankete istekle cevap verdiği ve anketi doğru ve eksiksiz biçimde cevapladıkları varsayılmıştır. Katılımcıların soruları cevaplarken kelimelerin gerçek manasıyla anladıkları kabul edilmiştir. Oluşabilecek kavram yanılgıları göz ardı edilmiştir. Anketin örneklem sayısının arttırılmasında zorluklar yaşanmış, kişiler katılım konusunda isteksiz davranarak önemli bir kısıtı oluşturmuşlardır.

Bu araştırma ‘‘Umutsuzluk Ölçeği, Duygusal Düzenleme Ölçeği, Başa Çıkma Yolları Ölçeği ve Sosyo-Demografik Form’’dan alınan veriler ile sınırlıdır.

1.5. Tanımlar

Boşanma: Evli olan çiftlerin verdikleri tepkileri, inançları, benlikleri,

alışkanlıkları ve ait oldukları toplumlara ilişkin değerlerinin birbiri ile uyumsuz olması sonucu ayrılma durumudur (Oğurtan, 2011).

Umutsuzluk: Umutsuzluk terimi, gelecekten beklentilerinin olumsuz olacağı

ve olumsuz durumlar yaşanacağı düşüncelerini içerisinde bulundurur (Abramson Metalsky ve Alloy, 1989). Kişinin geleceği ile ilgili tutum ve

(20)

motivasyonunun kötümser olması durumudur (Gençöz, Vatan ve Lester, 2006).

Duygu düzenleme: Duygu düzenleme kavramı bireylerin hedeflerine uygun

olan eylemlerinde duyguları üzerinde kontrol sağlayabilme, değerlendirebilme, değiştirebilme ve izleyebilme becerilerine sahip olabilme yeteneğidir (Gross ve Thompson, 2007).

Başa çıkma: Kişinin yaşamında var olan zor bir durumu anlaması ve bu zor

durumu aşmak için belirli yollar izlemesidir (akt. Karacabey, 2019; Friedman, 2001).

(21)

2. BÖLÜM

KAVRAMSAL ÇERÇEVE VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

2.1. BOŞANMA

2.1.1. Boşanma nedir?

Aile, toplumsal yaşama düzen getirmeyi sağlayan, kişilerin neslinin devam etmesinde etkisi olan aynı zamanda ekonomik, sosyal ve psikolojik ihtiyaçlar olarak nitelendirdiğimiz bireysel ihtiyaçlarımıza karşılık veren bir sistemdir. (Fiyakalı, 2008). Ailenin temeli evlilik ile atılır ve toplumun en küçük yapısı olarak bilinir. Toplumda var olan bireylerin birbiri ile iletişimlerini doğrudan etkileyen bir yuva olarak tanımlanır. (Okumuş, 2012).

Aile toplumda birçok fonksiyona sahip bir kurumdur. Bu fonksiyonlardan birkaçı psikolojik doyum sağlama, din, eğitim, boş zamanları değerlendirme, psikoloji ve toplumsallaştırma gibi alanlardır. Boşanma, evli eşlerin beraber oldukları süreç içerisinde isteklerini elde edememesi, beklentilerini karşılayamaması ve psikolojik açıdan tatmin olamamaları nedeniyle evliliklerini yasal yollarla bitirmeleridir (İlgar, 2004). Boşanma her ne kadar aileyi etkileyen ve üzen bir durum olsa da toplum açısından da olumsuz olarak nitelendirilen bir olgudur. Psikolojik anlamda bakılacak olduğunda boşanma aile birliğinin kopmasına, ailenin ayrılmasına ve bütünlüğünün dağılmasına neden olan ve yakın çevrede de yıkıcı etkileri olan aynı zamanda da kişi için stres yaratan bir süreçtir. Boşanma sadece kişiyi ve yakın çevresini olumsuz olarak etkilememektedir bu durumlara ek olarak boşanan kişilerin psiko-sosyal ve sosyo-ekonomik yönden de olumsuz olarak etkilendiği görülmektedir (Demirkan ve ark., 2009).

(22)

Aile için olumsuz sonuçları olan, aile bireyleri için yıkıcı ve sarsıcı etkileri olan boşanma olgusu birçok kişi tarafından farklı açıklamalar ile tanımlanmıştır. Bunlardan birkaçına aşağıda yer verilmiştir.

Uyar’a (1999) göre boşanma, çiftler arasında mevcut olan yasal, cinsel ve duygusal beraberliğin bitirilmesidir. Oğurtan’a (2011) göre boşanma, evli olan çiftlerin verdikleri tepkileri, inançları, benlikleri, alışkanlıkları ve ait oldukları toplumlara ilişkin değerlerinin birbiri ile uyumsuz olması sonucu ayrılma durumudur. Sbarra ve ark. (2015) boşanmayı öncelikle dikkate alınması gereken ve stres oluşturan bir kaynak, yaşamda değişikliğe neden olabilecek bir geçiş ve yaşamsal bir deneyim olarak yorumlamıştır. Aynı zamanda boşanmanın önemli maddi değişimlere, arkadaşlık (sosyal çevre) ve sosyal ilişkilerdeki değişikliklere, evlerin ayrılması (taşınma), anne-baba çalışmalarının yönetilmesi ve yasal/resmi ilişkilerin gündeme gelip üzerinde görüşülmesi gibi değişikliklere neden olduğundan tüm bu değişimlerin yorucu, karmaşık ve zor bir yaşam tecrübesi olduğu görüşündelerdir (Sbarra, Hasselmo ve Bourassa, 2015).

2.1.2. Boşanmaya İlişkin Kuramlar

Boşanma ile ilgili araştırmalar 1970’lerde ivme kazanmıştır. Fakat 1980’lerde sistemli olarak çalışmalara odaklanılmıştır. 1980’lerden gelen araştırmalarda dahil olmak üzere yapılan araştırmalarda “Sosyal Değiş-Tokuş Kuramı” (sosyolojik yönlü) ve “Kriz Kuramı” (sosyal ve psikolojik yönlü) dikkate alınmıştır (Uyar, 1999).

2.1.2.1. Sosyal Değiş Tokuş Kuramı

Bu kuram boşanmanın nedenini kişinin ilişkilerinde kazandığı ödülleri ve bunlara harcadığı maliyeti algılaması olarak tanımlamaktadır. Kazanılan ödüller ve harcanan maliyetler kısmı boşanmanın maddi olarak ele alındığını gösterse de ilerleyen zamanlarda kuramın ödül ve maliyetler bölümüne duygusal boyutta bakış ilave edilmiştir. Bu kuram temel alınarak geliştirilen mevcut iki model bulunmaktadır. Bu modeller; Levinger (1970) Sosyal Değiş Tokuş Kuramı ve Becker (1981) Sosyal Değiş Tokuş Kuramıdır. (Becker, 1981; akt. Uyar, 1999).

(23)

Levinger’in (1970) Sosyal Değiş Tokuş Kuramı’nda, evli çiftlerin birbirlerine olan saygı, sevgi ve yakınlıkları kısacası bağlılıklarını üç unsur etkilemektedir. Bu unsurlardan ilki olan evliliğin çekiciliği kavramı, eşler arasındaki sevgi, dostluk- arkadaşlık ihtiyacı, beraber olma ihtiyacı, cinsellik, ev sahipliği, maddi kazançlar, sahip olunan meslek, sosyal anlamda uyum ve benzerlik ve eğitim düzeylerini kapsamaktadır. Bahsedilen bu faktörler evliliğin bir uyum içerisinde devam etmesi ve korunmasında önemli rol oynamaktadır. Sosyal değiş tokuş kuramında bahsedilen ikinci unsur ise engellerdir. Engeller; çiftlerin evliliklerinin sürdürülebilir olma durumunu olumsuz yönde ve bozucu olarak etki eden faktörlerdir. Engel faktörleri ise, ebeveynlerin bakımına muhtaç olan çocukların bulunması, toplumun boşanmaya karşı olan olumsuz tutumları, boşanmaya onay vermeyen inançlar (dini, sosyo-kültürel topluluklar), boşanma ile ilgili hukuki konular (nafaka, velayet, mal paylaşımı vb.), maddi güçlükler, evliliğe karşı olan bağımlılık durumudur. Levinger’in belirlediği son unsur ise alternatiflerin çekiciliğidir. Bu unsur, evlilik ilişkisi dışında yaşanan bir ilişkinin evlilikten daha çekici olmasıdır. Dışardaki bir ilişkiyi daha çekici olarak görmeyen bireyler boşanmaya taraftar olmazlar. Çekicilik kavramının bahsi geçtiğinde akla sadece kadın veya erkek gelmemelidir. Kadın veya erkeğin dışında çiftelere daha başka olgular da çekici gelebilir. Kendini gerçekleştirme, potansiyel eşler ve bağımsızlık bu olgulara örnek niteliğindedir (Levinger,1970).

Becker’in (1981) Sosyal Değiş Tokuş Kuramı’nda, çiftler evli kalınması durumunda olumlu olarak nitelendirilecek faydaları ve bunun yanı sıra harcadıkları maliyetleri göz önünde bulundurmaktadır. Bu kuramın temelinde insanların bilgilerinin yetersiz olması görüşü yer almaktadır. Şöyle ki evlenecek olan çiftlerin birbirleri ile ilgili bilgilerinin eksik olması evliliğin yararı veya maaliyeti hakkındaki yorumları da eksik kılmaktadır. Eş hakkında toplanan bilgiler eğitim düzeyi, ailevi durum, dış görünüş gibi daha yüzeysel bilgilerden oluşmaktadır. Daha derin bilgiler ise önceden toplanan yüzeysel bilgilerin yorumlanması ile oluşmaktadır. Ne kadar da olsa karakteristik özellikler, bakış açısı ve değerler vb gibi derin bilgilere yorumlama ile ulaşabilmek güçtür. Becker bu konudaki bilgi eksikliğinin boşanmaya neden

(24)

olduğu ve boşanmaların, kolaylıkla ulaşılamayan derin bilgilerin evliliğin ilk yıllarında ortaya çıkmasından kaynaklandığı görüşündedir (Becker, 1981).

2.1.2.2 Süreç Kuramı

Bohannon (1970) boşanmanın çok boyutlu bir süreç olduğunu ileri sürmektedir ve boşanmayı altı basamakta açıklamaktadır. Bu basamaklar; kişi için karmaşık ve zorlu zamanlarında sosyal çevreden uzaklaştığını, sevdikleri kişiler tarafından yaşadıklarının fark edilmediğini düşündükleri ve sosyal çevrelerine daha önce olmadığı bir durumla katılma durumunda kaldıklarını ve sosyal ortamındaki değişimleri tanımlayan sosyal boşanma; evliliğin yasal yollar ile resmi olarak bitmesi ile kanuni boşanma; çiftler arasında veya herhangi birinde duygusal anlamda uzaklaşma, istek kayıpları ve geri çekilmeler ile ilgili duygusal boşanma; eşlerin boşanma sürecindeki nafaka, para vb. gibi maddi paylaşımları, ekonomik değişiklikleri ve düzeltmeleri içeren ekonomik boşanma; boşanma sürecinde eşlerin çocukları varsa, çocukların kimde kalacağı (velayeti), ebeveyn olarak yeni yaşantılarında çocuklarla/çocuksuz devam etme durumu, çocuklara karşı anne/babanın takındığı tavır ve ilişkileri içeren anne ve baba olma yönüyle/ aile olma yönüyle boşanma; eşlerin ikisi içinde zor olan döneme giriş yaparken bir taraftan bağımsız ve özgür olma diğer taraftan benliklerini bulmalarına yönelik çabalarını içeren ruhsal/psikolojik boşanmadır (Bohannon, 1970).

2.1.2.3 Kriz Kuramı

Wiseman (1975) kriz kuramını Kübler-Ross’un (1973) yas teorisini göz önüne alarak oluşturmuştur. Boşanmayı bir kriz olarak nitelendiren ve bu şekilde ele alan Wiseman (1975) boşanma sürecini beş adımda ele almıştır. İlk adım olan reddetme, “ruhsal ayrılma” şeklinde de tanımlanabilmektedir. Bu aşamada evlilikteki sorunlar bilinir fakat boşanma reddedilir ve bu durum kabul edilmez. Sorunların fark edilip göz ardı edilmesiyle çiftler arasında kriz ortamı oluşur. İkinci adım olan yitim ve çökkünlük evresinde kişiler ilişkilerinde bir problemin var olduğunu kabul etmek durumundadırlar. Bu evrede eşlerde fiziksel belirtilerin yanında motivasyonda azalma, mutsuzluk, pasiflik, geri çekilme belirtileri de görülebilmektedir. Üçüncü adım olan

(25)

kızgınlık evresinde, çiftler arasında boşanmaya dair hukuki konular, çocuk veya çocukların velayeti, maddi konular (nafaka, mal paylaşımı) gibi konular konuşulmaya başlanır ve bu konuşma sonucunda çiftlerin anlaşamaması durumu kızgınlık duygusunu arttırabilir. Dördüncü adım olan yeni bir yaşam biçimi ve karakter evresinde, evliliğini bitiren çiftler yeni yaşamlarına karşı düzenleme yapma ve uyum sağlama sürecine girerler. Uyum sağlamada problem yaşayan kişiler bunalım yaşayabilmektedir. Beşinci ve son adım olan onay ve entegre evresinde, boşanmadan kaynaklı yaşanan bunalım ve çökkünlük durumu yavaş yavaş kaybolur. Kişiler sosyal çevrelerinde kendileri için belirledikleri düzeye geldikten sonra yaşamlarına uyum sağlarlar. Kişilerin özsaygılarında artma, eski eşine karşı duyduğu kızgınlıkta azalma meydana gelir (Arıkan, 1992).

2.1.3. Türkiye’de Boşanma İstatistikleri

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TUİK) 2001-2019 yıllarını kapsayan çalışmalara yönelik evlenme sayısı, evlenme hızı, boşanma sayısı ve boşanma hızına yönelik istatistikler aşağıdaki tabloda gösterilmektedir.

(26)

Tablo 1.

Türkiye İstatistik Kurumu 2001-2019 Yılları Evlenme ve Boşanma İstatistik Verileri

Evlenme sayısı, kaba evlenme hızı, boşanma sayısı ve kaba boşanma hızı

Number of marriages, crude marriage rate, number of divorces and crude divorce rate

Kaba evlenme

Kaba boşanma

Evlenme hızı Boşanma hızı

sayısı marriage Crude sayısı Crude divorce

Yıl Number of rate Number of rate

Year marriages (‰) divorces (‰)

2001 544 322 8,35 91 994 1,41 2002 510 155 7,73 95 323 1,44 2003 565 468 8,47 92 637 1,39 2004 615 357 9,10 91 022 1,35 2005 641 241 9,37 95 895 1,40 2006 636 121 9,18 93 489 1,35 2007 638 311 9,10 94 219 1,34 2008 641 973 9,04 99 663 1,40 2009 591 742 8,21 114 162 1,58 2010 582 715 7,97 118 568 1,62 2011 592 775 7,99 120 117 1,62 2012 603 751 8,03 123 325 1,64 2013 600 138 7,88 125 305 1,65 2014 599 704 7,77 130 913 1,70 2015 602 982 7,71 131 830 1,69 2016 594 493 7,50 126 164 1,59 2017 569 459 7,09 128 411 1,60 2018(r) 554 389 6,81 143 573 1,76 2019 541 424 6,56 155 047 1,88

Kaynak: TÜİK verilerinden derlenmiştir (http://www.tuik.gov.tr).

TUİK’in 2001-2019 yılları arasındaki verileri incelendiğinde; 2001 yılından 2019 yılana kadar olan dönemde boşanma sayısı ve hızının artış gösterdiği görülmektedir. 2001 yılında boşanma sayısı 91.994 boşanma hızı ise % 1.41’dir. 2019 yılında ise, boşanma sayısı 155.047 boşanma hızı ise %1,88 olarak artış göstermektedir. Boşanma sayısının 91.022 ile en az olduğu yıl 2004 yılı iken en fazla olduğu yıl 155.047 ile 2019 yılı olarak kaydedilmiştir. Kaydedilen veriler incelendiğinde boşanma sayısının 2009 yılından itibaren ivme kazandığı görülmektedir. Evlenme sayısı ise 2001 yılında 544.322 iken 2019 yılında 541.424 sayısına ulaşmış fakat bu yıllar arasında evlenme hızı

(27)

%1,79 oranında azalmıştır. 2018-2019 yılları arasındaki evlenme ve boşanma istatistiklerini inceleyecek olursak; 2018 yılında boşanan çiftlerin sayısı 143.573 iken, 2019 yılında boşanan çiftlerin sayısı 155.047’dir. Bu durumda 2018-2019 yılları arasında boşanma sayısında %7.9 artış görülmüştür. Yine bu yıllar arasındaki evlenme sayıları ise, 2018 yılında 554.389 iken, 2019 yılında 541.424’dür. 2018-2019 yılları arasındaki evlenme sayıları ise %2.3 azalma göstermiştir (TUİK,2019). İllere göre kaba boşanma hızları incelendiğinde; Hakkari (‰ 0.16), Şırnak (‰ 0.28) ve Siirt(‰ 0.31) en düşük, İzmir (‰2,79), Muğla (‰2,77) ve Antalya (‰2,69) ise en yüksek boşanma hızına sahip illerimiz arasındadır. (TUİK, 2019).

2.1.4. Boşanmanın Kadınlar Üzerindeki Etkisi

Geleneksel ya da modern toplumda boşanma olgusu ve bu olgunun kadınlara yüklediği roller, algılar ve muameleler genellikle olumsuz bir yapıda olmaktadır (Sarpkaya, 2013). İlgili literatür incelendiğinde boşanmanın sadece kadınları etkilediğini söylemek yanlış bir tutum olmakla beraber doğrusu erkeklere göre kadınların bu süreçten daha çok etkilendiğidir.

Ülkemizde evliliklerini sonlandırmak isteyen kadınlar, eşleri, aileleri ve sosyal çevreleri tarafından bir şans daha vermeye ve bu durumu tekrar düşünmesi gerektiğine yönelik tutumlarla karşılaşmaktadırlar. Eğitim düzeyi düşük olan, hayatında iş sahasıyla hiç tanışmamış ve çalışmayı tecrübe edememiş bir kadının boşanmaya dair birçok sebebi varken gelecek olan tepkilerden ve karşısına çıkabilecek problemlerden dolayı boşanmayı bir süre erteleyebilmektedir (Can ve Aksu, 2016).

Boşanma olgusunun kadın üzerinde pek çok etkisi bulunmaktadır ve boşanmış kadınlar pek çok alanda sorunlarla karşılaşabilmektedir. Bunlar; çocukların velayet durumları, mahkeme sürecindeki olaylar, yaşanılan sosyal çevrede durumun değerlendiriliş biçimi ve boşanma kararının eşlerin arasında nasıl alındığı, boşanma sonrasındaki maddiyatla ile ilgili sorunlar, boşanmış biri olarak toplum içerisinde bağımsızlık çizgisini tanımlayamama, toplumca kabul görme beklentileri ve özgüven ile ilgili sorunlar, iş hayatında karşılaşılan problemler, boşanmış dahi olsa eski eşi, kendi ailesi ve çocuklar ile iletişimde yaşanılan sorunlar, boşanmış olmasından kaynaklı karşılaşılan

(28)

önyargılar ve yine bu durumdan kaynaklı kişisel arkadaşlık ilişkilerinde yaşanan problemler, kişisel olarak sahip olunan haklarını korumada karşılaşılan güçlükler, yeni bir evlilik yapma durumunda yaşanan sorunlar, sağlıksız ve dengesiz beslenmeden kaynaklı ortaya çıkan obezite ve benzer hastalıklar, erken menopoz, daha önceki alışkanlıklarını ve düzenini tekrar isteme, stresin neden olduğu sigara, alkol ve ilaç gibi zararlı alışkanlıklar, yüksek tansiyon, kanser, kalp- damar hastalıkları ve diğer sağlık sorunları, sevgi ve cinsel ihtiyaçların karşılanmamasından kaynaklı sorunlar ve psikosomatik rahatsızlıklar olarak sıralanabilir (Oğurtan, 2011).

2.2. UMUT

Tdk’ye göre umut; ‘’ummaktan doğan güven duygusudur’’ (TDK,1983). Frank (1968)’a göre; “İyi olma duygusu veren ve kişiyi harekete geçirmek için güdüleyen bir özellik”. (Frank, 1968; akt Kemer ve Atik, 2005). Miller (1985)’e göre kişinin var olan potansiyellerinin ortaya çıkarmasına olanak veren, zarar görmekten koruyan, duygu, beklenti ve arzuları olarak tanımlanmıştır. Redeout ve Montemura (1986)’ya göre; kişinin geleceğe yönelik belirlediği amaçlarını gerçekleştirebilmesi için beklentisinin sıfırdan fazla olmasıdır. Romera (1989)’a göre umut; kişinin hayatında belirlediği hedeflere ulaşabilmesine yönelik beklentisinin duygusal bir ögesi olarak tanımlanmıştır. Kutlu (1998)’ya göre umut; kişinin hayatındaki alanlardan birinde olumlu olarak kabul edilebilecek beklentiler olarak tanımlanmıştır. Kutlu aynı zamanda umudun motive etme, iyi olma duygusu verme ve harekete geçirme özelliklerini de vurgulamıştır.

Umudun yaşamı değiştiren, zenginleştiren ve motive eden bir güç olarak kişinin hayatında yer edinmesi bir diğer özelliğidir. Umudun sürdürülmesi ve düzeyi bireysel farklılıklardan etkilenmektedir. Kişilerin umutlu olması ve umutlu olmak için kullandığı yollar birbirinden farklıdır (Güner, 1999).

Umudun kişide bir çıkış yolu olabileceğini destekleyen ve hayattaki hedeflerinde başarıya ulaşacağını hissettiren olumlu etkileri vardır. Umudun

(29)

içerisinde kişinin istekleri ve isteklerini elde etmeye dair olan inançları mevcuttur (Üngören ve Ehtiyar, 2009).

2.3. UMUTSUZLUK

Amerikan Psikoloji Birliği’ne göre umutsuzluk; kişinin tercih seçeneklerinin kısıtlı olduğunu fark etmesi veya tercih etme özgürlüğünün bulunmadığı durumlarda bireysel olarak enerjisini harekete geçiremediği kişisel duygu durumudur (Yıldırım, 2007).

Cassidy'e (1957) göre umutsuzluk, kişinin hali hazırda içerisinde olduğu fiziksel, ruhsal veya toplumsal duruma karşı genel olarak düşüncesinin hiçbir şeyin düzelmeyeceği şeklinde olmasıdır. Umutsuzluk içerisinde olan kişi yaşamındaki önemli olayların olumsuz veya kötü olaylar şeklinde sonuçlanacağı beklentisi içerisindedir. Aynı zamanda içerisinde bulunduğu durumun hiçbir şekilde değişmeyeceği inancı mevcuttur.

Beck ve ark’na (1985) göre umutsuzluk, kişinin geleceğine karşı olumsuz beklentiler içerisinde olması ile ayırt edilmiş motivasyonel/bilişsel bir durum olarak açıklanmıştır. Beck’e (1973) göre umutsuz olan kişi olaylar sonucundaki başarısızlıklarını telafi edemeyeceğine ve var olan problemlerinin üstesinden gelemeyeceğine inanır. Elinde gerçek kanıtları var olmamasına rağmen yaşantılarını farklı anlamlandırır ve hedeflerine ulaşabilmek adına çabalamak yerine olumsuz beklentiler ve tutumlar içerisine bürünür.

Abromson ve ark.’na (1989) göre umutsuzluk, bireyin kendisini tanımlarken olumsuz özellikler kullanması, geleceği ile ilgili beklentilerinin olumsuz yönde olması, yaşam olaylarının olumsuzluğunu değişmez olarak görmesi ve genel olarak bu durumu kabul etmesi olarak tanımlanmıştır.

O’connor vd.’ne (2000) göre umutsuzluk “bireyin geleceğe yönelik kötümserliği olup, depresyon ve intihar arasındaki arabulucudur”.

Umutsuzluk gelecekte meydana gelecek olayların şimdiki olaylardan daha kötü olacağı ve geleceğe karşı olumsuz tutum ve beklentilerin bir sonucudur

(30)

(Bayam vd., 2002: 7). O`Connor vd. ’ne (2004) göre umutsuzluğun temel ögesi ‘’geleceğe yönelik olumsuz bakış”’ tır.

Umutsuzluk temel olarak kişinin geçmişteki olumsuz yaşam olaylarından kaynaklanmaktadır. Kişiler bu olaylarının sebepleri hakkında düşünürken diğer yandan da meydana gelebilecek olumsuz sonuçlarına odaklanırlar ve umutsuzluk bu durumun bir sonucu olarak meydana gelir (Şahin, 2002; 143). Umutsuzluğun ortaya çıkması ile beraber çaresiz ve suçlu hissetme, mutsuz olma duygusu da kendisini gösterir (Ağır, 2007).

Umutsuzluk, bireyin iyilik durumundan uzak kalışını, isteksiz ve amaçsız oluşunu içine alan ve hayatındaki olaylara kötümser bakış açısıyla yaklaşıp, negatif değerlendirmesi olarak tanımlanmıştır. Umutsuzluk anlamlandırma yetisinin bozulmasıyla beraber geçmiş yaşam olayları sonucunda meydana gelen boşluktur. Umutsuzluk şimdiki zaman ile gelecekteki zaman arasındaki köprünün yıkılması ve geçmiş yaşama karşı duyulan pişmanlıktır. Umutsuzluk kişinin hayata yüklediği anlamı kaybetmesidir (Üngüren ve Ehtiyar, 2009).

Umutsuzluk düzeyinde meydana gelen artış bireyin karşılaştığı problemlere çözüm yolları bulabilme, üretken olabilme ve kendisinde var olan bilgi ve becerileri sürekli olarak kullanabilme ve başarılı olabilme durumlarını olumsuz olarak etkilemektedir (Şengül ve Güner, 2012). Umutsuzluğun var olduğu bireylerde olumsuz tutumlar, kötümser yaklaşımlar ve başarısızlıklar en çok görülen özelliklerdir (Tümkaya, 2005).

Umutsuzluğun intiharı tetikleyici bir faktör olduğunu doğrulayan pek çok çalışma mevcuttur. Poch ve ark. (2004) çalışmalarında, genel nüfusta umutsuzluk puan ortalamalarının hayli yüksek olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Umutsuzluk, çaresizlik ve karamsarlık değişkenlerinin sosyal yeterlilik ve ruhsal iyi olma durumu ile ilişkili olduğu düşünülmektedir. Umutsuzluk düzeyleri yüksek olan kişiler yaşamlarında herhangi bir olumsuzlukla karşı karşıya geldiğinde psikopatoloji belirtileri geliştirmeye daha yakın durumdadırlar. Yapılan çalışmalar; umutsuzluğun veya var olmayan umut düzeyinin hem kişinin sağlığı hem de iyilik hali (well-being)

(31)

üzerinde önemli bazen de zarar veren etkilerinin olduğunu göstermiştir (Yıldırım, Akça, Şahin, 2011: 173-175).

Umutsuzluk ile ilgili yapılan tanımlar incelendiğinde umutsuzluk; gelecekteki veya şu anki yaşantıya karşı duyulan inançsızlık, isteksizlik ve karamsarlık duygularını barındırır. Bireyin hedefleri için çabalamasına, bir duruma veya olaya karşı istekli ve inançlı olmasına engel olur. Kişiyi olumlu ruh halinden uzaklaştırarak karamsarlığa sürükler.

2.3.1. Umutsuzluğun Nedenleri ve Belirtileri

Umutsuzluğun altında yatan temel sebep kişinin geçmiş yaşantısındaki olumsuz yaşam olaylarıdır. Kişi olumsuz yaşantısından ötürü olayların nedenini ön planda tutarken, diğer taraftan bu olayların doğurduğu olumsuz sonuçları ve bu olumsuz sonuçların kendisine ne tür tesirleri olacağı hakkında düşünceler geliştirir. Umutsuzluk birbirini takip eden bu aşamalar sonucunda oluşur. (Şahin, 2009).

Depresyonun özellikleri arasında umutsuzlukta yer alır. Umutsuzluk sosyal davranışlarla (işbirliği, çatışma ve iletişim vb.) beraber görülebildiği gibi bazı duygu ve davranışlarla da ilişkilendirilebilir. Bunlar; umarsızlık, eyleme geçmede zorluk, karar vermede tereddüt yaşama, işleri ilerletememe ve suçluluktur (Ekşi, Otrar ve Yukay, 2003).

Amerikan Psikoloji Birliği (1997) tanımlamasına göre umutsuzluğun belirtileri; içerik olarak kötümser ifadelerle konuşma ve olumsuz olarak nitelendirilen anlatım biçimleri, , insiyatif kullanmada azalma, çevredeki uyarıcılara karşı gösterilen tepkilerin azalması, özbakımını ihmal etme duygularını gösterme ve ifade etmede azalma, eylemsizlik, kendisiyle iletişime geçen kişiye karşı ilgisiz kalma, davranışların ilgisizliği, sosyalleşmekten kaçınma, çok fazla uyuma, çok az uyuma, iştahta azalma olarak tanımlanmıştır (akt. Yenibaş ve Şirin, 2007).

2.3.1.1 Benlik Yitimi

Bireyin, şahsı ile ilgili yorumları, kararları ve zihninde kendisini nasıl gördüğü ile ilgili düşünceleri benlik kavramını oluşturur. Benlik kavramında meydana gelen değişmeler, kişinin kendisini başkalarından farklı olarak değerlendirdiği,

(32)

ayrı tuttuğu anda başlar. Yaşanan değişim sonrası benliği başkaları tarafından olumlu veya olumsuz yorumlarla karşı karşıya kalma, diğerleri tarafından kabul edilme veya reddedilme etkilemektedir (Gençtan, 2010). Horney’e (1998) göre umutsuzluk kurtulma olanağının mümkün kılınmadığı çatışmalar ile karşı karşıya kalabilme hissiyatının olduğu durumlarda ortaya çıkmaktadır. Bu çatışmaların temelinde yalancı benlik ve gerçek benlik yer almaktadır. Yaşanan çatışma ise benliğin olgunlaşabilmeye uygun ortamı bulamaması sonucu, kişinin kendisini engellenmiş hissetmesiyle ortaya çıkar. Çatışmaların son bulması gerçek özün yoğunluğunun azaltılması adına bilinçten uzaklaştırılıp baskı altına alınması ile mümkündür.

2.3.1.2 İnanç Yitimi

Adler’e (2002) göre kininin yaşama, kendisine inanması ve güvenmesinde erken dönem çocukluk yaşantıları önemli bir yer tutmaktadır. İlk çocukluk döneminden kalan izlenimler kişinin hayata karşı nasıl bir bakış açısının olacağını doğrudan etkilemekte ve şekillendirmektedir. İlk izlenimlerin edinildiği dönemde olumsuz yaşantılarla karşılaşılmış ise bu durum kişiyi hayata karşı da karamsar bir tutum içerisinde olma yönünde etkilemektedir. Bu durumların dışında eğitimde kullanılan baskıcı, aşırı kontrollü veya tam tersi aşırı serbest ve rahat bir yöntem de kişinin hayata karşı olumsuz ve karamsar bir bakış açısına sahip olmasını etkileyebilir.

2.3.1.3 Anlam Yitimi

Yalom’a göre birey olabilmek için en temel şart anlam arayışı içerisinde olmaktır. Bütün bireylerde yaşama ve belirsizliğe karşı bir anlamlandırma çabası mevcuttur. Anlamın yitirilmesi veya anlamsızlığın mevcut olması halinde madde bağımlılığı, nevroz ve psikoz, intihar eğilimi ve özgüven eksikliği ortaya çıkabilmektedir (Yalom, 2001).

2.3.1.4 Üretken Olamama

Üretkenliğin olanakları ve tesirleri göz önüne alındığında büyük bir tecrübe biçimi olarak görülür. Canlıların yaşamını sürdürdüğü her yerde mutlak bir üretkenlik söz konusudur. İnsanda var olan bilinçli üretkenlik, onu diğer canlılardan ayrı tutar. İnsan üretkenliğini devam ettirdiği sürece aktiftir.

(33)

Üretken olamama veya üretkenliğin pasifize olması kişinin ruhsal anlamda karmaşa içerisine girmesine sebebiyet verir. Yaratıcılık, üretkenlik ya da kişiye doyum sağlayacak herhangi bir uğraş edinmek ruh sağlığını olumlu yönde etkiler ve kişinin yaşamına, kendisine olan güvenini destekler (Bahadır, 2000).

2.3.2. Bilişsel Yaklaşım Kuramına Göre Umutsuzluk

Duberstein ve ark. (2001) bilişsel yaklaşımın, umutsuzluğu inceleme ve anlamada daha uygun bir yaklaşım olduğu görüşüne kanaat getirmişlerdir. Bilişsel yaklaşımı benimseyen kuramcılara göre umutsuzluk, kişinin olumsuz beklentilerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Corey umutsuzluğu, kişinin yaşantıları yönünde şimdiki anı ile geleceği arasındaki bağın kopması şeklinde tanımlamıştır (Corey, 2008).

Beck’in bilişsel kuramı, olumsuz öz-şemaya sahip olan bireylerin düşünce ve hafızası da olumsuz olarak etkilendiğinden dolayı benliklerine yönelik işlevli olmayan yüklemeler yaptığını belirtmektedir. Olumsuz öz-şemaya sahip bireyler benlik değerlerini ya kusursuz olmak ya da başkalarınca kabul edilmek ve onay almak ile ölçebilirler. Kendilerini olumsuz yönde etkileyen durumlarla karşılaşan bireylerin inançları da olumsuz yönde etkilenir ve depresyona daha meyilli bir hale gelirler (akt. Damar, 2015; Alloy ve ark., 2001). Beck depresyonun psikolojik yapısını açıklarken bilişsel üçlü kavramını kullanır ve bilişsel üçlü içerisinde umutsuzluğu da barındırır. Bilişsel üçlü kişinin kendisine, dış dünyaya ve geleceğe karşı tutum ve tavırlarını içerir. Depresif durumda olan bireyin kendisine, dış dünyaya ve geleceğe bakışı olumsuz yönde olmaktadır. Bu durum bireyin yaşama karşı umutsuz bir tavır içerisinde olmasına sebebiyet verir (Sungur, 1994).

Depresif hastaların bilişsel üçlüsü, kendilerine karşı ‘‘hatalıyım, yetersizim ve suçluyum’’, dünyaya karşı ‘‘kimse bana yardım etmez’’, Geleceğe karşı ise ‘‘hiçbir şey düzelmeyecek’’ şeklindedir. Depresif kişilerin bilişsel üçlüsü umutsuzluk ve olumsuz beklentiler içerir (Türkçapar, 2013).

(34)

2.3.3. Psikanalitik Kurama Göre Umutsuzluk

Freud tarafından oluşturulan Psikanalitik yaklaşımın amacı insanların doğasını anlamak ve açıklamaktır. Freud’a ait olan Psikoseksüel gelişim kuramı oral, anal, fallik, latent ve genital olmak üzere beş dönemden oluşmaktadır. Oral dönemde, annede var olan umutsuz ve karamsar tutum çocuğun kendini sevilebilir biri olarak algılamasını ve umudundaki gelişimi engellenmesine neden olmaktadır. Bu dönemde var olan umut, temel güven duyguları ve inancın sevginin belirleyicisi olduğu belirtilmektedir (Corey, 2008).

İki karşıt kavram olarak nitelendirilen umut ve umutsuzluğun oral dönemde gelişmeye başladığı bilinmektedir. Bu dönemde çocuğa aşılanmak istenen umut olgusu anne ve çocuğun iletişime bağlıdır. Eğer anne çocuğuna karşı sevecen, empati gösterebilen ve olumlu diğer yeteneklere dayalı bir iletişim kurarsa çocuğun bu özellikleri alabilmesine ortam sağlar. Olumlu anne-çocuk ilişkisi, annenin çocuğa umudu verebilmesi konusunda yararlı olur. Annenin çocuğa kazandırdığı yetenekler çocuk için inanç, umut ve temel güven duygusunun alt yapısını oluşturur. Çocuk için bu kavramlar deneyimlerle sabitlenmediği ve geliştirilmediği durumlarda çeşitli bozukluklar ortaya çıkar. Bu olumsuz sonuçlar beraberinde umutsuzluğu getirir. Bu durumların dışında; arzu, istek ve beklentilerini, umutlarını, net olarak belirtemeyen ve kazanımlarını hak etmeye değer bir kişi olarak görmeyen bireylerde umutsuzluk ortaya çıkabilmektedir (Odağ, 1975).

2.4. DUYGU DÜZENLEME

2.4.1. Temel kavramlar

Duygulanım, kişinin çevreden gelen uyaranlara, düşüncelere, durumlara, olaylara ve anılara duygusal tepki verebilme gücü olarak tanımlanmaktadır (Öztürk, 2008). Bireyin, belirli bir süreyi kapsayacak şekilde, farklı seviyelerde hüzünlü, öfkeli, çökkün, rahat veya tedirgin duygulanım içerisinde bulunması haline duygudurum denir (Gürdal, 2015). Duygudurum, duygulardan daha uzun sürmesi yönüyle farklılık göstermektedir. Duygularda

(35)

ise, nesneler daha ön plandadır ve nesnelere bağlı olarak verilen davranışsal tepkiler mevcuttur. Duygudurum, duyguların aksine doğrudan bir nesneye bağlı kalmaksızın yaklaşma yahut geri çekilme gibi tepkilerle kendisini gösterir. Duygularda ön planda ve etkili olan nesnelerken; duygudurumda bilişsel süreçlerdir (Gross ve Thompson, 2007).

TDK’ye (2016) göre duygu, kişinin hayatındaki belirli bir olay veya durumun kendi içsel dünyasındaki yansıması, izlenimidir. Duygular ile ilgili araştırmalar daha çok duyguların kaynağı, amacının ne olduğu ve sonuçlarının nelere sebebiyet verdikleri ile ilgilidir. Bu araştırmalar sonucunda stresli ve yıkıcı durumlara karşı duyguların davranışlarda olumsuz etkisi olduğu ve mantıklı adımlar atılmasına engel verici nitelikte oldukları görüşüne ulaşılmış ve duygular göz ardı edilmiştir. Günümüzde ise duyguların davranışları etkilediği ve yönlendirici etkide olduğu görüşü vardır (Davis, 2004).

Duyguların kişinin hayatında önemli fonksiyonları bulunmaktadır. Bu fonksiyonlar; öğrenme güdüsünü faaliyete geçirme, bireyin günlük yaşantısında karar verebilme ve diğerleri ile iletişime geçebilme yollarını kolaylaştırma, kişinin var olan kapasitelerini ve sınırlarını aşmasına yardımcı olma olarak sıralanabilir. (Goleman, 2007). Kişinin bilişsel yapısını şekillendirmede ve davranışlarını yönlendirmede önemli rol oynayan duygular, aynı zamanda birey hakkında gerekli olan verileri de anlamamıza yardımcı olur. Duygular, bireyde problem olgusu yaratacak olayları veya başarıya ulaşma amacı güdülen konuları basite indirger ve baş edebilmeyi sağlar (McClure, Halpern, Wolper, ve Donahue, 2005).

Duygular an odaklı olduğu için, yaşanılan ana odaklanır ve o anı güzelleştirmeyi sağlarlar. Ana odaklanmak ve anları yaşamak yoğun bir enerji gerektirir. Yoğun enerji harcanmasına neden olan bu durum, bireyi yormak yerine huzur verici bir etkiye sahiptir (Greenbeg, 2015). Aynı zamanda anda kalmak ve o ana odaklanmak bireyin dikkatini toplamasını sağlar ve farkındalığını arttırır. Birey anda kalırken, yaşadığı her duygunun, davranışın ve tepkinin bilincindedir. Üzüntü duyduğu, korktuğu veya mutlu olduğunda duyduğu hislerin bilincindedir. Birey ne zaman hangi duyguyu yaşadığını üzüntü, korku veya sevinç farkındadır (Kabat- Zinn, 2000, akt. Uygur, 2017).

(36)

2.4.2. Duygu Düzenleme

Duygu düzenleme, bireylerin hedeflerine uygun olan eylemlerinde duyguları üzerinde kontrol sağlayabilme, değerlendirebilme, değiştirebilme ve izleyebilme becerilerine sahip olabilme durumudur (Gross ve Thompson, 2007). İlgili alanyazın incelendiğinde duygu düzenleme ‘duygusal düzenleme’ , ‘duygu kontrolü’ ve ‘duygu yönetimi’ gibi birçok farklı isimle kullanılmaktadır.

Duygu düzenleme, duyguları gözlemleme, yorumlama ve bunun sonucunda var olan olumlu-olumsuz duygularla baş edebilme becerisi olarak tanımlanmıştır. Aynı zamanda kaygı veren problem durumlarla karşı karşıya kalındığında, duygularını idare edebilme ve onların üstünde kontrol sahibi olabilmedir (Gottman ve Katz, 2002). Duygu düzenleme kavramı olumlu ve olumsuz duyguların kontrol altına alınması sürecini içerir. Bu süreç boyunca olumlu ve olumsuz duygusal tepkilerin azaltılması-arttırılması, değiştirilmesi ve sürdürülebilmesi kişinin kontrolü altındadır (Ertan, 2013).

Duygu düzenlemenin literatürdeki tanımlarına bakıldığında; bütün olumlu-olumsuz duyguları düzenleyebilme, kişi için problem yaratan, baskı altında hissettiren durumlarda, ruhsal durumlarını düzenleme ve aynı zamanda kontrol altına alabilme becerileri üzerinde durulmuştur (Koole, 2009).

Duyguları düzenleme, sevilen, kişide olumlu bir izlenim bırakan ve hoşnut olduğu yaşantıların arttırılması, tam tersi izlenim bırakan ve kişinin hoşnut olmadığı yaşantıların azaltılması yoluyla ruhsal durumu daha iyi hale getirme çabası olarak tanımlanmıştır (Salovey ve Mayer, 1989, akt. Uygur, 2017). Duygu düzenleme kavramının tanımı, kişinin duygularını kontrol edebilme veya duygularını değiştirebilme becerileri ile sınırlandırılamaz. Bu kavram içerisinde içsel ve dışsal süreçleri barındırır. Kişinin hedefine ulaşmak amacıyla ilişkili duyguları başlatması, bu duyguları sürdürebilmesi ve ihtiyaç olunduğu takdirde bu duygular içerisinde gereken düzenlemeyi yapabilmesi sürecini içermektedir (Cole, Michel ve Teti, 1994; Gyurak, Gross ve Etkin, 2011; Akt. Bozkurt Yükçü, 2017: 443).

(37)

Kişinin hedeflerini tanımlaması ve karara varmasında duyguların önemli bir etkisi vardır. Duygusal düzenlemenin ise, kişilerin tanımladığı hedeflerinin başarıya ulaşmasında kolaylaştırıcı olduğu, gereksinimlerinde doyumu getirdiği ve kendini gerçekleştirme konusunda yarar sağlayıcı etkisi bulunmaktadır. Duyguların düzenlenmesinde çeşitli yöntemler kullanılmaktadır ve bu yöntemler kişiden kişiye farklılık göstermektedir. Dikkati başka bir yöne kaydırma, düşünceyi bastırma ve içinde bulunulan durumu bilişsel olarak tekrar yorumlama bireyler tarafından kullanılan duygu düzenleme stratejilerinden birkaçıdır (Koole, 2009).

Duygusal düzenleme yapısında duygusal tepkiler ve bu tepkileri kapsayan içsel ve dışsal süreçleri bulundurur. Çevrede yaşanılan olayları değerlendirme, izleme, yorumlama ve bunların sonucunda verilen tepkiler bu yapı içerisindedir. Duygusal düzenlemenin içeriğinde bulunan unsurlar ileride bu beceriyi geliştirmeye yardımcı olacak olan yapının temellerinin atılmasını sağlar. Duygusal düzenleme becerilerinin gelişmesi, duygusal gelişimi de önemli ölçüde etkiler. Kişide öz düzenleme kavramının pekişebilmesi için dışardan gelen çeşitli uyarıcılara duygusal anlamda yorumlama, anlamlandırma ve tepki verme durumlarının gerçekleştirilmesi önemlidir (Thompson, 1991). Duygusal düzenleme becerilerinin kazanılması, çocukluk döneminde ve ilerleyen zamanlarda ihtiyaç olunacak olan olumlu iletişim kurma becerisine sahip olma bakımından önemli olduğu bilinmektedir (Izard ve ark., 2001).

Duygusal düzenlemenin duyguları farklı yansıtmada etkisi olabilmektedir. Herhangi bir olaya karşı, kişinin hissetmesi gereken duygu yerine o duygunun tam zıttı veya başka bir duyguyu hissetmesine neden olabilir. Fakat genel olarak bakıldığında duyguların üzerindeki etkisinden çok, duygunun yaşanmasına yönelik düzenlemeler üzerinde etkisi bulunmaktadır. Etkinin görüldüğü alanlar daha çok duygunun yoğunluğu, süresi, verilecek olan tepkinin hızı ve şiddetidir. Duygusal düzenleme stratejileri işlevselliğine ve kişinin objektif yorumlamaları ile ilişkili bir şekilde değerlendirmeye alınmalıdır (Thompson, 1991).

(38)

Bilişsel, gelişimsel ve fizyolojik yaklaşımlara bakıldığında kişilerarası duygu düzenleme becerisinin, bireysel farklılıklar ve sosyal yeterlilikler göz önünde bulundurularak çeşitli şekillerde açıklandığı görülmüştür. Bilişsel araştırmalar, seçici dikkat ve duygu ile alakalı olan bilgiyi, farklı uyaranlara yönelttiğinde bu duruma karşı kişinin yorumuna ve duygu düzenlemesini nasıl etkilediğine dikkat çekmektedir. Gelişimsel araştırmalar, ebeveynlerin duygu düzenleme becerilerinde önemli bir etkisi olduğunu savunmaktadırlar. Fizyolojik araştırmalar ise, fiziksel uyarılmışlık halinde duygusal düzenleme becerilerinde vücut fonksiyonlarının önemli bir rol oynadığını ileri sürmektedir (Eldoğan, 2012).

Gross ve Thompson’a (2007) göre, duygu düzenleme; otomatik, kontrollü, bilinçli veya bilinçsiz şekillerde olabilir ve duyguların kendi aralarında düzenlenmesine etkisi olan bir yapıdır. Duygu alanında değişikliğe sebep olduğu gibi davranışsal, fizyolojik ve deneyimsel alanlarda da değişiklik yaşanmasına neden olur. Bu değişiklikler, duygusal tepkilerin başlangıcı, bitişi, şiddetinin seviyesi ve süresini kapsar.

Duygu düzenleme etkin olarak kullanıldığında, kişinin amaçlarına ulaşabilmesi için motivasyonunun artması, sosyal ilişkilerinin olumlu yönde ilerlemesi ve öz-saygısının artması gibi bireyin hayatının önemli alanlarında işlevsel olmasına katkı sağlar (Rogue ve Verissimo, 2011).

2.4.3. Duygu Düzenleme Stratejileri

Duygusal düzenleme stratejileri, olumlu veya olumsuz olarak nitelendirilen duygusal tepkileri azaltma veya arttırma yolunu kullanarak duyguları değiştirme ve bu değişimin ne kadar süreceğinin kontrol edilmesinde kullanılır (Ertan, 2013). Duygusal düzenleme stratejileri yaşantı yolu ile kazanılan duyguların şiddetini, sıklığını azaltmak, yaşanılan duygu geçişlerinin etkilerini hafifletmek ve kolaylaştırmak amacıyla kullanılmaktadır (Thompson, 1994).

İlgili alanyazına bakıldığında duygusal düzenleme ile ilgili geliştirilmiş 3 model bulunmaktadır. Gratz ve Roemer’un (2004) modeline göre; duygulara karşı farkındalık sağlanması ve anlaşılması duyguların kabul edilmesinden önce

(39)

gelmektedir. Duygusal düzenlemede yaşanılan herhangi bir sorun depresyon, anksiyete gibi ruhsal rahatsızlıklara sebebiyet vermektedir. Duygusal düzenlemede yaşanılan sorunların tanımlanabilmesi adına Gratz ve Roemer dürtü, strateji, farkındalık, amaç, kabul Etmeme/inkar, açıklık olarak altı faktörden oluşan Duygusal Düzenleme Ölçeğini sunmuşlardır. Diğer bir duygusal düzenleme modeli ise Koole tarafından sunulmuştur. Koole (2009)’nin modeline göre, duygusal düzenleme süreci öz düzenleme ile bağlantılı olup, bireyin yoğun şekilde odaklanmasını gerektirir. Burada üzerinde durulan nokta yoğun dikkat ve öz düzenlemedir. Koole de Gratz ve Roemer gibi duygusal düzenlemede oluşacak herhangi bir olumsuz durumun ruhsal sorunlara neden olacağı görüşündedir. Ayrıca Koole duygusal düzenlemede meydana gelecek olan bir sektenin uyumsuz ve olumsuz duygulara sebep olacağının altını çizmiştir. Koole tanımladığı modelinde duygusal düzenleme stratejilerini birey odaklı, hedef odaklı ve ihtiyaç odaklı olmak üzere gruplandırmıştır. İhtiyaç odaklı stratejiler olarak tanımlanan grupta; hoşlanılan şeyleri aklından geçirme, stresi azaltan yemek yeme ve yine stresi azaltan sosyal ilişkiler kurma, kaçma ve kaçınma, güdülenmeyi arttırıcı rasyonalizasyon ve bilişte uyumsuzluk yaratan olguları azaltma bulunmaktadır. Birey odaklı stratejiler olarak tanımlanan grupta; düzenli nefes alma ve kas gevşetme teknikleri, zorlayıcı ve stresli durumlarla başa çıkabilme adına meditasyon, yazı yazma vb. içermektedir. Hedef odaklı stratejiler olarak tanımlanan grupta ise; düşünceleri bastırma, dikkati kontrollü bir biçimde yönlendirme, bilişsel düzeyde yeniden değerlendirebilme, verilen tepkileri abartma ve tepkilerin dışavurumunu bastırma yer almaktadır.

Duygu düzenleme alanında geliştirilmiş son model ise, Gross’a ait olan ve yaygın olarak kabul edilen duygusal düzenleme süreç modelidir. Gross (2001) modelinde duyguların varoluş sürecinin başlangıcında uyaranlara veya var olan durumlara yönelik belirtilerin değerlendirilmesine dikkat çekmiştir. Yapılan değerlendirmelerin sonuçları uyarıcıya veya var olan durumlara uygun veya uygun olmayan psikolojik veya eylemsel cevapların oluşumuna yönelmeye neden olmaktadır.

(40)

Gross (1998) duygusal düzenleme süreç modelinde; duygu düzenleme stratejilerini bilişsel yeniden değerlendirme ve duygu dışavurumunu bastırma olarak tanımlamıştır. Bu süreçte ise beş adım üzerinde durmaktadır. Bunlar, durum seçme, durum değiştirme, dikkate yayılma, bilişsel değişim ve tepki düzenlemedir. Bahsedilen adımlardan durum seçme, durum değiştirme, dikkate yayılma ve bilişsel değişim bilişsel yeniden değerlendirme stratejileri arasında; tepki düzenleme adımı ise duygu dışavurumunu bastırma stratejileri arasında yer almaktadır.

2.4.3.1. Durum seçme:

Kişinin duygularını belli edecek bir durum içerisinde bulunmasını veya bu durumu reddetmesini içerir. Bu süreç, geleceğe yönelik durumları değerlendirmeyi içermektedir. Bu değerlendirmeler sonucunda kişinin istendik veya istenmedik olaylara karşı eyleme geçip geçmemesi durumu vardır. Bireyin kötü olarak nitelendirdiği günün ardından sevdiği bir filmi izlemesi veya güven vermeyen bir arkadaşından kendisini uzak tutması durum seçme sürecine örnek olarak gösterilebilir (Gross ve Thompson, 2007).

2.4.3.2. Durum değiştirme:

Mevcut durumun sebep olduğu duygusal etkiyi değiştirmek adına durumun değiştirilmesi ve başka bir durumun içerisine girmeye çalışılması durum değiştirme olarak tanımlanır. Durum değiştirme, durum seçme süreci ile benzerlik gösterse de durum değiştirmede önemli olan nokta dışsal ve fiziksel durumlardır. Bu süreç kişinin şu an bulunduğu durumdan başka bir duruma geçmesini içermektedir. Bireyin yaşadığı içsel değişiklikler bilişsel değişkenlere bağlı olarak nitelendirilirken, dışsal faktörler de durum değiştirme sürecine bağlı olarak anlamlandırılmaktadır (Gross ve Thompson, 2007).

2.4.3.3. Dikkate yayılma:

Dikkate yayılma, durum değiştirmeye imkan olmadığı zamanlarda, durum değiştirmeden dikkati başka yönlere yayarak duygu düzenlenmesini sağlamak amacı ile kullanılır. Bu süreçte dikkat; fiziksel anlamda geri çekilme

Referanslar

Benzer Belgeler

YBÖ: Yetişkin Bağlanma Ölçeği (Güvenli, Kaygılı, Kaçınıcı bağlanma alt boyutu); DDGÖ: Duygu Düzenleme Güçlüğü Ölçeği (Amaçlari Dürtü, Strateji, Kabul,

Bu bağlamda mevcut araştırma demografik değişkenleri (cinsiyet, yaş ve algılanan sosyo-ekonomik statü) kontrol ederek, düşük seviyede ve yüksek seviyede

Bulgular, anneleri duygu düzenleme- de yüksek düzeyde güçlük yaşayan ergenlerin, anneleri düşük düzeyde güçlük yaşayan ergen- lere kıyasla duygu düzenlemeleri konusunda

Daha özel olarak bilişsel yeniden değerlendirme ve öfke ifade indeksi arasındaki ilişkide cinsiyetin düzenleyici etkisinin marjinal olarak anlamlı olduğu

Bu çalışmada, Garnefski ve arkadaşlarının (2007) geliştirdiği Cognitive Emotion Regulation Questionnaire-k (CERQ-k), Bilişsel Duygu Düzenleme Ölçeği Çocuk formunun

Motivasyon Kaybı alt boyutu ile Umut Faktörü ve Beck Umutsuzluk arasında pozitif yönde yüksek düzeyde; Acı Çekerek Ölme, Türkçe Ölüm Kaygısı, İnkâr ve

Dicle Nehri’nde kaydedilen toplam azot değerlerinin (mg/L) istasyonlara göre aylık değişimi.. istasyon) mg/L arasında değişim göstermiştir. Dicle Nehri’nde

Bahsedilmiş olduğu gibi Amerika’da evlilik ve boşanma konuları daha çok evliliğin sürecine etki eden unsurlar çerçevesinde daha ayrıntılı olarak