• Sonuç bulunamadı

12. SINIF DERS NOTLARI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "12. SINIF DERS NOTLARI"

Copied!
108
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İBRAHİM SOLMAZ(Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni) Sayfa 1

EDEBİYAT İLE FELSEFE İLİŞKİSİ

Edebiyat; duygu ve düşüncelerin estetik bir değerde ifade edilmesi sanatıdır. Söz konusu duygu ve düşünce olunca edebiyatı insandan ayrı düşünmemek gerekir. İnsan hayatının aynası niteliğinde olan edebiyat, bağımsız bir şekilde sanat ürünleri yaratırken aynı zamanda birçok bilim dalından da faydalanmıştır. Soyut bir düşünce sistemi olan felsefe ile edebiyat ilişkisinden bahsetmek mümkündür.

Çünkü her iki alanda da hammadde olarak insan işlenmektedir.

Her edebi eser, yazarın bir düşünce eylemi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Yani yazar edebi eserlerini belli bir düşüncenin temelinde oluşturmaktadır. Eğer eserin arka planında bir düşünce yatmazsa o ürünü kurgulamak, olayları, kişileri ve metni yapısal olarak ortaya koymak da mümkün olmazdı. Bu yönüyle edebiyat felsefeden yaralanırken tarihte birçok filozof düşüncelerini dile getirirken edebiyatın dil bilgisel kurallarının yanında edebiyatın halk üzerindeki etkileyici üslubundan ve ifade şeklinden sürekli faydalanmışlardır. İç içe girmiş ve böylesine güçlü bağlantılar oluşturmuş olan felsefe ile edebiyatı birbirinden ayrı düşünmemiz mümkün değildir. Bu nedenle günümüzde Aristo,Platon, Albert Camus, Franz Kafka, Dostoyevski Jean-Paul Sartre gibi düşünürler hem edebi üsluplarıyla hem de fikirleriyle belleğimizde yer edinmektedirler.

EDEBİYAT PSİKOLOJİ İLİŞKİSİ

Psikoloji, İnsan ve hayvan davranışlarını inceleyen bir bilim dalıdır. Davranış ise kişinin yaptığı ve herhangi bir yolla ölçülebilen her şeydir.

Edebiyat ile psikoloji birbirlerine oldukça yakın iki alandır. Her ikisi de insan yaşamını, insanın iç dünyasını anlamaya çalışır. Psikoloji bilimi bazen bir edebi eserdeki kişinin ruhsal yaşamını irdelemeye çalışırken bazen de sanatçılar, psikolojiden yararlanarak eserlerini oluştururlar.

Edebî eserlerde psikolojik yansımaları bulmak mümkündür. Her insanın, duyguları, düşünceleri, bir psikolojisi olduğu gibi, yazarlar da bu duygu ve düşüncelere sahiptir. Yazarlar, eserlerini yazarken o anki psikolojik durumlarını belli oranda eserlerine yansıtırlar. İnsanın ruh dünyasına ağırlık veren psikolojik eserler, insanların ruh çözümlemelerini yapar. Edebî metinler, yazarların yaşantılarını, duygularını bire bir yansıtmasalar da onlardan izler taşır. Yani, edebî metinlerde yazarın psikolojisinden izler vardır. Mehmet Rauf’un “Eylül”, Peyami Safa’nın

“Dokuzuncu Hariciye Koğuşu” adlı romanları buna en iyi örnektir.

Derinlemesine ve bilimsel bir incelemeyle ele alınan eserler, bizi yazarların ruh dünyasına götürebilir. Bu nedenle edebiyat ve psikolojinin en belirgin ve genellenebilir ortak özelliği kendilerine insanın

bütününü hedef ve malzeme olarak seçmiş olmalarıdır.

DİLDEKİ DEĞİŞİMLERİN SEBEPLERİ

Günümüzde çok sayıda dilin varlığından bahsedilmektedir. Bu diller incelendiğinde binlerce yıllık bir tarihe sahip oldukları görülür. Ancak dilin bugünkü şekli ile geçmişte var olan kullanımı arasında değişkenlikler de dil bilimcileri tarafından vurgulanmaktadır. Buradan da şu sonuca ulaşabiliriz ki diller canlı bir varlık gibidir. Aynen canlılar gibi doğarlar ve binlerce yıl gelişimlerini sürdürürler en sonunda da korunmazlarsa varlıkları sona erer.

Mesela Türkçemizi ele alalım: Binlerce yıllık bir tarihe sahip olan dilimizin eskiye gittikçe farklı özellikler gösterdiğini görürüz. Örneğin 8. yüzyılda yazılmış olan

“Orhun Abideleri”nde kullanılan Türkçe ile günümüz Türkçesinde farklılıklar olacaktır. Peki farklılık neyden kaynaklanıyor? “Dilin tarihî süreç içerisindeki değişimini etkileyen sebepler” neler olabilir? sorusuna şu şekilde bir cevap verebiliriz:

1. Kültürün Dile Etkisi

Dil sosyal bir varlık olduğundan değişimdeki en büyük payı toplumun her türlü maddi ve manevi değeri olan kültür alacaktır. Toplumun içinde bulunmuş olduğu kültürel hayat dile birebir yansıyacaktır. Mehmet Kaplan’ın dediği gibi “Her milletin dili o milletin çağlar boyunca yaşadığı tarihin adeta özetidir.”

2. Coğrafyanın Dile Etkisi

Toplumun bulunduğu coğrafya kültüre ve nihayetinde dile bir etkide bulunan faktördür. Çünkü

bulunduğunuz konum aslında sizi çevreleyen kültürü de belirler.

3. Dinin Dile Etkisi

Bir toplumun yaşam biçiminde önemli değişikler gerçekleştiren dinlerin dillere büyük bir etkisi bulunmaktadır. Din, kültürel hayatta bir değişikliğe yol açmasıyla dili değiştirebileceği gibi aynı zamanda bazı dini kavramların ve terimlerin de dile yerleşmesini sağlar.

4. Teknolojinin Dile Etkisi

Son iki asırdır içinde bulunduğumuz hızlı teknolojik gelişme dile önemli bir etkide bulunmuştur. Yakın tarihe göz attığımızda her türlü teknolojik değişim günlük konuşma dilimize binlerce yeni kelime sokmuştur. Bu yönüyle teknolojik gelişmeler dili oldukça etkiler.

(2)

İBRAHİM SOLMAZ(Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni) Sayfa 2

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ÖNEMLİ TÜRKÇE SÖZLÜKLER

1.)Divanı Lugatit Türk

✓ 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılmıştır. Dönemin hükümdarı Ebul Kasım Abdullah’a sunulmuştur.

✓ Türkçenin ilk sözlüğü, ilk antolojisi, ilk ansiklopedisi ve ilk dil bilgisi kitabıdır.

✓ Araplara Türkçe öğretmek ve Türkçenin zenginliğini göstermek için yazılmıştır.

✓ Sözcükleri örnekleyen atasözleri ve şiirler kullanmıştır. (Bu özelliği, onun, kendinden sonraki Türk yazını için çok önemli bir kaynak olmasını sağlamıştır.)

✓ Eserde 7500 Türkçe sözcüğün Arapça açıklaması yapılmıştır. Sözcüklerin anlamı, örnekler verilerek açıklanmıştır.

✓ Eser Arapçadır, içinde yer alan örnekler Türkçedir.(Türkçe sözcüklerin Arapça açıklamaları verilmiştir.)

✓ Eserde yalnız sözcükler yer almaz; çok sayıda şiir, deyim ve sav da vardır.

✓ Yazar sözcükleri açıklarken o sözcüğün ya da sözün kullanıldığı Türk boyları hakkında da bilgiler verir.

Yazar, Türkçenin önemini ve eserine niçin bu adı verdiğini açıklar.

✓ Eser halk edebiyatı ve halk bilimi (folklor) açısından da önemli bilgiler içerir.

✓ Divan'da kullanılan ölçü hece ölçüsü olmasına rağmen, aruz ölçüsüne uyan şiirler de bulunmaktadır. Dörtlükler ve beyitler halinde yazılmış olan bu manzumeler halk şiirinden farklı olarak az çok İslam etkisi altında oluşturulmuş şiirlerdir.

✓ Yazar, eserini oluşturan ürünleri Türk boyları arasında dolaşarak derlemiştir.

✓ Türk boylarının yaşadığı bölgeler ve yaşam koşulları hakkında bilgiler vermiştir.

✓ Eserin sonunda Türklerin yaşadığı bölgeleri gösteren bir harita yer almaktadır.

✓ Diyarbakırlı Ali Emiri tarafından bir sahaftan alınmıştır. Divanü Lugatit Türk hakkında ilk çalışma Kilisli Rıfat Bilge tarafından yapılmıştır. Besim Atalay ise eseri Türkçeye çevrilmiştir.

NOT: Bu eserle birlikte sözlük yazma geleneği başlamıştır.

2.Mukaddimetül Edep

▪ Türk asıllı olmakla birlikte Arapça sözlük geleneğinde önemli bir yere sahip olan bu eser,

▪ Harezm Türkçesi için dil malzemesi içermektedir.

▪ Zemahşeri tarafından XII. yüzyılda Arapçayı öğretmek amacıyla yazılmış bir eserdir. Eser beş bölümden oluşur. Bu bölümler kısaca, İsimler, Fiiller, Edatlar(cümle dışı unsurlar), İsim Çekimi,

Fiil çekimi şeklindedir. Eserde ağırlıklı olarak fiillerin halleri tanıtılmıştır.

▪ Sonraki yüzyıllarda Türkçe sözlük çalışmalarında kaynak olarak kullanılan önemli bir eserdir.

3.Codex Cumanicus

o XIII. yüzyıl sonlarında yazıldığı düşünülmektedir.

o Karadeniz’in kuzeyinde yaşamış olan Kuman (Kıpçak) Türklerinin söz varlığı ve sözlü edebiyat ürünleri ile ilgili derlemelerden oluşur.

o Eser Latincedir, İtalyan ve Alman olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır.

o Eserin içerisinde Türkçe ve Latince sözlükler, metin örnekleri ve gramer bilgileri yer almaktadır.

o Bu eser, yaklaşık olarak 60 yılda birçok kişinin yazdıkları parçaların bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur.

o İtalyanlar tarafından hazırlanmış olabileceğinden “İtalyan bölümü” diye adlandırılan eserin

o bu bölümünde Latince sözcüklerin Farsça ve Kıpçakça karşılıkları verilmiştir.

4.Muhakemetül Lugateyn

• 15. yüzyılda Ali Şir Nevaî tarafından Türkçenin Farsçadan üstünlüğünü ortaya koymak için yazılmış bir eserdir.

• Aslında bir dil bilgisi kitabı olan eserde yazar, Türkçe hakkındaki görüşlerini ortaya koymuş, Türklerin sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel yaşantısı hakkında bilgi verirken çok sayıda kelimeye değinip anlamlarını kullanımlarıyla birlikte verdiğinden eser aynı zamanda bir sözlük olarak da kabul görmüştür.

• 1499 yılında eserini tamamlayan yazar Türkçenin Farsça karşısında değersiz görülmesine karşı çıkarak Türkçenin Farsçadan daha üstün bir dil olduğunu ortaya koymak istemiştir.

5.Kitabı Lugatı Vankulu

• 16. yüzyılın ünlü bilginlerinden Vankulu Mehmet Efendi tarafından 1589 yılında başka bir eserden çeviri olarak oluşturulmuş sözlüktür.

• Müteferrika matbaasından basılan ilk eser olan Kitabı Lugatı Vankulu, 500 adet olarak

çoğaltılmıştır. Arapça-Türkçe olarak oluşturulan eserin içerisinde 45 bini aşkın madde

bulunmaktadır.

6.Tuhfei Vehbi

▪ Sümbülzade Vehbi tarafından 18.yüzyılda yazılmış manzum Farsça-Türkçe sözlüktür.

7.Lehçetül Lügat

o Şeyhülislam Mehmed Esad Efendi tarafından yazılmıştır.

(3)

İBRAHİM SOLMAZ(Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni) Sayfa 3 o Türkçeden Arapçaya, Farsçaya ve Türkçeye bir

sözlüktür. Esad Efendi, "Türkçeleşmiş ve halk arasında kullanılan her kelime Türkçedir."

düşüncesiyle hazırladığı eserde 3.661 kelimeye yer vermiştir.

8.Muntahabatı Turkiyye

James W. Redhouse tarafından yazılmıştır.

9.Müntehabâtı Lügâti Osmâniyye

o James W. Redhouse tarafından yazılmıştır

o Osmanlı Türkçesinde kullanılan söz varlığımız içinden seçilmiş 25.658 kelimeden oluşmuştur. Bu sözlerin 18.897'sini Arapça, 6.761'ini Farsça sözler oluşturmaktadır.

10.Lehcei Osmani

❖ Ahmet Vefik Paşa tarafından kaleme alınır.

❖ Türkçe kelimelere yer vermesiyle kendinden sonra bu şekilde hazırlanacak olan sözlüklerin öncüsü olma özelliğine sahip bir sözlüktür.

❖ Eser, "Arapça Farsça Olmayan Kelimeler, Arapça Farsça Olan Elfâzı Osmâniyye" bölümleri olmak üzere iki bölümden oluşmuştur.

❖ Lehcei Osmânî'nin diğer bir önemli özelliği de deyim ve atasözlerine yer vermesidir.

11.Lugati Naci

➢ Muallim Naci tarafından 1890 yılında hazırlanan Lügati Naci adlı sözlük, Osmanlıcadaki birçok Arapça ve Farsça kelimelerinin karşılıklarını içermektedir.

➢ Muallim Naci’nin ölümünden sonra 1894 yılında yayımlanan sözlükte aynı zamanda Batı dillerinden Türkçeye girmiş sözcüklerle birlikte toplamda 18 bin madde başı sıralanmıştır.

12.Kamusi Türki

✓ Şemsettin Sami tarafından 1900 yılında kaleme alınmıştır.

✓ Osmanlı Türkçesini üç dilden oluşan karma bir dil sayan eski zihniyetten, bağımsız ve bütünlüklü bir dil olarak gören yeni anlayışa geçişte kilit bir dereceyi temsil eder.

✓ Arapça ve Farsça kelimeler eski sözlüklerdeki gibi gelişigüzel aktarılmamış, güncel yazı dilinde kullanılma ve yaşayan bir unsur olma özelliklerine dikkat edilmiştir.

✓ Arapça ve Farsça sözcüklerin özgün anlamları değil, (geleneksel bakışta "bozuk" sayılsa da) güncel Türkçe kullanımdaki anlamları verilmiştir.

✓ Batı dillerinden alınan yeni kelimelere yer vermeye özen gösterilmiştir. En önemlisi, dilin bel kemiğini oluşturan "Türkçe" unsurunun yapısı ve etimolojisi üzerinde dikkatle durulmuştur.

13.Radloff Lügati

• Dünyaca ünlü Türkolog olan Friedrich Wilhelm Radloff tarafından çalışmaları 1893 yılında başlanan ve 1911 yılında bitirilmiş olan sözlük toplamda dört ciltten oluşmaktadır.

• 40 farklı lehçeden ve ağızdan oluşan bir içeriğe sahiptir.

14.TDK Türkçe Sözlük:

➢ Türk Dil Kurumunun ilk baskısını 1945’te yayımladığı ve bugüne kadar on bir baskısı yapılan Türkçe Sözlük, günümüz Türk sözlükçülüğünün temel eserlerinin başında gelmektedir.

➢ Türkçenin söz varlığını ortaya koyacak bir sözlük hazırlanması düşüncesi, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin 12 Temmuz 1932 tarihindeki kuruluşuyla birlikte gündemde yer almaya başlamıştır.

SUNUM

Bilgileri yenilemek, pekiştirmek, bir çalışma sonucunu açıklamak, laboratuvar ve anket araştırmalarını sunmak, önemli olay ve olguları dile getirmek

amacıyla yapılan konuşmalara sunum denir. Sunumda iletilecek mesaj karşı tarafa doğrudan aktarılır. Sunum birkaç kişiye yapılabileceği gibi kalabalık bir topluluğa da yapılabilir. Sunum yapacak kişi; güncel, toplumun ilgisini çeken bir konu seçmeli, sunumunu yapacağı konuya hakim olmalıdır. Farklı kaynaklardan

yararlanmalı, iyi hazırlık yapmalı, gereksiz ayrıntılara ve tartışmalara girmekten kaçınmalıdır. Sunumda dil göndergesel işlevde kullanılır. Sunum yapacak kişi;

Sunumdan Önce

o Sunum yapacağı yeri önceden görüp orada prova yapmalıdır.

o Sunumda kullanacağı kürsü, projeksiyon aleti, bilgisayar gibi araç-gereçleri kontrol etmelidir.

Sunum Anında o Ciddi, ağırbaşlı, derli toplu bir görüntü

sergilemelidir.

o Ses tonu, vücut dili, jest ve mimikler konuya uygun olarak kullanılmalıdır.

o Farklı kaynaklara başvurulmalıdır.

o Belge, grafik ve slaytlar kullanılmalıdır.

o Slaytlarda kullanılan cümleler kısa, açık ve etkili olmalıdır.

o Slaytlar ile yapılan açıklamalar eş zamanlı olmalıdır.

Sunumdan Sonra

o Dinleyicilerin soru sormasına fırsat tanınmalıdır.

o Sorulara, dinleyicilerle tartışmaya girmeden doyurucu, açık ve net cevaplar vermelidir.

(4)

İBRAHİM SOLMAZ(Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni) Sayfa 4 Sunumda kullanılacak slaytlarda şu noktalara dikkat

edilecek noktalar:

o Başlangıç için bir başlık slaydı hazırlamak o Bir slaytta çok fazla satır kullanmamak

o Bir slayttaki yazıların okunurluğuna dikkat etmek o Slaytta kısa, öz, anlamlı ifadeler kullanmak o Vurgulamaları aynı biçimde yapmak o Aynı yazı karakterini kullanmak o Sayı bakımından sınırlayıcı olmak

o Gerektiğinde şekil, resim, grafik kullanmak o Algılanırlığı kolaylaştırmak için zeminle yazının zıt

renklerde olmasına dikkat etmek

o Slaytların konuşmacının sözleriyle uyumlu olmasını sağlamak

HİKAYE(ÖYKÜ)

Yaşanmış ya da yaşanması muhtemel olayların bir yazar tarafından okuyucuda heyecan, zevk uyandıracak şekilde kısaca anlatıldığı edebi metinlere hikaye ya da öykü denilmektedir. Orta Çağda özellikle Hindistan'da "Binbir Gece Masalları"

sağlam bir

hikaye

geleneğinin varlığını bildirmektedir. Bu gelenek, Arapçadan yapılan çevirilerle Avrupa'ya masal, efsane rivayetler şekliyle yayılmıştır.

Hikâyeye bugünkü anlamda ilk edebi kimlik kazandıran İtalyan yazar Boccacio’dur. XIV. yüzyılda Boccacio’nun yazdığı "Decameron" adlı eseriyle ilk öykü örneğini vermiştir. Rönesans'ın etkisiyle de 19.

yüzyılın en yaygın edebi türü olmuştur.

Bizde

destanlar

, halk hikâyeleri, mesnevi ve masallarla eski bir temeli olan bu tür, 15. yüzyılda

“Dede Korkut Hikayeleri” ile çağdaş hikâye tekniğine yaklaşmıştır. Giritli Aziz Efendi’nin “Muhayyelat” ve Emin Nihat Bey’in “Musameratname” adlı eserleri hikaye türüne geçişin önemli örneklerinden olmuştur.

19. yüzyılda Tanzimat’la gelen yeniliklerle birlikte Batılı anlamda ilk örneğini Ahmet Mithat Efendi

"Letaifi Rivayet” ( Söylene gelen güzel şeyler ) adlı eserini yazarak vermiş; “Kıssadan Hisse” ile bu türü geliştirmiştir. Sami Paşazade Sezai: "Küçük Şeyler"

adlı eseri Batılı tekniğe uygun ilk eserdir. Bağımsız bir tür olma özelliğini ise Milli Edebiyat Dönemi

nde Ömer Seyfettin'le kazanmıştır.

Hikayenin özellikleri;

o Hikaye, olay merkezli bir yazı türüdür.

o Hikayede anlatım kısa, özlü ve yoğundur.

o Şahıs kadrosu romana göre daha azdır.

o Karakterler belli bir olay içinde gösterilir.

o İç içe girmiş olaylar örgüsü yoktur.

o Kişiler, zaman ve mekanlar ayrıntılı tasvir edilmez.

o Ayrıntıların romana göre daha az olmasıyla bu türden ayrılır.

Hikâyenin Yapı Unsurları:

a) Kişiler: Hikâyede yer alan olaylar, genellikle merkezde yer alan kişilerin çevresinde gelişir.

Hikâyede kişiler, olay örgüsünde üstlendikleri işlevlere göre önemli hâle gelirler. Kişiler, olay örgüsü içindeki tutum ve davranışları ile bireysel veya toplumsal bazı değerleri temsil eder.

b) Olay örgüsü: Olaylar, gündelik hayatta her zaman yaşanabilecek gerçek durumlardır. Olay örgüsü ise kurgusal olayların edebî metinde sıralanışı ile oluşan bir düzenlemedir. Bu bakımdan olay örgüsü, edebî metinlerin kurmaca dünyasının önemli bir parçasıdır.

c) Mekân: Hikâyede olayın oluştuğu, geliştiği çevre veya yere “mekân” adı verilir. Edebî metinlerde mekân, genellikle kişilerin psikolojik özelliklerini ortaya çıkarmanın bir aracı olarak kullanılır.

ç) Zaman: Hikâyede olayların yaşandığı; an, saat, gün, mevsim veya yıl gibi ifadeler metnin zaman çerçevesini oluşturur. Hikâyedeki olayların kendine özgü bir zaman çerçevesi vardır ve tercih edilen zaman olayların akışını doğrudan etkiler.

Hikâyelerdeki olaylar genellikle çok uzun zaman dilimlerine yayılmaz. Özellikle kısa hikâyede olaylar çok kısa zaman dilimlerinde oluşur ve tamamlanır.

d) Anlatıcı ve Bakış Açısı: Hikâyede, olay veya durumları aktaran, anlatan kurmaca kişilik “anlatıcı”

olarak adlandırılır. Anlatıcı, yazarın dışında yer alan ve yalnızca o hikâyeye özgü olarak kurgulanan bir kişiliktir. Anlatıcının, aktardığı olayla ilgili ayrıntılara hâkimiyeti ve ayrıntıları aktarma biçimi “bakış açısı”

olarak ifade edilir. Bakış açısı, metinde seçilen anlatıcıya göre değişir. Hikâye ve romanlarda üç farklı anlatıcı ve onlarla birlikte gelişen üç bakış açısı vardır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:

(5)

İBRAHİM SOLMAZ(Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni) Sayfa 5 A. Hâkim Bakış Açısı( Üçüncü Tekil, O) Anlatıcı

(İlahi/Tanrısal bakış açısı):

Yaşanmış, yaşanan ve yaşanacak olan her şeyi bilir, görür ve duyar. Kahramanların gönlü veya kafasından geçenleri okumaya kadar uzanır. Anlatıcı, anlattığı olayların dışında durur, gören durumundadır. Üçüncü tekil şahıs ağzıyla konuşur. Yazarın dilini kullanır ve bu sebeple ona “yazar-anlatıcı” da denilir.

" Küçük Hasan hiçbir şey düşünmeden ilerliyordu. Ne

evde kendisinin dönmesini bekleyen iki küçük kardeşi ne de dört saat uzaktaki nahiye merkezinde hizmetçilik yapan anası bu anda aklında değildi. Ayranını satıp satamayacağını da düşünmüyordu. Kafasında yalnız bir şey vardı: Bu yolu tekrar yürümek, geri dönmek mecburiyeti...

Uzun bir ağlamanın sonundaymış gibi içini çekti.

Maşrapayı tuttuğu sol elinin çatlaklarla örtülü üst tarafı ile burnunu sildi. Gözlerini ileri çevirince istasyona yaklaştığını gördü..." (Sabahattin Ali, Ayran)

B. Kahraman Bakış Açısı (Birinci Tekil, Ben) Anlatıcı:

Kahramanlardan birisidir. Bu anlatıcı, aynı zamanda olay örgüsünün bütün yükünü üstlenen asıl kahraman olabileceği gibi, daha da geri planda yer almış kahramanlardan biri de olabilir. Bir insanın sahip olduğu veya olabileceği bilme, görme, duyma, yaşama imkânları ile sınırlıdır.

Her zaman kendi yaşadıkları, bildikleri, duydukları ve hissettiklerini öne çıkarır. Kahraman anlatıcının söz konusu olduğu roman ve hikâyeler, çoğunlukla

“otobiyografik” karakterlidir.

Kahraman anlatıcı, kendi dil ve üslubunu kullanır ve birinci tekil şahıs ağzıyla konuşur. Okuyucu ile daha sıcak, samimi ve inandırıcı bir diyalog kurmasıyla okuyucuya daha yakındır. Özellikle eserin hatıra defteri, günlük, mektup tarzında kaleme alınması, bu etkiyi daha çok güçlendirir.

“Ben bir ağacım, çok yalnızım. Yağmur yağdıkça ağlıyorum. Allah rzası için kulak verin şu anlatacaklarıma. Kahvelerinizi için, uykunuz açılsın, bana cin gibi bakın da size niye bu kadar yalnız olduğumu anlatayım." (Orhan Pamuk, Benim Adım Kırmızı)

C. Müşahit/Gözlemci Bakış Açılı (Ben veya O) Anlatıcı:

Dünyada olup bitenleri, sadece müşahede etmekle yetinir. İkinci aşamada da gözlemlerini adeta bir hakem tarafsızlığı ile okuyucuya nakleder. Bir

“yansıtıcı” konumundadır. Çok daha az bilgilidir. Onun bilme, görme, duyma yetenekleri geçmiş ve geleceğe uzanmadığı gibi, kahramanların ruh hallerine de yetişemez. Hem üçüncü tekil hem de birinci tekil olabilir. Anlatıcının bakış açısı sınırları ve anlattıkları karşısındaki tutumuna dikkat etmek zorundadır.

O akşam yağmurlu bir hava vardı. Henüz sonbahar ayları yaşanıyordu. Bekir yemeğini erken yemişti ve kitap okumaya çekilmek üzere odasına gidiyordu.

Birden kapıya yöneldi, içeridekilere “Ben biraz hava almaya çıkıyorum.” diye seslenerek dışarı çıktı. Evlerinin bulunduğu dar sokaktan usulca geçerek sahile doğru yürümeye başladı. Ara sıra sokağın kuytu bir köşesinde duruyor, aç köpeklerin kavgalarını izliyordu. Uzun uzun yürüdü o akşam. Sahil boyunca, kafasını ekseriyetle önünden kaldırmadan yürüdü Bekir. Saatin gece yarısına yaklaştığını fark edince, dönüşe geçti.

Hikâye ile İlgili Kavramlar:

Konu: Hikâyedeki duygu veya düşüncenin somut ve özel bir duruma bağlı olarak ele alındığı olgudur, temayı sınırlandırır.

Tema: Bir eserin ana motifidir. Esere hâkim olan ve okura duyurulmak istenen temel düşünce, duygu ya da özdür. Temaları ifade eden kavramlar soyut ve geneldir. Örneğin; yalnızlık, aşk, umut, yaşama sevinci gibi kavramlar bir hikâyede tema olarak işlenebilir.

“Ahmet’in şehirde yaşadığı yalnızlık duygusu” gibi bir ifade ise bir metnin konusu olabilir. Dolayısıyla tema daha genel, konu ise daha sınırlandırılmış bir kavramı ifade eder.

Çatışma: Anlatılarda; farklı düşüncelere, özelliklere sahip olmaktan veya hayat tarzından dolayı yaşanan anlaşmazlık durumları “çatışma” terimiyle ifade edilir. Edebi metinlerde çatışmalar genellikle birbirine zıt kavramlar, değerler çerçevesinde oluşur. Söz gelişi iyi ile kötü, yoksul ile zengin, idealist ile bir amacı olmayan kişiler, kendi özelliklerinden dolayı hikâyelerde karşı karşıya gelirler. Hikâyeler genellikle bu çatışmaların sergilenmesi ve sonuçlanmasını anlatır. Edebî metinlerde kişiler, kendileri, bir başkası veya doğa ile ilgili bir unsurla karşı karşıya gelerek çatışabilir.

HİKAYE ÇEŞİTLERİ

1)Olay Hikâyesi: Bir olay merkezinde gelişen ve sonuçlanan hikâyeler “olay hikâyesi” olarak adlandırılır. Bu tür metinlerde merak unsuru ön plandadır. Bu tarz hikâyelerin en önemli örneklerini Fransız yazar Guy De Maupassant (Mopasan) vermiştir. Bu sebeple bu tür hikâyeler “Maupassant Tarzı Hikaye” adıyla da anılır. Olay hikâyelerinde öncelikle olayın oluşumu sergilenir. Daha sonra olayla ilgili bir düğüm noktası oluşur. Sonuç bölümünde ise düğüm çözümlenerek başta oluşan merak duygusu giderilir.

(6)

İBRAHİM SOLMAZ(Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni) Sayfa 6 Türk edebiyatında;

o Ömer Seyfettin, o Reşat Nuri Güntekin

Refik Halit karay o Sabahattin Ali o Orhan Kemal

bu tarz hikâyeleriyle tanınmışlardır.

2)Durum Hikâyesi: Olay anlatımına dayanmayan, kişilerin veya hayatın bir kesitinin ele alındığı hikâyeler “durum hikâyesi” olarak adlandırılır. Bu tür hikâyelerde merak duygusu geri plana itilir ve bir durum veya kişi betimlenir. Durum hikâyelerinin en güzel örneklerini Rus yazar Anton Çehov vermiştir.

Bu sebeple bu tür hikâyeler “Çehov tarzı hikâye”

olarak da anılır.

Türk edebiyatında;

o Memduh Şevket Esendal o Sait Faik Abasıyanık o Tarık buğra

gibi yazarlar bu tarz hikâyenin en önemli temsilcileri arasında yer alırlar.

3)Modern Hikaye:

Diğer öykü çeşitlerinden farklı olarak, insanların her gün gördükleri fakat düşünemedikleri bazı durumların arkasındaki gerçekleri, hayaller ve bir takım olağanüstülüklerle gösteren hikâyelerdir.

Hikâyede bir tür olarak 1920’lerde ilk defa Batı’da görülen bu anlayışın en güçlü temsilcisi Fransız Kafka’dır. Bizdeki ilk temsilcisi Haldun Taner’dir.

Genellikle büyük şehirlerdeki

yozlaşmış tipleri, sosyal ve toplumsal bozuklukları, felsefi bir yaklaşımla, ince bir yergi ve yer yer alay katarak irdeler biçimde gözler önüne serer.

ANLATIM BİÇİMLERİ

Yazarın duygu ve düşüncelerini ya da bir olayı anlatırken kullandığı yöntemlerdir.

1.AÇIKLAYICI ANLATIM (AÇIKLAMA)

Bilgi vermek amacı ile oluşturulan yazılarda kullanılan anlatım tekniğidir. Bu tür yazılarda amaç okuyucuyu bilgilendirmek, ona bir şeyler öğretmek olduğu için anlaşılır bir dil kullanılır. Açıklayıcı anlatımda yazar, duygularına yer vermez, nesnel bir anlatım hakimdir.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu edebiyatımızın önde gelen sanatçılarından biridir. Roman, hikâye, anı gibi değişik alanlarda eserler vermiş olan sanatçı daha çok romanları ile tanınmaktadır. Romanlarında önceleri kişisel konuları işleyen sanatçı daha sonra toplumsal konulara yönelmiştir.

2. ÖYKÜLEYİCİ ANLATIM (ÖYKÜLEME)

Tasarlanmış veya yaşanmış bir olayın başkalarına sözle ya da yazıyla anlatıldığı anlatım biçimine öyküleme (hikâye etme) denir. Öykülemede ise zaman akış halindedir ve olaylar bu akış içinde verilir. Buna fotoğraf ve film örneğini verebiliriz: Fotoğrafta zaman, olay ve varlıklar donmuş durumdadır. İşte betimleme bu donmuş durumun sözcüklere dökülmüş şeklidir.

Oysa filmde zaman, olay ve varlıklar hareket halindedir, işte öyküleme de belli bir zaman aralığında geçen olayları anlatan film gibidir.

Örnek:

Derse geç kalmıştım. Hemen bir taksi tuttum. Taksici beni derse yetiştirmek için biraz hızlı sürdü. Önümüzde giden araç ani fren yapınca ona arkadan çarptık. Bereket, taksici hemen frene basmıştı da çarpışma hafif oldu. Tabii ben de derse yetişemedim.

3. BETİMLEYİCİ ANLATIM (BETİMLEME - TASVİR ETME)

Varlıkların okuyucunun gözünde, zihninde canlanacak şekilde ayırt edici nitelikleriyle resim çizer gibi anlatılmasına betimleyici anlatım (Tasvir etme) denir.

Betimlemede gözlem esastır.

Örnek:

Başımızın üstünde her zaman yeşil, iğne yapraklı dallardan örülü bir çatı var. Dallar öylesine sık ki, güneş ışığı aşağıya süzülemiyor bile. Ormanın içine doğru kilometrelerce uzayıp giden toprak bir yol var.

4.TARTIŞMA (TARTIŞMACI ANLATIM)

Yazarın kendi doğrularına okuyucuyu inandırmak, onu kendi gibi düşündürmek için kullandığı anlatım tekniğine tartışma denir. Amaç kendi düşüncesini savunmak, varsa yanlış düşünceyi çürütmek olduğundan yazar, düşüncelerini sanki karşısında okuyucu varmış da onunla konuşuyormuş gibi ele alır.

Bu yöntemde önce eleştirilecek olan düşünce verilir.

Yazar, kendi düşüncesinin doğruluğunu, eleştirdiği düşüncenin ise yanlışlığını savunur.

Bazı bilim adamları yanlış, anlaşılmaz bir Türkçe ile yazıyorlar. Üstelik bunlar, edebiyatçı olmadıklarını ileri sürerek, hoş görülmelerini de istiyorlar. Ama bu, mazeret olamaz. Çünkü bizim onlardan istediğimiz; duygu ve düşüncelerini düzgün bir dille yazmalarıdır. Bunun için de sanatçı olmaya gerek yoktur. Her insan ana dilini hatasız kullanacak ölçüde bilmelidir bence.

DÜŞÜNCEYİ GELİŞTİRME YOLLARI

Bir metinde anlatılanları daha anlaşılır hâle getirmek, okuyucuyu etkilemek, onun ilgisini çekmek gibi amaçlarla bu dört anlatım biçimine ek olarak bazı yardımcı yöntemler de kullanılabilir.

(7)

İBRAHİM SOLMAZ(Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni) Sayfa 7 1.TANIMLAMA

Bir kavram veya varlığın ne olduğunun açıklanmasına tanımlama denir. Genelde açıklayıcı ve tartışmacı anlatım tekniklerinde tanımlamadan yararlanılır.

Tanım, “Bu nedir?” sorusuna cevap verir. Destanlar, tarihten önce ve tarihin başlangıcı sırasında bir milletin geçirdiği maceraları, yetiştirdiği kahramanları; doğa, evren ve toplum olayları hakkında düşündüklerini ve bunlar karşısında aldığı vaziyetleri anlatan din ve kahramanlık hikâyeleridir.

Parçada açıklayıcı anlatım tekniği kullanılarak destanlar hakkında bilgi verilmiştir. Ancak bu yapılırken ilk cümlede “Destan nedir?” sorusuna cevap olacak şekilde tanımlamadan yararlanılmıştır.

2. ÖRNEKLEME

Bir düşüncenin somut hâle getirilerek daha anlaşılır kılınması için anlatılan konuyla ilgili örnekler verilmesine örneklendirme denir. Düşüncenin anlaşılır ve akılda kalıcı olması amaçlanır.

Günümüzde turizmle kalkınan birçok ülke vardır. Sözgelimi İspanya yılda 7-8 milyar dolar net turizm geliri elde eder.

3. BENZETME

Bir kavramı ya da varlığı başka bir kavram ya da varlığın özellikleriyle anlatmaya benzetme denir.

“ Birikimsiz yazarlık saman alevi gibidir. Saman alevi çabucak tutuşup yine çabucak söner. Yazmak için yeterli donanıma sahip olmayan birikimsiz yazarlar da parlamış olsalar bile elbet bir gün saman alevi gibi sönüp giderler.

4.KARŞILAŞTIRMA

Birden fazla varlık ya da kavram arasındaki benzerlik veya farklılıkları ortaya koymak için kullanılan anlatım yoluna karşılaştırma denir.

Konuşma ile yazma farklıdır. Konuşma geçicidir, yazma kalıcı. Konuşma anlıktır, yazma sonsuz. Yazıya geçirilen her şey olduğu gibi korunur. Konuşma ise saman alevi gibi söylendiği anda yitip gider.” Bu parçada “konuşma” ile

“yazma” karşılaştırılmış, yazmanın konuşmadan üstün olduğu belirtilmiştir.

5. TANIK GÖSTERME

Yazarın, savunduğu düşüncenin doğruluğuna okuyucuyu inandırabilmek için tanınan ve görüşlerine itibar edilen kişilerin sözlerinden alıntı yapılmasına tanık gösterme denir. Kişinin sadece ismini yazıda kullanmak, tanık gösterme için yeterli değildir. Bu, örneklendirme olur. Tanık göstermede önemli olan, kişinin sözünü destekleyici olarak kullanmaktır. Önce yazar kendi görüşünü verir. Daha sonra bu görüşü kanıtlamak, inandırıcılığı artırmak için, o alanda tanınmış bir kişiden söz edip, o kişinin sözlerine yer verilir.

Örneğin insan sevgisinden bahseden birisinin Sait Faik’in:

“Her şey insanı sevmekle başlar.”sözünü destekleyici bir söz olarak kullanması.

6. SAYISAL VERİLERDEN YARARLANMA

Düşüncenin kanıtlanabilmesi için istatistiksel bilgilerden, anketlerden ya da grafiklerden yararlanılmasıdır.

Ormanlar, dünyamızın akciğerleri gibidir. Ormanlar olmasaydı yaşadığımız dünya tozdan geçilmeyecekti. 1000 m² ladin ormanı yılda 32 ton, kayın ormanı 68 ton ve çam ormanı ise 30-40 ton tozu hüp diye emebilir ve havadaki zehirli gazları da filtre eder.

ROMAN VE HİKÂYEDE ANLATIM TEKNİKLERİ 1- Anlatma (Tahkiye Etme): Anlatma (tahkiye), anlatıcı-nın bir takım olayları ve bu olaylar çevresindeki insanları, belli bir mekân ve zaman çerçevesinde okuyucuya/ dinleyiciye nakletmesidir.

Anlatma tekniğinde okurla metin arasında bir anlatıcı söz konusudur. Anlatma, zaman zaman özetlemeye dönüşebilir.

Özetleme: Uzun bir zaman diliminde yaşanmış olayların ayrıntılardan arındırılarak ana hatlarıyla kısaca ifade edilmesidir. Özetleme tekniğinde zaman atlamalarından ve olay genellemelerinden yararlanılır.

2- Gösterme: Gösterme, anlatıcının olayı anlatması değil; olayın, hareketin, tavrının, durumun dil vasıtası ile gösterilmesi, okuyucunun gözü önünde somutlaştırılmasıdır. Buna, hareketlerin ve varlıkların belirgin bir biçimde nitelendirilmesine denir.

Gösterme tekniği, hikayedeki şahısların sanki sahnede oynuyormuş gibi konuşturulmasıyla oluşturulur.

Burada anlatıcı aradan çekilir. Anlatılmak istenen diyaloglarla anlatılır.

3- Diyalog: Hikâyelerde olay içerisindeki kişilerden iki veya daha fazlasının karşılıklı konuşturulması tekniğine

“diyalog” denir. Diyalog bir gösterme tekniğidir.

4- İç Monolog (İç Konuşma): Kahramanın sessiz bir bi- çimde içinden konuşmasıdır. Bu teknik, daha çok, kişilerin iç dünyasını aracısız bir şekilde okuyucuya sezdirme amacına hizmet eder. Bu tekniğin uygulandığı bölümlerde anlatıcının varlığı ortadan kalkar, olay ve durumla ilgili yorum ve değerlendirmeler okuyucuya bırakılır. Kendi kendisiyle konuşan kahramanın düşünceleri, düzenli ve sistematiktir. İç konuşma, bir gösterme tekniğidir.

5- İç Çözümleme: Olay örgüsünde yer alan kahramanların iç dünyalarını (duyguları, psikolojileri, ruh dünyaları) anlatıcı tarafından bütün derinliği ve çıplaklığı ile irdelenip gün yüzüne çıkarılmasıdır.

6- Geriye Dönüş (Flashback): Hikâye ve romanlarda ko-nunun akışını keserek geriye, konuyla ilgili geçmişteki bir olaya dönme tekniğidir. Bu teknikten tiyatro ve sinema da yararlanır.

(8)

İBRAHİM SOLMAZ(Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni) Sayfa 8 7- Leitmotif: Herhangi bir tavır, hareket veya sözün,

eserde çeşitli vesilelerle birçok kez tekrar edilmesidir.

Sanatçılar bu teknikle öncelikle içerikte sürekliliği sağlama amacı güder. Letimotif, edebi metne simetrik ve estetik bir değer kazandırır.

8- Montaj: Sanatçının, bir kişiye ya da anonim bir sözü, metni, kendi eserine derinlik, çağrışım zenginliği, üslup çeşitliği sağlamak amacıyla aktarmasıdır. Şiirde kullanılan irsalimesel sanatlarına benzeyen bu teknikte eserle montaj metni arasında uyum ve bütünlük bulunur. Postmodern romana kadar sınırlı kullanılan bu teknik, postmodern romanla birlikte farklı boyutlara ulaşmıştır.

9-Bilinç Akışı: Karakterlerin aklından geçenleri, o anki duygu ve düşüncelerinin belli ve mantıklı bir sıralama yapmadan, araya girmeden seri şekilde okuyucuya aktarıldığı tekniğe “Bilinç Akışı” denir.

Bu teknikte düşüncelere herhangi bir sansür uygulanmadığı gibi genellikle gramer kurallarına da uyulmaz.

Anlatılanlarda bilinçsizlikle birlikte anlık imgeler, sürekli değişen duygu ve düşünceler yer almaktadır.

Dile getirilen düşünceler daha çok kahramanın kendi kendine sayıklaması gibi olduğundan cümleler arasında herhangi bir mantıksal bağ bulunmaz.

NOT: Bilinç akışı tekniği, “iç çözümleme” ve “iç konuşma” anlatıcı teknikleri ile zaman zaman karıştırılmaktadır. İç çözümleme tekniği, anlatıcının

“hakim bakış açısıyla” karakterin o anda zihninde geçen duygu ve düşünceleri okuyucuya aktarmasıdır. İç konuşma tekniği ise bilinç akışı tekniğine daha çok benzemektedir. İç konuşmada, karakterin kendi kendisiyle konuşması mantık örgüsüne dayalı, doğru dil bilgisine sahip cümlelerle okuyucuya aktarılmaktadır.

CUMHURİYET DÖNEMİNDE HİKAYEYE GENEL BİR BAKIŞ

✓ Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Milli Edebiyat Dönemi’nden tanınan Halide Edip, Yakup Kadri, Reşat Nuri, Refik Halit gibi isimler aynı zamanda öykü de yazmışlardır.

✓ 1930-1940 yılları arasında sanatın toplum üzerindeki etkisini savunan yazarlar, gerçekçi ve gözleme dayalı öyküler yazarlar. Sait Faik öyküde giriş, gelişme, sonuç bölümlerini kaldırır.

✓ 1940'lı yıllarda Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Anadolu'nun durumu, İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise toplumdaki ahlaki çöküntü ağırlık kazanmış olup toplumsal konuların çeşitliliği artmıştır. 1950'li yıllarda memur, işçi, köylü, kasabalı ve şehirlerin kenar mahallelerindeki

insanların sorunları anlatılır. Birey merkezli psikolojik öyküler yazılır.

✓ 1960'lı yıllarda yazar sayısı artar ve buna bağlı olarak konular çeşitlenir. İşçi, köylü, kasabalı ve şehirlerin kenar mahallelerindeki insanların sorunları, Avrupa’ya giden Türk işçilerin dramı ve cinsellik gibi konuları öyküye girer. 27 Mayıs Darbesi ve 12 Mart Muhtıra’sını hazırlayan olaylar işlenir. Varoluşçuluk akımı öyküyü etkiler.

✓ 1960'tan sonra gelişen siyasal, anarşik olaylar ve bu olaylar karşısında halkın durumu dile getirilir.

Küçük insanın yaşam kavgası, kadının toplumdaki yeri, çocuklar için yazılan öyküler önem kazanır.

✓ 1970'li yıllarda siyasal, toplumsal, günlük konular ele alınır.

✓ 1980 ve 1990'lı yıllarda birey merkezli öykülerin yanında 12 Eylül 1980 Darbesi, Doğu insanın sorunları onların politikaya malzeme edilişi eleştirel bir bakışla incelenir.

1960 SONRASI HİKAYE

➢ Edebiyatımızda ilk yerli örnekleri Tanzimat Edebiyatı Dönem’inde verilmeye başlanan hikâye, Servetifünun ve Milli Edebiyat Dönemi’nde yeni bir tür olarak ağırlığını hissettirmeye başlar. Türk hikâyeciliği, Cumhuriyet Dönemi’nde yaşanan toplumsal olaylar, kültürel değişimler gibi nedenlere bağlı olarak farklı tema ve yönelişlerle birlikte hem teknik hem içerik yönünden farklı özellikler gösterir.

➢ 1960’lı yıllara gelindiğinde önceki yılların birikimine sosyal, siyasi gelişmelere bağlı olarak Türk hikâyeciliğinde önemli gelişmeler görülür. Bu dönemde hikâye türünde eser veren yazar sayısı artar, farklı eğilimleri yansıtan eserler kaleme alınır. Buna bağlı olarak hikâyelerde ele alınan temalar da çeşitlenir. Bu dönemde Türk hikâyeciliğinde tema ve kurgu bakımından tamamıyla yenilikçi gelişmeler yaşanır. Toplumcu gerçekçi anlayışla işçi, köy, kasaba ve şehirlerde yaşayan insanların sorunları, Almanya’ya işçi göçü gibi konular işlenir. Bu toplumsal konuların yanı sıra bireyin iç dünyasını esas alan eserler de verilmeye devam eder. Türk hikâyeciliğinde varoluşçuluk akımı etkili olur. Toplumun farklı kesimlerini temsil eden kişiler üzerinde durularak daha çok bireyin çevresiyle ve toplumla olan uyumsuzluğu, bu uyumsuzluğun neden olduğu yabancılaşma ve yalnızlık duygusu üzerinde durulur. Bu dönemin önemli hikâyecilerinden bazıları şunlardır: Mehmet Seyda, Leylâ Erbil, Sevgi Soysal, Sevim Burak, Füruzan, Tomris Uyar, Sevinç Çokum, Nedim Gürsel, Rasim Özdenören…

➢ 1970’li yıllarda ise dönemin önemli siyasi ve toplumsal olayları Türk hikâyeciliği üzerinde etkili

(9)

İBRAHİM SOLMAZ(Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni) Sayfa 9 olur. Yazarlar estetik kaygılardan uzaklaşarak

ideolojilerini ön plana çıkaran eserler verirler.

Hikâyelerde daha çok siyasi, toplumsal ve günlük konular ele alınır. Türk hikâyeciliği, yeni hikâyecilerin ve usta yazarların kaleme aldığı yeni eserlerle çeşitlenir, zenginleşir. Bu dönemde Adalet Ağaoğlu, Tomris Uyar, Füruzan gibi yazarlar toplumcu gerçekçilik anlayışıyla hikâyeler yazarken Mustafa Kutlu, Sevinç Çokum, Rasim Özdenören gibi hikaye yazarları dinî ve millî duyarlılıkları yansıtan hikâyeler kaleme alırlar.

➢ 1980’li yılların başında Türkiye’de yaşanan önemli siyasi ve toplumsal olaylar edebiyat dünyasını derinden etkiler, sanatçılar yeni arayışlara girer.

Bu arayışlar sonucunda dönemin sanatçıları;

toplumsal sorunlardan uzaklaşır, bireyin kendi içindeki gerçeklerini daha fazla öne çıkararak bireysel temaları ele alırlar. Yeni anlatım imkânlarını kullanarak hikâyelerinde farklı kurgu tekniklerini denerler. Yeni ve farklı bir hikâye dili oluşturarak gözleme dayalı bir olayı ve durumu anlatmak yerine şiirsel, bölük pörçük, denemeyi andıran hikâyeler kaleme alırlar. Bu hikâyelerde kendini merkeze yerleştiren yazar; dünyayı, çevreyi kendine göre yorumlar.

➢ 1980’den önceki kuşaklardan gelen hikâye yazarlarının yanı sıra Murathan Mungan, Cemil Kavukçu, Ayfer Tunç, Murat Gülsoy, Murat Yalçın, Nalan Barbarosoğlu, Özcan Karabulut, Müge İplikçi, Nazan Bekiroğlu gibi yeni yazarlar da dil ve anlatım biçimi, konu ve kurgu bakımından özgün eserler verirler.

KÜÇÜREK (MİNİMAL)ÖYKÜ

o Hikayelerin bir alt dalı olarak kabul gören ve çok kısa bir şekilde yazılmakla beraber yoğun bir anlatım içeren yazılara “Küçürek Hikaye” ya da

“Minimal hikaye” denilmektedir. Bu adlar dışında Türk Edebiyatında öykücük, kısa öyküler, minik öykü” gibi değişik isimlerle de anılmıştır.

o Bu öyküler bilinçli olarak kısa bir şekilde kurgulanmaktan ziyade anlatılmak istenenlerin kısa cümlelerle anlatılmaya müsait olmasından kaynaklı olarak kısa yazılır.

o Küçürek hikayelerin sözcük sınırı konusunda kesin bir rakam olmamakla beraber genel kabul 100 sözcüğü geçmemesidir.

o Modern yaşamla birlikte insanlarda zaman sorunu ortaya çıkmıştır. Kitap okumak için fazla bir zaman harcamak istemeyen insanlar kısa öykülere ilgi göstermişlerdir.

o Minimal hikayeler kısa olmakla birlikte yoğun bir anlatım gösterir. Anlam yoğunluğunun sağlanabilmesi için de simgesel bir anlatım tarzı benimsenmiştir.

o Minimal hikayelerde olayı uzatacak ayrıntılardan kaçınılır ve sadece anlatılmak istenilen gösterilir veya dile getirilir.

o Anlatılmaya değer şeyler can alıcı bir şekilde adeta bir fotoğraf karesi gibi okuyucunun önüne serilir.

o Bu öykülerde sadece can alıcı noktalar kısa bir şekilde dile getirildiği için hikayelerin başı ve sonu eksik bırakılır. Bu eksik yerleri okuyucular, kendi hayal güçleriyle tamamlar. Burada okuyucunun bir düşünce etkinliğinin içine girdiğini söyleyebiliriz.

o Hikayenin dili şiirsel bir özellikler taşımaktadır.

Kısa yazılan bu öykülerde her sözcük aslında bir binanın temeli gibidir. Dolayısıyla hikayeden bir sözcük çıkarmak o binanın yerle bir olmasına sebep olacak ve şiirsel özellikler kaybolacaktır.

KÜÇÜREK ÖYKÜNÜN TÜRK EDEBİYATINDAKİ TEMSİLCİLERİ

Ferit Edgü, Küçük İskender, Tezer Özlü,Sevim Burak Tarık Günersel, Haydar Ergülen, Yeşim Dorman Murat Yalçın, Abdullah Harmancı, Aslı Erdoğan Melik Bülbül, Saliha Yadigâr

KÜÇÜREK ÖYKÜNÜN DÜNYA EDEBİYATINDAKİ TEMSİLCİLERİ

Max Jacob, Marry Butts, James Joyce, Robert Kelly Bertolt Brecht, Oscar Wilde

YANGIN Yanmış ormandan geçtim.

Kapkara, kömürleşmiş ağaçlar. Yanmış otlar. Çalılar.

Isırganlar. Tüm börtü böcek yanmış.

Kaplumbağalar. Tosbağalar. Kertenkeleler. Yılanlar yanmış. Kelebekler bile.

Toprak öylesine sıcak ki üstüne basılmıyor. Kayalar cehennem kayası.

Yanımdaki dostum, “Bilmem biliyor musun” diyor,

“böyle yangınlardan sonra, eğer yağmurlar bol ve düzenli yağarsa bambaşka bir orman oluşur. Yeni ağaçlar, yepyeni bitkiler…”

“Ne kadar sürer bu,” diyorum.

“Havaya bağlı,” diyor. “Ben diyeyim yirmi, sen de otuz.”

“Görür müyüz,” diyorum.

“Bizler görmesek, çocuklarımız görür,” diyor.

“Onlara ormanı nasıl korumamız gerektiğini öğretmemiz gerekecek” diyorum.

“Kendimize de,” diyor dostum.

Üstüne basa basa bir kez daha; Kendimize de.

Ferit EDGÜ, 252 Yazardan Minimal Öyküler.

SEÇKİN GÖZ Orada.

Ve durduk yerde büyüyen deniz.

Kayalıkları köpüklerle döverek biçimleyen deniz.

Dur, dinle bir bak: Sana bir şey mi söylüyor?..

Ne söylüyor?..

(10)

İBRAHİM SOLMAZ(Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni) Sayfa 10 Ve kendi çapında yırtıcı kuşların erişilmez o çığlık

çığlığa güzelliği.

***

Burada.

Aman, bir suç olmasın bu!

İnsan birini sevince her şeyi yapar.

Her şey dedikse mantıklı olsun biraz.

Yanlışım varsa, düzeltme!

Necati TOSUNER, 252 Yazardan Minimal Öyküler

SUS KALBİM, SUS ÇİÇEK Bir şey sorabilir miyim?

Zaman zaman sizin de içinizde hafiflemek, düşselliğin perdahından geçmek (fakat yine de çok ağırdan alarak geçmek), sonra yavaşça ve süzülerek dünyamıza sil baştan inmek isteği hiç uyanır mı?

Çarçabuk tarafından çekip bir yerlere gitmek (ey kalbim yine mi, yine mi?), bir şeyleri yakıp yıkmak, uzun bir ilişkiyi birdenbire bitirivermek ister ve bunlardan birini olsun yapamazsanız bile çevrenizden ve her türlü bitişik nizam yakınlıklarınızdan bir anlığına kurtulmayı düşünür müsünüz hiç?

Bunu yapın (ama hemen yapın), susturun o delifişek kalbinizi, susturun ki aynı kalbiniz size o ürkünç sus çiçeği yerine kendi renk-ahenk çiçeğini sunsun.

Ne diyorum ben; susturun o kalbi diyorum, susturun, hemen yapın bunu, yapın ve kalbinizi kendi

avuçlarınıza alın. Başkalarından önce asıl siz ona hükmedin.

Çünkü ey kalbim, sen benim kalbimsin!

Tarık Dursun K., 252 Yazardan Minimal Öyküler.

SÖZCÜKTE ANLAM ÖZELLİKLERİ

Sözcükler, anlam özelliklerine göre gerçek anlam, yan anlam, mecaz anlam ve terim anlam olmak üzere dört başlıkta incelenir:

1. Gerçek (Temel) Anlam

Gerçek anlam, bir sözcüğün aklımıza gelen ilk anlamıdır. Bu anlama başat, ilk, konuluş, sözlük anlam da denir.

Örnek

Uyanır uyanmaz perdeyi açıp pencereden dışa baktım.

Karabaş, bir şeyin kokusunu aldı.

Kör adama kimse yardım etmedi.

Kitaplarını boş bir kutuya yerleştirdi.

Çocuğun attığı taş camı kırdı.

2. Yan Anlam

Bir sözcüğün temel (gerçek) anlamından kopmadan kazandığı yeni anlamlara yan

anlam denir. Sözcük, gerçek anlamından farklıdır;

ancak gerçek anlamından tamamen kopmamıştır.

Sözcüklerin yan anlam kazanmasında “gerçek

anlamıyla görev, şekil (görünüş) benzerliği veya yakıştırma” etkilidir.

Otları toplarken elime diken battı. (gerçek anlam)

Aşırı yüklü gemi, denizin ortasında battı. (yan anlam)

Yangında tüm bina yandı. (gerçek anlam) Bu yaz iyice yandım. (yan anlam)

Çiçekleri masaya bıraktım. (gerçek anlam) Polis memuru kaçakçılık masasında görevliydi.

(yan anlam)

Kazadan sonra koluma iki diliş attılar. (gerçek anlam)

Gömleğinin kolları kırışmış. (yan anlam)

3. Mecaz Anlam

Bir ilgi veya benzetme sonucu sözcüğün gerçek anlamından tamamen uzaklaşarak kazandığı yeni anlamlara mecaz anlam denir. Mecaz anlamda kullanılan sözcükler genellikle soyut anlam kazanır.

Örnek

▪ Konsere gidemeyince biletlerimiz yandı.

▪ Ortalıkta savaş kokusu vardı.

▪ Olaylara karşı kör ve sağırdır.

▪ Boş sözlerle beni oyalamayın.

4. Terim Anlam

Bilim, sanat, spor ya da meslek alanına özgü bir kavramın cümle içerisinde bu alanları karşılayacak biçimde kazandığı anlama terim anlam denir.

Bazı bilim, sanat ve meslek dalları ile ilgili terimler:

Örnek

Matematik: Doğal sayılar, kare, polinom…

Tiyatro: Sahne, perde, kostüm…

Müzik: Nota, akor, sol anahtarı…

Coğrafya: Meridyen, ölçek, izohips, Dünya, boğaz…

Resim: Portre, palet, tuval…

Futbol: Taç, faul, gol…

Bir sözcüğün terim olup olmadığı kullanıldığı cümleye göre değişir.

Örnek

▪ Bugünkü dersimizde ışık konusunu işleyeceğiz.

(Terim anlam)

▪ İki noktadan tek doğru geçer. (Terim anlam)

▪ Olaya bir de şu açıdan bakalım. (Mecaz anlam)

▪ İkizkenar üçgenin taban açıları eşittir. (Terim anlam)

(11)

İBRAHİM SOLMAZ(Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni) Sayfa 11 SÖZCÜKLER ARASI ANLAM İLİŞKİLERİ

1. Eş Anlamlı (Anlamdaş) Kelimeler

Yazılışları ve okunuşları farklı olmasına rağmen aynı anlamı taşıyan sözcüklerdir. Bu tür sözcükler birbirlerinin yerine kullanılabilir. Eş anlamlılık çoğunlukla Türkçe sözcüklerle dilimize yabancı dillerden girmiş sözcükler arasındadır.

Örnek

Siyah Kara Misafir Konuk

Cevap Yanıt Fiil Eylem

Kalp Kürek Model Örnek

Kelime Sözcük Ölçüt Kriter İleti Mesaj Belgegeçer Faks Özgün Orijinal İlginç Enteresan

Dil Lisan Al Kırmızı

Bellek Hafıza Varsıl Zengin Uygarlık Medeniyet Yoksul Fakir

Bazı durumlarda eş anlamlı kelimeler birbirinin yerini tutmayabilir:

Örnek

Kara bahtlı bir adamdı.

Siyah bahtlı demek de anlamsız olur.

2. Zıt (Karşıt) Anlamlı Kelimeler

Anlamca birbirinin karşıtı olan, birbiriyle çelişen kelimelere zıt anlamlı kelimeler denir. Türkçede her sözcüğün eş anlamlısı olmadığı gibi zıt anlamlısı da yoktur.

Zıt anlam; sözcük ,cümle, paragraf ve durum düzeyinde olabilir.

Örnek

Uzak Yakın Soğuk Sıcak

Bulanık Berrak Sık Seyrek

Kirli Temiz İyimser Kötümser

İleri Geri İnmek Çıkmak

Güzel Çirkin Sağ Sol

İç Dış Zengin Fakir

Not: Bir sözcüğün olumsuzu, o sözcüğün zıt anlamlısı değildir.

Örnek Gelmek Gelmek Kirli Kirli

Gelmemek (Olumsuzu) Gitmek (Zıt anlamlısı) Kirsiz (Olumsuzu) Temiz (Zıt anlamlısı)

Sözcüklerin karşıt anlamlı olabilmesi için her ikisinin de gerçek ya da mecaz anlamlı olması gerekir.

Örnek

▪ Dün akşam bize geldi. (gerçek anlam)

▪ Bu işin sonu nereye gider? (mecaz anlam) Yukarıdaki cümlelerde gelmek ve gitmek birbirinin karşıtı değildir; çünkü gelmek gerçek anlamıyla, gitmek mecaz anlamıyla kullanılmıştır.

3. Eş Sesli (Sesteş) Kelimeler

Yazılış ve okunuşları aynı olan; ama anlamları birbirinden farklı sözcüklere eş sesli (Sesteş) sözcük denir. Bunlar yalın hâlde olabildikleri gibi ek almış hâlde de olabilirler.

Örnek

▪ Bu yolu takip etmemiz gerek.

▪ Kardeşimlebirlikte bahçedeki otları yolduk.

▪ Yüzü bana dönüktü.

▪ Düğününe yüz kişi gelmiş.

▪ Kıyıda iki çocuk yüzüyordu.

▪ Koyunun derisini yüzdüler.

▪ Telefonu bütün gün elinden bırakmadı

▪ Eller ne derse desin, önemli değil.

Dilimizde düzeltme işareti ( ^ ) olan sözcüklerde okunuşları, yazılışları ve anlamları farklı olduğu için sesteşlik özelliği aranmaz.

Örnek

Ama – âma, hala – hâlâ, aşık – âşık, adet -âdet yar – yâr

Bir sözcüğün temel anlamıyla yan anlamı arasında sesteşlik özelliği aranmaz. Çünkü bu tür sözcükler arasında anlam bağlantısı kopmamıştır.

Örnek

▪ Karabatak suya daldı.

▪ Uzmanlığını hangi dalda tamamladı?

Bu cümlelerde dal sözcükleri birbirinin sesteşi değildir;

çünkü birinci cümlede dal sözcüğü gerçek anlamıyla, ikinci cümlede dal sözcüğü ağacın bir organı olan dal sözcüğünün yan anlamıyla kullanılmıştır.

Bir sözcüğün temel anlamıyla mecaz anlamı arasında sesteşlik özelliği aranmaz.

(12)

İBRAHİM SOLMAZ(Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni) Sayfa 12 Örnek

▪ Kuru otlar, bir kibrit değse tutuşuverecekti.

(Temel anlam)

▪ Bu yazarın kuru bir anlatımı var. (Mecaz anlam)

4. Genel ve Özel Anlamlı Kelimeler

Anlamca geniş kapsamlı olan sözcüklere genel anlamlı sözcük; anlamca daha dar kapsamlı olan sözcüklere ise özel anlamlı sözcük denir.

Örnek

Genelden Özele

Varlık – canlı – bitki – çiçek – papatya

NOT: Sözcüğün genel veya özel anlamlı olması sözcüğün kullanıldığı cümleye göre değişir.

• Çiçek, bahçelerin süsüdür.(Genel anlam)

• Çiçek masada duruyordu.(Özel anlam) 5. Somut ve Soyut Anlamlı Kelimeler

A)Somut Anlamlı Kelimeler

Beş duyu organımızın işlevlerinden olan koklama, tatma, dokunma(Hissetme), görme ve işitme(Duyma) ile algılayabildiğimiz sözcüklere “somut anlamlı sözcük” denir.

Örnek

Rüzgâr, yağmur, soğuk, sıcak, ekşi, acı (tat), çiçek, gölge, gürültü, aydınlık, karanlık, mavi, koku, uzun, deniz…

B)Soyut Anlamlı Kelimeler

Beş duyu organımızın işlevlerinden olan koklama, tatma, dokunma(Hissetme), görme ve işitme(Duyma) ile algılayamadığımız ancak var olduklarına kanaat getirdiğimiz sözcüklere “soyut anlamlı sözcük” denir.

Örnek

İyilik, kötülük, nefret, kıskançlık, ayrılık, özlem, aşk, sevgi, acı (üzüntü), mutluluk, vicdan, umut, sevinç, keder…

o Somutlama(Soyuttan –somuta dönüştürme) Soyut anlamlı sözcükleri anlatmak zor bir iştir. Bu nedenle soyut sözcükleri benzetme veya deyimler yoluyla anlatarak onları somut hale getiririz. Bu işleme somutlama(Somutlaştırma) denir.

Örnek

➢ Kör olası çöpçüler aşkımı süpürmüşler.(Çöp)

➢ Umut fakirin ekmeğidir.

➢ Sevdan bir lambanın bir zindanı aydınlatmasıdır.

➢ Bu dönemde mutluluk kimine göre paradır.

▪ Deyimler yoluyla somutlama:

Örnek

➢ Heyecanlanmak: Etekleri tutuşmak

➢ Sevinmek: Etekleri zil çalmak

➢ Sinirlenmek: Küplere binmek

➢ Korkmak: Beti benzi solmak

o Soyutlama(Somuttan soyuta dönüştürme) Somut sözcüklere soyut anlam kazandırmaktır.

Örnek

➢ Soruyu bu yolla çözebilirsin.(Yöntem)

➢ Babasının gölgesinde yaşamak istemiyordu.(Gözetim)

➢ Seni sevmek yürek ister.(Cesaret)

6. Nicel ve Nitel Anlamlı Sözcükler A) Nicel Anlamlı Kelimeler

Kavramların sayılabilen, ölçülebilen, azalıp çoğalabilen özelliklerini gösteren sözcüklere nicel anlamlı sözcük denir.

B)Nitel Anlamlı Kelimeler

Varlıkların nasıl olduğunu, niteliğini gösteren;

sayılamayan, ölçülemeyen bir değeri, özelliği ifade eden sözcüklere “nitel anlamlı sözcük” denir.

Örnek

▪ Binadaki dairelerin oldukça geniş odaları var.

▪ Böyle geniş bir insana daha önce hiç rastlamadım.

▪ Uzun, ince bir yoldayım.

▪ İnce insanlara bu toplumda her zaman ihtiyaç var.

▪ Ağır bir hastalığın pençesine düşmüştü.

▪ Ağır taşları kepçe ile yoldan kaldırdılar.

▪ Derin kuyularda merdivensiz bıraktın beni.

▪ Derin bir düşüncelere dalmıştı.

▪ Kısa sürede yakın arkadaşlıklar kurmuştu bu şehirde.

İşyerime yakın bir ev satın almak istiyorum.

7. Yansıma Sözcükler

Doğadaki cansız varlıkların, hayvanların, makinelerin çıkardığı seslerin taklit edilmesiyle oluşan

sözcüklere yansıma sözcük denir. Yansıma sözcükler gerçek anlamlıdır, isim soyludur ve ses anlam ilişkisine dayanır.

▪ Hor… Adam yatakta horlamaya başlamıştı.

▪ Şır… Şelalenin şırıltısı uzaktan duyuluyordu.

▪ Hışır… Çalılıkların arasında bir hışırtı duydum.

▪ Gıcır… Kapının gıcırtısı sinirlerime dokunuyor adeta.

▪ Pat… Patlamanın sesiyle herkes bir tarafa koşuşturdu.

▪ Gür… Göğün gürlemesi bir uyarıymış meğer.

▪ Cıvıltı… Kuşların cıvıltısıydı mutluluğa yelken açtıran.

(13)

İBRAHİM SOLMAZ(Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni) Sayfa 13 Not: Parlamak, kişnemek,anırmak, yansımak, ötmek,

ışıldamak gibi sözcükler ses anlam ilişkisine dayanmadıkları için, doğadaki herhangi bir sesin karşılığı olmadıkları için yansıma olamazlar.

➢ Yansıma sözcükler ikileme görevinde de kullanılabilir.

Örnek

Tıkır tıkır, çıt çıt, şırıl şırıl, fokur fokur…

➢ Yansıma sözcükler, mecaz anlama gelecek şekilde kullanıldıklarında yansıma anlamı ortadan kalkar.

Örnek

➢ Toplantıda bir ara sıkıntıdan patlayacak gibi oldum.

➢ Öğrenci, fiilimsileri tahtada çatır çatır anlattı.

➢ Yansıma sözcükler ad, sıfat, zarf ve fiil gibi çeşitli görevlerde kullanılabilir. Ayrıca cümlenin

herhangi bir öğesinde de yer alabilir.

Örnek

Yansıma ad: Birden onu bir hıçkırık tuttu.

Yansıma sıfat: Kıtır krakerleri yemeye bayılırım.

Yansıma eylem: Kapının menteşeleri gıcırdıyor.

Yansıma zarf: Dere şırıl şırıl akıyor.

SÖZCÜKTE ANLAM OLAYLARI

A) Ad Aktarması (Mecazımürsel,Düz Değişmece) Bir sözcüğün benzetme amacı güdülmeden başka bir sözcüğün yerine kullanılmasıdır.

Ad aktarması şu ilişkiler çerçevesinde kurulabilir:

1-İç-Dış İlişkisi: Bir varlığın dışı söylenerek içi ya da içi söylenerek dışı kastedilir.

Örnek

▪ Evi gelecek hafta taşıyoruz. (Evin eşyalarını-iç)

▪ Çayı ocağa koyuver. (Çaydanlığı-dış)

▪ Şişeyi bir dikişte içti. (İçindeki içeceği-iç)

▪ Havalar soğudu sobayı yakma vakti geldi.(İçindeki yakacaklar-iç)

▪ Mektuba pul yapıştırıp mektubu gönderdim.(Zarf-dış)

2-Bütün-Parça İlişkisi: Bir varlığın bütünü söylenerek parçası, parçası söylenerek bütünü kastedilir.

Örnek

o Sokağın ilk girişindeki apartmanda oturuyorum. (Apartmanın dairesi)

o Herkes başının üstünde bir çatı olmasını ister. (Ev)

o Kan tükürsün adını candan anan dudaklar.(İnsan)

o Sana benim gözümle bakan gözler kör olsun.(İnsan)

3-Somut-Soyut İlişkisi: Soyut bir kavram söylenerek somut bir varlık kastedilir.

Örnek

Düşük bir maaşla beş canı besliyor. (İnsan)

4-Sanatçı-Eser İlişkisi: Sanatçının adı söylenerek eseri ya da eserleri kastedilir.

Örnek

▪ Biz Yahya Kemal’i okuyarak yetiştik. (Şiirlerini)

▪ Dünya, Tolstoy’u okuyarak kendini tanıdı.(Eserlerini)

5-Yer (Şehir, Kasaba, Köy) – İnsan İlişkisi: Yer adı söylenerek insan adı kastedilir.

Örnek

▪ Takımı şampiyon olunca tüm Adana bayram etti. (Şehir halkı)

▪ Törende bütün kasaba meydanda toplanmıştı. (Kasaba halkı)

6-Şehir-Yönetim İlişkisi: Bir ülkenin başkenti söylenerek yöneticileri kastedilir.

Örnek

Ankara bu olayda duyarsız kaldı. (Devlet yöneticileri) 7-Yön – Bölge, İnsan İlişkisi: Yön adı söylenerek o yerde oturan insanlar kastedilir.

Örnek

Batı’nın tavrını anlamak güç. (Avrupa ülkeleri) 8-Neden –Sonuç İlişkisi: Bir olayın gerçekleşmesinin sonucu söylenir, neden kastedilir.

▪ Faleket Marmara’yı vurdu.(Deprem-Neden)

▪ Uçaklar Suriye’ye ölüm yağdırıyor.(Bomba-Neden)

▪ Bereket yağıyordu toprağa.(Yağmur-Neden) B)İnsandan Doğaya Aktarma: insana ait organ adlarının ya da insan özelliklerin doğaya aktarılmasıyla oluşur. İnsandan doğaya aktarmanın olduğu her yerde kişileştirme vardır.

Örnek

o Neden böyle düşman görünürsünüz yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

o Dün gece bir vapuru vurdular rıhtımda.

o Halimi sormaz oldu yıllar, kapıma kilit vurmuş anılar.

C)Doğadan İnsana Aktarma: Doğayla ilgili öğelerin insan için kullanılmasıdır.

Örnek

▪ Aslanım, yaptığın bu iş doğru değil!

▪ O tilkiye söyle, borcunu ödesin.

▪ Senin kadar pişkinini de görmedim.

▪ Paslanmış beyinlerle olmaz bu iş.

Referanslar

Benzer Belgeler

Gökçek Ankara su şebekesinin ihtiyacı olan bakımı yaptırmadığı için Ankara içme suyu şebekesinden yoğun miktarda su kaybı yaşanmakta,. Ankaralının suyu

Hava Platformlarında Mesafe Ölçer Desteği ile Eşzamanlı Konumlama ve Haritalama Sistemi.

Ayrıca İnsan Hakları, Yurttaşlık ve Demokrasi ders kitabında, 2005 Sosyal Bilgiler Dersi Öğretim Programında Yer alan değerlerin dışında der- sin içeriği gereği

Nazar Eshonqulov, Salomat Vafo, Jamila Ergasheva ve Füruzan gibi öykücülerin hikâyelerinde kadın karakteri, onların duyguları, birer kahraman olarak onların hayatın

Burada önemli olan kanun değişikliği ile birlikte, taşıyıcının söz konusu hüküm dolayısıyla sorumluluğunun doğabilmesi için taşıyıcının kendi adamları için

Afyonkarahisar Ticaret Borsası Başkanlığı Karahallı İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Afyonkarahisar Gençlik Spor İl Müdürlüğü Kayseri İl Emniyet Müdürlüğü

MADDE 13 – (1) Kanunun 23 üncü maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca acentelik faaliyeti yapacak olan bankalar ile özel kanunla kurulmuş ve kendisine sigorta

• Kişilik hakları, kişinin kişi olma nedeniyle sahip olduğu hak ve fiil ehliyetinin yanında, kişinin hayatı, sağlığı, bedeni bütünlüğü, şeref ve haysiyeti,