HAŞAN YALÇIN
Dönekler
W
HAŞAN YALÇIN
Dönekler
© Bu kitabın yayın hakları
Analiz Basım Yayın Tasarım Uygulama Ltd. Şti.nindir.
Birinci Basım; Şubat 2003 İkinci Basım: Mart 2003
Kapak: Aptülika
Karikatürler; Aptülika, Derya Sayın, Levent Kuruca Teknik Hazırlık: Analiz Basım Yayın
Baskı: Analiz Basım Yayın
ISBN: 975-343-361-1
KAYNAK YAYINLARI: 363
KAYNAK YjyiNUMa
A N ALİZ BA SIM YAYIN TASARIM U Y G U LA M A LTD. ŞTÎ.
İstiklal Cad. 184/4 34430 Beyoğlu-İstanbul web adresi: www.kaynakyayinlari.com e-posta; iletisim @ kaynakyayinlari.com
Tel; (0212) 252 21 56 - 252 21 99 Faks: (0212) 249 28 92
HAŞAN YALÇIN
Dönekler
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ / DOĞU PERİNÇEK 7
ORAL ÇALIŞLAR; DAVET EDİLEN ADAM 11
ÇETİN ALTAN: SIRADAN BİR DÖNEK 27
CENGİZ ÇANDAR; DİNGİLİ KIRIK ADAM 61
HADİ ULUENGİN: SAPI SİLİK ADAM 86
HADİ ULUENGİN VE ODTÜ 97
CIA'NIN PARMAĞI HADİ ULUENGİN 100
TANER AKÇAM: TÜRKİYE DÜŞMANLIĞI PROFESÖRÜ 107
PEKİN'DE BİR PİŞMAN: RAGIP DURAN 123
DÖNMÜŞ KADININ KIRK YAŞ GÜLÜŞÜ 127
DÖNMENİN FİZİKSEL YASASI 130
DÖNMENİN DİYALEKTİĞİ 134
DÖNMÜŞ ADAM İÇİN YAŞ HESABI 138
NİÇİN DÖNDÜLER VEYA İDEOLOJİNİN SAKİNİMİ YASASI 141 KİMSE "TÜRKİYE'DE SOL VAR MI?" DİYE SORAMAZ 147 İKİNCİ CUMHURİYETÇİĞİN PERİŞAN HALİ 151
TÜRKİYE'YE GİREN AVRUPA 155
TERTİP SİNYALLERİ 159
ŞAH DÖNEKLER 163
d ü ğ m e l ia b YAZARLARI 170
F TİPİ AYDINLAR 174
TÜRKİYE'NİN FELAKETİNDEN CİNSEL HAZ DUYANLAR 178 AYDIN DOĞAN MEDYASI VE PROVOKATÖRLER 183
DÖNEKLER VE LİBERALLER CUMHURİYETİ 187
AD DİZİNİ 191
ÖNSÖZ
SİSTEM, AYDININI YETİŞTİREMİYOR DÖNEKLERDEN DEVŞİRİYOR
Altan'lardan Cengiz Çandar'a kadar sistemin entel kadrosuna bakınız, bütünüyle döneklerden oluşuyor. Bugün mafyalaşan acen
te sınıfı, ideolojik hegemonya görevlilerini bir zamanların sosyalist aydınlarından devşirmiştir. Dünya tekellerinin küreselleşme saldı
rısıyla birlikte, büyük sermaye çevrelerinde ve muhafazakâr mah
fillerde yetişmiş aydın takımı görevden alınmış, ön cepheye Mark- sizmdcn dönmüş entel tayfası sürülmüştür.
Vatansız Mafya
Bu olay, sistemdeki yapı değişikliğiyle birlikte yaşandı. 1990 öncelerine kadar Türkiye'nin hâkim sınıfı, mali sermayenin, sana
yicilerin ve tüccarların iri kıyımlarından oluşuyordu. Artık ülkemiz yönetimi, uluslararası kara para krallarının, dünya tefecilerinin, uyuşturucu ve silah kaçakçılarının, hortumcunun, dolar ve borsa vurguncusunun eline geçmiştir. Bunlar, üretimi örgütlemiyor, üreti
leni yağmalıyor. Bu nedenle yeni yönetici sınıfımız, dünya mafya
sının acentesi konumundadır.
Büyük sermayenin vatanı vardı, ama yeni hâkim sınıf vatansız
dır. Yeni efendilerin paraları kıyı bankalarındadır; yatırımları uyuş
turucu ve silah işinedir; kara para aklayan kumarhaneleredir ve te
levizyon şirketlerinedir.
ülkeden ipini koparmış olması, hâkim sınıfın ideolojisini ve en- tel takımının karakterini de belirliyor.
Vatansız Devşirme
Büyük sermaye, aydın kadrosunu kendi kuramlarında, üniversi
telerinde, Aydınlar Ocağı'nda vb. yetiştiriyordu. Mafya ise, entel kadrosunu döneklerden oluşturuyor.
Burjuva aydını, vatana millete kurşun sıkma işini üstlenemiyor.
Onun vatanla milletle kanbağı vardm Devşirme ise, devrimci ^jeolo
jiden, üretimden, o üretimi gerçekleştiren emekçiden, üretimin coğ
rafyası olan vatandan, milletten koparılmıştır. Dönek, eskiden ağacın dalıydı, artık kırılmış bir daldır, bir sopadır, kimin elindeyse o elin devamı olmuştur. Tecrübeyle bir kez daha kanıtlanmıştır. Bilimsel Sosyalizmden dönen, vatandan da dönüyor, milletten de dönüyor.
Herhangi bir burjuva aydınına "Kahrolsun bağımsızlık" diye bağırttırabilir misiniz? Herhangi bir burjuva bilim adamına "Türk- lerin Kurtuluş Savaşıyla Anadolu'yu yeniden işgal ettikleri" türün
den teorileri seslendirtebilir misiniz? Türklerin "kıçını sıkarak ya
şayan mesleksiz bir millet" olduğu tezlerini, hangi burjuva sosyal bilimcisi piyasaya sürebilir? Eşcinselliğe övgüler, ensest ilişkiye ve sübyancılığa güzellemeler döktürecek burjuva yazarı nerede?
Burjuva aydını, bu küresel mafya görevlerini yapamadığı için gözden düşmüştür; emekliye sevk edilmiştir. Dönek ise, ipini sat
mış, dizgininden boşanmıştır; kuralsız mafyanın tam aradığı perso
neldir. Mafyanın aradığı entel, erketeci tipinde olmalı, tetikçiye ve
ya özel tim görevlisine benzemeli.
Hürriyet gazetesinin bir yazarı, "Hadi Uluengin'e niçin maaş veriliyor sanıyorsunuz, onun bizim gazetedeki görevi, işareti aldığı zaman Doğu Perinçek'e küfretmektir" diyor.
Yıldız Üretemeyince Döküntüden Yıldız Yapıyor
Sistem, ideolojik cephede bu milletin üzerine dönekler dışında hangi aydını sürebiliyor?
Mafyalaşan sistemin devşirmeler dışında bir entel kadrosu var mı?
Bugün sistemin ideolojik hegemonyasına karşı mücadele, aslın
da döneklere karşı mücadelede odaklanıyor. Dönekler, bu açıdan milletin meselesi haline gelmişlerdir.
Ancak bazılarımız, olayın farkında değiliz, "Şu döküntülerin adam yerine konacak neleri var" diyoruz. Doğru, dönekler bizim döküntülçrimizdir, ama aynı dönekler sistemin yıldızlarıdır.
- Döküntüden yıldız olur mu?
- İşte olmuş bile! Çürüyen sistem, artık yıldız üretemediği için, yıldızını devrimcinin döküntüsünden imal ediyor.
Devşirmelerle Nereye Kadar?
Kendi aydınını üretemeyen sistem, devrimci hareketin ürettiği aydını devşiriyor. Mafya sisteminin sonunun geldiğini gösteren en önemli işaretlerden biri budun Çünkü bir sistemi ayakta tutan, yal
nız zor güçleri değil, yönettiği toplumda oluşturduğu rızadır; ide
olojik hegemonyadır. Bir hâkim sınıf, ideolojik hâkimiyetinin yapıcılarını kendi kurumlan içinde yetiştiremiyor ve çıkartamıyor- sa, o sistem bitmiştir.
Bu sistem, devşirmelerle daha ne kadar gidebilecektir? Haşan Yalçın'ın "Dönek Portreleri", her hafta sistemin yüzüne bu soruyu çarpmaktadır: Döneğe muhtaç kalacak kadar zavallılaşmış, vay haline sizin sisteminizin!
Bu sorunun döne döne toplumun önüne getirilmesi, ideolojik mücadelenin en vurucu görevidir. O nedenle Haşan Yalçın, "Dönek
Portreleri"yle, ideolojik mücadelenin merkezinde ve en ön cep
hesinde savaşmaktadır. Yazılarındaki vuruculuk, edebi tat, yalnız birikiminden ve yeteneğinden değil, aynı zamanda ateş hattında mevzilenmesinden geliyor. "Dönek Portreleri", sıradan ideolojik mücadele yazıları değildir; tıpkı Cemal Süreya'nın "İzdüşümleri"
gibi, gelecek kuşaklara kalacak edebiyat mirasımız içindedir.
Doğu Perinçek 3 Şubat 2002
ORAL ÇALIŞLAR: DAVET EDİLEN ADAM*
Niçin Oral Çalışlarla baş
lıyoruz portrelere?
Öpemli olduğu için mi?
Hayır. Önemli dönek yoktur, dönekler arasında önem farkı da. Dönek, kendini önemsiz- leştirmiş adam demektir. Oral Çalışlar, kendisi aldı önceliği.
Biz portreleri tasarlarken adeta başını uzatıp, ben buradayım dedi. 2 Ocak tarihli Cumhuri- ycr'teki yazısını Aydmiık'a ve İşçi Partisi'ne ayırmıştı.
M HP ile Avrupa'da Buluşma
Oral Bey, Aydınlık dergisinin 1969-1970 yıllarındaki Ordu ve devlet tahlillerini gözden geçirmiş. "O yıllarda ne sağlam ve doğru bir yerde duruyormuşuz" diyor. Sanılır ki, şimdi oralardan uzaklaş
tığı, döndüğü ve tam karşıya geçtiği için pişmanlık duymaktadır.
' Aydınlık, "Dönek Portreleri", sayı 755, 6 Ocak 2002; sayı 756, 13 Ocak 2002; sa
yı 757. 20 Ocak 2002; .sayı 758, 27 Ocak 2002.
Hayır. Dediğine göre kendisi, o zamanki görüşleri aynen korumak
tayken, Aydınlıkçılar MHP ile "milliyetçilik yarışına" girmişler.
Oysa, Oral Çalışlar, AB'nin adamı. Son günlerde Türkiye'ye karşı Avrupa'yı savunurken, maskeyi bırakalım, bir incecik tül bile takmıyor yüzüne. Peki MHP? Oral Bey'in emir aldığı yerlerin bir dediğini iki etmiyor. Yani Oral Bey, MHP ile Avrupa'da buluşuyor.
İşçi Partisi'ni MHP ile yarışa sokması ise, Batı'dan öğrendiği psiko
lojik savaş taktiğinin gereği. O taktiğin kitabında, gözden düşmüş olanı, yanında olsa bile karşı tarafın üstüne atacaksın yazılıdır.
Ordu'ya Karşı Pentagon Taktiği
Dönmek, beynin ve vicdanın satılmasıdır. Tamamen ve toptan, bir evin içindeki eşyalarla birlikte satılması gibi.
İnsan ancak dönerek baktığında böyle görebilir gerçeği. Yoksa ne ilgisi var 1969-1970'in Ordu komuta kademesiyle bugünkü Or
du'nun? O zamanki, 15-16 Haziran işçi hareketini bastırmış, Ame
rika’nın yönlendirmesiyle 12 Mart 1971 darbesine yürüyor; bugün
kü, aynı Amerika'yı bölgede tehdit ilan etmiş. Aslında buradaki kurnazlık bile Oral Çalışlar'm kendisine ait değil. 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinden bugünkü Ordu'yu sorumlu tutmak. Pentagon yapımı bir psikolojik savaş malıdır. Altangiller ailesinin işporta tez
gâhında sürekli pazarlanır.
İki Oral, İki Amerika
Amerika'ya karşı çıkarsan Amerika'yı karşında bulursun; Ame
rika'ya teslim olursan Amerika'yı yanında bulursun.
1960'larda Amerika'ya karşı mücadele ediyordu. Aydınlık'çıydı.
1971 darbesinden sonra Gaziantep'te yakalandı, Mamak'ta hapis
yattı. Yanında ne Amerika vardı, ne Almanya, ne TÜSÎAD... Ha
pisten çıktı, gene bağımsızlık mücadelesinin içinde yer aldı. Aydın- lık'çıydı ve bilimsel sosyalist partinin yöneticisiydi. 12 Eylül dar
besinden sonra bir kere daha hapse girdi. Yanında ne Amerika var
dı, ne Almanya, ne TÜSÎAD...
Oral Çalışlar, 1999 Mayıs'ında İstanbul Devlet Güvenlik Mahke
mesi tarafından 13 ay hapis cezasına çarptırıldı. Abdullah Öcalan'la yaptığı röportajı kitap haline getirmişti. Henüz hapse filan girmiş de
ğildi, gireceği de yoktu. Ama bu kez yanında Amerika vardı, Alman
ya vardı, TÜSÎAD vardı. Gazetesi Cumhuriyet'tc yazıldığına göre,
"ABD yönetiminin resmi görüşünü ifade ettiği belirtilen" Amerika'nın Sesi Radyosu, Oral Çalışlar'a verilen cezayı tam 56 dilden protesto ediyordu.' TÜSÎAD Başkanı Erkut Yücaoğlu, aniden Oral Çalışlar'la Tarsus Amerikan Kolej i'nden arkadaş olduklarını hatırlamıştı ve TÜ
SÎAD Yönetim Kurulu, Oral Çalışlar için toptan harekete geçmişti.
Ünlü dönek Hadi Uluengin, Hürriyet't&\d köşesinden Oral'ın şerefine kadeh kaldırıyordu.^ Oral Bey'e yapılan uluslararası ve yerli malı des
teğin yer aldığı gazetelerin kesikleri kocaman bir dosya tutuyor.
1970'lerle 2000'ler arasındaki farkı anlamak istiyor idiyse, Oral Bey işte bu tabloya bakmalıydı. Amerika ve TÜSÎAD dönmediği
ne göre, herhalde kendisi dönmüştü. Bir küçük bilgi daha; o aynı tarihlerde Doğu Perinçek, Haymana Cezaevi'nde yatıyordu. Oral- giller familyasının, işte o aynı Amerika'sı tarafından yapılan tertip
ler sonucu.
Cebinde Almanya Bileti
"1990-1992 yılları arasında Hamburg Senatosu'nun davetlisi olarak eşi ve oğlu ile birlikte Almanya'da bulundu." Anahtar değe-
1 Cumhuriyet, 23 Mayıs 1999.
2 Hürriyet, 20 Mayıs 1999.
rinde bir cümle. 50 küsur yıllık bir yaşam serüveni ancak bu kadar özlü açıklanabilir.
Oral Çalışlar, 1980'lerin sonunda hapisten çıktı. Parti, kendisine 2000'e Doğru dergisinde idare müdürlüğü görevi verdi. Ancak o, aynı zamanda Yayın Kurulu'na girmek istiyordu. Kaç yıllık partili adam, Parti'de pazarlık olmadığını bilmez mi? Bile bile, "Ya olu
rum, ya giderim" diye dayattı.
Nereye gidecekti?
Cebinde işte o Hamburg Senatosunun "daveti" vardı. Parti'ye bilgi vermeden. Alman Elçiliği'yle görüşmeler yapıyordu. Durum öğrenilince, "Bilgi verecektim" diye savundu kendisini. Alman
ya'yla iş pişirildikten sonra bilginin ne faydası olacaktı acaba?
O günlerde Türkiye Solu'na kurulan tuzağın adı Avrupacılık ve Gorbaçovculuktu. İşçi Partisi'ni bölmeye çalışan Avrupacılar ve Gorbaçovcular kendilerine "Kanat" adını vermişlerdi. Oral Bey, orada yer aldı. Alman temsilcisi olarak herhalde. Parti'den koptu.
Gorbaçov'un kanadında Almanya'ya uçtu.
Kırılma Noktası
Dönmek, kişiliğin kırılmasıdır. Gerçi o ana kadar bilinci eğilip bükülmüştü kuşkusuz, ama Almanya "daveti", sonu getiren olaydır.
Oral Çalışlar'ın kırılma noktası.
Tedavi Edilen Adam
Hangisi daha aşağılayıcı ve acımasızdır acaba; yüzün ameliyatla değiştirilmesi mi, yoksa ruhun teslim alınıp dönekleştirilmesi mi?
İtirafçı, boyun eğmek zorunda kaldığını öne sürebilir. Dönek ise, bı
14
çağın altına gönüllü yatmış adamdır. Ayrıca, dönenin yüzündeki de
ğişim estetik ameliyattakinden daha mı küçüktür acaba? Yüz, ruhun aynasıdır. İsteyen, Oral Çalışlar'ın devrimcilik yıllarındaki yüzüyle şimdiki yüzünü karşılaştırsın.
Beyin Hastalığı Almanya'ya, "Ham
burg Senatosu'nun da
vetlisi olarak" gittiğini söyleyen, Oral Çalış- lar'ın kendisi. Bazen de
"Hamburg Eyalet Hükü
meti çağırdı" diyor. Se
natör olarak mı gitmişti yoksa? Operasyona asa
let katmaya çalışıyor.
Oysa, ne senato veya hükümet var ortada, ne davet. Müracaat ediyor ve kabul edilip götürü
lüyor. Götüren kurum,
"Hamburg Sosyal İnce- _______
/ PtC İL İK ^ Oral Bey'e, "Üçüncü Dünya ülkelerinde siyasal görüşleri nedeniy
le baskı gören kişilerin rehabilitasyonu fonu"ndan burs veriyor.
Rehabilitasyon, yani iyileştirme. Oral Çalışlar'ın bilinci üzerin
de yapılacak işleme daha uygun bir isim bulunamazdı. Demek ki, hastaydı. Artık devrimciliğin bir hastalık olduğunu düşünüyor, te
davi görmek istiyordu. Bilenlerin anlattığına göre, Almanya'da bu
lunduğu sürece, "hastalığım" verimli bir maden ocağı gibi işletti.
Cezaevinde yatmış olmayı, hem Türkiyeli eski dostlarından yarar
lanmak için, hem Alman "rehabilitasyon uzmanlarının" ihtimamını kazanmak için kullandı.
Sonunda "iyileştirildi". Yepyeni bir adam yapıldı.
İstihbaratın Elinde
Olta bu gibi durumlarda hep, istihbarat örgütlerinin elindedir.
Devletlerin "iyileştirme" ve devşirme işlerine onlar bakar. Enstitü, vakıf gibi isimlerin örtüden ibaret olduğunu müracaatçı da bilir za
ten. Devşirilmiştir ve değişmek üzere gitmektedir. Müracaat bir ör
tülü sözleşmedir aslında.
Oral Çalışlar'ı Almanya'ya götüren Vakıf, parayı ünlü Alman si
gara tekeli Philipp Reemtsma'dan alıyor. Vakıfa bağlı aynı isimli enstitünün mütevelli heyetinin başında ise, artık Türkiye'nin yakın
dan tanığı Dr. Tessa Hoffmann vardır. Hani Türkiye'yi Ermeni soy
kırımcısı ilan eden, Nazilerin kitle soykırımını Türklerden öğren
diklerini, gaz odalarını ilk kez Türklerin kullandıklarını söyleyen meşhur Alman istihbaratçı. Berlin Hür Üniversitesi'nde, Türkiye ve Kafkaslar'da azınlık çatışmaları uzmanı, aynı zamanda Alman Giz
li Servisi BND'nin Türkiye-Kafkaslar Masası Şefi. Oral Çalışlar'm iyileştirilmesi işlerine bu Tessa Hoffmann bakacaktır. Tıpkı Taner Akçam gibi, onu da alacak, bir teknik direktör gibi eğitecek, yeni hayatına hazırlayacaktır.
Alman devleti, Türkiye'yi hangi cepheden sıkıştıracaksa, dev
şirme asker oraya mevzilendirilecektir. Ve efendinin ne istediğini sezme hızı, bendenin yetenek ölçüsüdür. Oral Çalışlar'da Ermenis
tan ve "Ermeni soykırımı"nı araştırma merakı belki Hoffmann'ı gö
rür görmez başlamıştı. Kendisini İslam ve tarikatlar konusunda esinlendirip eğitecek olan Alman'ın adı ise, Udo Steinbach. Kuşku
16
suz o da Gizli Servis'ten. BND'nin Ortadoğu ve Türkiye Masası Şeflerinden ve Hamburg Doğu Enstitüsü'nün Müdürü. "Alman İs
lâmî" tezinin mucidi. Gerçek bir Mustafa Kemal düşmanı. 1979'da çıkan ilk kitabının adı "Boğazdaki Hasta Adam". Ona kalırsa,
"Türk ulusu yoktur" ve Türkiye "birbiriyle boğazlaşan etnik ve di
ni gruplardan" oluşmaktadır.
Herr Daniel Çalışlar Sahnede
Oral Bey'in, "Bey"i gitmiş, adının başına "Herr" sıfatı gelip otur
muştur. Almanca olarak Herr Daniel Oral Çalışlar! Artık işi, bir bakı
ma durmadan "Ustamın dediği" diye tekrarlamaktan ibarettir. Stein- bach'tan aynen alıp şöyle diyecektir: "Diyanet'in temsil ettiği İslam, doğru İslam değildir. Çünkü Diyanet'in İslâmî, Türk devletiyle barı
şıktır. Kemalistler barbarca yöntemlerle çağdaşlaşma macerasına atıl
dıklarında, Anadolu halklarının kültürel, dinsel ve etnik özelliklerini hiçe saymış, ezmişlerdir. Otoriter, laik ve despot Türk devleti hem Alevilere, hem Müslümanlara, hem Kürtlere ağır baskı uyguluyor"
(Alman Endüstri Vakfı Körber'in 1996 yılında düzenlediği "Türk-Al- man İlişkilerinde Din Tabu mu?" konulu sempozyumda konuşma).
Türkiye'ye karşı savaştaki başarısı Alman medyası tarafından alkışla karşılanacak, "Kemalizme kafa tutabilen ender insanlardan biri", "cesur gazeteci", "eleştirel düşünen aydın", "sistem karşıtı ya
zar" ilan edilecektir. Toplantı toplantı gezdirilecek, Türkiye düşma
nı konuşmalar yaptırılacaktır.
İhanet Notu On
Oral Çalışlar bundan böyle, Avrupa neye karşı ise ona karşı ola
cak, Avrupa ne istiyorsa onu isteyecektir. Silahh Kuvvetler'e ve 28 Şubat'a savaş açacak, ulusal güvenlikle alay edecek; milliyet ve mez
hep çelişmelerini kaşıyacak; Fethullah Gülen'i savunacak; IMF Tür
kiye'ye Kemal'Derviş'i gönderince, bir de "Demokrasi Derviş'i" iste
yecek; gerektiğinde insan haklarcıhğı, gerektiğinde eşcinselliği bay
rak yapacak; gerektiğinde misyoner kimliğiyle İstanbul'un Ümrani
ye'sinde ve Ankara'nın Keçiören'inde kilise açılmasını isteyecek...
Oral Çalışlar, 17 Haziran 2000'de, Paris'te, "Ermeni Diasporası Araştırmalar Merkezi" tarafından düzenlenen sempozyumda, Tür
kiye'nin bağımsızlık savaşını "soykırım" ilan ediyor ve ulus-devle- te saldırıyor. Şöyle diyor: "1915 Ermeni tehciriyle başlayan etnik temizleme süreci, aslında bir yönüyle ulus-devlete gidiş sürecidir."
Hoffmann'ın ve Steinbach'ın öğrencisi, dersini iyi öğrenmiştir.
İhanet notu on üzerinden on!
Yurdunu Yitiren Adam
Oral Çalışlar hem "iyileştirilip", solculuktan kurtarılıyor, hem de hâlâ solcu geçiniyor. Solcu geçinen ÖDP'ye kurucu oluyor. Sol
cu geçinen Cumhuriyet gazetesinde köşe tutuyor. Hatta Aydınlıkçı- lara solculuk dersi bile veriyor. Nasıl açıklamalı bu çelişmeyi?
Dükkânı Sol'da
Çelişme yok ki, açıklansın. İşi bu, böyle görevlendiriliyor. Dö
nekler işlevlerine göre çeşit çeşittir. Bir cinsi vardır, Hadi Uluengin gibi "Ben döndüm lan var mı diyeceğiniz?" diye, halka karşı cep
heden saldırıya geçer.
Maskesizdir. Bir başka türü ise, solcu kisve altında çalışır. İha
netin sol cenahında mevzilenmiştir. İçindeymiş gibi görünmek, çü
rütmek için her zaman elverişli bir yöntemdir. Çağırıcı keklik ol
masa av çok zor olurdu.
Ö zcan Buze-Aptülika
Oral Çalışlar, dükkânı Sol’da açanlardan. Almanya dönüşü Cum
huriyet gazetesine yerleştirildi. Hapislik yıllarının, 68'in, Deniz Gez- miş'in bol işportacılığını yaptı, Mesut Yılmaz'dan daha Avrupacı, Be
sim Libiduk'tan daha liberaldir, ama işte aynı zamanda solcudur. Ta
lep varsa arz mutlaka olur, kural böyledir. Oral Çalışlar'ı solcu zan
neden andavallılar bulundukça, Oral Çalışlar da "solcu" kalacaktır.
MOSSAD'a Selam
Solculuk cilasıyla işbirlikçi burjuvaziye nasıl hizmet ediyor, gör
mek isteyenler Cumhuriyet Dergi’nin 18 Ocak 1998 tarihli 617. sa
yısının kapağına bakabilirler. Oral Çalışlar oradaki "Hayim'in oğlu İshak" başlıklı yazısıyla basınımızdaki "yağdanlık" geleneğinin bü
tün örneklerini geride bırakır; büyük sermaye içinde ABD'ye bağım
lılığın, İsrail "dostluğunun" ve özelleştirme kahramanlığının önde gelen temsilcisi İshak Alaton'u, "entelektüel birikimiyle", "cesur eleştirileriyle", "Atatürk ve Cumhuriyet sevgisiyle", "vatanseverli
ğiyle", "sevgi dolu yüreğiyle", "Türkiye'nin sanayileşmesini yakala
masıyla" bir büyük adam olarak vitrine yerleştirir. İsrail istihbarat ör
gütü MOSSAD’la ilişkisi bütün basında uzun uzun yazılıp çizilen işadamı Üzeyir Garih'in öldürülmesi üzerine ise, "Bir Müslüman mezarlığına bir Musevi olarak düzenli ziyaretler yapması bile, onun farklı kişiliğinin bir ifadesi" diye yazacaktır.^ İşte bu satırlar da, Oral Çalışlar'ın farklı kişiliğinin ve solculuğunun ifadesi oluyor.
Ayak Öpücülüğü
Göklere çıkaracağı kapitalistleri seçerken İsrail bağlantılı olan
ları öne çıkaran Oral Çalışlar, yabancı politikacılar söz konusu olunca, edebi yeteneğinin tamamını kullanır. Karen Fogg'la ilgili yazısı gerçekten müthiştir.'^ Avrupa savunuculuğu, emperyalizme teslimiyet tabii hepsi var. Ama bu yazıda düşündürücü olan, aşağı
lık kompleksinden ölecek hale gelmiş sömürge aydınının pejmürde ruhudur. Şöyle yazıyor: "Çıplak ayaklarını Munzur Çayı'na uzatmış karpuz yiyen bir sarışın kadın fotoğrafı gazetenin orta sayfasında...
Karen Fogg'un çıplak ayaklarını Munzur'a uzatarak karpuz yemesi artık dünyanın ve Türkiye'nin gerçeği... Beğenen beğenecek, be
ğenmeyen beğenmeyecek"...
Sömürge valisi edalı, emperyalist küstahlığının sembolü, Avru
pa Birliği Türkiye Temsilcisi Karen Fogg'un Munzur'a daldırılmış kart ayakları, sadece Türkiye'yi ayaklar altına almıyor, aynı zaman
da emperyalist hayranlığının duygu dünyasını dalgalandırıyor. Oral Çalışlar'dan bile bir edebiyatçı yaratabiliyor, ona ilham veriyor.
Oral Çalışlar'ın o fotoğrafı evinin duvarına astığı, ayrıca Fogg'un ayaklarını öptüğü kesindir.
3 Cumhuriyet, 27 Ağustos 2001.
4 Cumhuriyet, 3 Ağustos 2001.
Alman'dan Daha Alman
Oral Bey'in Türkiye topraklarında en çok sevdiği ve pek rahat ettiği yerler Alman Elçiliği ve konsoloslukları. Almanya'nın Anka
ra Büyükelçisi Hans-Joachim Vergau'nun görevini tamamlayıp memleketine dönmesi üzerine Oral Çalışlar'ın yazdıkları, gerçek bir sevgiyi dile getirir. Hele elçilik konutunu anlatışı, ancak elçili
ğin kedisi böyle bir duygu düzeyini yakalayabilirdi. Alman Büyü
kelçilik mensuplanyla yediği yemekleri ballandıra ballandıra anla
tan da Çalışlar'ın kendisidir. Devşirilmiş Türkiyeli aydın, Avrupa'ya ve Almanya'ya bir AvrupalIdan veya Almandan daha bağlıdır.
Oral Çalışlar, 2 Ağustos 2000 tarihli Cumhuriyet'it aynen şun
ları yazdı: "Bu ülkede yaşamaktan, bu ülkenin yurttaşı olmaktan derin bir utanç duyuyorum."
Son derece doğal. Dönüşen bilinç bütünüyle dönüşür. Sürekli Türkiye aleyhine yazıp konuşan bir insandan Türkiye'yi sevmesi nasıl beklenebilirdi? Türkiye'nin yerini Almanya alır, Türkiye insa
nının yerini Almanlar... Devşirme, yurdunu yitirmiş adamdır. Bun
dan daha büyük mutsuzluk olur mu?
Ucuz Adam
Peki, masrafı ne bu işin? Bir sömürge aydını yetiştirmenin yani.
Hesapçı ve hesaplı Almanlar! Oral Çalışlar'ı eğitip dönüştürmek için ne kadar para harcadılar acaba? Rehabilitasyon vakfından aldığı burs bir yıllıkken, bir yıl daha uzatılmış.,Almanya'da bir yıl daha kalayım diye yalvarmıştır kesinlikle. Sık sık götürüldüğü sempozyum, top
lantı gibi etkinliklerin her biri için 10 bin mark, ayrıca eski Alman şa
tolarında ağırlanmalar. Oral Çalışlar için bu sonuncusu belki çok da
ha önemlidir. Oralarda kendini büyük adam gibi hissediyor.
Başka? Bu tür işlerde verilen ve alınan parayı tarh olarak bilmek mümkün değildir. Önemli de değil. Ama şunu biliyoruz, dönenler dünyasında herkesin bir fiyatı vardır ve küçük adam küçük paraya gider. Son olarak Oral Çalışlar'ın sadece Âiraanlarhan değil Ameri- kadan da para aldığı ortaya çıktı. İnsan hakları dolarçıları arasında adı geçince,: CMm/zM/7'yçt'teki köşesinde aldığı paranın hin dolar oIt
duğunu yazdı. Bin dolarcık yani! Mal çok olunoa fiyat düşer,,ser
best piyasanın kuralıdır bu.
Sıfır Adam
Sınıf mücadelesi, aynı zamanda aydınları kazanma mücadelesi
dir. 60’larda 70'lerde devrim güçlüydü, kazandı., Döneklerin önemli bir kısmı, devrim dalgasının, yüksek sınıflardan sürükleyip getirdiği adamlardır. Kimi üç sene beş sene, kimi daha uzun bir süre hizrnet etti. Dalga geri çekilince,:
kendi sınıfsal mevzilerine geri döndüler. Eski Aydın- hkçılardan Ömer Özertur- gut, Oral Çalışlar'ın ise, bu taraftan o tarafa geçtiği ka
nısındaydı. Dönekler ara
sında, özellikle ona kızma
sının sebebini böyle açık
lardı. Biz ona, sokakta bu
lunmuş bir kedi gibi süt içi
rip bakmasaydık çoktan ölüp gitmişti, diye anlatır.
1960'larda Ankara'ya gel- ___________
:İilm'u'k; onu yanlarına al- mışlar, yardım etmişlerdi.
içirdikleri sütte mi bir bozukluk vardı yoksa? Hayır, hiç verme
den hep almak olmaz. Mücadelenin ikinci devresinde, saraylar üst
teydi; sayıları az da olsa ezilenler dünyasında yetişmiş, zayıf ve bo
zuk bazı adamları kendi saflarına çektiler.
Tepeden Tırnağa İhanet
Cemal Süreya, "Kurt altı yavru doğurur/Köpek olur bunların bi
ri" demektedir. Sözü, bu konuyu yazan Mecit Ünal'a bırakalım:
"Her ağacın kurdu nasıl özünden gelirse, ...köpek de kurdun çürük yanlarından doğup gelişir... Köpek haindir! Karın toklu
ğuna satın alınmıştır. Cemal Süreya'nın 'Kurt' şiirinde köpek, 'yekpare kemik halinde' çizilen kurdun karşısında tepeden tır
nağa ihanet olarak resmediliyor. Zayıf olandır köpek, dönek olandır. Ama kendi soyuna karşı öyle yetiştirilir ki, kurdu gör
düğünde 'ağzı cehennemleşir'. Kolaylıkla devşirilebildiği için de insanda en ağır aşağılama ve hakaret sözü yerine geçer.
Türkeş ve Ecevit'in Sır Kâtibi
Soru her zaman vardır. Ne yapacaksın hayatını? Her insan için ömür, bu soruyu yanıtlamakla geçer. Ve her insan hem biraz kurt
tur, hem biraz köpek. Mao bunu, maymun ve kaplan diye söyler.
Oral Çalışlar'ın bilincinde köpek, kurdun boynuna dişlerini 1980- 81'de geçirmeye başlamıştı. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Do
ğu Perinçek ve diğer Türkiye İşçi Köylü Partisi yöneticileriyle bir
likte tutuklanıp konduğu Dil Okulu'nda.
5 Aydınlık, 6 Ocak 2002.
Oral Çalışlar Dil Okulu'nda, Bülent Ecevit’e ve Alpaslan Tür- keş'e sokuldu, ortamın sunduğu konuşma ve konuşturma olanakla
rını sonuna kadar kullandı. Beklemedikleri sırada, beklemedikleri şekilde, mevkilerinden, eşlerinden, çocuklarından koparılıp kapa
tılmış insanların duygu dünyaları, bütün duvarlarını ve perdelerini yitirmiş olarak, kişiliği bozuk dedikodu avcısının serbest bölgesi haline gelir. Oral Çalışlar kendisine, tabii bir gün yayınlansın diye değil, içtenlikle anlatılan her şeyi not etmeye başladığında, "Ne ya
pacaksın hayatını?" sorusuna yeni yanıtını da oluşturuyordu. Artık devrimci Parti'nin üyeliğinden vazgeçiyor ve gözlerini Cağaloğlu gazeteciliğine dikiyor.
Ünlüler Sofrasının Etrafında
Bir hayat seçilmektedir, aynı zamanda bir ahlak tabii. Artık ha
yatına, ünlülerden ün bulaşır gibi bir düşünce yol gösterecektir.
Hep milletvekillerine, bakanlara, tanınmış gazeteci ve yazarlara so
kulmaya çalışacak, Almanya yıllarında Tessa Hoffman'ları, Udo Steinbach'ları yaşamının yıldızlan yapacaktır. Bir fırsat çıkar otu
rurum umuduyla, ünlüler sofrasının etrafında dolaşılarak sürdürü
len bir hayat. Enerjisini başkalarına özenerek harcadığı için, kendi
sini yaratmaya gücü kalmamış insanların var oluş biçimidir bu.
Düzeltilen Kitap
Oral Çalışlar'm, Milliyet gazetesinde 2-15 Mart 1986 tarihleri arasında "Liderler Hapishanesi" başlıklı bir dizi olarak yayımlanan cezaevi anıları üzerine Doğu Perinçek, onun Babıâli'de kendisine yer aradığını söylemişti. Sonraki yıllarda bu tanı, öylesine büyük
24
bir kesinlikle doğrulandı ki, insanın, yçksa Oral Çalışlar, Doğu Pe- rinçek'i yanlış çıkarmamak için mi böyle yaptı diyesi gelir.
Kaldı ki, Oral Çalışlar, insanların, yazılacağını düşünmeksizin anlattıklarını yazmakla kalmamış, Türkeş'i ve diğer MHP yöneticile
rini şirin göstermek, faşist milliyetçiliğe ve düzene yaranmak için elinden geleni yapmıştı. Yani Oral Bey, Alman devletine geçerken stajını Türkeş övücüsü olarak yaptı. Şimdi de tutmuş, Türkiye'nin bi
limsel sosyalistlerini, "MHP ile milliyetçilik yarışı" yapmakla suçlu
yor. Alman psikolojik savaş eğitimi, CIA'nmkinden geri kalmıyor.
İşçi Partisi yönetimi, "Liderler Hapishanesi" kitap olarak basıl
madan önce, Türkeş'leri şirin gösteren bölümlerle, düzen taraftarı bölümlerin temizlenmesini kararlaştırdı. Oral Çalışlar, bu temizliği yapacak ideolojik tavır içinde olmadığı için, bu görevi başka iki partili yerine getirdi.
Kitabın kapağında Türkeş ve Ecevit'le birlikte Doğu Perinçek'in de resmi vardı. Parti'den tamamen kopunca, Oral Çalışlar, kitabını yeniden bastırdı. Değişiklik yapma sırasının kendisine geldiğini düşünmüş olmalı; kapaktan Doğu Perinçek'in resmini çıkardı. Dev
rimci maziyi silme operasyonu başlıyordu.
Soyunma
Oral Çalışlar Cumhuriyet gazetesine alınınca, yazacağı köşeye
"Sıfır Noktası" adını koydu. Ne kadar kötü olursa olsun bir yazar, gerçekten görmek ve yazmak istiyorsa, şöyle her yere hâkim bir yerden, tepelerden, zirvelerden bakmak istemez mi? O bir yana, in
san kendisine, bütün rakamlar bitmiş de sadece o kalmış gibi, niçin sıfırı layık görsün? Oral Çalışlar, teslim olduğu yerlere, devrimci geçmişini sıfırlayarak geldiğini anlatmak için o başlığı seçti. Kesin
dir bu. Yaşamöyküsü istendiğinde, Aydınlıkçılık döneminin üzerin
den sürekli atlaması, gene bu sebepledir. 12 Mart'ın dönekleri de
yeni hayatlarına, devrimci ideolojiyi tamamen reddettiklerini anlat
mak üzere, bütün elbiselerini çıkarıp çırılçıplak soyunarak başlar
lardı. Döneklik, insanın kendisinden, kendi özyaşamından utanma
sı ve nefret etmesidir.
Tepeden kopan taş, düzlüğe kadar yuvarlanır. Yerçekimi yasası
nın gereğidir bu. Oral Çalışlar'ın ise, sıfır noktasında durduğu bile doğru değil. İrtifa kaybı çok daha büyüktür.
26
Ç ETİN ALTAN: S IR A D A N B İR D Ö N EK *
/'Ben .politikacılık yap
madım" diyor Çetin Altan,
"sadece rahat ,yazı yazabil
mek için Meclis'e girdim, ama o zaman da dokunul
mazlığımı kaldırdılar. Benim siyasete ihtiyacım yok."*
Kendi Reklamcısı
Sanılır ki, yâzT yazıyor diye devletin bütün polisleri,, savcıları, mahkemeleri .ve tabii "etrâk-ı biİdrak", yanı anlayıştan yoksun Türklerin tamamı, bü "büyük yazârı"
kovalamaktadır ve'yazmasa öleceği için dokunulmazlık
* Aydınlık., "Dönek Portreleri",, sayı,773, 1,2 IVtayış 2002; sayı IIA , 19 Mayıs,2002;
sayı 775, 26 Mayıs 2002; sayı 776, 2 Haziran 2002; sayı 777, 9 Haziran 20Ö2; sa
yı 778, 14 Haziran 2002; s';lyi'779,’23 Haziran 2002; sayı 780, 30 Haziran 2002;
sayı 781, .7 Tenııpuz 2002. ‘. 7 .
1 Mustafa Karaalioğlu'yla röportaj, Yeni Şafak, 21 Nisan 2002.
zırhından yararlanmak amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sığınmıştır. Yoksa, ne işi vardır politika çamurunun içinde?
Ama sıra politikacılık konusunda böbürlenmeye gelince tuğla büyüklüğünde bir kitap indirilir raflardan, üstünde "Ben milletveki
li iken" yazılıdır. Büyük "Yazı adamı", yazı adamlığını bu kez, "bü
yük politikacılığını" ve Parlamento maceralarını anlatmak için kul
lanmıştır. Bu kadar da değil, Çetin Altan'm politika yıllarını övüne
rek anlattığı sayısız yazısı ve konuşması vardır. "Yazı adamlığı"
onun, böbürlenmeye en uygun konumdur diye, deneye sınaya ken
dini oturttuğu son posttur.
Özden yoksunluk, kendini yalan ve gürültü şeklinde ifade eder.
Boş Laf Şampiyonu
Çetin Altan, 1967'de emekçiler tarafından kendisine gönderilen mektupları toplayıp Onlar Uyanırken adıyla bir kitap yaptı. Kitabın kendisine ait giriş bölümünde şöyle yazıyor:
"Türkiye'nin ezilen, horlanan, çağının dışında bırakılan emekçileri ... bütün gücün kendi sınıflarında olduğunu göre
cek ve sınıflarının özgürlüğünü kimseden bir şey ummadan kendilerinden yana olan namuslu aydınlarla sağlamaya çalışa
caktır... Ve ancak bu büyük çaba sonunda gerçek olarak kur
tulacaklardır... Bu mücadelede elbette başı belaya girenler, fe
laketlere uğrayanlar, eziyet çekenler olacaktır... Ama şunu unutmamak gerekir ki, insanlığın kurtuluşu için uğraşanlar ölümsüzdürler. Onların her yaptıkları yarın doğacak bebekle
rin mutlu dünyasında bir taze gülüş olarak açılacak ve onların varlığı evrenin içindeki atom cümbüşünde gelip geçtikleri bir sinema perdesinin gerçek sahibi olarak sonsuzluğa perçinle- necektir... Sosyalizm alabildiğine geniş, alabildiğine derin,
28
alabildiğine insanca bir çabanın hiç bitmeyecek bir meyvası- dır. Yaşantının mutluluğunu böyle bir meyvamn lezzetinde duyanlar, çağlarını anlamış ve gerçekten yaşamış olanlardır."
Aldatan ve Aldanan
Dikkat edilirse, Meclis'e rahat yazı yazmak için girdiğinin he
nüz farkında değildir ve "sosyalist politikacı" kisvesiyle konuşmak
tadır. Bu yüzden cicili bicili, "bebeklerin gülüşü", "meyvaların lez
zeti", "sinemaların perdesinin sahibi olarak sonsuzluğa perçinlen
me" gibi ifadelerle, olabildiğince güçlü bir inanç gösterisi yapıyor.
Laf salatası, halk avcılarının tezgâhında satılır.
Çetin Altan, hayatının herhangi bir döneminde ne Bilimsel Sos
yalizm'! öğrendi, ne de sosyalist oldu. Sosyalistlik pozu yaptı ve kendi pozuna belki kendisi de inandı; o kadar. Kendini ve halkı al
dattı. Türkiye'de henüz sosyalizm bilinmiyordu. Devrime gözlerini yeni açan insanların etkilenmesi kolaydı.
Halk Avcısı
27 Mayıs 1960 hareketiyle ivme kazanan devrimcilik, iki yaza
rı kitlelerin sevgilisi yapmıştı. Akşam'AdL yazan Çetin Altan, Cum- huriyet'te yazan İlhan Selçuk. İkisi de kitleler ve TİP (Türkiye İşçi Partisi) tarafından siyasete çağrıldı. İlhan Selçuk, emin yollardan, adımlarını yoklaya yoklaya atarak yükselme yolunu seçti ve gaze
tecilikte kaldı.
Çetin Altan'ın kişiliği farklıydı; ün, takdir ve alkışa direnmesi mümkün değildi. Böyle oluşunun sebebini, Çetin Altan her sorul
duğunda kendisi izah eder. "Sekiz yaşında yatılı okula bıraktılar, bir
daha da kimse aramadı... Sevilmemiş insanlar, insanları mahkum etmeye çalışırlar kendilerini beğenmeye."^ Aynı ifade, eşi Solmaz Kâmuran tarafından İpek Böceği Cinayeti adıyla yazılan biyografi
sinde aynen vardır. Çetin Altan o yıllarda ve hayatı boyunca hep tri
büne oynadı. Olayların merkezinde olmak ve kendini alkışlatmak için elinden geleni yaptı. Bu amaçla içeriksiz ama süslü konuşur ve yazar; sesinin kalınlığı, üslubu, duruşu, hepsi alkışa davetiyedir.
TİP listelerinden bağımsız milletvekili olarak girdiği Meclis onun için bir kişisel şov sahnesiydi. Daha sonra üyesi olduğu TİP'te başına buyrukluğuyla öne çıktı. 60'ların sonuna gelindiğinde artık kitle hareketi geri çekiliyordu, Çetin Altan'a yol görünmüştü. Par- ti'den ayrıldı, devrimciliğe. Sofa, sosyalizme sırtım döndü.
Halk avcısı her zaman halkın sırtında yaşar ve sürekli orada dur
mak ister. Halk üstteyken onun ellerinde yükselir; yenilip alta dü
şünce, bu kez yenenlerle birlikte biner halkın sırtına.
Aynı Yolun Yolcusu
Stalin, Troçki için "Alkış uğruna Kızıl Meydan’da intihar etme
ye razıdır" demişti. Çetin Altan da kesinlikle özel bir dönüşle, ken
di şanına yakışır bir şekilde ve alkışlar arasında dönmüş olmayı ter
cih ederdi. Ama, dönüşünün diğer döneklerden en küçük bir farkı, kendine özgü hiçbir yanı yok. Oral Çalışlar, Hadi Uluengin, Cengiz Çandar ve Taner Akçam neden ve nasıl dönmüşlerse o da aynı şe
kilde dönmüştür. Yol da aynıdır, güzergâh da aynı. Devrim dalgası
nın saraylardan sürükleyip getirdikleri arasında yer almış, halkın sırtına basarak yükselebildiği yere kadar çıkmış, dalga geri çekilir
ken diğerleri gibi o da halkı suçlayarak saraya dönmüştür.
2 Ahmet Tıılgar'la söyleşi, 7 Nisan 2002, Milliyet Pazar.
Artist
1960'lann ikinci yarısında biz, İTÜ'nün (İstanbul Teknik Üni
versitesi) sosyalist gençleri, hem Çetin Attan hayranıydık, hem Prof. Dr. Tarık Özker'in öğrencileri. Önemini sonradan anlayacağı
mız bir büyük çelişmeydi aslında bu.
"Şarlatan"
Ham elmanın yeşili canlı, genç sosyalistin coşkusu büyük olur.
Sosyalizmi henüz benimsiyorduk ve Çetin Altan'ın hâkim sınıfa ve iktidara yönelik alaycı ve çarpıcı üslubu, parlak sömürü tasvirleri, gençlik heyecanlarımızı tatmin ediyor ve büyütüyordu. Çetin Al- tan'a İTÜ'nün Gümüşsüyü Yurdu yemekhanesinde verdirttiğimiz konferans ünlü bir ses sanatçı
sının konserinden bile daha görkemliydi. İktidarı yerden yere vuran ve halkı göklere çı
karan Çetin Altan büyük alkış toplamış, bizim de gururdan başımız göğe değmişti.
Çetin Altan şimdi, Türki
ye'nin bilim açısından uçsuz bucaksız bir çölden ibaret oldu
ğunu adeta cinsel bir haz duya
rak yazarken, tam bir cahil ve tam bir palavracıdır. Bırakalım her alandaki sayısız bilim insa
nımızı, Türkiye, sadece Prof.
Dr. Tarık Özker’i yetiştirmiş ol
saydı bile, dünya önünde gu- ^ p r C i L i K ^
rurlanabilirdi. Tarık Özker, ömrünü genç kafalarda bilimsel düşünce
nin tomurcuklanması için mücadeleye vermişti; ITÜ'den yetişmiş mühendis nesillerini "neden", "niçin" ve "nasıl" sorularıyla tanıştırdı.
Sosyalist bir bilim adamı olarak, Amerikan üniversitelerinden her se
ne aldığı davetleri reddetmiş ve Türkiye'de kalmıştı. Fizik bilimini sadece fizik olarak okutmazdı; aynı zamanda toplumsal olayları ve tarihsel süreçleri bilimsel olarak tahlil etmemizi isterdi. Bizim Çetin Altan'la yatıp Çetin Altan'la kalktığımız o günlerden birinde, kendi
siyle Fakülte koridorunda karşılaştık. Aynı zamanda deli dolu bir in
sandı, beni yakamdan tuttuğu gibi odasına götürdü, masasının karşı
sına oturttu. "Şarlatan, bu Çetin Altan" dedi; "Devrimci değil, şarla
tan ve hiçbir bilimsel görüşü yok".
Tarık Özker’in, o gün bana bu teşhisini kabul ettirmesi mümkün değildi; biliyordu bunu. Ama ulaştığı sonucu, devrimci öğrencisi
nin bilincine sunuyordu. Fizik biliminin Çetin Altan hakkmdaki la- boratuvar test raporu olarak. Aynı zamanda bir vasiyet gibi. Türki
ye, Prof. Dr. Tarık Özker'i çoktan yitirdi. Ben ise en azından 30 yıl
dır, Çetin Altan'ın adına ne zaman rastlasam mutlaka Tarık Özker'in değerlendirmesini hatırlarım; "Şarlatan bu Çetin Altan, hiçbir bi
limsel görüşü yok."
Demagog
Kitlelerin bilgi ve bilinç yetersizliği, şarlatanların yaşama ve üreme ortamıdır. 1960'larm Türkiye’sinde sosyalizm bilgisi son de
rece yetersiz ve yüzeyseldi. DP döneminin tutuklamaları sosyaliz
min geçmişle bağlarım koparmış ve birikimin yeni kuşaklara akta
rılmasını önlemişti. Türkiye'ye özgü teori, program ve strateji, he
nüz son derece kabaydı, yok gibiydi. Bilimsel sosyalizmin klasik
leri, üstelik yarım yamalak çevirilerle, Türkçeye yeni kazandırılı
yordu. Çetin Altan, sağdan soldan duyduklarını bu pazara, "sosya
lizm" diye etiketleyip sürdü. Görüşlerinin tamamı yüzer gezer fikir
lerden oluşuyordu ve kaba bir sömürü edebiyatından ibaretti. Sos
yalizm konusunda ömrü boyunca, ağzından çıkan lafların toplamı
nın yüzde biri kadar bile okumadığı kesindir.
Bütün halk avcıları gibi, ne yaparsa daha çok alkışlanacağını ça
buk öğrendi. Boş ama, tumturaklı cümlelerle konuşurdu. Giderek bir demagog olup çıktı. Alkış cehaleti azdırır. Ama aynı zamanda kişiliği bozar. Çetin Altan'ın alkışı arttıkça, kuşkusuz öğrenme ihti
yacı azaldı; her şeyi bildiği duygusuna kapıldı. Kitleleri aldatırken, kendisi hakkında yanlış fikriler edindi. Oldum sandı. Kibirlendi.
Oysa öğrenmek, bilmediğini bilmekle başlar ve alçakgönüllü
lük gerektirir. Demagog, iddiasıyla bilgisi arasındaki uçurumu, boş böbürlenmeyle ve mugalatayla doldurur. Çetin Altan şimdi, "40 ka
dar kitap ve 40 bin kadar köşe yazısı yazmakla" övünüyor. Yazdı
ğından fazlasını da konuşmuştur kesinlikle. Kendine biçtiği değer
le, gerçek değeri arasındaki fark bu kadarıyla bile giderilemeyecek büyüklüktedir.
Hafif
Çetin Altan’ın dönüşünde alkışın ve cehaletin rolü çok büyüktür.
Fırtına önce hafif nesneleri saçar savurur. 27 Mayıs 1960'tan sonra yükselen devrim dalgası Amerika'yı telaşlandırmıştı. Genç ve dene
yimsiz devrimci hareket provokasyonlara karşı hazırlıksız, saldırı
lara karşı savunmasızdı. Ajanları ve her an ajan rolü oynayabilecek demagogları tanıyıp hizaya getirecek disiplinli bir yapı yoktu. Ter
tipler, saldırmalar, öldürmeler başlayıp, devrimciliğin zorlukları öne çıkınca. Çetin Altan döndü. Hangi halka bağlılık ve tarih bilin
ciyle, hangi sosyalizm bilgisiyle, hangi örgüt terbiyesiyle kalacaktı ki devrim saflarında?
Alkış bitince artistler sahneden çekilir.
Demagog, alkış pazarında hangi malın müşterisi varsa onu satan adamdır. Ve sattığı malı değiştirdiğinde esnaf, esnaf olmaktan çık
maz. Dün cahildi, bugün de cahildir. Değişen, pazarladığı maldır. O zaman yoksulluk ve sömürü edebiyatı revaçtaydı, onu sattı; dönem değişti, emperyalizmin mallarıyla çıktı müşterinin karşısına.
Keklik
"Değişim", dönekler cemaatinin en çok kullandığı kavramdır.
20 yıldır, emperyalizm tarafından ağızlarına verilen bu aynı sakızı çiğniyorlar. Sanılır ki, "değişim" kavramı, döneklerin rahatlıkla dö
nebilmesi için vardır. Gene de ele alınışı dönekten döneğe fark edi
yor. Bazıları, "değişim"!, "insanoğlu değişir ve değişmek bir aydın meziyetidir" anlamında kullanıyor. Hadi Uluengin'in külhanbeyi üslubuyla, "Değiştimse değiştim lan!" diye ifade ettiği budur. Bu tür dönek, kendisi dahil devrimcilik yaptığı döneme ait her şeye la
net okur; karşı tarafın askeri olduğunu gizlemez, devrimcilik ve sosyalizmle cepheden savaşır. Dolayısıyla halk açısından böylele- rini tanımak diye bir sorun yoktur.
Ama Çetin Altan türü farklıdır. Bunlar döndüklerini kabul et
mezler. Hem geçmişte söylediklerinin, hem şimdi söyleyip yaptık
larının aynı şekilde ve aynı ölçüde doğru olduğunu ileri sürerler.
Efendileri tarafından kendilerine, diğer kuşları tüfeğin ucuna geti
recek çağırıcı kuş, keklik rolü verilmiştir.
Gözaltında Büyük Dönüş
"Değişim" Çetin Altan'ı, 12 Mart'tan hemen sonra cezaevinde buldu. Darbe, paşa torununun vücudu için fazla sertti. Zaten canı burnundaydı. Mücadelenin zorlaşmasıyla, "bu işlerin kendisine gö
34
re olmadığım" anlamaya başlamıştı. TİP'ten istifa etmiş, ağır ağır voltayı alıyordu. Şimdi ise artık kesin dönüş başlıyordu.
Birlikte yatanlar, Çetin Altan'ın tutukluluk dönemini korku ve teslimiyet içinde, devrimciliğe ve devrimcilere ilenerek geçirdiğini anlatırlar. Çetin Altan türünün, dışarıda yaprak kımıldasa, içeride sürüklendiği "Bizi astıracaklar" paniği, her dönemde düzene sunu
lan dönüş dilekçesi olmuştur. Ağlayıp sızlayarak ve "hasta" numa
rası yaparak, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün özel affıyla ceza
evinden çıktı. Dönekleşirken yaşadığı ruhsal serüveni, daha sonra
"Büyük Gözaltı", "Bir Avuç Gökyüzü" ve "Viski" adlarıyla "ro
manlaştırıp" pazarlayacaktır.
CIA'nm Tehdit Memuru
"Değişim" bütün görüşlerini değiştirdi. Yolladıkları "binlerce"
mektupla kendisine, "hiçbir şey karşılığında değişmeyeceği bir kı
vanç" yaşatan, kendilerini kendi güçlerine dayanarak kurtaracakla
rına inandığı "Türkiye'nin ezilen, horlanan emekçileri (Onlar Uya
nırken), artık gözüne, "yağlı kaygan bir bataklık" (Viski) gibi görü
nüyordu. Kurtarıcı makamında ise ABD ve Avrupa oturuyordu. Yıl
lar geçtikçe, bazı yabancı dillerde, "Türk kafası" deyiminin "taş ka
fa" anlamına geldiğini fark edecektir.^ Kendisi gibi bir "büyük ada
mı" takdir edip, gereken yerlere getirmeyen Türk milletine karşı duyduğu nefret arttıkça, emperyalizme daha sıkı bağlanacak; gide
rek her iki yazısından birinde, ya "dış merkezlerin" Türkiye'yi adam edeceğinden dem vuracak ya da direnen Türk Ordusu'nu, küstah ve sıradan bir CIA memuru ağzıyla, "ABD gizli servisleri
nin elindeki belgelerle"."^ tehdit edecektir. Türkiye'ymiş, bağımsız
lıkmış, ulusal devletmiş, Cumhuriyet'miş, vatanmış, ulusal onur-
3 Sabah, 18 Nisan 2001.
4 Sabah, 17 Haziran 2000.
muş, artık Çetin Altan için bunların hepsi, üzerinde şaklabanca te
pineceği birer alay konusu; Amerika ve Avrupa'nın bir demir kürek
le süpürüp, tarihin uçurumlarına fırlatacağı çöp yığınlarıdır.
Dün savunduğu her fikrin tam tersini söylemekte, dün uğrunda mücadele eder göründüğü her değerin karşısında emperyalistlerin kılıcım şakırdatmaktadır. Ama dediğine bakılırsa, gene de dönme
miştir! Şimdiki karısı Solmaz Kâmuran'a yazdırdığı ve Habertürk gibi internet sitelerine koydurduğu, İpek Böceği Cinayeti isimli ya- şamöyküsünde belirtildiğine göre, "döndü" denmesi Çetin Altan'ı
"yıkmaz ama üzer"miş! "Büyük adam" yıkılır mı hiç, olsa olsa
"üzülür" ve dönek olması ise asla söz konusu değildir.
Kıraathane Âlimi
Çetin Altan kendi dönekliğini, dünyanın dönüyor oluşuna bağla
yarak yutturmaya çalışan dönektir. Yani, değişse değişse evren deği
şir ve "değişim teorisi" sayesinde bu değişimi kavramak ve açıkla
mak tabii gene bu "Büyük adam"ın kendisine düşer. Çünkü Türki
ye'de, "Mai'ksizm'in değişim teorisini" bilip açıklayacak başka kim
se yoklur.5 "Kozmos sürekli bir değişim içinde" olduğuna göre. Çe
tin Altan, yani Kozmos'un bu mümtaz parçası, elbette "Kozmos'un değişim yasası"nı haksız çıkaramazdı; dönecekti. Ve döner dönmez de fark edecekti ki, "evrensel değişimin bayrağı" artık, dünyada "kü
resel sermayenin", Türkiye'de ise "TÜSİAD'ın" elindedir.^
"Aynı ırmakta iki kez yıkanılamaz" diyen Efesli Herakleitos'tan 2 500 küsur sene sonra, aynı Anadolu'da ortaya çıkıp, Marksizm!,
"Kozmos sürekli bir değişim içindedir" cümlesine indirgemek için gerçekten Çetin Altan gibi bir cahil-i cühela olmak gerekirdi. Bir
5 Hürriyet, 12 Aralık 1988.
6 Sabah, 8 Temmuz 2001.
başka Anadolu kentinde, Denizli'de böyleleri için, "kibirinden dü- bürünü görmüyor" denir. Yazılarında durmadan tekrarladığı, "Tür
kiye'nin mesleksiz ve cahil, ortak hipnozlardan arınamamış kul sü
rülerinin ülkesi" olduğu şeklindeki zırvalarına, bizzat kendisi inan
mış ve köpeksiz köyde dolaştığını sanmaya başlamış olmalı.
Artık, sağdan soldan duyduklarını bilgi diye satan kıraathane âlimi edasıyla devam edecek, "sürekli değişim içinde olan evren",
"Kozmos", "Kozmos'la çatışmadan sürekli bir değişim sürecine ge
çebilmek” gibi iri lakırdıları, hindi yumurtaları gibi arka arkaya sı
ralayacaktır.^
Türkiye'nin Ayıbı
Cehalet ve boş böbürlenme, saçmalıklarının sadece anasıdır.
Çetin Altan'ın bütün yazdıklarına harfine kadar damgasını vuran baba ise, emperyalizmdir. Bilgisiz, birikimsiz ve gösterişçi olduğu için, aynen tekrarlamak üzere Batı merkezlerinin emperyalist pro
paganda malzemesine el atar. Kendini "yazı adamı" diye yutturma
ya çalışan bir psikolojik savaş memurudur. Marksistlik taslaması ise, kendi üzerinden Marksizmi ve Sol'u da efendilerinin hizmetine sunmak istemesindendir.
Çetin Altan, Türkiye insanının cehaleti üzerine durmadan atar tutar. Tamamı haksız ve yanlıştır. Ama, belki sadece, Çetin Altan'ın bu ülkede hâlâ yazar sayılıp, yazı yazabiliyor oluşu, bir cehalet ka
nıtı sayılabilir. Bizzat kendisi genel kültürel geriliğin ürünüdür ve Türkiye'nin ayıbıdır.
7 Sabah, 8 Temmuz 2001.
üfürükçü
Edebiyat, özle biçim ara
sında tutarlılık ister. Biçim
sel güzellik, içeriğin yerini hiçbir zaman tutamaz. Yazı ustalığı, içerik yoksunluğu
nun örtüsü olarak kullanıl
mak istendiğinde, güzellik değil bayağılık çıkar ortaya.
Yani Çetin Altan'ın yazıları.
Çetin Altan sık sık, 40'tan fazla kitap ve 40 bine yakın köşe yazısı yazdığını söyle
yerek övünür ama, yazdıkla
rı özden tamamen yoksun
dur. Süsünü püsünü attığınız zaman bugüne kadar yaz
dıklarının toplamı, en fazla 40 cümledir. Geri kalanı, o 40 cümleyi yutturmak için kullanılan süslü dolgu maddelerinden veya sözü o 40 cümleden birine getirmek amacıyla yapılmış girizgâhlardan ibarettir.
Sıfır
Çetin Altan dün okuduğunu bugün unutanların ve süslü laf me
raklılarının yazarıdır. Küçük sepetinde sürekli bulundurduğu ve ga
zete gazete dolaşıp hokkabazlık yaparak sattığı çürük yumurtaları, dikkatli bir okuyucu üç günde saptayabilir. Sınamak isteyen varsa.
Çetin Altan'ın on sene boyunca yazdığı köşe yazılarını üst üste yığ
sın, aralardan rasgele 40-50 tanesini çekip baksın; döne döne aynı laf salatasının tekrarlandığını görecektir.
Televizyon programlarında da öyledir; durmadan konuşur ama, yeni olarak söylediği hiçbir şey yoktur; soruyu anlamazdan gelip ezberini tekrarlar. Nebil Özgentürk^ ve Neşe DüzeP gibi, ruhunu teslim edip, çoktan sahte şeyhin müridi olmuş zavallı röportajcıla
ra yutturduğu dolmalar ise bayat bile değildir; resmen kokmuştur.
Bireycilikle yaratıcılık birlikte yaşamaz. Çetin Altan demek, sı
fır yaratıcılık demektir.
Çürük Yumurta Sepeti
İşte Çetin Altan'ın bütün yazılarının formülü, özeti, iskeleti ve nakaratı; suyu, salçası, tanesi, hepsi:
"Engellenme olanağı bulunmayan dur duraksız değişim";
"Kozmos'taki sürekli değişim";
"Teknoloji değişip geliştikçe, toplum da değişecektir";
"Evrensel boyutlu üretim örgütleri";
"Müspet bilim niteliği kazanmakta olan ekonomi";
"Hızla artan üretimin evrensel boyutta emilmesi";
"Teknolojiler değişir; işçi sınıfı tarihe gömülme dönemine gi
rer";
"Değişimin bayrağına dünyada küresel sermaye, Türkiye'de TÜSİAD sahip çıkıyor";
"Statükonun ta kendisi olan ulus devlet";
"Ulus devlet modelini aşan küreselleşme süreci";
'"Kabuk devlet' yapılanmasından, 'teknik"devlet' çağdaşlığına geçilemeyiş";
"Türk'e Türk propagandası";
"Mesleksiz yığınlar";
8 Yeni Yüzyıl, 22 Haziran 1997.
9 Yeni Yüzyıl, 30 Haziran 1997.
"Mesleksiz kul sürüleri";
"Hipnozların içine kilitlenmiş yığınlar";
"Ortak hipnozlardan arınamayış";
"Kulluk koşullanmalarından arınmak";
"Türkiye'de yaşam kalitesi Yunanistan'ın bile 65 basamak al
tında";
"Türkiye, adam başına düşen ulusal gelir birimi açısından uluslararası sıralamada 93. basamağa düştü";
"Türkiye'nin 'yaşam kalitesi' açısından evrensel merdivende 82'nci basamağa düşmüş olması";
"Türkiye, biten yüzyıl içinde en kötü yönetilmiş ülkelerden bi- n ;
"Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 20. Yüzyıl'ı rezalet bir fiyas
koyla, köküne kadar ıskaladı";
"Ankara'daki egemenlerimiz";
"Kuru sıkı hamaset salvoları";
"Sinsi talan ve iri yalanlar"
"Siyaset, artık modası da yavaş yavaş geçmekte olan, ikinci sınıf bir uğraştır";
"'Değersiz önemliler' dönemi sonuna yaklaşırken; 'önemsiz değerliler'in yücelmeye başladığı bir döneme geçiliyor";
"Görünen o ki, Türkiye'ye 21. Yüzyıl'ı da ıskalatmayacaklar";
"Enseyi karartmayın".
Baloncu
1960'ların ikinci yarısında, belki 1970'lerde de, her gün akşam
ları, Beyoğlu'nun ortalarındaki sokak başlarından birinde orta yaş
lı, saçları yarı yarıya dökük, kalın vücutlu, yıpranmış siyah kalın yün kumaştan giysileri olan bir adam dururdu; şimdi "pipet" denen bir borucuğu, öbür elindeki gliserinli su dolu koyu renkli küçük şi
şeye sokup çıkararak havaya doğru üfler; her üfleyişinde etrafa sa
bun köpüğü gibi, saydam baloncuklar saçardı. Adam arada bir sa
dece, kalın ama alçak bir sesle, söylenir gibi, "balon" diye seslenir;
sonra borucuğunu şişeye sokup çıkararak üflemeye devam ederdi.
Özellikle biz devrimci öğrenciler onun etrafı gözetlemekle görevli bir sivil polis memuru olduğunu düşünürdük.
îşte odur Çetin Altan. Yıllardır gazete köşelerinde, sabun köpüğü gibi saydam ve hepsi birbirine benzeyen birkaç cümleden ibaret kü
çük baloncuklarını üflüyor durmadan. Ama şişesindeki gliserinli su bile yerli, özgün, kendine ait değil. Abra Kadabra numaralarıyla oku
yucuya sokuşturduğu malların hepsinin üstünde USA veya AB yazı
lıdır. Emperyalist merkezlerin ezilen dünyaya karşı yürüttüğü psiko
lojik savaşın ürettiği malları satar. Beyoğlu'nda sokak başında balon üfleyen adam gibi, o da bir misyonun gereğini yerine getirmektedir.
Beyni ise dumura uğramıştır. Bütün döneklerin ortak özelliğidir bu.
Yurdunu yitiren, yaratıcılığı yitirir.
Sıfır
Çetin Altan, kıymeti bi- linmemişlik duygusunu en yoğun şekilde, 1968 yılı sonlarında yaşamaya başla
dı. Daha önceleri sonuna kadar açık olduğunu sandı
ğı ikbal yollarının, giderek kapandığım fark etmişti.
TİP (Türkiye İşçi Partisi), Aybar ile Aren-Boran gru
bu arasındaki kavgalarla
^ P T Ü L İ K ^
parçalanma sürecine girmişti ve milletvekili seçilmek artık kolay görünmüyordu. Üstelik devrimci mücadele genel olarak zorlaşıyor
du. Bireycilerin şahı olarak, bütün bireycilerin yaptığı gibi yaptı.
İsyan etti ve suçlamaya başladı.
Egosantrik
TİP (Türkiye İşçi Partisi)'in 9 Kasım 1968'de başlayan ve dört gün süren Üçüncü Kongresi'nin, üstelik başkanlığını yaptıktan hemen sonra, Türkiye'nin yeni şekillenen sosyalist hareketini büyük hayal kırıklığına uğratan bir davranışla, Akşam gazetesindeki köşesinde, mücadele arkadaşlarını suçlayarak Parti'den ayrıldığını açıkladı.'®
Ama ne açıklama!
Güya bu süre içinde "Çok yakın dostlarını daha yakından tanı
mıştı". "Ben" diye başlıyordu yazısına ve "Ben" diye sürdürüyordu;
"Ben Meclis’te yerlerde sürüklenirken"; "Sırtımda 170 yıllık hapis cezaları" varken... "Sosyalist akıma biraz da yazılarımla eğilmiş" di
ye tanımladığı delegelerin, "amacın ne olduğunu hiç anlamadan al
kışlarla parmak kaldırmalarına" öfkeleniyor ve herkesin önüne fatu
rayı koyuyordu; "Ben bütün bunlar için mi bırakmıştım uykularımı.
Bunlar için mi göğüs germeye uğraşmıştım anama, çocuklarıma, bütün sevdiklerime sövülmesine..." O ki, "Başbakanlara, egemen sı
nıflara, örgütlü ve belalı güçlere... kafa tutmuştu" ve "omuzlarının...
abstraksiyon ve fantezi gösterilerine merdiven olarak kullanılmasını kabul edecek budalalardan değirdi. Aslında olup bitecekleri çok ön
ceden görmüştü, ama "belirli bir devrede bundan yararlanmak iste
mişti". "Dostlar" dediği mücadele arkadaşları, onu "kullandıklarını sanırken", "kendi yaptıkları hesapların dışında çok daha sıhhatli baş
ka hesapların yapıldığını sezmemişlerdi"; onu "sadece bir propagan
10 Aksam, 14 Kasım 1968.
da aracı olarak kullanacaklarını sanmışlardı", ama işte "Ne haliniz varsa görün" diye kenara çekiliyordu.
Hesaplı
Aslında böbürlenirken kendini kaybedip suçunu itiraf etmişti.
Yazdıkları ve yazısına koyduğu "Bir yıl erken oldu" başlığı, ihanet anını, birtakım "hesaplar" yaparak önceden kararlaştırdığını net olarak ortaya koyuyordu.
Bireyci insan, dünyada olup biten her şeyi kendisiyle ilişkilendi- rir; başarıları kendisinden, başarısızlıkları başkasından bilir. Hatta bütün olumsuz gelişmeler, kendisine karşı önceden hazırlanmış bir komplolar dizisinin halkalarıdır. Artık o güne kadar yaptığı işleri ba
şa kakacak, değerinin bilinmediğinden yakınacak, kendinde herkese hakaret etme hakkı bulacaktır. Bireyci, üstünde tutulduğu sürece bağlı kalır, devrimci harekete. Çünkü sadece kendisine bağlıdır. Zor günler gelip çatınca, bencil çare arayışları ihanete dönüşür.
Dönekler, dünyanın en bireyci insanlarıdır.
ilenen
Çetin Altan, bundan sonraki hayatını, kendince uğradığı haksız
lıkların hesabını tutup, makbuzunu keserek ve ilenerek geçirecek
tir. Siyasete girmiş milletvekili olmuştur, ancak kıymeti bilinme
miş; bir taht bulunup oturtulacak yerde arkadaşları tarafından kul
lanılıp, rejim tarafından hapse atılmıştır. Gerçi yatıp yatacağı iki yıllık bir hapislik bile değildir ve "hasta" numarası yaparak Cum
hurbaşkanı Fahri Korutürk'ün özel affına sığınmıştır ama, afra taf
rasını dinleyen, yetmiş küsur yıllık hayatının hiç olmazsa yarısını
zindanda geçirdiğini sanır. Hepsinden beraat etmiştir ve bu Türki
ye yargısı bakımından övünülecek müthiş bir olaydır, ama o, önü
ne gelene ve uzatılan her mikrofona, "304 ceza davasından geçtim"
diye başlar anlatmaya ve "Herkes geçiyor mu bu davalardan?" diye sorup böbürlenir.
En sonunda parasal bir fatura da çıkarır Türkiye'ye, "Fransa'da, bir tiyatro piyesinin telifiyle bir ev ahnabilir"ken ve "Gerek ABD'nin, gerek Avrupa'nın yazarları, tahmin edemeyeceğiniz ka
dar zengin insanlar" olduğu halde, bu beyefendi 40'ın üzerinde ki
tap, 40 bine yakın yazı yazmış ama ne 40 tane eve sahiptir, ne de zengin olabilmiştir. Çünkü Türkiye kadir kıymet bilmezlerin ülke
sidir ve "Siyasal egemenler ve mesleksiz yığınlar", "ne tiyatrodan anlamaktadırlar, ne de edebiyattan".^'
Kendi Kendisinin Ölçüsü
Metre uzunluk ölçüsüdür, kilo ağırlık. Metre metreyle ölçüle
mez; kiloyu kilo ile tartmak mümkün değildir. Metreyi metreyle ölçmeye, kiloyu kiloyla tartmaya kalktığınız zaman, hiçbir şey çık
maz ortaya. Çetin Altan, kendisi hakkında herkesin kabul etmesini istediği değerlendirmeleri gene kendisi yapar. Ölçüsü bizzat kendi
sidir. Dolayısıyla hiçbir şeydir. Sıfırdır.
Ve kıymeti bilinmemişlik duygusu, nefretin anasıdır. Bütün top
lumsal ilişkilerde geçerlidir bu kural. Ama insanın nefret ettiği kendi milletiyse, ihanet kaçınılmaz olur ve nefret büyüdükçe ihanet büyür.
Çetin Altan, dönüş yollarında bir büyük yazar olamadı ama, bir büyük Türk düşmanı olup çıktı.
11 Milliyet, 2 Mayı.s 2002.