Mikroorganizmaların Birbirleriyle, Çevre ve Organizma İle İlişkileri
• Mikroorganizmalar, bulundukları ortamda mevcut
koşulların etkisiyle canlılıklarını sürdürebilir veya canlı kalabilir ya da ölebilirler.
• 1.1.1. Mikroplar Arası İlişkiler
• Mikroorganizmalar çok nadir tek başlarına; genellikle bir arada yaşarlar. Birbirleri üzerine olumlu ya da olumsuz bir takım etkileri olabilir. Bu ortak yaşamdan;
• Her iki mikroorganizma karşılıklı yarar sağlayabilir.
• Biri yarar, diğeri zarar verebilir.
• Biri sadece yararlanırken, diğeri ne yarar ne de zarar görür.
• Her iki mikroorganizma birbirlerine ne yarar ne de zarar sağlarlar.
• Farklı Populasyonlar
• Arasındaki İlişkiler
• Olumlu (kommensalizm,sinerjizm,mutualizm)
• Olumsuz (rekabet, amensalizm)
• Populasyonlardan biri için olumlu diğeri
• için olumsuz (parazitlik ilişkiler)
• Nötralizm (iki tip populasyon arasında hiçbir
• ilişki olmaması)
• İlişkiler topluca belirtilecek
• olursa:
• Kommensalizm
• Sinerjizm
• Mutualizm
• Rekabet
• Amensalizm
• Parazitlik
• Nötralizm dir.
• Mutualismus / Mutuallik
• İki mikroorganizmanın birbirlerine karşılıklı yarar sağlayarak birlikte yaşamalarına mutuallik
(ortaklık) denir. Örneğin; Streptococcus faecalis ile Lactobacillus arabinosus karşılıklı yarar
sağlayarak yaşarlar. Lactobacil, Streptococcus faecalis‟in ihtiyacı olan folik asiti yaparken Streptococcus faecalis‟de Lactobacillus‟un ihtiyacı olan fenilanin yaparak beslenirler.
• Commensalismus / Kommensallik
• Birlikte ortak yaşamdan, mikroorganizmalardan birisi yarar sağlarken diğeri ne yarara ne de zarara uğrar. Bu ilişkiden yararlanan mikroorganizmalar kommensal yani, sığıntı mikroorganizmalardır.
Aerop ve anaeorop mikroorganizmaların birlikte yaşamaları durumunda aerop, ortamdaki oksijeni tüketerek anaeropların üreme koşullarını
yaratırlar.
• Synergismus / Sinerjizmus
• Mikroorganizmaların, tek başına yaşadıklarında bir etkileri olmadığı halde, bir arada yaşadıklarında
maddeler üzerine etkilerinin çok olması olayıdır.
Örneğin; Staphylacoccus aureus ile Escharischia
coli‟nin sükroz üzerine olan etkileri; tek olduklarında sükroz üzerinde gaz oluşturmazken sükrozlu
besiyerlerinde bir arada gaz oluştururlar.
• Mikroorganizmaların birlikte etkileriyle klinik
tabloları da ağır seyreder. Ağız florasını oluşturan iki mikroorganizma; Treponema vincetti ve
Furobakterium nucleatum denge içerisinde vücutta
zararsız yaşarken vücut direnci düştüğünde ağızda
enfeksiyonlara neden olurlar.
• Amensalizm (Antagonist )
• Aynı ortamda bulunan bir mikroorganizmanın
verdiği olumsuz etki ile diğer mikroorganizmanın zarar görmesidir. Oluşturdukları yan ürünlerle
ortamın pH‟nı, ozmotik basıncını değiştirerek diğer mikroorganizmaya uygunsuz ortam
yaratması, bakterilerin salgıladığı salgıların da diğer mikroorganizmalara zarar vermesi gibi.
Antibiyoz kavramı kimyasal yolla inhibisyonu
• tanımlamak amacıyla kullanılır.
• Antibiyoz Antibiyotik
• Rekabet
• Rekabet ilişkisi olumsuz ilişki şekillerinden
biridir. Genellikle, iki populasyonun aynı besin kaynağından faydalanmak durumunda
olduklarında ve bu besin kaynağı sınırlı miktarda olduğunda ortaya çıkar.
• Rekabet, populasyonlardan birinin
eliminasyonuyla sonlanır.
• Parazitlik
• Parazitlik bir ilişkide, yarar sağlayan “parazit”, zarar görense “konak” tır. Konak-parazit
ilişkisi, hayli uzun süren fiziksel veya metabolik bir ilişki sürecini tanımlar.
• Mantar-bakteri, parazit-bakteri,
bakteri-bakteri virüsü ( baktariyofaj) ilişkileri
iyi bilinen ilişkilerdir.
• Nötralizm
• İki tip populasyon arasında hiçbir ilişki olmamasını ifade eder. Bu tip bir ilişki, ancak, yaşam ortamları ve metabolik etkinlikleri birbirinden ekstrem olarak farklı populasyonlar arasında ve aktif
mikroorganizma üremesine elverişli olmayan
koşullarda görülebilir.
• Mikroorganizma – Çevre İlişkileri
• Bizler yaşam boyu mikroorganizmalarla iç içe yaşamaktayız. Vücudumuzun bazı bölgelerinde olduğu kadar çevremizde bulunan havada, suda ve toprakta da mikroorganizmalar yaşamaktadır.
Mikroorganizmalar kayaların ufalanmasında, toprağın tarıma uygun hale getirilmesinde, petrolün oluşunda, gıda maddelerinin
bozulmasında, ölen canlı varlıkların ortadan kaldırılışında, bulaşıcı hastalıkların oluşunda önemli rol oynamaktadırlar.
• Havanın Mikroorganizma Florası
• Havada, yerden 100-150 metre yukarılara kadar ve genellikle hafif tozlara yapışık ve havada asılı olarak toprak mikropları bulunur. Bu mikroplar güneş ışınları ve kurumaya karşı dirençlerine ve havanın nem oranına göre havada bir süre canlı kalırlar. Teneffüs ettiğimiz havada birçok
mikroorganizma vardır. Bunlar, genelde hastalığa neden olmazken bazen hastalık yapan
mikroorganizmaları da içerebilirler.
• Suyun Mikroorganizma Florası
• Sularda bulunan mikropların çeşit ve sayılarını
ortamdaki besleyici organik ve inorganik maddelerin miktarı, ısısı, pH'sı gibi fiziksel ve kimyasal faktörler belirler. İçme suları daha çok lağım suları ile kirlenip barsak enfeksiyonu epidemilerine/salgınlarına yol
açarlar. Bu nedenle şehirlerin içme ve kullanma suları süzülür ve klorla dezenfekte edilir. Deniz ve akarsularda birçok mikroorganizma yaşar.
• Lağım suları, mikroorganizma açısından en zengin ve insan sağlığı açısından en tehlikeli sulardır
• Toprağın Mikroorganizma Florası
• Toprak, inorganik maddeleri organik maddelere çeviren bitkiler ile örtülüdür. Bitkiler ölünce ya da bitkileri yiyen hayvanlar ölünce, organik bileşikler tekrar toprağa geri dönmüş olurlar. Toprakta,
organik bileşikleri tekrar inorganik bileşikler haline dönüştüren mikroplar bulunur. Ayrıca
inorganik bileşiklerden organik olanlarını sentez etme yeteneğindedirler.
• Toprağın fiziksel ve kimyasal özelliklerine bağlı olarak bakteri sayısı ve cinsleri değişiktir.
• Mikroorganizma - Organizma İlişkileri
• Doğadaki mevcut canlılar, (insanlar, hayvanlar, bitkiler ve her ortamda yaygın olarak bulunan mikroorganizmalar) birbirleriyle sıkı ilişki
içerisindedirler. Bu ilişki nadiren hastalık şeklinde ortaya çıkar. Mikroorganizmalar insan
organizmasının dışarıyla temas eden bölgelerine (deri, ağız, boğaz, bağırsaklar vb.) geçici olarak yerleştiği gibi, organizmada mutuallik ve
kommensallik şeklinde uzun süre ilişkiyi sürdürebilir.
FlORALAR ÖRNEK ALINMASI VE İŞLENMESİ
• Mikroorganizmalar her çeşit ekosistemde bulunup insanlar, hayvanlar ve bitkiler ile sıkı ilişki içindedirler. Normal günlük
aktivitelerimiz sırasında vücudumuz sürekli olarak çevremizdeki sayısız mikroorganizmaya maruz kalmaktadır. Sağlıklı insan
vücudunun iç boşlukları (örneğin idrar kesesi), dokuları, kan ve beyin omurilik sıvısı gibi iç sıvıları sterildir. Deri, ağız, burun, göz, üst solunum yolları, sindirim sistemi ve ürogenital sistem gibi dış ortamlarla etkileşim halindeki vücut bölgelerinde ise farklı
türden ve büyük sayılarda bir mikroorganizma florası sürekli olarak bulunur. Bu florayı oluşturan mikroorganizmalar sağlıklı bireylerde normal koşullarda zararsızdırlar ve hatta yarar da sağlarlar.
• İnsan vücudunun farklı bölgelerinde yaşamakta olan ve sağlıklı bir bireyde normal koşullarda zararsız olan bu mikroorganizma topluluğuna normal mikrobiyal flora denir.
• Normal florada yer alan mikroorganizma türleri tüm bireylerde tıpatıp aynı değildir çünkü cinsiyet, yaş, beslenme, coğrafik çevre koşulları gibi farklılıklar sebebiyle kişiden kişiye göre değişir. Normal florayı oluşturan mikroorganizmalar cins ve tür bakımından bulundukları vücut bölgeleri için süreklilik taşırlar
(kalıcı flora). Kalıcı florada uygun koşullar
oluştuğunda hastalık yapabilen mikroorganizmalara fırsatçı patojen (oportunist) denir. Bu olaya da
oportunizm (fırsatçılık) denir.
• Kalıcı floranın, bozulan normal florayı yeniden
oluşturma özelliği vardır. Kalıcı floranın yanında çoğu hastalık oluşturmayan, bazen patojen olabilen, belirli vücut bölgelerinde, birkaç saatten birkaç haftaya
değişebilen sürelerde kalan mikroorganizma topluluğu ise geçici florayı oluşturur. Özellikle kalıcı floranın
baskılandığı veya ortadan kalktığı bazı durumlarda,
geçici flora mikroorganizmaları kolonize olur, çoğalır ve hastalık yapıcı özellik kazanabilirler.
• Normal flora mikroorganizmalarının en önemli kısmını bakteriler oluştururken funguslar ve diğer
mikroorganizmalar ise az sayıda bulunmaktadırlar.
Normal floranın konağa bazı yararları vardır. Normal flora mikroorganizmaları patojen mikroorganizmalarla yerleşme yerleri ve besinler için bir rekabet içindedirler ve patojen mikroorganizmaların rekabetini olanaksız kılarlar.
• Normal flora mikroorganizmaları, normalde bulundukları yerden başka vücut bölgelerine
geçtikleri takdirde ciddi hastalıklara neden olabilirler.
Örneğin derinin normal flora üyelerinden olan
Staphylococcus epidermidis kan dolaşımına geçerse kalp kapakçıklarını kolonize ederek bakteriyel
endokardite neden olabilir. Bağışıklık sistemi
baskılanmış kişilerde normal flora sayıca normalden fazla artış gösterirse patojen olabilir.
• Normal floranın Vücutta Dağılımı
• İnsan vücudunda dış ortamla etkileşim ve temas halinde bulunan deri, ağız, burun,
gözler, üst solunum yolları, sindirim sistemi ve ürogenital sistem gibi bölgeler normal flora
mikroorganizmaların yerleştiği vücut
bölgeleridir.
• Deri, organizmayı dış etkenlerden koruyan ve vücudu saran dokudur. Dolayısıyla insanın dış ortamla teması deri aracılığıyladır. Başta eller olmak üzere koltuk altı ve kasık gibi vücut yüzeyleri sürekli mikroorganizmalarla karşı karşıyadır. Deride kalıcı flora sınırlı olup çoğu geçici flora olmak üzere bir mikrop florası vardır. Derinin kalıcı florası, pH, nem, ısı ve pullanma gibi faktörlerin etkisiyle bazı değişiklikler gösterebilir.
• Banyo yapma, yıkanma ve terleme kalıcı florayı bozmaz.
Yağ bezlerinden salgılanan yağ asitleri, lizozim vb.
enzimlerin varlığı geçici flora mikroorganizmalarının sürekli üreyerek çoğalmalarına engel oluştururlar.
• Derinin kalıcı florasını oluşturan mikroorganizmalar;
• Difteroid basiller (Corynebacteriumlar)
• Staphylococcus epidermidis
• Staphylococcus aureus
• Alfa hemolitik ve gama streptococcuslar
• Mantarlar
• Mycobacteriumlar
• Koliform basillerdir.
Cilt normal florası
• Koagulaz negatif stafilokoklar (KNS)
• Staphylococcus aureus (az sayıda)
• Micrococcus
• Patojen olmayan Neisseria türleri
• Alfa-hemolitik ve non-hemolitik streptokoklar
• Propionibacterium türleri
• Peptococcus türleri
• Diğerleri (az sayıda olmak üzere Candida türleri,
Acinetobacter türleri)
• Derinin normal bakteriyal florasının
yokluğunda veya baskılandığı durumlarda Candida gibi mayalar ve diğer funguslar çoğalabilir ve deri yüzeyinde ciddi
infeksiyonlara sebep olabilirler.
• Derinin kalıcı mikroflorası her ne kadar sabit
olarak kalsa da normal kompozisyonunu çeşitli
faktörler etkiler. Bunları sıralarsak;
• 1. Hava derinin sıcaklık ve neminin artmasına neden olarak deri mikroflorasının yoğunluğunu artırabilir.
• 2. Konağın yaşı önemli bir faktördür. Genç çocuklar yetişkinlere göre daha farklı bir
mikrofloraya sahiptirler ve daha fazla potansiyel patojenik Gram negatif bakteri taşırlar.
• 3. Kişisel hijyen de kalıcı mikroflorayı etkiler.
Hijyen kurallarına dikkat etmeyen kişilerin derilerinin yüzeyinde genellikle mikrobiyal populasyon yoğunluğu daha yüksektir.
• Derinin mikroflorası derinin farklı bölgelerine göre de içerik ve yoğunluk farkları gösterir.
Örneğin avuç içinde ortalama 100 / cm2
bakteri varken, bu sayı dış kulakta 10
5/ cm2,
koltuk altı terinde ise 10
6/ ml’ye ulaşmaktadır.
Normal floralar
Dış kulak yolu
• Koagulaz negatif stafilokoklar
• Enterik bakteriler
Göz
• Koagulaz negatif stafilokoklar
• Haemophilus türleri
Ağız, nazofarenks, orofarenks normal florası
• Difteroidler
• Patojen olmayan Neisseria türleri
• Alfa-hemolitik ve non-hemolitik streptokoklar
• Anaeroblar (Bacteriodes türleri, anaerop koklar, Fusobacterium türleri)
• Mayalar
• Haemophilus türleri
• Pnömokoklar
• S.aureus
• Gram negatif çomaklar
• Neisseria meningitidis
• Ağız Florası: Ağız ve farenks mukozalarına doğum kanalından geçerken mikroorganizmalar bulaşır.
Doğumdan yaklaşık 4-12 saat sonra oluşur. Çocuklarda dişler çıkmadan önce stafilokoklar, diplokoklar ve
difteroidler; dişler çıktıktan sonra Streptecoccus
viridans floraya egemen olur. Yetişkinlerin bademcik ve diş çevresi dokularında fuziform basiller, kandidalar
ortama hakim olurlar. Farenks ve trakea floraları
birbirine benzer. Bronşlara ve bronşiyollere gidildikçe mikroorganizmalar çok azalır. Üst solunum yollarında daha çok streptekoklar ve neisserialar bulunur.
• Sindirim Kanalı Florası: Ağızda ve farenksteki (yutaktaki) flora mikroorganizmaları gerek tükürük ile ve gerekse besin maddeleri ile beraber inerken az miktarda da olsa özefagusa (yemek borusuna) yerleşirler. Doğuşta mide sterildir. İçerisinde sürekli bulunan mide özsuyunun, pH‟ı düşük olduğundan asidiktir. Mideye besinlerle gelen
mikroorganizmalar asit içerisinde ölür, bu nedenle
midenin kalıcı florası olmaz. Mide özsuyunun asitliğinin azalması yani patolojik durumda mide asidi ortadan
kalktığında bazı mikroorganizmalara; gram olumlu/gram pozitif stereptekoklar ve çeşitli basillere rastlanır. Daha çok helikobakter piyore görülmektedir. Bağırsak florası ise mikroorganizmalar duodenumdan itibaren artarak kalın bağırsaklarda en yüksek seviyeye ulaşır. Bağırsak
florasında yaşa ve beslenmeye bağlı olarak değişiklikler görülür. Doğduktan hemen sonra bağırsaklar sterildir.
Besin maddelerinin vücuda alınmasıyla birlikte mikroorganizmalar bağırsaklara yerleşir.
• Yeni doğan ve anne sütüyle beslenen bebeklerde bağırsak florasının genelini, gram pozitif
bakteriler oluşturur. İnce bağırsaklarda daha çok Streptococcus lactis, kalın bağırsaklarda ise
lactobasiller ve Basillus bifidus gibi gram pozitif bakteriler görülür.
• Yeni doğan ve şişe sütü ile beslenen bebeklerde ve erişkinlerin florasında ise genellikle, gram
negatif bakteriler egemendir; koliform basiller, proteus, pseudomonaslar, bakteroides vb. gibi.
• Bağırsak florasının %96-99‟unu
anaerop/oksijensiz ortamdan yaşayan
bakteriler laktobacillus, Clostridium perfiringes gibi, %1-4‟ünü ise aerop/ oksijeni seven
bakteriler ile fakültatif/isteğe bağlı anaeroplar koliform, enterokok, pseudomonas gibi
bakteriler oluşturur. Bağırsak bakterileri kendi aralarında denge kurmuşlardır. Denge
bozulunca çeşitli reaksiyonlar ortaya çıkar.
• Bağırsak bakterileri; K vitamini sentezinde, safra asitlerinin dönüşümünde, besin
maddelerinin emiliminde ve patojenlere karşı zıt etki yapmada önemli rol oynarlar.
• Uzun sürede antibiyotik kullanımında bağırsak florası bozulur ya da azalır. Bu durumda
bağırsaklarda mantar ve enterit gibi bağırsak
enfeksiyonları görülür. Antibiyotik kesildikten
sonra bağırsak florası tekrar oluşur.
Barsak normal florası
• Enterik bakteriler (Salmonella, Shigella, Yersinia, Vibrio ve Campylobacter hariç)
• Non-fermenter gram negatif çomaklar
• Enterokoklar
• S.epidermidis
• Alfa-hemolitik ve non-hemolitik streptokoklar
• Anaeroblar (çok sayıda)
• S.aureus (az sayıda)
• Mayalar (az sayıda)
• Solunum Florası: Burun florasında daha çok alfa hemolitik ve gama streptokoklar, neisserialar,
Staphylococcus epidermidis, Staphylococcus aureus, pnömokoklar ve difteroid basillere rastlanır. Boğaz florasında hemoliz oluşturmayan stafilokoklar,
neisserialer, streptokoklar ve difteroidler yer alır.
Larenks‟ten (gırtlaktan) trakea‟ya (soluk borusuna) doğru inildikçe bakteri sayısı azalır. Bronşlar ve
bronşiyollerden akciğere doğru hemen hemen hiç bakteri kalmaz. Trakea florası, boğaz florasına
benzerlik gösterir. Bronşiyoller üzerindeki
sliaların/tüycüklerin titreşimi ile mekanik olarak
bakterilerin girişini önler. Ayrıca salgıladığı müküs ve enzimle yine bakterilerin aşağı doğru inmesini önler.
• Göz Florası: Gözyaşı sıvısında bulunan lizozomal enzimler, mikroorganizmaların üremelerini
engeller. Göz kapakları olan konjektiva florasında en çok rastlanan bakteriler, Corynebacterium
xerosis, difteroidler, moraxella ve bazen stafilokoklar ile gama streptokok’lardır.
• Vagina Florası: Vajinal flora, yaşam boyu ve yaşa bağlı farklılıklar gösterir. Dört ayrı dönemde
değişik flora görülür.
• Doğumdan hemen sonra bir iki hafta süren bu flora, anne hormonları etkisinde kalmasından dolayı annenin florasına benzer. Ortama aerop lactobaciller egemendir. Ortamın pH‟ı asittir.
• Ergenlik çağına kadar vajinal flora karışık bir hal alır. Ortamın pH‟ı nötrdür ve ortamda
stafilakoklar, difteroid ve koliform basiller
bulunur.
• Ergenlik çağından menopoza kadar yani,
doğurganlık çağında, vajen mukozasının zengin
glikojen yapısı ve aerop lactobacillerin glikojenden laktik asit oluşturması pH‟ı asitleştirir.
Servikal/rahim ağzı salgıların antibakterial etkileri ile beraber birçok patojen bakterinin
kolonizasyonu (yerleşmesi) engellenmiş olur.
• Menopozda karışık flora oluşur, ortama koklar ve koliform basiller egemendir. Ortamın pH‟ı ise nötr yani 7‟dir.
Genital bölge (Anterior üretra ve vajen)normal florası
• Corynebacterium türleri
• Lactobacillus türleri
• Patojen olmayan Neisseria türleri
• Alfa-hemolitik ve non- hemolitik streptokoklar
• Enterokoklar (az sayıda)
• Enterik bakteriler (az sayıda)
• S.epidermidis (az sayıda)
• Candida albicans ve diğer mayalar (az sayıda)
• Anaeroblar (predominant olduğunda önemlidir)
• Mycoplasma
• Ureaplasma
• Mikroplara Ait Parazitlikle İlgili Etmenler
• Mikroorganizmaların enfeksiyon hastalığı yapabilmesi,
ancak birçok faktörün bir arada bulunması ile mümkündür.
• 1. Giriş Kapısı
• Mikroorganizmaların hastalık yapabilmesi için öncelikle vücuda girmesi gerekir. Bunun için bazı giriş kapılarına
ihtiyaç duyarlar. Mikroorganizmaların vücuda girip yerleştiği yerler başta ağız, farenks (yutak), ince ve kalın bağırsaklar, burun, larenks (gırtlak), trakea (soluk borusu) ve
akciğerler, genital organlar, göz konjoktivası ve deridir.
Deri bütünlüğü herhangi bir sebeple bozulduğu takdirde etken deriden girebilir.
• Salmonella, shigella, vibriolar, brusella, ve hepatit etkenleri sindirim sisteminden girerek hastalık yaparlar.
• Difterinin etkeni, insanlarda boğazda yerleşerek toksin meydana getirir ve vücuda yayılarak hastalık yapar.
Menenjitin etkeni yutak ve larinkste yerleşir, hastalık meydana getirir.
• Tüberküloz ve şarbonun etkenleri solunum yolu ile
bulaştıkları gibi sindirim yolu ve deriden de geçebilir. Bu
etkenler hangi yolla alınırsa o organda yerleşir ve o organın ismini alarak tanımlanır. Şarbonun etkeni anthraks basili,
solunum yoluyla alınmışsa akciğer şarbonu, deri ile alınmışsa deri şarbonu, sindirim yoluyla alınmışsa bağırsak şarbonunu oluşturur. Mantarlar da sindirim, solunum ve deri yolu ile
bulaşır.
• Deriden yine lepra, tetanoz ve brusella etkenleri de girebilir.
• Genital yolla sifilis ve gonore etkenleri bulaşabilir.
• Göze, leptospiralar, listerialar gibi mikroorganizmalar girerek hastalık yapabilir.
• 2.Organizmaya Giren Mikrop Sayısı
• Hastalıkların oluşumunda, mikroorganizmaların
vücuda girmesinin ve diğer özelliklerinin yanı sıra
mikroorganizmanın sayısı-miktarı da önemlidir.
• 3.Virülans
• Patojen (hastalık yapan) mikroorganizmaların insan ve hayvanlarda hastalık yapma şiddetinin derecesi yani virulansı, oldukça değişiklik gösterir.
Aynı patojen mikroorganizma, bazı kişilerde zayıf, bazılarında orta ya da ağır enfeksiyonlara yol
açabilir. Bu durum konakçının (mikroorganizmayı taşıyan kişinin) direncine bağlı olduğu kadar,
mikroorganizmaların virulansı ile de yakından ilişkilidir. Bakteri virulansını etkileyen
(enfeksiyozite, fimbrialar, lökosidinler vb.) birçok faktör vardır.
• A) Enfeksiyozite
• Vücuda giren mikroorganizmaların; lokalize
olması, organizmanın savunma gücünü aşarak organizmaya yerleşmesine enfeksiyozite,
üremesine enfeksiyon, klinik semptomların ortaya çıkmasına enfeksiyon hastalığı denir.
Enfeksiyon hastalığının oluşabilmesi için üç faktörün; mikroorganizmalara ait faktörler,
konakçıya ait faktörler, çevresel faktörlerin bir arada olması gerekir.
• B) İnvazyon
• Mikroorganizmaların girdiği yerde yerleşmesine, üremesine ve buradan kan, lenf ve sinir sistemi gibi yollarla dokulara yayılmasına invazyon
kabiliyeti adı verilir. Enterobakterilerin invazyon kabiliyeti fazladır. Buna karşılık, deride yerleşen streptokok veya stafilokoklar, genellikle, burada lokalize olurlar. Bazen bitişik dokulara yayılırlar.
• C) Mikrop Toksinleri
• Mikroorganizmalar sadece kendileri değil, salgıladıkları toksinlerle de enfeksiyon meydana getirirler. Bazı
mikroorganizmalar, bulundukları yere toksin salgılar.
Buna ekzotoksin denir. Ekzotoksin çok etkili bir
toksindir. Ekzotoksin‟den, bir takım işlemler sonrası toksoid aşılar oluşturulur. Clostridium botulinum, Clostridium tetani, Basillus.anthracis,
Corynebacterium.diphtheriae gibi bakteriler toksin salgılar.
• Bazı mikroorganizmalar da kendi içlerinde toksin meydana getirir; ancak parçalandıklarında ortaya çıkarlar. Buna ise endotoksin adı verilir. Toksinlerin yaptığı hastalıklar toksemik enfeksiyonlardır. Ağır hastalıklar oluşturabilir, hatta ölümcül olabilirler.
• Endotoksinler çeşitli fizyolojik etkilere neden olurlar. Bunların başında ateş, şok ve tromboz gelir ve bunların hepsi birlikte septik şok denen tabloyu oluşturur.
• Gram-pozitif bakteriler endotoksinlere sahip değillerdir ancak bunların hücre duvarlarında bulunan peptidoglukan, endotoksinlerin sebep olduğuna benzer fakat genellikle ağır
seyretmeyen bir şok sendromuna neden olabilir.
• Ekzotoksinler bir çok Gram-negatif ve Gram-pozitif bakteri tarafından üretilen protein yapısında
maddelerdir. Ekzotoksinler hücre dışına salgılanırken endotoksinler hücre dışına salgılanmazlar,
endotoksinler Gram-negatif bakterilerin hücre
• duvarlarının yapı taşlarından biridir. Ekzotoksinler bilinen en zehirli maddeler arasında yer alırlar.
Örneğin 1 mikro gramdan daha az bir miktarı yetişkin insanı öldürebilir.
• Ekzotoksinler genellikle ısıya duyarlıdırlar ve 60-80 °C civarındaki sıcaklıklarda hızla inaktive olurlar. Ancak E. coli, S. aureus enterotoksinleri sıcaklığa
dayanıklıdırlar ve bu derecelerin üzerindeki sıcaklıklara direnç gösterirler.
• Ekzotoksinler çoğu kez plazmidlerde veya bakteriyofajlarda (profaj) yer alan genler
tarafından kodlanırlar. Bakterinin bu plazmid veya faja sahip olamayan suşları patojen
değildirler.
• Ekzotoksinler etkiledikleri doku veya organlara göre gruplandırılmaktadır:
• Nörotoksinler: Clostridium botulinum, Clostridium tetani, Staphylococcus aureus toksinleri.
• Sitotoksinler: Bu grup toksinlere pek çok mikroorganizma tarafından sentezlenen hepatotoksin, hemolizin, leukosidin örnek olarak verilebilir.
• Enterotoksinler: Besin zehirlenmelerine neden olan Staphylococcus aureus, Clostridium perfringens, Bacillus cereus ve bağırsak patojenleri olan Vibrio cholerae, E. coli ve Salmonella enteritidis gibi bakterileri de içeren çeşitli bakteriler tarafından üretilirler.
• Kolera toksini: Vibrio cholerae tarafında üretilen bir
enterotoksindir ve koleraya neden olur. Kolera toksini A ve B alt birimlerinden oluşur. B alt birimi beş identik alt birimden meydana gelmiştir ve barsak epitel hücrelerinin yüzeyindeki gangliosid GM1 ile bağlanır.
• Difteri toksini: Corynebacterium diphtheriae tarafından üretilen difteri toksini sıcaklığa duyarlıdır ve A ve B alt birimlerinden oluşur. B alt birimi duyarlı hücre
membranlarına yapışmadan sorumludur ve A alt biriminin hücre içine aktarılmasını sağlar. Enzimin etkinliği çok
güçlüdür ve tek bir A alt birimi birkaç saat içinde tüm protein sentezini durdurarak sonuçta bir hücreyi
öldürebilir. Difteri ekzotoksinini kodlayan tox geni bir Corynebacterium profajı olan b fajı ile taşınır. Sonuçta sadece bu faj için lizogenik Corynebacterium diphtheriae suşları toksin üretebilir ve difteriye neden olurlar.
• Tetanoz toksini: Clostridium tetani tarafından üretilir ve bir plazmid DNA’sı tarafından kodlanır. Tetanoz toksini bir nörotoksindir. Başlıca iki komponentden oluşur. Biri
sinirlere etki ederek spazmoz meydana getirir, diğeri ise alyuvarları parçalayan tetanolizin’dir. Ekzotoksin beyne ulaştığında birbirlerine zıt çalışan kasların aynı anda kasılmalarına sebep olarak tetanoz spazmları oluşturur.
• Botulinum toksini: Clostridium botulinum tarafından üretilen ve sinirlerle kasların birleştiği bölgelerde asetil kolin üretimini engelleyen bir nörotoksindir. Bilinen en etkili toksinlerden birisidir ve yaklaşık bir mikrogramı insanda öldürücüdür. Botulinum toksininin A’dan G’ye kadar adlandırılan tipleri vardır ancak insanda hastalık yapan tipleri A, B ve E’dir.
4-Toksinler
• D) Hemolizinler
• Bazı bakteriler tarafından, kanın eritrositlerini (alyuvarlarını) eriten bir madde oluşturmasıdır.
Hemolizinlerle patojenlik arasındaki ilgi
kesinlik kazanmamıştır.
• E) Lökosidinler
• Daha çok stafilokok, streptokok, pnömokok gibi koklar, kandaki lökositlerin savunma gücünü durduran, sonra öldüren ve eriten maddeler oluşturur ki bunlara
lökosidinler adı verilir. Eriyen bu lökositler vücutta iltihabın meydana gelmesine neden olur.
• F) Fibrinolitik Kinazlar
• Daha çok A grubu ve C, D grubu streptokoklarda ve bazı stafilokoklarda bulunan enzimler olup
fibrinolitik/pıhtılaştırıcı etki gösterirler. Fibrinolitik
kinazların bakterilerin patojenliğini artırıcı rolü vardır.
• G) DNA
• RNA virusları dışında, canlıların genetik maddesi, DNA‟dır. Genetik özellikler genler aracılığı ile tayin
edilir. DNA büyük bir molekül yapısındadır. İki iplikçiğin sarmal halde bulunması ile oluşur. DNA‟nın hücre
gelişiminde rolü büyüktür.
• H) Hiyalüronidaz
• Yayılma faktörü olup bu yapıdaki bakteriler girdikleri organizmada doku arasına yayılma özelliği gösterir. Bazı stafilokoklar ve streptokoklar bu özelliği taşır.
• J) Koagülaz
• Özellikle patojen stafilokoklar (Staphylococcus aureus gibi) tarafından oluşturulan ve pıhtılaşması önlenmiş olan kan plazmasını pıhtılaştırır.
• Bir tüp içerisine konan oksalatlı veya sitratlı plazma üzerine stafilokok kültür ya da kültür süzüntüsü
konulduğunda, 15 dakika ile 3 saat içinde plazmanın pıhtılaştığı görülür. Koagülaz, stafilokokların patojen olup olmadığını tayin etmekte kullanılır. Patojen ve virülan stafilokoklar için “koagülaz olumlu stafilokok”
deyimi kullanılmaktadır.
• K) Nörominidaz
• Bazı virus ve bakterilerde bulunan enzim
niteliğinde madde olup mukozaları kaplayan musin katmanını eriterek mikroorganizmanın hücre reseptörlerine yapışmasını sağlar.
• Reseptör: Algaç, hücrede toksin, antijen gibi
vücut için yabancı kabul edilen maddelerle
birleşme gücü taşıyan atom grubudur.
• L) Kapsüller
• Bazı bakterilerde bulunan, polisakkarit yapısında olan madde olup fagositoza karşı bakteriyi korur.
Organizmaya karşı toksik etkisi yoktur.
• M) Diğer Etmenler
• Bakterilerin, virulansla ilgili bir takım özellikleri de vardır. Örneğin: Clostridium perfiringes‟in
kollagen‟i parçalayan kollagenaz, bazı
stafilokokların nekroz yapıcı etmen nekrotoksin, pnömokokların yaptığı ödem yapıcı etmen gibi.
• Virulans faktorleri :
• 1-Adherens faktorleri
• Enfeksiyon gelisiminde ilk asama konak hucreye tutunmaktır.
• Ozellikle fimbrialar ve pililer buyuk onem tasır.
• Or. E.coli – Gonokoklar – Meningokoklar – V.cholera
• Strep.pyogenes hucre duvarındaki lipoteikoik asit ile hucrelerdeki fibronektin’e tutunur.
• Ayrıca kapsul ve glikokaliks’de yapısmada rol oynayabilir.
• 2-İnvazyon faktorleri
• Hucre icinde hayatta kalabilmek icin fagozom- lizozom birlesmesi onlenir, fagozomun asiditesi
engellenir veya sitoplazmaya kaçılır. Bazı bakteriler invazin denilen proteinler olusturmak suretiyle
integrinlerle etkileserek hucreye invaze olurlar ve
• hatta hucreler arasında iletilerek konak savunmasından kacarlar. Or. Listeria
• Bazı hucre duvarı yapıları invazyona yardımcı olurlar.
• Or. S.pyogenes icin M proteini - Staph.aureus icin A
proteini
• Mikroorganizmaların konakta enfeksiyon hastalığı oluşturabilme yeteneklerine ne ad verilir?
• a. Kolonizasyon
• b. Fırsatçı
• c. Patojenite
• d. Pirojen
• e. Adezyon
• 1. Aşağıdakilerden hangisi her iki tarafında sonuçta yarar
• gördüğü bir ilişki değildir?
• a. Geviş getiren hayvanlarla ruminant mikroorganizmalar
• arasındaki ilişki
• b. Küçük mürekkep balığı ile ışık yayan bakteriler
• arasındaki
• c. Deniz altı hidrotermal delik hayvanlarının ototrofik
• bakterilerle yaptıkları simbiyotik ilişki
• d. Fototrofik algler ile funguslar arasındaki ilişki
• e. Taç uruna neden olan bakteri ile bitki arasındaki
• ilişki