Osmanlı Hukuk
Sistemi: Şer’î ve Örfî
Hukuk
• Osmanlı Devleti ortaya çıkışıyla beraber yeni bir hukuk sistemi oluşturmamıştır.
Kendisinden önceki Türk-İslam devletlerinden birçok şeyin yanında o zamana kadar yürürlükte olan ve İslam coğrafyasında büyük ölçüde birlik arz eden hukuki yapıyı da almıştır. Aldığı bu hukuki yapıyı döneminin getirdiği şartlara ve ihtiyaçlara göre
düzenleme yoluna gitmiştir. Osmanlı hukuku aslen İslam hukukuna dayanmakla
beraber, şer’î hukuk, örfi hukuk ve cemaatler hukuku gibi kısımlardan oluşmaktaydı.
İslam hukukunun ayrıntılı şekilde düzenlemelerde bulunmadığı alanlarda Osmanlı padişahlarının kanunnameler aracılığı ile oluşturdukları bir hukuk meydana gelmişti.
Bu alanlar genellikle kamu, idare, ceza ve vergi hukuku alanlarıydı. Oluşan bu
hukuka örfî hukuk denmekteydi. Bir de Osmanlı toplumunda bulunan gayrimüslim cemaatlerin evlenme, boşanma ve miras gibi gündelik işlerini kendi inanç, gelenek ve hukukları açılarından düzenlemek için cemaatler hukuku bulunmaktaydı
• Şeriat sözlük manasıyla; açık, doğru ve düz yol, herkesin uyması için konan her çeşit kural, kanun, yasa, düzen ve nizam, Allah’ın kulları için peygamberleri vasıtasıyla koymuş olduğu iman, ahlak, ibadet ve hukukla ilgili kural ve hükümlerin bütünüdür gibi anlamlara gelir. Şer’î hukuk, müçtehit hukukçuların İslam hukukunun kaynaklarına dayanarak yaptıkları içtihatlar sonucu meydana
gelmiştir. Şer’i hukukun asli kaynakları olarak Kur’an, sünnet, icmâ ve kıyâs kabul edilir. Tali
kaynaklar ise mezheplerin ortak olarak kaynak kabul etmediği İstihsân, istishâb, sahabe fetvası, önceki şeriatlar ve küllî kaideler gibi kaynaklardır. .Sünni İslam devletlerinde genel olarak asli kaynaklara dayanarak hukuki kurallar koyulur ve hükümler verilir. Şer’i hukuk, Hz. Peygamber ve dört halife dönemi hariç devletin herhangi bir katkısı olmadan gelişmiştir. Sünni İslam
devletlerinde genel olarak hâkimiyetin yalnızca Allah’a ait olduğu ve tüm kâinatın onun mülkü olduğu, bu sebeple de hukukun tek bir kaynağının bulunduğuna dair yaygın bir anlayış vardır. Bu anlayışa göre Allah’ın emirleri devlet dâhil bütün insanlığı yönetir. Bu sebeple kanun koyan,
koyduğu yasaların Allah’ın dinine uygun olup olmadığından emin olmak için kendini dinî
otoritenin fikrini almaya zorunlu hisseder. İlk Osmanlı sultanları devlet adamlarını ulemadan seçmişti.
• Örf sözlük anlamıyla, yasalarla belirlenmediği halde halkın kendiliğinden uyduğu âdet, gelenek anlamına gelmektedir. Hükümdar, yetkisini
kanunlar çıkararak kullanır. Bu kanunlar padişahın tebaasının hayrı için kendi iradesine dayanarak çıkardığı kanunlardı. Tarihe baktığımızda
hükümdarın dini otoriteye dayanmaksızın kanun yapabilmesi durumu 10. ve 11. yüzyıllarda İslam coğrafyasında Selçukluların ve Büveyhi
Oğullarının güç kazandığı döneme denk gelmektedir. Bu iki devletin
mensup oldukları siyasi ve idari gelenekler o yüzyılda İslam dünyasının, hilafetin içinde bulunduğu anarşi ortamından kurtulmasını sağlamıştır.
Örfi hukuk, şer’i hukukun aksine ilmi içtihatlarla değil, hükümdarın emir, yasak ve kanunlarıyla oluşmuştur.
• Fethedilen bölgede bulunan daha önceki devletlerin bazı hukuki normları, Kanun-ı Osmani çerçevesinde uyarlanarak bu bölgelerde uygulanmıştır. Osmanlı öncesi kanunların bazısı belirli süre bazısı ise süresiz bir şekilde hiç bir değişikliğe maruz kalmadan doğrudan
alınmıştır. Bu yolla yeni fethedilen bölgelerin hukuku, kısmen Osmanlı hukukuna dâhil oluyordu. Osmanlılar bu uygulamayı esasen bölge
ahalisinin yeni yönetime ısınmalarını sağlamak için geliştirmişlerdir. Bu ısındırma çabası, istimâlet politikası olarak adlandırılmaktadır.
Osmanlılar, Balkanlarda kalıcı olmak amacıyla bu politikayı
geliştirmişler ve bu politika bağlamında bazı hukuki düzenlemeler gerçekleştirmişlerdir.
• Osmanlı hukukunu baştan sona kadar tek eksende bir bütün olarak ele
almak son derece yanıltıcı olacaktır. Hukuki alanda siyasal, ekonomik, kültürel ve coğrafi şartların etkisiyle beylerin insiyatif kullanma eğiliminin yüksek olduğu erken
dönem ile medrese ve ulemanın artık kökleştiği mevcut siyasal ve hukuki yapıyı sorgulayabilmek, test edebilmek ve süzgeçten geçirebilmek için gerekli ve yeterli entellektüel birikimi elde ettiği dönem olan XVI. yüzyılın ikinci yarısını
biribirinden ayırmaksızın meseleye yaklaşmak sağlam sonuçlara ulaşmamızı engelleyen bir başka faktördür. Çünkü XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
ortaya çıkan yeni süreç, hukuk sistemini en iyi yansıtan kanunname metinleri ve şer'iye sicilerinin gerek formülasyon biçimi gerekse içerik itibariyle erken
dönemden farklıdır.
• Osmanlı örfi hukukunun neredeyse "laik" olduğunu söyleyen grup bu erken döneme ait verileri kullanırken "tamamen şer'i" olduğunu ifade eden grup da daha çok XVII. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan hukuk
metinlerine ve teorik çerçeveye dayanmaktadır. Böylece sadece kendi siyasal veya başka gerekçelerine istinaden savunulmak istenen görüşe uygun argumanı tarihin belirli bir döneminden seçerek bunu bütün dönemlere teşmil etmek ve buradan genel sonuçlar çıkartmak gibi bir durum sergilenmektedir.
• Bu sebeple aynı zamanda kanun hukukuda denmektedir. Bu kanun koyma durumu sadece Osmanlı padişahlarına has bir durum değildi.
Türk-Moğol siyasi ve idari geleneğinin hâkim olduğu İslam
coğrafyasının büyük bir kısmında benzeri uygulamalar mevcuttu.
Cengiz yasası, Timur tüzükâtı buna örnektir. Örfi hukuk, bir anda değil zaman içerisinde ihtiyaçlara göre şekillenmiştir. Osmanlı Devleti’nde örfi hukukun gelişiminde tecrübeli devlet adamlarının, Divan-ı
Hümayun’un ve kanun-ı müfti denilen nişancının önemli rolü vardı.