• Sonuç bulunamadı

Toplumsal cinsiyet, kad n ve sa l k

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Toplumsal cinsiyet, kad n ve sa l k"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Toplumsal cinsiyet, kad›n ve sa¤l›k

fievkat Bahar Özvar›fl 1

1Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı, Hacettepe Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (HÜKSAM), Ankara

ÖZET

Kadın ve erkeğin biyolojik cinsiyetinden farklı olarak toplumda kadın ve erkeğe verilmiş roller bü- tünü olan, sosyalleşme süreci içerisinde oluşan, bu nedenle de toplumdan topluma, kültürden kültüre değişebilen ve değiştirilebilen toplumsal cinsiyet, hem kadınların hem de erkeklerin yaşa- mını şekillendirmekte ve sonuçta bu çeşitlilik iki cinsiyetin sadece farklı olmasından öte, kaynak- lara ulaşma ve elde etmede cinsiyetler arasında eşitsizliklere de neden olmaktadır. Cinsiyeti ne- deniyle toplumun kadına biçtiği rol ve beklentiler, kadınların insan hakları kapsamındaki bazı haklarını elde edememesine, kullanamamasına yol açmaktadır. Bu durum, toplumlarda kadın sağlığı için bir kısır döngü oluşturmaktadır. Bu makalede toplumsal cinsiyet ayırımcılığının dün- yada ve Türkiye’de kadın sağlığını nasıl etkilediği ortaya konmakta ve sağlık hizmeti sunumun- da politika, strateji ve uygulamalara “toplumsal cinsiyet eşitliğine” duyarlı bir bakış açısının ge- tirilmesi önerilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Toplumsal cinsiyet, cinsiyet ayırımcılığı, haklar, kadın, sağlık.

ABSTRACT

Gender, woman and health

Gender, all roles that society determines for women and men apart from their biological sexes, be- ing formed during socialization process, for that reason can change or can be changed from soci- ety to society, from culture to culture, shapes both women’s and men’s lifes and in the end, this difference, beyond being only the difference, leads to inequality between sexes about their access to and obtaining services. Roles and expectations that are socially constructed due to one’s biolo- gical sex, causes women not to achieve and take advantage of some of their rights within the con- text of their human rights. This brings together a vicious circle for women’s health in the society.

Within this article, how gender discrimination influences women’s health in the world and in Tur- key is presented and mainstreaming a gender sensitive perspective into policies, strategies and practices in the field of health care service provision is suggested.

Key Words: Gender, gender discrimination, rights, woman, health.

(2)

D

ünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından sağlık, “yal- nızca hastalık ya da sakatlığın olmaması değil, kişi- nin bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik ha- li” olarak tanımlanmıştır [1]. Bu tanıma göre, dil, din, etnik köken, cinsiyet vb. ayırımı olmadan her bireyin eşit olarak sağlıklı olma hakkı vardır. Günümüzde 6.5 milyarı aşan dünya nüfusunun yarısını oluşturan ka- dınların sağlık durumunu incelerken, hastalık ve sakat- lık yönünden olduğu kadar, ruhsal ve sosyal yönden de tam bir iyilik halinin olup olmaması ve kadınların “tam iyilik durumlarını” etkileyen faktörler yönünden de so- runu irdelemek ve tanımlamak gerekmektedir. Bu ne- denle kadınların sağlık hizmetlerinden yararlanmasını etkileyen eğitim düzeyi veya sosyal olanakların kulla- nılmasında belirleyici olan “toplumsal cinsiyet ayırım- cılığı” da sağlık kavramı içerisinde incelenmesi gereken konulardır.

Bilindiği gibi, bireyin kadın ya da erkek olarak göster- diği genetik, fizyolojik ve biyolojik özelliklere “cinsiyet (sex)” denir. “Toplumsal cinsiyet (gender)” ise, kadın ve erkeğin biyolojik cinsiyetinden farklı olarak toplumda kadın ve erkeğe verilmiş roller bütünü olarak ifade edil- mektedir [2,3]. Toplumsal cinsiyet; kadın ve erkek olarak toplumun bireyleri nasıl gördüğü, nasıl algıladığı, nasıl düşündüğü ve nasıl davranması gerektiği ile ilgili bir kavramdır. Bunun yanı sıra iki ayrı kavramın daha bilin- mesinde yarar vardır. Bunlar; “toplumsal cinsiyette eşit- lik (gender equality)”; fırsatları kullanma, kaynakların ayrılması ve kullanımında, hizmetleri elde etmede bire- yin cinsiyeti nedeniyle herhangi bir ayırımcılığa uğra- maması demektir. “Toplumsal cinsiyette hakkaniyet (gender equity)” ise; kadın ve erkeğin farklı gereksinimi ve güçlerinin olduğu, bu farklılıkların belirlenerek iki cinsiyet arasındaki dengeyi düzeltecek şekilde gerekenle- rin yapılması anlamına gelmektedir [2,3].

Biyolojik cinsiyetin aksine, toplumsal cinsiyet fark- lılığı sosyalleşme süreci içerisinde oluşmaktadır; bu ne- denle de toplumdan topluma, kültürden kültüre deği- şebilir ve değiştirilebilir. Pek çok toplumda kadın ve er- kek farklı bireyler olarak görülmektedir ve her birinin kendine ait rolleri, olanakları ve sorumlulukları vardır.

Toplumsal cinsiyet hem kadınların, hem de erkeklerin yaşamını şekillendirir ve sonuçta bu çeşitlilik sadece farklı olmaktan öte, kaynaklara ulaşma ve elde etmede cinsiyetler arasında eşitsizlikleri de belirleyen bir anlam taşır. Bu eşitsizlikler en belirgin olarak gelir dağılımında kendini gösterir. Bugün dünyadaki yoksulların %70’ini kadınlar oluşturmaktadır. Bu durum, hem zengin, hem de yoksul ülkelerde mevcuttur ve çalışma yaşamında kadınların eşit olmayan durumunu ve ev içindeki dü- şük statülerini yansıtan bir göstergedir [3,4].

Bu tür ayırımcılığın yanı sıra, toplumsal cinsiyet ile ilgili olarak, “kadın olmaya” kültürel yönden daha az değer verilmesi söz konusu olabilir ki, bu kadının yaşa- mını ve sağlığını olumsuz etkiler. Kadın ve kız çocukla- rına aile ve toplum tarafından verilen düşük değer, dünya istatistiklerinde “okur-yazarlık” durumunda be- lirgin olarak kendini göstermektedir. Dünyada bugün hala ilkokula başlamayan 130 milyon çocuğun 2/3’ünü kızlar oluşturmaktadır. Ayrıca, hala 1 erkeğe karşı, 2 ka- dın okuma-yazma bilmemektedir. Yine kadınlar kulla- nılan oyların yarısına sahip oldukları halde, tüm dün- yada parlamentoda %14.2, kabinede bakan olarak sade- ce %6 koltuğa sahiplerdir [3,4]. 2008 verilerine göre, parlamentoda kadın sayısı en yüksek olan ülkeler İs- kandinav ülkeleridir. Örneğin; İsveç parlamentosunun

%47’sini kadınlar oluşturmaktadır. Dünyada 137 ülke- nin sonuçlarının değerlendirildiği bu çalışmaya göre Türkiye 107. sırada yer almaktadır [5].

TOPLUMSAL C‹NS‹YET ve HAKLAR

Cinsiyeti nedeniyle toplumun kadına biçtiği rol ve beklentileri, sonuçta kadınların insan hakları kapsa- mındaki bazı haklarını elde edememesine, kullanama- masına yol açmaktadır. Bu durum, toplumlarda kadın sağlığı için adeta kısır bir döngü oluşturmaktadır [3].

Hakların kullanımında, kadın ve erkek arasında çok büyük farklılıklar mevcuttur. Örneğin; Türkiye’de her bir öğrenim düzeyinde okullaşma oranı kadınların aleyhine olacak şekilde oldukça farklıdır. Ülkemizde 1930’lu yıllarda çok düşük olan toplumun okur-yazar- lık oranı yıllar itibariyle giderek artmıştır ve bu artış eğ- risi her iki cinsiyet için de benzerdir. Ancak son 70 yıl- da kadın ve erkek okur-yazarlığındaki fark hiçbir za- man kapanmamış, aynen devam etmiştir. Bu bulgu, Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bir eği- tim politikasının uygulanmadığının bir göstergesidir.

Halen Türkiye’de erkeklerin okur-yazarlık oranı %89, kadınların %72’dir. Okuma-yazma bilen nüfus içinde- ki kadın oranı %44.2’dir. Aradaki farkın çok yüksek ol- duğu bölge ve illerimiz mevcuttur [3,6]. İlkokul sonra- sı eğitime devam oranlarında kızlar, erkek öğrencilerin gerisinde kalmaktadır ve bu fark orta öğretim ve yük- sek öğretimde giderek büyümektedir [3,6]. Türkiye’de 2001 yılında Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre, 6-14 yaş grubundaki kız çocuklarının %12.9’u, erkek çocuklarının %7.6’sı okula devam etmemektedir. Oku- la devam etmeme nedenleri incelendiğinde; “toplum- sal cinsiyet ayırımcılığının” belirleyici olduğu görüle- bilir [3,6].

Türkiye’de kamu kesiminde üst ve orta düzey yöne- ticilerin ve parlamentodaki üyelerin cinsiyete göre da- ğılımları incelendiğinde, fırsatların kullanımında cinsi-

(3)

yetler arasında var olan eşitsizlik açıkça görülebilir. Ka- musal kesimde üst düzey yöneticiliği yapan kadınların sayısı çok az iken, daha alt düzeylere inildikçe (özellik- le “yardımcılık” düzeyinde) yöneticilik yapan kadınla- rın sayısı artmaktadır [6]. Türkiye’de parlamentodaki milletvekilleri içerisinde kadınların yüzdesi 2007 se- çimlerinde ancak %9 olmuştur.

Sosyal yaşamda yer almada, fırsatların kullanımın- daki cinsiyetler arası eşitsizlik durumu, sadece Türkiye için değil, bütün gelişmekte olan ülkeler için söz konu- sudur. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasını, ayı- rımcılığın olmamasını sağlayan politikalar, bu ülkelerin ana plan ve programlarına ve uygulamalara yeterince entegre edilememiştir.

TOPLUMSAL C‹NS‹YET ve SA⁄LIK

Kadın ve erkeklerdeki sağlık ve hastalık örüntüleri belirgin farklılıklar gösterir. Bilindiği gibi, kadınların doğumda beklenen yaşam süresi daha uzundur. Ancak pek çok toplumda, kadınların erkeklere göre daha fazla hastalık ve stres yaşadıkları bilinmektedir. Kadınlar er- keklerden daha uzun yaşadıkça, daha uzun olan bu ya- şamın niteliği önem kazanmaktadır. Daha “zayıf cinsi- yet” olarak değerlendirilen kadınların aslında bütün yaşlarda biyolojik olarak erkeklerden daha güçlü oldu- ğu görülür. Tüm toplumlarda, erkek fetus daha fazla spontan düşük ve ölü doğumla karşılaşır. Bu mortalite modeli yaşamın ilk 6 ayında da belirgin şekilde devam eder. Erişkin dönemde ise yine kadınlar menopoz döne- mine kadar biyolojik bir avantaja sahiptir. Çünkü cinsi- yet hormonları kadınları iskemik kalp hastalıklarından korumaktadır [3,7].

Toplumsal cinsiyet rolündeki değişimler erkekler için ise; “ekmek parası kazanmak” amacıyla daha fazla risk almalarına ve mesleki nedenlere bağlı ölümlerden daha fazla etkilenmelerine neden olmuştur. Aynı za- manda erkeklerin kaynaklara ulaşma olanaklarının da- ha fazla olması, tehlikeli maddelerle karşılaşmaları/kul- lanmaları riskini artırmıştır. Bu alışkanlıklar “erkeksi alışkanlıklar” olarak tanımlanmıştır. Dünyanın pek çok ülkesinde genç erkekler genç kadınlardan daha fazla trafik kazası (alkol bağlantılı) ve şiddetten dolayı ölüm riskiyle karşılaşmaktadır. Yaşamın ilerleyen evrelerinde erkekler arasında görülen “erken ölümler”in (prematu- re death) büyük bir kısmı kalp hastalıklarından kaynak- lanmaktadır. Bu yalnızca biyolojik duyarlılıktan değil, aynı zamanda erkeklerin risk alma davranışlarının fark- lı olmasından da kaynaklanmaktadır. Örneğin; erkekler sigara içme ile birlikte, mesleki karsinojenlere daha faz- la maruz kaldıkları için akciğer kanserinden ölme risk- leri de artmaktadır [3,7].

Türkiye’de, kadınların beklenen yaşam süresi erkek- lerden daha uzun olduğundan yaşlı kuşaktaki kadın sa- yısı daha fazladır. 2000 yılında beklenen yaşam süresi erkeklerde 66.9 yıl, kadınlarda 71.5 yıl iken, nüfus pro- jeksiyonunda 2006 yılı için beklenen yaşam süresi er- keklerde 69.1, kadınlarda 74.0 yıl olarak belirtilmekte- dir [8].

Yaşam süreci boyunca hem kadınlar, hem de erkek- ler cinsiyete özel hastalıklar açısından riskler taşmakta- dır. Kadın ve erkeğin üreme ile ilgili hastalık yükleri (burden of disease) incelendiğinde; kadınların üreme sağlığı ile ilgili sorunları erkeklerden çok daha fazla ya- şadıkları ve bu duyarlılığın üreme çağında (15-49 yaş) daha da arttığı bilinmektedir. Cinsiyete göre üremeye ilişkin hastalık yükü incelendiğinde, kadınların hasta- lık yükünün (%36.6), erkeklerin hastalık yükünün (%12.3) 3 katı olduğu görülür [2,3].

Kadın ve erkeğin biyolojik cinsiyeti ve üremeye iliş- kin fizyolojik fonksiyonlarının farklılığı ve getirdiği yüklerin yanı sıra, toplumun kendilerine biçtiği “top- lumsal cinsiyet” rolünden kaynaklanan ve sağlıklarını olumsuz etkileyen faktörler de mevcuttur. Bu olumsuz- lukların boyutu toplumdan topluma değişmekle birlik- te, özellikle gelişmekte olan ülkelerde kadın yönünden olumsuzluklar daha fazladır [3,7]. Örneğin; anne ölüm- lerini azaltmak ve önlemek artık günümüzde bir sosyal adalet ve insan hakları konusu olarak kabul edilmekte- dir. DSÖ ve UNICEF’in 1990 yılı tahminlerine göre, ge- belik, doğum ya da lohusalık döneminde yaşanan komplikasyonlara bağlı olarak her yıl 585,000 anne ölümü meydana gelmektedir. Bu ölümlerin %99’u ge- lişmekte olan ülkelerdedir. Ayrıca, dünyada her yıl 15 milyondan fazla kadın da yaşamlarının geri kalan kıs- mında doğum ve gebeliğe bağlı hastalık, yaralanma ve sakatlık sorunlarıyla karşılaşmaktadır. Bir kadın, her ge- belikte ölüm riski ile karşı karşıya gelmektedir. Gelişmiş ülkelerde anne ölüm oranları, 100,000 canlı doğumda ortalama olarak 50’nin çok altındadır (Doğu Avrupa için 8-50 ve Batı Avrupa ülkeleri için 8’in altında). An- ne ölümü gelişmekte olan ülkelerde ise, 100,000 canlı doğum için 500-1000 olarak rapor edilmektedir [4].

Türkiye’de 1998 yılındaki hastane verilerine dayalı (53 ilin, 615 hastanesinde) yapılan bir çalışmaya göre Anne Ölüm Hızı 100,000 canlı doğumda 49 olarak bulun- muştur. Bu araştırmada dikkat çekici nokta, her 5 anne ölümünden 4’ü “önlenebilir ölüm” olarak değerlendi- rilmiştir [9]. Anne ölümleriyle ilgili daha sonra yapılan ulusal araştırmada ise, anne ölüm oranı 100,000 canlı doğumda 28.5 olarak bulunmuştur [10]. Bu araştırmada da ölümlerin önlenebilirliği yüksek olup kanama, tok- semi ve annenin sistemik hastalıkları en sık görülen an- ne ölüm nedenleri arasındadır.

(4)

Kadınları yaş dönemlerine göre incelediğimizde, ka- dın sağlığını etkileyen olumsuzluklar aşağıda örneklen- dirilmiştir (3).

Çocukluk dönemi

Cinsiyeti nedeni ile kız çocuğunun yaşadığı ve sağlı- ğını etkileyen olumsuzluklar şunlardır: cinsiyet seçimi, gebeliğin istenmemesi, isteyerek düşükler, female geni- tal mutilasyon (kadın sünneti), malnütrisyon, infeksi- yonlar, ihmal ve hizmetten yararlanamama, morbidite ve mortalite hızlarının artması (özellikle 2-5 yaşta).

Ergenlik (adölesan) dönemi (10-19 yaş)

Bu dönemde kız adölesanlar için daha fazla riskler söz konusudur; önemli sorunlar şunlardır: menarş, top- lumsal baskı, cinsel taciz/istismar, istenmeyen gebelik- ler, isteyerek düşükler, cinsel yolla bulaşan infeksiyon- lar, anemi/malnütrisyon, madde bağımlılığı (alkol, si- gara, uyuşturucu), paralı seks, şiddet.

Erişkinlik dönemi (15-49 yaş)

Üreme fonksiyonlarının en yoğun olarak yaşandığı bu dönemde kadınların karşılaştığı en önemli sağlık so- runları şunlardır: gebelik, doğum, doğum sonu kompli- kasyonlar, istenmeyen gebelikler/isteyerek düşükler, cinsel yolla bulaşan infeksiyonlar, anemi/malnütris- yon, paralı seks, cinsel taciz-istismar, şiddet, anne ölümleri.

Menopoz ve post-menopozal dönem (50+ yaş)

Kadının sağlık sorunlarının en ihmal edildiği dö- nemdir. Bu dönemde karşılaşılan sorunlar çoğu kez ka- dının cinsiyeti ya da üreme fonksiyonları ile ilişkilendi- rilmez bile. Kadınların bu dönemde yaşadığı üreme sağ- lığı ile bağlantılı sorunlar şunlardır: menopozal semp- tomlar, malignansiler, kardiyovasküler hastalıklar, oste- oporoz, desensüs-prolapsus, şiddet.

Toplumsal cinsiyet ayırımcılığının en çarpıcı olum- suz sonucu, sağlık hizmetlerinden yararlanmada ortaya çıkmaktadır. Toplumsal cinsiyet ayırımcılığı sonucu

özellikle kadınların düşük statüde olması en fazla ka- dınların “doğurganlık davranışını” etkilemektedir.

Dünyada, gelişmekte olan 99 ülkede yapılan bir araştır- maya göre; kadının toplumsal statüsü ve doğurganlığı arasında doğrudan bir ilişki vardır ve kadının statüsü iyileştikçe sahip olduğu çocuk sayısı azalmaktadır. Aynı şekilde, kadının statüsü iyileştikçe obstetrik hizmetler- den yararlanma yüzdesi de artmaktadır. 1998 yılında Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması ileri analiz sonuçla- rına göre, kadının öğrenim düzeyi yükseldikçe doğum öncesi bakım alma ve sağlıklı koşullarda doğum yapma yüzdelerinin arttığı görülmektedir (Tablo 1).

Eğitim düzeyi çok düşük olanlar arasında doğum öncesi bakım alma %37.6, sağlıklı doğum %54.8 iken, ortaokul ve üzerinde öğrenim görmüş olanlarda bu yüz- deler sırasıyla %96 ve %99.7’dir [11].

Kadının öğrenim düzeyi aile planlaması hizmetleri- ne ulaşmasında da etkili olmaktadır. Örneğin; eğitimsiz grupta kontraseptif yöntem kullanma oranı %51 iken, ilkokul mezunu olanlarda bu oran %67.7’ye, ortaokul ve üzerinde %75.3’e yükselmektedir. Modern yöntem kullanma yüzdesi de buna benzer olup aynı öğrenim düzeyi sırasıyla, %28.1 , %38.6 ve %52.8’dir [11]. Tablo 2’de 2003 yılı Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması veri- lerine göre bazı kadın sağlığı göstergeleri verilmiştir [12]. Burada ayrıntıları gösterilememiş olsa da, bu de- ğerler kent-kır ve batı-doğu bölgeleri arasında çok belir- gin farklılıklar göstermektedir.

TOPLUMSAL C‹NS‹YETE DAYALI fi‹DDET

Kadınlara yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyet ayı- rımcılığı birbirleriyle çok yakından bağlantılıdır. Nite- kim Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Ayırımcılığın Önlenmesi Komitesi toplumsal cinsiyete dayalı şidde- tin, kadınların insan haklarından yararlanmasını ağır şekilde etkileyen bir ayırımcılık biçimi olduğunu belirt- mekte ve kadına yönelik “toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti”; “bir kadına sırf kadın olduğu için yöneltilen ya da oransız bir şekilde kadınları etkileyen” şiddet ola- rak tanımlamaktadır [13]. Birleşmiş Milletler Kadınlara Yönelik Şiddetin Önlenmesi Bildirgesi, 1993 yılında ka- dınlara yönelik şiddeti; “ister kamusal, isterse özel ya-

Tablo 1. Kadınların öğrenim düzeyine göre obstetrik hizmetlerden yararlanma durumu (Türkiye, 1998)*

Doğum öncesi bakım Sağlıklı doğum oranı

Kadının öğrenim düzeyi alanların oranı (%) (%)

Yok/İlkokulu bitirmemiş 37.6 54.8

İlkokul mezunu/Ortaokulu bitirmemiş 76.2 89.8

Ortaokul ve üzeri 96.0 99.7

* 11 no’lu kaynaktan alınmıştır.

(5)

şamda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik acı veya ıstırap veren veya verebilecek olan cinsiyete dayanan bir eylem veya bu tür eylemlerle teh- dit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma” şeklinde tanımlamaktadır [14]. Bu tanıma son zamanlarda “kadını ekonomik ihtiyaçlardan yok- sun bırakmak” da dahil edilmiştir [15].

DSÖ de 2002 yılında, konuyu özel ikili ilişkiler bağ- lamında ele alarak “eşler arası şiddet” tanımını geliştir- miştir. Buna göre; “özel bir ilişkide fiziksel saldırganlık, cinsel zorlama, psikolojik istismar ve kontrol etme dav- ranışı şeklindeki eylemlere bağlı olarak ortaya çıkan fi- ziksel, cinsel ve psikolojik zarara neden olan davranış”

şiddet olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım halen birlik- telikleri süren ya da ayrılmış bütün çiftleri kapsamakta- dır [16]. Şiddet olarak tanımlanan davranışların içinde şunlar yer almaktadır: Tokat atma, vurma, tekmeleme ve dövme gibi fiziksel saldırı fiilleri, sindirme, sürekli küçük düşürme ve aşağılama gibi psikolojik taciz, cinsel ilişkiye zorlama ve diğer cinsel zor kullanma biçimleri, bir kimseyi ailesinden ve arkadaşlarından uzaklaştırma, hareketlerini gözleme ve bilgi ya da yardıma ulaşması- nı kısıtlama gibi çeşitli kontrol edici davranışlar.

Bir ilişkide kadının erkeğe, erkeğin kadına şiddet uy- gulaması olasıdır. Ancak, araştırma sonuçlarına göre eş- ler arası şiddet sorununun büyük bir bölümünü erkeğin kadına uyguladığı şiddet olguları oluşturmaktadır [17].

Kadına yönelik şiddet konusunda 1990’lı yıllardan itibaren artmaya başlayan araştırmalar göstermiştir ki, hemen her ülkede, her yaştaki, her gelir ve öğrenim dü- zeyindeki, evli, bekar ya da boşanmış kadınlar şiddet ile karşılaşabilmektedir. Kadına yönelik şiddet çok yaygın- dır. DSÖ tarafından, Brezilya, Etiyopya, Bangladeş, Ja- ponya, Sırbistan gibi 11 ülkede 24,000 kadınla görüşü- lerek yapılan araştırmaya göre, Japonya ve Sırbistan’da kadınların %13’ünün, Peru’da %61’inin fiziksel şiddet- te, Japon kadınların %6’sı ile Etiyopyalı kadınların

%59’u cinsel şiddete, Japon kadınların %15’i ile Etiyop-

yalı kadınların %71’i fiziksel ve cinsel şiddete maruz kalmaktadır [18]. Ülke rakamlarından görüleceği gibi;

kadınlar arasında yaşam boyu fiziksel şiddet görme sık- lığı %13 ile %61 arasında, cinsel şiddet sıklığı ise %6 ile

%59 arasında değişmektedir [18]. Son 5 yılda dünyanın pek çok yerinden elde edilen kadına yönelik şiddet araştırmalarında, özellikle yakın partner (eş, erkek arka- daş) şiddetinin görülme sıklığının arttığı yönündedir.

Tüm dünyada, kadınların %10-50’den fazlası yaşamla- rında yakın partnerleri tarafından fiziksel istismara ma- ruz kaldıklarını bildirmişlerdir [7].

Türkiye’de kadına yönelik şiddet ile ilgili sınırlı sa- yıda araştırma mevcuttur. Bu araştırmalardan en so- nuncusu olan TÜBİTAK desteğinde 2007 yılında yapı- lan araştırmaya göre, ülke genelinde her 3 kadından biri (%35’i) hayatı boyunca en az bir kez eşinden fizik- sel şiddet görmektedir. Bu sıklık doğuda %40 olmakta- dır [17].

Türkiye’de aile bireylerinin kadınlara uyguladığı şiddet, sözlü ve psikolojik şiddet yoluyla kadınları eko- nomik ihtiyaçlarından yoksun bırakmaktan dayağa, cinsel şiddete ve cinayetlere kadar geniş bir yelpaze içinde yer almaktadır. Birçok şiddet eylemi, “töre cina- yetleri”, küçük yaşta evlilik, berdel ve beşik kertmesi de dahil zorla evlendirme gibi geleneksel uygulamalardan kaynaklanmaktadır.

Kadının “toplumsal cinsiyet” bağlamında yaşadığı eşitsizlikler ve ayırımcı uygulamalar, onun yaşama hak- kını bile kullanamamasına neden olmaktadır. Bu açı- dan ülkemizde, kadına yönelik şiddetin en uç örneği olan “namus adına işlenen cinayetler” dikkat çekici dü- zeydedir. Türkiye’de, 2000-2005 yılları arasında resmi kayıtlara göre namus cinayeti nedeniyle öldürülen yak- laşık 500 kadın olduğu bildirilmektedir [19]. Bununla birlikte, bu suçu tanımlamak çok kolay olmadığından gerçek rakamın bundan daha fazla olduğu söylenebilir.

Namus cinayetleri, Türkiye dışında Pakistan, Ürdün, Mısır ve Amman gibi ülkelerde de görülmektedir [7].

Tablo 2. Türkiye’de seçilmiş bazı kadın sağlığı göstergeleri (Türkiye, 2003)*

Toplam doğurganlık hızı 2.2

AP yöntemi kullanma (%) 71.0

Modern yöntem 42.5

Geleneksel yöntem 28.5

AP’de karşılanmayan gereksinim (%) 6.0

Doğum öncesi bakım alma (%) 80.9

Sağlıklı doğum (%) 83.0

* 12 no’lu kaynaktan alınmıştır.

(6)

SONUÇ

Sağlık hizmeti sunanların ve karar vericilerin, poli- tika, strateji ve uygulamalara “toplumsal cinsiyet eşitli- ği” perspektifinden bakabilmesi gerekmektedir. Çoğu kez bu bakış açısının gelişmemiş olması toplumsal olay- larda tanıyı ve korunma önlemlerini, çözümleri gecik- tirmektedir.

Geleneksel olarak kadın sağlığı hizmetleri, özellikle kadınların üreme çağında kontrasepsiyon ve güvenli- sağlıklı doğuma odaklanmıştır. Bu yaklaşım ana-çocuk sağlığı sorunlarının yoğun yaşandığı ve anne ve bebek ölümlerinin yüksek olduğu bölgelere uygun bir yakla- şımdır. Ancak geleneksel bakışın tersine, kadın sağlığı- nın yalnızca üremeye/doğurganlığa ilişkin sağlık olma- yıp, bundan çok daha fazla olduğunun kavranması önemlidir. Aynı zamanda cinsel ve üremeye ilişkin alanlar belki toplumsal cinsiyet ayırımcılığının en fazla yapıldığı yerdir ve kadın-erkek ilişkisindeki eşitsizlik, kadının cinsel ve üreme sağlığı üzerinde en fazla etkiye sahiptir. Ekonomik, sosyal ve kültürel nedenler sıklıkla kadınları erkeklerle olan ilişkilerinde daha güçsüz yap- maktadır. Bu güçsüzlük, kadınları istenmeyen cinsel ilişki, istenmeyen gebelik, cinsel yolla bulaşan infeksi- yonlar ve şiddete karşı kendilerini koruyamamalarına neden olmaktadır.

Kadın sağlığındaki çağdaş yaklaşım, yaşam boyu, bütün yaş gruplarını ve sağlığı etkileyen tüm faktörleri göz önüne alan kapsamlı bir yaklaşımdır. Türkiye’de ka- dın sağlığı sorunları incelendiğinde; daha doğumda er- kek çocuğun tercih edilmesinin yaygınlığından başla- yan, ergenlik döneminde, özellikle kırsal alanda ve do- ğuda erken evlilik ve ergen gebeliği ve bunun yarattığı sorunlarla karşılaşılmaktadır. Doğurganlık döneminde kadınlar arasında riskli gebeliklerin yaygın olmasından, aşırı doğurganlık ve bunun yarattığı sağlık sorunlarına, menopoz-menopoz sonrası dönemde ve yaşlılık döne- minde ise kadınların neredeyse “yok sayıldığı” bir so- runlar yumağı ile karşılaşılmaktadır.

Kadın sağlığı/üreme sağlığı konusunda hizmet su- numunda ilkesel olarak kabul edilmiş olsa bile, ülke dü- zeyinde “bütüncül” bir yaklaşım yerine, doğurganlık dönemine odaklanmış “geleneksel” yaklaşım hakimiye- tini sürdürmektedir. Bu konuda adölesanlar, menopoz- menopoz sonrası dönemdeki kadınlar ve yaşlı kadınlar en ihmal edilen grupları oluşturmaktadır. Aile planla- ması ile ilgili bilgilendirme-eğitim-iletişim ve klinik hizmetlerde erkekler hedef grup olarak ele alınmamak- tadır.

Ülkemizde Cumhuriyet döneminde sağlanan tüm iyileşmelere rağmen, kadının toplumsal statüsü, sağlığı- nı ve sağlık hizmetlerinden yararlanmasını önemli öl-

çüde etkileyecek kadar düşüktür. Eğitim, hukuk, sosyal ve siyasal alanda cinsiyetler arasındaki eşitsizlikler kadı- nın toplumda, özel olarak da aile içinde sağlığını olum- suz yönde etkilemektedir. Aile içinde bireyler arasında- ki iletişim eksikliği, başlık parası ve zorla evlendirme konularındaki geleneksel uygulamalar ve kadına yöne- lik şiddet sorunları hala varlığını sürdürmektedir. Med- yada kadının cinsel bir meta olarak ele alınması da ka- dının toplumsal statüsünü olumsuz olarak etkilemekte- dir. Ülkemizde, kentsel alanda yaşayanlara göre kırsal alanda yaşayan, batı bölgesinde yaşayanlara göre doğu bölgesinde yaşayan kadınların daha olumsuz sosyal ve ekonomik statüsü, bu kadınların sağlığını daha da fazla olumsuz yönde etkilemektedir.

Yıllar içinde önemli gelişmeler kaydedilmesine rağ- men, doğum öncesi bakım ve sağlıklı koşullarda doğum ve aile planlaması konularında; kentte ve batıda yaşa- yan kadınlara göre kırsal alanda ve doğuda yaşayan ka- dınların, eğitim düzeyi yüksek olan kadınlara göre eği- timsiz kadınların temel sağlık hizmetlerine bile erişebi- lirliğinde ciddi sorunlar mevcuttur. Topluma en yakın mesafede ve sürekli olarak verilmesi gereken birinci ba- samak sağlık hizmeti (sağlık ocağı-sağlık evi kompleksi) ünitelerinin sayısal yetersizliği, personel dağılımındaki dengesizlik ve var olan personelin de mesleki bilgi-be- ceri eksikliği, doğuda yaşayan eğitimsiz kadınlar için dil sorunu gibi faktörler hizmetlerden yararlanmayı olum- suz yönde etkilemektedir. Daha önceki bölümde ayrın- tılı rakamlarla ortaya konduğu gibi; doğurganlık davra- nışları, sağlık hizmetlerinden yararlanma, özellikle do- ğum öncesi bakım alma ve doğumların sağlıklı koşul- larda yapılması konularında, kadının eğitim durumu ve yerleşim yeri özelliği (kent-kır, batı-doğu) belirleyici faktörler olmaktadır.

Ülkemizde sağlık hizmetlerinde, bölgeler arası ve cinsiyetler arası farklılığı giderici yaklaşımların uygu- lanması ve bu amaçla sağlık hizmet yatırımlarının ya- pılması gerekmektedir. 1994 Uluslararası Nüfus ve Kal- kınma Konferansında da önerildiği gibi; kadın sağlığına

“bütüncül” yaklaşım ve üreme sağlığı hizmetlerinin te- mel sağlık hizmetleri içerisine entegrasyonu gerekmek- tedir. Bunun için kadın sağlığında, kadın hayatının ev- releri dikkate alınarak, intrauterin dönemden başlayıp, çocukluk, doğurganlık dönemi, menopoz-menopoz sonrası dönem ve yaşlılık dönemine kadar uzanan bir bütünlük içerisinde, mevcut ve potansiyel sağlık sorun- larının ele alınması ve verilecek hizmetlerin de bu açı- dan “süreklilik” göstermesi gerekir.

Türkiye’de son yıllarda uygulanan aile hekimliği pi- lot uygulaması ile bu bütüncül yaklaşımdan uzak ve sağlığın özelleştirilmesine giden yolda, kadın sağlığının

(7)

durumunun daha da kötüleşeceği açık bir şekilde orta- dadır. Bunun yerine; bir an önce, herkese eşit, ücretsiz, ulaşılabilir, kabul edilebilir, entegre, yaygın sağlık hiz- meti verilmelidir. Aile hekimliği pilot uygulaması daha fazla yaygınlaştırılmadan, kişinin yaşamını bir bütün olarak gören, sağlıklı kişiye hizmet götürmeyi (koruyu- cu sağlık hizmetleri vermeyi) önceleyen, kişiyi çevresiy- le bir bütün olarak değerlendiren ve sektörler arası işbir- liğinin gerekliliğini vurgulayan, hala yürürlükte olan 224 sayılı “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hak- kında Kanun” aksayan yanları düzeltilerek işler hale ge- tirilmelidir.

Kaynaklar

1. Fişek NH. Halk Sağlığına Giriş, Ankara, 1985.

2. Gender and Health, Technical Paper, World Health Organi- zation Publication-Geneva, Switzerland, 1998.

3. Akın A, Özvarış ŞB. Dünyada ve Türkiyede kadın sağlığının durumu. Güler Ç, Akın L (editörler). Halk Sağlığı Temel Bil- giler. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Yayınları, 2006.

4. United Nations, The World’s Women 2000 Trends and Sta- tistics, Social Statistics and Indicators Series K 16, 2000.

5. Inter-Parliamentary Union database. Women in National Parliaments. 27.01.2009. <http://www.ipu.org/wmn-e/

classif.htm>

6. Türkiye’de Kadın 1999. Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, Ankara, Şubat 1999.

7. Türmen T. Toplumsal cinsiyet ve kadın sağlığı. Akın A (edi- tör). Toplumsal Cinsiyet, Sağlık ve Kadın, Hacettepe Üniv.

Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (HÜK- SAM). HÜ Yayınları, 2003.

8. TÜİK, Türkiye İstatistik Yıllığı 2006, Türkiye İstatistik Kuru- mu, Ankara, 2006.

9. Akın A, Doğan B, Mıhçıokur S. Türkiye’de Hastane Kayıtla- rından Anne Ölümleri ve Nedenleri Araştırması Raporu, Sağlık Bakanlığı AÇSAP Genel Müdürlüğü, Ankara, 2000.

10. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, ICON-Ins- titute Public Sector GmbH ve BNB Danışmanlık (2006) Ulu- sal Anne Ölümleri Çalışması, 2005, SB- AÇSAP Genel Md.

ve Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu, Ankara.

11. Özvarış ŞB, Akın A. Türkiye’de doğum öncesi bakım. Akın A, editör. Türkiye’de Ana Sağlığı, Aile Planlaması Hizmetle- ri ve İsteyerek Düşükler: Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırma- sı 1998 İleri Analiz Sonuçları. Ankara: Hacettepe Üniversi- tesi, TAP Vakfı ve UNFPA, 2002.

12. Hacettepe Üniv. Nüfus Etütleri Enstitüsü, Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA), 2003. Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü, Sağlık Bakanlığı AÇSAP Genel Müdürlüğü, Dev- let Planlama Teşkilatı ve Avrupa Birliği, Ankara, 2004.

13. United Nations, Kadınlara Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi, 19 sayılı Genel Tavsiye, Kadınlara yönelik şiddet (On birinci Oturum, 1992), Compilation of General Com- ments and General Recommendations Adopted by Human Rights Treaty Bodies, U.N. Doc. HRIGEN1 Rev.1 at 84 (1994), para. 6.

14. United Nations, The UN General Assembly Declaration on the Elimination of Violence against Women, General As- sembly resolution 48/104, Supp. (No. 49) at 217, U.N. Doc.

A/48/49 (1993).

15. Radhika Coomaraswamy, Kadınlara Yönelik Şiddet Özel Ra- portörü, İnsan Hakları Komisyonu’na Rapor, UN Doc.

E/CN.4/2003/75, 6 Ocak 2003, para. 30.

16. World Health Organization, World Report on Violence and Health, Cenevre, 2002. 27.01.2009. <http://www.who.int/

violence_injury_prevention/violence/world_report/wrvh1/

en/>

17. Altınay AG, Arat Y. Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet, İstan- bul, 2007.

18. World Health Organization, Multi-country Study on Wo- men’s Health and Domestic Violence against Women, Ini- tial results on prevalence, health outcomes and women’s responses, 2005.

19. Meclis Araştırması Komisyonu, Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Meclis Araştırması Komisyonu Raporu. www.tbmm.gov.tr/

develop/owa/arastirma_onergesi

Referanslar

Benzer Belgeler

Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık, sadece kadınların toplumsal kaynak- lardan eşit biçimde yararlanmalarını engellemekle kalmaz, heteroseksüellik- ten farklı

b) Taraf Devletler aile içi şiddet ve istismar, tecavüz, cinsel saldırı ve diğer toplum- sal cinsiyet temelli şiddete karşı yasaların tüm kadınlara yeterli koruma

• Toplumsal cinsiyet rollerindeki farklılık, eşitsizlik olarak ortaya çıktığında, toplum içinde kadın ve erkeklerin eşit olmadığı bir durum yaratır... Ailede

“Taraflar, gerektiğinde, öğrencilerin gelişen kapasitesine uygun olarak, kadın erkek eşitliği, kalıplaşmamış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı,

• Herkesin kadınlar ve erkekler hakkında genel bir düşüncesi vardır: Erkekler saldırgandır, kadınlar kırılgandır, erkekler mantıklıdır, kadmlar duygusaldır, erkekler

yılında birleşmiş milletler genel kurulunun Kadına Karşı Her türlü Ayrımcılığın

Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetten farklı olarak, kadınla erkeğin sosyal ve kültürel açıdan tanımlanmasını, toplumların bu iki cinsi birbirinden ayırt etme

•  Bu durumda, cinsiyet biyolojik bir kavram iken, toplumsal cinsiyet kültürel bir yapılanmadır; cinsiyeti tayin eden genetik ve biyoloji iken, toplumsal cinsiyet