• Sonuç bulunamadı

ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ EĞĠTĠM BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ EĞĠTĠM BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ"

Copied!
85
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

EĞĠTĠM BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ

YAŞAMBOYU ÖĞRENME VE YETİŞKİN EĞİTİMİ ANABİLİM DALI YETİŞKİN EĞİTİMİ PROGRAMI

TÜKETİM KÜLTÜRÜ VE EĞİTİM: AVM’LERDE DÜZENLENEN EĞİTİM ETKİNLİKLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Deniz ERBAY DEMİREL

Ankara, Ağustos,2017

(2)

EĞĠTĠM BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ

YAŞAMBOYU ÖĞRENME VE YETİŞKİN EĞİTİMİ ANABİLİM DALI YETİŞKİN EĞİTİMİ PROGRAMI

TÜKETİM KÜLTÜRÜ VE EĞİTİM: AVM’LERDE DÜZENLENEN EĞİTİM ETKİNLİKLERİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DENİZ ERBAY DEMİREL

DANIŞMAN: DOÇ. DR. AHMET YILDIZ

Ankara, Ağustos,2017

(3)
(4)
(5)

ÖZET

TÜKETĠM KÜLTÜRÜ VE EĞĠTĠM: AVM’LERDE DÜZENLENEN EĞĠTĠM ETKĠNLĠKLERĠ

Erbay Demirel, Deniz

Yüksek Lisans, Yaşam Boyu Öğrenme ve Yetişkin Eğitimi Ana Bilim Dalı Tez Danışmanı: Doç. Dr. Ahmet Yıldız

Ağustos, 2017, xi+73 sayfa

Bu araştırmada, alışveriş merkezlerinde eğitim etkinlikleri düzenleniyor oluşunu, tüketim kültürünün eğitim üzerine etkileri ve eğitimin ticarileşmesi ekseninde irdelemek amacıyla, AVM‟lerde düzenlenen eğitim etkinlikleri ve bu etkinliklerin tanıtım ve duyurusunda kullanılan söylemler incelenmiştir.

Araştırmada nitel araştırma yöntemi benimsenmiştir. AVM‟lerde düzenlenen eğitim etkinlikleri incelenmiş ve bu etkinliklerin tanıtımında kullanılan görsel dökümanların eleştirel bir çözümlemesi yapılmıştır. Araştırmanın çalışma grubunu Ankara‟nın Çankaya İlçesinde bulunan üç farklı AVM‟nin bir yıl içinde düzenlediği eğitim etkinlikleri oluşturmaktadır.

Araştırma bulgularına göre, her üç AVM‟de düzenlenen eğitim etkinliklerinin de çoğunlukla kısa süreli etkinlikler olduğu belirlenmiştir. Ayrıca bu etkinliklerin içeriklerinde neoliberal politikaların günlük hayata dair yaşattığı dönüştürücü etkilerin izleri görülmüştür. Eğitimlerin piyasanın önem verdiği konularda yoğunlaştıkları, diğer tüketim malları gibi kolayca ulaşılıp, hızlıca tüketilebilen bir meta olarak sunulduğu ve eğitim etkinliklerinin AVM‟ler tarafından daha fazla ziyaretçi çekmek amacıyla reklam olarak kullandığı belirlenmiştir.

Eğitimin, tüketimin en yoğun olarak yaşandığı mekanlar olan AVM‟lerde bu şekilde sunulabiliyor oluşunun altında, eğitimin neoliberal politikaların etkisiyle anlamsal ve içeriksel olarak değişime uğrayıp ticarileşmesi ve aynı politikaların etkisiyle günlük hayatın tüketimle iç içe geçmesi, eğitimin de bu durumdan etkilenmesi nedenlerinin olduğu sonucuna varılmıştır.

Anahtar Sözcükler: Alışveriş Merkezi (AVM), tüketim toplumu, neoliberal politikalar, eğitim etkinliği

(6)

SUMMARY

CONSUMPTION CULTURE AND EDUCATION: EDUCATIONAL ACTIVITIES ORGANIZED IN SHOPPING CENTERS

Erbay Demirel, Deniz

MS, The Department of Adult Educaiton and Lifelong Learning Thesis Advisor: Asst. Prof. Dr. Ahmet Yıldız

August, 2017, xi+73 pages

In this research, the educational events organized in shopping centers and the discourse, used in the promotion of these activities were examined in order to analyze the organisation of educational events in shopping centers, the effects of consumer culture on education and the commercialization of education.

Qualitative research methodology is choosen in this research. Educational events organized in shopping centers were examined and the visual documentation used in the promotion of these activities has been critically analyzed. The study group of this research consist of the educational events organized by three different shopping centers located in Çankaya District of Ankara within one year.

According to research analyses, it was determined that most of the educational events organized in all three shopping centers are short-term activities. Also, traces of the transformative effects of neoliberal policies on daily life were observed in the content of these events. It has been determined that educational events are focused on the issues which is important for consumption society, they are offered as a commodity that can be easily reached and consumed as fast as other consumer goods and the shopping centers are used the educational activities as an advertising area for attracting more visitors.

The result of education being presented in shopping centers which are the places where the consumption is most intensively experienced is that the education is semantically and contextually changed and commercialized under the influence of neoliberal policies and that the effects of the same policies cause daily life to be intertwined with consumption and according to this education is also influenced by this situation.

Keywords: Shopping Centers, consumer society, neoliberal policies, educational activity

(7)

ÖNSÖZ

Bu çalışmada eğitimin ticari bir meta haline dönüşümünü, AVM‟lerin eğitim etkinliklerine yönelmelerinin altında yatan pratikler aracılığıyla incelemek amaçlanmıştır.

Öncelikli olarak, gerek ders sürecinde gerekse tez çalışmam esnasında beni araştırma ve okumaya teşvik eden, konu seçimiyle başlayan andan itibaren bilgi ve deneyimleriyle bana destek olan değerli tez danışmanım Doç. Dr. Ahmet Yıldız‟a teşekkürlerimi sunuyorum.

Ayrıca alanımızın değerli hocaları Prof. Dr. Cevat Geray, Dr. Niyazi Altunya, Prof. Dr. Meral Uysal, Doç. Dr. Fevziye Sayılan ve Doç. Dr. Hayat Boz‟a, yüksek lisans öğrenciliğim boyunca beslendiğim engin bilgi ve deneyimleri için teşekkür ederim.

Son olarak her zaman yanımda olan aileme ve bu sürecin en başından beri beni teşvik eden, her türlü desteği sağlayan, sonsuz sabrıyla hep yanımda olan sevgili eşim Onur Demirel‟e teşekkür ederim.

Deniz ERBAY DEMİREL ANKARA 2017

(8)

ĠÇĠNDEKĠLER

Sayfa

ONAY ... i

TEZ BİLDİRİMİ ... iii

ÖZET ... iv

SUMMARY ... v

ÖNSÖZ ... vi

ÇİZELGELER DİZİNİ ... ix

ŞEKİLLER DİZİNİ ... x

KISALTMALAR ... xi

BÖLÜM 1 ... 1

GİRİŞ ... 1

1.1. Problem ... 1

1.2. Amaç ... 29

1.3. Önem ... 29

1.4. Sınırlılıklar ... 30

BÖLÜM 2 ... 31

YÖNTEM ... 31

2.1. Araştırmanın Modeli ... 31

2.2. Çalışma Grubu ... 31

2.3. Verilerin Toplanması ve Analizi ... 34

BÖLÜM 3 ... 35

BULGULAR ... 35

3.1. AVM‟lerde Düzenlenen Eğitim Etkinliklerinin Tür ve Düzeyleri ... 35

3.1.1.Atölye Çalışması Türündeki Etkinlikler ... 35

3.1.2.Kültürel Etkinlikler ... 36

3.1.3.Sertifikalı Etkinlikler ... 37

3.2. AVM‟lerde Düzenlenen Eğitim Etkinliklerinin Tanıtım ve Duyurusunda Öne Çıkan Söylemler ... 39

3.2.1.Eğitim Etkinliklerinin Pazarlanması ... 39

3.2.2.Eğitimin Yeni Mekanı Olarak AVM‟ler ... 46

3.2.3.Aile Ferlerinin Etkili İletişimi ve Eğitimi İçin AVM‟ler ... 48

3.2.4.Doğayı AVM‟de Tanımak ... 52

(9)

3.2.5.Eğitimin İçeriğinin Dönüşümü ... 54

BÖLÜM 4 ... 63

SONUÇ VE ÖNERİLER ... 63

4.1. Sonuç ... 63

4.2. Öneriler ... 67

KAYNAKLAR ... 68

ÖZGEÇMİŞ ... 73

(10)

ÇĠZELGELER DĠZĠNĠ

Çizelge Sayfa

1. Türkiye‟de 1000 Kişi Başına Düşen Kiralanabilir AVM Alanı ve Ön Plana

Çıkan Şehirler. ... 25 2. Çalışma İçin Seçilen AVM‟lerin Yapısal Özellikleri. ... 33 3. AVM 1-2 ve 3‟de Bir Yıl İçinde Düzenlenen Eğitim Etkinlikleri ... 38

(11)

ġEKĠLLER DĠZĠNĠ

ġekil Sayfa

1. Türkiye‟de Yıllar İtibariyle AVM Gelişimi ... 23

2. Türkiye‟de İllere Göre AVM Sayısı ve Kişi Başına Düşen Kiralanabilir Alanın Mekansal Dağılımı . ... 24

3. Türkiye‟de AVM‟lerin Kiralanabilir Alan Gelişimi. ... 25

4. Ankara‟da Yıllar İtibariyle AVM‟lerin Gelişimi... 32

5. Ankara‟daki AVM‟lerin İlçelere Göre Dağılımı ... 32

6. AVM 3‟ün Çocuklara Yönelik Düzenlediği Etkinlik Tanıtım Afişi. ... 40

7. AVM 1‟de Düzenlenen Bilim Atölyesine Ait Afiş. ... 40

8. AVM 3‟de Düzenlenen Atölye ve Tiyatro Etkinliklerine Ait Afiş ... 42

9. AVM 1‟de Çocuklar İçin Düzenlenen Eğitimlerin Tanıtımında Kullanılan Afiş ... 44

10.AVM 3‟ün Çocuklar İçin Düzenlenen “Moda Akademisi” Tanıtımında Kullanılan Afiş ... 45

11. AVM 3‟ün Çocuklara Yönelik Atölye Çalışmaları Tanıtımında Kullandığı Afiş .. 47

12. AVM 2‟de Düzenlenen”İtalyan Beden Dili” Eğitimi Tanıtım Afişi ... 47

13. AVM 1‟de Düzenlenen Bilim Atölyesinin Tanıtım Afişi ... 48

14. Çocuklara Trafik Kurallarını Öğretme Amaçlı Düzenlenen Eğitimin Tanıtım Afişi 49 15. AVM 1‟in “Babalar ve Çocuklar Kampta” Etkinlik Tanıtım Afiş ... 49

16. AVM 1‟in “Anneler ve Çocuklar Kampta” Etkinlik Tanıtım Afişi ... 50

17. AVM‟1‟in “Doğal Yaşam Köyü” Etkinlik Tanıtım Afişi ... 52

18. AVM İçerisine Kurulan Hayvanat Bahçesine Ait Tanıtım Afişi ... 53

19. Çocuklar İçin Düzenlenen “Reklamcılık Atölyesi” Tanıtım Afişi ... 55

20. AVM 3‟de Düzenlenen “Kişisel Gelişim ve Liderlik Semineri” Tanıtım Afişi... 56

21. AVM 2‟de Düzenlenen “Mindfulness” Eğitimi Tanıtımı Afişi ... 58

22. Yetişkinler İçin Düzenlenen “Hayatına İletişim Kat” Semineri Tanıtım Afişi ... 60

23. AVM 2‟de Düzenlenen “Anne Çocuk” İsimli Sempozyuma Ait Tanıtım Afişi ... 61

(12)

KISALTMALAR AVM: Alışveriş Merkezi

MEB : Milli Eğitim Bakanlığı

OECD : Organisation for Economic Cooperation and Development (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü)

ABD: Amerika Birleşik Devleti DB: Dünya Bankası

IMF: International Monetary Fund (Uluslararası Para Fonu) AYD: AVM Yatırımcıları Derneği

(13)

1 GĠRĠġ

1.1. Problem

Günümüzde alışveriş denildiğinde akla ilk gelen mekânlar, birçok mağazanın ve çeşitli hizmet kuruluşlarının bir arada bulunduğu AVM‟lerdir. Dünyada ve ülkemizde sayıları hızla artan AVM‟ler tüketim açısından önemli mekânlar haline dönüşmüştür.

Kentlilerin buluşma noktası haline gelen AVM‟lerde kent yaşamı, trafik, güvenlik sorunları, olumsuz iklim koşulları gibi kentin karmaşık ve zorunlu öğelerini dışarda bırakarak tekrar kurgulanmıştır. Birçok markanın ürünlerinin bir arada bulunabileceği AVM‟lerde yemek yeme, dinlenme, eğlenme gibi birçok imkân da bulunmaktadır.

İçlerinde bulunan asansör, yürüyen merdiven, aydınlatma sistemi, şehir meydanlarını anımsatan alanlar ve oyun parkları gibi öğelerin de cezbediciliğiyle ziyaretçiler saatlerini AVM‟lerde geçirebilir hale gelmiştir. Boş zamanlarını buralarda geçiren aile fertlerinin her birinin ihtiyaçlarına uygun hizmetler bulunmaktadır. Toplumsal yaşamın yeniden yapılandığı AVM‟lerde gündelik yaşama ilişkin her türlü ihtiyaç giderilmekte ve oluşturulmuş yapay parklar, eğlence, dinlence alanları, düzenlenen eğitim faaliyetleri sayesinde hem çocuklar hem de yetişkinler AVM içerisinde alışveriş yapma zorunlulukları olmadan rahatça zaman geçirebilmektedir.

AVM‟lere ilişkin yapılan tanımlar, bakış açılarının farklılıkları nedeniyle ana akım ve eleştirel bakış diye iki farklı fikir altında toplanabilir. Ana akım fikre göre AVM‟ler, kent merkezlerine alternatif yeni alt merkezlerdir ve insanlar buralarda alışveriş yaparken aynı zamanda sosyal ihtiyaçlarını da karşılayabilirler. Bu fikir AVM‟lerin ekonomik açıdan büyük yararlar sağlaması nedeniyle önemli merkezler olduklarına ilişkindir. Eleştirel fikir ise; AVM‟lerin insanları daha çok tüketmeye yönlendirdiği, kent merkezlerinin boşalmasına sebep olduğu, boşalan kent merkezlerinin eski anlamını yitirdiği dolayısıyla da insanların ortak paylaşımlarının azaldığına dair

(14)

vurgular içermektedir (Bkz.Kowinski, 1985; Pride ve Ferrel, 1983; Ritzer, 1998; Tekel, 2009).

Pride ve Ferrell‟e göre (1983) AVM; bireylerin ve ailelerin ihtiyaçlarını bir arada karşılayabilmeleri için çok çeşitli dükkânların bir araya getirildiği, güvenlik ve otopark sıkıntısı olmayan, sistemli bir şekilde özel mülk sahiplerince yönetilen yerlerdir. Bu merkezlerde alışverişin yanında, sosyal ve kültürel ihtiyaçların karşılanmasına yönelik de hizmetler verilmektedir. AVM‟leri olumlayan bu perspektife göre verilen hizmetler arasında sinema, eczane, pastane, kafeterya, banka, kuaför gibi müşterilerin her türlü ihtiyaçlarına yönelik çeşitli işletmelerin bulunması, ziyaretçilerin katılımına açık atölye çalışmaları, söyleşiler, yarışmalar, konserler ve imza günlerinin yapılması AVM‟leri önemli sosyal merkezler durumuna dönüştürmektedir (Pride ve Ferrell, 1983).

Eleştirel görüş ise AVM‟leri, sermayenin mekân ve zaman üzerine etki edişinin bir göstergesi olarak tanımlamakta ve buralarda yapılan tüketimin yeni tüketim ilişkileri üzerinden şekillendiğini belirtmektedir (Tekel, 2009). Nitekim Kowinski (1985) AVM‟leri, insanların modern hayatta sahip olduğu “tüketim dinleri”nin ibadetini yapmak için gittikleri “tüketim katedralleri” olarak nitelendirmektedir. AVM‟lerin kent yaşamı için ticaret merkezleri olmasının yanında kültürel ve sosyal bir merkez haline dönüştüğü ve bu sebeple de AVM‟lerde tüketilenlerin sadece ürünler değil, kültürel ve sosyal aktiviteler olduğunu belirtmekte ve AVM‟leri “Amerikan rüyasının doruk noktası, hem sağlıklı hem kaçık” diye tanımlamaktadır (Kowinski, 1985).

Tüketim kültürünün etkisi altında yapılanan günlük hayatta alışveriş, bir boş zaman aktivitesi haline dönüşmüş ve tüketim, eğlence, eğitim kavramları birbirine karışmış bir hal almıştır. Teknolojinin de yardımıyla her yerde alışveriş yapılabildiği gibi, istenilen eğitim alınabilir, sosyal aktivitilere katılınabilir olmuştur. Özellikle eğitsel alandaki aktivitelerin bu denli yaygın ve ulaşılabilir oluşu yaşamboyu öğrenme kavramıyla ilişkilendirilebilir.

Yaşamboyu öğrenme, öğrenmenin sadece okulda değil; ailede, evde, sokakta, günlük hayatta, iş hayatında kısacası her yerde gerçekleşebileceğine vurgu yapan bir kavramdır. Yaşamboyu öğrenme, sürekli değişen topluma ayak uydurmak, sosyal düzenin ve devamlılığının sağlanması, bireylerin kendilerini geliştirmesi gibi konularda etkili bir kavramdır. Bu öğrenmelerle toplum içinde yaşayan bireylerin sağlık alanında

(15)

bilgili, mesleki anlamda donanımlı, haklarını iyi bilen, çevreye karşı duyarlı, sosyal ilişkiler kurabilen ve boş zamanlarını iyi değerlendiren kişiler olması hedeflenir.

Freire (2010), bireyin ideolojik yapısını ve bilincini belirleyen olgunun, o bireyin toplumsal dünyası olduğunu belirtmiştir. Yaşamboyu öğrenmeyi gerektiren nedenler arasında olan boş zamanın kaliteli değerlendirilmesi hedefi ve günümüzün tüketime dayalı toplumsal dünyası, Freire‟nin bu bakış açısıyla beraber düşünüldüğünde artık boş zamanlarımızın da tüketim aracılığıyla şekillenir bir hal aldığı gerçeği ortaya çıkmaktadır.

Şöyle ki tüketim kültürüyle algısı şekillenen birey, boş zamanında bir şeyler öğrenmek ama aynı zamanda alışveriş yapmak ya da alışveriş yapmasa dahi tüketim toplumuna ait bir yerde olmak istemektedir. Yani birey, bulunmak istediği yerde alışveriş, eğlence ve eğitim hizmetlerinin hepsine ulaşabilmek istemektedir. Bu noktada da AVM‟ler devreye girmekte ve kişinin tüm ihtiyaçlarını bir arada karşılamasına olanak sağlamaktadır.

AVM‟ye gelen ziyaretçiler alışveriş yapmanın dışında bu mekânlarda boş zamanlarını geçirebilmekte hatta dilerlerse AVM‟lerce düzenlenen eğitim ve eğlence faaliyetlerine katılabilmektedir. Bu etkinliklerin de etkisiyle AVM‟ler gündelik hayatın önemli mekânları haline dönüşmüştür. Ritzer, her şeyi içinde bulunduran AVM‟lerin hem gençler hem de yaşlılar için bir topluluk merkezi haline dönüştüğünü, insanların bu merkezlere alışveriş yapmak haricinde egzersiz, oyun, parasız film gösterimi gibi sebeplerden gelmeye başladığını belirtmekte ve AVM‟leri “Amerika‟nın mağazalaştırılması” olarak tanımlamaktadır (Ritzer, 1998). Ritzer‟in Amerika‟nın mağazalaştırılması dediği şey, bugün itibariyle dünyanın mağazalaştırılması durumuna dönüşmüştür. Bu genel eğilim, tüketim kültürü bağlamında değerlendirilmektedir.

Tüketim kavramı, son dönemde toplumların dönüşümünü anlatırken en çok kullanılan kavramlardan biri haline gelmiştir. Sosyoloji, psikoloji, ekonomi ve eğitim gibi birçok disiplinin ilgi alanına giren bu kavram her dönemde yeni anlamlar kazanmış olmasına rağmen en temelinde “olumsuzluk” vurgusu hep var olmuştur. İngiliz dilinde 14.yüzyılda kullanılmaya başlayan tüketim kelimesi; bir şeyi bitirmek, harcamak, yok etmek gibi anlamlar taşımaktadır (Şengül, 2001).

İnsanoğlu hayatta kalabilmek için belli ihtiyaçlarını karşılamaya başladığı andan itibaren tüketmeye de başlamıştır. Dolayısıyla tüketim kavramı insanın doğasında vardır. İlerleyen zamanla beraber insanoğlunun tükettikleri yalnızca hayatta kalmak için

(16)

ihtiyacı olanlarla sınırlı kalmamış, insanların ihtiyaç ve isteklerini karşılamak amacıyla üretilen mal ve hizmetlerin, hatta onların sağladığı yararların kullanımı halini almıştır.

Baudrillard, tüketimin doğada hazır olarak bulunan, doğadan olan imgeler üzerinden değil; kültür alanından türetildiğini öne sürer ve tüketimi, mallar ve eşyalarla insanın doğal ihtiyacını karşılamaya yönelik değil de belirli kodlar ve işaretlerle açıklar (Aktaran: Orçan, 2004). Yani tüketim; para karşılığında ihtiyaç duyulan basit nesneleri almak anlamının ötesinde, gösterge ve sembollerin alınıp tüketilmesi anlamı taşımakta, mal ve hizmetlerin tüketimi açısından egemen olan, sürekli devam eden kültürel yeniden üretim süreci içinde yapılan seçimleri anlatan bir eylemdir (Yanıklar, 2006).

Tüketim; ihtiyaç, hizmet gibi taleplerle mal ve hizmetlerin sürekli üretimine sebep olur. Tüketimin sürekli değişkenlik gösteren mal ve hizmet talebi, üretimin sürekliliğini sağlamakta ve bu ikili arasında birbirilerini besleyici bir bağ kurulmaktadır.

Üretimin hedefi, üretilen malın artışını sağlayarak tüketim düzeyini yükseltmektir ve bu sebeple tüketim düzeninde, üretilen her malın satılabilmesi amaçlı düzenlemeler yapılır. Tüketimin ekonomik olmanın yanında, kültürel bir değer oluşu nedeniyle yapılan düzenlemeler gerçek ihtiyaçlardan çok, sosyal değerlere göre yapılmakta, tüketimi engelleyebilecek kültürel ve geleneksel değerler dahi esnekleştirilebilmektedir (Orçan, 2004). Ancak bu esnekleştirmeye rağmen tüketim mallarının belirlenmesinde kültürel öğelerin önemi oldukça büyüktür. Üretim ve tüketim arasındaki bu ilişki zaman, mekân ve kültürün etkisiyle oluşan taleplerin belirlediği sosyal ve ekonomik bir süreçtir.

Tüketim kavramı son zamanlarda kazandığı yeni bir anlamla eğlence ve dinlence tarzı haline gelmiş ve artık bir boş zaman aktivitesine dönüşmüştür. İnsanlar tüketim aracılığıyla sosyalleşmekte, sosyal sınıflar kendilerini ifade etmek için tüketim eylemi gerçekleştirmekte, imaj, sembol ve imgelerle kişisel kimliklerini sunmaktadırlar.

Böylece modern toplumlardaki tüketim, geleneksel toplumlarda gerçekleşen ürün ve hizmet tüketiminden farklı olarak birçok değerin tüketildiği bir hal alır. Bu açıdan bakıldığında da tüketim, insanlar arasındaki ayrımları ifade etmekle kalmayıp sürekli yeni farklılıklar oluşturan bir aracı olarak kullanılmaktadır.

Bir tüketici almış olduğu ürünün yanında onun reklamını, paketini, garantisini ve benzeri özelliklerini yani o ürünün değerini de almış olur. Günümüz tüketim anlayışına

(17)

göre alınan ürün ya da hizmetin değerini belirleyen onun işlevsel özelliği değil; imaj, marka ve moda gibi sembollerdir. Tüketiciler tutkuyla arzuladıkları ürün ve hizmetlerin bir kısmına sahip olabilmekte, olamadıklarını da elde edebilmek adına uğraş vermektedir. Herkesin ürettiğinden daha çok tükettiği bu ortamda, doğal kaynaklar hesapsızca tüketilmekte, insanların tüketim nesnelerine verdiği değer giderek artmakta, tüketim nesneleri ise sürekli değişmektedir.

Baudrillard (1997) tüketimi, “toplumsal denetimi sağlayan ahlaki bir kurum”

olarak tanımlar ve toplumun tüketime alıştırılan insanlar aracılığıyla, tüketime dayalı bir toplumsal sürece girdiğini belirtir. Bu süreçte insanlar kendilerini tükettikleri nesnelerle tanımlamakta, bu yolla statü kazanmaya çalışmaktadır.

İnsanların alışverişe dair yöntem ve gereksinimleri, bulundukları coğrafyaya göre çeşitlilik göstermiş olsa da tarih boyunca insanlar, alışveriş yapmak ve bu esnada ticari ve sosyal ilişkiler kurmak için belirli mekânlarda buluşmuştur. Alışveriş sebebiyle buluşulan bu mekânlarda insanlar birbirlerinden tüketime dair birçok şey öğrenmiş ve özellikle geliri yüksek sınıfların tüketim alışkanlıkları alt gelir sınıflarınca tekrarlamıştır. Moda kavramının oluşmasında etkili olan bu ilişki, günümüzde çoğunlukla AVM‟lerde yaşanır hale gelmiştir. AVM‟ler zamanla insanların kendi yaşam tarzlarını sundukları yerlere dönüşmüş hatta benzer yaşam tarzlarına sahip insanların buluşma noktası halini almıştır. Bu merkezlerin de etkisiyle alışverişe alıştırılan sosyal sınıflar kendi aralarında tüketim aracılığıyla ortak bir dil geliştirmeye başlamışlardır.

Tüketilen ürünün, bir yaşam biçiminin tanımlayıcı öğesi anlamı taşımaya başlamasıyla, kendi özgünlüğünü ve kimliğini yitiren topluluklar, kendilerini diğer kesimlerden ayırabilmek için üretilen ve markalaşan ürünleri kullanma eğiliminde olmaktadırlar. Belirli bir gruba ait olabilme sorunsalının tüketimle birlikte anılıyor oluşu kuşkusuz her dönemde yaşanmıştır. Ancak Şengül‟e (2001) göre, bu durum günümüzde iki boyutta farklılık göstermektedir: Birincisi, ürünlerin ya da hizmetlerin kimlik değerinin neredeyse kullanım değerinin önüne geçişi; ikincisi ise, tüketim yoluyla kazanılacak olan kimlik kaygısının artık bir grup seçkinin değil, geniş kitlelerin kaygısı haline gelişidir. Bu durumdan da anlaşılacağı gibi tüketim ve tüketime dair her türlü araç geniş kitlelerin üzerinde etki sahibidir.

(18)

Tüketim etkinlikleri tek boyutlu olarak alıcıya istediğini satmakla kalmayıp, satın alınan malın marka değerini, kültürünü de ürünle beraber satmaktadır. Özellikle küresel anlamda ün kazanmış markalar, ürünleriyle beraber küresel ölçekte o ürünün tüketim değerini de yaymaktadırlar. Dünyanın başka başka şehirlerinde o şehirlerin otantik değerleri değil de dünyanın her yerinde bulunan kafeler, vitrinler kıyafetler görmek normalleşmiş durumdadır. Küresel markalar, dünyanın dört bir yanında insanların kimliklerini de markalamakta ve markaya verilen önem böylece daha da artmaktadır (Batı, 2010). Toplumu sürekli tüketmek konusunda yönlendiren iradeler, bireylerin tüketmekten aldığı haz duygusu üzerine giderek, hatta bireylerin bu zayıflığı üzerine bir sistem geliştirerek, varlıklarını sürekli kılmaya çalışmakta ve bu süreklilik için popüler kültür ve reklam öğelerini sıklıkla kullanmaktadırlar. Böylece insanların arzu ve duyguları da birer tüketim nesnesi haline dönüştürülmekte, bireyler arasında üretilen her nesnenin tüketilmesine ilişkin bir arzu oluşturulmakta ve karşılanan her ihtiyaç sonrası bir yenisi yaratılmaktadır. Öyle ki tüketim toplumunun oluşturduğu standartlara erişmek isteyen birey sürekli tüketmek, tüketebilmek için de daha çok çalışmak durumunda bırakılır. Tüketilen nesnenin ne olduğu önemli değildir. Önemli olan onun bir değer karşılığı tüketim nesnesi haline gelmiş oluşu ve tüketen bireye yaşattığı haz duygusudur. Tüketim ve tüketim kültürüne dair bu öğeler günümüzde dünya genelinde yaygınlaşmış durumdadır ve bu durum tüketimin küreselleşmesi olgusu ile ilişkilendirilmektedir.

Küreselleşme, siyasal ve ekonomik konuların ilgi alanına girmesine rağmen günümüzde her alanda sıkça kullanılan, taşıdığı anlam bakımından karşıtları ve taraftarları açısından farklı tanımlara sahip olan bir kavramdır. Taraftarlarına göre;

kapitalizmin üretim sisteminin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan, ekonomik, siyasi ve kültürel alanda sınırları ve mesafeleri azaltan, teknolojiden de güç alarak dünya üzerindeki bütünlüğü sağlayan bir olgudur. Karşıtlarına göre ise küreselleşme; dünyanın belirli bölgelerinde yaşanan gelişmelerin, yine o bölgelerin ekonomik ve siyasi amaçlarına hizmet etmek amaçlı olarak, dünyanın başka yerlerindeki toplulukları etkileyişi ve bunun sistemli hale getirilişidir (Sungur, 2011). Bu eleştirel bakışa göre küreselleşme sürecinde uygulanan stratejilerle, ulusaşırı devletler kendi çıkarları için ulus devletlerin yapılarını bozup, onları kriz durumuyla başbaşa bırakabilmektedir.

Belirli güçlere sahip ülkelerin kendi kültürel değerlerini ve tüketim araçlarını yaygınlaştırma arzusu, toplumsal ilişkiler açısından önemli bir hale dönüşmüştür.

(19)

Küreselleşme aynı zamanda toplumların birbirleriyle bağlılıklarıyla ilişkilendirilen, “dünya toplumu” diye adlandırılan sosyolojik ve tarafsız olduğu söylenen bir kavramla da açıklanmaktadır (Giddens, 2000). Fakat dünya toplumu kavramı batılı olmayan ülkelerin batılılaştırılması ya da küresel düzenin hâkimi olan ABD‟nin değerleri doğrultusunda diğer ülkelerin Amerikanlaştırılması olarak tanımlandığında, tarafsız bir kavram olmaktan çıkmaktadır. Kimi yazarlar küreselleşmeye “bütünleşme”, “tek dünya pazarı” gibi anlamlar yüklese de; konuyla ilgili eleştirel bakış acısına sahip olan yazarlar, küreselleşmenin Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkelerinin dünyanın diğer ülkeleri üzerinde kurduğu ekonomik, siyasal ve kültürel bir yayılma süreci olduğunu ifade etmektedirler (Üstün ve Tutal, 2006).

Özellikle Amerikan toplumunun yaşam biçimi ve tüketim alışkanlıklarının tüm dünyada yaygınlaşmasını bu duruma örnek olarak göstermektedirler.

Günümüz dünyasında herhangi bir ülkenin siyasi, ekonomik ve kültürel formlarda kendini diğerlerine kapatması olanaksız hale gelmiştir. Bu durum farklı kültürlere sahip ülkelerin birbirleriyle ne oranda ilişki kuracağı sorunsalını beraberinde getirse de gelişen kitle iletişim araçları ve teknoloji, kurulan ilişkilerde sınırların olmasına izin vermemektedir. Hatta tüm dünyadaki tüketicilerin küresel ekonomiye yön veren değer yargıları, kitle iletişim araçları aracılığıyla oluşmaktadır. Bu değer yargıları piyasaya girecek olan ürün ve hizmetlerin oluşturulması aşamasında büyük önem taşımaktadır. Bu etki durumu çift yönlü çalışmakta, küresel anlamda piyasaya giren ürün ve hizmetler doğrultusunda küresel değer yargıları oluşturmaktadır. Devam eden süreçte küresel düzeyde yaygınlaşmaya başlayan ürün ve hizmetler popüler kültür adı verilen, çok sayıda insanı, para ve iletişim öğelerini birleştiren, toplumu etkisi altına alan kültürel bir hareketlenme başlatır.

Popüler kültür belli bir dönem için geçerli olan, marka, moda gibi hızla üretilip, hızla tüketilen, toplumların tüketim tercihleri üzerindeki etkisi oldukça büyük olan semboller bütünüdür. Bu kültürde imaj, kişilerin tutum ve davranışlarının önüne geçip, kim olduğunu, ne söylediğini, neyi temsil ettiğini yansıtırken; marka kavramı da ürünlerin prestiji açısından değer taşır. Popüler kültür, imaj, marka gibi kavramların bütünleyicisi olan “moda” ise zamana göre değişen bir değerdir. Popüler kültür, moda kavramı altında bazı ürünlerin kullanımını yaygınlaştırırken, modası geçmiş kavramıyla da bir kısım ürünü kulanım dışı bırakır (Coşgun, 2012). Bu süreç sürekli devam ederek tüketimin kesintisizliğine ve küreselleşmesine destek olur.

(20)

Popüler kültürde imaj kavramının insanların gerçek kimliklerinin önüne geçmesi durumuna ilişkin Lucas (1923) şöyle der:

“İnsanlar, anlam üretme makinesi tarafından yönetilen bir toplumda dolaşımda olan nesne-imajları tükettikçe, gösterinin bir parçası haline gelirler ya da gösterinin kendisi olurlar.” (Aktaran: Aytaç, 2006).

Burada bahsedilen “gösteri” kavramını Debord (1996) bir araya gelmiş imajlar bütünü olmanın ötesinde, “imajlar aracılığıyla kurulan sosyal ilişki” olarak tanımlar.

Yani gösteri; günlük hayatın içinde, tüketimin artışı için, piyasadaki mal ve hizmetlere anlamlar yükleyen, kullanımına özendiren bir çeşit reklam durumudur. Gösteri aracılığıyla gündelik yaşam sürekli yeniden üretilir ve toplumda yaşayan bireyler bu üretim içinde sürekli tüketen, pasif alıcılar konumundadır. Gösteri, insanlara olması ve görünmesi gerekenin ne olduğu konusunda hükmederek sosyal yaşamı yapılandırır ve bu yapılanma genel olarak maddi bir dönüşümdür. Toplumun her alanına nüfuz eden maddi güç sayesinde toplum ve ekonomi birbirlerinin ilgi alanına girmiş, kültür ve ekonomi kavramları birbirine dönüşmüş ve bu ilişki sonucu kültür, geçici ve alınıp satılabilen bir meta halini almıştır (Illouz, 1997).

Gösteri toplumunun oluşmasında etkisi büyük olan popüler kültür, moda gibi kavramların küresel düzeyde yaygınlaşmasında reklamcılığın ve modernizmin etkisi büyüktür. Dolayısıyla küreselleşme kavramı, modernleşme kavramından ayrı düşünülemez ve küreselleşmeye dair yapılan tartışmalar kesinlikle modernlik söylemiyle ilgilidir.

Modernleşme kuramı, Amerikalı sosyal bilimcilerin, 2. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkardığı, tüm toplumların batılı ülkeleri model alarak modernleşeceğine dair bir yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre ABD tüm dünya ülkeleri için modernliğin temsilcisidir ve toplumlar modern ekonomik gelişmeler yaşamak için kültürel ve toplumsal olarak ABD‟yi model alan bir toplumsal değişim süreci yaşamalıdır. Modernleşme, gelenekten modernliğe geçişi kabul etmeyen ülkelerin “az gelişmiş ülkeler” olarak kalışını, bu toplumsal değişim sürecini yaşamamalarıyla ilişkilendirir. Ancak modernleşmenin gelenek ve modernlik olarak kategorize ettiği olgular aslında emperyalizm çağında yaşanan kapitalist ilişkiler bütününün bir parçasıdır (Sungur, 2011).

(21)

Modernizm ortaya çıktığı zamandan itibaren, üretim, üretilen malın dolaşımı ve tüketilmesi alanlarında koşulların düzenlenmesinde öncü olmuş ve ona ayak uydurmak isteyen bireyler için yeniliklere ulaşma, ilerleme, haz gibi vaatler taşımanın yanında, bireyin sahip olduklarını imha etme anlamını taşımıştır (Harvey, 2006). Modernlik kuramı sayesinde aralarında uzak mesafeler bulunan ülkeler dahi birbirleriyle geleneklerini paylaşmakta ve böylece toplumsal bir ilişki kurmaktadır. Giddens (1998) bu durumu “modernliğin özü itibariyle küreselleştirici” oluşuyla açıklar. Ancak buradaki geleneksel değer paylaşımının belirli ülkelerin kontrolü altında yapıldığı düşünülünce modernleşmenin de küreselleşme gibi tek taraflı bir bağımlılık ürettiği görülmektedir. Toplumlar üzerinde kaçışı olmayan bir dönüşüm şekli haline gelen modernleşme, toplumların yaşam biçimi üzerinde büyük değişimler içermektedir

Tüketimin küreselleşmesi durumu, kuramsal çerçeve olarak birbirleriyle alakalı üç farklı kuramla ilişkilendirilmektedir (Bkz. Baudrillard, 1997; Ritzer, 2000; Sungur, 2011). Bu kuramlardan ilki Marksist yaklaşım ve yeni Marksist kuramdır. Marksist ve yeni Marksist kuram “tüketim araçları” ve “tüketim toplumu” kavramlarını ortaya atar, modern kapitalizmin başarısının ve tüketim tapınakları olarak adlandırılan AVM‟lerin sırrının tüketicileri denetleme ve sömürme güçlerine bağlı olduğunu belirtir. Marksist kuram 20.yüzyıl öncesinde yaşanan, işçilerin denetlenip sömürülme durumunun, şimdilerde tüketicilerin denetlenip sömürülmesine dönüştüğünü belirtir (Sungur, 2011).

Bu süreçte tüketiciler, tüketip tüketmeyeceğine, tükettiğinde ise neyi ne kadar tüketeceğine karar verme özgürlüğüne sahip olmayan bir kitle haline dönüşmüştür.

Hangi ürünü alacağı kararını tüketicinin kendisi değil, reklam, moda gibi tüketim araçları karar vermektedir. Bu kavramların etkisiyle hep daha çoğunu almayı isteyen bireyler, satın alma güçlerinin fazlasını tüketmeye yönlendirmektedir.

Marx‟ın kuramı daha çok üretim araçlarıyla ilgili bir kuramdır ve işçilerin denetlenip sömürülmesiyle ilgilenir. Sanayi Devrimi sonrası kapitalizmin üretimden tüketime kayışı, artık denetlenip sömürülen kişilerin tüketiciler olmasına sebep olmuştur. Kapitalizm bu noktada üretim sürecinde kullandığı işçiyi denetleyip sömürme gücünü tüketiciler üzerinde de kullanmaktadır. Ancak tüketiciler, işçilere göre kısmen daha az sömürülmektedir ve bunun sebebi de işçilerin çalışma koşullarını kabulden başka seçeneği yokken; tüketicilerin yeni tüketim araçlarını kullanmama seçeneğinin oluşudur. Tüketiciler bu özgürlüğe sahip olmalarına rağmen, algılarının tüketim araçlarıyla şekillenişi sonucu tüketmeme haklarını gözardı etmektedirler. Örneğin kredi

(22)

kartı kullanmak istemeyen bir kişi bu seçimiyle internet üzerinden alışveriş yapabilme imkânından da vazgeçmektedir. Kredi kartı kullanmamanın tüketiciye kaybettireceği zaman ve günümüz toplumu için zamanın değeri bir arada düşünüldüğünde bu seçim akıllıca bir seçim olmaktan çıkmakta, kredi kartı büyük bir çekicilik taşımaktadır. Bu sonuca ulaşmada etkili olan değer yargıları sayesinde kişilerin seçimleri kredi kartı veya başka bir tüketim aracı tarafından denetlenir hale gelir.

Yeni Marksist bakış açısını geliştiren kuramcılar ise dünyayı ekonomik, kültürel ve siyasal anlamda küresel kapitalist bir bütün olarak görür ve emperyalizmin kaynağının belirli ulus devletler değil, kapitalizmin kendisinin olduğunu belirtir (Ritzer, 2010). Dolayısıyla kapitalizm, ekonomi ve kültür arasında örgütlenmiş sistemli bir ilişkidir ve bu ilişki sonrası dünyanın her yeri birbirine benzemeye başlamaktadır.

Devamında ise tüketilen ürünlerin benzerliği başlar ve tüketiciler bu ürünlere gerçekten ihtiyacı olup olmadığını düşünmeksizin tüketimin denetleyici gücü altına girmiş olurlar (Sungur, 2011).

Konuya dair ikinci kuram ise Max Weber‟in tüketim katedrali olarak adlandırılan AVM‟lerin, akılcılaştırma, büyüleme ve büyünün bozulması yöntemleriyle satış makinesi haline dönüşmesi üzerine geliştirdiği düşüncelerdir. Marksist kuram, yeni tüketim araçlarının tüketicinin denetimine ve sömürülmesine yöneldiğini ve buna dayandığını görmemizi sağlar. Weberci kuram ise tüketicileri kontrol etmenin güçlüklerini gösterir.

Weber, tüketcilerin denetlenebilmesi ve sömürülmesi amacıyla AVM‟ler gibi tüketim araçlarına çekilmeleri ve buralarda uzun zamanlar geçirmeleri için yönlendirildiği konusunda Marksist kuramla aynı fikirdedir. Weber, kapitalizmin akılcılaştırma sistemlerinden bir tanesi olduğunu belirtir ve bireylerin dünyaya gelişleriyle kapitalizmin içine doğduklarını, dolayısıyla da bireyler açısından kapitalizmin değiştirilemez ve yaşanması gereken bir olgu oluşundan bahseder. Böyle bir süreci kabullenen birey piyasanın ilişkiler sistemine ve kapitalizmin kurallarına uymak zorundadır (Ritzer, 2000). Artık bireyin gündelik hayatı kendi kontrolü dışında şekillenip, kapitalizm öğeleri tarafından kuşatılır olmuştur.

Weberin bahsettiği tüketim araçlarının büyüleme ve büyünün bozulması durumları birbirlerinden kolay ayrışamaz. Bu iki kavram arasında birinin diğerinden önce gelmesini gerektirmeyen karşılıklı bir ilişki vardır. Büyülü ortamlar, tüketicileri

(23)

rüya benzeri bir duruma çekip paralarını harcamalarını kolaylaştırarak denetlemeye çok uygundur. Ancak uzun vadede düşünüldüğünde tüketim katedrallerine daha fazla tüketici çekmek için büyülemenin yanında akılcılaştırma da olmak zorundadır.

Akılcılaştırma ise büyününün bozulmasına sebep olur ve tüketim araçlarının rüya benzeri dünyalar kurarak tüketicileri kendisine çekme durumunda bir düşüşe yol açar.

Yani büyülü ortamlar ve akılcılaştırma birbirine zıt işleyen fakat birbirini gerektiren iki kavramdır. Akılcılaştırma, başlangıçta yaratılan büyünün bozulamasına sebep olur.

Büyü durumu uzun sürdüğünde ise insanlar üzerindeki etkisi azalır ve akılcılaştırılması gerekir. Bu kavramlarla daha fazla tüketici çekmeye çalışan tüketim araçları için bir ikilem söz konusu olmaktadır ve tüketimin küreselleşmesine ilişkin üçüncü kuramsal kavram bu sorun üzerine yoğunlaşmaktadır (Ritzer, 2000).

Üçüncü kuram olan Postmodern toplumsal kuram, yeni tüketim araçları ya da tüketim tapınaklarında oluşturulan büyünün bozulmasıyla ortaya çıkabilecek sorunlarla ilgilenir ve tüketicileri denetleme ve sömürmenin nasıl sürekli devam ettiğini sorgular.

Modern toplumsal kuramcıların yakından bağlantılı olduğu akılcılık düşüncesi, postmodern kuramcılar tarafından reddedilir. Postmodern kuramcılar, akılcılık yerine akıldışılık düşüncesine daha yakındırlar. Bu kuramda çoğunlukla mantıklı, nedenleri sağlam bir sebep göstermek yerine, şok edip şaşırtmak amaçlanır ve toplumun akılcı olduğu düşüncesini reddeden postmodern kuramcılar; toplumun sezgi, duygu, deneyim, şiddet, gelenek, sihir gibi olgularla karakterize olmasını daha mümkün görür. (Ritzer, 2000). Postmodern kurama göre yeniden büyüleme kavramı; genel olarak dünyanın, özel anlamda ise, tüketim araçlarının büyüsünün bozulması durumlarıyla nasıl başa çıktığı üzerine yoğunlaşır. Tüketim araçları tüketicileri denetlemeye ve sömürmeye yönelik uğraşlar içinde olsa dahi neticede tüketicilere zor kullanarak satın aldırmaya ya da zorla daha çoğunu tükettirmeye yönelik bir tutuma sahip değillerdir. Postmodern kuram bu durumun tam tersine olduğunu, tüketicilerin kendilerinin denetlendiklerine dair bir inanışlarının olmadığını hatta daha çok paraları olsa daha çok fiyatlar ödeyebileceklerini söyler (Ritzer, 2000). Çünkü tüketiciler alışveriş yoluyla bir statüye ait olma hedeflerini gerçekleştirebilmek adına daha fazla para verebilecek motivasyona sahip bir hale dönüşmüştür.

Postmodern kuramcı George Ritzer “Toplumun McDonaldlaştırılması” adlı kitabında, tüketim araçları yoluyla dünya üzerindeki tüm toplumlarda Amerikan sisteminin yaygınlaşmasından bahseder. Amerikan kültürünün sembolleri haline gelen,

(24)

Lewis pantolon, Nike ayakkabı, Toyota otomobil, Starbucks kafe, BurgerKing ya da McDonalds gibi popüler ve küresel markalar aracılığıyla sadece ürün ve hizmet değil, geniş bir özendirme ağı kurularak geniş ölçekli bir kültür ihracatı yapılmaktadır. George Ritzer bu ihracatı “Mcdonaldlaştırma” kavramıyla açıklar. Tüm dünyada ünlü olan ayaküstü yemek markası üzerinden anlamlandırılan bu kavrama göre, McDonalds‟ın yaygınlaşmasındaki ilkeler sadece birer ekonomik değer değildir. Bu durum Amerikan kültürünün kapitalist ideolojiyle beraber, dünyanın her yerinde denetim, verimlilik, hesaplanabilirlik ve akılcılaştırma gibi ilkeler doğrultusunda yaygınlaşması ve bu kültürün ulaştığı her yerde standartlaşıp gerekirse de otantikliğin dışına çıkmasıyla ilgilidir (Ritzer, 1998).

Postmodern görüşe göre, küreselleşmeyle yaratılan “tek pazar” tüm dünyada tüketimi birbirine benzetir. Bu pazarda malların değerini belirleyen, gösterim değerleridir. Yani tüketim toplumunda değer verilecek ürün ekonomik değeriyle değil, kültürel gösterge değerleriyle belirlenir. Nesnelerin ya da hizmetlerin üretim amacı kullanım değeri olmamakta, onu kullanacak kişinin bir statü grubuna ait olmasını sağlamasıyla ilişkilidir (Baudrillard, 1997).

Tüketimin küreselleşmesiyle ilgilenen bu üç kuram da yaşanan küreselleşme sonucunda kapitalizm aygıtlarının bireylerin kişilikleri üzerinde etkili olup, onları birer tüketiciye çevirdiği ve bireylerin kendilerini ifade etmek için tüketim olgusundan beslendiği sonucuna varmaktadır. Nitekim tüketim bu kuramların üçü için de kitle iletişim araçlarının desteğiyle, kişilerin ihtiyaçlarını karşılama amacından çıkıp, yeni toplumsal değerleri belirleyen bir güç haline dönüşmüştür. Bu durumun dayanağı olan kapitalist kültür, tüketicilerin zevk ve seçimlerini tüm dünyada aynılaştırıp küresel bir kültür oluşturmaktadır. Tüketicilerin kimliklerini tükettikleri doğrultusunda belirleyen bu küresel tüketim kültürü sadece maddi değere sahip ürünleri değil, zaman ve mekân dâhil tüm olguları tüketmektedir (Sungur, 2011). Bu bağlamda modern ve postmodern kuramlar bir arada değerlendirildiğinde, aralarında ortak fikirler olmakla beraber ayrıştıkları birçok nokta da bulunmaktadır. Ancak Marksist kuramın bahsettiği tüketiciyi denetleyip sömürme durumu, Weber‟in bu denetim ile sömürünün kontrollü bir şekilde yapılabilmesi için kurulan ortamlara vurgusu ve postmodern yaklaşımın bu ortamların devamlılığı için yapılabileceklere dair fikirleri birbirlerini tamamlar niteliktedir. Bu sebeple de bu tez kapsamında postmodern ya da modern herhangi bir

(25)

kuram temel alınmayacak, tüketim araçlarının kökenini daha iyi kavrayabilmek için her üçünün perspektifinden de yararlanılacaktır.

Tüketimde yaşanan “küreselleşme” eğitim de dâhil olmak üzere birçok alanda görülen bir durumdur. 1970‟de tüm dünyada başlayan değişim hareketleri birçok toplumsal ilişkinin değişmesine sebep olmuştur. Bu değişimin yönelimini belirleyen politikalar “neoliberal politikalar” olarak adlandırılmıştır. Neoliberal politikaların temel vurgusu piyasanın işleyişine karşı yapılan her türlü müdahalenin kötü olduğu yönündedir ve bu müdahaleyi azaltmak için toplumsal olan her şeyin dönüştürülmesi gerektiğini belirtir. Piyasa yönelimli bir bakış açısı olan neoliberalizm, toplumsal olan tüm ilişkileri ekonomik alana çekmeyi hedefler. Böylece toplumsal ilişkiler piyasa mantığı içinde yeniden anlamlandırılacak ve birer ekonomik ilişki halini alacaktır.

Toplumsal ilişkilerin temelini oluşturması sebebiyle de eğitim, bu politikalardan en çok etkilenen alanlardan olmuş, neoliberal politikalar eğitime ilişkin yapının her alanına etki eder bir hale gelmiştir.

Neoliberal politikalar öncesinde, ulus temelli kalkınma anlayışının hâkim olduğu 1960‟lı yıllarda toplumsal bir olgu olarak ele alınan eğitim anlayışı 1980‟li yıllarda değişmeye başlamıştır. Toplumsal yapının üzerinde önemli bir aktör olan eğitim, ekonomik alana çekilip yeni ve kârlı bir sermaye alanına dönüşmüştür (Ercan, 1998).

Eğitime yüklenen anlam, işlev ve amaç piyasa koşullarının etkisiyle değişime uğramış, bilgi toplumu, bilgi ekonomisi, öğrenme toplumu gibi kavramlar önem kazanmaya başlamıştır (Sayılan, 2006). Bireyler piyasa sürecinin belirleyici etkisi altına girmiş durumdadır ve artan rekabet koşullarıyla baş etmeye çalışan firmalar için bilgi ve eğitim daha da önem taşır hale gelmiştir.

Eğitimin yeniden üretimi içinde bireyin sosyalleşerek gelişimini sağlama hedefi, kapitalist toplumsal ilişkiler içerisinde daha da büyük önem kazanmıştır. Kapitalizmin ihtiyaç duyduğu bireyin gerekli eğitimi alabilmesi için toplumun aile, okul, fabrika gibi pek çok alanında eğitimin çerçevesi değişmiştir. Kapitalizmin gelişiminin ilk aşamalarında, kendisinin gereklerine uygun vatandaş yetiştirmek ve böylece yapısının temelini oluşturmakla sınırlı olan eğitim anlayışı, kapitalizmin toplumsal bir ilişkiler sistemine dönüşmesiyle değişime uğramış, toplumda üretim ve tüketim ilişkilerinin artışıyla bilimsel ve teknik bilgiye duyulan ihtiyaç artmıştır. Bu sebeple de eğitim, vatandaşlık eğitimi vermenin yanında bireyi teknik ve bilimsel olarak gerekli düzeye

(26)

getirmeyi amaç edinmiştir (Ercan, 1998). Hedeflenen bilimsel bilgi, bireyin donanımsal gelişimini sağlamaktan çok, daha fazla malın üretilip tüketilmesini amaçlamaktadır.

Eğitim sisteminin amacı ise üretimi dolayısıyla da tüketimi artırmak haline dönüşmüştür. Yani piyasanın diğer yatırım alanlarında olduğu gibi eğitim de yatırımı yapan birey tarafından karı hesaplanarak yapılır bir hal almıştır. Ekonomik alanın içine çekilip, ekonomik terimlerle analiz edilmeye başlayan eğitim, bireylerin toplumsallaşıp kendine ait yeteneklerini geliştirmesi hedefinden uzaklaşmıştır. Bireyler eğitim yoluyla gelecekteki gelirlerini artırmayı amaçlar hale gelmiştir ve neoliberalizme göre, bireysel getirisi toplumsal getirisinden yüksek olan eğitim alanındaki yatırımını birey kendisi yapmalıdır. Çünkü bu bakış açısında eğitim, neoliberal sistemin gerek duyduğu “insan sermayesine” yapılan en büyük yatırımdır.

Dünya Bankasının yapmış olduğu araştırma sonuçlarına göre eğitimin alanında yapılan yatırımlar arasında getirisi en yüksek olan konular %19 ile mühendislik ve %17,7 ile işletme ve ekonomi olarak bulunmuştur (Ercan, 1998). Bu sonuçlar “eğitim piyasasındaki” arz ve talebi belirlemede büyük önem teşkil etmektedir. Şöyle ki; arz açısından piyasa neyi daha çok kabul edecekse, o konuda eğitim sunmak önemli bir hal almaktadır. Böylece eğitim de piyasanın diğer sermaye alanları gibi analiz edilebilen bir meta durumundadır ve meta üretimi konusunda uzman birimlerce yani özel sektör eliyle yapılıyor oluşu beklenen bir durumdur.

Bilginin meta haline dönüşümü, bireysel sermaye sahiplerini, sistemin ihtiyaç duyduğu, piyasanın rekabet ortamında öne geçmeyi sağlayacak nitelikli bilgiye yönlendirmektedir. Eğitimin sermaye için kârlı bir yatırım aracı haline gelişi, piyasa için gerekli donanımlara sahip vatandaş yetiştirme amacı, kapitalizmin tarihsel açıdan gelişimi sürecine uygun bir durumdur. Kapitalist mantıkla yatırımlarını yönlendiren sermaye için eğitim, öncelikli yatırım alanlarından biri haline gelmiştir. Özellikle Dünya Bankası ve OECD‟nin yapmış olduğu çalışmalar ve sağladıkları finansal desteklerle, eğitimin sermaye için yeni ve kârlı bir yatırım aracı olduğu yönündeki vurgu artmış ve eğitim yatırımlarının piyasa içindeki gelişimi hızlanmıştır. IMF ve Dünya Bankası‟nın geliştirdiği, eğitimi sermaye içerisinde yeniden tanımlayan “yapısal uyum programları”

da bu duruma destek olur niteliktedir.

1980‟li yıllardan itibaren gündeme gelen eğitim alanında bir dizi reformu gündeme getiren yapısal uyum programları, paket programlar halinde hazırlanmıştır ve

(27)

eğitim açısından üç farklı alanda reform çalışmaları içermektedir. Reform çalışmalarından ilki, eğitimin amaç ve işlevinin piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda bilgi ve becerilerle düzenlenmesini amaçlamaktadır ve bu amaçla piyasanın gerek duyduğu insan gücünü yetiştirmeyi hedeflemektedir (Sayılan, 2007). Dolayısıyla eğitim müfredatları önceki zamanlarda olduğu gibi ulus devlet modelinin önem verdiği standartlaştırılmış bilginin yerine, standart performansa önem verir olmuştur ve başarı için temel unsur haline gelen girişimcilik kültürünün önemi artmıştır (İnal, 2006).

Yeni eğitim müfredatları bireylerin çok yönlü gelişimiyle değil, piyasaya uyarlanabilir özellikleriyle ilgilenmektedir ve insan sermayesinin geliştirip, çeşitlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Bireyden, rekabete dayalı bu ortamda

“girişimci” olması, gerektiğinde risk alabilmesi, piyasaya hâkim olması ve bireysel yeteneklere sahip bir “sermaye” olması beklenmektedir. . Bu sebeple de okullar, Illich‟in (1998) öngürdüğü gibi diğer ticari kuruluşlarla aynı yapıya sahip bir şekilde davranak ve mal yerine müfredatın satıldığı yerlere dönüşmüştür. Bu pazar içindeki birey de imkânı ölçüsünde bilgi alabilmektedir.

Neoliberal eğitim politikalarıyla öğrencinin performansı ihtiyacından daha fazla önem taşır hale gelmiştir. Aynı şekilde okulların da öğrenciler için yaptıkları değil de öğrencinin okul için yaptıklarının, okula yapılan bağışların ya da okulun prestijini artırmaya yönelik başarılarınönemi artmış durumdadır (Apple, 2004). Bu ortamda eğitim; pazarın bir malı haline dönüşmüş, alınıp satılabilen bir meta olmuştur.

Yapısal uyum reformlarının ikincisi eğitimin finansmanına yönelik reformlardır.

Bu reformlar eğitime harcanan kamu harcamalarının azaltılıp, ortaöğretim ve yükseköğretimin özelleştirilmesini böylece de eğitimin her düzeyinde öğrenci başına düşen maliyeti azaltmayı hedefler (Sayılan, 2007). Dünya Bankası yapmış olduğu araştırmalarda, devletin yükseköğretime yaptığı harcamalardan yoğunluklu olarak toplumun üst gelir grubunun yararlandığı sonucuna varmış ve bu sebeple devlet harcamalarının toplumun alt gelir grubunun aleyhine harcandığını belirmiştir. Bu eşitlikçi söylemlerle uygulamaya konan politikalar, uyum programlarının uygulandığı az gelişmiş ülkelerde özellikle üniversiteye yönelik kamu harcamalarını kısıtlamaya başlamıştır.

Eğitime yönelik kamu harcamalarının kısıtlanması, eğitimin kalitesinin düşmesi ve

“kaliteli eğitime” ulaşma şansının ayrıcalıklı bir grubun elinde oluşu gibi iki sonuç doğurmuştur. Oluşan bu eşitsizliğin düzeltilmesi için de orta ve yükseköğretimin

(28)

özelleştirilip, toplum yararı açısından getirisi daha yüksek olan temel eğitimin devlet yatırımlarıyla iyileştirilip, yaygınlaştırılması gerekliliği yönünde çalışmalar yapılmıştır (Corney,1995 Aktaran: Sayılan, 2007). Böylece gelişmekte olan ülkelerde eğitimde reform adı altında yapılan çalışmalar, temel eğitimin iyileştirilip yaygınlaştırılmasıyla sınırlı kalmıştır (Sayılan, 2007).

Yapısal uyum programlarının reform çalışmaları için üçüncü alan olarak sayılabilecek düzenlemeler, eğitimde yaşanan adaletsiz durumlarla ilgilidir. Eğitim özel sektörün de desteğiyle, piyasanın sürekli değişen taleplerini karşılamak için yapılanmış, eğitim hakkı, demokrasi, fırsat eşitliği gibi kavramlardan uzaklaşmış; rekabet ve girişimcilik gibi konulara önem vermeye başlamıştır. Yapısal uyum politikaları da eğitimin toplumsal hareketteki rolünü ve eşitlikçi işlevini dönüştürücü nitelikler taşımaktadır. Mesela bu politikalarla yaygınlaşan ve teşvik edilen özel üniversiteleri maddi imkânları yeterli olan “müşterilerine” diplomanın yanında daha iyi bir gelecek de satmaktadırlar. Dolayısıyla eğitimdeki fırsat eşitliğinin günümüzle beraber gelecekte de yok olmasına sebep olmaktadırlar. Bu durum sadece üniversitelerle sınırlı kalmamaktadır.

Eğitimin her evresinde, özel girişimcilik özendirilmekte, parası olanlar kaliteli okullarda eğitim görürken, parası olmayanlar sözde parasız olan devlet okullarına ulaşabilmenin zorluklarını yaşamaktadır. Bu çelişki eğitimde fırsat eşitliğinin ortadan kalktığının kanıtı niteliğindedir (Sayılan, 2006).

Türkiye‟de 1980‟lerin sonuyla hızlanmaya başlayan eğitim kaynaklarının kısıtlanması yönündeki politikalar eğitimi olumsuz yönde etkilemiştir. Çünkü yapılan kısıtlamalarda birbirine tezat durumlar bulunmaktadır. Şöyle ki; devletin eğitime harcayabileceği kaynağın yetersiz olması sebebiyle kısıtlamaların yapıldığının belirtildiği süreçte devlet, özel okullara teşvik kredisi, vergi muafiyeti gibi uygulamalarla gelişimi konusunda destek olmuştur. Hatta özel okullara verilen bu destek finansal alanla sınırlı kalmamış, devlet okullarında yapılan uygulamalarla öğrenci, öğretmen, veli ve toplum özel okul fikrine alıştırılmaya başlanmıştır. 1980‟li yıllarda devlet okullarında paralı eğitim uygulamaları başlamış, sonraki yıllarda da “eğitime katkı sağlamak” amacıyla toplanan paraların miktarlarının artışı ve kalemlerinin çeşitlenmesiyle devam etmiştir.

Eğitim, devletin en çok bütçe ayırdığı alanlardan biri olmasına rağmen, okullarda velilerden toplanan paralar MEB‟e ayrılan bütçeyi geçebilecek miktarlara ulaşmıştır (Keskin ve Demirci, 2003). Yani devletin sürdürdüğü eğitim hizmetleri de piyasa ekonomisinin koşullarına uygun bir işletme mantığıyla sürdürülmektedir. Okullar

(29)

velilerden ve öğrencilerden, verdikleri hizmetin karşılığında para toplamakta, onlara müşterileri gibi davranmaktadır. Eğitimin her alanına nüfuz eden özelleştirme uygulamaları eğitimi “ulusal” ilkelerden çıkarıp “küresel” bir boyuta taşımaktadır. Hirt (2005) küresel eğitim olarak adlandırdığı bu durumu, kitlesel eğitimden ticarileşmiş eğitime geçiş olarak açıklar.

Eğitimin kamu yararına bir hizmet oluşundan vazgeçilip ticari alana çekilmesi sonucu, kamusal eğitim herkesin sahip olması gereken bir hak olmaktan çıkıp, bireylerin imkânları ölçüsünde yararlanabildiği bir metaya dönüşmüştür. Bireyin kamusal eğitime ulaşımında yaşadığı toplum, konum ve ekonomik imkânları önemli faktörler haline gelmiştir. Böyle bir dönüşümün yaşanmasında eğitimin piyasalaşmasına dönük politikaların etkisi büyüktür. Bu politikalar doğrultusunda uygulanan uyum çalışmaları sonucu kamu harcamalarına dair yapılan kesintilerden eğitim alanı da büyük ölçüde etkilenmiştir. Kısıtlı imkânlara sahip olan kamusal eğitim, modası geçmiş bir kavram haline dönüşmüş, onun yerine herkesin imkânı doğrultusunda satın alabildiği eğitim hizmetleri önem kazanmaya başlamıştır.

Eğitimde görülen kamudan özele geçiş durumu özelleştirme olarak adlandırılmaktadır. Özelleştirme, devlete ait işletmelerin ya da devletin yürüttüğü hizmetlerin özel sermayenin eline geçmesi durumudur. Kamu hizmetlerinden çıkmasıyla beraber birer meta haline dönüşen hizmetler –ki genellikle eğitim ve sağlık hizmetleri olmaktadır- destekleyici hizmetler, yan ürünler, reklam ve pazarlama gibi kavramların da etkisiyle ticarileşmektedir. Hirrt (2005) insan sermayesinin verimli kullanılması amacıyla eğitimin özel yatırımlara açılıp, piyasaya destek verişi sürecini

“eğitimin ticarileşmesi” olarak adlandırır. Kapitalist ekonomi eğitimi yatırım yapmak, işgücü sayesinde mal ve hizmet üretmek ve bu mal ve hizmetleri satıp kâr etmek amaçlarının her aşamasında kullanmaktadır. Eğitimde yaşanan bu gelişmeleri anlatırken kullanılan ticarileşme ve özelleşme kavramları birbirilerinden çok farklı kavramlar olmamakla beraber birbirlerinin yerine de kullanılabilir kavramlardır.

Eğitim kurumlarının giderek tüketim araçlarına benzer nitelikler taşımasıyla beraber, okullar ve şirketler arasında görülmeye başlayan benzerlikleri Ritzer (2000), AVM‟ler üzerinden örneklendirmiş ve bu örneklendirmede okullar ve AVM‟lerin ortak özelliklerini şöyle belirtmiştir:

(30)

 Okullar da tıpkı AVM‟ler gibi “tüketicilerinin” istekleri doğrultusunda şekillenmektedirler. Okullar, özellikle de özel okullar öğrencilerin ve velilerin memnun kalması hedefiyle çalışmalar yürütmektedir. Okulun asıl hedefi olan başarı ikinci planda kalmakta ya da tam tersi bir şekilde merkezi sınavlardaki öğrenci başarıları “reklam amaçlı” kullanılmakta bu yolla yeni

“müşteriler” çekilmektedir.

 Okullar da AVM‟lerde olduğu gibi yeni “tüketiciler” kazanmak için eğlenceli olmak durumundadır. Bu sebeple çocukların katılımına açık birçok etkinlik düzenlenmekte hatta kimi zaman düzenlenen gösterilerde öğretmenler bizzat oyuncu olarak rol almaktadır.

 Okullar, AVM‟ler gibi arkadaşlarla buluşulup, zaman geçirilecek, eğlenceli yerler olarak gösterilmektedir. Öyle ki okula gelen fakat hiçbir “satın alma”

niyeti olmayan öğrenci için okul, eğlendirici bir ortam görevi üstlenmektedir.

Buradaki satın alma diye kastedilen eylem bilgiye ulaşmadır.

 AVM‟ler gibi okullar da öğrencilerinin ilgisini çekmek için çok başka kurumla mücadele etmek zorundadır.

 Satın alınan ürün yoluyla ulaşıldığı düşünülen “statü” konusu okullarda da etkili olmaktadır. Şöyle ki özellikle özel okula giden öğrenciler ve velilerinin okul seçiminde, okulun marka değeri büyük önem taşımaktadır. Bu durumda satın alınan okulun kendisi haline dönüşmektedir.

AVM‟ler ve okullar arasında böyle bir benzerliğin oluşmasına zemin hazırlayan olgu eğitimin ticari bir meta haline dönüşümü yönündeki gelişmelerdir. Bu gelişmeler arasında başı çeken eğitime yönelik özelleştirme çalışmaları, kamusal sektörlerin şirket yapısına benzetilmesi amacıyla özel sektör işleyiş biçimlerinin, fikirlerinin kamuya aktarılması ve sistemin dışındaki şirketlerin bizzat kâr amaçlı olarak eğitim yatırımlarına yönelmesi gibi iki farklı yöntemle yapılmaktadır (Ball ve Youdell, 2008).

Bunlara ek olarak; şirketlerin yatırım anlamındaki yönelimlerinin yanında sponsorluk, sosyal sorumluluk, yardımseverlik ve bağış adı altında da eğitimde varlıkları hissedilmektedir. Şirketlerin okullarda düzenlenen program ve etkinliklere sponsor oluşu, okullarda belirli şirketlerin materyallerinin kullanımına dair anlaşmalar imzalanışı, okulların duvarlarının reklam panosu gibi kullanılışı buralara şirketlerin logolarının asılması duruma örnektir. Bu tip uygulamalarla şirketler kendi marka değerlerini, kendilerine güveni, tanınırlıklarını artırmayı ve yeni pazarlara girip

(31)

kendilerine sadık müşteriler kazanmayı hedeflemektedirler. Yani şirketler her ne kadar sosyal sorumluluk gibi toplumun yararına bir ifadeyle tanımlanan işler yapıyor olsa dahi, asıl amaçları halkın şirkete olan güvenini artırıp iyi niyetlerini kazanmak ve böylece özelleştirmeye dair itirazları azaltarak, yeni sömürge alanları oluşturabilmektir.

Aksoy (2011), şirketlerin eğitim alanına ilişkin ülkemizde düzenlediği sosyal sorumluluk projeleri üzerine bir araştırma yapmış ve bu projeler hakkında yorumlarını belirtmiştir. Bu çalışmada bahsedilen Garanti Bankası: Öğretme‟nin Sınırı Yok, Koç Holding: Meslek Lisesi Memleket Meselesi, Algida Max: Okulda Hareket Var, Kipa:

Bir Öğrenci de Sen Sevindir, Akbank: Düşünme Gücü gibi projeler şirketlerin eğitimi piyasa mantığı içine çekiyor oluşlarının göstergeleri niteliğindedir. Şirketler artık bu amaçlarına ulaşmak için yaptıkları çalışmaları örtülü olarak yapma gereği duymamaktadır (Aksoy, 2011). İnsani kavramları içinde bulunduran bu tip çalışmalar aracılığıyla şirketler zaman içinde insanların kendilerine yönelik pozitif algılarının gelişmesini sağlamış olurlar. Rikowski (2011) şirketlerin bu tip projelerle ilerki yıllarda okulların tam anlamda ticari bir kuruluşa dönüşmesini sağlamak için öğrenci, aile ve velileri kendilerine alıştırmaya çalıştığını belirtir. Dolayısıyla bu durum okulların tam anlamıyla şirkete dönüşecek oluşunun habercisi niteliğindedir. Aslında durum sadece okulların değil eğitimin tüm alanlarının küreselleştiğinin kanıtıdır. Yaşamboyu öğrenme kavramının özellikle son yıllarda eğitimciler ve politikacılar tarafından, küreselleşmenin etkisiyle yaşanan ekonomik ve teknolojik gelişmelerin sonucunda ortaya çıkan sorunların çözümüne dair, sihirli bir terim olarak kullanılışı bu duruma örnektir (Sayılan ve Yıldız, 2005).

İnsanların bir arada yaşadığı, birçok değeri ve yaşantıyı paylaştığı kamusal alanlar yaşamboyu öğrenme için en uygun yerler arasındadır. Günümüze bakıldığında ise AVM‟ler artık kamusal alan olarak tanımlanan yerlerden biri haline dönüşmüştür.

İnsanlar kamusal alanlarda yapacak oldukları paylaşımları artık bu tüketim merkezlerinde yapmakta, dolayısıyla da kamusal alanla beraber kamusal ilişki de form değiştirmektedir. AVM‟lerin etkisiyle, kamusal mekân kavramının ve kamusal ilişkilerin yaşadığı dönüşümü ve altında yatan pratikleri anlamak adına AVM‟lerin gelişimlerine dair tarihsel sürece bakmak gerekir.

İnsanlar eski zamanlardan beri kentlerin belirli merkezlerinde bir araya gelip alışveriş yapmış ve bu esnada da kültürel, toplumsal ve ekonomik birikimlerini

(32)

paylaşmıştır. Bu paylaşımlar sebebiyle de kentin alışveriş merkezi olarak adlandırılabilecek alanlar kentli nüfus için bir nevi buluşma ve toplumsallaşma merkezi özelliği taşımaktadırlar. Sosyal anlamda birçok ilişkinin geliştiği bu merkezler zaman içerisinde gerçekleşen teknolojik ve toplumsal değişimlere göre farklılık göstermiştir.

Alışveriş merkezi olarak adlandırılabilecek mekânların ilk örnekleri M.Ö.

7.yüzyılda Eski Yunan‟da görülen “agora” isimli kent pazarlarıdır (Davidson, 1999).

Çoğunlukla temel gıda ihtiyaçlarının satıldığı kent merkezlerinde, kamu binalarının arasında kurulan bu pazarlar fiziksel ve sosyal olarak kent yaşamının merkezi halindedir.

Şehirle ilgili politik, dini ve ticari her türlü faaliyetlerin yapıldığı agoralar, Roma İmparatorluğu‟nda ortaya çıkacak olan “forum” isimli, agoralardan farklı olarak içlerinde kapalı dükkânlar bulunduran ve çevreleri tamamen kapalı yapıların öncüleridir (Batı, 2007). Antik dönemin en önemli kent merkezleri olan forum ve agoralar çok amaçlı kullanılmalarından dolayı bulundukları kentin ticaretini ve dolayısıyla ulaşım ağını şekillendirmiştir. Kentlerin alışveriş merkezi olan bu alanlar, Ortaçağ Avrupası‟na gelindiğinde daha çok katedral ve şatolar etrafında, haftanın belirli günleri kurulan pazaryerlerine dönüşmüştür. Pazaryerleri de tıpkı agoralar ve forumlar gibi zamanla kent yapıları için önemli unsurlar haline gelmiş, ekonomik olarak taşıdıkları önem sayesinde de devletlerin yapılanması dâhil birçok alanda önemli rol oynamışlardır.

Aynı çağlarda Anadolu‟da ise “İpek Yolu” gibi önemli ticaret yolları üzerinde kurulan, Selçuklular‟da “kervansaray”, Osmanlı‟da ise “kapalı çarşı” diye adlandırılan bedestenler bulunmaktadır (Batı, 2007). 10. yüzyılda Selçuklular‟da kurulan ilk bedesten örneği olan kervansaraylar önceleri ticaret yolları üzerine kurulmuş konaklama yerleri iken, zamanla ticari ve dini ihtiyaçların da karşılanabileceği şekilde genişletilmiştir.

Alışverişin dışında borsa ve banka gibi konularda görevler üstlenmesi nedeniyle zamanlarının önemli birer iktisadi kuruluşu olan bedestenler tıpkı günümüz alışveriş merkezleri gibi birden çok işlevi barındıran karmaşık yapılardır. Hatta Osmanlı döneminde inşa edilen İstanbul‟daki “Kapalı Çarşı” dünyanın en eski ve en büyük alışveriş merkezlerinden sayılmaktadır (Batı, 2007).

Toplumların büyümesi ve değişmesiyle bugünkü anlamını kazanan AVM kavramı ortaya yeni çıkmış bir kavram değildir. Kent içindeki dükkân ve pazarların büyümesiyle başlayan plansız AVM‟ler zamanla planlı yapılar haline dönüşmüştür. Bu dönüşümün

(33)

günümüzdeki boyutuna gelişinde toplumsal birçok olay etkili olmakla beraber etkisi en büyük olan olaylar Dünya Savaşlarıdır.

Dünya Savaşları sürecinde yıkılan ve bu sebeple de savaşların ardından yeniden yapılanma sürecine giren Avrupa ve Kuzey Amerika şehirlerinde kentler çeşitli aktivite bölgelerine ayrılmıştır. Danışmanlık, finans, bankacılık gibi hizmetler kent merkezlerinde bırakılırken sanayi bölgeleri kent dışına çıkarılmış ve bu bölgeler beraberinde kent dışında yeni konut alanlarına gereksinimi getirmiş, bu konut alanları da kentlerin yeni alt merkezleri halini almıştır. Böylece istihdam ve yerleşim kent merkezlerinden alt merkezlere doğru kaymaya başlamıştır. Bu alt merkezlerde yaşayan insanların ticari, sosyal ve kültürel aktivitelere ulaşımı bir sorun haline gelmiş çözüm olarak da AVM‟ler tasarlanmaya başlanmış, tarihsel süreçte genellikle kent merkezlerinde bulunan alışveriş alanları böylelikle kentlerin çevrelerine doğru genişlemiştir (Vural ve Yücel, 2006).

Aynı dönemde kadınların iş yaşamına katılımı artmış, motorlu taşıt kullanımı yaygınlaşmış ve bu gelişmeler beraberinde yaşam standartlarında artışı getirmiştir. Yeni yaşam standartlarıyla beraber toplumdaki kültürel yapı değişmeye başlamış ve bu değişim insanların alışveriş alışkanlıklarına dek her alanda hissedilir olmuştur (Vural, 2005).

20.yüzyıl kentlerinde hissedilmeye başlayan trafik problemleri ve kent merkezlerinin azalan cazibeleri gibi etkenler de birleştiğinde, kentlerin dış çeperlerine kurulan alt merkezlerin bu tip negatif durumlar için bir çözüm oluşu fikri yaygınlaşmıştır.

İlk AVM tasarımcısı olan Gruen, kentlerin sosyal yaşam örüntülerinde gerçekleşen değişimleri incelemiş ve kent insanının trafik, yoğun iş hayatı gibi günlük problemlerden uzaklaştığı ölçüde sağlıklı bir toplum oluşturabileceği kanısına varmıştır (Kowinski, 1985). Kent merkezlerinin dışına kurulacak olan ticari ve sosyal ihtiyaçların karşılanabileceği AVM‟ler aracılığıyla da bu sorunun çözülebileceğini, hatta AVM‟lerin Antik Yunan agorası ya da Ortaçağ pazarları gibi kentin kamusal merkezi olma özelliğini taşıyabileceğini belirtmiştir (Vural ve Yücel, 2006).

Gruen (1960) AVM‟lerin küçük birer kent merkezi olarak ele alınması fikrini şöyle açıklamıştır:

“AVM’ler farklı yapılanmaların bir araya geldiği komplekslerdir. Bu yapıları bir arada tutan bir ruhun olması dolayısıyla, bu yapıların tasarımında çevreyi de ele alan bir

Referanslar

Benzer Belgeler

Ġkinci aĢamada, DOSXYZnrc Monte Carlo kodu kullanılarak katı fantom modellemesi yapılmıĢtır; Eclipse Tedavi Planlama Sistemi (TPS)‟in Pencil Beam Konvülüsyon

Biyolojik etkinliği kanıtlanmıĢ, tedavi amaçlı olarak kullanıma geçilmiĢ olan bu bileĢiklerin etki mekanizmalarının geliĢtirilmesine yönelik yürütülen

A Role for the EAL-Like Protein STM1344 in Regulation of CsgD Expression and Motility in Salmonella enterica Serovar Typhimurium. Journal of

 Doğal bir fermantasyon sürecinde, suĢların, muhafaza iĢleminden baĢlayarak karĢılaĢabilecekeleri stres faktörlerinden olan; yüksek sıcaklık, yüksek etanol,

ÇalıĢma yılları farklı olan iĢgörenlerin iĢ anlamı, sosyal güven ve mutluluk düzeyleri açısından çalıĢma yılına göre farklılıklarına iliĢkin

Çizelge 6.61 Üye olmayan iĢletmelerdeki iĢletmecilere göre daha karlı bir süt sığırcılığı üretim faaliyeti için önemli olan faktörler

AraĢtırma sonucunda yeĢil ot verimi ve kuru madde verimi biyolojik verim ve ham protein verimi istatistiki olarak ka önemli bulunmuĢ, en yüksek yeĢil ot ve kuru madde

Geleneksel yapıda olan öğretmenlerin ET kullanımına direnç gösterdikleri (f=12, % 30), yine aldıkları eğitim sayesinde ET kullanan öğretmenlerin olduğu (f=2 ,