• Sonuç bulunamadı

2009’da ya

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "2009’da ya"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

2009’da yaşanan küresel mali kriz tarımı da derinden etkiledi. Düşen ürün fiyatları ve artan girdi maliyetleri çiftçi gelirlerini geriletti. Çiftçinin girdi ve mekanizasyon talebi düştü. Tüketicinin daha ucuz yerli ürünlere yönelmesi nedeniyle tarım ürünleri ithalatı azaldı.

2007'de Türkiye'de tarıma IMF-Dünya Bankası patentli tasfiye programının yanı sıra küresel ısınmanın yol açtığı kuraklık damgasını vurdu; birçok üründe rekolte düştü, yükselen fiyatlar tüketicileri de zor durumda bıraktı. Gıda krizinin etkileri sürerken 2007'nin sonlarına doğru ABD'de başlayan mali kriz 2008'in son çeyreğinden itibaren azgelişmiş ülkeleri de etkilemeye başladı; doğal olarak tarımı da derinden etkiledi.

Böylelikle kapitalizm 1929 krizinden beri yaşadığı en şiddetli ve derin krizle yüz yüze geldi. Başta ABD olmak üzere metropol ülkeler sisteme olan güvenin yeniden sağlanması için çok sayıda önlem aldılar ve trilyonlarca dolarlık kurtarma paketleri açıkladılar.

Türkiye'de de küresel mali krizin etkilerini azaltmak için ardı ardına ekonomik paketler açıklandı. Ancak stratejik öneminin artmasına ve üreticilerden KDV indirimi, kredi ertelemesi, borçların yeniden yapılandırılması, girdi fiyatlarında indirim gibi taleplerin yükselmesine karşın tarıma yönelik bir önlem çıkmadı.

Küresel mali krizin Türkiye tarımına etkilerini şöyle özetleyebiliriz:

• Diğer sektörlerden farklı yapısıyla tarım, krizden görece olarak daha az etkilendi; dolayısıyla büyüme hızındaki düşüş daha yavaş oldu.

• Başta traktör ve kimyasal gübre olmak üzere tarım girdilerinin üretimi düştü.

• Tarım ürünleri fiyatlarındaki düşüş ve girdi maliyetlerindeki artış nedeniyle çiftçilerin gelir kayıpları arttı. • Üretici gelirlerindeki kayıplara paralel olarak kredi kullanımı arttı.

• Tarımsal istihdamdaki düşüş hızı yavaşladı; krizden dolayı sanayi ve hizmetler sektöründe işsiz kalanlar kıra dönmeye başladılar.

• Durgunluk nedeniyle başta Avrupa pazarları olmak üzere ihraç ürünlerine talep azaldı.

• Krizle birlikte satın alma gücü zayıflayan tüketici daha ucuz yerli ürünlere yöneldi; dolayısıyla ithalat azaldı. Tarım en istikrarsız sektör oldu

2000'li yılların başından beri uygulanan IMF-Dünya Bankası dayatmalı tasfiye politikaları tarım sektöründe istikrarsızlığa yol açtı. 2003-2008 yıllarını kapsayan dönemde tarımın büyüme hızı Türkiye ekonomisinin büyüme hızının altında kaldı.

Hatta ekonominin genel olarak büyüdüğü 2003 ve 2007 yıllarında tarımda önemli küçülmeler yaşandı. 2007 ise

sektörün yüzde 7'lik bir üretim azalması yaşadığı yıl oldu. Bu yüksek oranlı küçülmenin ardından tarım 2008'de yüzde 3,9 ve 2009'un ilk üççeyreğinde de ortalama yüzde 3,2 oranında büyüdü. Ancak 2008 ve 2009 yıllarındaki büyümeler tarımı 2006 yılı seviyesine getirmeye yetmedi.

Mısır ve çeltik dışında üretim artmıyor

• TÜİK bitkisel üretime ilişkin son tahminini 2 Aralık'ta yayımladı. Buna göre, hububatta üretim miktarlarının bir önceki yıla göre yüzde 14,6; meyvelerde yüzde 1,5 artış; sebzelerde ise yüzde 1,9 oranında azalış olacağı tahmin edilmiştir.

• Türkiye'nin hububat üretiminin önemli bir kısmını buğday üretimi oluşturuyor. 2002 yılında 19,5 milyon ton olan buğday üretimi 2008 yılında 17,8 milyon tona kadar geriledi. Üretimin 2009 yılında 20,6 milyon ton olacağı tahmin ediliyor. Son 20 yılda nüfus 18 milyon kişi artmasına karşın buğday üretimi yerinde saydı.

• 2002 yılında 8,3 milyon ton olan arpa üretimi 2008 yılında 5,9 milyon tona kadar düştü. 2009 yılında ise 7,3 milyon tona çıktığı tahmini yapılıyor. Arpada üretim 20 yıl öncesindeki seviyesinin (7.5 milyon ton) bile gerisinde.

• Mısır 2002 yılından sonra üretimi artan çok az tarım ürününden biri oldu. 2002 yılında 2,1 milyon ton olan üretim 2008'de 4,3 milyon tona çıktı. Üretim 2009 yılında da 4,3 milyon ton olarak tahmin ediliyor.

(2)

• Üretiminde anlamlı bir artış olan bir başka ürün çeltiktir. Son 5 yılda çeltik üretimindeki artış yüzde 50'nin üzerindedir.

• Mercimek, nohut, kuru fasulye gibi halkın beslenmede yoğun olarak kullandığı ve protein kaynağı olan kuru

baklagiller üretimi de uygulanan politikalardan büyük darbe yedi. 2002'de 1,5 milyon ton olan kuru baklagiller üretimi 2008 yılında 855 bin tona kadar geriledi. 2009 yılında ise 1,2 milyon ton olacağı tahmin ediliyor.

• 20 yıl önce 800 bin tonun üzerinde olan kırmızı mercimek üretimi, 2009 yılında 350; 200 bin tonun üzerinde olan yeşil mercimek üretimi ise yalnızca 30 bin ton olarak gerçekleşti.

• 20 yıl önce 800 bin ton dolayında gerçekleşen nohut üretimi 500-600 bin ton dolayında sabitlenmiş gözüküyor. • Şekerpancarı üretiminde son 7 yıllık dönemde önemli azalmalar yaşandı. 2002 yılında 16,5 bin ton olan üretim, 2008 yılında 15,5 milyon tonda kaldı. Üretimin 2009 yılında ise 16,3 milyon ton olacağı tahmini yapılıyor.

• Sigara üretiminin yabancı tekellerin eline geçmesine paralel olarak tütün üretimi hemen hemen bitirilmiştir. 20 yıl önce 250 bin tonun üzerinde gerçekleşen üretim 2009'da 85 bin tona düşürülmüştür.

• Pamuktaki çöküş sürmektedir. 10 yıl önce 900 bin ton dolayında olan lif pamuk üretimi son 2 yıldır 700 bin tonun altına düşmüştür.

• 2009 yılında ayçiçeği üretimi (1 milyon ton) 20 yıl öncesindeki seviyesine (1.2 milyon ton) ancak ulaşabilmiştir. • Son 10 yıldır patates ve kuru soğan üretimi yerinde saymaktadır.

• Domates üretiminde son 10 yılda gözlenmekte olan anlamlı artış sürmektedir.

• Turunçgiller ile yumuşak ve taş çekirdekli meyvelerin üretimindeki devam etmektedir.

• 2009 yılında 240 bin ton olarak gerçekleşen incir üretimi, 20 yıl öncesinin (1988'de 350 bin ton) oldukça gerisindedir. Buna karşılık üzüm üretiminde yavaş da olsa artış gözlenmektedir.

• 2002 sonrası uygulanan destekleme politikalarındaki istikrarsızlıklar fındık üretiminin de dalgalı bir seyir izlemesine yol açtı. 2002'de 600 bin ton iken, 2004'te 350 bin tona kadar gerileyen üretim, 2008 yılında ise 801 bin tona kadar çıktı. Üretimin 2009 yılında 500 bin tonda kalacağı tahmin ediliyor.

• Zeytin üretimi 10 yıl öncesindeki seviyesinin 500 bin ton altındadır.

• 2002'den sonra üretiminde az da olsa artış yaşanan ürünlerden biri de çay oldu. 2002'de 792 bin ton olan üretim 2008'de 1,1 milyon ton olarak gerçekleşti. 2009'da da 1,1 milyon ton olacağı tahmin ediliyor.

Temel Ürünler İtibariyle Bitkisel Üretim

Gelelim ürün bazında değerlendirmelere:

Buğdaya havza modelinde daha az teşvik verilecek

Türkiye'nin yıllık buğday üretim ortalaması 20, tüketimi ise 18 milyon ton dolayında. Yaşanan kuraklık nedeniyle buğday rekoltesi 2007'de 17,2; 2008'de ise 17,8 milyon tona geriledi. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) 2007'de piyasanın çok altında bir fiyat açıkladığı için buğday alamadı. 1938'den beri savaş ve kriz dönemlerinde bile buğday için her yıl alım fiyatı açıklayan TMO ilk kez 2008 yılı için fiyat açıklamadı. Bunun yerine 500 ton/TL emanet alım fiyatı belirledi. 2009 yılı için açıklanan müdahale alım fiyatı da 500 ton/TL düzeyinde kaldı.

2010 yılından itibaren geçilecek olan "Havza Bazlı Üretim ve Destekleme Modeli"nde buğday 30 havzanın tümünde teşvik kapsamına alınmasına karşın desteğin 989 milyon liradan 934 milyon liraya gerileyecek olması

düşündürücüdür. Nüfus artış hızı ve küresel ısınmanın etkisiyle stratejik bir ürün olduğu kabul edilen buğdayda ihtiyacın sınırında gezen üretim düzeyinin gelecek yıllarda risk doğurmasından endişe ediliyor.

Uygulanan yanlış politikalar pamuk üretimini çökertti

Türkiye'de tekstil ve hazır giyim sektörünün gelişmesiyle birlikte pamuk tüketimi artıyor; tüketim çin, Hindistan ve Pakistan'dan sonra 4. sırada yer alıyor. 1990'ların başında 500 bin ton olan lif pamuk tüketimi 3 kat artarak 1,5 milyon tona ulaştı. Ancak üretimi artırmak yerine üretimden kaçışı, ithalatı destekleyici politikalar nedeniyle pamuk ekim alanları 10 yıl önce 750 bin hektar iken günümüzde 500 bin hektarın altına düştü. Aynı şekilde yaklaşık 900 bin ton üretim de 650 bin tona geriledi. Buna karşılık ithalatı ise 1 milyon tona ulaştı. Bu gidişle GAP bölgesinde yatırım yapan tekstilci pamuğu Harran, çukurova, Amik yerine Amerika, Yunanistan, Uganda ya da Tanzanya'dan alacak.

(3)

Böylelikle pamuk için verilen teşvikler yerli üreticiye değil, bu ülkelerin üreticilerine gidecek. Pancar şekerinin yerini GDO'lu mısır şekeri alacak

Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ'ye (TŞFAŞ) ait 25 adet şeker fabrikasından C portföyünde yer alan çarşamba, çorum, Kastamonu, Kırşehir, Turhal ve Yozgat fabrikalarının özelleştirilme ihalesi 11 Eylül'de başlatıldı ve son teklif verme tarihi olarak 19 Kasım olarak belirlendi. Özelleştirme ihalesinin nihai pazarlık görüşmelerinde en yüksek teklifi (606 milyon $) veren Ak-Can Şeker Sanayi fabrikaların yeni sahibi oldu. Böylelikle fabrikalar üç yıllık karına satıldı. (Ancak Şeker-İş Sendikası'nın başvurusu üzerine Danıştay 30 Aralık tarihinde "şeker sektöründe arz-talep dengesinin bozulmaması, dışa bağımlılık yaratılmaması, üretimin sürdürülebilmesi gözetilerek özelleştirme yapılması gerektiği; şartnamenin bu ilkeleri sağlamaktan uzak olduğu" gerekçesiyle özelleştirme ihalesinin yürütmesini durdurdu).

2008 yılında 3,2 milyar TL kar eden şeker fabrikalarının tümüyle özelleştirilmesi halinde, en az 18-20 fabrika kapanacak; yalnızca karlı 4-5 fabrika ayakta kalabilecektir. Böylelikle kurulu yatırım değeri yaklaşık 3 milyar dolar dolayında olan fabrikalar yok edilmiş, ülke yaklaşık 2 milyar dolarlık katma değerden yoksun bırakılmış olacaktır. Ayrıca binlerce pancar ekicisi ve şeker işçisi sektörden dışlanmış olacaktır.

Öte yandan fabrikaları alan şirketler bir süre sonra bunları yabancılara devredecek ve fabrikaların çoğu kapanacak. Yerini GDO'lu mısırlardan şeker üretenler dolduracak. Türkiye sonuçta AB, ABD gibi büyük şeker üreticisi ülkelerle uluslararası şeker ticareti yapan şirketlerin pazarı haline gelecek.

147 yıllık TEKEL'in kalan son birimi de yok ediliyor

TEKEL'in alkol ve sigara birimlerinin satılmasından sonra, TTA (Tütün, Tuz ve Alkol İşletmeleri) adıyla iki yıldır Özelleştirme İdaresi'ne (ÖİB) bağlı olarak faaliyet gösteren kurum için de artık kapanış süreci başladı. Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK) Türkiye geneline yayılmış 60 Yaprak Tütün İşletmesinin kapatılmasını kararlaştırdı. Böylece ismi marka olmuş bir buçuk asırlık bir kurum olan TEKEL, tarihin tozlu sayfalarındaki yerini alacak.

TEKEL, 2009 yılında son kez 108 bin ekiciden 20 bin ton yaprak tütün satın alarak piyasadan çekildi. TEKEL'in yaprak tütün piyasalarından çekilmesiyle birlikte destekleme alımlarının kaldırılmasıyla çokuluslu sigara tekellerinin insafına terk edilen 200 bin tütün ekicisinden sonra yaklaşık olarak 100 bin tütün ekicisi de kaderiyle baş başa kalmış bulunuyor.

Öte yandan TTA bünyesindeki yaprak tütün işletmelerinde çalışmakta olan 12 bin işçi ise (en yenisi 13 yıllık çalışma süresine sahip olmak üzere) kamuoyunda 4/C uygulaması adıyla bilinen Bakanlar Kurulu Kararı doğrultusunda

değişik kamu kurum ve kuruluşlarına gönderilecekler. Bu kapsama alınan çalışanlar önemli gelir eksikliğinin yanı sıra sosyal haklar yönünden de ciddi kayıplar yaşamaktadır. Sendikal haklarını kullanamamakta, ücret ve sosyal haklarını en çok 10 ay süreyle alabilmektedir. TEKEL'in BAT'a satıldığı gün ÖİB yetkilisi yaptığı açıklamada TEKEL

işçilerinin 4/C'ye muhatap edilmeyeceğini açıklamıştı. TEKEL işçileri Ankara'nın dondurucu soğuğuna karşın günlerdir bu nedenle iş-aş-ekmek mücadelesi veriyorlar.

Fındıkta yeni sömürü politikaları gündemde

Dünya fındık üretiminin yüzde 75'ini, ticaretinin ise yüzde 85'ini gerçekleştirmesine karşın Türkiye'de fındık üreticilerinin yüzü bir türlü gülmüyor. Türkiye'de 642 bin hektar alanda, 322 bin üretici fındık üretimi yapmakta, yaklaşık 2 milyon kişi geçimini fındıktan sağlamaktadır. Yıllık üretim ekolojik koşullara bağlı olarak 500-800 bin ton arasında değişmektedir. Yıllık iç tüketim ortalama 110 bin ton olup, ürünün büyük bir kısmı ihraç edilmektedir.

Son yıllarda bir kriz başlığı olarak öne çıkan fındık konusunda hükümet yeni bir strateji açıkladı. Buna göre; Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) artık fındık almayacak, stoklarında bulunan fındıkların büyük bir kısmını yağlığa ayıracak; çiftçi kayıt sisteminde yüzde 6 eğimin üstünde ve 750 rakımın altında 406 bin hektar alanda fındık tarımı yapan fındık üreticileri 2010 yılının Ocak ayından başlamak üzere dekar başına 150 TL destek alacak; 1., 2. ve yüzde 6'dan daha az eğimli 3. sınıf tarım arazilerinde ve rakımı 750 metrenin üzerindeki arazileri kapsayan 176 bin hektar alanda üretim yapan fındık üreticileri ise bahçelerini sökmeleri karşılığında dekar başına 600 TL destek alacaklar ve bu

(4)

desteklemeler 3 yıl devam edecek. (Tarım Bakanlığı, üreticilerden ve meslek örgütlerinden gelen büyük tepki karşısında 3 ay sonra stratejide değişikliğe giderek rakımı 750 metrenin üzerindeki arazilerde de fındık üretimine devam edilmesini kararlaştırmış; böylelikle yaklaşık 43 bin hektar alandaki fındık bahçeleri sökümden kurtulmuştur). Yeni strateji ile piyasada kamu adına fındık alımı yapacak bir kuruluşun kalmadığı için tüccar ve ihracatçılar piyasada tek belirleyici haline geldiler. Az sayıda tüccar ve ihracatçının egemen olduğu fındık piyasasında fiyat onların istediği biçimde oluştu.

Fındık-Sen Başkanı Kutsi Yaşar'a göre; "Üreticiyi ne öldürecek, ne de refah düzeyine ulaştıracak bu düzenlemelerle sözleşmeli, endüstriyel tarıma doğru gidiliyor. Bu gidişle çiftçi kendi toprağında 'sözleşmeli ırgat' olacak".

Çayda borsa ve sözleşme sistemine geçiliyor

Rize Ticaret Odası tarafından hazırlanan ve halen TBMM gündeminde bulunan Çay Kanun Tasarısı, sermayenin çayla ilgili yeni taleplerini gündeme getiriyor. Tasarısıyla getirilen en önemli değişiklik, çay üreticisinin sözleşmelerle şirketlere bağımlı hale getirilmesi; ikinci değişiklik ise çay İhtisas Borsası'nın kurulmasıdır. Bir başka değişiklikle neoliberal yapısal uyum programının gereği olan üst kurul çayda da getirilmektedir.

Bu durumda büyük bir olasılıkla ÇAYKUR özelleştirilecek; Karadeniz'de çay tarım ve sanayi bitirilecek; kendi insanımızdan esirgenen kaynaklar çokuluslu çay şirketlerine akıtılacak; çay üreticileri ise ya kendi bahçelerinde ırgat haline gelecekler ya da göç yollarına düşecekler.

Doğrudan gelir desteğinden havza modeline geçiliyor

IMF ve Dünya Bankası'nın Türkiye tarımını biçimlendirme girişimleri 1945'lere kadar gitmektedir. Ancak bunlardan en tahripkâr olanı 2000-2008 döneminde Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP) adı altında yürütülen "yapısal dönüştürme" programıdır. Programın en önemli bileşeni olan Doğrudan Gelir Desteği (DGD) Projesi 7 yıl boyunca tarımda üretim-istihdam dengelerini altüst etmiş; edilgen bir köylü kesimi yaratarak sistemden çıkmıştır. Bu program çerçevesinde tarımı destekleyen, girdi ve teknoloji sağlayan kurumlar özelleştirilmiş/tasfiye edilmiş; tarım birlikleri zayıflatılmış, işlevsizleştirilmiş ve tasfiye koşulları yaratılmıştır. Kısacası, çiftçi örgütsüz, desteksiz, çaresiz

kılınmıştır.

Tarımda 2010 yılından itibaren "Havza Bazlı Üretim ve Destekleme Modeli"ne geçilecektir. Bu modelde Türkiye iklim, topografya ve toprak verileri dikkate alınarak 30 havzaya bölünmektedir.

Modelin amaçları; üretim planlamasına imkân sağlamak, hangi ürünün nerede ne kadar üretilebileceğini belirlemek, çiftçinin gelirini artırmak, destekleri rasyonel, yönlendirici ve etkin bir şekilde kullanmak, arz açığı olan ürünlerde üretim artışı sağlamak olarak sıralanmaktadır.

Model ilk olarak halen prim desteği verilen 16 üründe uygulanacak. 2010 yılından itibaren arpa, aspir, ayçiçeği, buğday, çavdar, çay, çeltik, kuru fasulye, kanola, mercimek, mısır, nohut, pamuk, soya, yulaf ve yağlık zeytin üreten çiftçiler havza bazlı desteklerden yararlanacak.

Model ilke olarak, üretim planlamasının bir aracı olması yönünden doğru bir yaklaşımdır. Ancak gerek beklenen sonuçların ortaya çıkabilmesi için yapılması zorunlu olan diğer çalışmalara hiç değinilmemesi, gerekse iyi yönetilmemesi durumunda doğurabileceği yanlış sonuçlar açısından, modele ihtiyatla yaklaşılmalıdır.

Modelin önemli eksikleri şöyle sıralanabilir:

• Türkiye'de yaklaşık 150 çeşit ürün yetiştirilmesine karşılık model yalnızca 16 ürünü kapsamaktadır.

• Model kapsamındaki 16 ürüne uzun zamandan beri destekleme primi verilmekte; desteğe karşın üretim istenilen düzeyde artmamaktadır. Model kapsamına alındı diye bu ürünlerde üretim patlaması yaşanamayacaktır. Sorun destek değil, girdi maliyetlerinin yüksekliğindedir. Dünyanın en pahalı mazot ve gübresiyle üretim yapmak zorunda kalan çiftçinin rekabet edebilmesi mümkün değildir.

• Modelde fındık, tütün ve şekerpancarı gibi temel ürünler kapsam dışında bırakılmaktadır. Tütünde arz fazlası bulunmamaktadır. 2008 verileri ile yalnızca Ege bölgesinde 38 bin tonluk bir üretim açığı yaşanmıştır. Üretimin en

(5)

düşük olduğu dönemlerde bile yılda 600 milyon dolarlık ihracat getirisi olan tütünün, havza uygulaması kapsamı dışında tutulmuş olması çok önemli bir eksikliktir.

• 13 milyon tonluk üretimine karşın şekerpancarının destekleme kapsamı dışında bırakılması; bu alandaki niyetlerin bir göstergesidir. Ayrıca şeker fabrikalarının özelleştirilmeye başlanması, bu alandaki piyasalaştırma ve

yabancılaştırmanın hızlanacağının işaretidir.

• Model hayvancılık, yem bitkileri, sebze ve meyveleri kapsamamaktadır.

• Havzalar arasındaki büyük verim farklılıklarına karşın buğday, arpa ve mısır tüm havzalarda desteklenmektedir. Çukurova'daki çiftçi ile Karadeniz'deki çiftçinin buğdayda aynı desteği alması rasyonel değildir.

Sonuç olarak belirtmek gerekirse; model gelir transferi açısından farklılaşma yaratacak; bu da siyasal iktidarın elinde güçlü bir koza dönüşebilecektir. Bu durum modeli siyaseten hem güçleştirecek hem de siyasal kaygılarla uygulamanın yanlış yönlendirilebilme olasılığını artıracaktır.

Kesilen hayvan sayısı ve et üretimi son 10 yılda hızla azaldı

TÜİK verilerine göre son 10 yılda kesilen sığır sayısı yüzde 21, manda sayısı yüzde 29, koyun sayısı yüzde 43, keçi sayısı yüzde 73, toplam kesilen hayvan sayısı ise yüzde 29 oranında azaldı.

Aynı şekilde et üretimi de sığır hariç bütün türlerde ciddi oranda geriledi. Kesilen sığır sayısının azalmasına karşın verim artışına bağlı olarak sığır eti üretimi yüzde 3 oranında arttı, buna karşılık manda eti yüzde 33, koyun eti yüzde 41, keçi eti yüzde 72 ve toplam et üretimi ise bu türlerdeki ciddi düşüşlere bağlı olarak yüzde 9 oranında azaldı. Gübrede üretim düştü, ithalat arttı

Türkiye, kimyasal gübre üretiminde kullanılan hammadde kaynaklarına sahip değil. Doğalgaz, fosfat kayası, potasyum tuzları gibi ana girdilerin yaklaşık yüzde 95'i dış pazarlardan sağlanıyor. Dışa bağımlılık nedeniyle uluslararası pazar koşulları, fiyatlar ve döviz kurları sektör için önemli unsurlar olmakta.

2008 yılının ilk dokuz ayında gübre üretimi 2.3 milyon ton iken 2009 yılının aynı döneminde bu miktar yüzde 12 azalarak 2 milyon ton olarak gerçekleşti. Buna karşılık tüketim 3.3 milyon ton iken yüzde 19 artarak 3.9 milyon tona çıktı.

2008 yılının aynı döneminde 1.5 milyon ton olan ithalat 2009 yılında yüzde 29 artarak 2 milyon tona yükseldi. Yani gübre kullanımının yarıdan fazlası ithalat yoluyla karşılandı.

Kriz traktör üretim ve satışlarını vurdu

2008 yılının Ocak-Kasım döneminde traktör üretimi ise 23.971 adet idi. 2009 yılının aynı döneminde üretim yüzde 45 oranında gerileyerek 13.238 adet oldu. Krizle birlikte satın alma gücü zayıflayan çiftçinin girdi yanında mekanizasyon talebi de düştü. 2008 yılının Ocak-Kasım döneminde traktör satışı 14.621 adet iken 2009'un aynı döneminde 6.575 adet oldu.

Sulama yatırımları geriliyor

Tarımın başta sulama ve tarla içi geliştirme hizmetleri olmak üzere, altyapı sorunları çözümlenmesi gerekir. Ancak 1998-2002 döneminde yılda ortalama 65 bin hektar alan sulamaya açılırken; 2003-2008 döneminde bu miktar 50 bin

hektara düştü. Halen sulanan alanlar 5 milyon hektar dolayındadır. 9 milyon hektarlık hedef için, bu yatırım hızıyla gidildiğinde, 80 yıllık bir zaman dilimine gerek duyulmaktadır.

Kriz tarım ürünleri ithalatını düşürdü

(6)

yüzde 41,7 artarak 6 miyar $ olmuştu. Tarımsal dış ticaret açığı 2008 yılının Ocak-Kasım döneminde yüzde 2007 yılının aynı dönemine göre yüzde 179 oranında artarak 2.5 milyar $ ile Cumhuriyet döneminin en yüksek değerine ulaşmıştı.

2009 yılında yaşanan küresel kriz ithal ürün gruplarında ağır hasara yol açtı. İthal kapsamındaki tüm ürün gruplarında ciddi daralma oldu. Krizle birlikte satın alma gücü düşen tüketici daha ucuz yerli ürünlere yöneldi. Bu nedenle de 2009'un Ocak-Kasım döneminde tarım ürünleri ithalatı 2008'in aynı dönemine göre yüzde 33 gerileyerek 6 milyar dolardan 4 milyar dolara düştü. 2008'in aynı döneminde 2.5 milyar $ olan dış ticaret açığı ise yalnızca 250 milyar $ oldu.

Tarım politikaları küçük işletmeleri tasfiye ediyor

İktisat tarihçisi Huricihan İslamoğlu'nun Türkiye'de piyasa düzenlemelerinin, AB'nin ortak tarım politikasıyla uyumlu düzenlemelerin sonuçlarını saptamaya yönelik çalışması; küçük aile işletmelerinin tasfiye olduğunu, görece büyüklerin oranının arttığını; orta işletmelerin de tasfiye ile karşı karşıya bulunduğunu ortaya koydu. TÜİK'in verilerine göre 2001'de 0-50 dekar arası işletmeler toplamın yüzde 65'i oluştururken; İslamoğlu'nun çalışmasına göre yarısı tasfiye olarak yüzde 32'ye düşmüş: buna karşılık 500 dekar üzeri topraklı işletmelerin oranı yüzde 1 iken yüzde 6'ya yükselmiştir.

Çiftçilerin büyük bölümü enflasyona yenildi

2002 yılından sonra başta buğday olmak üzere birçok tarımsal ürünün fiyatı aynı dönemde yüzde 98,3 olarak gerçekleşen tüketici fiyatlarındaki artışın gerisinde kaldı.

İktisatçı Mustafa Sönmez'in hesaplamalarına göre; bu dönemde buğday fiyatları yüzde 93,4, patates fiyatları yüzde 97,6, yeşil mercimek fiyatları yüzde 81,7, tütün fiyatı yüzde 64,5, şekerpancarı fiyatı yüzde 31,9 oranında arttı. Üreticinin eline geçen fiyatlar esas alınarak yapılan hesaplamaya göre aynı dönemde arpa fiyatları yüzde 133, mısır fiyatları yüzde 114, pamuk fiyatları da yüzde 140,4 oranında artış kaydetti.

Kentlerde işsiz kalanlar kıra dönmeye başladılar

Bundan 20 yıl önce, toplam istihdamda tarımın payı yüzde 47'ye yakın iken 2009'da yüzde 25'e kadar geriledi. Tarımdan geçinenler 8.4 milyon iken 5.1 milyona indi. Bu, 20 yılda 3.3 milyon işgücünün tarım dışına itilmesi anlamına gelmektedir.

Tarımdaki hızlı erozyon, ulusal gelir içinde tarımın payını da 20 yılda yüzde 17.5'ten yüzde 9-10'a kadar geriletti. Bu gerilemede, birçok faktörün yanı sıra bütçeden tarıma aktarılan desteklerin azalması kadar, tarımla ilgili KİT'lerin özelleştirilmesi, tasfiyesi de etkili oldu.

Tarımın Ulusal Gelir ve İstihdamda Gerileyişi (Yüzde)

2009'da tarımsal istihdamdaki düşüş hızı yavaşladı; krizden dolayı sanayi ve hizmetler sektöründe işsiz kalanlar kıra dönmeye başladılar.

2009'da tarım destekleri 2006'dan daha düşük

2009 yılı Bütçe Kanunu Tasarısı TBMM'ye geldiğinde öngörülen destekleme tutarı 5.500 milyon TL olmasına karşın, bu tutar bütçenin yasalaşma sürecinde 4.954 milyon TL'ye indirilmiştir. Desteklerin 2009 yılı sonunda 4.498 milyon TL olarak gerçekleşmesi beklenmektedir. Hükümet böylelikle 2009 yılı bütçesinde çiftçinin ödeneğini 1 milyar TL tutarında azaltarak 2006 yılı seviyesine düşürmüştür.

(7)

2010 yılı için tarımsal destekleme ödeneği 5.605 TL yani nominal olarak 2007 yılındaki seviyeye eşittir. Öte yandan 2010 için ayrılan ödenek, 2009 yılını hariç tutarsak, 2005'ten bu yana GSYH'deki payın en düşük olduğu yıldır. Yıllara Göre Tarımsal Destekleme Ödemeleri

*: Program tahmini, **: Program

GDO'lara izin veren yönetmelik yayımlandı

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın hazırladığı "Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik" 26 Ekim 2009 tarihli Resmi Gazete'de yayımlandı. Bu yönetmelike Türkiye'de Genetiği Değiştirilmiş Organizmalardan (GDO) elde edilen ürünlere resmen izin verilmiş oldu. Yönetmelikteki dikkat çekici düzenlemeler şöyle sıralanabilir:

• Yönetmelik, çiftçilerin GDO'lu tohumları alıp üretim yapmasını öngörmemekte; GDO'lu ürünlerin işleme, ithalat, ihracat, izleme, tescil, etiketleme, kontrol ve denetimle ilgili yöntem ve esasları düzenlemektedir. Ancak, yem sanayii için ithal edilecek GDO'lu ürünlerin tohumluk olarak kullanılmasını önleyen bir düzenlemeye yer vermemektedir. • Yönetmelik GDO'lu ürünlerin, bebek mamaları ve bebek formülleri, devam mamaları ve devam formülleri ile bebek ve küçük çocuk ek besinlerinde kullanılmasını yasaklıyor; ancak yasak yemlerde kullanımını kapsamıyor. Oysa GDO içeren yemleri tüketen hayvanlardan elde edilen ürünlerin çocukları da etkilemesi mümkündür.

• Yönetmelik, GDO'suz ürünlerin etiketinde GDO'suz olduğuna ilişkin ifadelerin kullanılmasının yasaklamaktadır. • Yönetmelikle bağımsız, bilimsel, teknik risk değerlendirme komitesinin kurulması ve bu komitede uzmanların görev yapması öngörülmektedir. Ancak bu komitede yer alacak uzmanların Tarım Bakanlığı'na bağlı kurumlardan

oluşturulması, komitenin bağımsızlık ve bilimselliğini tartışmalı hale getirmiştir.

Kamuoyundan aldığı büyük tepki karşısında yönetmelik bir ay geçmeden (20 Kasım 2009 tarihinde) değiştirilmek zorunda kalınmış; "izin koşulları", "başvuru koşulları" ve "ithalat" başlıklı maddelerinin uygulanması 1 Mart 2010 tarihine bırakılmıştır. Böylelikle 1 Mart 2010 tarihine kadar, her türlü GDO'lu ürünün, 1998 yılından bu yana olduğu gibi, hiçbir kontrole tabi olmadan, ülkeye serbestçe girmesinin yolu açılmıştır.

Düşük fiyat, süt üreticisini iflasa sürüklüyor

Yem fiyatlarının sürekli yükselmesi, buna karşılık çiğ süt fiyatlarının düşmesi nedeniyle zor günler yaşayan süt üreticileri bu olumsuzluklara süt tozu ithalatının da eklenmesiyle iflasın eşiğine geldiler. Süt/yem paritesi tarihinde ilk kez 0,8′in altına düştü. Paritenin 2′nin altına düşmesi durumunda üreticilerin zarar etmesi kaçınılmaz hale geliyor. Bu durumda damızlık süt ineklerinin kasaplık olarak değerlendirilmesinden endişe duyuluyor.

Türkiye tarım topraklarını satıyor

İngiliz Economist Dergisi, gıda krizini aşmak isteyen ülkelerin başta Afrika olmak üzere dünyanın dört yanından tarım arazisi aldığını, BM'nin "yeni sömürgecilik" olarak nitelendirdiği anlaşmalar kapsamında Bahreyn'in Türkiye'de 500 milyon dolara arazi aldığını yazdı.

Türkiye'nin tarım topraklarını başka ülkelere sattığı ya da kiraladığı iddiası yeniden gündeme geldi. Grain adlı

biyoçeşitlilik kuruluşu Kasım 2009'da Türkiye'nin 6 anlaşmayla tarım topraklarını başka ülkelere sattığını ya da uzun vadeli olarak kiraladığını duyurdu. Grain'in raporuna göre, Türkiye bu alanda Sudan, Pakistan, Filipinler, Mısır'dan sonra 5. sırada bulunuyor. Sudan 20, Pakistan 15, Filipinler 9, Mısır 8 anlaşmayla topraklarını başka ülkelerinin tarımsal gereksinimleri için kiralamış ya da satmış durumda.

Sonuç olarak belirtmek gerekirse; ülkemizde de uygulanan neo-liberal politikalarla endüstriyel tarım dayatılmakta; küçük toprak sahibi çiftçiler tasfiye süreci yaşamakta ve bu sürecin kazananı, egemenliklerini tüm dünyada sürdüren

(8)

çokuluslu tarım-gıda şirketleri olmaktadır. Türkiye'de tarımın bu sarmaldan kurtulabilmesi; kendi insanının

ihtiyaçlarına ve ülkenin özgül ekolojik koşullarına uygun, emek ve üretim odaklı bir program uygulamasına bağlıdır. Dr. Necdet ORAL

(*) TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Bursa Şubesi bianet.org

Referanslar

Benzer Belgeler

NCTS sistemi > Veri girişi > NCTS > Dizin ekranına ​Dosya  bilgileri ve Kalem Bilgileri ​bölümlerine Gönderen Vergi No  , Gönderen Adres, Alıcı Vergi No ,

Para talep formu üzerinden "Para transfer" butonuna  tıklandığında Çıkış hesabı kartoteksinde seçilen  banka numarasının eft girişinde ​ödeme tipi P

Ön Muhasebe Sistemi<Veri Girişi<Hesap Planı Giriş girişinde herhangi bir bir hesap sorgulanır ve kartoteks butonuna basılır.. Bu arada kısa süreli bir yavaşlama söz

Ancak, TFF Yönetim Kurulu’nca kabul edilecek mücbir sebepler (Seyirci potansiyeli, güvenlik v.b.) nedeniyle kendisine uygun stadyum bulamayan takımlar, stadyumları

Ancak, TFF Yönetim Kurulu’nca kabul edilecek mücbir sebepler (Seyirci potansiyeli, güvenlik v.b.) nedeniyle kendisine uygun stadyum bulamayan takımlar, stadyumları

d) Kendisine havale verilen ATA Karnesini alan muayene ile görevli memur, karnede kayıtlı eşya ile geçici ithali talep edilen eşyanın birbirine uygunluğunu inceler. Ayrıca

* İki ülkenin karşılıklı olarak kaynaklarının verimli bir şekilde yönetilmesi adına önemlidir.

• İthalatta haksız rekabet hâllerinden dampinge veya sübvansiyona konu olan ithalatın sebep olduğu zarara (haksız rekabete) karşı yerli üreticilerimizin korunması