Milli Mücadele'de Denizli
ve
Ahmet Hulusi Efendi Sempozyumu
Bildiriler
24 -25 -26 Haziran 1992
Denizli
ISBN 978-975 Ol 977-8-9 Denizli Belediyesi Kültür Yayınları
Yayın no: 09 Genel Koordinatör
Hüdaverdi Otaklı Yayın Koordinatörü Mehmet Çağrı Sebzeci
Sayfa Düzeni Sefa Gürlen
Kapak Mustafa Odabaşı
Redakte
!!kay Şahin Baskı ve Cilt
~Basım/ lsıanbul www.egebasim.com.tr
İkinci Baskı Nisan 2011
DenizliC
C Bu eserin her hakkı saklıdır, yazarına aittir.
Ahmet Hulusi Efendi Dönemi'nde Türk Din Bilginleri
Dr. Abdııllalı Manaz ,.
A. Hulusi Efendi dönemi, Türk milleti için sadece askeri bir kurtuluş
mücadelesine değil, aynı zamanda milli ve dini kültürün canlandırılması
gayretlerine de sahne olmuştur Bu çaba içerisinde birçok Türk din bilgini ortaya çıkmış ve bir dizi yeni fikirler üretilmiştir.
O günlerde yaşanılan gerçekler ve tartışılan meseleler günümüze de
ışık tutacak niteliktedir. Bu dönemde yetişen önemli Türk bilginleri bazı
temel görüşleri ile birlil..1:e hatırlamak yararlı olacaktır.
İsmail Hakkı Manastırlı (1846-1912)
Fatih müderrislerinden olan İsmail Hakkı, Manastır şehrinde doğdu.
Sırat-ı Müstakim ve Sebilurreşad dergilerinde yazılar yazdı. M. Akif, O'nu son devrin en büyük bilginlerinden biri olarak kabul eder.
İsmail Hakkı, Abdullah Cevdet tarafından çevrilen Dozy'in İslam
Tarihi'ne Sırat-ı Mustakim'de yazdığı 31 makale ile karşılık verdi. Batılıla
rın kölelik, çok evlilik ve kılıç dini gibi iddialarını cevaplandırdı. Konuş
malarında milli birliği bozanları ve kargaşalık çıkaranları şiddetle eleşti
rirdi. Suriyeli büyük bilgin Mevlana Hüseyin Cisir'in 'Risale-i Hamidie'
• Araştırmacı -Yazar
179
isimli eserini dilimize tercüme etti. Bu eserde, hurafelerin ve sahte şeyh
lerini dini küçük düşürdüğü zikredilir ve İslam'ın Temel ilkeleri ortaya konur.
Musa Kazım (185$-1919)
Musa Kazım, Osmanlı'nın son dönem şeyhülislamlarından ve din bil- ginlerindendir. Şeyh Bedrettin, Gazali ve İbni Rüşd<ien tercümeler yaptı.
"Şafvetu-l Beyan" isimli bir Tefsir yazdı.
Medreselerin ıslah edilmesinin gerektiğine inanırdı. Kuran tercümesi- ne karşı çıkan ve yabancı dil öğrenmeyi günah sayanlara şöyle cevap ver-
mişti:
"Biz kitabımızı, Kitabullahımızı bilmeyecek miyiz? Dünyada hiçbir kavim yoktur ki, kitabını bilmesin. Tevrat'ı Yahudiler bilir, çünkü kendi dilleri ile yazılmış. Kuran-ı Kerim bizim dilimiz üzere inmemiştir o halde tercüme edelim. Biz Türkçe konuşuyoruz. Kuran-ı Kerim'in indiği bir dil
değil bu, konuşmayalım mı? Sonra Arap Yahudileri Arapça konuşur, fakat dinleri islcı:m mı? Hayır!... Dil meselesini dine karıştırmamalı. Din başka,
dil başka. Bunları ayırt etmeli. Çünkü h~m ayıptır, hem de gülünç oluyo- ruz''. 1 O dönemde, Rüşdiyeler açıldıktan sonra okullarda tarih ve coğrafya
derslerinin okunmasına bile karşı gelmişlerdi. Şeyhulislam Musa Kazım,
coğrafya ve tarih derslerinin Türkçe Arapça veya Hidçe hangi dilde olursa olsun okunmasının caiz olduğuna dair fetva vermek zorunda kaldı.
Mahmut Esat (1857 -1917)
Aslen Seydişehir'li olup, İstabul<ia yetişti. 1908<ien sonra defter-i Haka- ni ve Adliye Nazırı oldu.
Mahmut Esat, ansiklopedik bir bilgi sahibi idi. Dini konularda önemli eserler yazdı. Carly'nin "Kahramanlar" adlı kitabından Hz Muhammmed ile ilgili bölümü tercüme etti. Kuran tercümesini, hükümlerin çağın ihti-
yaçlarına göre yeniden düzenlenmesini savundu. Kadınların sosyal hayata
iştirak etmesini istedi.2
1. Sırat-ı Mustakim, 1325
2. M. Esat, Tarih-i lim-i Hukuk, İstanbul 1331.
Mehmet Seyyid Bey ( 1873 -1924)
Aslen Türkistanlı bir aileden olup İzrnir'de doğdu. Son dönemde Ad- liye Vekilliği yaptı. Hem İslam huk'Ukunu hem de Batı hukukunu çok iyi bilirdi.
Dinde taklitçiliğin yeri olmadığının ve her dönemde içtihad yapılması gerektiğini mezhep imamlarının görüşleri ile ortaya koydu. Faiz hakkında
özetle şöyle söyledi:
"Bazı müçtehidlere göre riba (yani faiz) altı şeyde (altın ,gümüş, buğ
day, arpa, hurma ve tuzda) cereyan eder. Madeni ve kağıt paralar bunun
dışındadır. Ribanın nedeni sebebi Nas ile bildirilmediğinden imamlar bu- nun mahiyetinde ihtilafa düşmüşledir. Her mezhebin görüşü diğerinden farklıdır. 3
Seyyid Bey, "Nikah, taraflar arasında yapılan bir akittir. Tarafların rıza beyanıyla tamam olur. İmama lüzum yoktur" diyerek Medeni nikahı mu- teber saydı.4
Her vesile ile, İslam ülkelerinin gerileme sebeplerinin İslamiyet'te de- ğil, Müslümanların anlayışında olduğunu ifade etti. O'nun önemli konuş
malarından birisi, Hilafetin kaldırılmasından önce Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yaptığı konuşma idi. Bundan bazı özet parçalar sunalım:
" ... İslam tarihine büyük bir inkılap yapıyoruz. Diyebilirim ki, bundan daha büyük inkılap olamaz ... ilkönce şunu arzedeyim ki, hilafet meselesi dini olmaktan çok dünyevi bir meseledir. İtikadi meselelerden değil, mil- lete ait haklar ve kamu menfaatlerindendir ... Hilafet, hükümet demektir.
Doğrudan doğruya millet işidir ... Halife nasıl tayin edilir, hilafetin şartları
nelerdir, herhalukarda ve her zamanda halife tayin etmek millet üzerine vacip midir? gibi meseleler hakkında ne Kuran-ı Kerimöe ne de hadisler- de bir açıklık yoktur. Hilafet meselesi öyle zannedildiği gibi esas dini me- selelerden değildir. Siyasi bir meseledir; zaman, örf ve adete göre değişir, zamanın gerektirdiği şeylere tabidir .. :'
"Zannediliyor ki, biz hilafeti lağvedersek Mısıröa Hindistanöa ve diğer İslam memleketlerinde kötü tesir yapacak. Bu bence, çok boş bir fikirdir emin olun Efendiler bunun İslam dünyasında hiçbir tesiri olamaz .. :'
3. Seyid Bey, Usul-i Fıkıh dersleri, sh. 184-185.
4. Seyyid Bey, Medhal, sh. 101.
181
İslam dünyasının bize olan yardımını bilmiyorum, gerçekten var mıdır:
Efendiler, beş on lira vermekle ona yardım denmez. Vaktiyle İstanbul'da
"Cihat Fetvası" yayımladığı zaman İslam dünyasından hiçbir kabul ve katıl
ma sesi çılınıadı. Irak'ı, Suriye'yi ve hatta hilafet merkezi sayılan İstanbul'u işgal eden ordular Hindistan'ın Müslüman askerlerinden meydana gel- mekti idi. Beni, Arabyan hanında bir odaya kapayarak başımda nöbet bekleyen Müslüman Hind askeri idi. İçimizde Şeyhülislamlık yapmış olan kişi de beraber Malta'da esir yaşadığımız zaman İslam dünyasının hiçbir
tarafından bize yardım eli uzatılmamıştı. Efendiler, kendimizi aldatmaya-
lım, gerçeği olduğu gibi görelim ve görmeyenlere de göstgerelim.5 Seyyid Bey tarafından yapılan 63 sayfalık "Hilafein Mahiyet-i Şer'iyyesi" isimli konuşması o dönemdeki hilafet yanlılarının hepini susturmuş ve Atatürk
tarafından kurulan Cumhuriyet yönetimine büyük destek sağlamıştı.
İsmail Hakkı İzmirli ( 1869 -1944)
İzmiröe doğdu ve birçok ilmi kuruluşlarda ve devlet kademelerinde yö- neticilik yaptı. Taklitçiliğe, israiliyat ve hurafelere karşı çıktı. İzmirli İsmail
Hakkı kendi bilimsel metodunu şöyle ifade ediyor:
..
"Mukaddes ve yüce dinimizin gerektirdiklerinden olmak üzere, Kaina-
tın Serveri en kamil salemler O'na olsun- Efendimiz Hazretlerinden başka
hiç bir Müslümanı masum bilmem. Bütün Alimlerin sözlerini yalnız bur- han ve delille kabul ederim düşünce ile o sözlere kıymet veririm, lehte ve aleyhte olanları sözlerini dinlerim. Muhaliflerin sözünü, sırf muhalefetle- rinden dolayı reddetmediğim gibi doğru ve uygun bulunanlarında sözü- nü de sırf uygun ve doğru bulunduklarından dolayı kabul etmem. Hiçbir alimin şiddetli taraftarı değilim. Hiç bir alimin sözünü vahiy gibi telakki etmem, İbni Teymiye'nin şiddetli taraftarı olmadığım gibi Gazali'nin de şiddetli taraftarı değilim. Hanbeli de değilim. Aşeri de. Körü körüne mu-
tasavvıflara da, kelamcılara da tabi olmam. Hak taraftarıyım .. :'6
Bereketzade İsmail Hakla (. .. -1918)
Geniş bir İslam kültürüne sahipti. Meşrutiyetten sonra Başsavcılık yap-
tı. Sırat-ı Müstakim'de yazılar yazdı.
5. 1. Kara, TurkiyeCle lslamcılık düşilncesi, sh. 179-200 6,. i. Kara Türkiye'de İslamcılık düşüncesi sh. 95
Necaib-i Kura.niye ve Envar-ı Kuran isimli tefsirlerinde hurafelere kar-
şı çıktı. "Sahih delil olmadıkça, sözleri asıl manasından başka manaya yormak olmaz. Yahudilerin ağzından duyulan bu gibi hikayeler tefsirlere
doldurmuşlar. Bunları vahiy ile karıştırmışlar. Bazıları, "Gökten dökülen
yağmur" deyimine bakarak yağmurun aşağıdan kalkan buhardan meyda- na geldiğine inanmazlar ... Şimşek, gök gürlemesi, yıldırım nasıl meydana gelir, bunlar kuran bahislerinden değildir. Bunlar tabii ilimler bahislerin- dendir. Bunlar tahsille öğrenilir. Bu gibi bahisler, vahye tevakkuf etmez .. :·
İsmail Hakkı Milaslı ( ... -.... )
Sebilurreşad dergisinin önde gelen yazarlarındandı. "Din-i İslam ve Ulum-ü Fünun" adlı kitabı ile tanındı. Arap harflerini öğrenme zorluğunu düşünerek, harfleri bitiştirmeden yazmayı teklif etti. İttihatçılar ve ordu mensupları buna ilgi gösterdi ve denemeler yapıldı, kitaplar yazıldı. An- cak daha sonra vazgeçildi.
Mustafa Sabri (1870-1954)
Aslen Tokat'lı olup Kayseri ve İstanbul'da yetişti. Beyanu'l Hak dergisi- nin başyazarı oldu. Son şeyhülislamlardan olan Mustafa Sabri, yüzellilik- lerin affından sonra Türkiye'ye dönmedi ve MısırCla öldü.
"Dini Mücedditler" isimli eserinde yenilik hareketlerine karşı çıkmakla tanınır. Mısır'da Arapça olarak yayınladığı "Mevkıfu'l Ak! ve'! ilim" isim- li eserinde birçok çağdaşına çattı. Eski dostu Elmalı Hamdi Yazır'ı tenkit etti. Yeni Türkiye Cumhuriyet'i aleyhine konuşmadığı için Mehmet Akif Ersoy'u kınadı.
Fatih Gökmen (1877-... )
Akseki'li olup, medresede yetişti ve astronomi ile uğraştı. Sebilurreşad
dergisinde yazılar yazdı. M. Akif Safahat'ın "Fatih Kürsüsü'nden" başlıklı
bölümünü O'na ithaf etti.
Ay başlangıçlarının belirlenmesi konusunda astronomik hesaplara gü- venilmesini savundu. Elmalılı Hamdi Yazır da O'na karşı çıktı. Cumhu- riyet devrinde çıkarılan bir kanunla bu konuda Rasathane yetkili kılındı.
Fatih Hoca, Kandilli Rasathanesi'nin ilk kurucusudur.
183
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (1878-1942)
Elmalı'da doğdu ve İstanbul'da yetişti. Meşrutiyet'te Antalya mensubu, 1922'de Evkaf Nazırı oldu. Tefsir, hukuk ve felsefe alanında önemli eserler
yazdı.
Beyanu'l Hak dergisinde yazdığı "İslamiyet, Hilafet ve Meşihat" başlıklı yazısında halife ve şeyhülislamın bir kutsallığı olmadığını ifade etti.
Atatürk'ün teşviki üzerine T.B.M.M. aldığı bir karar uyarınca "Hak Dini Kuran Dili" isimli 8 ciltlik tefsirini yazdı. Bu eser halen en önemli Türkçe tefsir durumundadır.
Babanzade Ahmed Naim Efendi (1872-1934)
Bağdat Türklerinden olan Ahmet Naim, birçok okulda öğretmen
lik yaptı ve Sırat-ı Müstakim ile Sebilurreşad dergilerinde yazılar yazdı.
Yine T.B.M.M:nin aldığı karar uyarınca, en sağlam hadis kaynağı olan Buhari'nin Sahih'ini tercümeye başladı. Ölümü üzerine bu eser Kamil Mi- raz tarafından tamamlandı.
Ahmed Naim, bu eserinde yer yer akılcı yorumlara yer verdi. "Altın nişan yüzüğü bir hatıra olduğundan mahsurlu değildir. " "Resim yasağı, putları kırmak içindi. Mahsuru kalmadığından yasak da kalkmıştır" şek
linde açıklamalarda bulundu.
Osmanlı Devleti'nin parçalanmaması için Ümmetçilik fikrini savundu-
ğundan, Yahya Kemal ile tartıştılar ve küstüler.
Mehmed Akif Ersoy ( 1873-1936)
Milli şairimiz Mehmed Akif, İstanbul'da doğdu ve ilk olarak Fatih der- siamlarından olan babası tarafından yetiştirildi. Milli Mücadele başlayın
ca Anadolu'ya geçti. Bir ara Kahire Üniversitesi'nde Türk Edebiyatı okut- tu. 1936 yılında İstanbulöa öldü.
Sırat-ı Müstakim ve Sebilurreşad dergilerinde heyecanlı yazılar yazdı.
Müslümanların uyanması için, Muhammed Abduh, Ferid Vecdi ve Ab- dulaziz Çaviş'den tercümeler yaptı. Bazı yazılarında Cemaleddin Efgani'yi savundu. Akif eşsiz şiirler yanında, çarpıcı fikirlerle dolu düz yazılar da
yazmıştır.
Hasan Basri Çantay'ın O'nu tanıtan ''.Akifhane" isimli çok güzel bir eseri
vardır. Çan tay Akif hakkında şunları söylüyor:
"O ne yazdı ise duyarak yazdı, ağlayarak yazdı, pare pare sıhhatini, var- lığını eriterek yazdı. İnandı yazdı; inanmadığına iltifat etmedi... Milli Mü- cadele döneminde, İstanbul hükümeti adına kendisini yazıları yüzünden uyaran memura şöyle söylen1işti: "Nazırına söyle: kendilerini düzeltsin- ler!. Bu gidiş devam ettikçe bizi susturamazlar. Ben fasulye aşı yemeğe razı
oldukça kimseden korkmam."
Soğuk bir kış günündeyiz. Akif'i kır bir ceketle görüyoruz. Üşüyor, hissettirmemeye çalışıyor tahkik ettim. Paltosunu evinin kapısına gelen
çıplak bir fakire giydirmiş.
Bir Arap şairini, bir Acem edibini, bir Fransız alimini Berlin'de bir sof- rada toplayan Mehmed Akif, tek başına ve aynı zamanda onların hepsiyle hem konuşmuş, hem de kendilerini yekdiğerleriyle konuşturmuştur.
Akif, vefat ettiği 1936 yılında şunları söylemişti: "Türk inkılabı, diye- bilirim ki;
Dünyanın her tarafından ziyade Mısır'da dikkat ve alaka ile takip edil-
miştir. Ecnebi bir milletin boyunduruğu altında bulunan Mısırlılar, ya- bancı emelleri çürüten muvaffakiyetlerimizi, İstiklal mücadelesinden kültür ve ekonomi inkılabına kadar her sahada dikkatle ve alaka ile takip etmektedirler. İnkılabın her zaferi oradan takdirle ve muhabbetle karşı
lanmıştır Mısır'ın münevver tabakasının Türkiye'ye ve Atatürk'e karşı duy- duğu hayranlık sonsuzdur:'1
Mehmed Şemseddin Günaltay (1883-1961)
Eğin ilçesinde doğdu ve Avrupa'da yetişti. Tarih Kurumu Başkanlığı ve Başbakanlık yaptı. Sebilurreşad ve Sırat-ı Müstakim dergilerinde çok gü- zel yazılar yazdı.
"Zulmetten nura" isimli eseri yayınlandığında, M. Akif "Benim Şem
seddinim" diyerek O'na övgülerde bulunmuştu.8 bu eserini kaleme aldı.
Daha birçok değerli kitaplar yazdı. İslam'ın gelişmeye engel olduğunu söy- leyenlere şöyle cevap verdi:
7. H.B Çantay, Akifnarne, sh. 28, 31, 33, 40, 307 8. Sebilurreşad, C X, Sa}~: 188.
185
"İslam terakkiye engel olsaydı, Müslümanlar arasında bir Farabi, bir Kindi, bir İbni Sina, İbni Musa, Gazali, Razi, İbni Rüşd, Ebu Bekir Baytar, İbni Kemal, Uluğ Bey yetişmez yetişemezdi. Bağdat medeniyeti Kurtuba, Haşmeti, Kahire saltanatı, Semerkant marifeti, İstanbul şevkati, Hindistan ve İran bedayii, Şam sanayi olur muydu?"9
Şemseddin Günaltay, İslam ülkelerinin geri kalışını da şöyle açıklıyor:
"Bir vakitler cihanın en hakim, en ileri milleti olan Müslümanlar, bu- gün zelil ve sefil yerlerde sürünüyor. Esaret altında inliyor. Bir zamanlar dünyaya şanlar yağdıran İslam sancağı bugün boynu bükük. Eskiden ma- mur medeniyet diyarı bugün harap. Tabiat kuvvetlerine meydan okuyan Müslümanların torunları sefalete düşmüşler. İslam diyarı mezarlık. Bu- nun nedeni olmalı!. Bu din olamaz. Çünkü dün aynı dine sahipken yük- selmişler, medeniyet kurmuşlar. Öyleyse fark neden? Eski Müslümanlar hakikate tapardı. Şimdikiler hurafelerin esiri. Müslümanları kurtarmak için hurafeleri yıkmaktan, hakikate koşmaktan başka çare yoktur .. Müslü- manları geri kalmasının nedeni, gerçek İslam değil, eski milletlerin hura- feleri ile karışık inançlardır."
"Oğuz Türkleri, İslam dünyasını siyasi ve mezhebi parçalama halinde bulmuşlardır. Onu birleştirmek ve savunmak için çalışmışlardır. Haçlı se- ferlerine karşı bu alemi koruyan yalnız Türkler olmuştur. Türkler başka İslam milletlerinden idareleri, hükümetçilikleri ve askerlik güçleriyle ay- rılırlar. Pek eski asırlardan beri milli töreye ve yasalara bağlı yaşamışlardır.
Bu sayede İslam dünyasında daima ayakta kalmışlar ve başka İslam mil- letlerini korumuşlardır"10
Şemseddin Günaltay, birçok konuda Ziya Gökalp ile fikir birliği için- deydi, "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak şeklinde formüle edilen düşünce hakkında şunları söylüyor: "Asrileşmek cereyanına gelince, bu da fiili hayatın vazgeçilmez bir ihtiyacıdır. Harici sınırlarını emniyet ve tamamiyetini temin eden bir millet, ilerlemiş milletler arasında varlığını
devam ettirebilme~ için dahili hayat itibariyle süratli bir şekilde inkişaf ve tekamül etmek mecburiyetindedir. Fakat, asrileşmek bizi hiçbir şekil
de milliyetimizden, dinimizden uzaklaştıramaz. Aksine bizde bu iki hissi daha çok artırır. Biz hem dindar bir milliyetçi, hem de asri bir millet olabi-
9. Sırat-ı Mustakim, C. VIII, Sayı: 16, sh 198.
10. H.Z. Ülken, Tıirkiyeöe Çağdaş Düşünce Tarihi, sh. 4654.
liriz. Muasırlaşacağız diye, bütün milli ve dini hüviyetimizden soyulacak olursak ki içtimai kanunlara göre bu muhaldir-asrileşmiş olmaz, ölürüz . .. Demek ki, bizim için kurtuluş ve yükselme yolu, Türk İslam Kültürü dahilinde muassır bir medeniyet ana yoludur."11
Mehmed Fahreddin ( .... -... )
Medresede yetişti ve orduda alay müftülüğü yaptı. Savaş sırasında Se-
bilurreşad dergisinde, orduya ve donanmaya yardım konusu da heyecanlı
yazılar yazdı. Zekat, Fitre ve kurban paralarının orduya verilmesini istedi.
Ülke harpte iken Hacca gitmeye çalışanlara karşı çıktı. Yazılarından bir kaç satır sunalım:
"Kurban paralarını donanmaya verip gücümüzü artıralım.
Allah "Düşmanlara karşı kuvvet hazırlayın" diyor. "Vatan kurban olup giderken bizim kurban kesmemize melekler bile şaşar ve üzülür. " "Kur- ban kesmek vacip veya sünnet, cihad ise farzdır:· "93 savaşında Tuna ha- valisinde karılarını, kızlarını bırakıp hacca giden bedbahtlar gibi nereye gidiyorsunuz?"
Ahmed Hamdi Akseki (1887-1951)
Akseki'de doğdu, İstanbul'da yetişti. Milli Mücadele sırasında Ankara'ya geldi ve Şeriye Vekaleti'nde görev aldı.
1947'de Diyanet işleri Başkanı.oldu.
Müslümanların geri kalma sebebinin dini gerektiği gibi anlamamaları olduğunu belirterek ş.öyle söylüyordu.
"Her türlü saadetimizi temin eden Kuran'ı ve Sünnet'i bırakıp da fala-
nın sözü, bilmem kimin evrad ve ezkarı ile delil aramaya kalkışmak delilik
değil de nedir? Müslümanların dini böyle yanlış anlamaları ile ellerinde ne ilim kaldı, ne din, ne dünya. Hakiki din, ilim öğrenme ile memleketin imar ve terakkisine çalışmakla, her şeyi akıl mizanına vurmakla emir etti-
ği halde, Müslümanlık davasında bulunanlar, cehalet, sefalet içinde yüzüp
gidiyorlar:•ıı
1 ı. I. Kara, Turki)•e<ie İslamcılık Düşüncesi, sh.413-433 12. Sebilurreşad, C. Xl, sh. 321-323.
187
Şerafettin Yaltkaya (1879-1947)
İstanbul' da doğup yetişti. 1942 yılında Diyanet İşleri Başkanı oldu.
Kuran'ın tercüme edilmesini savunduğu için şimşekleri üzerine çekti.
Ziya Gökalp ile sıkı bir dostluğu vardı. Birçok önemli eserler meydana getirdi.
Ziya Gökalp (1875-1924)
Yeni Türkiye'nin en önemli fikir öncülerinden
z.
Gökalp Diyarbakır'da doğdu ve İstanbul'da yetişti.Son Osmanlı Meclisi'nde mebus oldu ve Cumhuriyet'ten sonra Ankara'ya gelip Maarif Vekaleti'nde görev ald1. Kurucusu olduğu İslam
Dergisi'nde düşüncelerini ortaya koydu. O dönemde .~iya Gökalp, Türk- çülük, İslamcılık ve Batıcılık cereyanlarını sentezleyen, yeni bir düşünce akımı ortaya attı. Türkleşmek, islamlaşmak, muasırlaşmak şeklinde ifade edilen bu fikir akımının büyük tesirleri oldu. Gökalp, aynı isimli eserini
"Üç Cereyan" başlıklı bölümünde şunları söylüyor:
•,
"Memleketimizde üç fikir cereyanı vargır. Bu cereyanların tarihi tetkik olunursa görülür ki, mütefekkirlerimiz iptida "Muasırlaşmak" lüzumunu
hissetmişlerdir. III. Sultan Selim devrinde başlayan bu temayüle inkılap
tan sonra "İslamlaşmak" emeli iltihak etti; son zamanlarda ortaya bir de
'Türkleşmek" cereyanı çıktı ...
İslamlaşmak fikrinin mürevvici "Sırat-ı Müstakim- Sebilurreşad':
'Türkleşmek fikrinin mürevvici "Türk Yurdu" mecbuasıdır. Dikkat olu- nunca bu üç cereyanın da hakiki ihtiyaçlardan doğmuş olduğu görülür ...
Türklükle İslamlık, biri "milliyet" diğeri "beynelmilliyet" mahiyetle- rinde oldukları için aralarında asla tearuz yoktur ... Asriyet ihtiyacı bize Avrupaaan yalnız ilmi ve ameli aletlerle fenlerin iktibasını emrediyor ... O halde, her birinin ~üfuz dairelerini tayin ederek, bu üç gayenin üçünü de kabul etmeliyiz. Daha doğrusu, bunların bir ihtiyacın üç muhtelif nokta- dan görülmüş safhaları olduğunu anlayarak "muasır bir İslam Türklüğü"
ibda etmeliyiz:' 13
!3.
z.
Gökalp, Tıirkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak, sh. 1·12Sonuç
Bu örnekler gösteriyor ki, Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi'nin döneminde, askeri mücadele yanında dini ve fikri bir çırpınış da görül- mektedir. Yeni Türkiye Cumhuriyeti, işte bu geniş fikir temelleri üzerine
inşa edilmiş ve İslam ülkeleri arasında gelişme şansını yakalayabilmiştir.
Milli Mücadele döneminde ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında başlayan bu fikri canlanma, karşılıklı hoşgörü ve iyi niyet ölçüleri içerisinde devam
ettiği sürece ülkemiz daha da gelişecek ve kalkınacaktır.
189