• Sonuç bulunamadı

Cilt 22 Sayı 22 (2006): 22/22 2006 görünümü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Cilt 22 Sayı 22 (2006): 22/22 2006 görünümü"

Copied!
208
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

İÇİNDEKİLER

AVRUPA’DA DİN ÖĞRETİMİ VE YENİ AÇILIMLAR 9

Prof. Dr. Osman ZÜMRÜT

EBÛ HANÎFE’NİN DÎNÎ VE SİYÂSÎ DURUŞU 37

Prof. Dr. İsa DOĞAN

“SAMSUN HAVZA SİVRİKİSE CAMİİ” 49

Doç. Dr. Yılmaz CAN

BİR MUAFİYET VERGİSİ OLARAK CİZYE: - TARİHSEL VE KAVRAMSAL BİR OKUMA - 59

Doç. Dr. Osman GÜNER

ONTOLOJİK KANIT NE KADAR A PRİORİDİR? 75

Doç. Dr. Metin YASA

YUNUS EMRE'NİN KÖTÜLÜK PROBLEMİNE İLİŞKİN ÖZGÜN ÇÖZÜMLEMESİ: ‘BİR AŞIĞIN ACILARI TANRI İLE SESLİ KONUŞMASI’NIN

UFUK AÇAN DEĞERİ 91

Doç. Dr. Metin YASA

SAMSUN-ÇARŞAMBA RIDVAN PAŞA CAMİİ HAZİRESİNDEKİ MEZAR TAŞLARI-I (CELÎ TA’LÎK KİTABELİ OLANLAR) 103

Yrd. Doç. Dr. Recep GÜN

MÜŞRİKLERİN HZ. MUHAMMED’İN PEYGAMBERLİĞİNE KARŞI ÇIKMALARINDA EHL-İ KİTAB’IN ROLÜ 145

Yrd. Doç. Dr. İsrafil BALCI

TANRI İNANCININ TEMELLENDİRİLMESİ VE WILLIAM ALSTON’IN ALGI TECRÜBESİ 167

Araş. Gör. Ferhat AKDEMİR

ÇOCUĞUN GELİŞİM ÖZELLİKLERİ VE İLETİŞİM İLKELERİ DOĞRULTUSUNDA AİLEDE DİN EĞİTİMİ 179

Ayşegül YİĞİT

SAYILARIN KUR’AN-I KERİM’DE KULLANIMINA YÖNELİK DİLBİLİMSEL BİR İNCELEME 205

Yaz.: Dr. Ahmet Mâhir el-Baqrî Çev.: Dr. Dursun Ali TÜRKMEN

O.M.Ü. SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALINDA TAMAMLANMIŞ LİSANSÜSTÜ TEZLER

ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA 231

Araş. Gör. Yakup ÇOŞTU

I. ULUSLAR ARASI SEYYİT NESİMİ SEMPOZYUMU 17-19 HAZİRAN 2005, ANKARA 247

(2)

AVRUPA’DA DúN ÖøRETúMú VE YENú AÇILIMLAR

Prof. Dr. Osman ZÜMRÜT*

ÖZET

Avrupa Birliùi Anayasası Taslaùında manevî kültür mirasına yer verilmesi sonucu artık Batıda hâkim söylem olarak “Hristiyan” söyleminden vazgeçilmiü, dinlerarası hoügörüden söz edilir olmuütur. Öyle ki bu geliüme, din eùitiminde dinler arası hoügörü modeli diye bir modelin oluümasına ön ayak olmuütur. Bugün Avrupa’da din kültürü derslerinde, dinler arası hoügörü örneùini úngiltere’de görüyoruz. Dinler arası hoügörüyü mezhepler arası hoügörüye indirgeyerek din derslerinin okulda verilmesine olanak tanıyan úngiliz Modeli 1970’li yıllarda devlet okullarında

uygulamaya konulmuü ve zamanla diùer Avrupa ülkelerine yayılmıütır.

úüte bu makalede Avrupa’nın çeüitli ülkelerinde din kültürü derslerinin dinler arası hoügörü baùlamında nasıl verildiùi anlatılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Din eùitimi, Avrupa’da din kültürü dersi,

dinler arası hoügörü. Giriü

Kutsalın toplum hayatındaki bir tecrübesi olarak algılanan din, hemen hemen tüm kültürlerde bir yaüam tarzı, aükın varlıkla ona inanan insan arasındaki iliükiden doùan tecrübeler birikimi ve insanın diùer insanlarla ve çevresiyle iliükilerinde belirleyici bir olgu olarak nitelendirilir. Öte yandan din, insanın yaüamında dünyevi eylemlerini ilkeler ve deùerler aracılıùıyla bir düzene koyma iülevini de üstlenmiütir.

Din eùitimi de din gerçeùine vurgu yaparak bireyin bir yaüam felsefesi geliütirmesine, yaratıcısına içten baùlanmasına ve iradî eylemlerinde O’nun buyruklarına uymasına öncülük eder. Din eùitimi bir anlamda aükın varlıkla ona inanmıü birey arasındaki iliükilerden doùan davranıü örüntülerinin benimsetilmesi sürecidir. Din eùitiminin temel esprisi bireyleri din adına eùitmek ve onlara yaüanabilir birtakım davranıü kalıpları kazandırmaktır.

*

(3)

Biz bu makalemizde çaùdaü dünyadaki din eùitiminin durumuna deùineceùiz..

I. Avrupa Birliùi Ülkelerinde Din Öùretimi

Aydınlanma Çaùına kadar Avrupa’da sadece Hristiyan kültürü hakimken, Aydınlanma Çaùından sonra yer yer Yahudi kültürünün, 20. yüzyılın sonlarından itibaren sömürü amaçlı da olsa úslâm kültürünün tanınma süreci baülamıütır. Özellikle Türkiye’nin Avrupa Birliùine üyeliùi söz konusu olunca, Hristiyan kültürü aùırlıklı “Avrupa Kimliùini” savunanların sayısı azalmaya baülamıü, bunun sonucu olarak Haziran 2004’te Belçika’da yapılan hükûmetler arası konferansta üzerinde uzlaümaya varılan Avrupa Birliùi Anayasası Taslaùında manevî kültür mirası vurgulanmakla birlikte “Hristiyan” kelimesine yer verilmemiütir. Buna paralel olarak din eùitiminde dinlerarası hoügörü modeli daha çok benimsenmeye baülanmıütır.1

Bugün Avrupa’da din kültürü derslerinde, dinler arası hoügörü örneùini úngiltere’de görüyoruz. Dinler arası hoügörüyü mezhepler arası hoügörüye indirgeyerek din derslerinin okulda verilmesine olanak tanıyan úngiliz Modeli 1970’li yıllarda devlet okullarında uygulamaya

konulmuü ve zamanla diùer Avrupa ülkelerine yayılmıütır.2 úngiltere’de 1988’de yürürlüùe giren Eùitim Reformu Yasasıyla (Education Reform Act) deùiüik Hristiyan mezheplerine mensup öùrenciler, birlikte din dersi alma olanaùına resmen kavuümuülardır. Bu yasa, diùer dinlere mensup insanların kendi din derslerine katılma olanaùını da saùlamıütır.

úngiltere’deki bu uygulamanın sonucu olarak i, dinler arası diyalog ve farklılıklara saygı çabaları baülamıütır ii, Hristiyan mezhepleri arasında hoügörü uygulanmasına geçilmiütir iii, ilâhî dinler arasındaki ortak noktalar, dinler arası diyaloùun hareket noktası olarak kabul edilmiütir. Bu durum, din derslerinde Avrupa’da temsil edilen bütün dinler için karüılıklı saygı ilkesini getirmektedir. Bunun tipik örneùi olarak Gotthold Ephraim Lessing’in 1779 yılında yazdıùı “Nathan der Weise” (Bilge Nathan) isimli edebî eser gösterilmektedir. Böylece din dersleri vasıtasıyla Avrupa’da dinî barıüın temelleri atılmak istenmektedir.3

1 Ünal Abalı, “Avrupa Birliùi Sürecinde úslam Din Derslerinin Pedagojik Boyutu,” III. Din ûurası 20-24 Eylül 2004 Ankara.

2 Grace Davie, Religion in Britain since 1945: Believing without Belonging, Oxford,

Blackwell, 1994, 139-161; Recep Kaymakcan, Günümüz úngiltere’sinde Din Eùitimi,

ús-tanbul DEM Yayınları, 2004, 77-107.

(4)

Avrupa’da Din Öùretimi ve Yeni Açılımlar 11 Avrupa Birliùi Ülkelerinde Din Dersinin Statüsü:

Avrupa Birliùi ülkelerinde din dersleri ya devlet okullarında ya da kiliseye ait özel okullarda verilmektedir. Ancak hukuki açıdan büyük farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkları dört gruba ayırarak incele-mek mümkündür.

Bazı Avrupa Birliùi Ülkelerinde Din Derslerinin Statüsü Din dersi zorunlu ders Din dersi seçilmesi zorunlu dersler grubunda Din dersi seçmeli ders Din dersi okulda verilmiyor AVUSTURYA B. BRúTANYA DANúMARKA FúNLANDúYA HOLLANDA úSVEÇ YUNANúSTAN ALMANYA BELÇúKA LÜKSEMBURG PORTEKúZ úRLANDA úSPANYA úTALYA FRANSA

7 ülke 4 ülke 3 ülke 1 ülke

Yukarıdaki tablo ilgili ülkelerdeki din dersleriyle ilgili genel uygulamayı göstermekte, istisnaları göstermemektedir. Bu nedenle istisnaların yaüandıùı ülkelerdeki duruma aüaùıda kısaca deùinmek istiyorum.

Avusturya’da Katolik ve Protestan din dersleri zorunlu dersler listesinde yer alırlar, fakat veliler isterlerse bir dilekçeyle çocuklarını bu dersten alabilirler. Din dersine katılmayan öùrenciler için bazı okullarda etik dersi verilmektedir. Avusturya’nın diùer bir özelliùi de, okullarda úslâm din derslerinin düzenli bir üekilde verilmesine olanak tanımasıdır. Almanca verilen úslâm din derslerinin öùretim plânlarının hazırlanmasında ilgili úslâmî cemaatler söz sahibidir.4

Büyük Britanya’nın úngiltere ve Galler (Wales) bölgesinde din dersi zorunlu bir derstir. Öùretim plânlarının hazırlanmasında eùitim makamlarıyla cemaatler/kiliseler iübirliùi yaparlar. Büyük Britanya’nın úskoçya ve Kuzey úrlanda bölgesinde de din dersi zorunludur. Nüfusu-nun % 42’si Katolik olan Kuzey úrlanda’daki Katolik Kilisesine ait okul-larda din dersi yine zorunludur ve din dersinden muaf olma imkânı yoktur. Nüfusun % 52’sini oluüturan Protestanların çocukları devlet

4 Mustafa Tavukçuoùlu, Avrupa’da Türk Ailesi ve Din Eùitimi (Avusturya Örneùi), Konya,

(5)

okullarına gitmektedirler. Devlet okullarında din dersine katılmamak mümkündür.5

Danimarka anayasasına göre nüfusun % 86’sının üye olduùu

Folkekirke isimli kilise, resmî kilise olarak kabul görür. Üyelerin

ço-cukları 12. sınıfın sonuna kadar din dersine katılmak zorundadır. Sa-dece kiliseye üye olmayanlar çocuklarını din dersinden alabilirler. Öù-retim plânları yerel eùitim makamları tarafından hazırlanır ve eùitim bakanlıùının onayı alınır.

Finlandiya’da öùrencilerin çoùunluùu için 19 yaüına kadar din dersi zorunludur. Din dersine katılmama imkânı vardır. Din dersine katılmayan öùrenciler için “Hümanist Etik” dersi konmuütur. Bazı o-kullardaúslâm din dersleri de verilmektedir.

Hollânda’daki okulların üçte ikisi devlet tarafından desteklenen özel okullardır. Bu özel okulların çoùunluùu kiliselere aittir.Bu okullar-da din dersi zorunlu dersler arasınokullar-dadır ve din dersinden muaf olma imkânı yoktur. Devlet ilkokulları “Dinî Akımlar“ isimli tarafsız bir ders imkânı sunmaya mecburdurlar. Devlete ait ortaöùretim okullarında din dersi yoktur. Hollanda’nın baüka bir özelliùi de, okullarda úslâm din dersine olanak tanımasıdır.

úsveç devlet okullarında “Din bilgileri“ adı altında verilen din ders-leri zorunludur. Okul-da alternatif ders seçme imkânı hemen hemen yok gibidir. Bütün öùrenciler din dersine gitmektedirler.

Yunanistan anayasasına göre devletin resmi dinî vardır ve bu din Doùu Ortodoks Kili-sesiyle temsil edilir. Anayasanın 16. maddesin-de “millî ve dinî bilincin geliütirilmesi“ ilkesi yer almaktadır. Hem devlet

okullarında hem de özel okullarda din dersine katılmak zorunlu-dur. Almanya’da din dersinin statüsü eyaletten eyalete farklılık arz eder. Genellikle din dersi, seçilmesi zorunlu dersler grubuna giriyor. Velinin dilekçesiyle öùrencinin din dersinden muaf tutulması mümkün-dür. Din dersine girmeyen öùrenciler genellikle alternatif bir derse gir-mek zorundadır. Eyalete göre bu alternatif ders “Etik”, “Pratik Felsefe”,

“Çocuklar úçin Felsefe”, “Deùerler ve Normlar“ veya Brandenburg

Eya-letindeki gibi “Yaüamı Biçimlendirme-Etik-Din Bilgisi“ dersi olabilir.6 Belçika’da din dersi devlet okullarında genellikle seçilmesi zorun-lu dersler grubuna giriyor. Belçika’daki öùrencilerin yarıdan fazlası

dev-5 Geniü bilgi için bkz. Kaymakcan, age., ss. 22-28.

6 Harry Noormann, “Almanya’da Hıristiyan Din Dersinin Hukuksal Çerçeve Koüulları ve

úslam Din Dersi úçin Olası Modeller,” Türkiye ve Almanya’da úslam Din Dersi

Tartıüma-ları, ed. Hasan Coükun ve Arkadaüları, Konrad Adenauer Vakfı ve Cumhuriyet Ünv. ú-lahiyat Fak. Sivas, Ankara, 2000, ss. 10-40.

(6)

Avrupa’da Din Öùretimi ve Yeni Açılımlar 13

let tarafından desteklenen özel okullara gidiyorlar. Bu özel okulların çoùu Katolik kilisesine aittir. Özel dinî okullarda din dersine alternatif ders imkânı verilmiyor.7

Portekiz devlet okullarında din dersi, seçilmesi zorunlu dersler grubuna giriyor. Öùrenciler din dersini veya bunun yerine alternatif ders olan “Kiüisel ve Sosyal Geliüme“ dersini seçmek zorundadır.

Porte-kiz devlet okullarında yeterli sayıda öùrenci olması halinde úslâm din dersi verilmesi mümkündür.

úrlanda nüfusunun % 91’i Katoliktir. Okulların çoùu devletten destek alan Katolik okullarıdır. Katolik okullarında düzenli bir üekilde din dersi verilmektedir. Devlet okullarında ise din dersi seçmeli derstir. Derse katılma zorunluluùu yoktur.

úspanya okullarında din dersi seçmeli derstir. ústeùe baùlı olarak çoùu Katolik olan öùrenciler din dersi yerine “únceleme Etkinlikleri” veya “Toplum, Kültür ve Din” adlı alternatif derslere girebilirler. Okulda yeterli sayıda Müslüman öùrencinin bulunması halinde veliler úslâm din dersinin verilmesini isteyebilirler.

Fransa’daki uygulama hiçbir Avrupa ülkesine benzememektedir. Fransız anayasasına göre din ve devlet iüleri kesinlikle ayrıldıùı için, devlet okullarında prensip olarak din dersi yoktur. Fransa’da din dersi görevi öncelikle kiliseye ve cemaatlere kalmaktadır. Cemaatler içinde ilmihâl dersi verenler de vardır. Kiliseye veya cemaatlere ait özel okulların sayısı azdır. Az sayıdaki bu okullarda din dersi seçmeli ders olarak verilmektedir. 1996’da Fransız hükûmeti 6. ve 10. sınıf öùrencileri için “Din Kültürü” dersini uygulamaya koymuütur. Din kültürü dersinde öùrencilere Hristiyan ve Yahudi kültürünün edebiyat ve sanata etkisi ve Batı toplumlarının yaüam biçimi anlatılmaktadır.

Kilise-devlet iliükileri ve din dersinin statüsü açısından Avrupa Birliùi’ne üye ülkelere baktıùımız zaman karüımıza üöyle bir tablo çıkmaktadır: Yunanistan’da kilise-devlet iliükisinin en koyu üeklini görüyoruz. Buna paralel olarak Ortodoks din dersinin zorunluluùu en üst düzeydedir. Fransa’daki uygulama ise bunun tam tersidir. Fransa’da anayasaya göre, devletin laik olması nedeniyle, devlet okullarında yukarıda belirttiùimiz üekliyle din dersi yoktur.8

II. Din Öùretiminde Yeni Açılımlar

Yukarıda kısaca AB ülkelerindeki din eùitiminin durumunu özet-lemeye çalıütık. Bundan sonraki bölümde de genel olarak Batı

dünya-7 Mustafa Tavukçuoùlu, Belçika’da Türk Ailesi ve Din Eùitimi, Konya, Mehir Vakfı Yay.,

2000, ss. 65-67.

(7)

sında din eùitimine iliükin geliütirilen modeller üzerinde durmaya çalı-üacaùız.9 Burada hemen üu hususa deùinmek gerekir ki, Avrupa ülke-lerinin tamamında ve ABD’lerinde devlet okullarında resmen din dersle-ri vedersle-rilmese bile, bir kültür öùesi olarak Hıdersle-ristiyanlıùın oldukça etkili olduùunu ve kilisenin de diùer eùitim ve öùretim kurumlarında oldukça söz sahibi olduùunu söyleyebiliriz.10 Diùer taraftan artık Batı dünyası din öùretiminin gerekliliùini ve gereksizliùini deùil, ne tür bir din öùreti-mi verilmesi gerektiùini tartıümaktadır. úüte biz de bundan sonraki bö-lümde daha çok yüksek din öùretimine ve buna paralel olarak ilk ve orta öùretime de yansıyan çeüitli din öùretimi modelleri üzerinde dura-caùız.

A. Sosyal Din Öùretimi Modeli

Yirminci yüzyılın baülarından itibaren din eùitimi, daha çok dinin psikolojik temelleriyle ilgilendi. Bu anlayıüın bir sonucu olarak, 1950’li yıllardan itibaren bilim dünyasında din eùitimiyle ilgili olarak, dinî geli-üim ve büyüme, kiüiler arası iliükiler ve manevî geligeli-üim konularında çalıümalar yapıldı. Son yıllarda ise, baüta geliümiü ülkeler olmak üzere, aüaùı yukarı tüm dünya ülkelerinde yaüanan sosyo-ekonomik alandaki dengesizliklerin de bir sonucu olarak, din eùitiminin sosyolojik temelle-rine iliükin çalıümalara önem verildiùini görmekteyiz.

Geliümiü ülkelerin sahip olduùu ekonomik güç, uluslararası eko-nomik dengeleri de alt üst ederek, yerel ve ulusal geliüim gayretlerini temelinden sarsan büyük bir küresel tehdit oluüturmuütur. Bireysel ve toplumsal planda gerçekleüen bu tehditler, beraberinde, her alanda olduùu gibi, ilâhiyat alanında da yeni modellerin geliümesine zemin hazırlamıütır.11 úçinde yaüadıùımız yeni “mega-krizler” pek çok tedavi edilemez hastalıkların yayılmasına, tabiî kaynakların kaybına ve açlıùa neden olmasının yanında, karıüıklıùa, korkuya, kötümserliùe, hazcılıùa, ilaç baùımlılıùına ve artan oranda intihar olaylarına da neden olmakta-dır.

úüte dünyada yaüayan tüm insanları yakından ilgilendiren küresel boyuttaki bu krizler, geleneksel teolojik varsayımların ve din eùitimi modellerinin önemli derecede geçersiz kılınmasına neden olmuütur. Günümüzde artık geçmiüte olduùu gibi, dini inançlar sorgulanmaz bir üekilde kabul edilmemekte, dinlerin gerçekliùi ya da gerçek dıüılıùı veya

9 Burada özetleyeceùim çaùdaü din eùitimi modellerini büyük ölçüde Fakültemiz öùretim

üyelerinden sayın Doç. Dr. Mustafa Köylü’nün bu alanda hazırladıùı makalelerden fay-dalandıùımı belirtmek isterim.

10 Bu konuda geniü bilgi için bkz. úrfan Erdoùan, Çaùdaü Eùitim Sistemleri, ústanbul

Sis-tem Yay., 2000.

11 Gerald F. Mische, “A Human World Order,” Religious Education As a Social Transformation, ed. Allen J. Moore, (Birmingham, Alabama: Religious Education Press,

(8)

Avrupa’da Din Öùretimi ve Yeni Açılımlar 15

geleceùi, bireysel ve toplumsal olarak insanlara saùladıùı birtakım fay-dalara göre deùerlendirilmektedir. Elbette her din mensubu kendi dinini en iyi din olarak kabul edebilir. Ancak bugün evrensel olarak dinleri deùerlendirmedeki temel kriterlerden biri ve en önemlisi, söz konusu dinin, insan hakları, sosyal adaletin tesisi, barıüın korunması gibi ev-rensel ahlakî deùerlere ne derece yer verip vermediùidir.12 Bir Katolik profesörü olan Hans Küng, bir dinin gerçek din olup olmadıùını ölçmek için iki kriter öne sürmektedir: Bunlardan birincisi, olumlu kriter’dir. Bu kritere göre eùer bir din, inanç ve ahlakî doktrinleri, ibadet ve kurumla-rıyla, insanların kimliklerinin anlamlılıùını ve deùerini geliütiriyor, onla-rın yararlı bireyler olmasına yardım ediyorsa, gerçek ve iyi bir dindir. Bir din psikolojik, fizyolojik, bireysel ve toplumsal açılardan (hayat, bütünlük, hürriyet, adalet, barıü vs.) insanî deùerleri yüceltiyorsa yine gerçek din olarak kabul görür. úkinci kriter ise, olumsuz kriter’dir. Buna göre bir din, insanlık dıüı üeyleri ihtiva ediyor, onları yaygınlaütırıyorsa, daha doùrusu yukarıdaki deùerlerin zıddı olan üeyleri ortaya koyuyorsa

batıl ve kötü dindir. Dolayısıyla böyle bir din ilâhi kaynaklı olamaz.13 Bu geliümeler ıüıùında, genelde ilahiyatçılar, özelde ise din eùi-timcileri üu sorulara cevap aramak durumundadırlar: Acaba inandıùı-mız din, birey ve toplum olarak bize ne kazandırmaktadır? Onun kiüisel olduùu kadar toplumsal olarak da barıüa, sosyal adalete ve dünyamızı tehdit eden mega-krizlerin çözümüne katkısı nedir? únsanlıùı tehdit eden bu ciddî sorunlar karüısında din insanlıùa neler sunabilmekte ya da biz ondan nasıl istifade edebilmekteyiz? Bu sorular çoùaltılabilir. Bu sorular ve sorunlar sarmalından hareketle, din eùitiminde birtakım yeni modeller geliütirilmeye çalıüılmaktadır. Bu modeller sadece teolojik açı-dan geliütirilmemekte, aynı zamanda bu yönde bir din eùitiminin veril-mesine de çalıüılmaktadır. Bu baùlamda sosyal din öùretimi modelinin temel sorusu üudur: Din eùitiminin temel hedefi, insanları belli bir dine inandırmak mıdır, yoksa toplumu daha iyi yaüanır bir hale getirmek midir? Bu soru çerçevesinde söz konusu modelin geliümesinde etkili bazı görüüleri üu üekilde açıklayabiliriz:

Geçmiüteki din eùitimi uygulamalarına baktıùımızda, toplumsal boyutlu bir din eùitiminden öte daha çok kiüisel dinî geliüime veya i-nanç oluüumuna aùırlık verildiùini görmekteyiz. Bu tarz bir din eùitimi, daha çok psikolojik kategorilere ve bireysel geliüimdeki ahlakî ve dinî faktörlere aùırlık veren psikolojik din eùitimi modeli olarak adlandıralabilir. Diùer taraftan, sosyal din eùitimi modeli ise, dinî dokt-rin ve uygulamaların toplum açısından sonuçları itibariyle nasıl

yargı-12 Hans Küng, "What is True Religion? Toward an Ecumenical Criteriology,” Toward a Universal Theology of Religion, ed. Leonard Swidler (Maryknoll; NY.: Orbis Books,

1988), s. 240.

(9)

lanacaùıyla ilgilenir. Burada din eùitimi daha çok toplumda müüterek olan sosyal ahlâkı paylaümakta ve ahlakî eylemlerin nasıl uygulanabile-ceùini ve tüm toplum olarak toplumsal iyiliùin nasıl anlaüılabileuygulanabile-ceùini saùlamak için, toplumun kendi kurum ve topluluklarını nasıl organize edebileceùiyle ilgilenmektedir.14

Sosyal din eùitimi modelini savunan pek çok ilahiyatçı olmasına raùmen,15 bu modele iliükin en radikal yaklaüım Brezilyalı bir yetiükin eùitimcisi olan Paulo Freire’e aittir. Freire bilinçli ve kasıtlı bir üekilde savaüların, çatıümaların ve buna dayalı olarak da sosyo-ekonomik ada-letsizliklerin hep devam edeceùini iddia etmektedir. O din, dil, kültür, milliyet farkı gözetmeksizin tüm insanları iki ana gruba ayırmaktadır: Ezenler ve ezilenler (the oppressor and oppressed). O bu konuda üunları yazmaktadır: Zalimler için, “insanlık” sadece kendilerine ait bir kav-ramdır, diùerleri ise sadece “nesnedirler.” “Refah ve mutluluk içinde yaüama hakkı sadece zalimler için geçerlidir, diùerlerinin hakları ise tanınmaz bile. Onlara yalnızca kendi hayatlarını sürdürebilmeleri için bir hak verilir. Onların böyle bir hakkı tanımalarının amacı ise, maz-lumların kendi varlıklarının devamı için gerekli olmasındandır.”16 Freire’ye göre, ekonomik güç zenginler için her üey olduùundan, kazanç onlar için nihaî hedeftir. Onlar için deùerli olan üey fakirlerin daha az, hatta hiçbir üeye sahip olmamalarıdır. Onlar için "olmak demek, sahip olmak ve varlıklıların sınıfından olmak demektir."17

Freire'ye göre, böyle adil olmayan bir sistemi ayakta tutan o ülke-nin sahip olduùu eùitim sistemidir. Bu tür toplumlardaki eùitim sis-temleri zengini zengin, fakiri de fakir yapacak üekilde düzenlemiütir. úüte böyle bir eùitim sisteminin sonucu olarak, zenginler zenginliklerini sürdürürken, fakirler de daha da fakirleüerek kendi kaderlerine terk edilmektedirler.

Din eùitimi açısından meseleye bakıldıùında, sosyal din eùitimi modeli, üekil itibariyle toplumsal; ruhsal açıdan diyalogsal; vizyon açı-sından peygamberî ve eskatolojik; diyalektik ve hermenötik karakteri itibariyle de birlikte bilinçlendirme ve eylem yönlü olduùu gözükecek-tir.18

Sosyal din eùitimi modeline yönelik pek çok görüüler ileri sürül-mekle birlikte bu modelin geliüiminde ve tanınmasında Moore’un

dü-14 Allen J. Moore, “A Social Theory of Religious Education,” Religious Education As a Social Transformation, ed. Allen J. Moore, (Birmingham, Alabama: Religious Education

Press, 1989), s. 10.

15 Moore, “A Social Theory of Religious Education,” s. 16.

16 Paulo Freire, Pedagogy of the Oppressed, translated by Myra B. Ramos (New York:

Herder and Herder, 1970), 43.

17 Freire, Pedagogy, s. 44.

(10)

Avrupa’da Din Öùretimi ve Yeni Açılımlar 17

üünceleri daha çok öne çıkmaktadır. Moore’un “yaüam tarzı eùitimi” olarak adlandırdıùı bu sosyal din eùitimi modelinde eleütirel düüünce (critical reflection) ile bilinçlendirme (consciousness-raising) merkezî kavramlar olarak yer almaktadır.19 Eleütirel düüüncenin iki amacı var-dır: Bunlardan birincisi, zulüm ve baskının tabiatını ve nedenlerini in-celemek, ikinci ise, adaletsizlik ve zulmü teüvik eden, kaynaklık eden, geliütiren mevcut üartların karakter ve dinamiklerini mümkün olduùu kadar açık ve derinlemesine anlamaya çalıümaktır.20 Bu inceleme de ancak yaüanılan toplumun sosyal analizini yapmakla mümkündür. Sosyal analiz, tarihi ve yapısal iliükilerini keüfetmek suretiyle, sosyal bir durumun daha mükemmel bir resmini elde etmek için gösterilen gayret olarak tanımlanabilir.21 Sosyal analizin bir diùer amacı da, söz konusu ülkede nüfusun büyük çoùunluùunu ilgilendiren temel ekonomik ve siyasî kararların kimler tarafından alındıùını ve bu kararlardan kimle-rin faydalandıùını ortaya koymasıdır. Bunun için de Holland ve Joe üu soruların sorulmasını istemektedirler.

1. Ülke adına kararları kimler almaktadır? 2. Bu kararlardan kimler yararlanmaktadır? 3. Bu kararların bedelini kimler ödemektedir?22

Gerçekten bu soruların sorulması ve cevaplandırılması gerekir. Bu sorulardan hareketle, sosyal din eùitimi kuramına göre fakirliùin esas nedeni para ya da kaynak yetersizliùi deùil, aksine kaynakların eüit olmayan bir üekilde daùıtılması sonucu oluüan fakirlerin marjinalleü-mesidir. Birçok ülkede, nüfusun büyük çoùunluùu, ne ekonomiye katkı saùlayabilmekte ne de ondan istifade edebilmektedir. Bunun sonucu olarak da birçok geliümekte olan ülkelerin nüfusunun % 40 veya daha fazlası çok fakir bir durumda kalmaktadır. Diùer taraftan geliüimden saùlanan ekonomik kazanç ve sosyal refah, sosyal sınıfın üst kısmını teükil eden çok az sayıdaki elit tabakaya gitmektedir.23

O halde böyle bir toplumda ne yapmak gerekir? Sosyal din eùitimi kuramcılarına göre böylesi bir durumda yapılabilecek en güzel üey halkı bilinçlendirmektir.24 Aslında bilinçlendirme toplumsal deùiüimin en temel öùesidir. Bu konuya dikkat çeken Küng üöyle demektedir: “Bütün

19 Moore, “A Social Theory of Religious Education,” s. 24.

20 Schipani, “Liberation Theology and Religious Education,” s. 297.

21 Joe Holland ve Peter Henriot, Social Analysis: Linking Faith and Justice (W.C.: Orbis

Books, 1993), s. 14.

22 Holland ve Henriot, Social Analysis, s. 28. 23 Holland ve Henriot, Social Analysis, s. 49.

24 David F. White ve Frank Rogers, “Existentialist Theology and Religious Education,” in Theologies of Religious Education, ed. Randolp C. Miller, (Birmingham, Alabama:

(11)

tarihî tecrübeler üunu göstermektedir ki; bizler bireylerin ve toplum hayatının bilincinde bir deùiüim meydana getirmedikçe, yeryüzünde daha iyi bir geliüme olmayacaktır.”25

Peki bu toplumsal sorunlar nasıl halledilecektir? Dünya Dinleri Parlamentosuna göre, her ne kadar dinler doùrudan bu tür toplumsal sorunların tamamına cevap verebilecek nitelikte olmasa bile, yine de en önemli kaynaklardan bir tanesidir. Dinlerin rolüyle ilgili olarak bu par-lamentonun açıklamasıüöyledir:

Biz dinlerin bu dünyanın ekolojik, ekonomik, politik ve toplumsal sorunlarını çözemeyeceùini biliyoruz. Ancak onlar, ekonomik, politik ve hukuksal düzenlemelerin tek baüına baüaramayacakları bir üeyi baüa-rabilirler; insanın iç dünyasını, düüünce biçimini ve insanı yanlıü yol-dan döndürmeyi ve ona yeni bir yaüam tarzını kabul ettirmeyi baüarabi-lirler.”26

B. Ekolojik Din Eùitimi Modeli

únsanoùlu son birkaç yüzyıldır bilimsel ve teknolojik alanda ina-nılmaz baüarılar göstermiütir. Saùlık, iletiüim, uzay, savaü ve endüstri-yel alanlardaki geliümelere baktıùımızda hakikaten çaùdaü dünyanın hangi aüamaya geldiùini rahatlıkla görmekteyiz. Lester R. Brown’un hesaplamasına göre, dünya ekonomisi 1950’li yıllarda 4 trilyon dolar iken, bu oran 1995 yılında 20 trilyon dolara ulaümıütır. Sadece 1985 ile 1995 yılları arasında küresel olarak dünya ekonomisi 4 trilyon dolar artmıütır ki, bu oran, medeniyetin baülangıcından 1950’ye kadar olan miktardan daha fazladır. Yine 1900 yılından beri dünya çapında üreti-len mallar ve hizmetlerin deùeri 20 kat, enerji kullanımı 30 kat, endüst-ri üretimi 50 kat ve ulaüım ise belki binlerce kat artmıütır.27

Özellikle son 50 yıl içinde dünya nüfusunun geometrik bir hızla artması, sanayi ve teknolojinin akıl almaz bir üekilde ilerlemesi, doùal kaynakların tükenme alarmları vermeye baülaması, önceden hiçbir üe-kilde tahmini bile yapılmamıü olan çevre sorunlarının gündeme gelmesi, insanları tehlikenin nedenlerini, boyutlarını ve çok yönlü çözüm yolla-rını bulmaya yavaü da olsa ekolojik olarak bilinçlendirmeye yöneltmiü-tir. Bir taraftan maddi alandaki akıl almaz ilerlemeler yaüanırken, diùer taraftan ise insanî deùerler açısından vahüi bir dönemin yaüandıùı gü-nümüz dünyasında acaba dinin ve din eùitiminin rolü ne olabilir? Eùer dinlerin gönderiliü amacı insanlara doùru yolda bir rehberlik yapmak

25 Hans Küng, ed. Yes to a Global Ethic (New York: Continuum, 1996), s. 25. 26 Küng, Yes to a Global Ethic, s. 16.

27 Alan T. Durning, “Income Distribution Worsening” Vital Signs 1992: The Trends That Are Shaping Our Future, ed. Linda Starke (New York and London: W.W. Norton, 1992),

(12)

Avrupa’da Din Öùretimi ve Yeni Açılımlar 19

ise, bu tür güncel sorunların çözümünde dinlerin de olumlu katkıları-nın olması gerekmez mi? Eùer gerekiyorsa, bu alanda çalıüan kiüiler bu çaùdaü sorunların çözümüne iliükin neler yapabilirler, ya da yapmalı-dırlar?

úüte bu gibi sorunlar karüısında çözümler üreten bir baüka din e-ùitimi modeli vardır. Ekolojik din ee-ùitimi modeli. Ekolojik din ee-ùitimi modelinin ortaya çıkmasına bazı faktörler etki etmiütir. Kısaca bu fak-törlere bakarsak bu modelin neyi kastettiùini ve amacının ne olduùunu daha iyi anlayabiliriz.

Nüfus ve Tabiî Kaynaklar Sorunu: Günümüzün en ciddî

sorunla-rından birisi, aüırı nüfus artıüıdır. Her iki saniyede dünyaya beü çocuk gelmektedir. Bunlardan ikisi, Güney Asya’da olmak üzere, üçü Asya ülkelerinde doùmaktadır.28 1950’li yıllarda dünya nüfusu 2.6 milyar iken, günümüzde bu rakam yaklaüık 6 milyara ulaümıütır. Birleümiü Milletler Nüfus Dairesi Nüfus Tahmin Raporlarına göre (1992), dünya nüfusunun 2020 yılına varmadan sekiz milyar olacaùı tahmin edilmek-tedir. Ancak bu nüfusun yaklaüık % 90’ı Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerinde yaüıyor olacaktır. Her ne kadar küresel baùlamda bir iyi-leüme görülse bile, eùilimler artan sayıda insanlar için daha kötü du-rumların oluüacaùını haber vermektedir. Dünya Bankası, mevcut nüfu-sun dörtte birinin insanlık dıüı üartlarda yaüadıùını (açlık, hastalık, cahillik, yetersiz sıùınak ve temiz olmayan sular) belirtmektedir.29

ûimdilik yiyecek ve nüfus arasında önemli bir sorun gözükmese de, gelecek için ciddî sorunların olabileceùi tahmin edilmektedir. Bunun da nedeni, dünya nüfusu yılda % 2’lik bir artıü gösterirken, yiyecek üretimi sadece % 1 oranında artmaktadır. Her ne kadar üretim alanın-daki geliümeler (Green Revolution) 40-50 yıldır buùday ve pirinç gibi ürünlerde her yıl % 4-5 gibi bir artıü gösterdiyse de, o da artık yavaüla-ma eùilimine girmiütir. 1980’li yıllarda genetik mühendislik dünyayı doyuracak bir teknoloji ortaya koymayı baüarabildiyse de, günümüz uzmanları dünyamızın artan nüfusunun yeni ziraî geliümelere ihtiyacı olduùunu belirtmektedirler.30

Belki burada esas üzerinde durulması gereken husus, salt nüfus artıüından ziyade dünyadaki olaùanüstü eüitsizliktir.31 Zira büyük bir

28 Saphir P. Athyal, “Southern Asia,” Toward the 21st Century in Christian Mission, ed.

James M. Phillips and Robert T. Coote, (Grand Rapids, Michigan: William B. Eerdmans Pub., 1993), s. 57.

29 Holland ve Peter Henriot, Social Analysis, s. 47.

30 Furman ve Yenigün, The Environmental Dimension, s. 71.

31 Dünyadaki sosyo-ekonomik açıdan yaüanan eüitsizlikler için bkz. Mustafa Köylü

“Kü-resel Bir Sorun Olarak Savaü Endüstrisi ve Dengesiz Ekonomik Daùılım,” Yoksulluk,

ûiddet ve únsan Hakları, TODAúE únsan Hakları Araütırma ve Derleme Merkezi, Ankara

(13)

ihtimalle, gelecek yıllarda her on çocuktan dokuzu, Üçüncü Dünya ülkelerinde doùmuü olacaktır. Diùer taraftan zengin bir ülkede doùan bir çocuk diùer fakir ülkelerde doùan toplam dokuz çocuùun tükettiùi-nin üç dört katı kadar dünya kaynaklarını tüketiyor olacaktır. Bu yüz-den geliümekte ya da geri kalmıü ülkeler için, zengin ülkelerdeki bu aüırı tüketim bir numaralı sorundur.32 Doùal afetler, salgın hastalıklar, savaüların olmadıùı bir ortamda acaba dünya ekosistemi bu yoùunluùu ve bu nüfusun yaratacaùı çevre sorunlarını, tüketim savurganlıùını kal-dırabilecek midir? En azından gerekli önlemler alınmadıùı takdirde kul-lanacaùı suyu ve enerjiyi bulabilecek midir?33

Tabiî Kaynakların Aüırı Kullanımı ve úsraf:

únsanoùlunun tabiatı hoyratça hiç bitmeyecekmiü gibi kullanma-sının doùurduùu acı sonuçlar karüısında pek çok bilim dalı hazırlıksız olarak yakalanmıütır. Bu hazırlıksızlıùın temelinde de, endüstriyel uy-garlıùın antropocentric bakıü açısı yatmaktadır. Yani bu anlayıüa göre, yeryüzü insanların istek ve arzularının tatmini için vardır. Aslında bu, bir yüzyıldan beri antropolojik kuramın ortaya koyduùu bir durumdu. Zira bu kuram, teknolojik geliümeyi ve Batı medeniyetinin geliümesini insanoùlunun gayreti ve çalıümasının bir baüarısı ve zaferi olarak görü-yordu. Hatta kültür, insanın tabiî çevreye olan temel adaptasyonu ola-rak tamamlanmıütı. Ancak insan çevreye adaptasyon saùlamak yerine onu “sömürüp yaùmaladı.”34 Bilim adamlarına göre, saatte 3000 dö-nüm, dakikada ise 50 dönüm orman çeüitli üekillerde yok edilmektedir. Tropikal ormanların % 80’i 2000 yılında ortadan kalkmıütır. Bu orman-ların 260 hektar alanında 750 çeüit aùaç, 1500 çeüit çiçekli bitki, 125 tür memeli hayvan, 400 çeüit kuü, 100 çeüit sürüngen, 60 çeüit su hay-vanı, 150 çeüit kelebek ve sayısız böcek türü de ortadan kalkmıü oluyor. Böylesine tahrip edilen tropikal ormanlardaki 1400 çeüit bitki kanser için gerekli ilaç hammaddesinin % 70’ini saùlamaktadır.35 Tüm bu veri-ler insanların tabiî kaynaklarını nasıl acımasızca ve gelecek nesilveri-leri düüünmeden kullandıklarını göstermektedir.

Baüta geliümiü ülkeler olmak üzere, günümüz dünyasının en ö-nemli sorunlarından bir tanesi de israf konusudur. Modern toplumlar artık o hale gelmiütir ki, daha bebek doùar doùmaz, kullandıùı bezler, içtiùi ve beslendiùi üiüeler, plastik kaplar içindeki temizlik maddeleri

32 Furman ve Yenigün, The Environmental Dimension, s. 71. 33 Boügelmez ve Arkadaüları, Ekoloji I, s. 2.

34 Edward Montgomery, John W. Bennett ve Thayer Scudder, “The Impact of Human

Activities on the Physical and Social Environment: New Directions in Anthropological Ecology,” Eco-Social System and Eco-Politics, ed. Karl W. Deutsch, (United Nations Educational Scientific and Cultural Organizational, 1977), s. 77.

35 úbrahim Özdemir ve Münir Yükselmiü, Çevre Sorunları ve úslam (Diyanet úüleri

(14)

Avrupa’da Din Öùretimi ve Yeni Açılımlar 21

yoluyla çevreyi kirletmeye baülamaktadır. Sadece Amerika’da kiüi baüı-na her yıl 250 kilogram kaùıt, 240 kola kutusu, 130 pet üiüe atılmakta-dır. Yine yılda 30 milyon araba, 100 milyondan fazla da araba lastiùi hurdaya ayrılmaktadır. Çoùu büyük üehirlerde bu kadar büyük oran-daki atık maddelerin nereye atılacaùı dahi bilinmemektedir.36

Çevre Kirliliùi:

Dünyadaki endüstri kuruluüları her yıl iki milyar kg dan fazla 36 farklı kimyasal atık gazı çevreye bırakmaktadırlar. Bunun sonucu ola-rak, içme sularının yarısından fazlası toksit kimyasal maddelere maruz kalmaktadır. Bütün bunlar, ileride ekolojik dengede ciddî sorunların yaüanacaùını göstermektedir (ormanlık alanların yok olması, okyanus ve göllerin kirlenmesi, aüırı derecede yok edici maddelerin (pesticidies) kullanılması vs.).37

Bilim adamları, nüfus artıüıyla birlikte tüketimin ve çevre kirlen-mesinin, 20. yüzyıldaki hızı ile devam etmesi halinde, canlılar için eüsiz bir hazine olan dünyamızdaki yaüam koüullarının istenen düzeyde de-vamını saùlayamayacaùını, belki de tümüyle ortadan kalkacaùını ileri sürmektedirler.38

Tüm bu endüstriyel geliümeler ve insanların ihmali sonucu, dün-yadaki kirlenmenin % 50’si son 33 yılda (1960’tan sonra) meydana gel-miütir. Diùer bir ifadeyle M.Ö. ile 1960 arasında oluüan kirlenme, 1960 ile 1995 arasında meydana gelen kirlenmeye denktir.39 Bu kirlenmeler sonucu son 100 yılda yaklaüık 30,000 bitki türünün hemen hemen hepsi yok olmuütur.

Tabiat Düzeninin Bozulması:

Kıtalardan okyanuslara, göllerden akarsulara, yer altı sularından atmosfere, mikroorganizmalardan insana, bitkiler âleminden hayvanlar âlemine kadar tüm canlı ve cansız doùal zenginlikler arasında son dere-ce özenle düzenlenmiü bir iliüki ve etkileüim aùı bulunmaktadır. Ekosistemdeki herhangi bir hata, diùer tüm ekosistemi bozmaya

yet-36 Emerson S. Colaw, Social Issues: A Bishop’s Perspective (Nashville, TN:, Discipleship

Resources, 1991), s. 2.

37 Colaw, Social Issues, s. 2.

38 Boügelmez ve Arkadaüları, Ekoloji I, s. 1. 39 Özdemir ve Yükselmiü, Çevre Sorunları, s. 21.

(15)

mektedir.40 Birleümiü Milletler Cemiyeti, insan ve çevre üzerine yapılan dünya konferansındaüu tespitlerde bulunmuütur:

Kısacası, insanın iki dünyası—kalıtımının biyoküresi, yaratılıüının teknoküresi—denge dıüı derin bir tezat içindedir. Bu bizim ayakta kal-dıùımız tarihin esas noktası olup, insan türünün, tarihinin hiçbir dö-neminde karüı karüıya gelmediùi derecede daha ani krize, daha küresel, daha kaçınılmaz ve daha dehüetli bir ortama açılacak bir kapı eüiùinde-dir.41

Bir küresel ziraat uzmanı olarak çalıüan C. Dean Freudenberger, bundan on bin sene öncesine göre, birkaç yüzyıldan beri suiistimal etme sonucu ekili alanların yüzde ellisinin kaybolduùunu ileri sürmek-tedir. Ormanlık ve yeüilliklerin azalması sonucu olarak fotosentez süre-cinin yeteri kadar gerçekleüemeyeceùinden, küredeki karbondioksit de kafi derecede emilmeyecektir. Tüm bu olayların sonucu olarak, artık gezegenimiz daha önceleri olduùu gibi “nefes alamayacaktır.” Bu durum doùrudan hayatın istikrarını gündeme getirecektir. Yeüillik alanların kaybıyla aùaç ve bitki kökleri de gittikçe azalacak, yaùmur ve eriyen kar suları da toprak olarak adlandırılan yaüayan organizma tarafından ye-teri kadar emilmeyecek, sonuçta kıtalar kuraklaüacaktır. Dünya çapın-daki bu çölleüme sonucu, iklimler deùiüecek, büyük oranda insanlar (yaklaüık olarak insanlıùın üçte ikisi) fakirleüecek, yaüam türleri insan havsalasının alamayacaùı boyutta yok olmaya doùru gidecek ve ciùerle-rimiz ve dolayısıyla da yaüamamız için milyarlarca yıl boyunca oluüan havanın kimyası önemli derecede deùiüecektir. Yine araçların egzoz dumanları, nitrojen oksitleri ve diùer kimyasal atıklar sonucu yeryü-zünden yaklaüık otuz ile elli kilometre kadar ozon tabakası da tehdit altındadır. Tabi kimse bu ozon tabakasının böylesine incelmesinin hat-ta delinmesinin insanlıùın baüına neler açacaùını hat-tam olarak kestire-memektedir.42

40 Endonezya’nın Borneo Adası’nda Dünya Saùlık Örgütü’nce 1950’li yıllarda sıtmaya

karüı DDT kullanılmıütır. úlk yıllarda çok baüarılı bir mücadeleyle sivrisinekler ve sıtma hastalıùı kontrol altına alınmıütır. Ancak bir süre sonra veba salgını ortaya çıkmıü ve yerlilerin sazdan yaptıkları damları çökmeye baülamıütır. úlgililerce bilimsel çalıümalar yapılmıü ve DDT’nin tırtılların düümanı olan faydalı böcekleri öldürdüùü anlaüılmıütır. Predatörleri ortadan kalkan tırtıllar çoùalmıü, sazları yemeye baülamıülar, evlerdeki hamamböceklerinde bulaüık olan DDT, beslenme yoluyla hamamböceklerinden ker-tenkelelere, oradan kedilere geçmiü ve onların ölümüne neden olmuütur. Kendi sayısı azalınca, bu defa adada fareler artmıü ve veba salgını çıkmıütır.40

41 C. Dean Freudenberger, “The Ecology of Human Existence: Living within the Natural

Order,” Religious Education As a Social Transformation, ed. Allen J. Moore, Birming-ham, Alabama: Religious Education Press, 1989) s. 179’dan naklen Barbara Ward and René Dubos, eds., Only One Earth (New York: Norton, 1972), s. 12.

(16)

Avrupa’da Din Öùretimi ve Yeni Açılımlar 23

Çok hayatî önem arz etmesine raùmen ekosistem konusunun ih-mal edildiùini görmekteyiz. Oysa ideal bir din eùitimi insan türü ile ta-biattaki diùer varlıklar ve kurumlar arasındaki iliükiyi kurabilmeli ve tanımalıdır. Bununla beraber, insanoùlu kendi deùerini koruyamadıùı gibi, kendi yaüamı için mutlak anlamda gerekli olan biyoküreyi de teh-dit etmektedir. Böyle bir durum karüısında inanan bireyler olarak üu soruyu sormak durumundayız: Bizim yaratılıüımızın kutsallıùı nerede kalmaktadır? Bizim güvenliùimiz ne durumdadır? Bugün ve gelecek için kutsal bir dinin mensupları olarak bizim öncelik vereceùimiz hususlar neler olmalıdır?

Ahlakî konuların en temeli, kendisini deùer yöneliminde göster-mesidir. Bu da ancak insan merkezli (anthropocentrism) bir ahlakî anlayıütan, tüm yaüamın birbirine baùımlılıùı ve kutsallıùını kabul eden, biyolojik, ekolojik ve teolojik bütüncül bir anlayıüa sahip olmakla mümkündür. Ahlakî anlayıütaki bu deùiüim ve bu yeni düüünceler, insanların sahip olduùu dünya görüüleri konusunda da birtakım deùi-üiklikleri beraberinde getirecektir. Çaùdaü dünyada insan, kendisini yaratılıüın dıüına yerleütirmiütir. únsanlar yaüam tarzlarını genellikle hâkim olma, kullanma ve yönlendirme (manipulate) üekli üzerine kur-muülardır. Oysa bu durum, ekolojik varlık anlayıüına oldukça zıt bir durumudur. Erkek kadına; zengin fakire; yöneten, yönetilene; beyaz da zenciye hâkim olmak istemektedir. Çaùdaü dünyada, modern insan tabiî sistemlere hâkim olmak, kontrol etmek ve deùiütirmek istemekte-dir. Sanki yer yüzü, insanlıùın kullanımı için varolmuü bir fenomen olarak anlaüılmaktadır.43

Ekoloji konusu artık sadece birkaç akademisyen ya da ilâhiyatçı-nın deùil, tüm dinler ve din mensuplarıilâhiyatçı-nın da ilgi alailâhiyatçı-nına girmiütir. 1993 yılında ûikago’da düzenlenen Dünya Dinleri Parlamentosunda ekolojiyle ilgili olarak üunlar söylenmiütir:

únsanoùlu ölçülemeyecek kadar deùerli olup, kayıtsız üartsız ko-runmalıdır. Ancak bizimle birlikte yeryüzünde yaüayan bitki ve

hayvan-ların hayatları da korunmaya, savunulmaya ve bakıma muhtaçtır.

Ha-yatın tabiî temellerini acımasızca sömürmek, yeryüzünü saygısızca tah-rip etmek ve tabiatı (cosmos) silahlarla doldurmak suçtur. únsanlar ola-rak—özellikle de gelecek nesilleri dikkate aldıùımızda—yerküremiz ve evrenimiz için, hava, su ve toprak için özel bir sorumluluk taüıyoruz. Biz bu evrende hepimiz birbirimize kenetlenmiü ve birbirimize

baùımlı-yız. Bizlerden her birinin iyiliùi, bütünün iyiliùine baùlıdır. Bunun için,

(17)

insanın tabiat ve evren üzerindeki hâkimiyetini teüvik yerine, kâinat ve tabiat ile birlikte uyum içinde yaüamayı gerçekleütirmemiz gerekir.44

Ünlü Katolik ilâhiyatçı Hans Küng de bu konuda üunları söyle-miütir: “Doùaya olan yaklaüımımızı da deùiütirmeliyiz. Dindar insanlar doùaya bir hammadde yıùını olarak deùil, Tanrı’nın bir eseri olarak ba-karlar. Doùaya, üimdiye kadar ki gibi davranmaya devam edersek, ken-di hayatımızın temellerini baltalamıü olacaùız.”45

O halde ekolojik açıdan insanlara nasıl bir din eùitimi verilmelidir? Aüaùıdaki Thomas Berry’in ekolojik din eùitimi modelindeki önerileri çok manidar gözükmektedir.

1. Her üeyden önce doùa ile insan arasındaki iliükiyi vurgulaya-rak, insanın da doùanın bir parçası olduùu, doùaya verilecek herhangi bir zararın doùrudan insanın kendisine döneceùi anlayıüı kazandırılma-lıdır.

2. Çevrenin ve ekosistemin bir bütünlük oluüturduùu ve belli bir düzene sahip olduùu, bu düzenin bozulmasıyla çevre sorunlarının da ortaya çıkacaùı gerçeùinin bilinmesi gerekir.46

3. Bireylerin saùlıklı bir çevrede yaüamasının bir hak olduùu kadar, böyle bir çevrenin oluüturulması, korunması ve sürdürülmesinin de aynı zamanda bir görev olduùu benimsetilmelidir.

4. Saùlıklı bir çevre ile insan saùlıùı arasındaki iliüki vurgulana-rak, temiz bir çevrenin insan saùlıùının hemen hemen en temel üartların-dan biri olduùu ve bu nedenle korunması gerektiùi benimsetilmelidir.

5. Ekosistemle ilgili olarak, baüta çaùımızın en etkili iletiüim a-raçları olan TV, radyo ve medyadan yararlanarak, daha saùlıklı ve bi-linçli bir üekilde kamuoyunu çevre konusunda aydınlatmak ve bilgilen-dirme görevlerini yapmada onlara yardımcı olmak gerekir.47

44 Hans Küng, ed. Yes to a Global Ethic (New York: Continuum, 1996), s. 19. útalikler

bana ait.

45 Beyza Bilgin, “Takdim” Evrensel Bir Ahlaka Doùru, Hans Küng ve Karl-Josef Kuschel

(Çev. Nevzat Y. Aüıkoùlu, Cemal Tosun, Recai Doùan), Ankara: Gün Yayıncılık, 1995, s. xii.

46 Boügelmez ve Arkadaülarının hazırladıùı kitapta, ekolojinin diùer bilim dallarıyla olan

iliükisi (biyoloji, fizik, kimya, jeoloji, paleoekoloji, istatistik matematik, mühendislik ve mimarlık, uzay ekolojisi, radyoekoloji, sosyal bilimler (psikoloji, sosyoloji, ekonomi, hukuk, politika), eczacılık, tıp, coùrafya, iklim ve meteoroloji, toprak bilimleri, tarım ve ormancılık, su ürünleri, çevre) geniü bir üekilde ele alınmıü, ancak maalesef dinî bilim-lere hiç yer verilmemiütir. Oysa biz biliyoruz ki, insanlara etki eden en temel faktörler-den birisi de dinî inançlardır. Bkz. S. 8.

(18)

Avrupa’da Din Öùretimi ve Yeni Açılımlar 25

6. Kimyasal atıklarla ilgili olarak yeni yaklaüımlar geliütirmek ve nükleer kirlenme de dahil olmak üzere, hem denizi hem de karayı bu atıklardan koruma yolları geliütirilmelidir.

7. Yerleüim yerlerini, iklimleri, kaynakları, hayvanları, bitkileri ve bölgesel özellikleri dikkate alarak, yeni ve tedavi edici teknolojiler üretmek gerekir.

8. Bu konuları iüleyen teolojiler ıüıùında Tanrı-tabiat ve insan iliükisini düzenleyen bir teolojik sistem geliütirilmelidir.

9. Son olarak da, tüm yukarıdakileri gerçekleütirmek için, bir eùitim teorisi ve modeli geliütirerek, teolojiyi arkaplan olarak alıp, öùre-nenlerde ekolojik sorumluluk bilinci oluüturulmalıdır.48

Elbette yukarıda saydıùımız maddelere baükalarını da ekleyebili-riz. Zira ekolojik alan daha pek çok alanı ilgilendirmektedir. Örneùin ozon tabakasının delinmesi, asit yaùmurları, hava kirliliùi, sosyo-ekonomik adalet, ekili alanlar ve topraùın korunması, sulama sistemleri ve su kıtlı-ùı, nüfus kontrolü, teknoloji, gelir daùılımı, yer ekolojisi ve Tanrı anlayı-üımızdaki ekolojik model gibi daha pek çok konu ekolojik din eùitimi mo-delinin kapsamı içine dahil edilebilir.

Açıkça üunu belirtmemiz gerekir ki, insanoùlu her ne kadar zeka açısından diùer varlıklardan çok daha üstün ise de, o da sonuçta ekosistemin bir parçası olduùundan, dünyadaki diùer tüm yaüayan or-ganizmalar gibi aynı biyolojik kurallara ve tabiat kanunlarına uymak zorundadır.

C. Çoùulcu Din Eùitimi Modeli

Yaüadıùımız yüzyılın en önemli özelliklerinden biri de, ekonomik, siyasî ve kültürel alanlarda olduùu kadar dinî alanda da çoùulcu bir karakter taüımasıdır. Bu durum hem Doùu hem de Batı ülkeleri için geçerlidir. Her ne kadar bugün Batı ülkelerinde Hıristiyanlık, hâkim bir din gibi görünse de, bu ülkelerdeki diùer kültür ve gelenek mensupları da hem kendi kültürlerini, hem de kendi dinlerini devam ettirme eùili-mindedirler. Özellikle 1960 sonrasında meydana gelen birtakım sosyal, siyasî ve kültürel geliümeler sonucu, hem dinî liderler hem de eùitimci-ler, bu farklı dinlere mensup olan kiüilerin ve özellikle de onların çocuk-larının eùitimini ciddî bir üekilde gözden geçirmeye ve çözüm yolları aramaya baülamıülardır.49 Aslında Wilbert R. Shenk’in de belirttiùi gibi,

48 Miller, “Ecological Theology,” s. 349’dan naklen Berry, Dream of Earth, ss. 65-69. 49 Bu konuda örnek olarak bkz. Lina M. Liederman, “Pluralism in Education: The Display

of Islamic Affiliation in French and British Schools,” Islam and Christian-Muslim

Relations, Vol. 11, no 1 (2000), ss. 105-117; Ronald L. Massanari, “The Pluralisms of

American ‘Religious Pluralism’” Journal of Church and State, 40, no 3 (Summer 1998), ss. 589-601.

(19)

bundan bir nesil önce hiç kimsenin tahmin edemeyeceùi boyutta Batıda bir dinî çoùulculuk hâkim durumdaydı. Doùal olarak deùiüik ülkelerden göç yoluyla gelen kiüiler sadece kendileri gelmemiü, gelirken beraberle-rinde kendi din ve kültürlerini de getirmiülerdir. Shenk, bu durumun devlet okullarında din ve ahlâk öùretiminden, kanunları yorumlama ve devlet idaresine varıncaya kadar pek çok hususu etkilediùini belirtmek-tedir.50 Her ne kadar üimdilik kilise, sinagog ve tapınaklarda çoùulcu bir din eùitiminden bahsedilemezse de, örgün din eùitiminde bu konuda Batıda önemli adımların atıldıùını söyleyebiliriz.

Son yüzyılda meydana gelen bu önemli deùiüiklikler sonucu, artık çoùulculuk, bir kuram olmaktan çıkıp, bir yaüam tarzı olmuü ve olmaya da devam edecektir. Çoùulculuùun geleceùiyle ilgili olarak, Felix Wilfred üu tespitleri yapmaktadır: “Gelecekteki insan kalitesi ve mazlumların kurtuluüu büyük ölçüde çoùulcuùu tanımamıza ve onu yüceltmemize baùlı olacaktır. Dinî çoùulculuk tüm dinî gruplara, kontrol ve rejimlere karüı en güçlü bir panzehir olacaktır... Her çeüit merkezîleüme-siyasî, ekonomik ve dinî-pençesini gevüetmek zorunda kalacaktır... Zira çoùul-culuk diùerinin, farklılıùını tanıma üzerine temellendirilmektedir.”51 Elbette çoùulcuùun da birtakım sınırları vardır ve olacaktır.52 Çoùulcu-luk demek, herkesin bir diùerini dikkate almadan istediùini yapma an-lamına gelmez. Ancak “diùerini” ya da “ötekini” dikkate almadan da, sosyal barıüı saùlamak pek mümkün gözükmemektedir.

Çaùımızdaki çoùulculuùun en göze çarpan alanlarından birisi de hiç kuükusuz dinî alandaki çoùulculuktur. Tüm bu geliümeler de úslâm dinî de dahil olmak üzere, pek çok dinî ve kültürel geleneùi yakından ilgilendirmektedir. Özellikle Katolik Kilisesinin 1960’lı yıllardan itibaren baülattıùı dinler arası diyalog sürecinde, baüta Hıristiyanlıùın kendisi olmak üzere, diùer dinlerin doùruluk ve hakikat derecesi ile bu dinlere baùlı olan kiüilerin bir arada nasıl eùitim ve öùretimlerinin yapılacaùı sorunları da gündemi meügul etmiütir. Bu alanda hem Batıda hem de ülkemizde önemli çalıümalar yapılmaktadır. Ancak sorunun teolojik boyutu derinlemesine araütırılırken, eùitim boyutu göz ardı edilmekte-dir. Oysa hangi kuram olursa olsun, onun pratiùe konması ve hayata uygulanması ancak eùitim yoluyla mümkün olabilecektir.

50 Norma H. Thompson, “The Challenge of Religious Pluralism,” Religious Pluralism and Religious Education, ed. Norma H. Thompson (Birmingham, Alabama: Religious

Education Press, 1988), s. 9. Ayrıca bkz. Nikolas Gvosdev, “Managing Pluralism: The Human Rights Challenge of the New Century,” World Policy Journal 18, 4 (Winter 2001-2002), ss. 51-58.

51 Felix Wilfred, “Emerging Trends Challenge the Churches of Asia,” Trends in Mission: Toward the 3rd Millennium, ed. William Jenkinson ve Helene O’Sullivan (Maryknoll,

New York: Orbis Books, 1991), s. 8.

52 Çoùulculuùun sorunlarına örnek olarak bkz. David W. Machacek, “The Problem of

(20)

Avrupa’da Din Öùretimi ve Yeni Açılımlar 27

Dinî çoùulculuùun ortaya çıkıüı ise, Gabriel Moran’ın da belirttiùi gibi, 18. ve 19. yüzyıllardaki bazı sosyal bilimlerin geliümesine baùlıdır. Tarih, antropoloji ve arkeoloji öùrencileri insanlık tarihiyle karüılaütıkla-rında, onlar dünyanın farklı yerlerinde içsel olarak tutarlı bir dinî uygu-lama üekillerinin olduùunu gördüler. Bu duruma pek çok Hıristiyan karüı çıktı. Zira onlara göre bilimsel din çalıümaları, Hıristiyanlık için bir tehdit unsuruydu. Nedeni de bu çalıümalar Hıristiyanlıùı da diùer dünya dinleri gibi aynı kefeye koyuyordu. Hatta bu güne kadar, “dünya dinleri” dediklerinde, bu ifadeyle onlar, Hıristiyanlık dıüındaki dinleri kastediyorlardı.53 Dinî çoùulculuùun ikinci safhası da 19. yüzyılın yarı-larında bizzat devletin eùitim politikasıyla ortaya çıktı. Ahlâklaümayı ve Amerikanlaümayı devlet politikası haline getiren bir eùitim felsefesini desteklemek suretiyle, devlet okulları, büyük çoùunlukla kaynaùını Pro-testan ve diùer Hıristiyan geleneklerden alan “ahlâki ve manevî deùer-ler” eùitimi vermeye baüladı. Bu durum 1920’lerde üu üekilde ifade edil-di: “Amerika Birleüik Devletleri'ndeki devlet okullarında, ahlâkî ve ma-nevî deùerlerin eùitimi, dinî hürriyete zarar vermeden ve devletle kilise ayrımını bozmadan yapılmalıdır.”54

Tüm bu sosyal, kültürel ve hukukî geliümelerin bir sonucu ola-rak, bugün Amerika’nın çoùulcu bir yapıya sahip olduùu söylenebilir. Bunun da en büyük göstergesi, yüzyıllardır birbirlerini düüman gören Yahudi ve Hıristiyanlar arasındaki iübirliùine yönelik çalıümalardır. Moran’a göre Amerika, yeryüzünde Yahudilerle Hıristiyanlar arasında gerçek diyalogun mümkün olduùu müstesna birkaç yerden biridir. An-cak Moran, her ne kadar son zamanlarda Amerika’da “Yahudi-Hıristiyan Geleneùi”den bahsedilse bile, bu ikili ortaklıùa tam anlamıyla úslâm ve Müslümanlar da dahil olmadıùı ve kabul edilmediùi sürece, Yahudi ve Hıristiyan diyalogunun baüarılı olamayacaùını ve gerçek dinî çoùulculuùun kabul edilip edilmemesinde úslâm’ın belirleyici bir rol oy-nayacaùını belirtmektedir.55

Her ne kadar farklı dinlerin buluüması önce Amerika'da olmuüsa da, uygulama konusu úngiltere’de daha erken olmuütur. 1950’li yıllarda úngiltere yabancı ülkelerden göç almaya baülayınca, onların bu farklı dinleri hemen göz önüne alınmıü ve dinî çoùulculuk alanında da önemli deneyim ve tecrübelere sahip olmuülardır.56

53 Gabriel Moran, “Religious Pluralism: A U.S. and Roman Catholic View,” Religious Pluralism and Religious Education, ed. Norma H. Thompson (Birmingham, Alabama:

Religious Education Press, 1988), s. 40.

54 Bkz. Shockley, “Religious Pluralism and Religious Education,” s. 145. 55 Moran, “Religious Pluralism,” ss. 43-44.

56 Grace Davie, Religion in Britain since 1945 (Oxford UK & Cambridge USA, Blackwell,

(21)

úngiltere’deki dinî çoùulculuùu daha doùru olarak anlayabilmek i-çin, önce bu ülkedeki din eùitiminin kısa bir tarihini bilmek gerekir. 1944 yılında kabul edilen Eùitim Kanunu, din eùitiminin úngiltere ve Wales’de verilmesi zorunluluùunu getirmiüti. Bu din eùitimi iki kısım-dan oluüuyordu: Bunlarkısım-dan birincisi ibadet/dua, ikincisi ise sınıf öùre-timiydi. 1960’lı yıllara kadar, bu sorumluluk baüarılı bir üekilde yerine getirildi. Dua kısmı hiçbir zaman gereken ilgiyi görmezken, sınıftaki eùitim üekli de standart úncil dersleri ve kilise tarihini içeriyordu. Yetiü-kinler de bu tür bir eùitimin çocuklar için iyi olduùunu düüünüyorlar-dı.57

1960’lardan baülayıp 1970’li yıllara gelindiùinde, okullarda yeni bir din eùitimi üekli tartıüılmaya baülandı. Bu yeni yaklaüım kimi zaman “objektif” ve “fenomenolojik” kavramlarıyla dile getiriliyordu. Ninian Smart böyle bir din kuramının geliütirilmesinde önemli bir rol oynamıü-tır.58 Bu model daha sonraları ünlü úngiliz din eùitimcisi John Hull, John Ster ve John Shepherd tarafından geliütirilmiütir. Böylece úngilte-re’de 1944 Eùitim Kanunuyla daha çok Hıristiyanlık din eùitimi söz konusuyken, 1970’li yıllardan sonra okullara dünya dinlerinin öùretimi de girmiü oldu.59

Niçin böyle bir kuram tartıüılmaya baülanmıütır? Elbette diùer ku-ram ve uygulamalarda olduùu gibi, dinî çoùulculuk teori ve uygulaması da birtakım etkenler sonucu ortaya çıkmıütır. ûimdi bu dinî çoùulcuùun ortaya çıkmasına etki eden faktörleri, bu alanın önde gelen isimlerinden Amerikalı bir Katolik teolog olan Paul F. Knitter ile yine Katolik bir din eùitimcisi olan James M. Lee’nin görüüleri doùrultusunda incelemeye çalıüalım.

Her üeyden önce üu bir gerçektir ki, günümüzde dinî çoùulculuk bir lüks olmayıp, bir gereklilik ve zorunluluktur. Aslında hakikatin ya da gerçeùin nihaî olarak tek mi yoksa çok mu olduùu sorusu, Knitter’in de belirttiùi gibi, insan zihnini Heraklitus ve Parmenides’ten Alfred North Whitehead’e; Upaniüad kâhinlerinden (eski Hint din kitapların-dan birisi) çaùdaü Zen Budistlere kadar pek çok kiüinin zihnini meügul etmiü ve etmeye de devam etmektedir. Ancak bugün, insanların geliüen bilim ve teknolojik imkânlar sonucu, diùer dinler hakkındaki hem nite-lik hem de nicenite-lik olarak elde ettikleri bilgiler üu soruların sorulmasına yol açmıütır: Dünyada niçin bu kadar farklı din vardır? Eùer Tanrı bir tane ise, sadece tek bir dinin olması gerekmez miydi? Dinlerin tümü eüit derecede hak mı, yoksa eüit derecede hepsi de batıl mıdır? Bu

din-57 Moran, “Religious Pluralism,”s. 48; Davie, Religion in Britain since 1945, ss. 131-133. 58 Onun bu konudaki eserinin adı üudur: Ninan Smart, Secular Education and the Logic

of Religion (London: Faber and Faber, 1968). Lee’den naklen. 59 Moran, “Religious Pluralism,” ss. 48-51.

(22)

Avrupa’da Din Öùretimi ve Yeni Açılımlar 29

lerin paylaütıkları herhangi bir ortak nokta yok mudur? Birbirleriyle ne tür bir iliüki içinde olmaları gerekir? Pek çok din gerçekten bir midir? Daha spesifik olarak, benim dinim diùer dinlerle ne tür bir iliüki kurma-lıdır? Diùer dinlerden herhangi bir üey öùrenebilir miyim? Kendi dinim-den öùrendiùimdinim-den daha fazlasını diùer dinlerdinim-den öùrenebilir miyim? Diùer dinlere deùil de, niçin ben üu an sahip olduùum dine ait bulunu-yorum?60

Gerçekten de bu sorular her dindar kiüiyi ilgilendiren sorulardır. Özelikle Hıristiyanlar ve Müslümanlar için cevaplandırılması da olduk-ça zor olan sorulardır. Zira her ikisi de tarih boyunca, sadece kendile-rinin hak ve doùru, diùerlekendile-rinin ise batıl olduùunu savunan dinlerdir. Biz burada bu soruları cevaplandırma yerine, daha çok makalemizin de esas konusu olan dinî çoùulcuùun ortaya çıkıü nedenlerini Knitter'ın tespitleriyle belirtmeye çalıüalım.

únsanlıùın dinî çoùulculukla karüı karüıya gelmesindeki en önemli faktörlerden bir tanesi diùer dünya dinleri hakkında elde ettiùi bilgi miktarıdır. Bugün ister batıda isterse doùuda olsun, hemen hemen dünyanın her tarafında insanlar geçmiü dönemlere oranla kıyaslana-mayacak derecede diùer dinlere ait bilgiye sahip olma durumundadır-lar. Bugün kütüphane ve kitapçı dükkanları dünya dinlerine ait eserler-le doludur. Artık insanlar gittikçe kendi dineserler-lerinden öte, daha çok diùer dinler hakkında bilgi sahibi olmaktadırlar. Yine buna ilave olarak bu-gün pek çok üniversitede, karüılaütırmalı dinler tarihi dersi öùretilmek-tedir. Bu dersi alan öùrenciler, sadece diùer dinler hakkında bilgi al-makla kalmamakta, söz konusu dinlerin gerçekliùini ve kendi dinleriyle olan karüılaütırmasını da yapmaktadırlar. Dolayısıyla dinî çoùulculuk artık bu eùitim kurumlarının vazgeçilmez bir konusu haline gelmiütir.

Dinî çoùulculuk sadece eùitim kurumlarında kuramsal bir çaba olarak mevcut olmayıp, aynı zamanda günlük hayatın da ayrılmaz bir parçası olmuütur. Artık insanlar sadece diùer dinî sistem ve fikirlere iliükin kuramsal bilgi edinmekle kalmayıp, aynı zamanda bizzat diùer din mensubu insanlar hakkında da bilgi sahibi olmaktadırlar. Dolayı-sıyla sadece farklı fikirler deùil, o fikirlere sahip insanlar da birbirleriyle karüılaümaktadırlar. Bugün artık batı için düüünürsek, bir kiüinin komüusu sadece bir Babtist ya da Mûsevî deùil; bir Hindu, Budist ya da Müslüman da olabilmektedir. Bu farklı dinlere mensup kiüiler bir arkadaü, meslektaü ya da komüu olarak bir arada çalıümakta, oturmak-ta, çay ve kahve içip eùlenebilmektedirler.

60 Paul F. Knitter, No Other Name? A Critical Survey of Christian Attitudes Toward the World Religions (Maryknoll, New York: Orbis Books, 1990), s. 1.

(23)

Dinî çoùulculuùu gerektiren en önemli nedenlerden bir tanesi de, yeni dünya düzenindeki siyasî ve ekonomik düzensizliklerdir.61 En basit anlamda günlük televizyon haberlerini izleyen ya da gazeteleri takip eden herkesin rahatlıkla görebileceùi gibi, milletler arasında, hatta mil-letler içinde gittikçe büyüyen ve daha karmaüık hâle gelen ciddî ve teh-dit edici boyutta sorunlar vardır. Sadece bir ulusu deùil, aslında tüm dünya uluslarını çok yakından ilgilendiren, açlık ya da yetersiz beslen-me, ekonomik dengesizlikler, doùal kaynakların tükenme noktasına gelmesi, sömürü ve fakirlik, temel insan haklarının ihlâli ve tüm bunla-rı gölgede bırakacak olan nükleer silahlar konusu, bu sorunlar sarma-lından sadece birkaç tanesidir. Mevcut dünyamızın karüı karüıya geldiùi bu denli büyük sorunlar, öyle gazlı bezlerle ya da aspirinlerle halledile-bilecek tarzda sorunlar olmayıp, radikal ameliyatları gerektirecek bo-yuttaki sorunlardır. Bu sorunlar, tüm insan türünü ve içinde yaüadı-ùımız gezegeni tehdit etmektedir.

Böyle bir ortamda, farklı kültür ve uluslar birbirlerine karüı saldı-rı ve egemenlik kurmakla deùil, ancak iübirliùi yapmak suretiyle varlık-larını devam ettirebileceklerdir. Bununla beraber, hâlâ saldırgan ve egoist genlerle sarıldıùımızı da görmekteyiz. Bu olumsuzlukların gide-rilmesinde dünya dinlerinin önemli bir katkısı olabilir ve olmalıdır da. Bu dinler, “genetik tipleri” deùil, kültürel tipleri, insanların doùal “ego-ist” ve “ben merkezcilik” özelliklerinin üstesinden gelebilecek yeni gen ve yeni sosyal deùerleri saùlayabilir. Aslında tüm dünya dinlerine baktı-ùımızda hepsi de, diùer insanlara karüı sevgiyi, kardeüliùi, ve fedakârlıùı tavsiye etmekte ve hepsi de evrensel birlik sembolünü içermektedir. Ancak ne yazık ki, geçmiüe, hatta günümüze baktıùımızda, dinlerin bu birleütiricilik ve yapıcı özelliklerinin aksine, mahvedici bir üekilde insan-lıùı gruplara ve kamplara ayırdıùını görmekteyiz.

Geçmiüte kuruluü aüamasında her bir dinin, kendi kimliùini ve birliùini ortaya koyup kanıtlaması açısından, belki dıülayıcı bir özellik taüıması normal olabilirdi. Ancak bugün dünya birliùine ve dünya va-tandaülıùına olan ihtiyaç, dinlerin sevgi ve ortak dostluùuna iliükin iç vizyonlarını yeniden gözden geçirmeye zorlamaktadır. Zira bu tehdit edici problemlerden sadece Hıristiyanlar, Müslümanlar, Budistler ya da Hindular deùil, dünyada yaüayan herkes etkilenmektedir. O halde eùer dinlerin bu katkılarının etkili olması isteniyorsa, tüm dinlerin bu iübir-liùine katılmaları gerekir. Bu da dinlerin birbirlerine karüı saygı duyma-ları, birbirlerinden karüılıklı olarak bir üeyler öùrenmeleri anlamına gelmektedir. Ancak bu tarzda bir iübirliùi yapılırsa, istenen ve arzu

edi-61 Bu konuda geniü bilgi için bkz. Mustafa Köylü, “Küresel Bir Sorun Olarak Savaü

En-düstrisi ve Dengesiz Ekonomik Daùılım,” TODAúE únsan Hakları Araütırma ve Derleme

Merkezi, Yoksulluk, ûiddet ve únsan Hakları Konferansı (6-7 Aralık 2001, Ankara) ss.

(24)

Avrupa’da Din Öùretimi ve Yeni Açılımlar 31

len sonuca ulaüılabilir. Bu da Knitter’ın ifade ettiùi gibi, “dinlerin birleü-tirici çoùulculuùuyla” mümkün olabilir.62

Halihazırda gerek Amerika’da, gerekse diùer Avrupa ülkelerinde olsun, farklı dinî gruplar arasında birtakım yaklaümaların, birbirlerini daha doùru anlamaya ve birbirlerinden karüılıklı olarak bir üeyler öù-renmeye yönelik bazı gayretlerin olduùu bir olgudur. Bu baùlamda A-merika’nın pek çok üehrinde “Yahudi-Hıristiyan Çalıümaları ve úliükileri Merkezi,” “Yahudi-Hıristiyan-Müslüman Çalıümaları Merkezi” gibi mer-kezler ve bu dinlerin eùitimini veren kurumlar arasında diyaloglar de-vam etmektedir. Elbette bu tür geliümeler dinî çoùulculuùun geleceùi için oldukça önemli gayretlerdir. Ancak Norma Thompson’un da belirt-tiùi gibi, dinî çoùulculuk fikrinin daha geniü bir kitleye ulaüıp, daha verimli sonuçlar alınması isteniyorsa, bu tür etkinliklerin eùitim ku-rumlarına da yansıması gerekir.63 Dinî çoùulculuk anlayıüı kanaatimiz-ce, birkaç kiüi ya da kurum arasında yapılan dinler ve kültürler arası diyalog çabalarının ötesinde, dünya dinleri, dinler tarihi, din felsefesi gibi derslerin ilköùretim seviyesinden üniversite seviyesine kadar oku-tulmasıyla ancak mümkün olacaktır.

Elbette gelecekte, dinlerin birbirlerine, daha doùrusu farklı din mensuplarının birbirlerine karüı tutumlarının ne olacaùını kestirmek kolay bir iü deùildir. Zira gelecekte hangi tür olayların olacaùını kestir-mek oldukça güçtür. Herhangi olumsuz bir olay gelecekte bu tür çaba-ların boüa gitmesine de neden olabilir.64 Thompson’un da belirttiùi gibi, örneùin savaü ve çatıümalar dinî ayrılıùı körükleyip, taraftarları birbiri-ne daha düümanca tavır takınmalarına birbiri-neden olurken, diùer taraftan birtakım tabiî afetler, deprem, sel, yangın, salgın hastalıklar gibi olaùa-nüstü durumlar da farklı uluslardan ve dinlerden olan kimseleri bir araya getirmede bir etken de olabilir.65

ûimdiden gelecekte ne tür olayların olacaùını kestirmek mümkün gözükmese de, Thompson geleceùe yönelik daha kapsamlı ve baüarılı bir dinî çoùulculuk ve eùitimi için üu önerileri yapmaktadır:

62 Bu birleütirici çoùulculuktan maksat tek dünya dinî olmayıp, her bir dinin bazı

birey-sel özelliklerinden feragat ederek, kendi kimliùine aùırlık verdiùi bir birleütirici çoùulcu-luktur. Tanımı ve özellikleri için, bkz. Knitter, No Other Name, s. 9. ss. 2-16.

63 Norma H. Thompson, “Future Directions,” Religious Pluralism and Religious Education,

ed. Norma H. Thompson (Birmingham, Alabama: Religious Education Press, 1988), s. 305.

64 Bilindiùi gibi bunun en büyük örneùini, 11 Eylül 2001 tarihinde New York’taki úkiz

Binalara yapılan terörist saldırılar oluüturmaktadır. Yine Amerika’nın bu olayla ilgili olarak Afganistan ve Irak’a karüı düzenlediùi askeri operasyonlar da, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasındaki iliükileri önemli derecede olumsuz yönde etkilemiütir.

(25)

Birinci olarak, profesyonel din eùitimcilerinin diùer dinler hakkın-da oldukça yeterli bir bilgiye sahip olmaları gerekir. Bu baùlamhakkın-da, bu konularla ilgili dünya çapında yayınlanan çeüitli dergiler vardır. Tüm bunların din eùitimcileri tarafından izlenerek, kendilerinin de katkılar yapması gerekir.

úkinci olarak, araütırmaya ihtiyaç vardır. Burada araütırma der-ken, daha önce sözünü ettiùimiz ders kitaplarındaki dinlerle ilgili bilgi-lerdir. Diùer dinler hakkında verilen bilgiler ne derece objektif bir tarzda ele alınmıütır? Eùer yanlıü bilgiler varsa, bunlar bir hata ve bilgi eksikli-ùi sonucu mu, yoksa kasıtlı olarak mı verilmektedir? Bunların araütı-rılması gerekir. Bu baùlamda acaba Müslümanlar ve úslâm dinî Hıristi-yan ders kitaplarında nasıl anlatılmakta ve yorumlanmaktadır?66 Buna paralel olarak Hıristiyanlık ve Yahudilik, úslâm din derslerinde nasıl anlatılmaktadır?67 Karüılıklı olarak bu farklı din mensupları kendi din-lerinin sunumlarından ne derece mutludurlar? Bu ve benzeri konuların araütırılması gerekir.

Üçüncü olarak, dinî çoùulculuùa iliükin eùitim konusu bir bütün olarak görülmelidir. Mevcut uygulamalar, dinî çoùulculuùa iliükin gay-retlerin entelektüel baùlamda daha çok üniversite seviyesinde yapıldı-ùını göstermektedir. Üniversitelerin yanı sıra tamamen din eùitimi veren kurumlar da programlarına temel dünya dinleri, din felsefesi, din psiko-lojisi ve din sosyopsiko-lojisi gibi dersleri dahil etmelidirler. Oysa lokal din eùitimi veren kurumlar (kiliseler de dahil olmak üzere) bu tür bir eùiti-me yer vereùiti-mediùinden, bu tür gayretler oldukça sınırlı kalmaktadır. Bu durum daha çok farklı dinden olan kiüilerin konuümaya daveti, ya da farklı dinlere ait mabetlerin gezisi gibi faaliyetlerle sınırlı kalmaktadır. Oysa onların da bu tür bir din eùitimi almaları gerekir. Ayrıca devlet okullarında da bu konuya gereken önemin verilmesi lazımdır. Ancak ABD’ye baktıùımızda, belki birkaç eyalet hariç, diùer eyaletlerin çoùun-da devlet okullarınçoùun-da din öùretimi konusunçoùun-da ciddî tartıümalar vardır ve böyle bir ders verilmemektedir. Oysa úngiltere bu konuda daha ileri bir durumdadır.

úhmal edilen, ancak gerek çocuklara gerekse gençlere dinî çoùul-cuùun öùretileceùi en uygun yerlerden birisi de üüphesiz evlerdir. Zira gerek psikolojik, gerekse sosyolojik veriler, pek çok tutum ve davranı-üın ilk çocukluk yıllarında aile ortamında kazanıldıùını ortaya koymak-tadır. Açıkçası, eùer dinî çoùulculuk adına bir üey yapılacaksa, bu

eùi-66 Bu konudaki bir çalıüma için bkz. Ekrem Sarıkçıoùlu, “Batı Dinler Tarihinde úslam,” Uluslar Arası Birinci úslam Araütırmaları Sempozyumu (úzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi

Yayınları,1985), ss. 219-227.

67 Bu konudaki bir çalıüma için bkz. Recep Kaymakcan, “Christianity in Turkish

Religious Education,” Islam and Muslim Christian Relationship, 10 (3), 1999, ss. 279-293.

Referanslar

Benzer Belgeler

Önümüzdeki 3 ayda verilen hizmetlere talep beklentisinin denge değeri Temmuz 2015’te bir önceki aya göre 23,7 puan yükselirken, geçen yılın aynı dönemine göre 8 puan

Mevsimsellikten arındırılmış serilerde ise son 1 ayda Konya’da sigortalı ücretli kadın çalışan sayısı yüzde 5,6 artarken, Türkiye’de yüzde 1,1 artmıştır...

“önümüzdeki 3 ayda sipariş, satış, istihdam beklentilerinde” ve “geçtiğimiz 3 aya göre işlerin durumunda” geçen aya göre düşüş, geçen yıla göre artış yaşandı.

Önümüzdeki 3 aydaki çalışan sayısı beklentisi Temmuz 2015’te bir önceki aya göre 4,5 puan, geçen yılın aynı dönemine göre ise 23,5 puan düşerek -15,5 puan

Konya ihracatında en yüksek paya sahip olan taşıt araçları ve yan sanayi ihracatı Ocak-Kasım 2013 döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde

Küresel salgın dönemi normal gelişim gösteren çocuk ve ergenleri etkilediği gibi psikiyatrik ve/veya nörogelişimsel bozukluğu olan çocuk ve ergenler için de çeşitli

İşlenme Amaçları: Acil durum yönetimi süreçlerinin yürütülmesi, Bilgi Güvenliği Süreçlerinin Yürütülmesi, Çalışan memnuniyeti ve bağlılığı

i , opportunity cost , hold less precautionary balances, M d  Speculative Demand.. Problems with