• Sonuç bulunamadı

Assoc. Prof. Mohamed Boubekri / Süleyman Akm

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Assoc. Prof. Mohamed Boubekri / Süleyman Akm"

Copied!
156
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

éstanbul Teknik Üniversitesi Vakf

Yayn

TEMMUZ - EYLÜL 2014 SAYI 65

ÇEVRE

Prof. Dr. Mikdat Kadoùlu / Prof. Dr. Erdoùan Yüzer Prof. Dr. Derin Orhon Prof. Dr. Nuran Zeren Gülersoy - Esra Yazc Gökmen Prof. Dr. Tanay Sdk Uyar Prof. Dr. Lüt Akca - Abdurrahman Ulurmak Can Erel / Prof. Dr. úlhan Tekeli / Ayüe Hasol Erktin

Prof. Dr. Leyla Tanaçan Dr. M. Emre Çamlbel - Gülcemal Alhanloùlu - Deniz Uùurlu úbrahim Çiftçi / Martin Townsend / Prof. Dr. Ayüegül Tank

Assoc. Prof. Mohamed Boubekri / Süleyman Akm

Doç. Dr. Ahmet Atl Aüc / Emre Hatemoùlu / Prof. Dr. Seval Sözen

Prof. Dr. Sinan Mert ûener / Duygu Erten

(2)
(3)
(4)

itü

TEMMUZ-EYLÜL 2014 | SAYI 65

...

İmtiyaz Sahibi:

İTÜ Vakfı adına Prof. Dr. Mehmet Karaca Yazı İşleri Müdürü:

Hatice Yazıcı Şahinli Yayın Kurulu:

Prof. Dr. Yıldız Sey Y. Müh. Naci Endem

Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol Prof. Dr. Mete Tapan

Kenan Çolpan Kenan Mete Hatice Yazıcı Şahinli Yayın Koordinatörü:

Kenan Mete Editör:

Hatice Yazıcı Şahinli

“Çevre Dosyası” Danışmanı:

Mimar, MDS Ayşe Hasol Erktin Reklam ve Halkla İlişkiler:

Fahri Sarrafoğlu Grafi k Uygulama:

Eser Keleş Katkıda Bulunanlar:

Zeynep Şahin Tutuk, Gülşah Seyhan, Osman Keskin, Altan Bal, Arzu Eryılmaz, Gözde Çalışır, Yavuz Dürüst, Engin Yıldırım, Ramazan Küçük

Yönetim Yeri:

İTÜ Vakfı Merkezi

İTÜ Maçka Yerleşkesi 80394 Teşvikiye / İSTANBUL

Tel: 0212 291 34 75 – 230 73 71 Faks: 0212 231 46 33

Baskı:

Azra Matbaacılık

Litros Yolu 2.Matbaacılar Sitesi E Blok 1.Bodrum No.11 Topkapı Zeytinburnu / İSTANBUL

Tel: 0212 674 10 51 – 612 79 27 Yayın Türü:

Yaygın, Süreli

E-posta: basin@ituvakif.org.tr www.ituvakif.org.tr

Bu dergide yayımlanan imzalı yazılar sahiplerinin görüşünü yansıtmaktadır.

Dergiyi ve yayın kurulunu bağlayıcı nitelik taşımaz.

İTÜ Vakıf Dergisi’nde yayımlanan yazı ve fotoğrafl ardan kaynak belirtilmek koşulu ile alıntı yapılabilir.

VAKFI DERGİSİ

İTÜ Yönetiminin Kampus Planlama Anlayışı ve Yeni Planlama Uygulamaları

Prof. Dr. Sinan Mert Şener

Kampus Sürdürülebilirliğine Entegre Bir Yaklaşım

Duygu Erten

99

103

(5)
(6)

itü

Değerli okuyucularımız,

Dergimizin dosya konusu olarak Üniversitemizde, Türkiye’de, uluslararası ortamlarda ve bilim dünyasında gelişen yeniliklere ve sorunlara açık olmayı ve uzmanların görüşlerine yer vermeyi ilke edinmiş bulunuyoruz. Bu kapsamda Meydanlar, Enerji, Kentsel Dönüşüm, İTÜ ve Gelecek ve diğer sayılarımızla bu ilkemizi sürdürmeye çalıştık. Okurlarımızdan gelen olumlu yansımalar izlediğimiz tutumun doğru olduğuna işaret ediyor.

Dünyamızın ve insanlığın yakın gelecekte karşı karşıya kalacağı tehlikenin adı olarak kullanılan “İklim Değişikliği” olgusu son yıllarda çeşitli afetlerle ve beklenmedik doğa olaylarıyla karşımıza çıkıyor. Bilim çevrelerinin araştırmaları bu olaylara karşı alınması gereken önlemleri yayımlayarak ilgilileri uyarıyor. Bu koşullar altında İTÜ Vakfı Dergisi Yayın Kurulu olarak biz de, farklı alanlardan uzmanlara danışarak konu ile ilgili farkındalığımızı artırmayı görev edindik ve 65. sayımızı

“ÇEVRE” başlığı altında hazırladık. Konunun, derginin bir sayısı kapsamında kapatılamayacağının bilincinde olarak gelecek sayılarımızda “Çevre” başlığı ile özel sayfalar ayırmayı düşünüyoruz.

Derginin ilk iki yazısı olarak Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 5. Değerlendirme Raporu, iklim değişikliğinin insanlar ve ekosistemler için oluşturduğu büyük riske işaret ederek dünya ölçeğindeki durumunu ortaya koyarken, İklim Risk Yönetimi ve Türkiye yazısı ile ülkelerin ne yapmaları gerektiği konusunu irdeliyor.

Birçok ülkenin temel sorunu olan ‘su ve susuzluk’

konusunu çevre koşullarındaki değişmelere bağlı olarak ele alan yazı, geleceğe ilişkin öngörülerle dikkati çekiyor.

İstanbul, ekonomik, sosyal , tarihsel ve doğal yapısı ve giderek artan nüfusu ile Türkiye’nin en önemli, fakat en sorunlu kenti. “İstanbul’da Sonun Başlangıcı: Çevrenin Çöküşü” başlıklı yazı, neden tehlike çanlarının çaldığını anlatıyor.

Türkiye’de çevre konularındaki sürekli faaliyetleriyle tanınan TEMA Vakfı’nın çalışmalarını anlatan yazı, gönüllülük üzerine kurulan bir organizasyonun başarısını ortaya koyarak, toplumun çevreye sahip çıkabileceğine işaret ediyor.

Enerji kaynaklarının, çevre kirlenmesinin ve dolayısıyla iklim değişikliğinin başlıca itici güçleri olduğu artık herkesin farkında olduğu bir gerçek. “ Enerjinin Etkin Kullanımı ve %100 Yenilenebilir Enerji” başlıklı yazı konuya ışık tutarak bizleri aydınlatıyor.

Türkiye’nin Avrupa Birliği Çevre Faslı çalışma sürecinde kabul ettiği kriterler, yetkili yazarlar tarafından

“Avrupa Birliği Uyum Sürecinde Çevre Politikaları ve Uygulamalar” adlı yazıda ayrıntılı olarak sunuluyor.

Bir başka yazı ise Kyoto Protokolü açısından havacılık endüstrisinin çevreye etkilerini inceleyerek önlemleri ele almaktadır.

“Çevre” konusunun öneminin tartışılmaz olduğu alan ise hiç kuşkusuz yapma ve doğal çevrenin sürdürülebilirliğidir. Ekolojik tasarım kavramı, çevrenin sürdürülebilirliğinin sağlanması için kent ölçeğinden yapı elemanına ve yapı malzemesine kadar tasarımın hiyerarşik bir sistem içinde ele alınmasını içermektedir.

Uzman yazarlar tarafından sunulan yazılar Ekolojik tasarımın kavramsal düzeydeki irdelemelerinden ekonomi politikalarına, mimarlıkta pasif çözümlerden bütünleşik tasarıma, yapı malzemelerinin yaşam döngüsünden binalarda enerji verimililiğine, eko- şehirlere, yenilenebilir enerji kaynağı olarak atıklara ve hasta bina sendromundan gün ışığının mimarlığa ve sağlığa etkisine kadar geniş bir yelpaze oluşturuyor.

Yeşil planlama çalışmalarına ilişkin iki proje, konunun uygulamadaki örnekleri olarak dosyamızı sonlandırıyor:

İTÜ’nün kampüs planlama anlayışının temelini oluşturan yeşil kampüs ilkesi ve karbon salınımlı eko kampüs hedefi ile Piri Reis Üniversitesi’nin kampus sürdürülebilirliği için entegre yaklaşımı, ileriye dönük çalışmaların öncülüğünü yapıyor.

“Çevre” dosyamızın içeriğinin oluşturulması ve hazırlanması sürecinde değerli fi kirleriyle katkıda bulunan, çalışmamıza gönüllü danışmanlık yapan Sayın Ayşe Hasol Erktin’e teşekkürlerimizi sunarız.

Bu sayımızdan itibaren dergimizde ‘SANAT’ başlığı altında bir sayfa açıyoruz. Bu konuya Prof. Dr. Ayla Ödekan’ın “İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)’nde Bilim-Sanat İlişkisi ve Bilgi Çağı “başlıklı yazısı ile ilk adımı atıyoruz.

Her sayımızda olduğu gibi 65. sayıda da Teknokent Dosyası, Tekno-Girişim, İTÜ’den Haberler ve İTÜ Vakfı’ndan Haberler yer alıyor.

66. Sayıda yeniden buluşmak üzere.

Saygılarımızla, Prof. Dr. Yıldız Sey

(7)
(8)
(9)

itü vakf dergisi 7

ǦȴPU9LUNP+LȘPȴP`VY

www.fastercv.com

0850

(10)

itü it it itt it it it it iüüüüü

ÇEVRE

(11)

T

ürkiye de dâhil olmak üzere IPCC’ye üye bütün ülkelerin üzerinde anlaştığı rapor, net bir gerçekliğin altını çiziyor:

İklim sisteminde yaşanan değişikliler insan ürünü! Bu, tarımdan gıda fi yatlarına, insan sağlığı ve altyapı sistemlerine kadar her alanı etkiliyor. Bir an önce önlem alınması gerekiyor. Yakın zamanda alınacak önlem- ler çok daha etkili ve az maliyetli olacak.

Ne kadar geç kalınırsa, maliyetler o kadar yükselecek.

İklim Değişikliği 2014: Etkiler, Uyum ve Kı- rılganlık Raporu, küresel iklim değişikliğinin çeşitli sektör ve alanlara etkilerini, iklim de- ğişikliğine uyum politikalarını ve ülkelerin iklim değişikliğine kırılganlıklarını ele alıyor.

IPCC Raporu, iklim değişikliğinin yalnızca gıda üretiminde düşüş, su ve gıda kıtlığı, yükselen deniz seviyeleri ve insan sağlığı- na etkilerinden söz etmiyor; aynı zamanda küresel olarak tüm ülkelerin bu etkilere kar-

åklim Deäiçikliäi 2014:

Etkiler, Uyum ve Krlganlk Raporu

Hükümetleraras åklim Deäiçikliäi Paneli'nin (IPCC) 5. Deäerlendirme Raporu

úklim Aù, IPCC'nin ba üyazarlarndan Greenwich Üniversitesi'nden Prof. Dr. John Morton ve Bo ùaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nden Doç.

Dr. Bar ü Karapnar ile birlikte, Boùaziçi Üniversitesi'nde düzenlenen toplantda raporu deùerlendirdi: “úklim deùiüikliùi insanlar ve ekosistemler için büyük risk oluüturuyor. Bu riskleri yönetmek için acilen, deùiüen iklim sistemlerine uyumlu politikalarn oluüturulmas gerekiyor!...

şı ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koyu- yor. Rapor, iklim değişikliğinin küresel ve ulusal güvenlik politikaları için büyük önem teşkil ettiği yönünde uyarılar içeriyor.

İklim Ağı ve Boğaziçi Üniversitesi tarafın- dan düzenlenen toplantıda konuşan IPCC 5. Değerlendirme Raporu’nun başyazar- larından Prof. Dr. John Morton raporla ilgili şunları söyledi:

“İklim değişikliği ürün verimlerini, gıda gü- venliğini ve kırsal geçim kaynaklarını kü- resel ve yerel ölçeklerde tehdit ediyor. Bu riskleri yönetmek için bir an önce hem ik- lim değişikliğine uyum üzerine çalışmamız hem de iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarını azaltmamız gerekiyor.”

Raporun başyazarlarından Boğaziçi Üni- versitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Barış Karapınar da rapordaki bulguları değerlen- dirdi.Doç. Dr. Barış Karapınar;

“70 ülkeden yaklaşık 300 bilim insanının

Fotoğraf: http://blogs.fco.gov.uk/nicholasbridge/2013/10/21/climate-change-the-road-to-paris-2015/

(12)

itü

binlerce bilimsel çalışmayı değerlendirerek hazırladığı bu rapor, iklim değişikliğinin et- kisiyle su kıtlıklarının ve kuraklıkların arta- cağını, tarımsal verimliliklerin düşeceğini, gıda fi yatlarında dünya genelinde %85’e varan artış gerçekleşebileceğini öngörü- yor. Bu olumsuzluklardan en fazla etkilene- cek toplumsal grupların başında yoksullar, siyasal, sosyal ve ekonomik olarak dışlan- mış sosyal katmanlar, kadınlar ve çocuklar geliyor. İklim değişikliğinin 21. yüzyılın en büyük sosyal adaletsizlik kaynaklarından biri olması bekleniyor. Hükümetlerin bu ra- porda ortaya konan politika önerilerini dik- katle değerlendirip uygulamaya koymaları gerekir” diye konuştu.

Dolayısıyla, artık hükümetler ve karar veri- cilerin bu tehdidi göz ardı etmeleri için hiç- bir geçerli mazeretlerinin kalmadığı görü- şündeyiz. Eğer derhal harekete geçersek gidişatı yavaşlatmamız, iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden kendimizi korumamız mümkün olacaktır.

İklim Ağı adına konuşma yapan ve iklim değişikliğine uyumun yanı sıra iklim de- ğişikliği ile mücadele etmemiz gerektiğini de vurgulayan Deniz Ataç: “İklim değişik- liğinin etkilerini azaltmanın tek yolu, iklim değişikliğine uyum sağlamaktan geçmiyor.

İklim değişikliğinin nedenlerini ortadan kal- dırmadan ve iklim değişikliği ile mücadele etmeden, uyum politikaları etkisiz kalabilir.

Bir taraftan kısa dönemde iklim değişikli- ğine uyum sağlama politikalarımızı oluş- tururken; diğer taraftan da iklim değişikliği ile mücadele politikalarımızı geliştirmemiz gerekiyor” dedi.

IPCC süreçlerinde yer alan Türkiye, küresel iklim değişikliği ve getirdiği riskler ile iklim değişikliğiyle mücadelenin önemi ve ivedi- liğini kabul etmiş oluyor. IPCC raporu, tüm ülkeler ile birlikte Türkiye’nin de iklim bili- minin gösterdiği doğrultuda harekete geç- mesi için bir uyarı niteliği taşıyor. İklim Ağı, bugün gelinen noktada Türkiye’nin sera gazı azaltım hedefi belirlemesinin yaşam- sal bir zorunluluk olduğunun bir kez daha altını çiziyor. Küresel çözümün parçası ol- mak için iklim değişikliğine uyum politika- larının geliştirilmesi, ülkemizin başta kömür olmak üzere fosil yakıta dayalı enerji vizyo- nunun ciddiyetle gözden geçirilmesi, enerji verimliliği ve yenilebilir enerji politikalarının etkin bir biçimde uygulanması gerektiğini vurguluyor.

IPCC Değerlendirme Raporunda Öne Çıkan Noktalar

IPCC tarafından hazırlanan “İklim Değişik-

liği 2014: Etkiler, Uyum ve Kırılganlık Ra- poru”na göre iklim değişikliğinin küresel ölçekte gözlemlenen etkileri şöyle:

İklim değişikliğinin yaşanan etkilerinin ka- nıtları çok açık ve birçok doğal döngü için kapsamlı bir şekilde ortada. Son birkaç on yıl boyunca, iklim değişikliği, tüm kıtalar ve okyanuslardaki doğal sistemler ve insan türü üzerinde etkilerini gösterdi.

Dünyada birçok bölgede değişen yağış rejimleri veya eriyen kar ve buzul örtüleri hidrolojik sistemleri değiştirdi; su varlıkları- nı miktar ve kalite olarak etkiledi.

Karada, tatlı suda ve denizde yaşayan birçok canlı türünün değişen iklim koşulla- rına bağlı olarak coğrafi yaşam alanları, mevsimsel faaliyetleri, göç alışkanlıkları, sayıları ve türler arası etkileşimleri değişti.

Farklı bölgeleri içeren çok sayıda çalış- maya göre iklim değişikliğinin tarımsal ve- rim üzerindeki olumsuz etkileri, olumlu etki- lerinin üzerinde. İklim değişikliği, buğday ve mısır tohumlarının yetişmesini birçok bölgede olumsuz etkiliyor.

Son zamanlarda görülen sıcak hava dal- gaları, kuraklıklar, seller, siklonlar ve kontrol edilemeyen yangınlar gibi iklim değişikliği- ne bağlı oluşan aşırı hava olaylarının etkile- ri, gerek ekosistemlerin gerekse de beşeri sistemlerin iklim değişikliğine karşı ne den- li kırılgan olduğunu ortaya koyuyor. İklim değişikliğine bağlı aşırı olaylar, ekosistem- lerde değişim, gıda ve su erişilebilirliğinde

sorunlar, altyapı ve yerleşim birimlerinde zarar, hastalık ve ölümlerdeki artış ve zihin- sel hastalıklar ile beraber insan refahını et- kiliyor.

İklim değişikliğine karşı ülkelerin kırılgan- lıkları çoğunlukla iklim dışı etkenler ile farklı kalkınmışlık seviyelerinin sebep olduğu çok boyutlu eşitsizliklerden kaynaklanıyor.

Bu nedenle, iklim değişikliğin etkilerine karşı kırılganlık ülkeden ülkeye farklılık gös- teriyor.

Dünyanın bazı bölgelerindeki, büyük öl- çekli şiddet olayları (iç savaş, ayaklanma vb.), iklim değişikliğine olan kırılganlığı artı- rıyor. Altyapı, doğal kaynaklar, sosyal ser- maye ve yaşam alanlarının iklim değişikliği- ne uyumunu tehlikeye atıyor.

Gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun tüm ülkelerde iklim değişikliğinin etkileri ve ik- lim değişikliğine ilişkin sektörel hazırlıkların eksikliği arasında tutarlı bir ilişki var.

Rapora göre, iklim değişikliğinin gelecekte en az % 95 ihtimalle görülmesi beklenen etkileri şöyledir:

Kasırga, sel ve deniz seviyesindeki yük- selmeye bağlı olarak, Küçük Ada Devletle- ri, diğer küçük adalar ve kıyı bölgelerinde ölüm, yaralanma ve yerleşim yerlerinin za- rar görme riski,

Karasal bazı bölgelerde ani sellere bağlı olarak yerleşim yerlerinin zarar görmesi, şehirlerde yaşayan nüfusun ciddi hastalık tehditleriyle karşı karşıya kalması riski,

(13)

Aşırı hava olaylarına bağlı olarak altyapı sistemlerinin büyük ölçüde zarar görmesi ve/veya ortadan kalkmasıyla elektrik ve su temini ile sağlık ve acil yardım hizmetlerinin düzenli sürdürülememesinden kaynakla- nacak sistemik riskler,

Sıcak hava dalgalarının yaşanacağı dö- nemlerde kentsel ve kırsal alanlarda, dışa- rıda çalışanlar ile kentli nüfusun kırılgan kesimlerinde (yaşlılar, solunum zorluğu çe- kenler vb.) ölüm ve hastalık oranlarının art- ması riski,

Sıcaklık artışı, kuraklık, seller ve yağış re- jimindeki değişiklik ve aşırılıklara bağlı ola- rak, özellikle yoksul kesimler için gıda te- min sisteminin işlemez hale gelmesi ve gıda güvenliğinin tehlikeye girmesi riski,

İçme ve sulama suyuna yetersiz erişim ve tarımsal üretimde düşüşe bağlı olarak, özellikle yarı kurak bölgelerde yaşayan ge- çimlik çiftçi ve köylülerin geçim kaynakları- nın azalması riski,

Özellikle tropik ve Kuzey Kutup bölgele- rinde deniz ve kıyı ekosistemleri ile bu sis- temlerin kıyı alanlarında yaşayan nüfusa sağladıkları biyolojik çeşitlilik ve ekosistem hizmetlerinin yok olması riski,

Karasal ve tatlı su ekosistemleri ve ile bu alanlarda yaşayan insanların yararlandıkla- rı biyolojik çeşitlilik ve ekosistem hizmetleri- nin yok olması riski.

IPCC Nedir?

Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 1988 yılında Birleşmiş Milletler’e bağlı olarak faaliyet gösteren iki uzman kuruluş olan Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Prog- ramı (UNEP) tarafından, iklim değişikliği konusunda mevcut bilimsel, teknik ve sos- yoekonomik bilgi ve çalışmaların değer- lendirilmesi, bilimsel çıktılar ışığında iklim değişikliğiyle mücadele ve iklim değişikli- ğine uyum konularında karar vericilere yol göstermek amacıyla kuruldu.

IPCC, Birleşmiş Milletler ve Dünya Mete- oroloji Örgütü’ne üye ülkelerden oluşan, Türkiye’nin de içinde olduğu “IPCC üyesi ülkeler” tarafından belirlenmiş bağımsız süreçlere göre çalışmalarını sürdürüyor.

Her 5 ila 7 yılda bir, dünyanın iklim sistemi- nin bugün geldiği duruma ilişkin derlenen Değerlendirme Raporları basın ve Her 5 ila 7 yılda bir, dünyanın iklim sisteminin bugün geldiği duruma ilişkin derlenen Değerlen- dirme Raporları basın ve karar vericilerle paylaşılıyor. Bu raporlardan ilki 1990 (FAR), ikincisi 1996 (SAR), üçüncüsü 2001 (TAR) ve dördüncüsü de 2007 (AR4) yılında ya-

yınlandı.

IPCC’nin 5. Değerlendirme Raporu, Eylül 2013 ve Eylül 2014 tarihleri arasında par- çalar halinde açıklanıyor. Küresel iklim de- ğişikliğinin bilimsel temelleri ve geleceğe dair ilgili öngörüleri içeren ilk bölümünün (WG1) ardından; iklim değişikliğinin çev- resel, sosyal ve ekonomik etkileri ile iklim değişikliğine uyum için seçeneklerin de- ğerlendirildiği ikinci çalışma grubu raporu (WG2) açıklandı. Üçüncü çalışma grubu- nun raporu (WG3), iklim değişikliğiyle mü- cadele için uygulanabilecek stratejiler, po- litikalar ve araçlara odaklanıyor. Bu raporun ardından, üç çalışma grubunun değerlen- dirmelerini bir araya getiren Sentez Rapor yayınlanacak.

IPCC’nin teknik ve idari kadrosu dışında ka- lan tüm IPCC yetkilileri ve raporlara katkıda bulunan yazarlar IPCC’ye gönüllü olarak hizmet veriyor. Söz konusu kişiler hükümet- ler tarafından aday gösteriliyor, son derece zorlu ve şeffaf süreçler sonucunda bilimsel ve akademik niteliklerine göre IPCC sekre- taryası tarafından seçiliyorlar. IPCC rapor- ları, IPCC tarafından yetkilendirilmiş bilim insanlarınca hazırladıktan sonra, bağımsız ve ilgili paydaşlar tarafından atanmış uz- manların revizyonundan geçiyor. Bu reviz-

yonun ardından, IPCC bünyesindeki edi- törler tarafından tekrar gözden geçiriliyor ve Türkiye’nin de üyesi olduğu IPCC üyesi ülkelerin heyetleri tarafından tekrar okuna- rak oylanıyor. Dolayısıyla, IPCC tarafından yayınlanan raporlarda yer verilen bilgiler, hükümetler tarafından da kabul edilmiş ve onaylanmış oluyor.

İklim Ağı Hakkında: Türkiye’deki sivil top- lum kuruluşları, iklim değişikliği konusunda ortak kaygılarını ve çözüm önerilerini birlik- te dile getirmek üzere “İklim Ağı”nı kurdu.

İnsan kaynaklı iklim değişikliğinin geri dö- nülemez noktaya gelmeden önce durdurul- ması için ortak çalışmalar yürütmeyi amaç- layan “İklim Ağı”, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Doğa Derneği, Doğa Koruma Merkezi,EUROSOLAR Türkiye (Avrupa Yenilenebilir Enerji Birliği Türkiye Bölümü), Greenpeace Akdeniz, Kadıköy Bilim Kültür ve Sanat Dostları Derneği (KA- DOS), TEMA, Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı, Yeryüzü Derneği,Yeşil Düşünce Der- neği, Yeşilist, WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), 350 Ankara gibi sivil toplum kuruluşlarının katkısı ile kuruldu.

www.iklimdegisikligi.org / www.tema.org.tr

(14)

itü

åklim Risk Yönetimi ve Türkiye

(1)

Türkiye’de insan kaynakl iklim de ùiüikliùine baùl olarak sadece büyük

üehirlerimizde meydana gelen sel hasarlarnn neden oldu ùu maddi kayplar, depreme yaklaüt.

Sadece yldrmlarn yol açtù can kayb ise son iki ylda yüzlerce ki üiye ulaüt. Dolu hasar

ise tarm sigortas ödemelerinde birinci sraya yerle üti. Böylece son yllarda Türkiye’de afetlerden dolay ortaya çkan maddi kayplar hzla artmakta. Bununla beraber, toplumlarn refahn yükseltmek sürdürülebilir kalknmayla mümkündür. Ayrca can ve mal güvenli ùini saùlamak, temel bir insan ihtiyac ve toplumun refah için temel üartlardan biridir.

Prof. Dr. Mikdat KADIOĞLU İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü

2

1. yüzyılın sonuna doğru Avrupa ve Orta Asya Bölgesin- deki ülkelerin beklenen aşırı iklim olaylarına maruz kalma sırasına bakıldığında (Baetting, vd., 2007); sosyo-ekono- mik yapısı kadar, ekolojik yapısı da çok hassas ve kırılgan olan Türkiye’nin aşırı hava olaylarına en çok maruz kalacak ülkeler listesinde üçüncü sırada olduğu görülür (Şekil 1).

Maalesef şu an ülkemizde iklim değişikliği, kalkınma ve afet risk yönetimi uzmanları faaliyet gösterdikleri kurumlarında genellikle farklı farklı kurumsal düzenlemeler, yönelim, öncelikler ve stra- tejiler kullanmaktadır. Afet yönetimi, iklim değişikliği ve kalkınma girişimleri için sorumlu kurum ve kuruluşlar farklı ihtiyaçlarına ve önceliklere cevap vermek için tasarlanmıştır.

Böylece meteorolojik afetler ile mücadele farklı kurumların gün- demleri, kaynakları ve stratejilerini koordine etmek günümüzün büyük sorunlardan biridir. Ayrıca, UNFCCC’de görüşmeler iklim değişikliğine uyum üzerine giderek daha fazla odaklanmaktadır.

Afet risklerini azaltma konusunu ele alan uzmanlar ve kurumlar

(15)

Şekil 1

Şekil 2

ise büyük ölçüde risk yönetimi sorunla- rıyla ilgilenmektedir. Böylece afet yöne- timi, iklim değişikliği ve sürdürülebilir kalkınma ile ilgili politika ve tedbirlerde ulusal ve uluslararası koordinasyon ol- madığı için farklı uluslararası politik ve teknik çerçeveler içinde ele alınmakta- dır. Bu nedenle, meteorolojik afetlerle mücadele konusuyla ilgili kurum ve uz- manlar arasında şu an sinerji, bilgi ve işbirliği minimum seviyededir.

Halbuki ve bilindiği gibi iklim değişikli- ği tarih boyunca sürüp giden doğal bir olgu olmasına rağmen, hiçbir dönem

bugünkü kadar hızlı gerçekleşmemiş ve insanın tespit edilen etkisi de bu kadar büyük olmamıştır. İklim değişikliği senar- yolarına göre ortalama hava sıcaklığın- da görülebilecek bir-iki derecelik artış, aşırı hava sıcaklıkları ve şiddetli yağış- larda bir kaç kat artış anlamına geliyor.

Böylece, son yıllarda dünyanın bir çok bölgesi şiddet, etki, süre ve oluştuğu yer bakımından eşi ve benzeri olmayan çok sayıda hidro-meteorolojik afetlere sahne olmaktadır.

Artan bilimsel çalışmalar sonucu son yıllarda aşırı hava olayları, iklim deği- şikliği ve afetler arasındaki olası ilişki

daha iyi anlaşılmıştır. Şe- kil 2’den de görüldüğü gibi iklim değişikliği aşı- rı hava olaylarına, aşırı hava olayları da sosyo-e- konomik şartların uygun olduğu yerlerde afetlere neden olmaktadır. Bu ne- denle, “iklim değişikliğine uyum” çalışmaları aynı zamanda “afet risklerini azaltılma”ya; afet riskleri- ni azaltma çalışmaları da aynı zamanda iklim deği- şikliğine uyuma katkıda bulunabilmektedir. Bütün bu nedenlerden dolayı da iklim değişikliğine uyum ile afet risklerini azaltma

İklim değişikliği senaryolarına göre ortalama hava sıcaklığında

görülebilecek bir-iki derecelik artış, aşırı hava sıcaklıkları ve şiddetli yağışlarda bir kaç kat artış

anlamına geliyor. Böylece, son yıllarda dünyanın bir çok bölgesi şiddet, etki, süre ve oluştuğu yer bakımından eşi ve benzeri olmayan

çok sayıda hidro-meteorolojik afetlere sahne olmaktadır.

çalışmalarının artık birlikte düşünülmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. (Şekil 2) Türkiye’de son zamanlarda hızla artan hava ve iklim olaylarının şiddeti, bun- lara karşı toplumların zarar görebilirliği ve daha fazla insanın bu olaylara maruz kaldığı hidro-meteorolojik afetlere ait bir çok örnek mevcut. Örneğin, 1950- 2010 yılları arasında Türkiye’de oluşan hidro-meteorolojik afetlerin yıllık toplam sayılarının zamanla değişimi Şekil 3’te gösterilmiştir. Böylece küresel iklim de- ğişikliğinden dolayı son yıllarda dünyada ve ülkemizde artan aşırı hava olaylarının can, mal, çevre, tabi ve doğal kaynaklar, iş ve hizmet sürekliliği için oluşturduğu risklerin önümüzdeki yıllarda çok daha fazla olabileceği konusunda endişe duy- malıyız. (Şekil 3)

Sonuç olarak, küresel iklim değişikliği nedeniyle Türkiye’de üst tropiklerde- ki çöl iklimine benzer sıcak ve kuru bir

(16)

itü

iklim hâkim olmaya başladı. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Sahra Çölü gibi bölgelerdeki yüksek basınç kuşağı- nın kuzeye Türkiye’ye doğru kaymasıdır.

(Şekil 4)

Şekil 5’te görüldüğü gibi böylece yüksek basınç merkezlerinin blokajı ile birlikte soğuk ve sıcak Avrupa kışlarında fırtına yörüngeleri değişiyor (Dronia, 1991).

Değişen iklimle birlikte yaşadığımız dü- zensiz, ani ve şiddetli yağışlar ve seller;

heyelanları, erozyonu ve çölleşmeyi ar- tırıyor. Kuraklıkla birlikte kıtlık, orman yangınları, sıcak hava dalgaları, çekirge istilası, kene, sivrisinek vb. haşereler ve bunlara bağlı olarak yaşanan uzun me- safeli göçler de artıyor. Artan rüzgâr fırtı- naları ise şiddetli yağmur, dolu, hortum, yıldırım, ani sel, şehir selleri gibi afetle- rin daha sık, daha şiddetli, daha uzun süreli ve her yede etkili olmasına neden oluyor.

Böylece Türkiye’de insan kaynaklı iklim değişikliğine bağlı olarak sadece büyük şehirlerimizde meydana gelen sel ha- sarlarının neden olduğu maddi kayıplar, depreme yaklaştı. Sadece yıldırımların yol açtığı can kaybı ise son iki yılda yüz- lerce kişiye ulaştı. Dolu hasarı ise tarım sigortası ödemelerinde birinci sıraya yerleşti. Böylece son yıllarda Türkiye’de afetlerden dolayı ortaya çıkan maddi ka- yıplar hızla artmakta. Bununla beraber, toplumların refahını yükseltmek sürdü- rülebilir kalkınmayla mümkündür. Ayrıca can ve mal güvenliğini sağlamak, temel bir insan ihtiyacı ve toplumun refahı te- mel şartlardan biridir (Şekil 5)

Bu nedenlerden dolayı IPCC, 2012 yılın- da kısa adı SREX olan “İklim Değişikli- ğine Uyumu Geliştirmek için Aşırı Olay- ların Riskini ve Afetleri Yönetmek” adlı

özel bir rapor yayınlamıştır. IPCC SREX’e göre de 21. yüzyılda Türkiye dahil ol- mak üzere Güney Avrupa’da daha sık, şiddetli ve uzun süreli kuraklıklar, sıcak hava dalgaları ve orman yangınlarının görülmesi beklenmektedir. Ayrıca, kısa süreli fakat şiddetli sağanak yağış görü- len günlerin sayısındaki artış ile beraber, ani oluşan sellerde de önemli artışların olması öngörülmektedir. Böylece iklim değişikliği tarım ve su kaynakları üze- rinde olumsuz etkilere yol açabilecek ve hidro-meteorolojik afetlere bağlı can ve mal kayıplarını da artırabilecektir. SREX raporunda, dünyanın pek çok yerinde 1950 yılından bu yana toplanan kayıtlara göre, aşırı hava olaylarının istatistiksel anlamda önemli miktarda arttığına dair somut kanıtlar sunulmaktadır. Örneğin, son 30 yılda küresel ölçekte şiddetli

Değişen iklimle birlikte yaşadığımız düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar

ve seller; heyelanları, erozyonu ve çölleşmeyi artırıyor. Kuraklıkla

birlikte kıtlık, orman yangınları, sıcak hava dalgaları, çekirge

istilası, kene, sivrisinek vb.

haşereler ve bunlara bağlı olarak yaşanan uzun mesafeli göçler de

artıyor.

Şekil 4 Şekil 3

(17)

Şekil 7 hava olaylarının neden olduğu sigorta ödemeleri de 20 kat artmıştır. Diğer bir deyişle, şiddetli hava olaylarının neden olduğu kayıpların beklenenden de hızlı büyüdüğü ortaya konulmuştur. Yine IPCC SREX’in ortaya koyduğu gibi Akdeniz Bölgesi’nin güney kuşağında yer alan Türkiye, tahmini iklim değişikliği etkileri- ne karşı oldukça savunmasız durumda- dır. AÇA’na (2004) göre bölgede şiddetli hava olaylarının artması beklenmektedir.

Ayrıca, Türkiye dahil olmak üzere Güney Avrupa’daki yağışların azalmasının tarım ve su kaynakları üzerinde önemli etkilere yola açarak daha sık yaşanacak kurak- lıklar gibi ciddi etkileri olabileceği belir- tilmektedir. Özellikle, 2080 yılı itibarıyla, kuraklık ve şiddetli yağışların daha sık görülmesi beklenmektedir. Rapora göre ayrıca, sıcak hava dalgalarının 21. yüz-

IPCC SREX’e göre 21. yüzyılda Türkiye dahil olmak üzere Güney

Avrupa’da daha sık, şiddetli ve uzun süreli kuraklıklar, sıcak hava

dalgaları ve orman yangınlarının görülmesi beklenmektedir. Ayrıca,

kısa süreli fakat şiddetli sağanak yağış görülen günlerin sayısındaki

artış ile beraber, ani oluşan sellerde de önemli artışların olması

öngörülmektedir.

yılda daha sık ve daha yoğun bir şekil- de ortaya çıkması ve bu sebeple sıcağa bağlı ölümlerin artması beklenmektedir.

Diğer yandan, kış süresinin kısalması kış aylarında yaşanan aşırı ölümlerin sayısı- nı azaltabilecektir. Bununla beraber iklim değişikliğinin en yüksek ölüm riski taşı- yan seller başta olmak üzere Türkiye’de- ki aşırı hava olaylarının sıklığı, şiddeti ve etkileme sürelerini artırması beklenmek- tedir.

Böylece iklim değişikliğine bağlı hid- ro-meteorolojik riskler, diğer doğal afet- lerin neden olduğu risklere kıyasla daha büyük olarak değerlendirilmektedir. Ör- neğin Dünya’da son 50 yılda görülen her 10 doğal afetten dokuzu da şiddetli hava ve iklim olaylarından kaynaklanmaktadır.

Şekil 6 Şekil 5

Maalesef iklim modelleri, can ve mal kayıplarının küresel iklim değişikliğiyle ekstrem hava olaylarının sıklığı, süre- si ve şiddetindeki artışa paralel olarak daha da büyüyeceğini öngörmektedir.

Bütün bu nedenlerden dolayı, IPCC SREX’in tüm dünyaya tavsiye ettiği temel yaklaşım, artık iklim değişikliği ile müca- delede iklim değişikliğine uyum ve afet risk yönetimini ilişkilendirip birleştirmek- tedir (Şekil 6).

Diğer bir deyişle Şekil 7’de gösteri- len iklim değişikliğinin ortaya koyduğu riskleri azaltabilmek için öncelikle sera gazlarını azaltmakla birlikte aşırı hava ve iklim olaylarının tahmin sistemlerini geliştirmek; zarar görebilirliği azaltabil- mek için maruziyetin, erken uyarı, aşırı hava şartlarına dayanıklı yerleşimler ve yerleşimlerin yerlerinin değiştirilmesi ile birlikte yoksulluğun azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kalkınma, vb. ile mümkün- dür. (Şekil 7)

Zaten büyüklüklerdeki bazı sayısal fark- lar olmasına rağmen tüm model simü-

(18)

itü

Şekil 8 lasyonları Türkiye’deki bazı değişiklikler konusunda hemfikirdir. Tüm simülasyon- lar Türkiye’de 21. yüzyılda sıcaklıklarda- ki artışta anlaşmaktadır. Simülasyonlar ayrıca, Türkiye’nin iç ve doğu kesim- lerinde daha büyük artışlara işaret et- mektedirler. Hemen tüm simülasyonlar Türkiye’nin Akdeniz Bölgesi’nde kış ya- ğışlarında düşüşler olacağında hemfikir- dir. Bu simülasyonlar birbirleriyle tutarlı bir şekilde Karadeniz Bölgesi’nde kış yağışlarında artış tahmin etmektedirler.

Tüm simülasyonlar Doğu Anadolu’da ilkbahar akışlarında azalma ve kış akış- larında artış kabul etmektedirler (ÇŞB, 2012).

Türkiye’nin de, artık İklim Değişikliğine Uyum ve Afet Risk Yönetimi çalışma- larını İklim Risk Yönetimi kapsamında öncelikli hedeflerine dayandırarak, bir bütünün doğru belirlenmiş ve birbirini tamamlayan parçaları şeklinde yapması gerekmektedir. Diğer bir deyişle özünde aynı olan konularda, farklı kurum ve ku- ruluşlar tarafından kısmen, parça parça ve eksik çalışmalar artık yapılmamalıdır.

Bütün bunlar yapılırken kullanılabilecek olan Master Plan anlamındaki bazı yak- laşımlar Şekil 8’de gösterilmektedir.

(Şekil 8)

Özetle, iklim değişikliğinin hidro-mete- orolojik afetlerle birlikte ortaya koyduğu

riskleri/afetleri azaltabilmek için önce- likle sera gazlarını azaltmakla birlikte aşırı hidrometeorolojik olaylarının tah- min sistemlerini geliştirmek; hidrome- teorolojik afetlerden zarar görebilirliği azaltabilmek için maruziyetin; erken uyarı, hidrometeorolojik afetlere daya- nıklı yerleşimler ve yerleşimlerin yerleri- nin değiştirilmesi ile birlikte yoksulluğun azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kal- kınma, vb. ile mümkündür.

Bunun için de Türkiye’de de “afet risk yönetimi stratejisi”yle birlikte “iklim de- ğişimine uyum”, artık tüm politika, plan ve programlarda “İklim Risk Yönetimi”

adı altında bütünleşik/birleşik bir şekilde düşünülerek ele alınmalıdır. Diğer bir de- yişle, kalkınma, iklim değişikliği ve afet risk yönetimi konularında çalışan kurum ve uzmanların artık “İklim Risk Yönetimi”

kapsamında birlikte çalışarak kaynakla- rını bütünleşik ve daha etkin bir şekilde kullanması gerekmektedir.

Türkiye’de de “afet risk yönetimi stratejisi”yle birlikte “iklim değişimine uyum”, artık tüm politika, plan ve programlarda

“İklim Risk Yönetimi” adı altında bütünleşik/birleşik bir şekilde

düşünülerek ele alınmalıdır.

Kaynakça:

AÇA, 2004: Avrupa’nın değişen ikliminin et- kileri: Gösterge temelli bir değerlendirme, Avrupa Çevre Ajansı (AÇA) Raporu, 2/2004, Kopenhag.

Baetting, M.B., Wild, M., Imboden, D.A., 2007: A climate change index: Where cli- mate change may be most prominent in the 21st century. Geophysical Research Let- ters, Vol. 34, no. 1.

ÇŞB, 2012: Türkiye’nin İklim Değişikliği İkin- ci-Beşinci Ulusal Bildirimi, T.C. Çevre ve Şe- hircilik Bakanlığı, Nisan 2012, Ankara.

Dronia, H., 1991: Zum vermehrten Auftre- ten extremer Tiefdruckgebiete über dem Nordatlantik in den Wintern 1988/89 bis 1990/91. Die Witterung in Übersee 39, 3, 27.

IPCC, 2012: Summary for Policymakers.

In: Managing the Risks of Extreme Events and Disasters to Advance Climate Change Adaptation [Field, C.B., V. Barros, T.F. Sto- cker, D. Qin, D.J. Dokken, K.L. Ebi, M.D.

Mastrandrea, K.J. Mach, G.-K. Plattner, S.K.

Allen, M. Tignor, and P.M.

Midgley (eds.)]. A Special Report of Wor- king Groups I and II of the Intergovernmen- tal Panel on Climate Change. Cambridge University Press, Cambridge, UK, and New York, NY, USA, pp. 3-21.

Kadıoğlu, M., 2012: Türkiye’de İklim Deği- şikliği Risk Yönetimi. Türkiye’nin İklim De- ğişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi Yayını, 172 s.

1Türkiye’nin Birleşmiş Milletler İklim Deği- şikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne İlişkin İkinci Ulusal Bildirimi Hazırlık Faaliyetlerinin Des- teklenmesi Projesi”

ve refahı için yaptığımız çalışmalardan daha yüksek katma değerler üretilme- si de mümkün olabilecektir. Ayrıca be- nimsediğimiz uluslararası belgelerdeki hedeflerimize daha kolay ulaşabilir ve uluslararası finans kaynaklarından daha etkin bir şekilde yararlanabiliriz.

(19)

Prof. Dr. Erdoğan YÜZER İTÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü

2025 ylnda su tüketimi;

tarmda % 17, sanayide

% 20 ve evsel tüketimde % 70 artacaktr. Su tüketimi çok hzl

bir üekilde artarken dünyada çevre kirlili ùi ve sanayileümeden dolay kullanlabilir temiz su kaynaklar oransal olarak hzla azalmaktadr…

Doäal Yaçamn Olmazsa Olmaz

Su Deyince!

(20)

itü İlksöz

İnsan yaşamı evrensellik kavramı ile bir- likte değerlendirildiğinde bunlar arasında- ki olmazsa olmaz köprünün ‘Su’ olduğu görülür. Bu nedenle ‘Yaşamın Özü Sudur’

tanımında yeryüzündeki insan varlığının ve oluşan uygarlıkların gelişmesinin ve deva- mının ne denli suya bağlı bulunduğu, ha- yatın vazgeçilmez kaynağı olduğu vurgu- lanmaktadır. Geleneksel uygarlıklarda su aynı zamanda, içerisinde mistik bir arıtma ve temizleme gücü barındıran, safl ığın, sa- deliğin, bilgeliğin de sembolü olmuş, bütün dinlerde kutsal kabul edilmiştir.

Denizler, göller, akarsular, yaşamımıza de- ğişik tad ve sağlık katan sıcak ve soğuk su kaynakları, hayranlıkla izlenen mağara olu- şumları, benzersiz görsel zenginlik sunan şelaleler ve buzullar doğa ile suyun gizemli birlikteliklerinin, başka bir deyişle kucak- laşmasının ve Su Deyince! sorgulamasının ilk akla gelenleridir (Şekil 1).

Su, özellikle üzerinde yaşadığımız geze- genin doğru kullanılması ve paylaşılması gereken, önemi gittikçe daha duyarlı olarak anlaşılan bir nimetidir. Nitekim, son 50 yıl- da yoğunlaşan uzay araştırmalarının son- rasında yanıtı merakla beklenen ilk soru ‘Su var mı?’ dır. Biliyoruz ki su varsa yaşam ve yaşanabilir bir ortam vardır. Sadece suya özgü bu ‘farklılık’ nedeni ile 2009 yılında İstanbul’da düzenlenen 5. Dünya Su For- mu’nun ana teması, biraz da felsefi , in- sancıl bir yaklaşımla, ‘Farklılıkların Suda Yakınlaşması’ - ‘Su Biraraya Getirir!’

olarak benimsenmiştir. Bu yaklaşımda su- yun hoşgörü kültüründe oynadığı müstes- na rol belirtilmek istenmiştir.

Suyun Yeryuvarındaki Öyküsü

Yeryuvarı (dünya), evrenin ‘yaşamın vazge- çilmesi’ olarak nitelendirilen ‘su’ya sahip, ayrıcalıklı tek gezegenidir. Katı, sıvı, gaz fazlarında bulunan su, atmosfer ve yerka- buğu arasında sürekli bir çevirim halinde- dir. Bu sürekli çevirim Hidrolojik Dolaşım olarak bilinmektedir (Şekil 2). Başka bir deyişle gezegenimizdeki yenilenebilir nite- likteki bu zenginliğin miktarı sabit kalmakta, sadece fazları değişmektedir.

Yeryüzüne atmosferden yağış (yağmur, kar, dolu v.b) şeklinde düşen meteorolojik kökenli suların bir bölümü yüzeysel akışa geçer, bir bölümü buharlaşır, bir bölümü de yeraltına süzülür. Bu sular, yerkabuğundaki jeolojik ortamın özelliklerine göre yeraltında depolanır (rezervuar) ve değişik süreler- de ‘Su-Kaya etkileşimi’ ile oluşan erimeler sonucunda mineralojik ve kimyasal özellik kazanır.

Hidrolojik dolaşımdaki döngü süresi bazen dakikalar içinde tamamlanmakta, bazen de onlarca yıl, hatta termal suların derin dolaşımında olduğu gibi binlerce yıl almak- tadır.

Dünyada Su ve Susuzluk

Dünyadaki su varlığının ancak % 3’ten daha az bir oranının ‘tatlı su’ olduğu, bu oranın % 2 kadarının buzullarda bulun- duğu, dolayısı ile yararlanılabilir yeraltı ve

yerüstü su varlığının % 1 dolayında olduğu bilinmektedir (Şekil 3).

% 1 dolayındaki kullanılabilir tatlı su mikta- rının, dünyadaki dağılımında da bir eşitlik olmadığı, nüfus ve sahip olunan su kay- nağı yüzdelerinin birlikte verildiği Çizelge 1’de izlenmektedir.

Yukarıdaki açıklamalar kullanılabilir sınırlı miktardaki tatlı suyun yaşamsal önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Dünya banka- sı ve Birleşmiş Milletler Çevre Programında (UNEP) bu sorunun sayısal olarak ifade edil- mesi için yoğun çalışmalar yapılmaktadır.

Bu çalışmalarda elde edilen çarpıcı sorun- ların bazılarına aşağıda değinilmiştir:

• İçinde bulunduğumuz yıllarda 1900 yılına göre su tüketimi dünyada 10 kat artmıştır.

Son 50 yılda dünya nüfusu 2.5 kat, su tüke- timi ise 4.5 kat artmıştır. Önümüzdeki 20-25 yıl içinde birçok ülkede savaşa dönüşebile- cek su krizlerinin doğması beklenmektedir (ŞANLISOY, A., 2006).

• Dünya Bankası verilerine göre sağlıklı bir yaşam için yılda kişi başına 36 – 72 m3 suya ihtiyaç vardır. Buna sulama, sanayi ve ener- ji üretimi eklenince insan hayatı için gerekli olan su miktarı kişi başına yılda 1.000 m3’e yükselmektedir.

• 2025 yılında su tüketimi; tarımda % 17, sanayide % 20 ve evsel tüketimde % 70 artacaktır. Su tüketimi çok hızlı bir şekilde artarken dünyada çevre kirliliği ve sanayi- leşmeden dolayı kullanılabilir temiz su kay- nakları oransal olarak hızla azalmaktadır.

• Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)

‘nın 2002 yılında yayınladığı 3. Küresel Çevre Raporu’na göre dünyada 1,1 milyar insan gü- venli içme suyundan, 2,4 milyar insan ise gü- venli atıksu arıtma hizmetlerinden yoksundur.

Dünyadaki su varlığının ancak % 3’den daha az bir oranının ‘tatlı su’

olduğu, bu oranın % 2 kadarının buzullarda bulunduğu, dolayısı ile

yararlanılabilir yeraltı ve yerüstü su varlığının % 1 dolayında olduğu

bilinmektedir.

Şekil 1: Su Deyince! Akla Gelenler Şekil 2. Hidrolojik Dolaşım

(21)

• Yukarıda anılan, piyasa koşullarının kü- resel ölçekteki siyasi, ekonomik ve sosyal koşullara bu şekilde yön vermesinin devam etmesi halinde 2032 yılı itibariyle dünya nü- fusunun yarıdan fazlasının ciddi su sıkıntısı ile karşılaşabileceğine dikkat çekilmektedir.

• Türkiye’nin Su Varlığı ve Paylaşımı

Çizelge 2’de Türkiye’deki su varlığı ve bunun kullanım dağılımı izlenmektedir (DSİ verilerin- den derlenerek). Bu veriler Türkiye’de halen kişi başına düşen su tüketiminin 1500m3/yıl dolayında olduğunu, beklenen nüfus artışı ile bu miktarın 2030’lu yıllarda 1000m3/yıl’a kadar ineceğini göstermektedir. Kısaca Tür- kiye’nin su kaynakları açısından su zengini bir ülke olmaktan çok uzakta bulunduğu ve hızla su fakiri ülkeler sınırına yaklaşmakta ol- duğu söylenebilir. Bu tablo ülkemizdeki akıllı su politikaları uygulamalarının ve su tasarru- funa yönelik çalışmaların ne denli önemli ol- duğunu ve bu tasarrufa mutlaka sulamadaki kayıpların azaltılmasına yönelik çalışmalarla başlanmasının kaçınılmazlığını vurgulamak- tadır.

Su Kullanım Kültürü

Suyun miktarı ve dağılımı kadar kullanımın- daki alışkanlıkların, zamanla kültüre dönü- şen geleneksel uygulamaların da ayrı bir önemi bulunmaktadır.

İnsanoğlu su ihtiyaçlarını kolaylıkla karşıla- yabilmek için önceleri su kaynaklarının bu- lunduğu yakın çevrelere yerleşmeyi tercih etmiş, suyun yetersiz kaldığı veya yerleşim alanlarına uzak olduğu bölgelerde ise, kaynakları çeşitli malzeme kullanarak oluş- turdukları su yapıları ile yerleşim alanları- na taşımışlardır. Bentler inşa ederek suyu biriktirmeyi, bu suyu kemerler ve kanallar ile yerleşim alanlarına taşımayı, su yolları üzerine köprüler inşa etmeyi, sarnıç, çeş- me, sebil, şadırvan, kaplıca, hamam gibi su yapıları’nı gerçekleştirerek insanlar ile suyu kavuşturmayı başarmışlardır. Böylelikle her uygarlığın kendine özgü bir ‘su kültürü’

oluşmuştur

Anadolu’daki uygarlıkların çok boyutlu analizinde, eski Yunan’dan Roma’ya, Os- manlı döneminden Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan geçiş sırasında yer alan mane- vi değerler arasında “su kültürü”nün ayrı bir yeri vardır. İlk büyük su uygarlıklarını kurmuş olan Roma İmparatorluğunun bu alandaki gerçek varisi Osmanlı Devletidir.

Osmanlılar Romalıların yaptığı su ve sula- ma sistemlerini, köprü, kemer, sarnıç, ark gibi su yapılarını koruyup, geliştirmişlerdir

(ÇEÇEN, K., 2000). Türkiye, içinde bulun- duğu jeolojik kuşağın (Alp-Himalaya Kuşa- ğı) doğal bir sonucu olarak sönmüş genç volkanları ve yoğun tektonizma geçirmiş, kırıklı-faylı yapıların bulunduğu ortamları içerir. Bu ortamlar depremlerin ve çok zen- gin termomineralli suların oluşumu için uy- gun koşullara sahiptir. Belirtilen nedenlerle Türkiye’de sıcaklığı 20 °C den fazla olan 300 ü aşkın termal kaynak, erimiş madde miktarı 1000mg/lt’nin üzerinde olan 200 den fazla maden suyu, 75 kadar içmece kaynak grubu (ŞİMŞEK, Ş., 2000) ve 200 dolayında şişelenmekte olan kaynak suyu (memba) dolum tesisi bulunmaktadır.

(Şekil-5)

Termomineral kaynaklar, sıcaklıklarına, içerdikleri mineral ve kimyasal madde mik- tarına, debilerine göre sınıfl andırılırlar. Bu

sular, tarihsel dönemler boyunca ısıtma ve temizliğin yanısıra tedavi(şifa) amaçlı olarak da kullanılagelmiştir. Günümüzde doğal sıcak su bilimi (balneoloji) ve sıcak su ile tedavi bilimi (balneoterapi) olarak bi- linen konuların çoğunun kökeni MÖ 400 yıl- larında Hipokrat’ın ortaya koyduğu ilkelere dayanmaktadır.

Termomineral sulardan temizlenme ve sağ- lık amaçlı yararlanma, kaynak başına ku- rulmuş basitten (Ilıca) gelişmişe (Kaplıca) kadar değişen Kapalı Mekanlarda olmak- tadır.

Tarihsel, özellikle Roma ve Bizans uygar- lıkları dönemlerinde termomineral sulardan yararlanmada hayranlık uyandıran özel bir mekan ve kullanma kültürü gelişmiştir. Bu nedenle günümüzde ‘Kaplıca/Hamam Kül- türü’ olarak da bilinen geleneğin kökeni bu uygarlıkların hüküm sürdüğü yıllara kadar indirilebilir.

Ülkemiz sıcak (termal) su kaynaklar açı- sından, dünyanın ilk üç ülkesi arasında- dır. Kaynak, tesis ve kullanım zenginliği açısından Türkiye, Almanya ve Japonya ile birlikte anılmaktadır. Türk halkına özgü geleneksel kaplıca bilgisi ve kullanım kül- türü halen sürmekte, termal kaynakların bulunduğu yörelerimizde çoğu 4-5 yıldızlı

‘termal’ otellere her geçen gün bir yenisi eklenmektedir. Bu yönde, termal su sağlığı ile ilgili bilimsel tıp (balneoloji) çevrelerinin ve yatırımcılarının sıcak su kaynaklarına

1994 yılında İstanbul’a günde

yaklaşık 1.0 milyon m

3

su verilirken bu miktar 2013 yılında 2.5 milyon

m

3

düzeyine yükselmiştir. Halen 900 milyon m

3

/yıl’a ulaşan bu talebin karşılanmasının il sınırları içinde yeterli yerüstü ve yeraltı su kaynakları kısıtlı olan bir kent için yaşamsal önemi bulunmaktadır.

Yaşanan bu sorunda, su isale hatlarındaki önlenemeyen su kayıplarının da rolü önemlidir.

Şekil 3. Dünyadaki Su Varlığının Dağılımı

Okyanuslardaki Tuzlu Su….%97,2

TATLI SU (%2,8) İÇERİĞİ

Buzullar:%2,14……..%77,2

Yeraltısuları: %0,61...%22,1 Yüzey Suları: %0,09….%0,3 Toprak Nemi: %0,05……%0,2’dir.

(22)

itü

Kuzey Amerika Güney Amerika Avrupa Afrika Asya

Avustralya - Antartika

8 6 13 13 60 1

15 26 8 11 36 5 (termal hidrojeoloji) ilgisinin artması se-

vindiricidir. Bu uygulamaların yanı sıra son yıllarda özellikle sıcaklığı 150°C ve üzerin- de olan su-buhar karışımlarında (akışkan) kurulu santrallerle elektrik enerjisi üretimi de gittikçe yaygınlaşmaktadır (yenilenebilir jeotermal enerji).

Türkiye, jeolojik olarak Alp-Himalaya dağ kuşağı içinde yer almasının doğal bir so- nucu olarak dünyanın en zengin mineralli ve jeotermal su kaynaklarına sahip ülkeler arasındadır. Bu sular Anadolu’ya yerleşik uygarlıklar tarafından asırlarca tedavi ve şifa amaçlı olarak kullanılmıştır. Gelenek haline gelen bu yaklaşım, Anadolu’ya ilk yerleşen Türklerden itibaren izlenen ha- mam ve kaplıca kültürü olarak bilinmekte- dir.

İstanbul’un Su Sorunu

‘Su Deyince!’ başlığı altındaki bu makale- de ilk akla gelen güncel sorulardan biri de kuşkusuz ‘Ne Olacak İstanbul’un Su Soru- nu’ dur.

Üç büyük uygarlığa başkentlik yapmış İs- tanbul Kenti için tarihsel dönemler boyun- ca içme ve kullanma suyunun sağlanması

yaşamsal bir sorun olmuştur. Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde Istrancalardan başlayarak İstanbul dışındaki membalar ve yüzey suları kemerlerle taşınmış, yeraltı sarnıçlarında biriktirilmiş, çeşmelerle dağı- tılmıştır.

İlk kez 1887 yılında Terkos Gölü’ nün suları bir Fransız şirketi (Der saadet) tarafından

ham su olarak şehrin evlerine verilmiştir.

Cumhuriyet döneminde, 1926 yılında Ka- ğıthane’de ilk arıtma tesisi kurulmuştur.

1933-1938 yıllarında İstanbul’ un her iki yakasına su veren yabancı şirketler devlet- leştirilerek bu tarihte kurulan İstanbul Sular İdaresine devredilmiştir.

İstanbul’un artan nüfusuna çözüm bulmak üzere, 1950’li yıllarda Elmalı I, Elmalı II daha sonra Alibeyköy ve Ömerli Barajları devreye alınarak iki yakanın su ihtiyacı kar- şılanmaya çalışılmıştır. 2000’li yılların başın- da denetlenemeyen nüfus artışı karşısında, il dışındaki komşu illerin kaynaklarının da sistem içine alınması kaçınılmaz olmuştur.

Bu anlamda batıda Istrancalardaki derele- rin, doğuda Melen Çayı sularının İstanbul’a taşınması, başka bir deyişle İstanbul İçme Suyu sorununun İthal Su’ ya(!) dayalı olarak çözümü gündeme gelmiş ve uygulamaya geçilmiştir.

İstanbul’un nüfusu son 20 yılda 8.5 mil- yondan 14.5 milyona yükselerek yaklaşık

% 70 oranında bir artış göstermiştir. Bu artış doğal olarak su ihtiyacını da sürekli yükseltmiştir. 1994 yılında İstanbul’a gün- de yaklaşık 1.0 milyon m3 su verilirken bu miktar 2013 yılında 2.5 milyon m3 düzeyi- ne yükselmiştir. Halen 900 milyon m3/yıl’a ulaşan bu talebin karşılanmasının il sınırları içinde yeterli yerüstü ve yeraltı su kaynak- ları kısıtlı olan bir kent için yaşamsal önemi bulunmaktadır. Yaşanan bu sorunda, su isale hatlarındaki önlenemeyen su kayıp- larının da rolü önemlidir. Resmi kayıtlara göre, kente verilen suyun % 24 oranında kayba uğradığı ifade edilmektedir. Başka bir deyişle, günde yaklaşık 700.000 m3 su şehir şebekesinde kaybolmaktadır. Bu mik- tar yaklaşık 5 milyonluk bir nüfusun gerçek su kullanımını karşılayacak düzeydedir (YÜZER, E., SÖZEN, S., 2014).

Günümüzde İstanbul’un su ihtiyacı, Avrupa yakasında Istrancalar’daki 6 baraj, Terkos Gölü, Alibeyköy, Sazlıdere ve B.Çekmece, Anadolu yakasındaki Ömerli ve Darlık Ba- rajlarında depolanan, Melen ve Yeşilçay (İsaköy) regülatörlerinden pompalanan yü- zey suları ile karşılanmaya çalışılmaktadır.

Dolayısı ile İstanbul’un su ihtiyacının güve- nilir ve uzun erimli giderilmesinde yapımı süren Melen Barajı ve isale hattının tamam- lanmasının önemi açıktır.

Yeraltı sularının İstanbul’un su ihtiyacının karşılanmasındaki katkısı toplam ihtiyacın

% 4-5 ‘i kadardır. Bu katkının sınırlı kal- masında, İstanbul batısındaki Bakırköy ve

İstanbul’un su ihtiyacı doğal

ve yapay göllerde depolanan (rezervuar) sulardan sağlanmaktadır. Bu nedenle göllerin beslenme havzalarındaki

kirlenmeye karşı koruma önlemlerinin alınması ve denetiminin titizlikle ve aralıksız

sürdürülmesi kaçınılmazdır.

Nitekim, koruma önlemlerinin alınamadığı Küçükçekmece Gölü havzasındaki yasadışı yerleşimlerle

havzanın tümüyle bu özelliğini kaybedip devre dışı bırakıldığı, Elmalı Barajı havzasının da yakında

bu duruma geleceği bir uyarı olmalıdır.

Çizelge 2: Türkiye’nin Su Varlığı ve Kullanım Dağılımı TÜRKİYE’NİN SU VARLIĞI

Yıllık Yağış Ortalaması 642.2 mm

Yıllık Yağış Miktarı 501x10 m3 Yıllık Buharlaşma Miktarı 271x10 m3 Yıllık Yüzeysel Akış 198x10 m3 Yıllık Yeraltı Suyu 41x10 m3 Yabancı Ülkelerden Giren Su 6,9x10 m3

Kullanılabilir Yıllık Yeraltı ve Yerüstü Suyu Miktarı 112x10 m3 (14+98 x10 m3) Halen Fiili Yıllık Tüketim 40,1x10 m3

Bu miktarın 29,6x10 m3 sulama

6,2x10 m3 içme-kullanma

4,3x10 m3 sanayide kullanılmaktadır.

Kişi Başına Düşen Yıllık Net Su Miktarı 1531 m3

Su Fakiri Ülkelerde Kişi Başına Düşen Yıllık Su Miktarı < 1.000m3 Su Zengini Ülkelerde Kişi Başına Düşen Yıllık Su Miktarı 8.000-10.000 m3

TÜRKİYE SU ZENGİNİ BİR ÜLKE Mİ ?

2030 Yılında Kişi Başına Düşecek Yıllık Su Miktarı ~ 1.000 m3 HAYIR!

Çizelge 1: BM Verilerine Göre Su Kaynaklarının Kıtasal Dağılımı

KITALAR NÜFUS (%) SU KAYNAĞI (%)

(23)

İTÜ bünyesinde UNESCO desteği ile 1950’li senelerde başlatılan,

Rektörlüğe bağlı Hidrojeoloji Araştırma Enstitüsü’nün zaman

içinde Maden Fakültesi’nin bölümlerinde eritilerek işlevsiz

hale gelmesi üzücüdür. İçinde bulunduğumuz yıllarda suyun

tartışılmaz önemini göz önünde bulundurarak İTÜ çatısı altında yüksek lisans düzeyinde eğitim verecek bir Su Kaynakları Araştırma Enstitüsü’

nün kurulmasını çok yararlı görmekteyiz.

göller arasındaki yeraltısuyu akiferlerinin 1960’lardan sonra, yasadışı açılan ku- yularda aşırı pompajla tüketilmesinin ve yoğun yerleşimlerle yüzeysel beslenme alanlarının azaltılmasının etkisi vardır. Geri dönüşü ekonomik olarak olanaklı görülme- yen bu akiferlerden yararlanma halen gün- dem dışındadır.

İçinde bulunduğumuz kurak yılda oldu- ğu gibi, özellikle Marmara Bölgesi’ndeki yağışların azalması, yüzey depolarındaki (barajlar) seviyelerin hızla düşmesini do- ğurmuştur. Bu yıl için umudumuz yağışların yanı sıra Melen ve Sakarya’dan getirilecek suya bağlı görülmektedir. Açıklandığı gibi İstanbul’un su ihtiyacı doğal ve yapay göllerde depolanan (rezervuar) sulardan sağlanmaktadır. Bu nedenle göllerin bes- lenme havzalarındaki kirlenmeye karşı ko-

Kullanılabilir Su Potansiyeli 112x10 m3 Yerüstü Suları 98x10 m3

Yeraltı Suları 14x10 m3

Halen Bu Suyun %36’sına Karşılık Olan Toplam 40,1x10 m3 Su Kullanılmaktadır.

Sulamada 29,6x10 m3 (%74) İçme-Kullanma 6,2x10 m3 (%16) Sanayi 4,3x10 m3 (%10)

Mağlova Kemeri Mimar Sinan (1554-1562)

Çizelge 3: Türkiye’nin Su Potansiyeli ve Kullanımındaki Oransal Durum

ruma önlemlerinin alınması ve denetiminin titizlikle ve aralıksız sürdürülmesi kaçınıl- mazdır. Nitekim, koruma önlemlerinin alına- madığı Küçükçekmece Gölü havzasındaki yasadışı yerleşimlerle havzanın tümüyle bu özelliğini kaybedip devre dışı bırakıldı- ğı, Elmalı Barajı havzasının da yakında bu duruma geleceği bir uyarı olmalıdır. İSKİ yönetmeliğinde açıkça belirtilen koruma önlemlerinin alınarak yasadışı yerleşmele- rin ortadan kaldırılması için verilen müca- deleler yerinde ancak çok yetersizdir. Yetki ve güvenlik açısından donatılmış ekiplerin hızla oluşturulması mutlaka gereklidir.

Diğer taraftan İstanbul’un su ihtiyacının komşu illerin yüzey suları ile karşılandığı gerçeği göz önünde bulundurularak, bu illerin yönetimleri ile ortak ve adil bir pay- laşım için ‘İller arası Su Yönetimi’ esasla-

rının belirlenmesi ve uygulanması ‘Sosyal Havza Yönetimi’ anlayışının kaçınılmaz bir ilkesi olarak gündeme getirilmelidir.

Sonsöz

Halen Türkiye su kaynaklarının kullanımın- da havzalar arasındaki transfer ve küresel su politikaları ile havza yönetimi gündem- dedir. Örneğin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuri- yeti’ndeki su sıkıntısının Türkiye’den trans- fer edilecek su kaynakları ile çözülmesi sonuç aşamasındadır. Bu amaçla yapımı süren Anamur yakınındaki Alaköprü Bara- jı’nda depolanacak olan su 80 km’si deniz altından olmak üzere toplam 107km’lik boru hattı ile Kuzey Kıbrıs’taki Geçitköy Barajı’na verilecek oradan da ülke içindeki dağılımı sağlanacaktır. Dünyada yankı uyandıracak bu proje, ileride Türkiye ile Ortadoğu ülke- leri arasında benzeri ‘Su Köprüleri’nin başlangıcı olacak önemdedir.

Önümüzdeki on yılların esas savaşı su say- nakları üzerine olacaktır. Bu açıdan bakıl- dığında, Dicle ve Fırat nehirlerinin stratejik önemi ortadadır.

Eğitim kurumlarımızda su kaynaklarının çok yönlü olarak araştırılmasına odaklan-

(24)

itü

KEMERLERİN SÜLEYMANİYESİ!

Sinan, hiçbir yapı yapmamış, yalnız Mağlova Kemerini yapmış olsaydı yine devrinin en büyük mühendis ve mimarı olurdu. Süleymaniye, Selimiye ne değerdeyse Mağlova Kemeri de aynı değerdedir.

Prof. Dr. Kazım ÇEÇEN, 2000

mış bir uzman kuruluş bulunmamakta- dır. İTÜ bünyesinde UNESCO desteği ile 1950’li senelerde başlatılan, Rektörlüğe bağlı Hidrojeoloji Araştırma Enstitüsü’nün zaman içinde Maden Fakültesi’nin bö- lümlerinde eritilerek, işlevsiz hale gelmesi üzücüdür. İçinde bulunduğumuz yıllarda suyun tartışılmaz önemini göz önünde bu- lundurarak İTÜ çatısı altında yüksek lisans düzeyinde eğitim verecek bir Su Kaynakla- rı Araştırma Enstitüsü’ nün kurulmasını çok yararlı görmekteyiz. Konunun olgunlaştırıl- ması ve etrafl ıca tartışılması için bir plat- formun oluşturulmasını ve bu amaçla İTÜ

Şekil 4. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Mimar Sinan tarafından şehre su getiren Kırkçeşme İsale Hattı’nda yapılan kemerlerden biri Mağlova Su Kemeri (ÇEÇEN, K., 2000)

Şekil 5. Türkiye’de Genç, Sönmüş Volkanlar ve Tektonik Hatlara Bağlı Olarak Oluşan Sıcak Ve Mineralli Su Kaynaklarının Dağılımı (ŞİMŞEK, Ş., 2001)

Vakfı Dergisinin önümüzdeki sayılarında bir ‘Su Kaynakları Dosyası’nın açılmasını önemsiyoruz.

Kaynakça

ÇEÇEN, K., (2000): İstanbul’un Osmanlı Dö- nemi Su Yolları. İBB İSKİ Yayını, İstanbul.

ÇEKİRGE, N. (1982): Kaplıcalardaki Kür ve Rekreasyon Birimlerinin Planlanması ve Ta- sarımı İçin Bir Metod. İTÜ, Mimarlık Fakültesi, Doktora Tezi, İstanbul.

ERGUVANLI, K.,-YÜZER, E. (1973): Yeraltısu- ları Jeolojisi. İTÜ, İstanbul.

KARAGÜLLE, M., Editör, (2013), Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji, İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi 185. Yıl Ders Kitapları Serisi, İstanbul.

MTA (2005): Türkiye Jeotermal Kaynakları En- vanteri. MTA Envanter Serisi-201, Ankara.

ŞANLISOY, A., (2006), İstanbul’daki Su Top- lama Havzalarında Yaşanan Sorunlar ve Çö- züm Önerileri, İTÜ Maden Fakültesi, İstanbul.

ŞENTÜRK, H. (2009): Türkiye Mineralli Su Potansiyeli ve Sorunlarımız. Türkiye Jeoter- mal Kaynak Potansiyeli ve Arama Yöntemleri Sempozyumu, İ.Ü ve TMMOB Jeoloji Müh.

Odası, İstanbul.

ŞİMŞEK, Ş. (2007): Dünya’da ve Türkiye’de Jeotermal Gelişmeler. Ülkemizde Doğal Kay- nakların Enerji Üretimindeki Önemi ve Gele- ceği Sempozyumu, İzmir.

ÜLKER, T., (1988), Türkiye’de Sağlık Turizmi ve Kaplıca Planlaması, Kültür ve Turizm Ba- kanlığı Yayınları, No:106, Ankara.

YÜZER, E., (2013), Vuslat, Suların Kayalarla Kucaklaşması, Baki Canik Yeraltısuları Sem- pozyumu, Aksaray Üniversitesi, Aksaray.

YÜZER, E., (2014), Termomineralli Suların Oluşumu ve Dünyadaki Ünlü Kaplıca Şehir- lerinden Örnekler, XI. Türk Kaplıca Tıbbi ve Balneoloji Kongresi, Gaziantep.

YÜZER, E.,-SÖZEN, S., (2014), İstanbul’un Su Sorunu Nasıl Çözülür. Cumhuriyet Gazetesi Sürdürülebilir Yaşam Özel Sayı 22.03.2014, İstanbul.

(25)

Prof. Derin Orhon Bilim Akademisi

Istanbul’da Sonun Baçlangc:

Çevrenin Çöküçü

Olumsuz geli ümeleri sadece sorun olarak görmeye çalümak çok iyimser bir yaklaüm olur.

Istanbul’da çevre, do ùal yapdan kültürel mirasa kadar tüm önemli unsurlar ile bir çöküü sürecine girmiütir.

Bu sürecin ba ülamasnda yaplmayanlar kadar,

birtakm dayatmalarla yaplan yanlülar da ayn ölçüde

önemli rol oynam ütr…

(26)

itü

I

stanbul asırlardan beri dünyanın en çeki- ci kentlerinden biri olarak kabul ediliyor.

Coğrafi konumu ve eşsiz doğal güzellik- leri kadar tarihi ve kültürel zenginliklerine borçlu olduğu bu özelliğini günümüzde de korumaya çalışıyor. Ancak, sürekli teş- vik edilerek 14 milyonu aşmış bir nüfus sü- rekli yeşili kemiriyor, kenti bir beton yığınına çeviriyor ve hoyratça doğayı tahrip ediyor.

Yaşamın bir sorunlar yumağına dönüşmüş olmasına rağmen, kenti işgal etmiş olan nüfus bundan etkilenmiyor; bir çevresel in- tihar sürecini başlatmış olduğunu cehaleti yüzünden farketmiyor; yönetimin umursa- maz ve çıkarcı yaklaşımına müdahale et- meyi düşünemiyor

Doğanın ve çevrenin geleceği açısından, Istanbul 1200’lü yıllardaki Haçlı işgalinde bile günümüzdeki kadar büyük bir tehdit altında kalmamıştı. Kanal Istanbul, 3. Ha- valimanı ve 3. Köprü gerçekten de hiç bir bilimsel temeli olmayan çılgın mega proje- ler; doğrudan kuzey ormanlarının yıkımını hedef alıyorlar. Kuzey ormanları yok olursa kentin nefes alamayacağı kimsenin umu- runda değil!..

Belediye yönetimi 2000’li yıllarda, 400 bilim adamını 4 yıl çalıştırarak Istanbul Çevre Dü- zeni Planı yaptırdı; plan oy birliği ile onay- lanarak 2009 yılında yürürlüğe girdi. Bir anlamda Istanbul’un Anayasası!..Planda bu üç proje de yer almıyor. Nasrettin hoca yöntemi ile sormak gerek: Bu üç proje bu kadar gerekliydi de neden Çevre Planı’na dahil edilmemiş? Planda yoksa neden şu anda telaşla uygulanmak isteniyor?

ISTANBUL’ UN BÜYÜK SORUNU MEGA PROJELER

Kanal - Istanbul projesi

Proje çevre açısından bir felaketler zinciri:

Kanımca, hazırlanmış olan Istanbul Çevre Düzeni Planında yer almamış olmasının nedeni basit: Projenin bilimsel temeli yok;

doğaya aykırı; çevre açısından sürdürüle- bilir değil. Bilim adamları başta, Karade- niz’in yüksek oranda kirlilik içeren sularının Marmara’ya boşalacağını; kıyı kesiminden başlayarak çözünmüş oksijen düzeyinin gi- derek düşeceğini ve Marmara’nın, belki de altından kalkamayacağı bir kirlenme soru- nu yaşayacağını ifade ediyor. Muhtemelen Boğazdaki akıntı düzeni de etkilenecek.

Tuzlu su bütün kanal boyunca sızarak ye- raltı su kaynaklarını ve belki de orman örtü- sünü etkileyecek. Asıl sorun projenin temel

amacı olduğu anlaşılan ve kanal civarında oluşması planlanan yeni yerleşim alanları ve nüfus patlaması!.. Kötü bir fi lm senaryo- su bile bundan daha iyi kurgulanır.

Üçüncü Havalimanı Projesi

Bu konuda öncelikle şu soruya cevap ve- rilmeli: Istanbul’da 3. Havalimanının kuzey ormanları içine yapılması gerekli miydi?

Kesinlikle değildi...Istanbul Çevre Düzeni Planı 3. Havalimanı için uygun konumun Silivri olduğunu belirlemişti. Neden de- ğiştirildi? Kimse bilmiyor, araştırmıyor!..

Göstermelik ÇED çalışmasının öncelikle bu konum değişikliğini bilimsel gerekçe- lerle açıklaması gerekirdi. Neden dünyada benzeri olmayan 150 milyon yolcu kapasi- tesi seçilmiş, o da belli değil. Neden daha uygun bir alternatif planda tanımlı iken yer değiştirmesi ile doğal yapının ve orman örtüsünün tahrip edilmesi hedefl enmiş?

Eğer Istanbul’un geleceğinden sorumlu ise bütün bu soruları Belediye yönetiminin ce- vaplaması gerek...

Üçüncü Köprü Projesi

Bu proje Istanbul’un ulaşım sorununu ne öl- çüde hafi fl etecek? Istanbul’a ne getirecek, ne götürecek? Yaygın bilimsel kanıya göre hiçbir şey getirmeyecek, çünkü Istanbul’un asıl ihtiyacı iki yakayı birbirine bağlayacak olan raylı sistemler. Proje, tüm bağlantı yol- ları ve civarında oluşacak yerleşim alanla- rı ile, kuzey ormanlarından ve Istanbul’un doğasından çok şey götürecek. Konunun uzmanları bu projenin doğaya ve su havza- larına vereceği çok ağır tahribat yanında, özellikle çevre yolları etrafında oluşacak kaçak ve çarpık yapılaşmanın yol açacağı kalıcı zararlara da dikkat çekiyor. O halde proje çok belirgin olumsuz etkilerine karşın, ÇED – Çevre Etki Değerlendirmesi – süre- cinden nasıl geçmiş ve onay alabilmiş:

Almamış, çünkü, ÇED sürecinden muaf tu- tulmuş. Bu tür bir yaklaşımın çağdaş çevre anlayışıyla kabul edilebilmesi mümkün de- ğildir.

ISTANBUL’UN YEŞİL ALANLARI

Halen yürürlükte olduğunu varsaydığımız Istanbul Çevre Düzeni Planı‘nın vazgeçil- mez ilkelerinin başında Kuzey Ormanla- rı’nın korunması geliyordu, hemen göz ardı edildi. Istanbul’da yaşayan halk tepkisiz kabullendi; yeterince parkı bahçesi vardı da onun için mi tepki göstermedi, hayır...

Konunun saptırılmasını engellemek için ak- tif yeşil alanın sadece karşıdan bakılacak değil, içinde yaşanacak yeşil alan olarak tanımlandığını hatırlayalım ve bakalım:

Kayıtlara göre, aktif yeşil alan kişi başına New York’ta 29 m2, Londra’da 27 m2, Sto- ckholm’de ise 87 m2; 20 yıl sonra Istan- bul’un geldiği seviye 2 m2 değil. Neden bu

Terkos gölüne deniz suyu basarak,

tuzlu suyu şebekeye vermek ya da Sakarya Nehri’nden kirli

suyu getirmek, geçici de olsa kabul edilemez. Şu anda bizlere dağıtılmakta olan suyun kalitesi hakkında hiçbir bilgi ve belgeye

sahip değiliz. Istanbul halkı, halen kullandığı suların aşırı tuz, ağır metaller, değişik kimyasallar

vb. kirlilik unsurları içerip içermediğini bilmiyor, yazık ki hiç

de umursamıyor!..

Referanslar

Benzer Belgeler

through the formation of joint employer/employee boards on health and safety. The second is the right to know about occupational health and safety issues impacting

Bu şiddette gerçekleşen bir yağış olayında, kent içi yağmursuyu drenaj şebekesinin yetersiz kalması beklenen bir sonuç olmakla birlikte, yönetmelikler gereği 100

2016 yılında Dünya’da meydana gelen doğa kaynaklı afetlerde 7628 kişi hayatını kaybetmiş ve 411 milyon insan etkilenmiştir.. 2016 yılındaki doğa kaynaklı afetlerin

Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün Türkiye'de ozon gazı ölçümleri, kutuplardaki ozon gazı incelmesi, ozon gazının iklim değişikliği üzerine etkisi ve ozon tabakasının

The Times gazetesinin haberine göre İngiliz halkının yüzde 41’i iklim değişikliğine sebebp olan faktörlerin insan eliyle yap ılmış olabileceğini düşündüğünü

Bölge üzerinde 4 gün devam eden yağışların sahil istasyonlarında az, iç kesimlerdeki istasyonlarda daha yoğun miktarlarda görülmesi, hem cephesel hem de

İlçenin yıllık ortalama sıcaklık değerleri 1960 yılından bu yana kayda değer bir artış göstermiştir (Şekil 2). Yağış miktarının çok büyük oranda azalmaması ancak

Sonuçları ve etkileri, yağış değişiklikleri veya orman yangınları gibi çeşitli fenomenler kadar hızlı yaşanmasa da küresel iklim değişikliğine bağlı olarak Dünya