• Sonuç bulunamadı

BİLGİ VE İLİM TOPLUMU

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "BİLGİ VE İLİM TOPLUMU"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Prof. Dr. Mustafa TEMİZ

Son bir kaç sene boyunca, özellikle, 1980'lerden beri Bilgi Toplumu kavramı üzerinde oldukça ilginç yazılar okuyor ve konuşmalar dinliyoruz.

İnsanoğlunun, kas gücünü kullandığı dönemlerden başlayarak sırası ile buhar ve makine gücünü kullanan sanâyi devrimini aşmasıyla beyin gücüne ulaşmış olduğu bu günkü çağımızda, artık, sermâye ve emeğin yüzdesi gittikçe azalmakta ve kullanılan bilgi yüzdesi artmaktadır. Meselâ 1950'lerde ABD sanâyisinin ağır kütlesini teşkil eden işçi sayısı bütün çalışanların %50'ni meydana getiriyordu. Bu gün, bu oran %10-20'ye düşmüştür. 2000'li yıllarda ise, bu %8-10 civârına doğru hızlanmaktadır. Şimdi, ister istemez akla şu soru gelmektedir: Geri kalan %80-90 nerede?

Bilgi Toplumu kavramının mihenk noktası işte burasıdır. Bu temel özellik, bu gün, BİLGİ YOĞUN SANAYİLER deyimi içinde gizlidir. Bilgi Yoğun Sanâyiler, eski Emek-Yoğun ve Sermâye-Yoğun Sanâyiler'in yerini almış ve almaya da devam etmektedir. Örnek vermek gerekirse, bu gün, bilgisayar çipi imâlâtında %10-12'lik bir işçilik yanında, kullanılan bilgi

%70'ler civârında bulunmaktadır. Bu da Bilgi Toplumu'nu şekillendiren Bilgi-Yoğun sanâyilerde bilginin ne derece hâkim ve baskın olduğunu, açıkça, vurgulamaktadır. Bu cümleden olarak, bu gün, ileri devletler az gelişmiş ülkelere disk ve disketlerde bilgi satarak büyük paralar kazanmakta ve teknolojik üstünlüğün avantajını sürdürmektedirler.

Günümüzde Bilgi Toplumu'nun sürükleyici unsuru şüphesiz bilgisayardır. TV'deki gelişmeler, TV'nin uydu sistemlerine bağlanması, faksın yaygınlaşması, haberleşme ve iletişimde meydana gelen olağanüstü gelişmelerin bilgisayarla kucaklaşmasının temel faktörünü mikroelektronik, fotonik ve lazer'deki gelişmeler teşkil etmektedirξ.

Bilgi Toplumu çerçevesinde meydana gelen göz kamaştırıcı bu gelişmelerin, toplumların sosyal yaşantılarında meydana getireceği değişimleri göz önüne seren, şimdilik, futurist tipinden yazılara sık sık rastlıyoruz. Bilgi Toplumu'ndan dem vuranlar, bu tip yazılarla meramlarını anlatmaktadırlar. İnsanlarımız bu tip yazıları zevkle okuyorlar:

"Adem Bey bu güne her zamanki gibi bilgisayarınca programlanmış ve kendisine neşe, yaşama ve çalışma zevki verecek bir müzikle uyanarak başlar. Çok amaçlı Ankara markalı bilgisayarı, günlük programını anlatır. Dengeli beslenme kâidelerine ve o günkü programının gereklerine göre hazırlanmış kahvaltısını, hizmetçi robot hazırlamıştır. Kahvaltısını âilesi ile birlikte yapar ve evden çıkar. "Bilgi" marka arabasına biner ve arabaya gideceği yeri bildirir. Otomobilin hâfızasında sayısız haritalardan meydana gelen bilgiler vardır.

Çarpışmaya karşı bütün tedbirler alınmıştır. Araba, bilgisayar tarafından yönetilen şehir trafiğine uyumlaştırılmıştır.

Bu yazı 1990’lı yılların başlarında yazılmıştır.

ξ Bugün, 2007, internet teknolojisi akıl almaz imkânlar sunmakta 1990’lı yıllara âit gelişmeleri gölgede bırakmaktadır.

(2)

Adem Bey, kolundaki bilgisayarından Opera Müdürlüğü'nü arar. Akşam programlarından birini seçer. Defâlarca seyrettiği 4. Murat'ı tekrar görmek ister. Boş yerlerin listesinden istediği yerleri seçer. Bilet ücretleri, kendi hesâbından operanın hesâbına geçer. Adem Bey, Millî Kütüphâne Bilgi Bankası'ndan 18 Şubat 2000 târihinde dünyâda gerçekleşen buluşların listesini dinlediğinde, gideceği yere ulaşmıştır1."

Şimdiye kadar, Bilgi Toplumu konusunda yazılan yazıların çok yavan ve kuru olduğunu hissediyorum. Bunun sebebi de, bence, asrımızda meydana gelen bu târihi gelişmelerin Bilgi Toplumu olarak yapılan tanımındaki eksikliktir. Bu eksiklik, aklî ilimler (Pozitif İlimler) ve naklî ilimler (Kalbî İlimler, Tasavvuf İlmi, Vahiy İlmi) olarak ikiye ayrılan, ilmin mânevî cihetinden, en azından, insan sevgisi kavramından yoksun olmasıdır.

Fizik kitapları, her parçacığa bir dalganın eşlik ettiğini söyler. Bunun gibi, ilim kapsamına giren her bilime, her işe, her gayrete de bir sevgi, heyecan ve höşgörü, kısacası bir insanlık eşlik etmelidir.

Acabâ ediyor mu? Acabâ her bilim adamı, her sanatkâr, her iş erbâbı görevini yaparken, sevgi ve hoşgörü antenlerini çalıştırıyor ve varlığının esas insanî amacını düşünüyor mu?

Bu günkü uzay ve bilgisayar çağında insanlığın hak ve hukûku, düşünce, din ve vicdan özgürlükleri konusunda yeri geldiğinde kraldan daha kralcı kesilenlerin, bâzen çok basit ve seviyesiz konularla uğraştıklarını gördükçe şaşırmamak elden gelmiyor.

İnsanca davranışlardan yoksun davranış ve olaylar, demokrâsi ve insan haklarını sırf kendi ve kendi yandaşları için düşündüklerini delillendiren, akla, mantığa ve bilime ters düşen davranışlar, olgunluğa ulaşamamış, modern ve hür düşünceye, gerçekten değil, şeklen adapte olmuş ve medeniyet yoluna düşmüş engeller olarak algılanmalıdırlar.

Bilimin ışığından mahrum olanlar, kişilerin “şusuyla-busuyla” uğraşanlar, mantık ve bilime atfedilen değer ve kıymeti insafsızca tahrip etmekte, insânî kavramlardan yoksun

“robotik” bir ortamın soğuk atmosferini hazırlamaktadırlar.

Bu tipler, herkesin kendi seviyelerine inmesini istedikleri halde, kimsenin kendi seviyelerine çıkmasını istemezler; kendi ve yandaşlarının temel hak ve hürriyetlerden faydalanmasını istedikleri halde, kendilerine karşı gördükleri kimselerin bu temel hak ve demokratik özgürlüklerden faydalanmalarına tahammül edemezler.

Bütün bunların ilmî cehâlet ve insanlık sevgisinin noksanlığı yatmaktadır. Bunlar da Bilgi Toplumu'nun eksileri arasındadır.

Sevgi, insanlığın ve ilmin bir nevî gıdasıdır. Gıdasını sevgiden ve insânî davranışlardan alamayan ne bilim, ne hikmet ve ne de sanat, tam ve noksansız bir tanıma kavuşamaz. Sevgiyi ve insânî davranışları dışlayan her bilim, ruhsuz, kuru ve soğuk bir kavramdan öteye geçemez. Bu kavramlar, ilkbaharda yeşeren ağaçların kılcal damarlarında yürüyen su gibidir.

Bu su, ağaçta nasıl yaprak ve rengârenk çiçeklerin açma sebebi ise, bu insânî kavramlar da bilim çiçeklerinin, bilim hârikalarının sebebidir. İlimde ve teknolojide geri kalışımızın ana sebebi, belki de, bu sevgi ile insânî davranışların ihmal edilmeleri ya da sevmeyi henüz tam manâsıyla beceremeyişimizdendir. Bunları bilimden sıyırarak, bilim ve sanâtı kuru bir ağaca çevirmenin dehşetini idrak edememek ne bedbahtlıktır, bir bilseniz!..

1 Bilim ve Teknik, Sayı 270.

(3)

Bu gün Batı'da yaşanan Bilgi Toplumu çerçevesinde, insanlık, hâlâ, kan ve gözyaşlarından kurtulamıyor. İlmin sırf maddî cephesini simgeleyen bu kavramın noksan tarafının sonuçlarını, en son olarak, Bosna ve Irak'da görmüyor muyuz?/görmedik mi?

Bu olumsuz tabloları yok edebilmenin anahtarı, Bilgi Toplumu kavramını daha da genişletip “İlim Toplumu” şekline sokmak ve gelişmeleri bu tanım çerçevesinde ele almaktır.

İslâm-Türk ilim adamlarının bilimin alt yapısını kurmalarıyla2 Batı'da başlayan Geç Rönesans hareketinin sebep olduğu sanâyi devriminden sonra hızla gelişen teknoloji süreci içinde Batılılar, ilmin mânevî cephesini hayatlarından tamâmen silerek onun Türkçemizde bilim olarak geçen fen (science) sahâsındaki inkişafları, günümüzdeki Bilgi Toplumu kavramının temelini hazırlamıştır. Bu bakımdan “Bilgi Toplumu” tanımı tek yanlı bir tanımdır ve ilmin mânevî cephesinden yoksun kalmaktadır.

Bu nedenle, Bilgi Toplumu bugün sâdece insanların hırs ve nefislerinin, dolayısıyla mutsuzluklarının artmalarına yaramaktadır.

İlim Batılıların malı değildir.

Allah'ın (CC) bir sıfatı olan “ilim” kelimesi, İslâm'ın getirdiği bir kavram olup bunun iki cephesi vardır: Bunlar ilmin maddî ve mânevî cepheleridir. Başka bir ifâdeyle ilim, madde ve manâ olarak her türlü işlevi içermektedir. İslâm-Türk ilim adamları, Avrupa’daki Geç Rönesans Dönemi’nin temellerini, ilmin bu iki cephesinin taşıdığı anlamları dengeli bir şekilde hayâta geçirerek, atmışlardır. Batılılar, kendileri için bir güneş mâhiyetinde olan, Erken Rönesans Dönemi’nde ilim kavramının Müslümanlar tarafından eksiksiz bir şekilde uygulanması sâyesinde bilim ve teknolojiye sâhip olabilmişlerdir3.

Dünyâyı aydınlatan bu ilim güneşi, bizim kültürümüzde OKU emriyle başlamaktadır. Bu öyle bir emirdir ki,bilimin bütün yolları ondan başlamakta İslâm'ın bilime verdiği önemin bir meş'alesini oluşturmaktadır.

Burada şunu yinelemekte fayda vardır ki, ilmin kavram ve uygulamasıyla birlikte, İslâm'a ilimle lâyık olma imtiyazını gerçek anlamıyla kavrayan ilk Müslümanlar, Batı'daki Rönesans hareketinin bilim alt yapısını kurmuşlar, fakat ne yazık ki, sonraki yıllarda değişen ilme bakış açıları, bu sihirli anahtarı Batılılar'a kaptırmalarına sebep olmuştur.

İlk İslâm-Türk bilginleri ile günümüz Müslümanlar’ının ilim anlayışı arasında büyük farklar oluşmuştur.

“İlim Toplumu” kavramının ilk defâ atalarımız tarafından uygulandığını ifâde etmek istiyorum. Madde ve manâsıyla kucaklaşan ilim görüşünü ilk defâ Müslümanlar kavrayıp uygulamışlardır. Bu insanlar, o zamanlar, bu bütünlüğü içinde ilme bir ibâdet aşkı ile sarılmışlardır. İlmin bilim ve teknoloji cephesine bir ibâdet elbisesi giydirerek oluşturdukları onun mânevî cihetini, ateşleyici bir güç ve istim olarak kabul etmişlerdir.

2000’li yılların ilk çeğreğinde ‘demokrası getieceğim’ diyerek Irak’ı ne hâle getiren ABD’nin yaptıklarını da hatırlayınız.

2 Temiz, M., Bilgi Toplumu Sehâ Neşriyat, İstanbul, 1991.

CC kısaltması “Celle Celâlühû - O’nun şânı çok yücedir.” demektir.

3 Temiz, M., Batı'nın Üzerine Doğan İlim Güneşi (Seminer),Denizli Türk Ocağı, Kasım 1991.

(4)

İşte bu gün Bilgi Toplumu adının bize kuru ve yavan gelmesi, bu tanımın bize Erken Rönesans Dönemi’ndeki kavramların hepsini birden aksettirememesi yüzündendir.

İlmin manâ cephesi, dine bağlılığı, dinin uygulanıp yaşanmasını gerektirir. Einstein'in

“İlimsiz din kör, dinsiz ilim topaldır” şeklindeki düşüncesi, bu eksikliğin bir îtirâfı mâhiyetinden doğmuştur. Dolayısı ile, Bilgi Toplumu, İlim Toplumu’na dönüşene kadar topal olarak kalmaya mahkûmdur.

İspat edilmemiş de olsa bâzı yazarlara göre, Nûr Enerjisi (sonsuz itrinsic enerji), soyut âlemden madde âlemine geçerken “tünellerin” bitiminde bilim ve teknoloji başlamaktadır.

Tünellerin diğer ucu ise manâ âlemine açılmaktadır. Demek ki ilim, soyut ve somut âlemlerin tümünü içermekte, maddî yönü somut âlemi; manâ yönü ise, soyut âlemi işâret etmektedir.

Başka bir ifâdeyle, bilimin konusu olan madde (nar enerjisi), manâyı karakterize eden ve kuantlaşma özelliği olmayan nûr'un nedeni ve sonucu olarak ifâde edilmektedir4.

Bütün bu açıklamalar, yorumlar ve meydana gelen gelişmeler hep “İlim Toplumu”na îşaret etmekte, bu kavramın, geçmişte Ön Rönesans Dönemi’nde olduğu gibi, hayâta geçirilmesini gerekli kılmaktadır. Aksi halde, yanlış kavramlar şekillenmeye ve bu doğrultuda ilerlemeye devam ettiği müddetçe, bu günkü dünyâmızda yalnız kan ve göz yaşı artacak, insanlığın mutluluğu yakalaması hayal olarak kalacaktır.

Foton teknolojisinin ağırlık kazanacağı daha şimdiden görülen ve din-bilim buluşması5 olarak adlandırılan 2000'li yıllardaki bilim gerçeklerinin, ahlâkî açıdan, din kıstasları tarafından da test ve teyit edilmesine ilişkin olan görüşlere bakarak bâzı bilim adamları, artık bundan sonra bilim adamlarının aynı zamanda birer din adamı olmak zorunda kalacaklarına işâret etmektedirler. Bu görüşler, gelecekte ilmin madde ve manâ cephesiyle birlikte bütünleşerek uygulanacağının ve İlim Toplumu'na geçileceğinin birer işâreti sayılmalıdırlar.

Gerek bilim ve teknolojide ileri milletlerin ve gerekse geri kalmış ülkelerin ilmi eksik olarak uygulamaları, bu konuda farkında olmadan içine düştükleri birer aşırılık marazıdır.

İlmin madde ve manâ cephelerinin dengeli olarak uygulanması, Peygamberimiz'in emrettiği orta yolun ta kendisidir. Bunun başka bir ifâdesi ise, Sünnet Yolu’'dur. Dünyâdaki gelişmeler, 2000'li yılların Sünnet Yolu olacağının işâretini vermektedir. Başka bir ifâdeyle, İlim Toplumları'nın Sünnet Yolu'nda gelişebileceğini vurgulamalıyız. Bu da “Câhillerden yüz çevir”6 emrinin bir açıklaması mâhiyetini taşımaktadır.

Peygamberimiz'in (SAV) faydasız ilimden sakındırması, ilmin, noksan olarak uygulanması anlamını taşımayacağını kim söyleyebilir? İlmin bu iki cephesinin (cenâhının) her biri, kendisinin ve faydalılığın varlık sebebini oluşturmaktadır. Burada, faydasız ilimden, ilmin, ya sâdece bilim ve teknoloji olarak uygulanmasının, ya da sâdece teknik gelişmelere sırt çeviren bir görüş olarak algılanmasının kastedilebileceğini düşünmeden geçmek mümkün değildir. Çünkü “Allah'ı bilmek” olarak târif edilen ilmin, sonuç olarsak, başka türlü bir faydalılığını tahmin etmek zordur. “Allah'ı bilmek” sözü çok geniş kapsamlı olup, kısaca

4 Aiberg, H.V., Arzdan Arşa Sonsuzluk Kulesi, Kitsan, 1.Band, Cilt 2, Sayfa 197-204.

5 Aiberg, H.V., Arzdan Arşa Sonsuzluk Kulesi, Kitsan, 1.Band, Cilt 1, sayfa 23.

Süünet, orta yol demektir.

6 Âraf Sûresi, âyet 199: “Sen yine de affa sarıl, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.”

SAV kısaltması ”Sallâllâhü Aleyhi ve Sellem - Allah O’na salât etsin.” demektir.

(5)

Dünyâ ve Âhiret mutluluğunun kazanılmasına ilişkin maddî ve mânevî gayret ve çalışmaların tamâmını içine almaktadır.

Şu halde faydalılık, ilim kavramının tam olarak algılanmasından başka ne olabilir? İlim Toplumu'na geçmek için bunlar temel kavramlar olarak alınmalıdır. Günümüzdeki maddî, mânevî başarısızlıklar ve ahlâkî yetersizlikler, kavramları yerli yerince bilip uygulayamamaktan kaynakladığı bilincine varmak gerekir.

Günümüzde gerek yazılarda ve gerekse konuşmalarda kelimeler arasındaki bu ince farklara dikkat edilmediğini görüyoruz. Hattâ modern teknolojik baskıların altında mazlum insan ve milletlerin inim inim inlediği günümüzde, Batı'nın bu Bilgi Toplumu ve teknolojik üstünlüğüne medeniyet diyenleri de çok görüyoruz.

Her şeyden evvel hemen belirtmek gerekir ki, medeniyet sâdece bilim ve teknolojideki ilerlemelerle elde edilemez. Bir kere ona ‘medeniyet’ denmez. Bu kelimenin Asr-ı Saâdet Devri’ni yaşayan, bu sâyede göçebe hayâtından şehir hayâtına geçerek devlet kuran Araplar’ın “Medîne” baş şehrinin adından geldiğini düşünmelisiniz!..

Demek ki, ‘medeniyet’ kelimesinin çağrışımında maddî ve mânevî kavramların karışımı vardır. Bu bakımdan, medeniyetin kazanılması, ruhtaki inkişaflara da bağlıdır. Bu da ilmin mânevî cephesinin de neşvünemâsı (gelişmesi) demektir.

Mânevî nasipsizlik bakımından hayvanları dahî sollayan Batılılar'ın bilim ve teknolojik sahâsındaki gelişmeleri ve bu imkânları her fırsatta mazlum milletlerin kanlarını su gibi oluk oluk akıtmada kullanmaları, onlar adına bir medeniyetten ziyâde bir canavarlaşma ölçüsüdür.

Mehmet Âkif, İstiklal Marşı’nda boşuna mı onları “tek dişi kalmış canavar” olarak tasvir ediyor? Bu yüzdendir ki demokrâsi, insan hakları gibi terâneler de bu tür palazlanmalarn ya da çifte ve poli standartlı sömürünün ahtapot kolları’nı oluşturmaktadır.

Bu gün, arz edilen sebeplerden dolayı, Bilgi Toplumu terennümlerinden ister istemez Batı'nın bu sıfatlarını hatırlamadan geçemiyoruz.

Medeniyet, ilmin madde-manâ dengesinin kurulmasından geçer. Bilim ve teknoloji, Batılar'ın ağızlarında sakız olan insanlığın kutsal kavramları, ancak ve ancak ilmin gerçek öncülüğünde ve uygulanmasında, kısacası, İlim Toplumları'nda haklı yerini bulacaktır.

Bilgi Toplumu kavramının eksikliği, aslında, gün geçtikçe anlaşılmakta ve yavaş yavaş seslendirilmektedir.

İnsanlar, Dünyâ ve Âhiret’te saâdete kavuşmanın mücâdelesini vermektedirler. Huzur ve mutluluk, maddî ve mânevî zenginliklerin bir denge içinde insanın kişiliğinde, iç ve dış dünyâsında birleşmesinden doğmaktadır. İnsanın dış dünyâsı refah ve teknoloji ile, iç huzûru ise ahlâki değer yargılarıyla zenginleşir.

Körfez Savaşı ve onu tâkip eden şu günlerde bile hâlâ en çok endişe edilen husûslardan birisi yine, Irak devletinin başında bulunan Saddam'ın kişiliğidir. Bu kişilikte “İnsan, insanın canavarıdır”, ya da “İnsan için insandan daha korkunç bir mahlûk yoktur” sözlerinin

İlim Toplumu, Hikmet Toplumu olarak da algılanabilir.

Hobbes

Montaigne

(6)

gerçek birer örneğine rastlıyoruz. Onun sergilediği manzara, insanlığa, onun kudsiyetine ve ruh yapısına değer verilmediği müddetçe, bilim ve teknoloji yoluyla insanlığın, bırakınız mutluluğu yakalamasını, bilâkis daha hızlı bir şekilde felâketini hazırladığının alarmını vermektedir. Bu bakımdan, yirmi birinci yüzyılda, bilim ve teknolojinin dev adımlarla ilerlemesine paralel olarak, insan faktörünün daha da önem kazanacağı açıktır. Bu görüşe kıymet vermeyenler, sırf madde ve materyalist fikirlere aşırı bir tutku ile saplanmış, insanlık ve fâzilet kavramlarından nasiplerini alamayan kimselerdir.

Bütün bu olumsuzluklardan korunmak, insana mânevî bir boyut kazandırmakla mümkün olacaktır. Bu ise, ahlâk ve değer yargılarının daha çok önemsenmesi, hattâ teknolojik gelişmelerin ahlâki sistemlerden vize alır duruma getirilmesi demektir.

Bu, Batılıların becerebileceği bir iş değildir. Çünkü onların, târih ve insanlık vicdanında, sayılamayacak kadar insanlık suçu ve sâbıkaları vardır. Onlar bu gün de insanlığın maddî ve mânevî donanımlarından yoksundurlar. Bu hedefe, günümüzde de Bilgi Toplumu yerine “İlim Toplumu” kavramını geliştirip uygulayan toplumlar ulaşacaktır. Neden? Bakınız bir örnek vereyim:

Yeni roket ve uydulardan çekilen fotoğraflardan anlaşıldığına göre, Grönland bir ada değil, üç adadan meydana gelmektedir. Pirî Reis de haritasında Grönland'ı üç ada olarak göstermiştir.

Bakınız bu gerçeği bir türlü açıklayamayan Erich von Daeniken ne diyor?:

"Haritanın çizildiği çağlarda veyâ dönemlerde, uzay gemileri veyâ uydular olmadığından, haritaların metotlarla ve nasıl bu kadar doğru olarak çizilebildiğini açıklayamamaktayız.

Düşünce boyutlarımızı aştığı ve mantık kurallarına uymadığı için belki de bir cevap veremeyeceğiz. Veyâ bütün cesâretimizi toplayarak haritaların bir uzay gemisinden çekilen fotoğrafların aracılığı ile çizildiğini ileri süreceğiz."

"... Bu haritalar XVI. yüzyılın ilk yarısından önce çizildiğine göre, günümüzde bile bu kadar doğru çizimin, ancak uydular aracılığıyla yapılabilmesi, bizi böyle bir mes'eleye cevap verememe gibi bir durumla karşı karşıya bırakmaktadır... Çünkü bu haritaları bu kadar doğru bir şekilde çizebilmenin mümkün olabilmesi için, ya Pirî Reis'in veyâ yardımcılarının uçabilmeleri ve fotoğraf çekebilme imkân ve kâbiliyetlerinin olabilmesi gerekmektedir"7.

Daeniken'i bu şaşkınlığından dolayı hoş görmek gerekir. Zirâ, her şeye maddî açıdan bakan kişi ve toplumlar, Pirî Reis'i anlayamayacak ve onun haritası gibi olayları elbette açıklayamyacaklardır. Çünkü onların bakış açıları tek yönlüdür ve sınırlıdır. Başka bir ifâdeyle, maddî açıdan bakıldığında her şeyi açıklamak mümkün değildir. Ama ilme ve düşünceye vurulan zincirler kaldırıldığında boyut sayısı artacak, çözüm ve îzahlar kolaylaşacaktır. İşte Müslüman ilim adamları Ön Rönesans Dönemi’ni yaşarlarken bunu yapmışlardır. İlmi iki boyut altında uygulamışlardır.

Bâzı yazarlar, Pirî Reis'in bu haritayı ancak gönül âleminde seyrân ederek çizebileceğine işâret etmektedirler. Tasavvuftan bihaber olanlar bunun böyle olacağını nereden bilsinler!..

Nitekim, Muhyiddîn-i Arabî'nin "Ben tasavvuf dersini şeyhimden falanca yıldızda aldım."

dediğinden bahsederler.

7 Döğen, Ş., Müslüman İlim Öncüleri Ansiklopedisi, Yeni Asya Yayınları, Sayfa, 271.

(7)

Bilmeyen ne bilsin bizi Bilenlere selâm olsun.

Belkıs'ın tahtını, göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir zaman içinde Süleyman Aleyhisselâm'ın huzûruna getiren beceri de, bu gerçeklerin ışığı altında düşünüldüğünde, bilim değil, ilimdir; ilmin, maddî ve mânevî kuvvetlerinin, kısacası, Allah'ın (CC) ilim sıfatının bir tecellisidir. Günümüzde, ilim maddî karakterinden ileri geçememiş, henüz Süleyman Peygamber'in devrindeki ilime ulaşamamıştır. Bu gün, Bilgi Toplumu olarak ancak resim ve ses naklini başarabiliyor, madde naklinin yalnız "ışınlama" şeklinde teorik tanımından bahsedebiliyoruz.

Dünyâ’yı huzûra kavuşturmak ve iki cihan saâdetini yakalayabilmek için, bilimin yerine ilim anlayışını, başka bir ifâdeyle, Bilgi Toplumu yerine “İlim Toplumu” kavramını yerleştirip geliştirene kadar beklemek zorunda kalacağız.

Referanslar

Benzer Belgeler

Güç Düğmesi Vakum Düğmesi Ateşleme Düğmesi Vakum Ölçeği Helyum Basınç Ölçeği Vakum Kontrol Vanaları Gaz Hızlandırma Tüpü Solenoit vana

Bu mutavassıtlık yalnız eski form ve ideyi oldu- ğu gibi nakletmekten ziyade bilâkis, mevcut mima- riyi pek hususî bir sistem içinde ileri doğru sevket- miştir.. Meselâ: Bursa

köylüsü göçmeni ile Ġskele köylüsü göçmeni arasındaki ağız farklılığına dikkat çekmekte ve “Kıbrıs Türk Ağızları” tabirinin en doğru kullanım

Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi'nin bu sayısında yer a lan "Türk Halkında Koroner Kalp Hastalığı Sı klığı ­ nın Nedenleri ve Bu B ilgini n Risk Değe rle

Yaşlı kadın, “Şimdi siz Frenk mürebbiyeler elinde büyüyor, kendi lisanınızın güzelliklerini tanımıyor, başka memleketlerin başka şeylerin öğreniyorsunuz”

Bu çalışma yüksek teknoloji ürünü ve markası kavramını ortaya koymak ve yüksek teknoloji markaların pazarlama stratejisini hibrit / elektrikli otomobil sektöründe bir

Ald›¤› onlarca ödülü bura- da içerikleriyle anlatmak olas› de¤il, ama iki tanesi var ki… Bunlardan biri 2005 y›- l›nda Avrupa Birli¤i’nin verdi¤i en büyük bilim

Bir yandan okuma- yazma bilmeyenlerin sayılarının hızla artmasına karşılık diğer yandan Halk Dershaneleri yoluyla okuma-yazma öğretilenlerin sayısının giderek