• Sonuç bulunamadı

FELSEFENİN BUGÜNÜ VE YARINI. Arş. Gör. Alper Yavuz MSGSÜ Felsefe Bölümü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "FELSEFENİN BUGÜNÜ VE YARINI. Arş. Gör. Alper Yavuz MSGSÜ Felsefe Bölümü"

Copied!
9
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

6 Mayıs 2013 Tınaztepe Yerleşkesi Ömer Köse Salonu Buca / İZMİR

FELSEFENİN BUGÜNÜ VE YARINI

Arş. Gör. Alper Yavuz MSGSÜ Felsefe Bölümü

Geçen yıl Ekim ayında Ömer Naci Soykan “Felsefenin Bugünü ve Yarını” başlıklı bir konuşma için Dokuz Eylül Üniversitesine davet edildiğini ve “felsefenin yarınından” söz etmek üzere benim de kendisiyle gelmemi istediğini söylediğinde önce şaşırdım. Felsefede çok yeni sayılırım. Felsefenin yarını ile ilgili konuşmak benim yapabileceğim bir şey değil.

Ancak Ömer Naci Hoca benim kendi yüksek lisans çalışmamı sunmamın yeterli olacağını, bunun zaten günümüzde yapılan ve gelecekte yapılacak felsefe çalışmalarına bir örnek olarak görülebileceğinden toplantının izleğine uygun olacağını söyledi. Bunu duyunca rahatladım.

Buna göre hazırlanmaya başladım. Aradan bir süre geçtikten sonra Ömer Naci Hoca beni bir kere daha aradı ve aklına gelen yeni düşünceden söz etti. Felsefenin bugününden kendisi söz edecek, yarınından ben söz edeceğim, peki aradaki “gece” ne olacaktı? Bununla neyi anlatmak istediğini önce anlayamadım. Düşüncesi şuymuş: Toplantıda aramızdaki bağlantılardan, beraber yaptığımız çalışmalardan söz etmeliydik. Böylece felsefenin bugünü ve yarını arasında bir geçişin nasıl olabileceği göstermiş olacaktık. Bu nedenle konuşmamda önce kısaca kendi felsefe geçmişimden ve bu dönemimde Ömer Naci Soykan’ın benim felsefi gelişimime yaptığı katkılardan söz edeceğim. Sonrasında ise beraber yaptığımız çalışmalardan ve Ömer Naci Soykan’ın benim de katkı sunduğum çalışmalarından söz edeceğim. Böylelikle

“gece” tamamlanmış olacak. “Yarın” olaraksa kendi yüksek lisans çalışmamdan söz edeceğim.

Lisans derecemi 2006 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümünden aldım. Buradaki öğrenciliğim sırasında felsefeyle ilgilenen insanlarla tanıştım.

Üniversitenin felsefe kulübünün toplantılarına katıldım. Ayrıca İstanbul Beyoğlu’ndaki

(2)

6 Mayıs 2013 Tınaztepe Yerleşkesi Ömer Köse Salonu Buca / İZMİR

İnsancıl Atölyesinde felsefe seminerlerine gitmeye başladım. Felsefenin öneminin ilk kez bu dönemde farkına vardım. Ancak aklımda felsefe alanında yüksek lisans yapmak ya da bu alanda akademik çalışma yapmak yoktu bu sıralarda. Bilgisayar Mühendisliği alanında yüksek lisans yapıp bu alanda mesleğimi sürdürürken bir yandan da amatörce felsefe kitapları okumam, bu konuda kendimi geliştirmem gerektiğini düşünüyordum yalnızca. Benim bu konudaki görüşlerimi değiştiren kişi Ömer Naci Soykan oldu. Kendisi İnsancıl Atölyesinde bugün de sürmekte olan bir okuma kümesini yönetmekteydi o dönemde. Bu kümenin amacı her hafta Cuma günleri toplanıp felsefenin temel metinlerini sırasıyla okumaktı. Ben de Cuma seminerlerine katılmaya başladım. Tabii bu temel metinleri pek anlayamıyordum o zamanlar.

Tartışmalara katılmak şöyle dursun, ne üzerine tartışıldığını, tartışılan şeyin ne öneminin olduğunu bile anlamakta güçlük çekiyordum çoğu zaman. Bu durum beni kaygılandırdı. Şunu fark etmeye başladım: Felsefeyi bir yan uğraş olarak sürdürürsem ondan beklediğim yararı ve keyfi almam olanaklı olmayacaktı. Felsefenin asıl katkısı ancak onun içine giren, yani felsefe yapmaya çalışan kişilere oluyordu. Ömer Naci Hoca, benim bu kaygılarımı anladı ve beni felsefe eğitimi almam konusunda yüreklendirdi. O sıralar Galatasaray Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümünde yüksek lisans programına başlamıştım. Buradaki eğitimimi yarıda bırakıp başka bir yüksek lisans programına başlama kararı almak benim için hiç kolay değildi.

Ailemin de böyle bir karara olumlu yaklaşmayacağını biliyordum. Ancak Ömer Naci Hoca beni bu süreçte bıkmadan destekledi. Felsefe alanında başarılı olabileceğime beni inandırdı.

Sonunda kararımı verdim. Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümünün yüksek lisans programına başvurdum. İlk yıl kabul edilmedim. Bu benim için büyük bir hayal kırıklığıydı.

Bu hayal kırıklığımın ortadan kalkmasını da yine Ömer Naci Hoca sağladı. Beni bir yıl boyunca kendisinin ve başka hocaların üniversitelerde verdikleri derslerine girmem için yönlendirdi. Bu bir yıl benim için çok verimli geçti. Akademik felsefenin, amatörce yapılan felsefe okumalarından çok daha farklı gereklilikleri olduğunu fark ettim. Bu yönde kendimi geliştirmeye çalıştım. Sonunda 2008 yılında Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümünün yüksek lisans programına kabul edildim. Yine aynı yılın sonunda Ömer Naci Soykan’ın kurduğu Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Felsefe Bölümünde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladım. O zamandan beri Ömer Naci Hoca ile gerek üniversitede gerekse üniversite dışında çalışmalarımız sürmekte. Cuma seminerlerine ek olarak yine onun

(3)

6 Mayıs 2013 Tınaztepe Yerleşkesi Ömer Köse Salonu Buca / İZMİR

yönetiminde Cumartesi günleri İnsancıl Çevre adını verdiğimiz bir küme felsefeciyle çalışmalar yürütüyoruz. Edmund Husserl’in temel metni Ideen I’in çevirisini yarıladık. Bir yandan da Kant’ın üç “eleştiri” kitabını irdeliyoruz. Bu çalışma yıllara yayılmış ayrıntılı bir çalışma.

Ömer Naci Soykan’ın felsefi çalışmaları çok farklı alanlara yayılmış durumda. Bu çalışmalar içinde dil felsefesi üzerine olanlar ile özel olarak ilgileniyorum. Kendisinin bu alanda çok sayıda kitabı ve makalesi bulunuyor ancak ben bunların içinden yayımlanmaları sürecine yakından tanıklık ettiğim iki makaleye dikkat çekmek istiyorum. Bunlardan ilki 2009 yılında Art Criticism Dergisinde yayımlanan “Arts and Languages: A Comparative Study”

adlı yazıdır. Bu yazı aslında bir üçlemenin son yazısıdır. Soykan 1991 yılında dillerin sınıflandırılması üzerine Almanca bir yazı yayımladı. Bunun ardından 2002 yılında sanatların sınıflandırılması üzerine İngilizce bir yazı yayımladı. Soykan’ın “Arts and Languages: A Comparative Study” adlı yazısı işte bu iki yazının ardından geldi. Bu yazıda Soykan, sanatların sınıflandırılmasıyla dillerin sınıflandırılmasının nasıl birbiriyle ilişkide olduğunu gösteriyor. Sözünü etmek istediğim ikinci yazı ise çok yeni bir yazı. Cultura Dergisinin Aralık 2012 sayısında yayınlanan “On the Relationships between Syntax and Semantics with regard to the Turkish Language” yazısında Soykan Türkçede sentaks ve semantik ilişkisinin batı dillerinde olduğundan çok daha esnek olduğunu, Türkçede sentaksın semantiği katı bir biçimde belirleyemeyeceğini savunuyor. Bu nedenle Türkçe, Soykan’a göre matematiksel yapıda bir dildir.

Ömer Naci Soykan’ın sürmekte olan çalışmaları da var. Bunlar dil felsefesiyle bağlantılı olduğu için benim de kendisine yardımcı olabildiğim konular. Bu konulardan ilki felsefenin en eski sorunlarından biri olan doğru olumsuz varlık tümceleri. Örneğin Noel Babanın varlığına inanan bir çocuğa annesi “Noel Baba yoktur.” dediğinde aslında ne demiş olur? Bu tümce nasıl çözümlenmelidir? Bize sezgisel olarak doğru gelmesine karşın bu tümceyi kuran bir kişi var olmayan bir şey üzerine konuşuyor gibi görünür. Var olmayan bir şey üzerine konuşulabilir mi? Bu gibi sorular Platon’dan, belki de daha eskiden beri tartışılmakta. Yeni yanıtlar da veriliyor bu sorulara. Örneğin 20. Yüzyılda Frege, Russell, Kripke gibi filozoflar bu sorulara yanıtlar verdiler. Ancak felsefenin birçok sorununda olduğu

(4)

6 Mayıs 2013 Tınaztepe Yerleşkesi Ömer Köse Salonu Buca / İZMİR

gibi burada da yeni yanıtlar tartışmayı yatıştırmak yerine daha da alevlendiriyor. Soykan’ın üzerinde çalışmakta olduğu ikinci sorun mitsel dil sorunu. Dile getirilen her şeyin var olduğuna inanan mitsel dil anlayışının günlük dilde ve felsefede nasıl varlığını sürdürdüğü sorunu bu incelemenin konusu.

Dil sorunları benim de felsefede ilgilendiğim ana sorunlar. Bu konuda Yüksek Lisans çalışmamı Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümünde İlhan İnan’ın danışmanlığında 2012’nin Eylül ayında tamamladım. Tez konum genel terimlerin gönderimleri üzerine. Aslında bu tartışma tekil terimler alanında başlamış bir tartışmanın genel terimler alanına taşınmasıyla ortaya çıkıyor. Tekil terimler denildiğinde yalnızca “İzmir”, “Atatürk” gibi ilk akla gelen dil bilgisel özel adlar anlaşılmamalıdır. Bunun yanı sıra tek bir nesneye gönderim yapan bütün terimler dil felsefesinde “tekil terim” başlığı altında incelenirler. Örneğin bir 2 nesnesi varsayılırsa, “2” terimi 2 nesnesine gönderim yapan bir tekil terim olur. Benzer biçimde kurgusal nesneler varsayılırsa “Kuyucaklı Yusuf” gibi bir terimin de bir kurgusal nesneye gönderim yapan bir tekil terim olduğu söylenebilir. Peki, tekil terimlerin tümceye semantik katkısı nasıl açıklanabilir? Örneğin “Aristoteles antik dönemin son büyük filozofudur.”

dediğimde bu tümcede geçen “Aristoteles” teriminin tümceye semantik katkısı, bir başka deyişle anlamı nedir? Bu soruya verilen yanıtlardan biri Frege’ninkidir. Frege, bir tekil terimin semantik olarak “anlam” ve “gönderim” olarak adlandırılabilecek iki işlevinin olduğunu savlar. Örneğin “Aristoteles” terimi bir kişiye gönderim yaparken bu terimin anlamı

“Metafizik’in yazarı”, “İskender’in öğretmeni”, “Platon’un öğrencisi” gibi farklı belirli betimlemelerden biridir. Frege’nin savını şöyle de dile getirebiliriz: Bir kişi Aristoteles’ten söz etmek istediğinde zihnine Aristoteles’i biricik olarak ayırt eden betimlemelerden birini getirmelidir. Ancak bu türden bir betimleme aracılığıyla bir nesneden söz edebiliriz. Frege’ye göre betimlemeler nesnelerin “tasarımlanma tarzını” gösterirler.1 Bir başka deyişle biz nesneleri zihnimizde betimlemeler aracılığıyla tasarımlarız. Sonraları betimlemecilik olarak adlandırılan bu görüş uzun bir süre felsefe yazınında pek fazla sorgulanmadan kabul görür.

1950’lerden başlayarak Frege’nin kuramıyla ilgili kimi soru işaretleri oluşur ancak kurama yöneltilen eleştiriler Fregecilerce yanıtlanabilecek türdendir. 1970 yılında ise felsefe tarihinde

1 Gottlob Frege, “On Sinn and Bedeutung” çeviren Max Black. The Frege Reader içinde, editör Michael Beaney (Oxford: Blackwell, 1997), s. 152-3.

(5)

6 Mayıs 2013 Tınaztepe Yerleşkesi Ömer Köse Salonu Buca / İZMİR

çok az görülen bir olay olur ve bir filozof sunduğu uslamlamalar ile felsefe dünyasında yaygın olarak kabul gören bir kuramı ikna edici bir biçimde çürütür. Burada kastettiğim filozof Saul Kripke’dir. Onun 1970 yılında verdiği sonradan “Adlandırma ve Zorunluluk” adı ile kitap olarak yayımlanan derslerinde Frege’nin ve Russell’ın betimlemeci görüşlerinin yanlışlığını gösterir. (Bu iki filozofun kuramları farklı olsa da sonuçları bakımından beraber ele alınmaya izin verirler.) Kripke betimlemeci görüşe karşı birçok uslamlama sunar. Bunlardan belki de en önemlisi modal uslamlama olarak adlandırılan uslamlamadır.2 Buna göre şöyle bir örneği ele alalım: Frege gibi düşünürsek “Mozart” teriminin anlamı “’Sihirli Flüt Operasının bestecisi”

gibi bir belirli betimleme olacaktır. Bir başka deyişle “Mozart” ve “’Sihirli Flüt operasının bestecisi” terimleri eş anlamlıdırlar. Şimdi de şu iki tümceye bakalım:

(1) Mozart Sihirli Flüt operasının bestecisi olmayabilirdi.

(2) Mozart Mozart olmayabilirdi.

(1) tümcesinde “Sihirli Flüt operasının bestecisi” betimlemesi yerine eş anlamlı olduğu savlanan “Mozart” terimi konursa (2) tümcesi elde edilir. Semantiğin temel ilkelerinden birine göre tümcenin bir parçası kendisiyle eş anlamlı başka bir parçayla yer değiştirilirse tümcenin anlamının değişmemesi gerekir. Buna göre (1) ve (2) tümcelerinin eş anlamlı olmaları gerekir.

Ancak (1) ve (2) tümcelerinin doğruluk değerleri birbirinden farklıdır. (1) tümcesi doğru olabilir. Mozart kuşkusuz Sihirli Flüt operasının bestecisi olmayabilirdi. Mozart bu yapıtı bestelemeden ölseydi ya da başka bir nedenle bu yapıtı bestelememiş olsaydı, bu durumda Mozart Sihirli Flüt operasının bestecisi olmayacaktı. Öyleyse böyle bir durumun olabilir olması (1) tümcesinin doğru olmasının nedenidir. (2) tümcesi ise hiçbir koşulda doğru olamaz. Mozart’ın Mozart olmayabileceği bir durum tasarımlayamayız. Burada sorun

“Mozart” adıyla ilgili değil. Kuşkusuz Mozart’ın adı (aslında soyadı) başka bir şey olabilirdi.

Ancak bu değişiklik bizim vardığımız sonucu değiştirmezdi. Çünkü Mozart’ın Mozart olmayabileceği düşüncesinin yanlışlığı sözcüklerle değil nesnelerle ilgili bir konudur.3 Bir kimsenin kendisi olmayabileceğini düşünmek nasıl olanaklı olabilir? Böyle bir şeyi düşünemeyeceğimizden (2) yanlıştır. Sonuç olarak doğruluk değerleri farklı olduğundan (1) ve (2)’nin eş anlamlı olduğu söylenemez. Frege’ye göre anlam gönderimi belirler. Tümcelerin

2 Saul A. Kripke, Naming and Necessity (Cambridge, Mass.: Harvard Üniversitesi Yayınları, 1980), s.49.

3 Kripke, Naming and Necessity, s. 62.

(6)

6 Mayıs 2013 Tınaztepe Yerleşkesi Ömer Köse Salonu Buca / İZMİR

göndergeleri onların doğruluk değerleridir. Öyleyse (1) ve (2)’nin doğruluk değerleri farklı olduğundan anlamları da aynı olamaz. Buradan “Mozart” adının “Sihirli Flüt operasının bestecisi” betimlemesi ile eş anlamlı olamayacağı sonucu çıkar. Bu da betimlemeci görüşün yanlış olduğunu gösterir. Kripke bu uslamlamanın ardından adların rijit imleyiciler oldukları sonucuna varır ve bu imleyicilerin bütün olanaklı dünyalarda aynı nesneye gönderim yaptıklarını savunur. Buna karşın betimlemeler ise ilineksel imleyicilerdir. İlineksel imleyicilerin göndergeleri farklı olanaklı dünyalarda değişebilmektedir.4 Burada olanaklı dünya kavramını da açıklamak gerekir. Kripke’ye göre olanaklı dünyalar teleskopla gözlemleyebileceğimiz uzak gezegenler değildir. Bunlar olgu karşıtlarını, yani bir şeyin olduğundan farklı olabileceğini dile getirmeye yarayan kuramsal araçlardır. Olgu karşıtı bir durumdan söz etmek aslında bir olanaklı dünya üzerine konuşmaktır Kripke’ye göre.

Dolayısıyla ontolojik değil sözsel nesnelerdir olanaklı dünyalar.5 Örneğin Mozart’ın Sihirli Flüt operasının bestecisi olmadığı durum bir olanaklı dünyayı anlatır. Yukarıdaki (1) tümcesinin doğru olmasını sağlayan şey böyle bir olanaklı dünyanın tasarımlanabilmesidir.

(2) tümcesi ise yanlıştır çünkü Mozart’ın Mozart olmayabileceği bir olanaklı dünya tasarımlanamaz.

Kripke tekil terimler için yaptığı rijit imleyici, ilineksel imleyici ayrımını daha sonra genel terimler alanına taşır. Kimi genel terimlerin de rijit imleyici olabileceğini savunur. Bu durumda örneğin “su” terimi ve “yeryüzünde en fazla bulunan sıvı” betimlemesi arasındaki ilişki yukarıdaki örnekteki “Mozart” ve “Sihirli Flüt operasının bestecisi” arasındaki ilişkiye benzemelidir. Şu iki tümceye bakalım:

(3) Su yeryüzünde en fazla bulunan sıvı olmayabilirdi.

(4) Su su olmayabilirdi.6

Bu iki tümcenin doğruluk değerleri birbirinden farklıdır. (3) doğru olabilir çünkü suyun yeryüzünde en fazla bulunan sıvı olması zorunlu bir durum değildir. Başka bir sıvı madde yeryüzünde sudan daha sık görülebilirdi. Ancak (4) için aynı şeyi söyleyemeyiz. “Su” olarak adlandırdığımız bir şeyin başka bir şey olabileceğini düşünmek olanaklı değil. Tıpkı bir

4 Kripke, Naming and Necessity, s. 48.

5 Kripke, Naming and Necessity, s. 44.

6 Kripke genel terimler için bu sınamanın bu şekilde uygulanıp uygulanmayacağı konusunda bir şey söylemez.

(7)

6 Mayıs 2013 Tınaztepe Yerleşkesi Ömer Köse Salonu Buca / İZMİR

insanın başka bir insan olabileceğini düşünemememiz gibi. Su maddesinin özellikleri başka türlü olabilirdi ama o yine su olarak adlandırılırdı. Şu sonuca varabiliriz: “Su” terimi hiçbir biçimde “yeryüzünde en fazla bulunan sıvı” terimi ile eş anlamlı olamaz. Dolayısıyla betimlemeci görüş genel terimler alanında da işlemez. Kripke buradan hareketle “su”

teriminin de yukarıdaki örnekteki “Mozart” terimi gibi bir rijit imleyici olduğunu öne sürer.

Bütün olanaklı dünyalarda “su” terimi aynı şeye gönderim yapar. Kripke genel terimler içinden rijit imleyicilere kimi örnekler verir. Örneğin “altın”, “kedi”, “ısı”, “ses”, “kırmızı”

gibi terimler rijit imleyicidirler.7 Ancak Kripke önemli bir noktayı açık bırakır: Bu terimler neye gönderim yaparlar? Bu sorunun yanıtı önemli çünkü genel terimlerin neye gönderim yaptıklarına göre onların rijit imleyici olup olmadıkları sonucu da değişebilmektedir. Örneğin

“masa” ya da “mutluluk” terimleri rijit imleyici olabilirler mi? Bu terimlerin de bütün olanaklı dünyalarda aynı şeye gönderim yaptıklarını söyleyebilir miyiz? Yoksa örneğin masaların su gibi belirli bir “özü” olmadığından “masa” terimi bir belirli betimleme ile eş anlamlı mıdır? Bu konuda Kripke sonrasında başlayan tartışma bugün de sürmekte. Bu konuda üç yanıt var. Benim tezim de tam bu nokta üzerine. Tezimde bu üç görüşün uslamlamalarını ele alıp bunlardan hangisine yakın durduğumu gerekçelerimle birlikte açıklamaya çalışıyorum. Bu üç görüş kısaca şöyledir. Birincisi genel terimlerin kaplamlarındaki nesnelerin her birine tek tek gönderimde bulunduğunu (ya da uygulandığını) savunan görüştür. Bu görüşe göre ancak özsel özelliklerle ilişkili “kedi”, “altın” gibi genel terimler rijit imleyici (ya da rijit uygulayıcı) çıkarlar.8 İkinci görüş genel terimlerin soyut türlere gönderimde bulunduğunu savunur. Bu yoruma göre bütün olanaklı dünyalarda aynı türe gönderim yapan genel terimler rijit imleyici çıkıyorlar.9 Üçüncü bir görüş ise genel terimlerin rijit imleyici olamayacağını savunan görüştür.10 Ben bu görüşlerden ikincisini savunuyorum. Buna göre genel terimlerin soyut nesnelere gönderim yaptığını öne sürüyorum.

7 Kripke, Naming and Necessity, s. 134-6.

8 Bkz. Monte Cook (“If ‘Cat’ is a Rigid Designator, What does it Designate?” Philosophical Studies 37, (Oca., 1980)) ve Michael Devitt (“Rigid Application,” Philosophical Studies 125, (Ağu., 2005)).

9Bkz. Joseph LaPorte, (“Rigidity and Kind,” Philosophical Studies 97, (Şub., 2000)), Nathan Salmon, (“Are General Terms Rigid?” Linguistics and Philosophy 28, (Tem., 2005)) ve Ilhan Inan (“Rigid General Terms and Essential Predicates,” Philosophical Studies 140, (Ağu., 2008))).

10 Bkz. Stephen P. Schwartz (“Kinds, General Terms, and Rigidity: A Reply to La Porte,” Philosophical Studies 109, (Tem., 2002)) ve Scott Soames (Beyond Rigidity: The Unfinished Semantic Agenda of Naming and Necessity (New York: Oxford Üniversitesi Yayınları, 2002).

(8)

6 Mayıs 2013 Tınaztepe Yerleşkesi Ömer Köse Salonu Buca / İZMİR

Bu soyut nesneleri “türler” olarak da adlandırabiliriz. Değişik türlerden söz edebiliriz.

Örneğin biyolojik sınıflandırma türleri (kaplan, primat, arı, homo sapiens), renkler (kırmızı, mavi, turkuvaz), kimyasal elementler ve bileşikler (su, tuz, uranyum, altın), doğal görüngüler (ısı, sıcaklık, ışık), felsefi türler (doğruluk, adalet, bilgi, görü) ve daha başka birçok tür aslında soyut varlıklar olarak düşünülebilirler. Genel terimler bunlara gönderim yaparlar. “Altın”

terimi altın türüne, “adalet” terimi adalet türüne gönderim yapar. Bu görüşe karşı yukarıda sıraladığım üç görüşten ilki şöyle bir eleştiri getirebilir: Soyut nesneleri neden varsaymak zorunda kalalım? Genel terimlerin kaplamlarındaki nesnelere gönderim yaptığı söylenemez mi? Kimi terimlerin gönderimleri belki bu şekilde açıklanabilir. Örneğin

(5) Balinalar memelidir.

tümcesi

(6) Bir şey balinaysa, o şey memelidir.

şeklinde çözümlenebilir. Ancak dilimizde bu yöntemle çözümlenemeyecek tümceler bulunmaktadır. Şu tümcelere bakalım:

(7) Dinozorların soyu tükendi.

(8) Ampulü Edison icat etti.

(9) Bir şey dinozorsa o şeyin soyu tükendi.

(10) Bir şey ampulse o şeyi Edison icat etti.

(7) ve (8) tümcelerini (9) ve (10) biçiminde çözümlemek uygun görünmüyor. (8)’de soyu tükenen her bir dinozor değil bir türdür. “Soyu tükenmek” yüklemi tek tek hayvanlara değil bir türe yüklenen bir yüklem çeşididir. Öyleyse burada açıkça bir türe gönderim vardır. (8) tümcesi de (10) gibi yorumlanamaz çünkü Edison’un icat ettiği tek tek bütün ampuller değil ampul türüdür. Burada da türe gönderim yapıldığı açıktır. Sonuçta dilimizde türe gönderim yaptığımız bağlamlar bulunur.11 Bu gönderim tarzları ancak soyut türlerin varlığı ile açıklanabilecek gönderimlerdir. Dolayısıyla yukarıda sıralanan görüşlerden ilki bu gönderim

11 Bu konuda daha fazla örnek için şu yazıya bakınız: Francis Jeffry Pelletier (“Generics: A Philosophical Introduction.” In Kinds, Things, and Stuff, editör Francis Jeffry Pelletier (New York: Oxford Üniversitesi Yayınları, 2010)).

(9)

6 Mayıs 2013 Tınaztepe Yerleşkesi Ömer Köse Salonu Buca / İZMİR

çeşidini açıklayamaz. Oysaki benim savunduğum ikinci görüş çok daha kapsamlı biçimde birinci görüşün çözümleyebildiği (5) gibi tümceler için olduğu kadar birinci görüşün çözümleyemediği (7) ve (8) gibi tümceleri de çözümleyebilir.

Bu soyut türlerin ontolojik konumlarının ne olduğu akla gelebilir. Bu konu aslında benim semantik alanında yaptığım çalışmanın dışında kalsa da şöyle düşünmeye eğilimliyim:

Bu türler Platoncu idealar gibi ezeli ebedi varlıklar değildir. Dil kullanımımız sırasında gerek duyduğumuzda biz böyle soyut varlıklar yaratıyoruz ve bunlara yine gerek duyduğumuzda gönderimde bulunuyoruz. Dolayısıyla bunlar insan ürünü şeylerdir. Bir x türü artık insanlar ona gönderim yapmaya gerek duymadıklarında yavaş yavaş yok olmaya başlar.

Sonuç olarak bir türe gönderim yapan ve betimsel içeriği olmayan terimlerin rijit imleyici oldukları ortaya çıkar. Ayrıca yalnızca doğal türler için değil yapay türler de içinde olmak üzere bütün türler için bu tez geçerlidir. Örneğin “masa” terimi masa türüne gönderim yaptığı ve betimsel içeriği olmadığı için rijit imleyicidir. Buna karşın “üzerinde yemek yediğimiz dört ayaklı nesne” terimi masa türüne gönderim yapar ancak betimsel içeriğinden dolayı rijit imleyici değildir. Başka bir olanaklı dünyada bu terim masa türüne gönderim yapmayabilir. Bunun yanı sıra yine betimsel içeriğinden dolayı bu terim “masa” sözcüğünün anlamını veremez. Bu tezin belki de en önemli felsefi sonucu bizim sürekli yetkin tanımlar peşinde koşmamızın belki de boşuna bir uğraş olduğunu göstermesidir. Örneğin Sokratik diyaloglarda “adalet”, “erdem”, “cesaret” gibi terimlerin yetkin tanımları aranır. Yetkin tanımların “adalet ----dır” biçiminde betimlemelerle doldurulacak tümceler olduklarını düşünürsek aslında arananın bu terimlerin eş anlamlıları oldukları sonucu çıkar. Ancak yukarıda anlatmaya çalıştığım teze göre bu sözcükler rijit imleyicidirler ve hiçbir betimleme ile eş anlamlı olamazlar. Öyleyse Sokrates’in yetkin tanım arayışı boşuna bir çabadır. Asla böylesi yetkin tanımlara ulaşılamaz.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bina kabuğu tasarımında malzeme ve sistemlerin teknolojik özelliklerinin temel ilkelerini anlama ve uygulama yöntemlerini kullanabilme PÇ 16-BİNA SERVİS SİSTEMLERİ

Daha önce Konya Selçuk Eğitim Enstitüsü ve ardından Konya Yüksek Öğretmen Okulu’nda çalışan yüzlerce öğretmen, birdenbire kendilerini üniversite

Hint-Çin ilişkilerinin mümkün olan en kapsamlı ve gerçeğe en yakın okumasını yapabilmek için tebliğde de gösterilmeye çalışıldığı gibi rekabetin iş birliğine

Halbuki coğrafya, fizik ilminden de faydalanmakla birlikte bu olayın yeryüzünün çeşitli yerlerinde ne şekilde görüldüğünü, dağılışını, farklı şekil ve

Doğu Karadeniz Bölgesi ormanları, Giresun, Trabzon, Artvin Orman Bölge Müdürlükleri bünyesinde 25 Devlet Orman İşletmesi tarafından işletilmekte olup, bunlardan

“Bilge Söyleşi” adı altında gerçekleştirilen söyleşilerin onbirincisi olan “Türk Hava Kuvvetleri’nin Bugünü ve Yarını” başlıklı söyleşi, Mili

Günümüzde kompozit doku transplantasyonlarýnda çalýþan araþtýrmacýlarýn þu andaki en büyük hedefi, donor spesifik immuntoleransý indüklemek ve ömür boyu

■ Bilgisayar teknolojisinin gelişimiyle iletişim teknolojisi de gelişmiş, böylece bilgi iletişimi daha etkili ve verimli hâle