• Sonuç bulunamadı

Ana Vatanda Güvende Olmak için, Denizde Güçlü Olmak; Dünyada Söz Sahibi Olmak için, Tüm Denizlerde Var Olmak.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Ana Vatanda Güvende Olmak için, Denizde Güçlü Olmak; Dünyada Söz Sahibi Olmak için, Tüm Denizlerde Var Olmak."

Copied!
52
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1915 - 2015

Ana Vatanda Güvende Olmak için, Denizde Güçlü Olmak;

Dünyada Söz Sahibi Olmak için, Tüm Denizlerde Var Olmak.

(2)
(3)
(4)

ÖNSÖZ 3

DENİZLERİN ÖNEMİ 4

GÜVENLİK DURUMU 7

• Bölgesel Güvenlik Ortamı 8

• Çevre Denizler 8

• Küresel Güvenlik Ortamı 15

• Çevre Denizlerimizin Ötesindeki Deniz Alanları 16

DIŞ POLİTİKA HEDEFLERİ 18

DENİZCİLİK HEDEFLERİ 20

DENİZ KUVVETLERİ 23

• Deniz Kuvvetlerinin Özellikleri 24

• Misyon ve Görevler 25

• Mevcut Kuvvet ve Teşkilat Yapısı 25

STRATEJİ 27

• Hedefler 28

• Kuvvet Kullanma Konsepti 29

• Kuvvet Yapısının Geliştirilmesi 30

• Kurumlar Arası İş Birliği 37

SONUÇ 41

NOTLAR 42 KISALTMALAR 46 TANIMLAR 47

(5)

coğrafi konuma sahiptir. Tarih boyunca, bu zorlu coğrafyada kalıcı olabilmek, istikrarlı ve müreffeh bir devleti idame ettirebilmek, diğer faktörlerin yanı sıra askerî açıdan da güçlü olmayı gerektirmiştir.

Günümüzde de bölgemizde tarihî bir dönüşüm süreci yaşanmakta, ülkemiz, her zaman teyakkuzda olduğumuz daimî sorunların yanı sıra, son yıllarda ortaya çıkan yeni risk ve tehditlerle karşı karşıya bulunmaktadır.

Bu çerçevede, Ege’de Lozan dengesinin bozulmasına ve uluslararası hukuka dayanan haklarımızın kısıtlanmasına yönelik uygulamalardan kaynaklanan sorunlar bütün yapıcı yaklaşımlarımıza rağmen devam etmektedir.

Yarım asırlık Kıbrıs uyuşmazlığını barındıran Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasıyla ilgili

ihtilâflar derinleşmekte; Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan tarihî dönüşüm, bu bölgede yaşanan riskleri çeşitlendirmektedir.

Soğuk Savaş sonrasında geliştirilen bölgesel girişimlerle tarihî bir barış ve istikrar ortamının tesis edildiği Karadeniz, Ukrayna Krizi ile birlikte, Batı Bloku ile Rusya Federasyonu (RF) arasındaki küresel ölçekli jeopolitik rekabetin istikrarı bozucu olumsuz etkilerine açık hâle gelmiştir.

İçinde bulunduğumuz ve bağlantılı olduğumuz geniş bir coğrafyada istikrar ve güvenlik ortamını etkileyen bu gelişmeler Soğuk Savaş sonrasının nispeten istikrarlı ortamını kaotik bir yapıya dönüştürmekte; deniz ortamı da bu dönüşümün yansımalarına maruz kalmaktadır.

Deniz ortamı, savunma ve güvenlik eksenli bu gelişmelerin yanı sıra, deniz ulaştırması açısından da daha fazla önem kazanmakta, küreselleşmenin etkisiyle her geçen gün yoğunlaşan deniz trafiğinin kesintisiz devam etmesi ülke ekonomileri için vazgeçilmez hâle gelmektedir.

Deniz ulaştırma yollarının ve kritik geçitlerin güvenliğiyle ilgili hassasiyetin artması, Kızıldeniz, Aden Körfezi ve Somali açıklarında yaşanan deniz haydutluğu ve silahlı soygun örneklerinde görüldüğü gibi, çok sayıda ülkenin deniz kuvvetlerini güvenlik açısından riskli bölgelere çekebilmektedir.

Diğer taraftan denizler, enerji başta olmak üzere, barındırdığı canlı/cansız kaynaklar açısından giderek daha cazip hâle gelmekte;

ülkelerin denizlerdeki zenginlikten istifade gayretleri, deniz yetki alanları ihtilâflarını da derinleştirmektedir.

Önemli siyasi, askerî, ekonomik gelişmelerin yaşandığı ve askerî güç destekli diplomasinin ön plana çıktığı bu süreçte deniz kuvvetleri, geleneksel tehditlere karşı ülke savunmasında, devletler arasındaki rekabet ve güç gösterisinde, asimetrik risklere karşı deniz güvenliğinin sağlanmasında, sınırlandırma ihtilâflarının bulunduğu deniz alanlarındaki ekonomik çıkarların korunmasında aktif roller üstlenmektedir.

Türk Deniz Kuvvetleri, bahse konu bölgesel ve küresel dinamiklerin şekillendirdiği deniz güvenlik ortamında, “ana vatan savunmasına katkı sağlamak, Türkiye Cumhuriyeti’nin denizlerdeki hükümranlık haklarını, deniz alaka ve menfaatlerini korumak” misyonu doğrultusunda, barış dönemi caydırıcı faaliyetlerini sürdürürken, muhtemel bir harbin kazanılmasına yönelik her türlü hazırlığını da yapmaktadır.

Bunun yanı sıra, deniz yetki alanlarımızdaki hak ve menfaatlerimizin korunmasına, çevre denizlerimizde ve bağlantılı deniz alanlarında deniz güvenliğinin sağlanmasına, bu suretle etki ve ilgi alanımıza giren tüm denizlerdeki ekonomik çıkarlarımızın korunmasına katkı sağlamaktadır.

Öte yandan Deniz Kuvvetleri, büyük önder Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi çerçevesinde; bayrağımızı, barış, dostluk ve iş birliği mesajlarımızı, insani yardımlarımızı dünyanın değişik coğrafyalarına taşımak suretiyle dış politika hedeflerimizi desteklemekte, savunma sanayimizin eriştiği gücün tanıtımına aracılık etmekte, BM, NATO ve diğer çok uluslu oluşumlar bünyesinde bölgesel/küresel barış ve istikrarın sağlanmasında önemli roller üstlenmektedir.

Türk Deniz Kuvvetlerinin kuvvet yapısının ve faaliyetlerinin millî çıkarlarımız ve hedeflerimizle doğrudan etkileşim içinde olması nedeniyle, bu kuvvetin nasıl kullanılacağı ve geliştirileceği soruları, Deniz Kuvvetleri mensuplarını olduğu kadar, savunma, güvenlik, dış politika ve ekonomi alanlarında karar verici ve uygulayıcı konumda bulunan birey ve kurumları da yakından ilgilendirmektedir.

“Türk Deniz Kuvvetleri Stratejisi”, bu sorulara cevap verecek şekilde, hem Deniz Kuvvetleri personelinin doktrin birliğini sağlamak, hem de Türkiye’nin uluslararası arenadaki yönünü tayin eden ve savunma planlama faaliyetlerini yürüten karar vericilerden ilgili akademik çevrelere kadar muhtelif kesimleri Kuvvetimizin gelecek perspektifi hakkında bilgilendirmek üzere hazırlanmıştır.

Bülent BOSTANOĞLU Oramiral

Deniz Kuvvetleri Komutanı

(6)

DENİZLERİN

ÖNEMİ

(7)

Tarih boyunca sunduğu ulaştırma kolaylıkları ve canlı/

cansız kaynaklar ile insanlığın hizmetinde olmuş deniz- lerin önemi; küreselleşmenin ivmelendiği 21’inci yüz- yılda daha da artmış, dünya ekonomisinin büyümesine paralel olarak her geçen gün hacmi artan deniz ortamın- daki emtia akışı, uluslararası ticaretin belkemiğini oluş- turmuştur.

Deniz taşımacılığı; çok büyük miktarlardaki yüklerin bir defada bir yerden diğer bir yere taşınması imkânını sağ- laması, güvenilir olması, hava yoluna göre 14, kara yo- luna göre 7, demir yoluna göre 3,5 kat daha ucuz olması nedeniyle dünyada en çok tercih edilen ulaşım şeklidir.2 Küresel ticaretin hacim (ton) olarak %80’i, değer (dolar) olarak %70’i3; petrol taşımacılığının %60’ı ve doğalgaz taşımacılığının %25’i4 deniz yoluyla yapılmaktadır.5 Deniz yoluyla gerçekleştirilen uluslararası ticaret hacmi her geçen gün artmakta, ülkelerin ticari rekabet gücü, uluslararası deniz ulaştırma sisteminden istifade edebil- mesi ile orantılı hâle gelmektedir.

Sadece 2004-2012 yılları arasında denize kıyısı olan ülkelerin %75’inin deniz ulaştırma bağlantılarında artış yaşanmış olması, bu eğilimin tipik bir göstergesidir.6 Bu süreç, deniz ticaretindeki birkaç günlük aksamanın, firmaların iflasına yol açabileceği, borsaların ve küresel ekonominin dalgalanmalar yaşayabileceği, yükselen fi- yatların ülke yönetimlerini zora sokabileceği hassas bir ilişkiler ağı oluşturmaktadır.

Bu yoğun ticari trafik ve oluşturduğu ekonomik ağlar aynı zamanda, taraflar arasındaki karşılıklı bağımlılığı

da artırarak güvenlik endişesini de içinde barındıran kar- maşık bir ilişki sistematiğine yol açmakta; devletlerin dış politikaları üzerinde belirleyici bir rol oynamaktadır.

Bu bağlamda çevre denizlerimiz, bir taraftan kıyıdaş ülkelerin kendi arasındaki, diğer taraftan kıyıdaşların Avrupa ve Asya-Pasifik ülkeleriyle siyasi, askerî, ekono- mik ve enerji alanlarındaki etkileşimin deniz ulaştırma yolları üzerinden sağlandığı stratejik bir konumda bu- lunmakta; bu etkileşimin rekabet ya da iş birliği odaklı olması, ilgili ülkelerin güvenlik algılarını da önemli öl- çüde şekillendirmektedir.

Dünya ölçeğinde de, Asya-Pasifik Bölgesi gibi belli merkezlerin jeoekonomik ağırlığının göreceli olarak art- ması, nüfus faktörünün yanı sıra, deniz ticaretiyle yakın- dan ilgilidir. Zira, bu bölgelerdeki nüfusun ürettiği ve tükettiği malların ticareti büyük oranda deniz ortamında gerçekleşmektedir.

Belirli bölgelerde yoğunlaşan bu ekonomik hareketlili- ğin getirdiği zenginliğin askerî ve politik güce yansıma- sı ise, mevcut jeopolitik dengeleri etkileyen gelişmelere yol açmakta; güç merkezleri arasındaki ilişkileri şekil- lendirmektedir.

Küresel aktörlerin küresel açılımlarının ve diğer aktör- lerle etkileşiminin büyük ölçüde deniz ulaştırma yolları üzerinden gerçekleşmesi, gerektiğinde güç aktarımının

Ülkelerin ticari rekabet gücü, uluslararası deniz ulaştırma sisteminden

istifade edebilmesi ile orantılıdır.

2014 Deniz Ulaştırma Düğüm Noktaları Yoğunluğu, www.marinetraffic.com

(8)

da sağlandığı bu yollar üzerindeki kritik geçitlerin kont- rolünü jeopolitik rekabetin önemli bir unsuru haline ge- tirmektedir.

Ülkeler arasında son dönemde giderek güçlenen diğer bir rekabet alanı da, deniz ortamındaki kaynakların pay- laşımıdır.

Gıda tüketimi içindeki oranı her geçen gün artan deniz kaynaklı besinlerin7 ve derin deniz teknolojilerinin ge- lişimi sayesinde ekonomiye kazandırılmaya başlanan deniz altındaki hidrokarbon

yatakları ile metan hidrat ve hidrojen gibi yeni ener- ji kaynaklarının8 bulundu- ğu deniz alanları, devletler arası ihtilâfların ve krizlerin önemli nedenlerinden biri haline gelmiştir.

Deniz ortamının önemi, barındırdığı kritik altyapı açısından da her geçen gün artmaktadır.

Hidrokarbon yataklarının işletilmesi için denizlerde

tesis edilen ve sayıları giderek çoğalan platformlar, sahil tesisleri ve boru hatları, küresel enerji arzı ve fiyatlarını etkileyen kritik altyapılar arasındadır.

Öte yandan, taşıdığı veri miktarı her geçen gün artan, trilyon dolarlarla ifade edilebilecek finansal işlemleri ve askerî maksatlı olanlar dâhil yoğun bir muhabereyi taşı- yan deniz altı fiber optik kabloları ile bunların kıyı ter- minalleri ve bağlantı noktaları da küresel ekonominin, ticaretin, bankacılık ve güvenlik sisteminin can damar- larını oluşturmaktadır.

Deniz ticaretinin, deniz ulaştırma yollarının, enerji ak- tarım hatlarının, deniz ortamındaki canlı/cansız kaynak- ların ve kritik altyapının küresel ekonominin işleyişi ile ülkelerin ekonomik ve güvenlik çıkarları açısından artan bu önemi, denizleri refah ve güvenliğin ayrılmaz bir un- suru haline getirmiştir.

Denizler aynı zamanda, küresel ölçekteki büyüklüğüyle, kendisinden yararlananlara yine küresel ölçekte etki ya- ratma olanağı sağlayabilmektedir.

Tüm bu gelişmeler nedeniyle günümüzde stratejik re- kabetin en önemli unsurlarından birini, diğer “küresel ortak alanlar”la9 birlikte, açık denizler oluşturmaktadır.

Mevcut küresel aktörler, açık denizlere erişim ve kontrol gücünü muhafaza etmeye çalışırken, yükselen güçler ve çeşitli devlet dışı aktörler bu alanda daha fazla söz sahibi olma mücadelesi vermektedir.10

İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren denizdeki askerî güç dengesini tayin eden ABD’nin donanma konuşlanmasını Avrupa-Atlantik ve Asya-Pasifik’teki müttefik ve ortak- larının yeni risk ve tehdit algılamalarına göre adapte et- mesini; Çin, Rusya, Hindistan ve Brezilya gibi ülkelerin, güç aktarımı yapabilecek türde yeteneklerle deniz gücü kapasitelerini geliştirmelerini11; NATO’nun, AB’nin, Af- rika Birliği’nin ve pek çok ülkenin deniz stratejileri ve

deniz güvenlik stratejilerini güncellemelerini de deniz- lerin artan önemi çerçeve- sinde görmek mümkündür.

Kara kıtasındaki ve açık deniz alanlarındaki zengin doğal kaynakları nedeniyle küresel bir cazibe ve reka- bet merkezi haline gelen Af- rika’ya, zengin hidrokarbon yataklarının yanı sıra buzul- ların erimesiyle daha kısa ve ekonomik deniz ulaştırma yollarına sahip olan Ark- tik bölgeye ve barındırdığı zengin petrol/doğal gaz rezervleri ve mineral kaynak- lar üzerindeki işletme yasağı 2048 yılında sona erecek Antarktika’ya yönelik giderek artan rekabet de denizle- rin önemini artıran sebepler arasındadır.

Artan rekabet ortamında deniz alanlarına erişim ve kont- rol mücadelesinin barışçıl ya da çatışmacı yollarla sür- dürülmesi, “deniz çağı”12 olarak nitelendirilen 21’inci yüzyılda küresel düzenin geleceğini belirleyecek en te- mel parametrelerden biri olacaktır.

Deniz ticaretinin, deniz ulaştırma yollarının, enerji aktarım hatlarının,

deniz ortamındaki canlı/cansız kaynakların ve kritik altyapının küresel ekonominin işleyişi

açısından artan önemi,

denizleri refah ve güvenliğin ayrılmaz bir unsuru haline getirmiştir.

Denizler, küresel ölçekteki büyüklüğüyle, kendisinden yararlananlara yine küresel ölçekte

etki yaratma olanağı sağlayabilmektedir.

(9)

GÜVENLİK

DURUMU

emin olacaktır.”

Mustafa Kemal ATATÜRK 13

(10)

Bölgesel Güvenlik Ortamı

Türkiye, küresel rekabetin yoğun olarak yaşandığı Afro-Avrasya Bölgesinin merkezinde, kuzey-güney ve doğu-batı eksenlerindeki jeostratejik etkileşimlerin te- sirlerine açık kritik bir coğrafyada bulunmaktadır.

Dünyanın jeoekonomik ağırlık merkezi haline gelmekte olan Asya, yükselen ekonomisi ve sahip olduğu doğal zenginlikleri ile cazibesi giderek artan Afrika ile eko- nomik, politik, askerî gücü itibarıyla dünya dengeleri içindeki ağırlığı nispi olarak azalmakta olan Avrupa’nın kesiştiği bir coğrafyada bulunan ülkemiz, tüm bu küre- sel ölçekli dönüşümlerin yol açtığı gerilimlere maruz kalmaktadır.

Son dönemde, güney sınırlarımızda Orta Doğu’daki sos- yal/siyasal çalkantılar, kuzeyimizde RF ile Batı bloku arasındaki küresel ölçekli jeopolitik rekabet bölgede ya- şanan riskleri çeşitlendirmektedir. Ayrıca, Ege’de tarihî derinliği bulunan sorunlar her zaman olduğu gibi ciddi- yetini korurken, Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları- nın sınırlandırılması, GKRY ve Yunanistan’ın faaliyetle- riyle önemli bir bölgesel ihtilâf haline gelmiştir.

Orta Doğu’nun hassas yapısı, 2010 yılında Kuzey Af- rika’da başlayan ve kısa bir süre içinde geniş bir coğ- rafyayı etkisi altına alan “Arap Baharı” süreciyle daha kırılgan bir mahiyet arz etmeye başlamıştır. Bölgedeki ülkelerle ikili ilişkiler sistematiğini yeni parametrelere göre dönüştüren bu bölgesel dinamik, kısa süre içinde uluslararası aktörleri de içine çekerek küresel bir jeopo- litik rekabete dönüşmüştür.

Ortaya çıkan istikrarsız ortamda daha geniş bir hareket alanı bulan radikal/terörist grupların faaliyetleri ise, bir taraftan bölgedeki bir kısım siyasi sınırları belirsiz hâle getirmiş; diğer taraftan, Avrupa’yı da kapsayan geniş bir coğrafyada terör algısını yükselterek Batı dünyasının Müslüman topluluklarla ilişkilerini olumsuz etkilemeye başlamıştır. Düzensiz göç olgusu, hem ülkemiz hem de Avrupa ülkeleri için önemli sosyal ve güvenlik sorunla- rına yol açabilmektedir.

RF’nin 2014 yılında Kırım’ı ilhakı sonrasında yaşanan gelişmeler, geniş bir coğrafyada, Doğu Avrupa ve Ka- radeniz’e mücavir ülkeleri endişelendirmiştir. Soğuk Savaşı takip eden yıllarda NATO ve AB’nin girişimleri ile tesis edilen güvenlik mimarisi sorgulanmaya başlan- mıştır.

Özellikle Doğu Avrupa ülkelerinin İttifakın güven- lik teminatına yönelik beklentilerini artıran bu süreç, NATO’da askerî hareketliliği artırmış, İttifakın yeni bir adaptasyon sürecine girmesine sebep olmuştur.

21’inci yüzyılın belirsizliklerle dolu güvenlik ortamının ne kadar dinamik, değişken ve geçişken olduğunu göste- ren ve ülkemizin merkezinde bulunduğu bir coğrafyada yoğunlaşan bu radikal gelişmeler, çevre denizlerimizde- ki güvenlik durumunu da etkilemektedir.

Çevre Denizler

Türkiye’yi çevreleyen denizler; kıyıdaş devletlerin ka- rakteri, tarihî sorunların mevcudiyeti, bölge dışı aktör- lerin hedefleri ve bölge ülkeleriyle ilişkileri, deniz yetki alanlarının sınırlandırılması, mevcut/potansiyel enerji rezervleri ve deniz ticaretinin yoğunluğu gibi faktörlere bağlı olarak farklı dinamiklere sahiptir.

Barındırdığı ekonomik zenginlikler nedeniyle önemi giderek artan deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin ihtilâflar, Türkiye ile çevre denizlerimize kıyıdaş olan ülkeler arasındaki ilişkilerimizi etkileyen en önemli hususlardan biri haline gelmiştir.

Zira Türkiye’nin deniz yetki alanları, kara ülkemizin ya- rısından fazla bir yüz ölçümüne sahip olmakla birlikte, bu deniz alanının sınırları sadece Karadeniz’de antlaş- malarla belirlenmiş durumdadır.

Deniz yetki alanlarımızın Ege ve Doğu Akdeniz’deki sınırlarının hakkaniyet ilkesine göre antlaşmalarla be- lirlenmesi hususu ile Ege’de başta karasuları meselesi

Soğuk Savaşı takip eden yıllarda NATO ve AB’nin girişimleri ile tesis edilen güvenlik

mimarisi sorgulanmaya başlanmıştır.

Ege’de tarihî derinliği bulunan sorunlar ciddiyetini korurken, Doğu Akdeniz’de deniz

yetki alanlarının sınırlandırılması önemli bir bölgesel ihtilâf haline gelmiştir.

(11)

olmak üzere, birbiriyle bağlantılı muhtelif sorunlar, hu- kuki boyutunun yanı sıra, ülke güvenliğimiz açısından da önem taşımaktadır.

Karadeniz, Ege ve Doğu Akdeniz’in, kendilerine özgü güvenlik dinamikleri bulunmakla birlikte, jeopolitik ve askerî hareketliliğin yoğunluğuna göre birbirleriyle etki- leşimi de artabilmektedir.

Bu bağlamda, 2011’de başlayan Suriye Krizi ile birlikte RF’nin Akdeniz’deki; 2014 Ukrayna Krizi sonrasında ise bölge dışı aktörlerin Karadeniz’deki askerî varlığının ve faaliyetlerinin artmasına bağlı olarak son dönemde Karadeniz ve Akdeniz daha yoğun bir etkileşim içine girmiştir.

Ukrayna Krizinin RF’den Avrupa’ya müteveccih enerji akışıyla ilgili endişelere yol açması ve Doğu Akdeniz’de önemli miktarda hidrokarbon kaynaklarının bulunabi- leceği öngörüleri de AB’nin enerji kaynak ve aktarım hatlarını çeşitlendirme politikası çerçevesinde Karade- niz ve Akdeniz enerji jeopolitiği etkileşimini artıran bir faktör olmuştur.

Ege’de uzun süredir mevcut olan, Doğu Akdeniz’de ise son dönemde derinleşen sınırlandırma ihtilâfları nede- niyle, bu iki deniz alanı arasındaki etkileşimin artması da kaçınılmazdır.

Bahse konu dinamikler ve geleceğe ilişkin öngörüler, ikili ya da çok taraflı bölgesel ve küresel rekabet unsur- larını bir arada barındıran çevre denizlerimizdeki istik- rar ile hak ve menfaatlerimizin korunmasını Türkiye’nin güvenlik ve ekonomik çıkarları açısından her zamankin- den daha önemli hâle getirmiştir.

Karadeniz

Karadeniz, jeostratejik öneme sahip Balkanlar, Hazar, Kafkaslar, Orta Doğu ve Akdeniz’e açılım imkânı sağ- layan kritik bir coğrafi konuma sahiptir.

RF, Kafkasya ve Hazar petrol/doğalgazının dünya pazar- larına transfer edildiği önemli bir enerji koridoru, barın- dırdığı tahmin edilen hidrokarbon yatakları ile de potan- siyel bir enerji kaynağı olan Karadeniz; kaynak ülkelerle alıcı konumundaki Avrupa ülkeleri arasındaki karşılıklı bağımlılığı artırmaktadır.

Bu dinamik, enerjinin bir taraftan jeopolitik bir manive- la olarak kullanılmasına, diğer taraftan, Karadeniz gü- venliğinin Avrupa-Atlantik güvenliğine eklemlenmesine yol açmaktadır.

Sahildar ülkeler arasındaki tarihî ilişkiler, bu ülkelerin hâlen tabi oldukları ya da üyesi olmayı hedefledikleri çok uluslu yapılar, askerî , ekonomik ve jeopolitik he- defleri arasındaki farklılıklar Karadeniz’de kalıcı bir güven ortamının tesisini zorlaştırmakta, bölge dışı ak- törlerin güvenlik dinamiklerine müdahil olmalarına yol açmaktadır.

NATO, AB ve ABD’nin RF’ye mücavir bölgelerde et- kinliğini geliştirmesi, 2008 Gürcistan ve 2014 Ukray- na krizlerinde görüldüğü üzere RF’nin reaksiyonuna yol açmakta, Batı bloku ve komşularıyla ilişkilerinde olumsuz gelişmelere neden olmaktadır. Ukrayna Krizi, Moldova’nın Transdinyester, Gürcistan’ın Abhazya ve Güney Osetya ile ilgili hassasiyetlerini de tetiklemiştir.

Karadeniz Bölgesi, Hazar ve Kafkaslar’daki güvenlik dinamiklerinden de etkilenmektedir.

Küresel ölçekli bir jeopolitik rekabetin yansımalarına açık bulunan Karadeniz’de Türkiye’nin temel politikası;

bölge ülkeleri ile birlikte bu bölgeye münhasır bir böl- gesel kimlik ve buna dayalı bir bölgesel iş birliği ortamı oluşturmayı, bu suretle istikrarı bozabilecek olası dış müdahale ihtimalini asgariye indirmeyi, Karadeniz’i je- opolitik rekabetin dışında tutmayı hedeflemektedir.

Bu hedef, Türk Deniz Kuvvetlerinin liderlik ettiği ya da taraf olduğu deniz ortamına yönelik muhtelif bölgesel askerî girişimlerle desteklenmektedir.

Bu girişimlerin en başında Karadeniz’e sahildar ülkeler arasında karşılıklı güvenin artırılması ve karşılıklı ça- lışabilirliğin geliştirilmesi amacıyla 2001 yılında tüm sahildar ülkelerin katılımıyla teşkil edilen Karadeniz Deniz İş Birliği Görev Grubu (BLACKSEAFOR) gel- mektedir.

BLACKSEAFOR, askerî alanda bölgesel iş birliğinin en somut örneklerden birini oluşturmuş, kıyıdaş ülkeler arasında “bölgesel sahiplik” anlayışının geliştirilmesi için önemli bir zemin teşkil etmiştir.

BLACKSEAFOR, benzer bir iş birliğinin, Sahil Güven- lik/Sınır Muhafaza birimleri arasında da geliştirilmesi Türkiye’nin deniz yetki alanları, kara

ülkemizin yarısından fazla bir yüz ölçümüne sahip olmakla birlikte, bu alanların sınırları

sadece Karadeniz’de antlaşmalarla belirlenmiş durumdadır.

İkili ya da çok taraflı bölgesel ve küresel rekabet unsurlarını bir arada barındıran

çevre denizlerimizdeki istikrar ile hak ve menfaatlerimizin korunması, Türkiye’nin güvenlik ve ekonomik çıkarları

açısından her zamankinden daha önemli hâle gelmiştir.

(12)

Kıyıdaş ülkeler arasında karşılıklı güvenin tesis edilmesi, tüm tarafların, birbirlerinin siyasal ve toprak bütünlüğüne saygılı, istikrar odaklı bir politika izlemesi halinde mümkün olabilecektir.

ve 2004 yılında Türk Deniz Kuvvetleri tarafından başla- tılan Karadeniz Uyumu Harekâtı (KUH)’nın çok uluslu hâle getirilmesi için de uygun zemin hazırlamıştır.

Anılan bölgesel inisiyatiflerin/faaliyetlerin deniz güven- liğine katkısı, Montrö Rejiminin varlığı ve deniz yetki alanları sınırlandırılmasıyla ilgili önemli bir ihtilâfın bulunmayışının da etkisiyle, Karadeniz, 2008 yılındaki Gürcistan krizinin neden olduğu kısa süreli gerginlik haricinde, Ukrayna Krizine kadar deniz güvenliği açı- sından emsal gösterilebilecek ve “barış denizi” olarak isimlendirilmeyi hak edecek seviyede istikrarlı bir yapı arz etmiştir.

2014 yılında ortaya çıkan Ukrayna Krizi ise, bölgesel mekanizmaların üzerine inşa edildiği karşılıklı güven ortamını zedelemiş, Baltık’tan Karadeniz’e ve hatta Çin'e uzanan geniş bir coğrafyada güvenlik etkileşimini artırmış, Karadeniz’in güvenlik ve istikrarı, RF ile Batı arasındaki gerilimin etkilerine açık hâle gelmiştir.

Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü ve siyasi bağımsızlığı- nı zedeleyen gelişmeler, bölge ülkelerinde RF’ye karşı ciddi bir tehdit algılamasına yol açmış, RF’nin Kara- deniz’deki askerî varlığını güçlendirmeye yönelik sa- vunma faaliyetleri bu algıyı daha da pekiştirmiş; bölge ülkeleri, savunma ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak üzere NATO ve bölge dışı aktörlerle ilişkilerini geliştir- me gayretine girmiştir.

Türkiye bu süreçte Karadeniz’de kıyıdaşların güvence arayışlarının, güvenlik ortamına göre uyarlanan NATO faaliyetleriyle karşılanmasına katkı sağlamakta; aynı za- manda “bölgesel sahiplik” anlayışının ve bu kapsamda geliştirilen bölgesel güvenlik girişimlerinin idamesi ko- nusundaki hassasiyetini sürdürmektedir.

Zira, bölgede barış ve istikrar ortamının yeniden tesis edilebilmesi, tüm kıyıdaşlar için güvenlik riskinin azal- tılabilmesi, bölgesel ekonomik potansiyelden istifade edilebilmesi ve enerji güvenliğinin sağlanabilmesi için görünürdeki en makul yöntem yine bölgesel iş birliği ve kıyıdaş ülkeler arasında karşılıklı güvenin tesis edilme- sidir.

Bu ise, tüm tarafların, birbirlerinin siyasal ve toprak bü- tünlüğüne saygılı, istikrar odaklı bir politika izlemesi halinde mümkün olabilecek, olası farklı arayışlar böl- gede kutuplaşmayı artırarak gerginliği ve istikrarsızlığı kalıcı hâle getirebilecektir.

Karadeniz jeopolitiği açısından önemli bir diğer faktör;

küresel ticaret, hammadde akışı, küresel ve bölgesel gü- venlik stratejileri ve güç dengeleri açısından son dere- ce belirleyici konumda bulunan İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile bu boğazlardan geçişi düzenleyen Montrö Rejimidir.

Dünya üzerindeki önemli kritik düğüm noktalarından biri olan Türk Boğazlarının jeostratejik önemi gergin- lik dönemlerinde daha da artmaktadır. Montrö Rejimi, bölgedeki askerî gücün varlığını dengeleyebilme imkânı vermekte; aynı zamanda Türkiye’ye, tüm taraflara eşit muameleyi gerektiren önemli bir sorumluluk yüklemek- tedir.

Montrö Rejiminin muhafazasına son derece önem ve- ren Türkiye, bu yükümlülüğü, sözleşmenin imzalandı- ğı günden bu yana, en gergin dönemler de dâhil olmak üzere, azami hassasiyetle ve tarafsızlıkla yerine getirmiş ve getirmeye devam etmektedir.

Kırım’ın 2014 yılında RF tarafından ilhakına kadar Ka- radeniz’de deniz yetki alanları paylaşımı ile ilgili önem- li bir ihtilâf yaşanmamıştır. Bahse konu gelişme, ilgili ülkeler arasında soruna yol açma potansiyeline sahiptir.

Türkiye açısından ise, Karadeniz’in yaklaşık yarısı, ya- pılan antlaşmalarla Türkiye’nin kıta sahanlığı ve MEB’i olarak tescil edilmiştir. Bu durum, ülkemiz için Karade- niz’i deniz yetki alanlarının paylaşımı açısından Ege ve Akdeniz’e kıyasla daha istikrarlı kılmaktadır.

Karadeniz, Marmara ve Boğazlar Bölgesinde yoğun bir Bahriye gücü bulunmaktadır. Donanma Komutan- lığı, Karadeniz Ereğli, Gölcük ve Erdek Deniz Üsleri, Türkiye, Montrö Rejiminin muhafazasına

yönelik yükümlülüğü, en gergin dönemler de dâhil olmak üzere, azami hassasiyetle ve tarafsızlıkla yerine getirmiş ve getirmeye devam

etmektedir.

(13)

Trabzon Deniz Komutanlığı, Gölcük ve İstanbul Askerî Tersaneleri, Kuzey Deniz Saha Komutanlığı ve bağlısı İstanbul ve Çanakkale Boğaz Komutanlıkları ile Deniz Eğitim ve Öğretim Komutanlığı bu bölgede konuşludur.

Türk Deniz Kuvvetleri, Karadeniz’de muhtemel yasa dışı faaliyetlere karşı caydırıcılık sağlamak ve Türk Bo- ğazları’nın güvenliğine katkıda bulunmak maksadıyla 2004 yılında millî olarak başlattığı KUH’u kesintisiz olarak sürdürmekte, tüm kıyıdaşların katılımını teşvik etmektedir.14

Tipik bir Deniz Güvenlik Harekâtı olan KUH kapsamın- da ilgili NATO Karargâhları ve Akdeniz merkezli Sanal Bölgesel Deniz Trafik Merkezi ile bilgi paylaşımı çer- çevesinde iş birliği yapılmakta; harekâtın, Karadeniz’de deniz ortamının güvenliğine yönelik diğer girişimlerle etkileşimini sağlayarak etkinliğinin artırılması hedeflen- mektedir.

Türk Deniz Kuvvetleri Karadeniz’de ayrıca planlı eği- tim/tatbikatlar icra etmekte, BLACKSEAFOR’un ida- mesine ve etkinliğinin artırılmasına yönelik gayretlerini sürdürmekte, kıyıdaş devletlerin çok uluslu davet tat- bikatlarına iştirak etmekte, NATO Daimî Deniz Görev Gruplarının Karadeniz’deki faaliyetlerine ve güvenlik ortamındaki gelişmelere göre İttifak’ın diğer güvence tedbirlerine katkı ve katılım sağlamaktadır.

Ege

Ege Denizi’nin genel coğrafi konumu, boyutları, sınırları ve çok sayıda ada, adacık ve kayalığın varlığı, bu denize benzeri bulunmayan farklı bir özellik kazandırmaktadır.

Ege Denizi, Karadeniz ile Akdeniz arasında İstanbul ve Çanakkale Boğazlarıyla birlikte önemli bir su yolu oluş- turmakta; Karadeniz Bölgesi ile Türkiye’nin en önemli sanayi bölgesi olan Marmara Bölgesini hem Türkiye’nin diğer sahillerine, hem de Akdeniz’e ulaştırmaktadır.

Ege’dekilerin yanı sıra Karadeniz ve Marmara limanla- rımıza yönelik deniz trafiği, toplam deniz ticaretimizin

%67’sini teşkil etmektedir.15 Ekonomimizin sorunsuz idamesi, bu akışın kesintisiz ve düzenli olarak sürdürül- mesine bağlıdır.

Afro-Avrasya Bölgesinin kuzey-güney istikametindeki en önemli deniz bağlantısını oluşturan Ege Denizi, bu güzergâhı kullanan tüm ülkeler için önemli bir deniz yolu olmasının yanı sıra, Türkiye için ilave olarak hava ulaşımı, güvenlik ve ekonomik kaynaklar açısından da büyük önem taşımaktadır.

Ege Denizi’nin doğu sahillerinde Türk ana karasının he- men yakınlarındaki Yunan adaları, Türk ve Yunan ana karaları dikkate alınarak çizilen Ege Denizi ortay hattına göre ters tarafta bulunmaktadır. Bahse konu coğrafya, önemli ihtilâflara zemin teşkil etmektedir.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki deniz sınırı henüz bir antlaşmayla belirlenmemiştir.16 Meriç Nehri ağzındaki karasularının yan sınırı hariç, Ege’de Türk-Yunan sınırı çizilmemiştir.17

Ege Denizi’nin, yarı kapalı bir deniz18 olması, kıyıdaş ülkelere, uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını kullanırken ve görevlerini yerine getirirken birbirleri ile iş birliği yapma yükümlülüğü getirmektedir.19

Söz konusu coğrafi durumun getirdiği hukuki yüküm- lülüğün yanı sıra, Ege Denizi’nin statüsünü belirleyen uluslararası antlaşmalara riayet hususu da Ege Denizi’n- deki barış ve istikrar ortamının idamesi bakımından ha- yati önem taşımaktadır.

Yunanistan ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki barış, Lozan Antlaşması ile belirlenen esaslar üzerine kurul- muştur. Antlaşma, Ege Denizi’ndekiler de dâhil olmak üzere Türkiye ile Yunanistan’ın hayati çıkarlarını göze- terek iki devlet arasında siyasi ve askerî bir dengenin tesisini hedeflemiştir.

Antlaşma yapıldığı zaman Ege Denizi’nde 3’er millik karasuları dışındaki deniz alanları açık deniz alanı sta- tüsündedir ve bu açık deniz alanlarının varlığı, Lozan dengesinin bir parçasıdır. Yunanistan’ın 1936’da karasu- larını 6 mile çıkarmasıyla bu denge bozulmuştur.

Zira, Ege Denizi’nde Yunan hâkimiyetinde bulunan ada- ların çokluğu ve adaların da kara ülkesi gibi karasula- rının bulunması nedeniyle, karasuları genişliğinin artı-

(14)

rılmasından oransal olarak çok daha fazla istifade eden taraf Yunanistan olmaktadır.

Karasuları genişliğiyle ilgili değişiklikler doğrudan açık deniz alanlarını da etkilemektedir. Nitekim, 3 mil esasına göre, Ege Denizi’nde %70’in üzerinde açık de- niz oranı ve Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan birçok açık deniz rotası mevcutken, karasularının 6 deniz miline çıkarılması ile birlikte, açık deniz oranı %50’nin altına düşmüş ve açık tek bir deniz rotası kalmıştır.

Açık deniz alanının daha da fazla daralması; Ege Deni- zi’ndeki ulaşım yollarının büyük oranda Yunan karasula- rına girmesine, açık deniz serbestilerinden yararlanmak yerine zararsız ya da transit geçiş hakkı ile yetinilme- sine, Türk Donanması’nın eğitim ihtiyaçları açısından gerekli olan harekât alanının ve askerî uçuşlara açık hava sahasının sınırlanmasına, Ege Denizi’ndeki canlı ve cansız kaynakların paylaşımında ülkemiz aleyhine kabul edilemez adaletsizliğe yol açmaktadır.

Bu nedenle, Ege’de mevcut açık deniz alanlarının ko- runması, Türkiye için hayati önem taşımaktadır. Lozan Antlaşması ile kurulan bu dengenin muhafaza edilmesi- ne ilişkin hassasiyetimiz ve Ege’deki karasularının Yu- nanistan tarafından 6 milin ötesine çıkarılması halinde izlenecek tutum, 8 Haziran 1995 tarihinde bizzat TBMM tarafından alınan kararla kamuoyuna duyurulmuştur.20

Başlıca Ege Denizi sorunları arasında, Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Ada- cık ve Kayalıklar21; Ege’deki karasuları alan dağılımını etkilemeleri, deniz yetki alanları ve hava sahasına ilişkin sorunlarla da doğrudan ilintili olması22, 23, nedenleriyle temel sorun olarak ortaya çıkmaktadır.

Bu statüdeki Kardak Kayalıkları, geçmiş dönemde iki ülkeyi krizin eşiğine getirmiştir. Ege Denizi’nde, ege- menliği açık olarak Yunanistan’a devredilmeyen daha bir çok ada, adacık ve kayalık bulunmaktadır.

Ege Denizi’ndeki karasuları sorunu, öncelikli olarak genişlik sorunu olup, Yunanistan’ın Ege’deki karasuları genişliğini 6 deniz milinin ötesine genişletme arzusun- dan kaynaklanmaktadır. Zira böyle bir uygulama, Ege’de dengeyi ve statükoyu Türkiye aleyhine bozacaktır.

Karasularının ötesindeki açık deniz alanlarını da kapsa- yacak ve Ege’deki statükoyu doğrudan etkileyecek olan kıta sahanlığı sınırlandırması da, karasuları genişliği ile yakından irtibatlıdır.

Taşıdığı “özel durum” dikkate alınarak Ege’de kıta sa- hanlığı sınırının iki sahildar ülkenin ana kıtaları esas

alınarak yapılacak bir antlaşma ile belirlenmesi gerek- mektedir.

1976 yılında imzalanan Bern Mutabakatı, kıta sahanlı- ğının sınırlandırılması için karşılıklı rızaya dayanan bir antlaşmaya varmak amacıyla müzakereler yapılmasını;

tarafların, Ege Denizi kıta sahanlığında fiilî durum üs- tünlüğü sağlamaktan ve üçüncü taraflar nezdinde ken- dilerine avantaj yaratacak arayışlardan kaçınmalarını öngörmektedir. Aksine uygulamalar, 1970’li ve 80’li yıl- larda yaşandığı üzere, yine gerginliğe yol açabilecektir.

Gayriaskerî statüdeki adaların silahlandırılması sorunu;

Doğu Ege adalarının Lozan ve Paris Antlaşmalarıyla gayriaskerî statüye tabi kılınmış olmalarına rağmen, takip eden dönemde Yunanistan tarafından silahlandırıl- ması, askerî tatbikatların kapsamına alınması ve NATO planlarına dâhil edilmesi gayretlerinden kaynaklanmak- tadır.

Ege’deki hava sahası sorunları; Yunanistan’ın uluslararası hukuka aykırı olarak karasularının dışına taşan 10 mil hava sahası iddiasından24, fiktif bir hattan ibaret olan İstanbul-Atina FIR sınır hattını25 Türk-Yunan sınırı olarak göstermesinden26, askerî uçakları kapsam dışında bırakan Şikago Sözleşmesine27 rağmen Ege açık denizi üzerinde uluslararası hava sahasında uçan Türk savaş uçaklarından uçuş planı istemesinden, askerî uçuş

ve tatbikatları kısıtlama gayretiyle kontrollü hava sahası ve hava koridorları tesis etme girişimlerinden kaynak- lanmaktadır.

Yunanistan’ın denizde arama kurtarma hizmetleriyle il- gili Arama ve Kurtarma Sorumluluk Sahasını FIR sahası ile çakıştırarak28 egemenlik sahası olarak sunması da bir diğer sorun alanını teşkil etmektedir.

Ege’deki dengeyi tesis eden antlaşmaların hilafına uy- gulamalar, karasuları genişliğinin değişmesine neden olabilecek girişimler, sınırları belirlenmemiş kıta sa- hanlığı üzerindeki tasarruflar ile açık deniz serbestisini ihlal edecek şekilde Ege Denizi’nin uluslararası suları ve hava sahasının askerî kullanımını kısıtlamaya yöne- lik uygulamalar, Ege’deki güvenlik durumunu doğrudan etkileyebilmektedir.

Birbirleriyle bağlantılı bahse konu Ege sorunları, esasen hukuki olmakla beraber, Türkiye’nin hayati çıkarlarıyla ilintili siyasi29, ekonomik ve askerî sonuçlar barındır- maktadır.30

Ege’de mevcut açık deniz alanlarının korunması, Türkiye için hayati önem taşımaktadır.

(15)

Bu sorunların, müttefiklik ve iyi komşuluk ilişkisi içinde çözümlenmesine yönelik siyasi temaslar sürdürülmekte, güven artırıcı önlemlerle olası gerginliklerin önüne ge- çilmesi hedeflenmekte; ancak Yunanistan’ın, uluslarara- sı antlaşmalara, uluslararası deniz hukukuna ve ikili mu- tabakatlara aykırı uygulamaları ile ikili sorunlara AB’yi, NATO’yu, diğer ülkeleri dahil etme gayretleri, karşılıklı güvenin tesis edilebilmesini engellemektedir.

Tarihî derinliği bulunan muhtelif sorunları ve Türki- ye’nin hayati menfaatlerini barındıran Ege Denizi, Türk Deniz Kuvvetlerinin eğitim ve tatbikat faaliyetlerinin en yoğun olarak icra edildiği deniz alanıdır. Güney Deniz Saha Komutanlığı ve Foça Deniz Üssü ile muhtelif ona- rım ve lojistik destek birlikleri bu bölgede bulunmakta- dır.

Doğu Akdeniz

Tarih boyunca uluslararası ticaretin en önemli kavşak- larından birisi olan Doğu Akdeniz, Süveyş Kanalı üze- rinden Hint Okyanusu'na mücavir Asya, Afrika ve Uzak Doğu ülkelerine uzanan deniz ulaştırma yollarının odak noktasıdır.

Deniz ticaretimizin %25’inden fazlası Akdeniz limanla- rımızdan yapılmaktadır.

2006 yılında hizmete giren Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı, Samsun-Ceyhan petrol boru hattı projesi ve Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı, İskenderun Körfe- zi’ndeki liman tesislerimizin önemini artırdığı gibi, Tür- kiye’nin enerji merkezi olma hedefi açısından da önem taşımaktadır.

Uzun süreli İsrail-Filistin Sorunu ve Kıbrıs Sorununun yansımalarına maruz bulunan Doğu Akdeniz jeopolitiği, 2000’li yılların başından itibaren enerji odaklı gelişme- lerle hareketlenmiş, 2010 yılından itibaren ise, Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki ülkelerin siyasal sistemlerin- de değişimlere yol açan iç çatışma ve karışıklıklar da bölgenin güvenlik ortamını etkilemeye başlamıştır.

Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarının, ulus- lararası ticarete de konu olabilecek miktar ve nitelikte olduğunu gösteren araştırma ve tahminler, bölge ülke- lerinin bu kaynaklardan istifade etme motivasyonunu artırmıştır.

Akdeniz’in doğu havzasında, komşu ve karşı kıyıdaş devletler arasında kıta sahanlığı ve MEB sınırlandırma- sına ilişkin çok taraflı bir antlaşmanın bulunmaması ne- deniyle, enerji odaklı gelişmeler deniz yetki alanlarının sınırlandırılması sorununu da beraberinde getirmiştir.

Ege Denizi gibi yarı kapalı bir deniz olan Akdeniz’de de denize kıyısı olan devletlerin, deniz alanlarının sınırlan-

dırılması dâhil, haklarını kullanırken ve görevlerini yeri- ne getirirken birbirleri ile iş birliği yapma yükümlülüğü bulunmaktadır.31

Buna rağmen, GKRY’nin 2003 yılından itibaren, diğer bölge ülkelerinin haklarını göz ardı eden ikili antlaşma- lar yapmak suretiyle bölgedeki enerji kaynaklarından azami derecede istifade etme gayreti, Doğu Akdeniz’de- ki deniz yetki alanları sorununun temelini oluşturmak- tadır.

GKRY; 2003 yılında Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail ile MEB sınırlandırma antlaşmaları yapmış, petrol araştırılması ve çıkartılması için ihaleler açmış, ruhsat- lar vermiş, sondaj faaliyetleri başlatmıştır.

GKRY’nin Doğu Akdeniz’de fiilî bir durum yaratma stratejisi çerçevesinde hayata geçirdiği bu uygulamalar sonucu, bölgedeki çok sayıda kıyıdaş ülkeyi ilgilendiren bir uyuşmazlık ortaya çıkmıştır.32

GKRY’nin 2007 yılında Kıbrıs Adası’nın güneyinde be- lirlediği 13 adet sözde ruhsat sahasından 5 adedi, kısmen Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı içinde bulunmaktadır.

GKRY’nin Ada’nın deniz yetki alanlarını tek başına sa- hiplenme çabaları, Kıbrıs sorununu da deniz ortamını içerecek şekilde genişletmiştir.

Türkiye ile KKTC’nin haklarını göz ardı eden GKRY’nin bu tasarrufları, Türkiye ve KKTC tarafından protesto edilmiş, uyuşmazlık konuları olarak BM nezdinde kayda geçirilmiştir. Türkiye ayrıca;

• Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Kıta Sahanlığı alan- larıyla çakışan GKRY’nin sözde ruhsat sahalarında ya- bancı şirketlerin izinsiz petrol/doğal gaz faaliyetlerinde bulunmalarına hiçbir şekilde izin vermeyeceğini, kıta sahanlığındaki hak ve menfaatlerini korumak için ge- rekli her türlü tedbiri alacağını,

• Kıbrıs Türklerinin Ada’nın güneyinde TPAO’ya ver- dikleri ruhsatların ihlal edilmemesi ve deniz hak ve

(16)

menfaatlerinin korunması için, ana vatan ve garantör ülke sorumluluğu içinde, KKTC’ye her türlü desteği ve- receğini açıklamıştır.33

GKRY’nin bölgede gerilimi artıran bahse konu tek ta- raflı girişimlerinin yanı sıra, Yunanistan’ın Doğu Akde- niz’deki sınırlandırmayla ilgili yaklaşımı da potansiyel bir gerginlik konusu teşkil etmekte, bölgedeki Yunan adaları için konumları ve Anadolu kıyıları ile mukaye- seli büyüklükleri ile bağdaşmayan, hakkaniyete aykırı deniz yetki alanları taleplerinin gündeme getirilmesi, sorunun büyümesine sebep olmaktadır.34

Türkiye; Doğu Akdeniz’de Bakanlar Kurulu tarafından muhtelif dönemlerde TPAO’ya verilen ve batıda 28°

Doğu boylamına yaslanan petrol arama ruhsatlarının Türk Kıta Sahanlığı içinde kaldığını BM nezdinde kay- da geçirmiştir.

Aynı bildirimde, Türkiye-Mısır kıyıları arasındaki ortay hat boyunca uzanan Türk Kıta Sahanlığının en batısın- daki noktasının ise ilgili tüm ülkelerle gelecekte yapıla- cak hakkaniyete uygun antlaşmalarla belirleneceği ifade edilmiştir.35

Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırıl- ması sorunu, GKRY ve Yunanistan’ın, bölge ülkelerini, bölge dışı aktörleri ve AB gibi uluslararası kurumları so- runa kendi lehlerine taraf haline getirme ve Türkiye’yi yalnızlaştırma gayretleri nedeniyle Türkiye’nin muhtelif ülke ve uluslararası kurumlarla ilişkilerini de olumsuz etkileme potansiyeli taşımaktadır.

Bu yaklaşımlar, deniz güvenliğinin ve istikrarın her za- mankinden daha fazla önem kazandığı bir konjonktürde Doğu Akdeniz’de tüm tarafların yararına olacak bölge- sel bir iş birliğine imkân verecek atmosferin oluşmasını da engellemektedir. Benzer durum Doğu Akdeniz’de elde edilebilecek hidrokarbon kaynaklarının pazar ülke- lere transferi için de geçerlidir.

Bütün bu faktörler, önümüzdeki dönemde Doğu Akde- niz’deki güvenlik ortamını belirleyecek en önemli uyuş- mazlık konusunun, deniz yetki alanlarının sınırlandırıl- ması olacağını göstermektedir.36

Bu konu, ilgili tarafların yaklaşımına bağlı olarak bölge- sel barış ve iş birliği ile tüm tarafların enerji güvenliğine hizmet edebilecek yeni iş birliği olanakları sunabileceği gibi, gerginlik ve krizlere de sebebiyet verebilecektir.

Doğu Akdeniz’deki güvenlik dinamiklerini etkileyen bir diğer faktör de, 2010’da başlayan “Arap Baharı” süre- cinin deniz ortamına yansımalarıdır. Kuzey Afrika’daki sosyal, siyasal, askerî gelişmelerin yol açtığı istikrarsız- lık ve kırılgan devlet yapıları, başta düzensiz göç olmak üzere, devlet dışı aktörlerin yol açabileceği asimetrik riskleri artırmış, bu gelişme en çok Akdeniz’e mücavir Avrupa ülkelerini etkilemiştir.

Suriye’deki dinamikler ise bölge ülkelerindeki istik- rarsızlığı ivmelendirmekte; yönetim boşlukları, terörist gruplara manevra alanı açmaktadır. Kuzey Afrika’dan Irak içlerine, oradan Yemen’e uzanan bölgede muhtelif adlar altında faaliyet gösteren bu grupların varlığı, de- nizde terör riskini de artırmıştır.

Suriye Krizi aynı zamanda bölge dışı aktörlerin Doğu Akdeniz’deki askerî faaliyetleri açısından da önemli ge- lişmelere yol açmış; bu bağlamda RF 2014’ten itibaren bölgedeki donanma varlığını artırarak Akdeniz’de daimî bir deniz görev kuvveti konuşlandırmaya başlamıştır.

Doğu Akdeniz’deki güvenlik ve ekonomik çıkarlarımızı yakından ilgilendiren bahse konu gelişmeler, riskler ve tehditler nedeniyle Deniz Kuvvetleri unsurlarının önem- li bir bölümü Aksaz, Mersin ve İskenderun üslerimiz ile KKTC’ye ait limanlar olan Girne ve Gazimagosa’ya is- tinaden bölgede harekât icra etmektedir.

Türk Deniz Kuvvetleri 2006 yılından bu yana Doğu Akdeniz’de durumsal farkındalığı idame etmek, hak ve menfaatlerimizin korunmasına destek olmak, muh- temel yasa dışı faaliyetlere karşı caydırıcılık sağlamak, Ceyhan terminali çıkışlı stratejik petrol ulaştırmasının güvenliğini desteklemek maksadıyla Akdeniz Kalkanı Harekâtını icra etmektedir.

Bu harekâta katılan unsurlar tarafından deniz yetki alan- larımızdaki faaliyetler de yakından takip edilmekte;

ülkemizin deniz yetki alanlarındaki izinsiz faaliyetler Doğu Akdeniz’deki güvenlik ortamını belirleyecek en önemli uyuşmazlık konusu,

deniz yetki alanlarının sınırlandırılması olacaktır.

(17)

engellenmekte; KKTC’nin ruhsatlandırdığı sahalardaki faaliyetlere karşı ise ilgili kurumlarla iş birliği içinde be- lirlenen hareket tarzlarına destek sağlanmaktadır.

Türk Deniz Kuvvetleri ayrıca, NATO’nun Etkin Çaba Harekâtına, NATO Daimî Deniz Görev Gruplarının fa- aliyetlerine ve BM’nin Lübnan açıklarındaki UNIFIL Deniz Harekâtına iştirak ederek Akdeniz’in güvenliğine katkı sağlamakta; AB ile deniz güvenliği alanında karşı- lıklı faydaya dayalı bir iş birliği tesis etme hedefini mu- hafaza etmektedir.

Küresel Güvenlik Ortamı

Küresel güvenlik ortamı, artan bir ivmeyle meydana ge- len sosyal, ekonomik, politik, askerî, teknolojik ve çev- resel değişimler ile şekillenmekte, insanlık tarihindeki en hızlı dönüşümlerin yaşandığı bu dönem37, uluslarara- sı düzeni sarsmaktadır.

Özellikle Çin Halk Cumhuriyeti’nin etkisiyle, Asya’nın, nüfus büyüklüğü, gayrisafi yurt içi hasıla, askerî harca- ma ve teknolojik yatırım açısından önümüzdeki 20 yıl içinde Batı dünyasının önüne geçmesi beklenmekte;

ekonomik güç merkezi, Kuzey-Batıdan Güney-Doğuya kaymakta, yeni güç merkezleri ortaya çıkmakta, küresel ölçekte jeopolitik bir geçiş dönemi yaşanmaktadır.

Diğer taraftan, Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Arap Yarı- madasındaki ülkelerin bir kısmında yaşanan ve birbiri- ni etkileyen sosyal, siyasal çalkantılar ile iç çatışmalar devlet yapılarını tahrip etmekte, bir kısım siyasi sınırları belirsiz hâle getirmekte; gruplar, ülkeler ve güç merkez- leri arasındaki rekabeti, dolayısıyla da istikrarsızlığı ar- tırmaktadır.

Bahse konu gelişmeler, mevcut küresel düzeni dönü- şüme zorlamakta, ancak Soğuk Savaş sonrasının tek kutuplu dünyasının çok kutuplu bir yapıya evrildiği,

geleneksel güç merkezlerinin müdahale iradesi ve kapa- sitesinin azaldığı, yükselen güçlerin ise küresel düzene nasıl entegre olacaklarının belirsizliğini koruduğu bu süreçte, kapsayıcı ve istikrarlı yeni bir düzen tesisinin kolaylıkla sağlanamayacağı öngörülmektedir.

Fırtınalı bir havada demir tarayarak meçhule doğru sü- rüklenen bir gemiyi andıran böylesi bir dünyada38, ül- keler, savunma yapılanmalarını gözden geçirmekte, sa- vunma örgütlerinin önemi ve ortak tehdit algılamalarına sahip ülkeler arasındaki iş birliği artmaktadır.

Günümüzde ulusal güvenliğe yönelik tehdit/riskler hib- rit bir yapı arz etmektedir. Devlet kaynaklı/destekli teh- ditlerin yanı sıra; terörizm, insan kaçakçılığı, kitle imha silahlarının yaygınlaşması gibi yasa dışı faaliyetten kaynaklanabilecek asimetrik riskler, kaynakların payla- şılması mücadelesinde ekonomik alana ve sosyal yapı- ya yönelik oluşan riskler, çevresel felaketler risk/tehdit yelpazesini daha da genişletmekte, yasa dışı unsurların teknolojiyi etkin kullanma yeteneği güvenlik risklerini daha da yükseltmektedir.

Küreselleşme, güvenlik alanındaki karşılıklı etkileşimi de kolaylaştırmaktadır. Mahallî krizler süratle bölge- selleşebilmekte, küresel ve bölgesel aktörlerin dolaylı rekabetine zemin teşkil edebilmektedir. Bu durum kaçı- nılmaz olarak ülkeleri, kendi bölgelerinin yanı sıra diğer bölgelerdeki potansiyel kriz alanlarına da duyarlı hâle getirmektedir.

Öte yandan yoğunlaşan ekonomik bağların güçlendirdi- ği karşılıklı bağımlılık ise, ekonomik aktivitenin düzenli olarak sürdürülebileceği istikrarlı bir ortamın tüm taraf- larca korunmasını gerektirmekte, güvenlik alanında iş birliğini zorunlu kılmaktadır.

Dolayısıyla 21’inci yüzyılın güvenlik ortamı, hem po- litik askerî değişimlere bağlı jeopolitik gerilimleri ve çatışma risklerini, hem de ekonomik kazanımların ko- runması için gerekli istikrar arayışlarını bünyesinde ba- rındıran karmaşık bir yapı arz etmektedir.

Genel güvenlik ortamının bu yapısı doğrudan deniz ortamına da yansımakta; başat aktörler bir yandan do- nanmalarını güçlendirerek en kötü senaryolara hazırlık yaparken, diğer yandan deniz ulaştırma yollarının gü- venliğinin sağlanması için çok uluslu yapılar altında iş birliği tesis edebilmektedir.

Soğuk Savaş sonrasının tek kutuplu dünyasının çok kutuplu bir yapıya evrildiği, geleneksel güç merkezlerinin müdahale iradesi ve kapasitesinin azaldığı, yükselen güçlerin ise küresel düzene nasıl

entegre olacaklarının belirsizliğini koruduğu bu süreçte, kapsayıcı ve istikrarlı yeni bir düzen tesisi kolaylıkla sağlanamayacaktır.

(18)

Bu süreçten aynı zamanda, deniz ortamındaki güç den- geleri doğrudan etkilenmekte, statükoyu değiştirmek is- teyen yeni güçlerle muhafaza etmek isteyen güçler ara- sındaki sürtüşme potansiyeli artmaktadır.

Bu rekabetin odak noktası ise, enerji gibi kritik emtia başta olmak üzere, deniz ticaretinin üzerinde aktığı ve bu boyutuyla dünya ekonomisinin can damarları olan deniz ulaştırma yolları ile bu yollar üzerindeki kritik ge- çitlerdir. Zira kritik geçitler, aynı zamanda güç aktarımı için de düğüm noktalarıdır.

Çevre Denizlerimizin Ötesindeki Deniz Alanları Küreselleşmenin karşılıklı bağımlılığı her geçen gün ar- tırdığı günümüzde artık denize kıyısı olan her ülke bizim komşumuzdur ve bu geniş anlamdaki komşuluk ilişkisi çerçevesinde denize mücavir tüm ülkelerdeki istikrar ya da istikrarsızlık durumu ülkemizin ekonomik ve güven- lik çıkarlarını da doğrudan ya da dolaylı olarak etkileye- bilmektedir.

Diğer taraftan, dünya üzerindeki kritik geçitlerden dör- dünün (Türk Boğazları, Cebelitarık Boğazı, Süveyş Ka- nalı ve Babül Mendep Boğazı) çevre denizlerimizi açık denizlere bağlaması ve hem ticari hem askerî gemile- rimizin buraları yoğun olarak kullanması nedeniyle, bu geçitlerdeki seyir serbestisinin güvenli olarak idamesi de ülkemizi yakından ilgilendirmektedir.

Nitekim, Doğu Akdeniz’i Hint Okyanusu’na irtibatlayan Kızıldeniz, Aden Körfezi ve mücavir deniz alanlarında deniz haydutluğu ve silahlı soygun faaliyetlerinin baş göstermesi ile birlikte pek çok ülke donanması ile birlik- te Türk Deniz Kuvvetleri de, deniz güvenliğinin idame- sine katkı sağlamak üzere bölgede daimî olarak varlık göstermeye başlamıştır.

Asya ve Afrika ile Avrupa arasındaki deniz ulaştırma- sı için hayati önem taşıyan bu güzergâhın güvenliği, NATO, AB, Çok Uluslu Koalisyonların teşkil ettiği deniz görev grupları marifetiyle ve muhtelif ülkelerin münferit katkılarıyla sağlanmaktadır.

Sorunun önemli ölçüde kıyı ülkelerinin kendi imkânla- rıyla deniz güvenliğini sağlayamamasından kaynaklan- ması nedeniyle, bu alandaki zafiyetlerin de giderilmesi- ne çalışılmaktadır.

Aden Körfezi ve Somali açıklarındaki deniz haydutluğu ve silahlı soygun ile mücadele ve denizde kapasite oluş- turma faaliyetlerine gösterilen yoğun uluslararası ilgi, aynı zamanda Hint Okyanusu’nun artan öneminin de bir göstergesidir.

Bölge ülkelerinin ekonomik aktivitelerinin arttığı Hint Okyanusu, deniz trafiğinin yoğunluğu itibarıyla, Atlan- tik ve Pasifik’in önüne geçmekte, bölgenin ekonomik açıdan artan önemi, güvenliğinin sağlanmasına yönelik hassasiyetleri de beraberinde getirmektedir.

Günümüzün Deniz İpek Yolu olarak da adlandırılan Hint Okyanusu, Basra Körfezi kaynaklı petrole son derece bağımlı olan Çin, Hindistan, Japonya ve Güney Kore gibi ülkelere müteveccih enerji aktarım hatlarını barın- dırmakta, Afrika’ya mücavir batı kıyıları da açık deniz petrol ve doğalgaz kaynakları açısından giderek yakın ilgi görmektedir.

Avrasya’ya mücavir deniz alanlarıyla irtibatının Kızılde- niz, Babül Mendep Boğazı, Hürmüz Boğazı ve Malakka Boğazı gibi dar geçitler yoluyla sağlanması, Hint Okya- nusu’nu stratejik açıdan daha da öne çıkarmaktadır.

Jeopolitik mücadelenin önemli merkezlerinden biri ha- line gelen Hint Okyanusu'ndaki adaların çoğu ABD, İn- giltere ve Fransa gibi ülkelerce üs maksatlı kullanılmak- tadır. Çin ve Japonya gibi ülkeler de ilgi alanlarına giren bölgelerde daimî/geçici üs imkânına sahip olmak üzere çaba göstermektedir.

Afrika’nın doğusundaki deniz alanının önemi artarken, önümüzdeki dönemde kıtanın batısına yönelik uluslara- rası ilginin de artması muhtemeldir. Zira deniz haydut- luğu ve silahlı soygun faaliyetlerinin, son dönemde Gine Körfezi başta olmak üzere Afrika’nın batısında da deniz trafiğine yönelik güvenlik riskini artırmaya başladığı gö- rülmektedir.

Küreselleşmenin karşılıklı bağımlılığı her geçen gün artırdığı günümüzde, denize kıyısı olan her ülke bizim komşumuzdur.

Dünya üzerindeki kritik geçitlerden Türk Boğazları, Cebelitarık Boğazı, Süvevş Kanalı ve Babül Mendep Boğazı’ndaki seyir serbestisinin güvenli olarak idamesi ülkemizi

yakından ilgilendirmektedir.

(19)

Afrika'nın doğusunda ve batısında, bir yandan uluslara- rası toplum, deniz güvenliğine katkı sağlamak amacıyla bölge ülkelerinin yeteneklerini geliştirmeye çalışırken, diğer yandan bölgedeki deniz ulaştırmasını ve bölgenin doğal kaynaklarını ekonomileri için önemli gören ülke- lerin, donanma faaliyetlerini artırma gayretleri öne çık- maktadır.

Küresel ölçekte ise orta ve uzun vadede deniz ortamın- daki gerilim potansiyelinin en yüksek olduğu bölge ola- rak, dünyanın jeoekonomik ve jeostratejik ağırlık mer- kezi haline gelen Asya Pasifik ön plana çıkmaktadır.

Özellikle Doğu Çin Denizi ile Güney Çin Denizi’nde bölge ülkeleri arasındaki egemenlik ve deniz yetki alan- larının sınırlandırılması ihtilâflarının büyümesi, bölge dışı aktörlerin de müdahil olduğu önemli gerginliklere yol açabilecektir.

Bölge ülkelerinin güvenlik arayışlarına karşılık ABD donanmasının bu bölgede artan varlığı, yaşanan sürecin önemli göstergelerinden biridir.

Afro-Avrasya coğrafyasını çevreleyen bu deniz alanları- nın yanı sıra, kutup bölgeleri de gün geçtikçe daha fazla önem kazanmaktadır.

Sahip olduğu petrol/doğalgaz rezervlerine ilave olarak, buzulların mevsimsel erimesiyle daha kısa ve ekonomik deniz ulaştırma yolları sunan Arktik Bölgesinin kısa/orta vadede, hâlen bilimsel araştırma faaliyetlerine konu olan Antarktika’nın ise uzun vadede enerji odaklı küresel re- kabete açık hâle gelmesi; bu bölgelerdeki deniz alanları- nın kontrolüne yönelik rekabetin de artması beklenmek- tedir.39

Gerek ihtiva ettiği kaynaklar, gerekse üzerindeki ulaştır- ma yolları ve kritik geçitlerin kontrolüne yönelik olarak küresel aktörler arasında giderek şiddetlenen bir rekabe- te sahne olan deniz ortamı, çeşitli asimetrik riskleri de bünyesinde barındırmaktadır.

Dünyanın muhtelif bölgelerindeki sosyal ve siyasal çal- kantılar ile iç savaşların neden olduğu yasa dışı göçler, fakirliğin ve zayıf devlet yapılarının yol açtığı deniz haydutluğu ve silahlı soygun faaliyetleri ve devlet dışı aktörlerin kaçakçılık, insan ticareti, terörizm gibi yasa dışı eylemleri de deniz güvenliğiyle ilgili hassasiyetleri artırmaktadır.

Denize mücavir alanlar, iklim değişikliklerinden kay- naklanabilecek risklere karşı da kırılgan bir yapı arz et- mekte; yükselen sıcaklıkların yol açtığı uzun vadeli çev- resel değişikliklerin yanında, sel, su baskını ve tsunami gibi geniş çaplı doğal afetler, özellikle sahil şeritlerinde- ki büyük şehirleri tehdit etmektedir.

Risk ve tehditlerin çokluğu ve giderek artan çeşitliliği, kesintisiz durumsal farkındalık sağlanmasını ve her an deniz güvenlik harekâtı icrasına hazır olunmasını dikte etmekte; deniz ortamının sınır aşan tabiatı ve güvenliğin bölünmezliği nedeniyle bu faaliyetlerin ilgili tüm taraf- larla iş birliği içinde gerçekleştirilmesini gerektirmek- tedir.

Küresel güvenlik ortamındaki gelişmelerin her geçen gün daha fazla denizdeki güvenlik ortamını etkilemeye başlaması, örgütsel ve ülkesel temelde deniz ortamına yönelik güvenlik tedbirlerinin gözden geçirilmesi süre- cini hızlandırmıştır.

Bu çerçevede NATO, 2011 yılında İttifakın ilk deniz stratejisini yayımlamış; takip eden dönemde de İttifakın deniz alanındaki tüm faaliyetleri, bu strateji doğrultu- sunda gözden geçirilmeye başlanmıştır.

NATO’nun bu kapsamdaki çalışmalarında, son yıllarda önemi artan asimetrik tehditlere karşı “deniz güvenliği”

nin geliştirilmesi konusuna yer verilmekte, ülke kaynak- lı geleneksel tehditlere karşı “kolektif savunma” ve “kriz yönetimi” konuları İttifakın Deniz Stratejisinin temel unsurlarını teşkil etmeye devam etmektedir. NATO’nun küresel ölçekteki etkinliğini artırma amacına yönelik olarak ise “iş birliği ile güvenlik” boyutu üzerinde du- rulmaktadır.

Deniz Güvenlik Harekâtı ise; denizde durumsal farkın- dalığın desteklenmesi, seyir serbestisinin idamesi, de- nizde denetim, kitle imha silahlarının yayılmasının ön- lenmesi, kritik altyapının korunması, denizde terörizmi önleme faaliyetlerinin desteklenmesi ve denizde kapasi- te oluşturmaya katkı sağlanması faaliyetlerini içermek- tedir.

Deniz güvenliğinin her geçen gün artan önemi nedeniy- le, AB de küresel deniz ortamında üyelerinin ve AB’nin güvenlik çıkarlarına yönelik risk ve tehditlere daha etkin karşı koyabilmek amacıyla, 2014 yılında ilk kez AB De- niz Güvenlik Stratejisini yayımlamıştır.

Türk Deniz Kuvvetleri, çevre denizlerimizdeki öncelikli harekât ve faaliyetlerinin yanı sıra, deniz ticaretimizin gerçekleştiği deniz ulaştırma yollarının ve kritik geçit- lerin güvenliğini sağlamak, İttifak Deniz Stratejisini desteklemek ve bölgesel/küresel barış ve istikrara katkı sağlamak üzere, Aden Körfezi ve Somali açıklarında ol- duğu gibi, gerektiğinde çevre denizlerimizin ötesindeki deniz alanlarında da faaliyet göstermekte; açık denizde harekât yeteneklerini geliştirmeyi hedeflemektedir.

Küresel ölçekte deniz ortamındaki gerilim potansiyelinin en yüksek olduğu bölge olarak,

dünyanın jeoekonomik ve jeostratejik ağırlık merkezi haline gelen Asya Pasifik ön plana

çıkmaktadır.

(20)

Mustafa Kemal ATATÜRK40

DIŞ POLİTİKA

HEDEFLERİ

(21)

Türkiye’nin dış politika vizyonu41; istikrar, iş birliği ve kıta ölçekli açılım odaklıdır.

Bu hedefler; seyyaliyet (mobilite) özelliğinden istifadey- le çevre denizlerimizden okyanuslara kadar Türkiye’nin ilgi ve faaliyet alanının uzandığı tüm coğrafyalara erişe- bilme yeteneği olan Deniz Kuvvetlerimizi vazgeçilmez bir dış politika enstrümanı olarak ön plana çıkarmaktadır.

Zira yakın çevresinde ve küresel ölçekte yapıcı ve katı- lımcı bir yaklaşımla kendine dünya dengelerinde bir yer edinme gayreti içinde olan Türkiye’nin, bu yönelimini savunma, güvenlik ve dış politika boyutları itibarıyla destekleyebilecek güçlü bir Deniz Kuvvetlerine ihtiyacı vardır.

Türk Deniz Kuvvetleri, ana vatan savunmasına yönelik öncelikli görevlerinin yanı sıra, bayrağımızı, barış, dost- luk ve iş birliği mesajlarımızı, insani yardımlarımızı dün- yanın dört bir tarafına taşımak; BM, NATO ve diğer çok uluslu oluşumlar bünyesinde bölgesel/küresel barış ve is- tikrara katkı sağlamak suretiyle dış politika hedeflerimizi desteklemektedir.

Diğer taraftan, Türkiye’nin kıta ölçekli açılım politika- larının ekonomik getirileri, büyük oranda Türkiye’den dünyanın değişik coğrafyalarına ve oralardan Türkiye’ye müteveccih deniz ulaştırma yolları üzerinden gerçekleşti- ren ticaretle gelmektedir.

Giderek daha çeşitli risk ve tehditlere maruz bir deniz güvenlik ortamında gerçekleşen bu akışın kesintisiz ola- rak idamesini sağlamak için de Türk Deniz Kuvvetlerinin millî ya da çok uluslu yapılar içinde icra ettiği deniz gü- venlik faaliyetleri her geçen gün daha fazla önem kaza- nacaktır.

Deniz Kuvvetlerinin, kıta ölçekli dış politik açılımların desteklenmesine yönelik rolünün en somut örneklerinden biri Barbaros Türk Deniz Görev Grubunun faaliyetleridir.

2010 yılından bu yana icra edilen bu faaliyet kapsamın- da, 3-4 gemiden müteşekkil bir deniz görev grubu 3-4 ay süreyle Türkiye’nin ilgi alanlarındaki ülkeleri ziyaret et- mekte, bu ülkelerle eğitim, tatbikat, deniz güvenliğinin tesisine yönelik kapasite oluşturma faaliyetleri icra et- mekte, liman ziyaretleri sırasında ise sivil/asker üst düzey temaslar ile diplomatik ilişkiler geliştirilmektedir.

Gemilerimiz ayrıca halkın ziyaretine açılmakta, savun- ma sanayii firmalarımızın ürünlerini tanıtmalarına imkân

sağlanmakta ve ülkelerin ihtiyaç durumlarına göre insani yardım malzemesi dağıtılmaktadır.

Barbaros Türk Deniz Görev Grubunun 2014 yılında Afrika kıtasına yönelik aktivasyonunda, Afrika kıtası çepeçevre dolaşılarak, 19’u ilk defa olmak üzere toplam 24 ülkede 25 liman ziyareti yapılmış ve bahse konu faaliyetlerle Türkiye’nin Afrika Ortaklık Politikasına ivme kazandırılmıştır.42

Barbaros Türk Deniz Görev Grubunun aktivasyonları dışında, muhtelif ülkelerde icra edilen savunma sanayii fuarlarına, çok uluslu eğitim, tatbikat ve harekât ile Ertuğrul fırkateyninin Japonya seyrini anma faaliyetle- rine katılan ve ikili ilişkileri geliştirme maksatlı liman ziyareti icra eden tüm unsurlarımızın faaliyetleri de, doğrudan ya da dolaylı olarak dış politika hedeflerimizi desteklemektedir.

Bu faaliyetlerle aynı zamanda, millî imkânlarla geliştiri- len ve Türk Deniz Kuvvetleri tarafından etkinlikle kulla- nılan harp gemilerimizin ve sistemlerin yabancı ülkelerde tanıtımı yapılmakta; bu suretle, savunma sanayii alanın- daki iş birliği hedeflerine de katkı sağlanmaktadır.

Belirtilen faaliyetler ayrıca Türk Deniz Kuvvetlerinin kuvvet yapısı hedeflerinin belirlenmesine yön vermekte- dir.

Zira çevre denizlerimizden farklı hidrografik, oşinog- rafik, atmosferik karakteristiklere sahip olabilecek açık denizlerde ve okyanus ortamında görev yapacak harp ge- milerinin, bulunacakları deniz ortamına uygun dizayn ve donanıma; lojistik destek bakımından kalıcı liman kolay- lıklarına sahip olması gerekir. Türk Deniz Kuvvetlerinin kuvvet yapısı planlamasında bu ihtiyaçlar da göz önünde bulundurulmaktadır.

Türkiye’nin ilgi ve faaliyet alanının uzandığı tüm coğrafyalara erişebilme yeteneği olan Deniz Kuvvetlerimiz vazgeçilmez bir dış politika enstrümanıdır.

(22)

DENİZCİLİK

HEDEFLERİ

yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifadeyi bilmeliyiz;

denizciliği, Türk'ün büyük ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız.”

Mustafa Kemal ATATÜRK43

Referanslar

Benzer Belgeler

03-06 Mart 2017 tarihleri arasında, TED Hatay Koleji Özel Lisesi tarafından düzenlenen TED Hatay Koleji Özel Lisesi Ulusal Forumu(HATUF)’a 14 Delege 1 Gazeteci

Dünya deniz ticaret filosu kapsamında dünya genel kargo filosunun gelişimini gösteren Grafik-35’e bakıldığında; 2009 yılına kadar sürekli bir artışın olduğu, 2009

Nitekim çalışmada 1980-2021 döneminde Türkiye’nin dış ticaret hacminin gelişimi, ithalatın ihracatı karşılama oranının seyri, Türkiye’de 1980-2021 döneminde

Anahtar Kelimeler: Enerji arz güvenliği, alternatif enerji kaynakları, yenilenebilir enerji, Türkiye’nin rüzgar enerji potansiyeli.. EFFECT OF WIND ENERGY ON TURKEY`S ENERGY

İnceleme neticesinde Türk edebiyatında mutasavvıf şairlerin özellikle Yunus Emre gibi edebiyatın kurucusu bir şairin dilinden deniz tasavvurunun bu edebiyat için oldukça

Bu bağlamda Türkiye’nin sosyokültürel bağlarının olduğu İslam ülkeleri ile dış ticaretinin irdelenerek mevcut durumun ortaya konulması amacıyla yapılan bu

 Sistem dengesiz gelişmiştir.  Ana arterler karayolu, demiryolu, havayolu olarak sıkışık durumdadır. Kentlerdeki sorunlar daha ağırdır.  Toplum

Türkiye’nin Dünya ile gerçekleştirdiği dış ticarette endüstri ve ürün bazında değerlendirmesinde, endüstrilerdeki gelişimin gözlemlenebilmesi için,