‘^ 0° y d t padişah (ikinci M ıhaat, AbdOlmccit, Abdfllâaut, Murat, Abdülhamit, Reşat, Vahideddin) devirlarinde
S«*»*« 8
A K Ş A M
^ a z a n : S Ü L E Y M A N K A N I — Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur- — %>'s*s^ / T e f r i k a N o . 1 8 9
Abdülhamit zamanında Istanbulda
falcılar neden çoğalmıştı?
Abdülhamit için insanlarda fa ziletler değil, ihtiraslar düşünül meliydi! O bu ihtiraslardan azamî derecede istifade etmek isterdi.
Nefsi nefisi hümayunu devlet ve memleket düşünceleri de dahil olduğu halde her şeye müreccahtı. Nefsi için, saltanatı için hürri yet ve meşrutiyet fikirlerini teh likeli gördüğü cihetle meşrutiyeti kabul ile memleketin bir kısmını feda etmek arasında muhayyer bırakılsa ikinci şıkkı tercih ede cek kabiliyette idi.
Devlet ricalinden, saray erkâ nından pek çoğu bu padişahın fıtratındaki ledünniyate vâkıf ola mamışlardır.
O daima hal ve mizacının keşif ve istiknahı müşkül, esraralût bir vücut gibi kalmıştır!
Kadere itikat ederdi. Fakat bu itikat hep işlerin fena neticeleri göründükten sonra tezahür eder di.
Çalışmaktan yılmazdı; bilhassa mesele nefsine taallûk edince!
İhtiyat ve basiret onda vesvese ve vehim ile müteradif idi. Hak kında neler söylenilebileceğini
düşünmekte, hesap etmekte pek ileri giderdi. İtimatsızlıkta pek kolay ifrata düşerdi. O halkın kendisini sevmekten ziyade, ken disinden korkmakta olduğunu bi lirdi.
Kıyafetinde, zatî ihtiyaçlarında sadeliği iltizam ederken etrafın da debdebe ve darat gösterilme sinden hoşlamrdı.
Onda her şeyi görmek, tetkik ve mürakabe etmek, her şeyden haber almak ihtiyacı memlekette hafiyeliği bir meslek ve sanat ha line getirmeğe saik oldu.
Abdülhamit namus ve haysiye tini tanıyanlara - kendisine ma zarratları dokunmadığı halde - ilişmezdi. Fakat bu gibileri ken disine yakın tutmaktan da çeki nirdi.
Dindar ve saf, biraz anlayışlı adamlara müteveccih bulunurdu, fakat bunların da veliahte, şehza delere, vükelâya, büyük ulemaya, vatanperverlikle maruf zevata in tisapları olmamalı idi!
Osmaniı padişahları arasında Yavuz Sultan Selim gibi kendile rini velâyet mertebesine ermiş ad dedenler geçmişti. Halk Murat Hüdavendigârm kerametlerine inanmıştı; ikinci Sultan Beyazıda da velî sıfatı verilmişti; Sultan Mustafanın deliliğini İlâhî bir meczubiyet itikat edenler veya böyle göstermek istiyenler çık mıştı! Bu padişahlardan sırf ve him saikasile kardeş katledenler de az değildir.
Fakat bütün saltanat hayatını daimî bir vehim içinde geçiren Abdülhamitten başkası görülme miştir.t
Abdülhamit yalnız nefsine, taç ve tahtına taallûk eden mesele lerde telâşlı ve acul idi. Devlet iş lerinde ise buna taban tabana zıt hareket etmekte hiç mahzur gör mezdi.
Müptelâ olduğu vehim ile sinir
leri daima gergin ve teheyyüce müheyya bulünurdu.
Evhamı kabardığı vakit emirle rini telâkki edenler ne yapacak larını şaşırırlardı. O zaman karşı sındakiler, artık adalet ve hak kaniyeti düşünecek halleri kal madığı için, padişahlarının veh mini, kuruntusunu teskin emelile ötekine, berikine her türlü kaba hati isnatta, iftirada bulunmak tan çekinmezlerdi!
Abdülhamit zeki idi. Fakat fal cılara, kuş beyinli zenci karıları na, bakıcılara, büyücülere, remil cilere, efsunculara müracaat eder ken vehmi bu hareketlerinin boşluğunu muhakeme etmekten zekâsını menediyordu.
Bununla beraber o hiç bir va kit Sultan İbrahim gibi bir cinci hocanın mağlûbu olmamıştır! Bu gibilerden hangisine biraz yüz vermiş ise biraz sonra bir menkû- biyete uğratmış, veya mensi ola rak bir köşeye atmış, yahut yanı başında peyda ettiği bir rakip ile teveccühten mahrumiyet endişe leri içinde bırakmış, hiç birisinin şahsen kendisine zarar getirecek derecede dişlenmesine meydan vermemiştir.
Abdülhamit saltanatının orta larına doğru İstanbulda falcılık büyük rağbet ve itibarda idi. Mağripli, Hintli, Efganlı bir çok ilmi gayp âlimi, ulûmu hafiyye er babı peyda olmuştu. Bunların şe hir dahilinde muhtelif semtlerde açtıkları dükkânlar boş kalmazdı. Dükkân açmıyanlar evlerinde fal cılık, büyücülük ederlerdi.
Abdülhamit bunların en şöh retlilerine adamlarını ihsan ve atiyelerle gönderir, kendi niyetleri hakkında bunlara sualler sordu rurdu!
Aynalı bakıcı Ebe hanım, Lo- husa kadın, zenci Nuruşep kadın, şeyh Şirkavî, şeyh Memduh, mağ ribî şeyh Keşşaf, yamalı Nuri efendi, yahudi kâhini Bohor Levi efendi Abdülhamidin bu yolda bilvasıta müracaatlarını görmüş lerdendir.
Ancak Abdülhamit bu gibi ba kıcı ve kâhinlere müracaatı sara yında kendisine mahsus bir inhi sar gibi tutmak isterdi.
Bu heriflere şehzadelerin dai relerinden de bazılarının devam ettiklerini jurnallardan anlayınca bunu şiddetle menetmişti.
Abdülhamit garip mizaçlı şeyh leri de bizzat görüp hallerini, fi kirlerini anlamak merakında idi. İstanbulda Kocamustafapaşada Sümbül efendi dergâhı şeyhi bü yük Rıza efendi meczubane hal ve kıyafeîile eşeği üstünde İstan bul cami ve tekkelerini dolaşıp dururdu. Abdülhamit kaç defa bu şeyhi görmek arzusunu izhar ey lemiş idi de şeyh birer bahane ile daveti savsaklamıştı. Nihayet 1894 te mülâkat kabil olmuştu.
Fakat şeyh efendi eşeğinden ayrılmadığı, başka nakil vasıta sına da binip gelmeği kabul etme diği için eşeğin Yıldız sarayında Babussuadeye yakın aralık avlıya
kadar girmesine müsaade olun muştu!
Şdyh efendi padişahla görüş tükten sonra nasıl gelmişse tek kesine gene öyle dönmüştü! Pa dişahın atiye olarak verdiği para lan da tekkesi civarındaki fıka- raya dağıtmıştı.
Abdülhamidin hafızası pek kuvvetli idi. Bir okuduğunu, bir gördüğünü unutmazdı; bir söyle diğini seneler sonra hatırlardı.
Abdülmecidin bu oğlunda akıl ile cinnet pek yakından biribirine temas ederdi.
Mecnun mu, âkil m i? Cesur mu, korkak mı? Ekser ahvalde tayin etmek pek müşkül olurdu! Sene lerce hariciye nezaretinde, şurayı devlet riyasetinde kalmış olan Kürt Sait paşa Abdülhamit için:
— Otuz senedir (deli) diye yattım! (A kıllı) diye kalktım! derdi.
Sadnazam küçük Sait paşa da Abdülhamidin akıl ve cinneti hu susunda çok defa hayretler içinde kalmıştır.
Senelerce İstanbulda bulunmuş, saray ve padişah ile çok münase betleri geçmiş olan Fransız elçisi M. Konstant da Abdülhamidi:
— Très grande intelligence avec beaucoup de trous!
(Çok delikleri olan pek büyük zekâ !) diye tavsif ederdi.
Abdülhamit başka devlet ve hükümdarların işleri için iyi dü şünebilirdi; fakat mesele kendi sine ve saltanatına temas edince mülâhaza ve mütalâası aksardı!
Abdülhamit talim ve terbiye sindeki noksanı nazarındaki nü- fuzile telâfi edebilecek kabiliyet te idi. Onda bir Kromvelin, bir deli Petronun pürüzsüz cüreti, hiç olmazsa büyük babası Sultan Mah- mudun hüsnü niyet ve salâbeti ol
saydı saltanatı osmaniı impara~ torluğu için hayırlı bir devir ola bilirdi.
Fakat böylej olmadı. Sebepsiz elemler, hayalî korkular, mülâha zalarına karışan şüpheler onda cesaret temayüllerine galebe etti.
Sahife B
A K Ş A M
Sen yedi padişah (ikinci Mahmut, Abdülmceit, AbdÜİâriz, Murat, Abdülhamit, Reşat, Vahideddia) devirlerinde
Y a za n ; SUUEYM AN KANI
Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur —Tefrika
n o. 190
Abdülhamit, hata etmez bir lügat
âlimi tavriie, cevap verdi...
Abdülhamit bazan dehşetli birhavfe ve ümitsizliğe düşmekten nefsini menedemez, böyle bir buhrana tutulunca haremine ka panır, kimseyi görmek istemezdi. Bu hal bazan günler sürerdi.
Abdülhamit vükelâ ve kurena- sına, hattâ evlâdına bile itimatta mütereddit idi.
Bomba meselesinde şehzadele rinden birisi için (1 ) bile:
— Hadisede dahli oîmahdır! Diye şüpheye düşmüş, sadrıa- zam Ferit paşa ile (Cezayiri Bah- risefit) valiliğinden İstanbula ge tirdiği Abidin paşanın da bu me selede mürettipler ile hemfikir ol dukları zehabına kapılmıştı!
Nazarında kendisine fenalık et- miyecek kimse yoktu. Zihni ev
lâdının, hareminin, bendegâm- nın, vükelâsının ika edebilecek leri suikastlere karşı tertipler yap makla işleyip dururdu!
Bilhassa zehirlenmekten pek korkardı. Kendisine hariçten meyva ve meşrubat gibi şeyler he diye edilmek derhal şüphesini uyandırırdı.
O böyle hediyeleri ekseriya sa rayda diğer dairelere, bendegânı- na verirdi; sonra tesirleri hak kında - gûya sezdirmiyerek - tah kikatta bulunurdu.
Abdülhamit asude zamanlarda cesaretli icraat gösterirdi. Orta da biraz çıt, pıt olunca kalben telâş eder, fakat harice renk ver memeğe çabalardı. Hususî dai resi haricinde müntehap musahip ler, daha ötede hassa tüfekçileri, bahçede nöbetçiler bulunduğu gi bi duvar tarafında asker sehere kadar münavebe ile fermana mun- tazır olurdu.
Gece yarısı müstacel maruzat gelse musahipler takdime mecbur idiler. Padişah uykusunu terk ile iradesini verirdi.
Abdülhamit didinmekten bık maz, maruzatı tetkik ile uğraşır dı; en ehemmiyetsiz şeyleri bile sonuna kadar takip ederdi.
Vükelâ huzurda iptida kaimen bulunurdu; fakat Abdülhamit ayak öptürmezdi. Karşısına yakın yerde oturtur, tevazu ve iltifat gösterir, konuşurken aldatmaca lar ile muhatabının fikrini araş tırır, en mukarriplerine bile emni yet etmezken, emin imiş gibi va ziyet alır, onlara mühim ve gizli işlere müteallik sözler açardı.
Tavrında mülâyemet, fıtratın da fetanet olmakla beraber sui- zannı galip olduğundan büyük, küçük işlerde evhamı tedbirlerini bozardı.
Bir işi her noktasından müta lâa etmek ister, bütün ihtimalleri göz önüne getirirdi. Fakat bu mü talâa ve tetkikler çok defa hayal lere, faraziyelere müstenit bulun duğu için hatalı neticelere varırdı.
Çarçabuk ümitsizlikten ümide, hiddetten affa geçerdi.
Devletin büyük ricalini kırmak, kendisinden soğutmak istemez, amma beyhude korkularile, şüp helerde ekseriya bunun aksini
[1] Selini efendi olmak muhtemeldir.
yapardı; acele mahkûm eder, şahsına ve tahtına taallûk etmi- yen işlerde acele affeylerdi; zahirî itimat nöbetini açık itimatsızlıklar takip eylerdi.
Devletin en cüzî işlerine kadar görmek, bilmek isterdi. Çok defa hakikî olmıyan bjr ciddiyet ve ve- kar, sadelik gösterirdi. Kendisin de insaniyetperverane hissiyatın mevcudiyeti inkâr edilemez.
Meselâ haber aldığı hasta ve alillere paraca, vesaitçe yardımı nı esirgemezdi.
Pek çok fırsatlarda zayıf kalpli ve şefkatli denilecek derecede ha lim davranırken hayatına en ufak, hattâ hayalî bir taarruz ihtimali karşısında aklî müvazenesini kay beder, derhal taşıdığı rövelvere davranır, hattâ bunu çekiverirdi.
Saltanatının ilk senelerinde kendi kararile yapılacak terakki- yata hasım değildi. Nizam ve in zibatı her zaman istemiş, fakat idare ve idamesine çok defa mu vaffak olmamıştır.
Abdülhamidin marizane naki- seleri insan ve hükümdar sıfatile haiz olduğu meziyetleri bozar, ek seriya mahvederdi.
Siyasî işleri çok defa şahsiyat ile karıştırırdı.
Siyasiyatta kendisinin pek ma hir olduğuna da kani idi; bilhassa herkesin böyle zannetmesini is terdi. Ancak mühim meseleleri iyice tedvir için lâzım gelen umu mî ve tarhî malûmattan mahrum olduğu için kaç defa çıkmazlara dalıp gitmiştir.
Onun asıl bildiği siyaset yolu hükümdarları da, diplomatları da birer suretle taltif ve iskât çare lerini araştırmak idi!
Gençliğinde tahsile itina ve gayret etmemiş olan Abdülhami din yazısı şöyle, böyle kötü deni- Iemiyecek derecede idi; fakat im lâsı gayet bozuktu. Yazı için renk li kurşun kalemleri kullanırdı.
Yazacağı hattı hümayunların müsveddesi evvelâ mabeyin kitabet dairesinde hazırlanır; Abdülha
mit bunu karşısına alarak taklit ile ve yazıya ilk alışan çocuklar gibi yavaş, yavaş kopya ederdi.
Manasını iyi anlıyamadığı bazı kelimeleri yerli, yersiz kullandığı vaki olurdu. Meselâ (fizamanına) diyeceği makamda (fizam anillah!) derdi!
Abdülhamit mühim kelimesini bir (y ) ilâvesile (mühyim) şek linde yazardı.
Evrak Babıâiiye gittiğinde pa dişahın bu imlâ hatasına dikkat olunur diye bendegânı pek sıkı lırlardı. Fakat tashihi kim ihtar edebilirdi? Nihayet mabeyinci Ragıp paşa bir gün:
— Ben çaresini buldum!
Dedi. İlk nöbette kaldığı ak şam Abdülhamit kendisine:
— Ne var, ne yok!
Diye sual edince Ragıp paşa: — Efendimiz, mabeyinde bu gün bir lisan mübahasesi oldu. Abdürrahman Süreyya efendi - Sicili osmanî sahibi - (mühim) kelimesinin (y ) ile (mühyim) ya zıldığını, Zihni efendi - ülemadan, arabiyat ve fıkıh muallimi - (y ) siz (mühim) yazıldığını iddia et tiler. Bendeniz de (y ) ile (müh yim) yazarım. Nihayet kamusa baktık, davayı Zihni efendi ka zanmasın mı?
Diye anlattı. Abdülhamit hata etmez bir lügat âlimi tavriie:
Çok şey! Ben de (y ) ile ya zardım. Fakat bizim kamuslara emniyet etmeğe gelmez, iyice tet kik etmeli!
Cevabım verdi. (2 )
(Arkası var)
(2) Abdülhamit saray ıstılahlarını bir lügat halinde topladığım söylerdi. Bu saray lûgatçesi bulunsa iyi alâka uyan dıracak bir şey olurdu.
ı *
Yurttaş!
Yerli malı kullanmak,
millî ahlâkımız olma
lıdır.
M illî iktisat ve tasarruf cem iyeti
^m m rm ttm m rrtn ıııııınıı
Fenerbahçe avcılık şubesi mensuplarından 13 kişilik bir grnp geçen cuma günü Katırlı dağlarına ayı avına gitmiştir. Çınarcık Nahiyesi müdürü Nuri, Yalova ziraat müdürü Zeki beylerin de iştirak ettikleri av çok muntazam cereyan etmiş ve muvaffakiyetle neticelenmiştir. Öğleye kadar dört ayı, üç domuz ve bir tavşan vurulmuştur. Ayılar Seyfi, Turhan, Sait, Galip beyler ve yerli avcılardan Alâeddin efendi tarafından vurulmuştur. Domuzlardan birini ticareti bahriye mektebi muallimlerinden Harun bey vurmnştur.
Fenerbahçe avcıları mevsim dolayısile her cuma Sırapınar taraf larına Çulluk avına gitmektedirler. Yukarıda koyduğumuz resim Fenrbahçe avcıları tarafından vurulan ayıları göstermektedir.
Son yedi padişah (ikinci Mahmut, Abdülmeeit, AbdOlâtİ», Murat, Abdülhamit, Reşat, Vahideddİn) devirlerinde
Y a z a n ; S Ü L E Y M A N K A N I — Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur
Tefrika
n o. 192
Bir buçuk yaşında bir çocuğu top gibi
padişahın arabası içine attı
Yıldızda bQyQk mabeyin dairesinin içi
Yıldızda merasim dairesile bütün köşk ve binaları dolduran eş ya ve levazımın mühim kısmı Pa ris elçisi Miinür paşa vasıtasile Fransad&n tedarik ve celbolu- nurdu.
Yıldız sarayının orta kat salo nunda gayet musanna bir saat ile elli mumluk bir gümüş avize var dı. Bu iki kıymetli parça sadrıa- zam Arapgiıli Yusuf Kâmil paşa tarafından Abdülâzize hediye edilmiş, sonra buraya nak- lolunmuştu.
Sultan ve şehzadeler biribirini takiben doğarak Abdülhamidin ailesi efradı arttıkça bunlar için ayrı daireler tahsisi icap etmiş, bu suretle de Yıldızın etrafı bina larla doldurulmuştu.
Abdülhamit sarayını, bir çok le vazımı içinde tedarik olunan bir ikametgâh haline getirmiştir.
Hızarı, dökümhanesi, çilingir- hanesi, ayarhanesile mükemmel bir tamirhane, amelesinin çoğu Fransız çömlekçilerinden mürek kep bir çini fabrikası, bir silâh- hane, bir nefis eşya müzesi, bir tarihi tabiî müzesi, bir rasatha ne, bir kütüphane, bir doğrama dairesi padişahın zevk ve merak larını tatmine yarıyacak vasıtalar halinde vücuda getirilmişti. Yıl dızda cami, hamam da yapıldı.
Yıldızın etrafında inşa olunan kışlalar 1500 asker istiap edebi lirdi.
Vehmi doiayısiie başka saray ve köşklere gitmekten ihtiraz eden Abdülhamit Yıldızda ârâm eyle diği daireyi karışık bir eşya ser gisi haline koymuştu. Topkapı hâ zinesinden buraya getirilmiş kıy metli bazı elmaslarla hariçten tak dim olunmuş yahut satın almmış mücevherat orada yaldızlı dolap larda bulundurulurdu.
Abdülhamit araba ve binek at larına meraklı idi. Ortaköy üstün deki harada güzel atlar yetiştiri lirdi.
Nefsi hümayuna mahsus atlar küçük ahırda dururdu. Daha üç ahır vardı ki bunların her birin de de yüzer at bulunurdu. .
Rusya çarının hediyesi olan na dide beyaz bir at gölün nihayetin de ayrı bir yerde muhafaza olu nurdu.
Camlı bir dehlizin nihayetinde ki balkondan Abdülhamit bozan oğullarının binicilik dersini takip ederdi.
Kendisi şehzadeîiğindenberi gayet iyi ata binerdi. Padişahlığın da da büyük bahçede atla tefen-ruç eylerdi.
Bu teferrüçlerin birinde Abdül hamit çini fabrikasını gezmek is temişti. Fabrika amelesine iş tatil ettirildi. Dışarıya çıkan ameleden biri ağaçl ar arasına gizlenerek padişah yanma yaklaşınca elinde ki arzuhali vermeğe koştu. Abdül hamidin atı ürkerek şahlandı. Pa dişah az kaldı, düşecekti. Abdül hamit bu hadiseyi iptida nefsine bir r-rkast emeline atfetti. İstida ’ h bini tevkif ettirerek Beşiktaş
muhafızı Hacı Haşan paşaya gön derdi.
Adamcağız için buradan bir dayakla kurtulmak büyük nimet olmuştur.
Abdülhamit bir gün Beşiktaş sarayına giderken yolda bekliyen bir adam kucağında tuttuğu bir buçuk yaşında bir çocuğu maha ret ve çalâki ile top gibi padişa hın arabası içine attı.
Mervkibi hümayunda, mevkibi temaşaya gelen halkta karışıklık oldu; herkes biribirine girdi. Ço cuğu atan adam az daha yaverle rin atları ayaklan altında ezile
cekti.
Abdülhamit arabasına atılan şeyin bir çocuk olduğunu anlayın ca bizzat kolları arasına aldı. Ara bayı durdurdu; çocuğu babasına teslim ettirerek beraberce saraya ihzarlarını emretti.
Bahriyeye mensup olan bu şa hıs maaşların çıkmamasından ai lesini geçindirmekten âciz kaldı ğını, çocuğunu padişahın hima yesine tevdie mecbur olduğunu ifade etti.
Padişah elli Ura atiye vererek ve meslekince terfiini emreyliye- reb adamı serbes bıraktırdı. Ço cuk sarayda büyütüldü.
Bir kurban bayramı alayından sonra sarayda kurban kesilmeğe başlanınca Abdülhamit arkasında bir tarafında Gazi Osman paşa, diğer tarafında Fuat paşa oldu ğu, bunları da diğer paşalar takip eylediği halde merdivenlerden çı karken saray müstahdemlerinden biri fırsat bularak atıldı; paşaları geçti; Fuat paşa cihetinden padi şaha sokulmak istedi.
Fuat paşa bu adamı kolile ite rek mani oldu. Adam iki basamak geriledi. Abdülhamit şiddetli bir nazar atfından sonra bir şey de- miyerek ileriledi.
Arkadan yetişenler adamı ya kaladılar. Bunun da meslekince hakkına ve kıdemine itibar edil mediğinden ve ihtiyacından padi şaha maruzatta bulunmak istediği anlaşıldı.
Amma padişahtan ziyade ken disinin bu cüretli hareketini vak tinde menedemiyen erafmdakile- re heyecanı bais olduğu için hid detlenen ferik Ahmet Şevket pa
şadan mükemmel bir dayak yedi. Abdülhamit Osmanlı devleti nin menşei olduğu için Ertuğrul sancağı halkından ve Karakeçili aşiretinden Ertuğrul süvari alayı nı teşkil eylemişti. Mektepten ye ni çıkmış süvari zabitleri bunlara muallim ve kumandan tayin edil mişti.
Bu alay her fırsatta parlak el biseleri ve mükemmel takımlarile padişahın önünde geçit resmi ya pardı.
Bir defa böyle bir geçit esna sında borazan neferi tam borusu nu öttürürken attan yuvarlandı.
Bir karışıklık oldu. Abdüllıa- mıt telâş etti. Mesele anlaşılınca nefer hastaneye kaldırıldı; tedavi edildi; iyileşince yekten mülâzim- liğe terfiine irade çıktı.
Bunu gören sancaktar ve bora zanlar bundan sonra bu düşme tecrübesni bir kaç defa yaptılar. Fakat padişahtan bir atıfete uğ ramadıktan başka maksadı anlı- yan zabitlerinden dayaklar ye diler!
Abdülhamit pek beğendiği Yıl dızda yerleştikten sonra civarda tellerle ayırttığı mahallere salma suretile ceylânlar ve sair avlana cak hayvanlar bıraktırdı İkamet gâhından uzak oîmıyan bu av ye rinde bizzat avlanırdı.
Seter ve Puanter av köpekleri av mevsiminde avcılar vasıtasile İstanbul civarında avlandırılırdı. Bu avlardan sultanlara ve sair mü nasip görülenlere hediye edilirdi.
Abdülhamidin alman cinsi k ö pekleri, büyük salon köpekleri pek kıymetli şeylerdi. Yıldızın büyük bahçesinde bu en âlâ cinslerden köpekler için bir köpek dasnı var idi.
Yıldızda vahşi hayvan pek az dı. Habeş hükümdarı padişaha bir kaç aslan, kaplan, pars hediye etmişti.
En güzel cinslerden bir çok ke diler toplanmıştı.
Kuşhane pek mükemmeldi. Bu raya kuşçu başının idaresi altın da yirmi kuşçu bakardı.
(Arkası var)
■E Halkevi Beyoğlu kısmından: İtalyanca derslerine birinci kânu nun vedinc'ı perşembe günü saat 18,30 da başlanacaktır.
Sahife 8
A K Ş A MSon yedi padişah (ikinci Mahmut« AbdOlmecit, Abdttlİıiı, Murat, Abdülhamit, Reşat, Vahideddio) den rlirin d t
Yasan: S U LEYM AN KANI
— Tereüma, iktibas bakin mahfuxdurTefrika
n o. 193
Abdülhamit koç döğüştiirmeğe
meraklı idi, yılan da besletirdi
Sultanlar, şehzadeler, haremkadınları harem bahçesinde padi şahtan izinsiz dolaşamazlardı. Sü rün haricinde kalan büyük gölde, küçük adacıklar etrafında sandal, piyade kayıklar, küçük kotralar yüzdüvülürdü.
Abdülhamit karacaları pek se verdi. Karacalar, ceylanlar, İskoç- ya keçileri, yabani koyunlar, dağ keçileri teferrüçlerinde önüne çık tıkça Abdülhamit bunlara elile meyvaLar verirdi.
Sultan A zizin horoz dövüştür me merakı gibi Abdülhamit te koç dövüştürmeğe meraklı idi. Büyük koçlar yetiştirilmesine itina ederdi.
Sarayda mahsusen hazırlanmış yerlerde yılan dahi beslenirdi.
Sultan Hamidin kuşlara da me rakı vardı. Japonya imparatoru padişahın bu merakına agâh olun ca Japonyanm muhtelif cins kuş larından bir kolleksiyon gönder mişti. Abdülhamit kuşlar içinde güvercin ve papağanları tercih ederdi Sevdiği bir kuşla saatlerce meşgul olduğu vaki olurdu. Ban yo dairesinin yanında bir kuş oda sı yaptırmıştı. En güzel kuşlar bu rada sunî dal ve ağaçlar üstünde uçuşurlardı. Saraya hediye ola
rak. götvdetilmvş bir kanarya
Ka-midiye marşım söylerdi.
Sarayda ölen kuş ve maymun gibi hayvanlar doldurularak sak lanırdı.
Sultan *Hamit tahta geçmeden bir müddet evvel kelebek kollek- siyonuna da merak sarmıştı.
Güvercinler hususî dairesine yakın bir yerde beslenirdi.
Yıldız duvarlarının bir çok ka pıları vardır. Fakat bunlardan üç tanesi işlerdi.
1 — Hamidiye camii önünde el' çilerin, ecnebilerin selâmlığı tema şalarına mahsus şeddin alt tarafın da koltuk kapı. Geç vakte kadar açık dururdu. Yıldıza girmek is- tiyenler buradan geçerlerdi. Kapı ağzında askerden iki çifte nöbetçi bulunur, iç tarafındaki kulübede gece, gündüz tüfekçiler beklerdi.
Şahsı maruf olanlar buradan ser- besçe girebilirlerdi. Yabancılar kim olduklarını bildirirler, kartla rım verirler, girmelerine izin çı kıncıya kadar bu tüfekçi kulübe sinde beklerlerdi.
Bir günde toplanan kartvizitler He kapıdan girenlerin isimlerini muhtevi bir cetvel her akşam ma beyin başkâtibi tarafından padi şaha takdim olunurdu.
Bu kapıdan; içeride ve ileride muhtelif daire/ler vardı. Haremağa ları le tüfekçibaşı Tahir paşanın dairesi de burada idi. Tahir paşa mın dairesinde hususî bir kapı sa rayın ikinci kısmına açılır ise de buradan Tahir paşadan başkası işliyemezdi.
2 — Ko/ltuk kapının üst tarafın da musanna, yaldızlı saltanat ka pısı. Burası yalnız hünkâr dışarı ya çıkacağı vakit açılırdı. Bura dan sarayın birinci kısmı içine gi rilirdi. Bu kısım dış bahçe - Yıldız
'arkı - denilen ikinci kısma
ge-Yıldız sarayındaki
niş bir methal ile muttasıldır. Bu kapının da haricinde çifte ikişer nöbetçi, dahilinde tüfekçiler bulu- pudra.Elçilerin kabulüne mahsus olan çit köşkü de birinci kısımdadır.
3 — Hamidiye camii önünden yukarıya doğru çıkılırken karşıya gelen harem yahut valide kapı sı. Buradan harem takımı girip çı kardı. Sağ taraftan dış bahçeye, sol taraftan asıl (sarayı hümayu na) yani Abdülhamidin hususî dairesile hareme gidilir.
Padişahı ziyarete gelen ecnebi prenslerde ziyafete davetliler de bu kapıdan girerlerdi.
Bu kısım on metre kadar irtifa da bir duvar ile muhattır.
Bu üçüncü kapı da diğerleri gibi mahsusan muhafaza altında bulundurulurdu.
Sarayın iç bahçesi haremin asıl ikametgâhım gizliyen duvarın ar kasındadır.
Sarayda inşaat bitip tükenmez di. Küçük binalar için hafif bir sistem tatbik olunur, bunu Abdül hamidin bulduğu söylenirdi: Bi na kurulur, ince tel ile kaplanır, üstü çimento ile sıvanırdı.
Almanya imparatoru geleceği vakit yapılan Talimhane köşkü bu tarzda inşa edilmişti. Köşklerin mefruşatı alafranga idi.
Abdülhamidin ikametgâhı kur şun ve çinko ile örtülmüştü.
Abdülhamidin sermimarı Yan- ko efendi, ikinci miftıarı Daran- ko, sermühendisi Bertiye paşa idi.
Yıldız tamirhanesine Sanayi mektebinden iyi çıkmış şakirtler kabul olunurdu. Bu fabrika için son sistem ve en pahalı makineler celbedilmişti.
Yıldızın mütenevvi fabrikala rında ustalardan başka 300 Top hane efradı da çalışırdı.
Yıldız demirhanesinin müdürü Alsid Molinari isminde (40) altın maaşlı bir İtalyandı.
Marangozhanede müdür Mus tafa efendiden başka iki Alman usta vardı. Herman Yung namın da bir Alman drektör daha umumî idareye bakardı. Ressam Mayniç resim ve plânları yapardı.
Sultan Hamit tahta çıktığı sıra larda tersaneyi bir ziyaretinde marangozhanede Aydın kazası
havuzlardan biri
halkından Ahmet efendi isminde bir usta tarafından Sultaniye mai yet vapurunun yapılmış bir maketini görmüş, beyenmiş, bu ustayı saray marangozhanesine almıştı.
Abdüılhamide kendisini pek sevdirmiş olan bu Ahmet efendi hayatının son günlerini Hicaz hat tında çalışmakla geçirmek iste miş, Abdülhamitten güçlükle mü saade almış, sonra hatta arapların bir hücumunda itlaf edilmişti. A b dülhamit, Ahmet efendinin vefa tını duyunca pek müteessir olmuştu.
Hünkâr hoşuna giden mamulâ- tı bazen ötekine, berikine hediye ederdi. Yunanistan ile müsalâha akdinji müteakip hususî maran gozhanesinde kendisinin abanoz dan yaptığı mükemmel bir yazıha ne ile yazı takımını hariciye nazırı Tevfik paşaya hediye etmişti.
Abdülhamidin masa, sandalya, dolap, çerçevelerini kendi elle rile yaptığı, tefriş ettiği bir odası vardı.
Çini fabrikası için Fransız el çisinin tavsiyesile (Sevr) fabrika sından ustalar getirilmişti. Müdü rü Fransız (D at) idi. Hususî mi mar Daranko kalfa bu binayı ga rip bir tarzda vücuda getirmişti. Fabrika Yıldıza kâse, tabak yetiş tirecekti.
Amavutköyünde bulunan top rağın matluba muvafık olmadığı anlaşıldığı, Kütahya tarafında tet- kikat yapmak alda gelmediği için ta Fransadan çini toprağı getirt mek lâzım gelmişti! Bunun için çini fabrikasının mamulâtı piya
saya nisbetle pek pahalı düşer d i! Zaten bütün Yıldız fabrikala rında masrafa bakılmazdı! Boşu na masrafların, israfın haddi he sabı olmazdı. Bazen hakikaten iyi ve hoş şeyler yapılırdı; fakat çok defa ısmarlanan eşya unutulur^, bir daha aranmazdı.
Yıldızda büyük havuz sahilin deki Çadır köşkü ekseriya istin taklara tahsis olunurdu.
Dış bahçedeki köşklerin en bü yüğü olan sale köşkü Almanya imparatorile Sırbistan kralı Alek sandrin misaf betlerine tahsis edil mişti. İsviçre köşkleri tarzında bir katlı olan bu köşk me f ra şat ile be raber 75,000 altına çıkmıştı.
Sen yedi padişah (ikinci Mahmut, Abdülrnecit, AbdÜlâm, Murat, Abdülhamit, Reşat, Vahideddiu) devirlerinde
Y a z a n : SÜLEYMAN KANİ — Tercüme, iktibas hakkı mahfuzdur
Tefrika
n o. 194
Yıldız sarayındaki has bahçeye
ekilen altınlar
Abdülhamit iç bahçeyi vücuda getirmeden dış bahçede dolaşır, avlanırdı.
Bomba hadisesinden sonra sa rayında hususî gezintilerinde iç bahçe haricine çıkmamıştır.
İç bahçede küçük havuz - 300 metre tulünde ve 20-30 metre ar zında - etrafında karataştan sunî bir mağara, basamaklar yapılmış tır. Bu havuza nazır köşklerden birinde bir resim salonu, bir fo toğraf atelyesi, bir muzika salo nu vardı. Kütüphane, antikalar, kolleksiyonlar da bu dairede idi.
Resimle de uğraşmaktan hoşla nan Sultan Abdülhamit kendi eli- le yapmış olduğu bir lâvhayı es- bak Almanya büyük elçisi kont Haçfelde hediye etmişti.
Abdülhamitte ağaç ve çiçek merakı da var id».
Kışlık bahçede nadide ağaç ve çiçekler yetiştirilmişti.
Bahçıvanı İtalyalı sinyor Ro meo Skanciani bütün sanat ve bil gisini buna hasr ve sarfederdi. İki bambo ağacı, bir çok palmi yeler, çamlar, limon, portakal ağaçları, turunçlar, akasyalar ara sında kamelyalar, krizantemler, karanfiller, güller nazarı okşardı.
Serlerden biri Avrupada bile misli nadir bir mükemmeliyette îdi. İçinde vanilya yetiştirilirdi.
Bu kış bahçesinde nadir kuşlar müzeyyen kafeslerde asılı bulun durulurdu. Oraya, buraya maran gozhanede yapılmış kanape ve kol tuklar konulmuştu. Diğer birisin de kuşlar serbes salıverilmişti. Bunların tahrip ettikleri nebatat ayrıca bir limonluğa nakledilir, orada tedavilerine bakılırdı. Bah çıvanlar bu limonluğa (hastane) derlerdi. Buradaki nebatatın hasta bakıcıları mütehassısların neza reti altında çalışırlardı.
Abdülhamidin verdiği ziyafet lerde sofra bu limonluklarda ye tişmiş çiçeklerle tezyin olunurdu.
Sebze ve meyva bahçeleri dış bahçede idi. Hususî bir limonluk ta turfanda meyva ve sebzeler kı şın çilek gibi yetiştirilirdi.
(Hadayiki hümayun) hazinei hassa nazırına tâbi bir müdürün idaresinde idi. Bu bahçelerin bir de müfettişi var idi. Bunlardan başka Avrupalı dört bahçıvan başı da bulunurdu.
ŞebzadeliğindenbeH yanında bulunan ihtiyar Alman (Adam Şlerf) bahçelerin umumuna ne zaret ederdi; Alman Avgust Vi- bold iç bahçeye memur idi. İtalyan Romeo Skanciani kış bahçelerine bakardı; Fransız Güstav Derva re sim ve plânları yapar, tezyinatı tanzim eylerdi.
Bahçıvan basıların maaşları 2000-5000 kuruştu. Bahçıvanların miktarı 300 e baliğ olurdu. Bun lar da onar, on beşer kişilik man galara ayrılmıştı. Bunların onba şıları bahçıvan başılardan emir alırlardı. Hünkâr bunlara senede iki kat elbiselerinden maada bah şişler verirdi.
İç bahçede çalışanlar mutlaka 'endegândan idiler.
Yıldız sarayında kOçDk mabeyn dairesi
Bu has bahçeye bu suretle pekçok altın ekilmiştir!
Almanya imparatoriçesinin Yıl dızda misafirliği esnasında A b dülhamit elile topladığı bir çiçek büketinin ortasındaki sunî güle hâzineden iri bir elmas ta koya rak takdim etmişti. (1 )
Abdülhamit ağaç dallarının ala bildiğine büyüdüğünü istemedi
ğinden Yıldız bahçıvanları padi şahın nazarı bahçenin her tarafı na nüfuz edebilmesi için ağaçla rın büyükçe dallarını keserlerdi. Abdülhamit gençlığindenberi na dir ve garip silâhlan toplamakta hiç fırsat kaçırmazdı. Büyükdere- deki sayfiyesinde bir silâh müze si vardı.
Sultan Hamit Yıldız sarayında elektrik kullandığı halde payi tahtın elektrikle tenvirine müsa ade etmemiştir.
Yalnız bir kaç büyük otel, Os manlI, bankası, düyunu umumiye gibi bazı büyük binalar kaçak su- retile tedarik edilmiş dinamo ve motörlerle tenvir edilirdi.
M. İstefanoviçin Modadaki ika metgâhı da bu nimete nail ola bilmişti !
Elektrik ve telefonun payitaht ta serbes istimali padişahın veh mini tahrik eden icatlardandı!
Abdülhamit yıldırımdan kor kar, fakat siperi saikaya da em niyet edemezdi. Yıldız saat kulesi üstüne konulmuş siperi saikayı kaldırtmıştı.
Yıldızın üstünde uçarak sara yı, kendisini atılacak bombalar ile berhava edebilmek ihtimali olduğu için balonlardan da hoş- lanmazdı. Bir defa Boğaziçinde bir balon uçurulması mühim bir mesele olmuştu. Polisler, maiyeti seniye yaverleri balonu takip ey lemişler, nihayet bir mektep mu alliminin talebesine fizik dersi tecrübesi yapmak istediğini an lamışlardı!
Padişahın ikametgâhım muhit olan büyük duvarın haricinde ma beyin kitabet dairesile saray me murlarına ait daireler vardı.
Yıldız sarayının saltanat kapısı padişahın emrile açılır, geceleyin gene irade ile içeriden çevrilirdi. - kapanırdı denilemezdi - Sarayın
(1) Kaşıkçı elması olmasın?
selâmlık kısmında - küçük ma beyin - beyaz ve zenci musahip ler, selâmlık cihetinin tathirine memur saray bekçileri, Süğüt ta rafından getirilen Karakeçili aşi retine mensup muhafızlar bulu nurdu.
Müsahiplerden madut kilerci, seccadeci, ibrikçi, kahveci basılar nöbetle geceleri kalırlardı; zenci müsahipler de nöbet tutarlardı.
Abdülhamit tarihe, bilhassa osmanlı tarihine, cinaî romanlara meraklı idi. Yatak odasının selâm lık cihetine doğru kapısı açık bı rakılır, padişah bazan bir koltuğa oturur, sonra karyolasına girerdi.
Araya konulmuş olan bir para vana arkasında emniyetli, emek tar bir müsahip tarafından tarih veya cinaî roman okunurdu. Hünkâr uyku galebesine kadar dinlerdi.
Padişahta uyku alâmetleri his sedilince kıraate nihayet verilir, müsahip sessizce çekilirdi. Bu okumalar padişaha uyku ilâcı ma kamına geçerdi.
Bu vazifeyi vefatına kadar gi diş müdürü sansar Hacı Mahmut efendi yapardı. Abdülhamidin süt kardeşi İsmet bey de - esvapçı başı - bu hizmete iştirak eylerdi. Mabeyinci Emin, doktor İzzet beylerle şifre kâtibi Asım bey de sonra bu hizmete alınmışlardı. Bazan ikinci esvapçı İlyas, yahut nedimlerden Lûtfi ağa yahut mu sahiplerden Kâğıthane imamı da bu ışı görürlerdi.
Kitap okuyan çekilince emek tar bir kalfa padişahın yatağı bu lunduğu cihete müteveccih kapı tarafında şiltesine yatar, fakat uyumayıp sabaha kadar beklerdi. Buradan ilerideki hünkâr sofasın da yedi, sekiz kalfa nöbet bek lerlerdi.
Padişah henüz türkçeye tercü me edilmemiş te olsa, methini işit tiği cinaî romanları getirtir, ya sa rayındaki mütercimlere, ya hariç ten birisine para ile tercüme et tirirdi.
Tercih edilen müellifler bittabi (Ponson Duterrail) ile (Ksavye dö Montepen) idi.
Abdülhamit Makyavelin (Prens) kitabından en mühim fahişleri ezberlemiş gibi idi.
12 Kânunuevvel 1933
A K Ş A M
Son yedi padişah (ikinci Mahmut, Abdölmecit, Abdülftıiz, Murat, Abdülhamit, Reşat, Vahideddin) devirlerinde
Abdülhamit nasıl vakit w
marangozluk merakı nasıl
A l __ 1**11_____ *«. ı ı • •
Abdiilhamit pek erkenci idi. ¡Yaz ve kış sabah beşe doğru kal* kar, sırtında entarisi, ayağında terlikler ile banyo dairesine gider, ılık su ile duşunu yapardı. İstih- mam ederken yalnız itimat ettiği bir hanımdan başka kimseyi ka bul etmezdi.
Çoraplarını da kimsenin ya-
tsasda ç ıia t m u u V * ^¡jv
na sebep hayası galip
ol-Banyodan sonra bu dairenin daracık soğukluğunda bir sedir üstünde oturup kahve içtiği olur du. Kahvöci başının hazırladığı ve bir cezvesile, iki fincanile bir likte bir kutu içine koyup üstü nü kırmızı balmumu ile mühürle
BOyOk mabeyin dairesinin İçi
diği bu kahveyi müsahip Nadirağa getirir, mührü bizzat padişah açar, kahveyi de ya kendisi, ya Nadir ağa yahut kadınlarından biri fincana dökerdi.
Banyo dairesinde iken acele bir iş hakkında maruzat gelir, ya hut sadrıazamm, vükelâdan biri sinin ziyareti haber verilmek icap eder ise bu vazife de Nadir ağa tarafından ifa edilirdi.
Abdülhamiî gençliğinde denize girmekten, yüzmekten pek haz ederdi. Bazan Beşiktaş cihetinde duran zırhlılara gider, bunlardan denize atılırdı. Soğuk havalara bile aldırmazdı.
Sihhatine fazla itina eylemeğe mecburiyet hisseylediği zaman artık bundan da vazgeçmişti. Kaplıca mevsimlerinde bazan Yalovadan fıçılarla su getirttiği olurdu.
Talim edilmiş bir beyaz papa ğan Abdülh&midin banyodan çı kıp dairesine geçmek üzere oldu ğunu ayak seslerinden hissedince
(padişahım çok yaşa, padişahım çok yaşa!) diye söylemekte de vam ederdi. Abdülhamit kıymet tar bir kafeste duran bu papağa nını pek severdi.
Abdülhamit banyosunu yaptık tan sonra iş odasına geçer, kah veci başının kendi gözü önünde hazırladığı kahveyi içerdi.
Drama ve İskeçenin en pahalı ve en nefis tütünlerinden yapıl mış sigaraların dumanını savur mağa bu andan itibaren başlardı. Hava güzel olursa iç bahçede ge zinti yaptığı, havuzda kayıkla, motörle gezdiği, sevgili hayvan larını ziyaret ettiği olurdu.
Bu sırada en mühim iş gelmiş, jurrıalların tetkiki idi. Yere atılan kâğıtları sermüsahip Cevher ağa mutemedi hadım Cafer ağa ile Çerkeş Mehmet paşa toplarlardı.
Abdülhamit saat ona doğru ha fifçe bir kahvaltı ederdi. Sofra sında yalnız bir hanım bulunurdu.
Sabahın sekizinden itibaren Yıldızda faaliyet başlardı. Kure- na büyük mabeyin, kâtipler kita bet dairesinde sabah erkenden hazır bulunurlardı.
Haremin bahçe kapısı açılınca padişahı iş için görmek istiyen dairei hümayuna gelir, nöbet oda sındaki beyaz veya zenci müsa- hiplerden nöbetçi olana haber ve rir; o da gidip arzeyîer, izin çı
kınca huzura kabul olunurdu. Başkâtip te sabahlan akşamdan gelmiş yahut hünkârın emrile ha
zırlanmış evrakı hâmilen nöbet odasına gelir, huzura girerek ira deleri alırdı.
Bu esnada birisi huzura girmek istese müsahipler:
— Huzurda başkâtip var. Şim di arzedemem. Çıksın da sonra.
Cevabını verirlerdi.
Bir sabah dairei hümayun kapı sında nöbetçi Boşnak A rifin ka pıdan içeriye kimseyi salıvermek istemediğini anlayınca Abdülha mit:
— V a y ! bu herif beni burada hapis mi edecek!
Diye derhal şüpheye düşmüş, ancak işin bir suitefehhümden ileri geldiği tebeyyün edince kalbi rahat etmişti.
Avrupanın resimli, resimsiz meşhur gazeteleri saraya gelirdi. Mühim hadiselere ve devleti ali- yeye ait makalelerden tercüme ve takdim olunanları Abdülhamit dikkatle okur, Avrupadaki me murlarına vereceği, Avrupa ga zeteleri hakkında o gün ittihazı muvafık gördüğü tedbirleri not ettirirdi.
Bu gazetelerin memlekete «m e ni dühulü» emri bu tedbirlerin en mühimmi idi! Abdülhamidin ecnebi memleketlerdeki resmî ve gayri resmî adamları da kendi sine maruzatta bulunurlardı. Her hangi bir gaile budusunda ken disi sabahlara kadar uyumaz, iş gördüreceği adamları da uyut- mazdı.
Abdülhamit bir buçuk saat ka dar süren öğle uykusunu köşkün bir odasında bir şezlong üstünde yapar, sonra gene iki üç saat iş görürdü.
Bazan kütüphanesini ziyaret ettiği olurdu. Burada Osmanlı devleti hakkında yazılmış eserler, el yazısı bir çok kitaplar var idi. El yazılarından bazılarının telif haklan verilmek suretile tabına meydan verilmemişti. Türkçe ve arapça kitaplar oldukça munta zam olarak tasnif edilmişler ise de ecnebi lisanlarile yazılmış olan ları ayni itinayı görmemişlerdi.
Hemen on bine baliğ olan ki tapların çoğu resimli ve müceîlet idi.
Kütüphanede; (serkilabii haz1- reti şehriyarî) idaresinde kitap çılar, 30 kadar memur ve hade me var idi.
Abdülhamidin vükelâyı ve sa ray memurlarını kitaphanede ka bul eylediği olurdu.
, Müsait havalarda bazan akşa ma doğru gene iç bahçeye çıkar dı. Yanında kadın bulunacak olur sa iç bahçede erkeklerden kimse kalmazdı.
Bu gezintilerin dairesi gittikçe daralmış, nihayet uyuşukluğu gi dermek için ufak bir devir haline gelmiş, seneler geçtikçe padişah vehmin tesirile gezintilerini ade- den de azalttıkça azaltmıştır.
Keyifli zamanlarında haremin de kadınlara çalgı çaldırırdı.
Bazan imalâthanesine çekilir, saatçilik, çini işleri, resim ile uğ raşırdı. Kimyevî tahliller ile uğ raştığı bile söylenirdi.
Bahçede hava almağa çıkınca yanında iki, üç muhafız bulunur du. Evvelleri bu gezintilerde bile yanında kahve takımile kahveci- başı bulunur, padişahın cam kah ve isteyince takdim ederdi.
Abdülhamit pek mahir bir ni şancı idi. Mahareti o derecede idi ki yirmi adım mesafeden rovelver kurşunile ismini yazmağa mukte dirdi. Havaya atılan portakallara: ve mecidiyelere sıktığı kurşunlar dan isabet etmiyen olmazdı.
Bütün el sanatları içinde Abdül hamit en ziyade marangozluktan hoşlanırdı. Şehzadeliğindenberi buna çalışmıştı. Kâğıthane köş künde bir odanın korniş ve sai-resini elile hazırlamıştı.»
Kendi hususî marangozhane sinden maada buharla müteharrik bir marangozhane de vücuda ge tirmişti. Burada ecnebi ve yerli ustalar pek mükemmel eşya imal ederlerdi. Bu ustalar arasında ter fi ede, ede askerî kaymakamlık rütbesine varanlar vardır!
Saatçilik ve çömlekçilik te iş- tigalâtı meyanına girmişti. Çini imalâthanesinde evaniye altın ve gümüş derceden hünerver Ragıp efendinin işlerine ecnebi ustalar hayran olurlardı. Bu zatın eski kitap kaplarım taklitte, kitapları tezhipte de mehareti müsellemdi. Abdüîhamitte marangozluk ve uymacılık merakını
şiddetlendi-S
f l L * H H N H . » H n ı r a u H l ı m u M ... . • ■ f l l ı m n i i ı ı ı m İ l m ı I I I İ l i l I I1 1 I II ( 111111 İ l l i n İ l i l I I M I (IIU 1 1 1 I H I m i l l i I I I I ■ i 11111(1 I I ( H U 11111 |l| m m m . I I 11 ren Kari Yensen isminde bir al
man usta olmuştur. Abdülhamit bu adamdan pek hoşlanmıştı. Yensenin en iyi cinsten şeyleri en ucuza mal etmek yolundaki ma rifeti Sultan Hamidin muktesida- ne gidişine pek uymuş, adamın kıymeti padişah nazarında git tikçe artmıştır.
Avrupadan elbise, çamaşır, si lâh, fennî edevat katalogları ge tirtir, bunları bizzat tetkik ey! ir di. Bunlardan istediklerini Be-' yoğlunun meşhur mağazaları ve ya mütehassısları marifetile cel- bettirdi. Gömlekleri Parisie meş hur (Şave) den gelirdi.
Son yedi padişah (İkinci Mahmut, AbdOlmccit, AbdOtetiz, Murat, Abdftlhaaııt, Reşat, V^aideddio) davirlarlode
Tefrik« No. 197
^ azan * SÜLEYM AN KANİ — TerctUna,
iktibas hakkımahfuzdur —
Abdüihamit nasıl tıraş o lu rd u ?-Y ıl
dızdaki tiyatro ve burada oynıyanlar
Abdüihamit yemeklerini erken- ce, yazın saat altıya, kışm dörde f doğru, yerdi. Yemekten anlar, iyi yemek yerdi. Kendisine hususî olarak pişirilen pilâv ile börek pek mükemmel ve nefis idi. Y e mek basit, mugaddi ve sıhhi idi. Günde yediği rafadan yahut, süt ve şekerle kabartılmış yumurtalar beşi, altıyı bulurdu. Et ve balıkla rın ızgaralarından hoşlanır, börek ve beyinli pilâvı, çerkes tavuğunu severdi.
Yemek zamanlarından başka vakitlerde midesi bozulur korku- siîe abur, cubur şeylerden içtinap eylerdi.
Yemekten sonra kahvesini, ka im sigarasını içerdi. Sigara yarıya gelince atılırdı. Kahveye perhizi yoktu; sık, sık isterdi.
Abdüihamit için yemek mese lesi bir hükümet meselesi kadar ehemmiyeti haizdi. Zatı şahane ye mahsus mutfağın saray mutfa ğı ile hiç münasebeti yoktu.
Bu hususî mutfak saltanat kapı sının sağında duvara muttasıl pen cereleri demir parmaklıklı, kapısı muhkem, demir bir kasa şeklinde küçük bir daire idi. Yemekler bu rada kilerci başının nezareti al tında pişerdi. Yemeğe nezarete memur kilerci başı Osman bey ma- beyinin en nafiz nıemurlarından- dı. Son senelerde Osman bey pa dişahın emniyet ve teveccühün den biraz-kaybederek yerini ikin ci kilerci Hüseyin efendiyi ter- ketmişti.
İstanbulin giyinmiş iki hademe üstünde uçları kilerci başı tara fından mühürlenen bir örtü ile kaplanmış bir tabla bulunan bir masayı dairei hümayuna götürür lerdi; Bu masa arkasında iki tab- lâkâr, bunların arkasında elinde ağzı mühürlü ekmek sepeti diğer bir hademe, bunu takiben gene mühürlü ve kırmızı bir mahfaza içinde su ile sürahiyi taşıyan baş ka bir hademe daha yürürdü. Bu sofra alayına tesadüf edenler ih- tiramkârane bir tavır alırlardı.
Abdüihamit Kâğıthane suyu içerdi. Bu su Kâğıthanede hünkâ rın nefsine tahsis edilen bir mem badan alınır, bu membaa kimse yanaşamazdı.
Rivayete nazaran Afitap ismin de bir falcı karı şehzadeliğinde Abdüihamit efendiye bu sudan içmeğe devam ederse saltanata çabuk nail olacağını temin eyle mişti!
O da bu uğurlu sudan içmeğe başlamış, saltanata geçince kanya bir çok ihsanlarda bulunmuş, kı zını da haremde hizmete almış.
Padişahın yemek tablası gelince ikametgâhının kapısı dışarıya açı lır, kilerci başı yemeği alır; tab lanın mührünü padişah önünde açardı.
Yemekler birer birer takdim edilirdi! Abdülhamidin yemeği ancak bir kaç dakika sürerdi. O daima yalnız yeıd i; bazı yemek lere çatalın ucile dokunurdu;
ar-Yıldız tiyatrosunun dışarıdan görünüşü
tanı bazı defa filân veya filân nedime götürmelerini emrederdi. Mabeyin takımı arasında bu muamele büyük iltifat addolu nurdu.
Bazan Abdüihamit yemeden evvel kilerci basıya yemeklerden tattırırdı; bir yemeği etrafında bulundurduğu köpek ve kedilere taksim ettiği de vaki olurdu.
Pilâvı çok sever, keskin sirkeli paçadan hoşlanır, pirzolayı, yu murtayı tercih ederdi. Yumurtalı süt içerdi; Abdülhamidin sütü dünyanın en güzel ineklerini top lattığı çifliğinden gelirdi.
Midesinden, bağırsaklarından muztarip olduğu için perhize iti na ederdi. Bu bahane ile arasıra konyak ve şampanya içerdi. H af tada bir kaç defa müshil alırdı.
Büyük bir ecnebi veya elçi ka bul edeceği zaman solgun benzi ne renk vermek için bir kadeh punç içtiği de olurdu.
Yemekten sonra padiş.ah tekrar hafiye jurnallarile meşgul olurdu. Canı eğlenmek isterse sohbetin den hoşlandığı bir müsahibini, ek seriya Kâğıthane imamı A li efen diyi celbederdi. Ali efendi sonun da çok ihsana nail olacağını bil diği için bu eğlence saatlerinde kendisine yapılan eziyetlere ta hammül gösterirdi.
Abdüihamit mahsusan (Kara göz Osman) diye yadettiği kilerci başı Osman bey ile bu Kâğıthane imamını karşısında şakalaştırırdı.
Abdülhamidin tıraş olması en mühim bir mesele idi.
Sultan Hamidi tıraş edecek berberin pek emin birisi olacağı tabiî idi. O bilhassa berber basısı Mustafa beye büyük emniyet gös terirdi; fakat o öyle canım, em niyet tertibatı almadan, kimseye teslim edebilecek bir padişah de ğildi!
Abdüihamit nezdine getirilecek tıraş takımında ustura gibi bir den kesiverici yahut iğne gibi de lici aletler bulundurulamazdı. Bu hayatî tıraş meselesi şöyle cere yan ederdi:
Berber başı huzura çağırılır; takımile gelir; tıraşa başlaması için ayrıca bir irade çıkar. Padi şah tıraş sandalyasma oturur; sa dık bir bendesi hünkârın tam
kar-şısmda bir sandalyada bulunur; gerek hünkârın, gerek o bendenin arkalarında ayna vardır; bu ay nadan berber başmm bütün hare ketleri görülür.
Padişahın karşısında oturan bendesi bu hareketleri tarassut eder. Padişah bir taraftan o ben» deşile konuşur, diğer taraftan karşısındakinin bütün dikkatini berbere affeylemesini ister.
B erber başı yalnız saçları keser. Sonra hünkâr makası kendi eline alır; sakalını, bıyığını düzeltir.
Tıraş bitince hemen kalkar, yanındaki odada çekmecesinden para çıkarir, berbere verir!
Berber başı Mustafa bey A b dülhamidin en eski bendelerinden biri idi. Efendisine pek sadıktı. Bununla beraber Abdüihamit bir kaç dakika için başını teslim ede ceği adamı nezaretsiz bırakmazdı! Abdüihamit tiyatroyu severdi. Eski bir ahır yerinde bir tiyatro yapılmıştı. Bu bina padiş.ah locası nın iki tarafında beşer locadan, bir de parterden ibaretti.
Beyoğlundaki İtalyan opera kumpanyası ayda bir kaç defa bu raya celbedilirdi; saraydaki artis- Ierin buna canlan sıkılırdı.
Mabeyinde biri şark oyuncular rından, diğeri opera ve varyete oynıyan ecnebi artislerden iki ti yatro takımı vardı. Bu truplarda kadın az olduğu için çok defa ka dın rollerini erkekler oynardı.
Abdüihamit tiyatroya şehzade lerini, sultan ve kadın efendileri davet ederdi. Padişahın iltifat et mek istedikçe sefirlerden, vükelâ dan bazılarını, bendegânını da da vet eylediği olurdu.
Abdülmecit bir defa bir kaç sefiri sarayda tiyatrosuna davet etmiş, bunlara iltifat edebilmek üzere locasının ara kapısını açık bıraktırmış!!.
İkinci defa sadrıazam olmuş bu lunan Kıkrıslı Mehmet paşa da (21 rebiülevvel 1276 - 29 cema- ziyülevvel 1276) yanında bulu nuyordu.
Mehmet paşa bir iki dakika son ra hava cereyanından müteessir olarak kalkıp kapıyı kapamasile Abdülmecidn canı sıkılmıştı da yüksek sesle:
— Kapı!
itaumııiHHHRiıuııınitutfmtMtttiıuumıiHlUNmmmuHmmtiMMc
Diye bağırmış, kapıyı gene aç tırmıştı. Kıbrısh bir gün sonra az ledilmiş olmasile padişahın ağır muamelesini işitip görmüş olan sefirlerden bazıları azli bu geceki hadiseye atfeylemişlerdi.
Abdülhamidin misafirlerine bu yolda muamelesine bir misal gös terilemez. O böyle mevkilerde daima nezaket ve iltifat ile hüsnü muameleyi pek iyi bilirdi.
Tiyatro bitince elçiler yaverler ve çavuşlar terfikile sefarethane lerine kadar isal olunurdu.
Bayramların birinci akşamlan saraya giden vükelâ ve bendegân haremlerinden bazıları da saray
MMtHttıııtiNHUıııtfNUifiıtıummmiuııııımtutHiıııııııııııııifiifiıııını
kadınlarile birlikte böyle bir ati- fete lâyık görülürlerdi; bunlara da avdetlerinde yaver ve çavuş lar verilirdi.
Tiyatro elektrikle tenvir edilir di. Yalnız hünkârın locasında ten virat tayyedilmişti. Abdüihamit kimse tarafından görülmeden lo casında bir köşede oyunu seyre derdi. Yanında kadın varsa loca nın kafesi indirilirdi.
Belli başlı, aktörlere nişanlar ihsan ettiği ve nadiren aktrislere mücevherat hediye ettiği olurdu.
Ekseriya bir mabeyinci gele rek oyunculara padişah tarafın dan selâm tebliğ ederdi.
Sahile 8
A K Ş A M
Soa yedi padişah (ikinci Mahaoat, Abdülroeeit, Abdûlâri*, Murat, Abdülhamit, Reşat, Vahideddin) dtvirltrlndc
Tazan ; SÜLEYMAN
KANİ -
TercGaa, iktibas hakkı mahfasdur -Tefrika
n o. 199
Abdülhamit termómetro koymaktan
niçin çekinirdi?
Yıldız tiyatrosunun sahne perdesi
Abdülhamit aleyhine hareketetmelerine meydan bırakmamak fikrüe biraderleri olan şehzadele ri mümkün mertebe müzayaka için de yaşatmağı ihtiyar etmiş, bunlaıi halkın gözünden düşürecek şayia lar çıkarılmasına daima igmaz ey lemiştir,
İçlerinde Kemaleddin efendi kurnaz olduğu için Abdülhamit yalnız ondan çekinirdi.
Abdülhamidin büyük oğlu Se lim efendi ikinci kadın efendi dendir, Abdülhamit bu kadın efen disini sever ise de oğlunu sevmez di.
Selim efendi diğer biraderlerde görüşemezdi. İnzivada yaşamağa mecbur edilmişti. Selim efendi bir gün babasından para istemiş, uğ radığı redden müteessıren hürme ti muhil sözler söylemişti. Bunun üzerine Abdülhamidin oğlunu döv dürdüğü rivayet edilir.
Aşağıda harem faslında zikre dilecek diğer bir mesele de Abdül hamidin bu oğluna karşı babalık hislerinden tecerrüt eylemesine bir sebep teşkil eylemiştir.
Saltanat hanedanında aleyhin deki efkâr ve hissiyatı en ziyade Selim efendinin tenmiye eyledi ğini kani olan Abdülhamit bu oğ luna karşı âdeta bir düşman gibi garez bağlamıştı.
Bir gün muhacirin komisyonu reisi Yusuf Rıza paşa:
— Kusurlarını affetmediğiniz den dolayı şehzade pek muztarip bulunuyor!
Diye şefaatte bulunması üzerine Sultan Hamit sert, sert:
— Çatlayıp geberecek kadar mı muztariptir? İnşallah yakında ce nazesi yıkandığını görürüm!
Yolunda cevap vermişti.
Abdülhamit zekâsı az olan oğ lu Ahmet efendiyi sever, diğer oğ lu Bürhaneddin efendiye de en ziyade yüz verirdi.
Bürhaneddin efendinin talim ve terbiyesine de en ziyade dikkat etmişti. Bürhaneddin efendi tam bir salon adamının nezaket ve za rafetine malik olarak yetişmişti.
Şehzadeler mabeyindeki (şeh zade mektebinde) askerî dersler alırlar, fakat Sultan A ziz zama nında olduğu gibi ordu ve donan ma ile temas edemezlerdi.
Selim efendiden maadası ey yamı mahsusada şehirde araba ve at ile gezmeye mezun idiler.
Damat Mahmut paşanın iki oğ- file beraber Avrupaya kaçması Abdülhamidi en ziyade telâş ve heyecana düşüren hadiselerden bi ri olmuştur. O kadar ki bu defa daima kullandığı lokman ruhu gi bi müsekkin ilâçların faydası gö rülmemişti. Bu hal Mahmut paşa nın emelleri hakkında tam malû mat alıncıya, Avrupada kendi aleyhinde müessir bir teşebbüste bulunmak kudretinden mahrum bulunduğuna katı kanaat hâsıl edinciye kadar devam etmişti.
Böyle uykusuzluklar, maddî, manevî yorgunluklar Abdülhami din bünyesini nihayet sarsmış ol
makla beraber vücudunun muka vemetini kıramamıştır. O sıhhati ne pek itina ederdi; tıbbî malû mata meraklı olduğu için cüzî ra hatsızlıklarda doktorlara müra caattan hoşlanmaz, kendi kendisi ni tedaviyi tercih eylerdi.
Evvelleri Mavroyeni paşanın malûmatına ve kendisine sadaka tine itimat gösterirdi. İlâca ihtiyacı oldukça paşanın tertip ettiği reçe teyi mücerrebi olan eczacı basısı Bekir efendiye yaptırırdı. Ciddî ve namuslu bir zat olan, Sultan Ha* midin halini bildiği için kimse ile ihtilât etmiyen bu Bekir efendinin bile padişahın şüphesini davet et tiği olurdu. Sultan Hamit bir kaç bin altın mukabilinde onun bile kendisine Kiyanet edebileceğini düşünürdü.
Son senelerinde Abdülhamit za yıflıktan canlı bir iskelet halini al mıştı. Bunun için sıcak su banyo larını terketmis.ti.r
Bütün padişahlar gibi Abdülha mit te rahatsızlıklarının, hastalık larının halkça bilinmesini istemez di.
Bir defa şiddetli bir humma ile yanıp tutuşuyordu. Celbedilen dok torlar hararetin derecesini anlamak için termometre koymak istediler. Abdülhamit bundan tevehhüş etti; razı olmadı. Doktorlar da mahi yetini anhyamadıkları hastalığın badi olacağı harareti indirecek ha fif tertipler verdiler. Hararet düş medi. Abdülhamit Etfa! hastanesi sertabibi İbrahim paşayı çağırttı.
— İbrahim paşa! Rahatsızlığım devam ediyor. Bilmezsin! Doktor lar termometre koymak istediler!
Diye şikâyette bulundu. İbrahim paşa:
— Efendim iz! Doktorlar ilâç verdiler m i?
Abdülhamit — Verdiler amma tesir etmiyor!
İbrahim pasa — Efendimiz! Termometre koymadan ilâç ve ren doktorların tertiplerine nasıl itimat buyuruluyor!
İbrahim paşanın bu son sözü mütevehhim Abdülhamit üzerinde derhal tesirini gösterdi. Padişah İbrahim paşanın termometre koy masına razı oldu!
Termometre 39 dereceden ziya
deye yükselmişti. İbrahim paşa pa dişaha fazla merak ve endişe ver memek için.
— 37,5. Ehemmiyetsiz efendim . Diye teminat vermiş, sonra lâ zım gelen müessir tertibi hazırlat mıştı.
Abdülhamidin termometre koy mamak istemesi hararetin derecesi fazla ise (doktorlar bunu işaa eder ler, halk arasında dedikodular
olur) endişesinden ileri geliyor du.
İbrahim paşa bir vehmi diğer bir vehim ile gidermişti!
Büyük ve mühim bir sebep ol madıkça hastalık hakkında gaze telere tebligat yapılmazdı. Abdül hamit sari hastalıklardan pek kor kardı.
Şehzadeliğinde bir falcı kipti ka rısının hariçten gelecek bir hasta lığa tutulacağım ihbar etmesi di mağında yer etmiş îdi. Payitahtta vebaya ve koleraya karşı tıbbî ted birler ittihazında, baktriyolojiha- ne tesisi yolunda gayret ve him metler sarfında şahsî endişelerin de tesiri olduğuna şüphe edilemez.
■A
Rıdvan paşanın şehreminliği esnasında İsîanbulda çıktığı söy lenilen ve irtikâba vesiledir diye halk arasında pek çok dedikoduyu intaç eden kolera hakkında tetki- kat ve tertibat icrası için Âvrupa- dan derhal doktor Şantmesi getirt mesi böyle sari hastalıklara verdi ği ehemmiyetin derecesini göste rir.
Istanbulda sari bir hastalık zu hurunda padişaha takdim olunacak evrak evvelâ bir ütü makinesinden geçer, dezenfekte edilirdi. Maki nenin hararetüe evrak zarfları üs tündeki kırmızı mumlar erir, ek seriya kâğıtları lekelerdi. Mabeyin kâtipleri hangi kâğıtların padişa hın elinden geçtiğini bu lekelerden anlarlardı.
(Arkası var)’
Trabzonda evlenenler
Kanunu medenînin tatbike girdiği tarihten bugüne kadar Trabzonda 1220 çiftin evlenme muamelesi yapılmıştır.
933 yılı içinde 200 çiftin evlen me muamelesi yapılmıştır.
Şen yedi padişah (ikinci Mahmut, AbdBlmccit, Abdül&ri», Murat, AbdOlhaadt, Reşat, Vahidsddin) devirlarlnda
Yazan: SÜLEYM AN KANI — Tercüme, iktibas bakin raahftudur —
Tefrika
n o. 200
Abdülhamidin elbiselerinde cepler
çok derin olurdu, yanında daima
üç ruvelver bulunurdu
Abdülhamidin giyiniş tarzı basit ve modaya gayri tâbi id i; kış ve yaz önü iki sıra düğmeli ince veya kaim yumuşak kumaşlardan yapılmış pardösülcr, paltolar gi yerdi.
Kostümleri için lâcivert, kesta ne renklerini tercih ederdi. Saçsız başını tamamen örtecek kadar bü yük olan fesinin a&abesi yüksek ve tepesi enli idi; Abdülâzizin arkası çıkıntılı başına göre giydiği aşa ğısı geniş, yukarısı dar fesine hiç benzemezdi. Abdülhamit ikide, birde fesile oynardı.
Selâmlık resimlerinde piyade askerinin kaputlarına benziyen bir kaput giyerdi. Bunun altında in ce çelikten bir zırh bulunduğu söylenirdi. Kısaca kadife yelek te giyerdi.
Elbiseleri Beyoğlunda bir terzi hazırlardı. Hiç bir terzi Abdülha midin vücuduna el sürmemiştir. Elbise provaları uzaktan görmek suretile yapılırdı!
Abdülhamidin elbiselerinde cepler çok ve derin olurdu. Daima yanında taşıdığı üç ruvelver bu ceplerde bulunurdu. Mühim jur- nallar da saklanmadan evvel bu ceplere girerdi.
Kendi ceplerine böyle itina gös teren padişah kabil olsa başkala rının esvaplarında cep yaptırma larını menettirmek için bir irade çıkarırdı!
Huzurunda hiç kimse elini ce bine sokamazdı; göğsünü ilikle mek için bir hareket yapmak bile caiz değildi. Bunu bilen mabeyin takımı padişaha bir şey getire cekleri vakit daima ellerini açık görünecek vaziyette bulundurma ğa itina ederlerdi.
Abdülhamit nadide inci bir teş bih kullanırdı. Bu teşbih Arap- girli Yusuf Kâmil paşa tarafından Abdülâzize ihda kılınmış, Ab- dülbamide intikal eylemişti.
Abdülhamidin konçlu, köselesi kalın kaloşlu potinlerini gene Be yoğlunda bir rum yapardı. Bun ları esvapçı başı İsmet bey ayağı na giydirirdi. Kunduralar daima yüksek ökçeîi olurdu. Üniforma giydiği zaman çirkinliği bir kat daha tebarüz ederdi.
Telebbüse merakı dolayısile Abdülhamit çok elbise ısmarlardı. Hele çamaşır hususunda pek müş külpesent idi. Avrupadan getirt tiği kataloglardan sıhhî, fakat en kıymetli ve nefis olanları seçer, İngiliz mamulatına hepsinden zi yade rağbet gösterirdi. Çorap ve mendilleri de pek severdi.
Göderiden yaptırdığı yelekler den bazan bendegâmna da ve rirdi.
Potinlerini de bir kaç defa giy dikten sonra ona, buna bahşe derdi.
Çamaşırının yıkanmasından pek hoşlanmazdı. Yıkanmış çamaşırı giymeği tehlikeli addettiği için -büyü korkusundan olacak! - bun ları dağıtmağı tercih ederdi.
Ça-Yıldız sarayında havuz
maşın ütülenip katlanacağı yerekatiyen hariçten kimse giremezdi. Abdülhamit dürbünlere, cüz danlara, not defterlerine ve ka lemlere, en âlâ İngiliz çakılarına ve makaslanna meraklı idi.
Yaptığını, yapacağını, alacağı nı, aldıracağını not eder, her nevi
siparişlerini ehemmiyetine göre tavsit e " ’ ri adama not ettirirdi.
Padişahın üstünde daima silâh taşıdığı, şüphelenince çekip vur duğu şayiası herkesi öyle korkut muştu ki yanma yaklaşan erkek, kadın bir hata etmemek telâşile daha ziyade şaşırırlardı.
üç kanh rivayet
1 — Bir gün sarayın bahçıvan larından biri bahçede bulunduğu esnada ayağına bir şey ilişir; yere düşer; o sırada Abdülhamidin gel mekte olduğunu görür; hürmet- kâr bir vaziyet almak üzere sü ratle yerden kalkmağa davranır; Abdülhamit bu hareketi bir sui- kaste hamleder; hemen bahçıva na ateş eder. Zavallı adamcağız
padişahın vehmine kurban olur, gider.
2 — Bir akşam sağ elini korsa- sının içine sokmak hareketini yaptığını gördüğü bir gözdesini yakaladığı ruvelverle oracıkta vu rup öldürür. Çağırttığı zenci ha dim ağalar cesedi bir halıya sara rak dışarıya çıkarırlar; o gece bir yerde gizlice defnederler.
3 — Abdülhamit bir gün bah çede gezerken birdenbire önüne çıkan bir bekçiyi de derhal silâh istimalde öldürmüştür.
Her türlü fenalığı, suikasti muh temel görmek, karşılarında anî hareketlerden ürkmek bütün mü- tevehhim müstebitlerin şanından, mizaçları iktizasındandır. Vehim den, tevahhuştan hiç kurtulama mış olan Abdülhamitten de böy le hareketler suduru istib’at olun- mamakla beraber şimdiye kadar bu yolda bir şehadet ve delil ika me eden olmaması bu rivayetleri şüphe ve ihtiyat ile telâkki eyle meği zarurî kılıyor.
Abdülhamit hal’ inden sonra bir kaç defa:
— Elhamdülillah otuz üç sene saltanatta kimsenin canına kıy
madım!
Yolunda sözleri tekrar etmiştir. Bir kimsenin kendi lehine şe- hadeti makbul olsa bu sözlere de yukarıdaki rivayetleri cerhedebi- lecek bir mahiyet atfolunabilirdi! Hal’ inden sonra kimsenin Abdül hamitten kan davasında bulunma dığım da bu arada zikredebiliriz. Taifte Mithat ve damat Mah mut paşaların itlafı meselesinden ise .ayrıca bahsedeceğiz.
Bu üç rivayete verilebilecek kıy meti bu suretle tesbit ettikten son ra aşağıda naklettiğim vakıaların bu kabilden olmadığını beyan ey
lemek isterim. Esasen bunlarda katil yoktur:
Bir gün Abdülhamit kabul etti ği bahriye nazırı Haşan paşa ile şurayı devlet reisi A k if paşa ara sında oturmuştu. Yanlarında bu lunan pencere açık olmasile A kif paşa süratle kail >rak:
— Hava cereyanı zatı şahane lerine zarar vermesin! Müsaade! seniyelerile pencereyi kapıyayım.
Demeğe kalmamış, Abdülhamit hemen elini cebine salmış, A kif paşa şaşırarak yerine oturuver- mişti.
Diğer bir gün Sisam beyi A do- sidis paşa huzura kabul edilmişti. Merasim hitamında geri, geri çe kilirken ökçesi kapının eşiğine ilişir, sendeler.
Abdülhamit bu hareketten şüp helenir, bir ehle kapının tokma ğını tutarken diğer elini cebine salar.
Bir gece yattıktan sonra hatırı na bir iş gelir, yanındaki kadını diğer odaya çıkartır; mabeyinci Ragıp beyi çağırtır. Konuşurken canı sigara içmek arzu eder; Ra- gıp beye bir kibrit yakmasını em- reyler. R agıç bey yatağın yanın daki kibrit kutusunu almak üzere elini uzatır. Padişah bu hareketten birdenbire ürker; Ragıp
beyin
kendisini boğmağa teşebbüs ede ceği yıldırım süratile zihninden geçer, derhal mabeyincinin ellerini sımsıkı yakalar; Ragıp bey şaşırır.Bir defa bindiği at şahlanma- sile zaptetmek için hemen atılan yaverlerinden biri Yemen menfa sını boylamıştı. (Arkası var)