Kasım 2010 - Nisan 2011 Yıl: 12 Sayı: 47-48 Cilt: I
BAŞKENTi
İstanbul 201 O Avrupa Kültür Başkenti İstanbul Özel Sayısı
November 201 O - April 201 1 Volume: 12 Number: 47-48 lstanbu.1 201 O European Capital of Culture lstanbul Special lssue
Akademik Araştırmalar Dergisi, Sayı 47-48, 2010-2011, s. 113-130
İslam Bilim ve Teknoloji Tarihine Bir Bakış
İslam Bilim ve Telmoloji Tarihine Bir Bakış
Fuat Sezgin*
Bilim ve teknolojinin yirminci yüzyılın başından beri hızlanan ve hı
zını gittikçe artıran gelişmesi, binlerce yıl arkada kalan bir geçmişin
merhalelerinin gerçeğe yakın bir şekilde tanınıp değerlendirilmesin
de kendini gösteremedi. Bazı yönlerde ileri adımlar atılmış olmasına tağmen, bundan habersiz veya bunu inkar ederek atılmış geriye dönüş adımları, geçen bir veya iki yüzyıldan beri tanınan inatçı ve konservatif tutumu değiştirmede etkili olamadı. Bu dile getirdiğim tutum, konser-
vatifçiliğini ve inatçılığını özellikle müslümanların, bilimler tarihine
katkısını tanımamak ve kabullenmemekte gösteriyor.
Büyük bir ihtimalle XVIII. yüzyılda, kimin tarafından ileri sürüldüğü
bilinmeyen "rönesans" adı altında gerçeği asla yansıtmayan bir bilim- ler tarihi görüşü Avrupa'da yayıldı. Buna göre İspanya dışı Batı dün-
yasında XIII. yüzyıldan beri bilimlerde görülmeye başlayan gelişme doğrudan doğruya Yunanca kaynaltların tanınması ve etkilemesi olarak değerlendiriliyor ve tanıtılıyordu. Böylece İslam kültür dünyasında baş
layan, belirli bir gelişme sürecinden sonra 800 yıl kadar yaratıcı kalan bir merhalenin varlığı tanınmıyordu. Bu anlayış bilimler tarihçiliğinin
henüz beşik çağında bulunduğu bir süre için affedilebilir olduğu kabul edilse bile, zamanla, XVII. yüzyılın ortalarından itibaren Arapça, Farsça ve Türkçe kitapların Avrupalı oryantalistler tarafından yürütülen ikinci bir tercüme safhası ve bugüne kadar sürmekte olan araştırma ve tanı
tımlarından sonra hfila geçerliliğini kaybetmemiş olması bir realite ola- rak karşımızda duruyor.
Araplar İslamiyet'in ortaya çıkışı sıralarında hatta birkaç yüzyıl ön- celerine kadar en basit harp silahlarını, günlük ve şehir hayatlarının ihtiyaçlarını karşılayacak basit bir metalürjik bilgi ve tekniğine sahip
bulunuyorlardı.
AKADElv\İKA!V\ŞTIRıv\ALAR DERGİSİ 113
ı970 yıllarından itibaren Arap yarımadasında, Riyad'ın 700 kın. ka- dar güneybahsındaki Fav şehri harabelerinde sürdürülen arkeolojik ka-
zılar milattan önceki 200 yıldan itibaren gelişmiş olan bir medeniyetin
bulunduğuna şahitlik edebilecek birçok maden, tekstil, çini, tahta ve cam malzemeyi ve kitabeleri ortaya çıkardı.
Miladın 632 yılında Hz. Muhammed'in vefahnda bütün Arap yarı
madasının müslümanların eline geçmiş olması sırasında onlar gerekli basit silahlara sahip bulunuyorlardı. Müslümanlar 634 yılında Suriye'yi
Bizanslılar'ın ellerinden almak, 635'te Anadolu'nun güney sınırlarına
uzanmak, 637 yılına kadar bütün Irak'ı fethetmek, 641'de Mısır'ı, 642 yılında bütün İran'ı ele geçirmekle çok büyük bir devlet olmuşlardı.
Müslümanların daha 649 yılında kısa bir süre süren Kıbrıs adası
hakimiyetleri, 652 yılında Sicilya sahillerini tahrip edebilmeleri, bir- kaç yıl sonra Girit ve Rodos'tan başka birçok Ege adasına ve İzmir'e saldırmaları, 674, 678 aralarında her yıl İstanbul'u kuşatmaları Hz.
Peygamber'in vefahndan sonra geçen kırk yıl kadar bir zaman zarfında
ne büyük askeri ve politik devlet ve devrin deniz gücü olduklarını ifade ediyor. Onlar bu kısa zamanda sadece evrensel politik bir devlet, harp sanayii gücü olmaya başlamakla kalmayıp, çağdaş dünyanın bilgilerine
ulaşmak yoluna girmişler, bu yolda ilerlemede çok yüksek bir hız ka- zanmışlardı. Daha Halife Ömer zamanında yani 634-644 yılları arasın
da İslam öncesi dağınılc bir şekilde ulaşan Arap şiirinin divanlarda top- lanması işine girişilmiş, İslam'ın ilk yüzyılının ilk yarısında bir taraftan Arap dilinin ilk gramer kaidelerinin tarifine gidilmiş, 1 diğer taraftan kim- yaya dair birkaç kitapçık Yunanca' dan Arapça'ya çevrilmişti. 2 İslam'ın ilk yüzyılının ikinci yarısından itibaren Yunanca' dan, Süryanice' den ve Pehlev!ce'den bilimlerin birçok alanındaki kitapların Arapça'ya tercü- me işine başlanmışh.
Tabiahyla bu tercümeleri yapanlar İslam'ın hükmü alhna giren ya-
bancı kültür merkezlerinin Müslümanlığı kabul etmiş veya etmemiş
olan mümessilleriydi. Böylece bilimler tarihinin kısa bir zaman sonra alma ve özümlemeden yarahcılığa geçecek uzun süreli bir merhalesinin temel taşları atılmaya başlıyordu.
Daha İslam'ın I. yüzyılı sona ermeden müslümanlar sadece tercü- me işine bağlı kalmayarak birçok dalda kitap yazmaya koyuldular. İlk Kur'an tefsirleri, hulculc, hadis ve tarih kitapları bu devirde yazılmışh.
Hatta kimyaya dair bazı kitaplar bu devirde ortaya çıkmışh. Tabiahy- la bu kitaplardan kimya alanına getirilen bir yenilik beklenemezdi. Bu yönde bize kadar ulaşmış bulunan bazı kitapçıklar yazarı olarak Şam' da
yaşayan Emev! Prensi Halid b. Yez!d'in adını taşıyorlar. Bu Emev! pren- II4 JOURNAL OF ACADEMIC STUDIES
Fuat Sezgin Yıl: 12, Sayı: 47-48 Kasım 201 O -Nisan 2011
si kimya bilgisini Stefanus ve Mariyanus adlı iki hıristiyan hocasından aldığını minnettarlıkla bildiriyor (bk. GAS, IV, 122).
Yabancı kültür mirasını bu erken devirde İslam dünyasına taşımanın bize kadar ulaşmış enteresan misali 1932 yılından beri bazı oryantalist- lerin tanıtmaya çalıştıkları Kusayru Amre adını taşıyan gökkubbesidir.*
Bu, Amnıan'ın güneyinde hicretin 85 yılında yapılan sarayın saloııların
dan birinin kubbesi 400 yıldızın, yıldız künıelerinin, gök ekvatorunun ve koordinatlarının tablosunu daha doğrusu haritasını veriyor. Bu gök
haritasına bir Emevi halifesinin ilgi duymasını ve onu anlamasını müs-
lümanaıılann yabancı bilgileri tanımaya çalışma gayretlerinde göster- dikleri büyük süratin bildiğimiz misallerin önemlilerinden biri olarak
değerlendiriyorum. Bildiğim diğer birçok misalini anmaktan vazgeçe- rek, oıılann İslfu:n'ın ikinci yüzyılında katettikleri büyük mesafeye deği
neceğim. Oıılar bu yüzyılda yabancı bilimleri alma işine büyük bir sürat- le devam ederek, bazı alaıılarda asimilasyon bugünkü Türkçeleştirilen
deyimiyle özümleme devrine gi.rmişlerdi. Hatta bu II. yüzyılın ikinci
yansında bazı alaıılarda kreativite, yaratıcılık devrine başlamışlardı. Bi- limlerin İslfu:n kültür dünyasında süratle katettikleri büyük mesafeyi iki alandan aldığım misallerle göstermek istiyorum. Buıılardan birini gra- mer alanı olarak ele alıyorum.
*
Kubbenin günümüzdeki durumunu gösteren fotoğrafKaynakların bize bildirdiğine göre İslam' da ilk gramer mefhumu kendisini hicretin I. yüzyılının ortalarında göstermişti. Bir Basralı Ebü'l- Esved ed-Düeli sadece ffill ve mefulün, bugünkü Türkçe'siyle "özne" ve
"tümleç"in dildeki fonksiyonunu ele alan dört yapraklık bir kitapçık yaz-
mıştı. Bu Arap gramerinin babasının öğrencilerinin ve onların da öğ
rencilerinin adlarını ve bir dereceye kadar katlalarını da biliyoruz. Gra- mer yolunda bir yüzyılda katetilen sürat ve ulaşılan sonuç aslen İranlı
AKADEı'v\İK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ I l 5
Slbeveyh'in bize kadar ulaşan gramerinde en mükemmel şahidi buluyor.
Onun el-Kitdb diye çok geniş hacimli abidevi eserinin benzerine hangi dil veya dillerde rastlanabileceğini ben şahsen bilmiyorum. Arap dilinin grameri Slbeveyh'in kitabıyla durmadı, şaheser gelişmesi birkaç yüzyıl
daha devam etti. Onlar bu arada Avrupa' da bazı dillerin ancak XIX. yüz-
yılda tanıdığı stil gramerini XI. yüzyılda ortaya koydular.
Gramerden, ikinci misal olarak seçtiğim kimya alanına geçiyorum:
XVIII ve XIX. yüzyıldan itibaren bilimler tarihi Geber adıyla XII ve XIII. yüzyılda Latince olarak Avrupa' da yayılan XVII ve XVIII. yüzyıla
kadar kimya bilimi derinden etkileyen birçok kitabın büyük yazarın
dan bahsedeceğim. Bu "Geber" adı altında bir "Cabir", hatta bir "Cabir b. Hayyan"ın saklandığı tahmin ediliyor, ama ne zaman yaşadığı ve bilimler tarihindeki önemi yönünde fazla bir şey söylenemiyordu. XX.
yüzyılın yirmi senelerinde başlayan araştırmalar sırasında Eric Holm- yard adlı bir kimya tarihçisi Cabir b. Hayyan'ın İslam'ın II., yani miladın
vur.
yüzyılında yaşadığını, kimyayı bir deneysel bilim olarak kurduğıınu, Yeniçağ'da kimyanın kurucuları sayılan Boyle ve Lavoisier kadar önemli olduğıı tezini savundu (bk. GAS, N, 137). Paul Kraus adındaki
bir bilgin 1942, 1943 yıllarında, Cabir'in bize ulaşan eserlerinin önemli bir kısmının araştınlmasını kapsayan iki ciltlik çok enteresan bir kitap
yayımladı (bk. GAS, N, 352). Bu araştırmada Cabir karşımıza bilimler tarihinin tanıdığı en orijinal şahsiyetlerden biri, büyük bir tabiat bilgini, bir filozof ve Kraus'ın tarifine göre sadece kimyada değil, bilimlerin bir- çok yönünde yaşadığı çağı modern çağa bağlayan bir bilgin olarak çıkı
yor. Kraus, Cabir'in tanıdığı ve derin bir araştırmaya aldığı kitaplannın
hepsinde hakim olan aynı büyük şahsiyeti, gözden kaçması imkansız bütünlüğü, ahengi görmüş ve şu sonuca varmıştı: Bu eserlerde öyle bir bütünlük görülüyor ki, onlann tek biri Cabir' in yaşadığı çağ üzerinde bir
şüpheye götürürse, bu bütün külliyatın doğruluğunu şüpheye düşürür
diyor ve bu açıdan hareket ederek onun adını taşıyan kitapların miladın
850 ile 950 yıllarında yaşamış bir İsmailiyye mezhebine mensup ekol
tarafından yazıldıkları tezini ileri sürüyordu.
Ben 1961ile1965 yıllan arasında Cabir problemi ile uğraştım. Frank- furt Üniversitesi Doğal Bilimler Fakültesi'ne sunduğıım ikinci seferki doçentlilc tezimde Cabir'in eserlerinin araştırmalarının beni onların
İslam dünyasında ancak hicretin ildnci yansında yazılabileceği, bunun aleyhine ileri sürülen delillerin yetersiz olduğıı, bir ekolun ayrıntılı men-
supları tarafından yazıldığı farzedilen kitapların, Cabir'inkinde olduğıı
gibi çok yüksek düzeyde bir bütünlüğü teşkil edemeyeceği, diğer taraf- tan, Kraus'ın tahmin ettiği bir İsmailiyye mektebinin bulunduğıına dair hiçbir tarihi ize rastlanmadığı sonucuna vardım.
116 JOURNAL OF AG\DE!v\IC STUDIES
Fuat Sezgin Yıl: 12, Sayı: 47-48 Kasım 201 O -Nisan 2011
Kraus'ın da gösterdiği gibi Cabir kimya bilimi ile başlıyor, zamanla bütün doğal bilimlere ve felsefeye uzanıyor ve karşımıza insanlığın tanı
dığı en büyük doğa filozoflarından biri olarak çıkıyor. Onun enteresan
görüşlerinden sadece birkaçını size iletmek istiyorum.
Onun kitaplarında "Bütün doğal bilim ayrıntıları büyük bir bağlan
tılar bütünü içinde yerlerini alır ve ancak bu bütün açısından anlamla-
rını ve doğruluklarını bulurlar. Felsefi düşünceler zinciri daima yazarın
hareket noktasını teşkil eder ve onun kuvvetini gösterirler. Cabir müte- madiyen tekrarlayarak der ki, teknoloji, pratik bilgi gerekli teoriye yer vermedikçe hiçbir sonuca ulaştıramaz" (GAS, IV, ı37).
Deneye ayrılan yüksek yerden başka Cabir'in bize tanıttığı kimya bi- liminde süreçlerin, cihazların, maddelerin metodik tasniflerinin, kulla-
nılacak gerekli teorilerin vazıh tarifleri de onun kimyasının karakteris- tik özellikleri arasında yer alıyor.
Kimya bilimi alanında Cabir özellikler veya nedenler bilgisi konusun- da bir me:flıuma götürülüyor, bunu "ilmü'l-havas" diye adlandırıyor. Bu anlamda minerallerin, bitkilerin ve hayvanların kimya açısından özel- liklerini ve bu özelliklerin önemini inceliyor ve bunların teknik alanda ve tıp alanındaki özelliklerini eleştiriyor. O, bu özellikleri ele alınacak
maddelerin gelişigüzel bir sıralama ve gruplandırma ile yetinmiyor. Sı
ralanan maddeler ne kadar hayret verici mükemmellikte görünürlerse görünsünler, onlar rasyonel bir izaha tabi tutulabilmelidirler, yoksa on- lar matematiksel bir bilimin konusu olamazlar diyor. Bütün bu madde- lerin, tabi bulundukları sebepleri tespit etmek gerekir. Cabir özelliklerin nedenlerinin bulunamayacağı fikrini savunan sadece teologları değil, fi-
lozofları da, bu aradaAristo'yu eleştiriyor (bk.. GAS, IV, ı40).
"Doğal bilimi kesin bir temel üzerine oturtmanın mümkün olduğuna
kendini inandıran Cabir beşerin, tabiatın en son sır perdelerini yırtına
ya gücünün yetebileceğine inanacak kadar korkusuzdu. O insan aklı
için hiçbir sınır tanımıyordu" (bk. a.g.e., s. ı41).
Sadece kimya bilgini değil, doğa filozofu olarak Cabir'in en garip
düşüncelerinden biri de kimya bilgininin evrenin yaratıcısını taklit
edebileceğine inanmasıdır. O "tevlid" diye adlandırdığı bu tasavvurun- da kimya bilgininin sun'! olarak mineraller, bitkiler ve hayvanlar, bu arada insan, hatta doğada mevcut olmayan yaratıklar kazanılabilece
ğine inanıyordu. O böylelikle bugünkü genetiğin babası olarak karşı
mıza çıkıyor. İnsan benzeri otomatlar yapmak düşüncesi ondan sonra
Ortaçağ'ı ve "rönesans" denen devreyi çok ilgilendirmişti (bk. a.g.e., s.
ı41-142). Cabir'in madde fileminde matematiksel düzene, maddelerin birbirine olan sayısal-ölçülü etkiler esasına dayanan nitelik değişme
lerine karşı olan inancı, onun kimyasının temellerinden birini teşkil
AKADEı\ \İK ARAŞTIRı\ \ALAR DERGİSİ 117
ediyor. O bu temeli denge ölçüleri bilgisi "'ilmü'l-m!zfu:ı" diye adlandı
rıyordu. Mesela mürdesenkin yani kurşun oxidinin etkisiyle sirke ekşi tadını kaybediyorsa, bu sirkenin sayılarla ifade edilebilir bir bileşime
sahip olduğunu gösterir. Bu işte sirkenin değişmesi tesadüfi değildir,
bilakis onun özelliklerine bağlıdır. Böylece maddelerin birbirlerine etkilerinin ölçü esasına dayanmış olınası bütün evrendeki varlıkların
matematiksel bir kanuna tabi oluşu prensibini teşkil eder diyordu (bk.
a.g.e., s. ı45-146).
Bilimler tarihine Cabir'le gelen veya Cabir'de bilimsel ve bariz ifa- desini bulan verilerin ancak birkaçını ve çok kısa bir şekilde anmakla sizlere de sadece çok sınırlı bir izlenim kazandırmayı hedefledim. Daha
geniş bir tanıhm bu konferansımın dar zaman sınırları içinde düşünü
lemezdi. Ama bazılarınızın, belki de çoğunuzun zihninde "Bu kadar erken bir evrede, bu kadar yeni ve enteresan fikirlerle bir insanın orta- ya çıkmış olmasını kabullenmek zor olınaz mı?" şeklinde haklı bir soru
çıkabilir. Bana elli yıldan beri gittikçe inandırıcı olarak görünen cevabı
en kısa bir şekilde şöylece ifade edeceğim: İslam'ın Hindistan'dan Pi- rene dağlarına kadar uzanan sınırları içerisinde yaşayan kültür mer- kezlerinde, yavaş da olsa Yunanlılar' dan sonra gelişen bilimsel veriler önce Suriye daha sonra da Irak'ta yeni bir kıvılcım merkezi bulmuştu.
Bu büyük coğrafi alanın bilim taşıyıcıları bu yeni dinde birbirinden öğ
renmek, birbirlerini etkilemek için çok olumlu şartları sağlamışh. Be-
şerin birkaç binyıldan beri
geliştirdiği bilimlerde yeni bir merhalesinin başlaması
için müsait yeni bir muhit
doğmuştu. Bu şartlar içinde çok yüksek kabiliyetli bir in- san, devri için mümkün olan yeni sentezlere, yeni teorilere
ulaşabilirdi. Bu insan Cabir b. Hayyfu:ı'dıC2).
Yabancı kültür merkezle- rinden alınan bilimlerin sını
rı genişlemiş ve hızı artmışh
ve artacaktı ve müslümanlar, hristiyan, yahudi ve Sabi!
vatandaşlarının katkılarıyla
IX. yüzyılın ortalarında, çağ
daş bilimlerin her dalında yüzyıllarca sürecek yaratıcı
bir merhaleye gireceklerdi.
118 JOURNAL OF ACADEı'vlIC STUDIES
. o·_:-_:-_,!l,u.JCl~"'ttı-""""""''•'"·""'··
1tLltt'11~~C'111 t."C~llol tı•.Jııı! <:.laıiıttttilıiın'iun.
~ L'l'idi~,J
Fuat Sezgin Yı!: 12, Sayı: 47-48 Kasım 201 O -Nisan 2011
Bu hızın gittikçe artması ve daha çok büyük bir insan grubu tarafın
dan omuzlanmasının diğer büyük bir sebebi vardı, o da İslam'ın bilime çok yüksek bir değer vermiş olmasıydı, bunun çok veciz bir ifadesini Franz Rosenthal'ın (1965) ağzından dinleyelim: "Belki de, kapsamı hızla genişleyen çeviri faaliyetlerini temellendirmek için, müslüman- lara hp, kimya ve pozitif bilimlerle tanışmayı çekici gösteren ne pratik
faydacılık ne de felsefi-teolojik sorunlarla uğraşmalarına sebep olan teorik faydacılık yeterli olabilirdi, eğer İslam dini ta başlangıçtan iti- baren bilimin (ilm) rolünü dinin ve böylece bütün bir insan hayahnın
asıl itici gücü olarak öne sürmemiş olsaydı ... Bilim İslam' da böylesi- ne merkez! bir konuma yerleştirilmiş, hatta neredeyse din! bir saygı görmüş olmasaydı, muhtemelen çeviri faaliyeti, olduğundan daha az bilimsel, daha az sürükleyici ve daha ziyade.yaşamak için pek zaruri
olanı almaya -gerçekte bilinenden farklı bir şekilde- sınırlanmış ola- rak kalırdı. "3
Eski kültür dünyalarından alınan bilim alanlarının hemen hemen hepsinde İslam'ın III., miladın IX. yüzyılının ortalarında yarahcılık merhalesine ulaşılmışh. II. yüzyılda gerçekleşen alma ve özümleme (resepsiyon ve asimilasyon) merhalesinden III. yüzyılın yarahcılığırıa bağlayan sürecin anmadan geçemeyeceğim önemli bir tuhımu var:
Yunanca birçok eser II. yüzyılda ya doğrudan doğruya ya da Süry1iniler
aracılığı ile Arapça'ya çevrilmişti. Bağdat bilim dünyasında bu ilk çevi- rilerin birçoğu yeterli bulunmayarak, ikinci bir çeviri işi gerçekleştiril
mişti. Bu iki merhalenin çevirilerinin birbiriyle karşılaşhnlması, çeviri işinin İslam dünyasında elli ile yetmiş yıl arasında ne yüksek bir düzeye
ulaşhğını ve bilimsel terminolojinin ne yüksek bir gelişme gerçekleştir
diğini gösteriyor. O çeviriler asıllarıyla karşılaşhrılınca insanda bir hay-
ranlık duygusu ve çevirimlerin yüksek filolojik düzeylerine karşı derin bir hürmet doğuyor.
Size bu karşılaşmamız fırsahnda, hümanist ve yorulmak bilmez or- yantalist öncellerimin çalışmalarına dayanarak ve kısmen alhnış yılı ge- çen temasımla. İslam dünyasının biraz tanıdığıma kendimi inandırdığım bilimler tarihindeki büyük yerinin, çok dar bir zaman çerçevesi içinde hakikate biraz yakın bir tablosunu sunabilecek miyim bilemiyorum.
Evvela çok genel tabloyu amaçlayarak birkaç misalin aracılığına tu- tunacağım: Müslümanlar öncellerinden yani her şeyden önce Yurıan
lılar'dan, bir dereceye kadar geç devir Babilonyalılar'ından, Sasarıl
İranlılar' dan ve Hintliler' den aldıkları bilimleri geliştirdiler, yeni bilim- ler ortaya koydular ve Avrupalı ardılları tarafından geliştirilecek veya ortaya konacak bazı bilimlerin yollarını döşediler veya ilk kılavuzları
nı hazırladılar. Çok da sistemli olarak sunmayı başaramayacağım bazı
AKADEı\IİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ 119
misallere gelince: Bilimsel araşhrmalarda teori ve deneyin daha önce Cabir b. Hayyan'da tanıdığımız denge prensibi, III. yani miladl IX. yüz-
yıldan itibaren geleneksel bir prensip haline gelmişti. Bu bir taşıyıcı hayvanın heybesindeki yükün her iki taraftaki ağırlığına benzetiliyordu.
Bu teori ve deneyin el ele işlemesi prensibine IV. yani miladl X. yüzyılın başlarında Farabi tarafından yeni bir gerekli destek ileri sürülmüştü. Bu da tahayyül, hayalde canlandırma idi. Buluşlar evvela hayalde gelişir,
teori haline geçer sonra denenir derdi. İslam bilimlerinin etüdüne ken- dini adamış olan Alman oryantalisti Eilhard Wiedemann 1917 yılında
Edan.gen Üniversitesi'nin rektörlük konferansında, doğa bilimsel araş
hrmalarının temelinin deney olduğu düşüncesinin ilk sahibinin Bah'da XIII. yüzyılda yaşayan Roger Bacan veya XVI. yüzyılın Verulamlı Bacan
olduğu iddiasının ne kadar gerçeğe uymadığını dile getirmişti.
İlk hastahane bilgisi İran'ın güneybahsındaki Cündişapür şehrinden Bağdat'a ulaşmışh. İslam dünyasında süratli bir şekilde yayılma imkanı bulan hastahanelerde hastanın yatak başı müşahedesi bundan böyle
hbbın Yunanlılar'dan sonraki büyük gelişmesine katkıda bulunacaktı.
Bu gelişmelerin sadece ikisini zikredeceğim. Şam'ın Nüreddin Zengi Hastahanesi ile Kahire'nin çok gelişıniş Kalavun Hastahanesi'nde baş
hekimlik yapan İbnü'n-Nefis miladl XIII. yüzyılda küçük kan dolaşımını bulmuştu. Bu XVI. yüzyılda Avrupa'ya ulaşan buluş, 1924 yılına kadar haksız olarak İspanyalı Michael Servetus'un adını taşıyordu.
İkinci misal olarak, m. XIV. yüzyılda Bah Akdeniz mınhkalarında ortaya çıkan veba salgını sebebini üç müslüman tabip, insanların bir- birine dokunmasıyla veya arada dokunulan herhangi bir madde vasıta
·sıyla bulaşhğı sonucuna deneylerle ulaşhklarını anımsıyorum. Bu izaha Avrupa' da birkaç yüzyıl sonra ulaşılmışh.
Astronomi alanından birkaç misal: Müslümanlar hicretin I. yüzyı
lının sonunda miladl VIII. yüzyılın başında dünyanın yuvarlak olduğu gerçeğini Yunanlılar' dan öğrenip kuşkusuz b.ir şekilde benimseınişlerdi.
Miladl VIII. yüzyılın sonlarında Ptoleme'nin hacimli ve zor Almacest'ini Arapça'ya iki sefer tercüme edecek kadar ilerlemişlerdi. Dünyanın ilk
tanıdığı ilk iki rasathaneyi, biri Bağdat'ta biri de Şam' da olmak üzere Halife Me'mfuı kurdurmuştu. Bununla astronomi tarihinde uzun süreli rasatlar çağı başlamışh. Bazan, bilgin halife rasatları kendisi idare edi- yordu. Bu uzun rasatlar ilk önemli meyvesini elli yıl kadar sonra verdi.
Yunanlılar güneş ve dünya yörüngesinde bir en yüksek nokta (apogeon) bir de en kısa nokta (perigeon) olduğunu düşünmüşlerdi. Müslüman- lar bu noktaların sabit değil ileriye doğru kaydıklarını rasatladılar ve
devamlı olarak hesapladılar. Biruni m. XI. yüzyılın başlarında bu kay-
manın değerini diferensiyal hesapla bulmaya çalışıyordu. Aynı yüzyılın
sonunda Endülüs'te Zerkali bu kaymayı 12,9 saniye olarak hesapladı.
120 JOURl-JAL OF ACADE,\ llC STUDIES
Fuat Sezgin Yıl: 12, Sayı: 47-48 Kasım 201 O -Nisan 2011
Modern astronomide bu değer ıı,46 saniye olarak biliniyor. Müslü- manlar zamanla rasathanelere yerleştirdikleri çok büyük sekstantlarla gökyüzü hareketlerini dairenin saniye bölümleriyle ölçebiliyorlardı ve yükseklik ölçülerini dakika ile ölçebilen ilk aleti XI. yüzyılda buldularC3).
Miladi IX. yüzyılda, dünyanın evrenin merkezinde değil herhangi bir
noktasında bulunduğu, dönmekte olduğu, sonsuz olan evrenin içinde sonsuza doğru uçuştuğu görüşlerini ileri sürenler vardı. X. yüzyılda
dünyanın döndüğünü kesin olarak kabul eden astronomlar vardı. İbn Heysem ve Biruni ise uzun münakaşadan sonra dünyanın dönmediği görüşünü tercih ettiler.
Matematik alanından birkaç misal: Müslümanlar İslfun'ın başlan
gıcında parmak hesabını tanıyorlardı. ısa yıl sonra Hintliler'in Sidd- hanta adlı hacimli astronomi ve matematik kitabını Arapça'ya çevirerek Yunan matematiğinde olmayan sıfır rakamını öğrendiler. Miladın IX.
yüzyılının ilk çeyreğinde, cebir denklemlerini aritmetikten ayrı olarak ele alan ilk kitapları yazdılar. Onların ilk cebir ve aritmetik kitapları ayrı ayrı XII. yüzyılda Avrupa' da Latince tercümeleriyle yayıldı, miladi 870 civarında Mahan1 adındaki bir bilgin geometrik bir problemi 3. de- receden bir denkleme çevirdi, fakat denklemi çözemedi.
3. dereceden bir denklemin ilk çözümü bundan elli yıl sonra Ebu Ca'fer el-Hazin adındaki büyük astronom ve matematikçiye nasip oldu.
4. dereceden bir denkleme ve çözümüne miladi XI. yüzyılın başların
dan itibaren rastlıyoruz. Aynı yüzyılın ikinci yarısında Ömer Hayyam
adındaki astronom ve matematikçi çözüm metotları çoğalan 3. derece denklemlerin sistematik bir sunumunu gerçekleştiriyor. Bu sistema-
tikleştirme işini 4. dereceden denklemlerde XV. yüzyılda Gıyaseddin
el-Kaş! başarıyor. Entegral matematikle çalışmaya İsiam dünyasında
(3) Yıldız yüksekliklerini dakikalarla ölçebilen alet
AKADElvlİK ARAŞTIR,vlr\Lr\R DERGİSİ 121
miladi IX. yüzyılda başlandı. Oldukça gelişmiş bir düzeyle XV. yüzyılın
ilk çeyreğinde Gıyaseddin el-Kaş1'nin geometrik olmayan hacimleri ölç- me çabalarında karşılaşılıyor. İlk diferensiyal hesaplama işini Blrı1n1 XI.
yüzyılın ilk çeyreğinde denemişti.
Bir daire yayının yarıçapa oranı anlamında Yunanlılar'da başlayan
basit bir düzlem trigonometrisi bilgisini biraz gelişmiş bir şekilde müs- lümanlar Hintliler'den aldılar. Onu birkaç yüzyıl içerisinde hemen he- men son gelişme sınırlarına kadar ulaştırdılar. Küresel trigonometrinin ilk formüllerini, yani küresel bir üçgenin açılarından kenarlarının he-
saplanmasını üç büyük bilgin Abü'l-Vefü, Hucendl ve Ebu Nasr b. Irak miladl X. yüzyılın ikinci yarısında başarmışlardı. XI. yüzyılın başlarında
Blrftnl adı geçen üç hocasının sonuçlarına dayanarak küresel trigonomet- riyi astronominin bir dalı değil de ayrı bir dal olarak geliştirdi. Küresel ve düzlem trigonometrisini XIII. yüzyılda Naslriiddln-ı Tus! ilk defa bağım
sız bir disiplin olarak ortaya koydu. Bunun haksız olarak Alman bilgini Regiomontanus'a mal edildiği gerçeği ı900 yılından beri biliniyor.
Optiği deneysel temellere dayanan bir bilim dalı olarak XI. yüzyılda
İbnü'l-Heysem Kitabü'l-Menô.zır'ın da tanıttı. Bu kitap XIX. yüzyıla ka- dar Avrupa'da geliştirilecek
olan optiğin temel kaynağı
idi.
İbnü'l-Heysem, deneyle- rinde kristalden bir büyüteci ilk kullanan bilgindi. Benim
·birkaç yıl evvel kaybettiğim
dostum Matthias Schramm, İbnü'l-Heysem hakkındaki paha biçilmez eserinde şöy
le diyordu: "Ibnü'l-Heysem
doğa bilimine yeni bir bakış
ve onu Yunanlılar'ın doğa araştırmalarından açıkça ayıran, Galile dönemini aşa
rak modern deneysel fiziğe bağlayan metodu ilk getiren kimsedir."
( 4) Işınların ilerleyiş hareke- ti (Kemfileddin el-Faris!, Tenldh, Haydarabad, II;
Resim ı92).
122 JOURNAL OF ACADEı\;\I( STUDIES
Fuat Sezgin Yıl: 12, Sayı: 47-48 Kasım 201 O -Nisan 2011
Şunu da ilave edeyim ki, İbnül-Heysem'in uğraşıp da bulamadığı gökkuşağının modern izahını, onun kitabının çok mükemmel bir şerhi
ni XIII. yüzyılda yapan Kemaleddin el-Farisi bulmuştu. Gökkuşağının ışığın su damlası içinde iki defa kırılıp, bir veya iki defa yansımasıyla oluştuğunu deneysel olarak ispatlamıştı. C4) Onun bu deney sonucu çok
kısa bir zaman sonra Avrupa'ya ulaşma, başka bulucular adı altında gü- nümüze kadar yayılma şansına kavuşmuştu.
Şimdi diğer birçok alanı bir tarafa bırakarak coğrafyadan birkaç söz edeceğim. Son yirmi altı yılda bu alanı tanımaya, öğrendiklerimi İslam bilimler tarihini ele alan kitabımın ·son altı cildinde yansıtmaya çalıştım.
Müslümanlar coğrafya biliminin üç büyük alanından biri olan "matema- tiksel coğrafya"nın başlangıç bilgilerini her şeyden evvel Yunanlılar' dan
aldılar. Bu, yeryüzünü enlem ve boylam derecelerine göre kağıda veya herhangi bir vasata nakletmek esasını hedefliyordu. Bu işte en çok zor olan boylam derecelerini ölçmekti. Yunanlılar' dan sadece ay tutulma-
larına dayanan, çok hatalı sonuçlar veren bir metotla, sadece bir boy- lam derecesi müslümanlara ulaşmıştı. Onlar Ptoleme'nin coğrafyasını
Arapça'ya çevirdikten sonra yüzlerce boylam ve enlem dereceleri ölç- meye koyuldular. XI. yüzyılın başlarında sferik trigonometri ölçülerine dayanan bir metotla B1rUn1 Gazne ile Bağdat arsındaki altınış kadar ye- rin boylam ve enlem derecelerini iki yıl süren bir çaba ile buldu.Cs)
al·lskandariya (Alexandria)
', Balh 'e (Barch)\
Raiy (Rey) '
'..Gazna ,-' (Ghazni)
----Sira~ __ ... ----'eust
'(Sc~~~L-e--- Zaranğ
(5) B1rUn1 tarafından XI. yüzyılın ilk çeyreğinde arşınlanan mesafeler ve astronomik olarak ölçülen enlemler vasıtasıyla Bağdat ile Gazne ara-
sındaki yaklaşık altınış yerin boylam derecelerini hesaplamaya yönelik
yapılan çalışmanın şematik sunumu
AKADEı'v\İKARAŞTIRı'vWAR DERGİSİ 123
İki yer arasındaki enlem farkını rasat yoluyla ve mesafeleri arşın ar-
şın ölçerek sferik bir üçgenin kenarlarını elde ediyor, böylece boylam farkını buluyordu. C6) Onun gerçeğe çok yakın sonuçlarının biraz daha iyisini modern coğrafya XI ve :XX. yüzyıllarda tanıyordu. Blrı1n1 bütün bu gayretlerden sonra matematiksel coğrafyanın ilk ve bilinen tek te- mel kitabını yazdı. Müslümanlar Blrı1n1' den sonra boylam derecelerinin ölçümü için üç yeni metot daha buldular.
Kuzey Kutbu
\
Ekvator
(6) Blrı1n1'nin boylam derecelerini ölçme metodu
Coğrafyanın ikinci dalı olan kartografyaya gelince, müslümanlar
Yunanlılar'ın dünya haritasını IX. yüzyılın ilk çeyreğinde tanıdılar. Bu tasavvura göre Hint Okyanusu ve muhtemelen Atlas Okyanusu kapa-
lı göller idiler. Bu tasavvurdan ve Arapça'ya aktarılan Ptoleme coğraf
yasının çevrilmesinden sonra Halife Me'mfın yetmiş kadar bilgini bir dünya haritası yapmak ve bir dünya coğrafyası yazmakla vazifelendirdi.
O harita kaybolmuştu. ı983 yılında İstanbul kütüphanelerine ulaşan tek nüshası ile karşılaştım. C7) Bu, büyük kısmı ölçülen enlem ve boylam derecelerine dayanan ilk haritaydı. Bununla başlayan gelişme XVII.
yüzyılın sonuna kadar devam edecekti. Gelişmenin son yüzyıllarında Osmanlılar'ın katkısı büyük olmuştu.
124 JOURNAL OF ACADEMIC STUDIES
Fuat Sezgin Yıl: 12, Sayı: 47-48 Kasım 201 O -Nisan 2011
(7) Halife Me'mun'un dünya haritası (miladl 813-833)
Müslümanlar Eski Dünya'yı çok erken tanımaya başlamışlardı. Daha miladl VII. yüzyılda Çin' de, VIII. yüzyılda Madagaskar' da bir Arap top-
luluğu vardı. IX. yüzyılın ikinci yarısında Fas'ın ticaret merkezi haline gelen Massa Limanı'ndan kalkan, Basra civarında yapılan tahtaları dikişli gemiler Afrika'nın güneyinden Çin'in Kanton Limanı'na mal ta-
şıyorlardı. CB)
Daha X. yüzyılın ilk yarısında İberik yarımadasından bahya doğru yol alarak Asya'ya ulaşmak için seferler yapılınışh. Aynı maksatla başka
seferlerin XIII. yüzyılda Bah Afrika sahillerinden yapıldığını biliyoruz.
1420 yılında Hint Okyanusu'ndan kalkıp Karibik adalarına ulaşan
Arap gemisinin gidiş ve dönüş yolunu çok iyi biliyoruz (GAS, XIII, 157 C9l). Onların yaphkları Doğu Brezilya haritasınıCıa) Portekizliler 1511 yı
lında bir müslüman gemisinden ele geçirerek bize kadar ulaşhrdılar (bk.
a.g.e., XIII, 147-149)
AKADElv\İKARAŞTIRMALAR DERGİSİ 125
.Milıuı
(8) Batı Afrika - Çin denizyolu bağlantısı
l:>.:<:""'···~
···... \.
··· ...
···.,·.: ... .
··· ..
,
·•···••··•···•··· ....•.
··· ... \.
·· .. ~... . ...
··=· ... .
(9) İslam dünyasından ı42o'de Amerika'ya varan geminin takip
ettiği yol
126 JOURNAL OF ACADEMIC STUDIES
Fuat Sezgin Yıl: 12, Sayı: 47-48 Kasım 20 l O -Nisan 2011
Müslümanlar tarafından XV. yüzyılda yapılan kısmi Brezilya sahil
haritası
Cava atlasının Portekizce tercümesiyle günümüze ulaşmıştır
Cava atlasındaki Brezilya sahili, kırmızı çizgi ile modern haritaya
nakledilmiştir
AKADEMİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ 12 7
Müslümanlar çok büyük bir ihtimalle X. yüzyılda Avustralya'yı ta-
nıdılar. XII ve XIII. yüzyıllarda Afrika'nın güneyinden Güney kutup ka-
ralarına kadar uzanıyorlardı (bk. a.g.e., XIII, ı64-165). Müslümanların,
dünya haritasını genişletme ve olgunlaştırmaları işine iki ayn başarıla
rının büyük katkısı vardı. Bunlardan biri miladl IX. yüzyıldan itibaren Hint Okyanusu'nda geliştirdikleri bugün tanıdığımız mükemmel pusu- la11 ve yine aynı okyanusta boylam derecelerini ve mesafeleri ölçmede
geliştirdikleri metotları idi. 12
ıı Müslümanların Hint Okyanu- su'nda kullandıkları üçüncü ge-
lişmeme basamak pusulası. Kay- naklara dayanılarak yapılmıştır.
a
A H
a
c
Büyük denizci İbn Macid 'in XV. y
üzyılda icat ettiği en gelişmiş pusu- la tipi. Kaynaklara dayanılarak ya-
pılmıştır.
H' a
C'
H" C"ı2 Açık denizde ekvatora paralel mesafe ölçme
128 JOUR.\!..\L OF ACADElv\IC STUDIES
Fuat Sezgin Yıl: 12, Sayı: 47-48 Kasım 201 O -Nisan 2011
Onların XII. yüzyılda yaptıkları bir harita
13 Kuzey Asya'yı ne kadar erken ve ne kadar iyi tanıdıkları yönünde
insanı dehşete düşürüyor.
13 Günümüze ulaşan en önemli ve en eski Kuzey Asya haritası
Müslümanların haritaları ve enlem-boylam derece cetvelleri XII.
yüzyıldan itibaren Avrupa'ya sık sık ulaştı. Onlar bu haritaları ancak kopya ediyorlar veya bu kopyaler üzerinde, atölyelerinde değişiklikler yapıyorlardı. Dikkatle ölçülen enlem-boylam derecelerine göre harita yapma işi Avrupa' da XVIII. yüzyılda başladı.
Beşeri coğrafyaya gelince, İslam kültür dünyasında bu dalda XVII.
yüzyıla kadar ulaşılan düzeye Avrupa' da XX. yüzyılda rastlanabileceği inancı bende uyanmış bulunuyor.
Çok küçük bir tablosunu çizmeye çalıştığını bilimler X. yüzyıldan
itibaren İspanya, İtalya ve Bizans gibi ana yollardan ve daha birçok
vasıtalarla Avrupa'ya ulaştı.
500 yıl kadar süren bir resepsiyon ve asimilasyon süresinden sonra Avrupa'da XVI. yüzyılda kreativite kendini gösterdi. XVII. yüzyılda Av-
rupalılar kendilerini önderlik durumunda görmeye başladılar; bunu müslümanlar da kabullenmeye başlamışlardı. Ama bu duruma Avru-
palılar nasıl ulaşmıştılar, bunu artık ne Avrupalılar ne de müslümanlar
AKADEı'v\İK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ 129
biliyorlardı. Sunumuma hp tarihçisi Heinrich Schipperges'in ı961 yılın
dan çok veciz bir sözüyle son vereceğim: İslam bilimlerinin Avrupa'ya
taşınması "Yüzlerce yıl çok güçlü etkilerde bulunan ve hfila da etkilerine devam eden, onsuz, modern dünyanın kuruluşunu kavrayamayacağı
mız bir fenomendir."
*
Dipnotlar
Prof. Dr., Frankfurt Üniversitesi; TUBA Şeref Üyesi; İstanbul İslam, Bilim ve Teknoloji Müzesi Kurucusu.
1 F. Sezgin, Geschichte des arabischen Schrifttums (bundan böyle GAS olarak la-
saltılacaktır) IX, Leiden ı984, 31-32.
2 a.g.e, IV, Leiden ı971, 74.
(2) İslam dünyasında kimyayı bir bilim dalı olarak kuran Cabir b. Hayyfuı'ın (m.
8. yüzyıl) Latince'de Geber adı altında bir idealleştirilmiş portresi. Bu resim, Florenz'deki Biblioteca Laurenziana Kütüphanesi'nde bulunan yazmadan alın
mıştır (Codex lat. Aslı- burnhaın ıı66)
3 bk. F. Sezgin, Wissenschaft und Technik im Islam, I, Frankfurt 2003, s. 5.
ABSTRACT
A Review of the History of Islaınic Science and Technology
Following its inception in the 7th Century, Islaın spread rapidly in a short time to large territories from Spain to India. Likewise, there were significant develop- ments in the Islamic world within military industry, science and arts. Muslims be- nefitted from the scientific knowledge of the Greek, Sasanians and even Indians through translations. However, they also developed scientific information they acquired to produce magnificent works. A huge renaissance took place in the Is- lamic world during the Middle Ages. For instance, scientists such as Cabir bin Hay- yan, İbnü'n-Nefis, Biruni and İbn Heysem brought about innovations that can be called scientific and technologic revolutions. The Western world benefitted from these breakthroughs very much. Muslim scientists alsa contributed considerably to chemistry, astronomy, mathematics, medicine and cartography. While benefitting from the inventions and works produced by the Muslim scientists, they did not wish to give reference to them.
Key Words: Science, technology, history of science, islamic science, invention, medicine, mathematics, astronomy, cartography, chemistry,
observatory
130 JOURı'IAL OF ACADEı'-'llC STUDIES