• Sonuç bulunamadı

Siklofosfamid ile indüklenen sıçan prematüre ovaryan yetmezlik modelinde dental pulpa kaynaklı mezenkimal kök hücrelerin etkisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2023

Share "Siklofosfamid ile indüklenen sıçan prematüre ovaryan yetmezlik modelinde dental pulpa kaynaklı mezenkimal kök hücrelerin etkisi"

Copied!
98
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

KÖK HÜCRE ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ

SİKLOFOSFAMİD İLE İNDÜKLENEN SIÇAN PREMATÜRE OVARYAN YETMEZLİK MODELİNDE

DENTAL PULPA KAYNAKLI MEZENKİMAL KÖK HÜCRELERİN ETKİSİ

Münevver KAHRAMAN

Denizli, 2022

(2)

T.C.

PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

SİKLOFOSFAMİD İLE İNDÜKLENEN SIÇAN

PREMATÜRE OVARYAN YETMEZLİK MODELİNDE DENTAL PULPA KAYNAKLI MEZENKİMAL KÖK

HÜCRELERİN ETKİSİ

KÖK HÜCRE ANABİLİM DALI YÜKSEK LİSANS TEZİ

Münevver KAHRAMAN

Tez Danışmanı: Doç.Dr. Nazlı ÇİL

Denizli, 2022

(3)

BİLİMSEL ETİĞE UYGUNLUK

Bu tezin tasarımı, hazırlanması, yürütülmesi, araştırılmalarının yapılması ve bulgularının analizlerinde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini;

bu çalışmanın doğrudan birincil ürünü olmayan bulguların, verilerin ve materyallerin bilimsel etiğe uygun olarak kaynak gösterildiğini ve alıntı yapılan çalışmalara atfedildiğini beyan ederim.

Adı Soyadı: Münevver KAHRAMAN İmza:

(4)

ÖZET

SİKLOFOSFAMİD İLE İNDÜKLENEN SIÇAN PREMATÜRE OVARYAN YETMEZLİK MODELİNDE DENTAL PULPA KAYNAKLI MEZENKİMAL KÖK

HÜCRELERİN ETKİSİ Münevver KAHRAMAN Yüksek Lisans Tezi, Kök Hücre AD

Tez Yöneticisi: Doç. Dr. Nazlı ÇİL

Prematüre over yetmezliği (POY), kadınlarda 40 yaşından önce, amenore, hipergonadotropik serum seviyesi, hipoöstrojenizm ve graaffolikül eksikliği gibi semptomlarla kendini göstermektedir. Kök hücreler, POY tedavisinde yeni bir terapötik ajan olarak ilgi çekmektedir. Dental pulpa kaynaklı mezenkimal kök hücreler (DP-MSC) elde edilmesi diğer kök hücre kaynaklarına göre non-invazivdir ve etik kaygılar barındırmaz. Çalışmada amacımız, siklofosfamid (CTX) ile indüklenen POY hayvan modelinde DP-MSC’ lerin ovaryum dokusunda etkisini değerlendirmek ve Wnt/β- katenin yolağı üzerinde görmektir.

Otuz iki adet Wistar Albino erişkin dişi sıçan rastgele olarak 4 gruba ayrıldı.

Kontrol Grubu (K)’na hiçbir işlem uygulanmazken, Sham Grubuna (S) intraperitoneal olarak 14 gün boyunca serum fizyolojik uygulandı. POY Grubunda (POY) ilk gün 200mg/kg CTX ve devam eden 14 gün boyunca 8 mg/kg CTX intraperitoneal olarak uygulanarak POY oluşturuldu. MSC Grubuna (MSC) ise POY modeli oluşturulmasını takiben sıçan başına 2x106 olarak insan kaynaklı DPMSC overe lokal olarak uygulandı.

FSH, LH ve AMH seviyeleri ELİZA yöntemiyle belirlendi. Ovaryuma histopatolojik analizler yapıldı.

POY grubunda FSH değeri Sham grubuna istatistiksel olarak daha yüksek bulunmuştur. Primordial, primer, sekonder ve tersiyer folikül sayımına göre MSC grubunda POY grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek saptanmıştır. Wnt-1 ekpresyonu POY dışında tüm gruplarda primordial foliküllerde kuvvetli ekspresyon göstermiştir. Wnt-4 ekspresyonu kontrol, sham ve MSC gurubunda pozitif izlenirken POY grubunda reaksiyonun negatif olduğu bulunmuştur.

Sonuç olarak İnsan DP-MSC’leri ovaryumda folikül sayısını korumuş ve ovaryum fonksiyonlarını Wnt/β-katenin sinyal yolu üzerinden düzenlemiştir. Bizim çalışmamız DP-MSC’lerin POY hastalarında over yapısının ve işlevlerinin korunduğunu gösteren ilk çalışmadır. Bununla birlikte bu deneysel çalışmanın devamı olarak deneysel ve klinik çalışmalarla gebelik geliştirme potansiyellerine bakmak çalışmanın etkinliğini arttıracaktır.

Anahtar Kelimeler: Siklofosfamid, Premature Over Yetmezliği, Kök Hücre, Wnt-Beta Katenin Yolağı.

Bu çalışma, Pamukkale Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinatörlüğü tarafından (Proje no: 2021SABE023) desteklenmiştir.

(5)

ABSTRACT

THE EFFECT OF HUMAN DENTAL PULP MESENCHYMAL STEM CELLS IN CYCLOPHOSPHAMIDE-INDUCED PREMATURE OVARIAN FAILURE RAT

MODEL

Münevver KAHRAMAN M. Sc. Thesis in Stem Cell Supervisor: Assoc. Prof. Dr. Nazlı ÇİL

Premature ovarian failure (POF) presents itself with symptoms such as amenorrhea, hypergonadotropic serum level, hypoestrogenism, and graaffollicular deficiency in women before the age of 40. Stem cells are of interest as a new therapeutic agent in the treatment of POF. Obtaining dental pulp-derived mesenchymal stem cells (DPMSC) is non-invasive compared to other stem cell sources and does not have ethical concerns. Our aim in the study is to evaluate the effect of DPMSCs in the ovarian tissue in the animal model of cyclophosphamide (CTX)-induced POF and to see it through the Wnt/β-catenin pathway.

Thirty two Wistar Albino adult female rats were randomly divided into 4 groups. Control Group (K), Sham Group (S) were administered saline intraperitoneally for 14 days. In the POY Group (POY), POY was created by intraperitoneally administering 200mg/kg CTX on the first day and 8mg/kg CTX for the next 14 days. In the MSC Group (MSC), after the POY model was established, 2x106 human DPMSC was applied locally to the ovary per rat. FSH, LH and AMH levels were determined by ELISA method.

Histopathological analyzes of the ovary were performed.

FSH value was statistically higher in the POY group than in the Sham group.

Primordial, primary, secondary and tertiary follicle counts were found to be significantly higher in the MSC group than in the POY group. Wnt-1 expression showed strong expression in primordial follicles in all groups except POY. Wnt-4 expression was positive in the control, sham and MSC groups, while the reaction was negative in the POY group.

As a result, Human DPMSCs preserved the number of follicles in the ovary and regulated ovarian functions via the Wnt/β-catenin signal pathway. Our study is the first to show that ovarian structure and functions are preserved in POF patients with DPMSCs. However, as a continuation of this experimental study, looking at pregnancy development potentials with experimental and clinical studies will increase the effectiveness of the study.

Keywords: Cyclophosphamide, Premature Ovarian Failure, Stem Cells, Wnt/Beta- Catenin Pathway.

This study was supported by Pamukkale University Scientific Research Projects Fund (Project no: 2021SABE023).

(6)

TEŞEKKÜR

Yüksek lisans eğitimim boyunca ve tezimin her aşamasında değerli tecrübeleri ile destek olan tez danışmanım Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nazlı ÇİL hocama sonsuz saygı ve teşekkürlerimi sunarım.

Tez çalışmam süresince yardımını esirgemeyen ve değerli yorumlarıyla tezime katkı sağlayan Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı Başkanı ve Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülçin ABBAN METE’ye saygı ve sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca cerrahi aşamada yardımcı olan veteriner hekim BARBAROS ŞAHİN’e ve kadın doğum hocalarıma ve asistan doktorlarına teşekkür ederim.

Pamukkale Üniversitesi bünyesinde tanışma fırsatı bulduğum değerli araştırma görevlisi ve yüksek lisans öğrencisi arkadaşlarıma destekleri için teşekkür ederim.

Bugünlere gelmemde büyük katkısı olan canım aileme ve her zaman başaracağıma inanan sevgili eşime teşekkürlerimi sunarım.

Münevver KAHRAMAN Denizli, 2022

(7)

İÇİNDEKİLER

ÖZET ... I ABSTRACT ... II TEŞEKKÜR ... III İÇİNDEKİLER ... IV ŞEKİLLER DİZİNİ ... VI TABLOLAR DİZİNİ ... VII SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ ... VIII

1. GİRİŞ ... 1

1.1.Amaç ... 3

2. KURUMSAL BİLGİLER VE LİTERATÜR TARAMASI ... 4

2.1. Ovaryum Embriyolojisi ... 4

2.2. Ovaryum Histolojisi ... 5

2.3. Oositin Genel Yapısı ... 6

2.4. Ovaryum Folikülleri ve Foliküler Gelişim ... 6

2.4.1. Primordial Foliküller ... 8

2.4.2. Primer Foliküller ... 8

2.4.3. Sekonder Foliküller... 9

2.4.4. Olgun (Graaf) Folikül ... 10

2.5. Ovulasyon ... 11

2.6. Korpus Luteum (Sarı Cisim)... 12

2.7. Menstrual Döngü ... 12

2.8. Ovaryum Fizyolojisi ... 13

2.9. Prematüre Ovaryan Yetmezlik ... 14

2.9.1. Premature Over Yetersizliği Etiyolojisi ... 14

2.9.2. Premature Over Yetmezliğinde Tedavi Stratejileri ... 17

2.10. Kök Hücreler ... 19

2.10.1. Kökenine Göre Kök Hücrelerin Sınıflandırılması ... 21

2.11. WNT Sinyal Yolağı ... 26

2.11.1. Kanonik (β-katenin bağımlı) Wnt Sinyal İletimi ... 27

2.11.2. Kanonik Olmayan Wnt Sinyal İletimi ... 29

3. GEREÇ VE YÖNTEMLER ... 31

3.1. Deney Hayvanları ve Premature Over Yetmezliğinin Oluşturulması ... 31

3.2. İnsan Kaynaklı DP-MSC’lerin Çözülmesi ve Hücre Kültürü ... 31

(8)

3.3. Mezenkimal Kök Hücre Karakterizasyonu ... 32

3.4. POY Hayvan Modeline DP-MSC Uygulanması ... 32

3.5. Ovaryum Örneklerinin Alınışı ... 34

3.6. ELİSA Yöntemi ... 34

3.6.1. AMH Ölçümü ... 35

3.6.2. FSH Ölçümü ... 36

3.6.3. LH Ölçümü ... 37

3.7. Histolojik Teknikler ... 38

3.7.1.Fiksasyon ... 38

3.7.2. Doku Takip Yöntemi ... 38

3.7.3. Hematoksilen-Eozin Boyama Yöntemi ... 39

3.7.4. Folikül Sayımı Yöntemi... 40

3.7.5. İmmunohistokimyasal Boyama Yöntemi ... 41

3.8. İstatistiksel Analiz ... 43

4. BULGULAR ... 44

4.1. Mezenkimal Kök Hücrelerin Karakterizasyonu ... 44

4.2. Hayvan Ağırlıkları Bulguları ... 45

4.3. Serum AMH, FSH ve LH Ölçümleri ... 47

4.4. Folikül Sayımı Bulguları ... 48

4.5. Mikroskobik Bulgular ... 51

4.5.1. Kontrol Grubu ... 51

4.5.2. Sham Grubu ... 53

4.5.3. POY Grubu ... 54

4.5.4. MSC Grubu ... 56

4.6. İmmünohistokimyasal Bulgular ... 58

4.6.1. Wnt-1 Belirtecinin İmmünohistokimyasal Bulguları ... 58

4.6.2. Wnt-4 Belirtecinin İmmünohistokimyasal Bulguları ... 59

4.6.3. β-katenin Belirtecinin İmmünohistokimyasal Bulguları ... 61

5. TARTIŞMA ... 63

6. SONUÇ ... 72

7. KAYNAKÇA ... 73

EKLER………...….86

(9)

ŞEKİLLER DİZİNİ

Sayfa

Şekil 2.2.1. Ovaryumun kortikal bölge ve medular bölgesini gösteren fotomikrograf…..5

Şekil 2.4.1. Foliküllerin farklı gelişim evrelerindeki kesit görüntüsü …………...…………7

Şekil 2.4.1.1. Primordial folikül ve primer folikül ………..8

Şekil 2.4.3.1. Over kesitinde bulunan sekonder folikül………10

Şekil 2.4.4.1. Ovaryum korteksinde bulunan graaf folikül ……….11

Şekil 2.7.1. Mensteruel Siklus Boyunca Meydana Gelen Değişiklikler……… 13

Şekil 2.10.1.2.2.1.1. Dental kök hücreler………..26

Şekil 2.11.1.1.1. Kanonik (β-katenin bağımlı) Sinyal Yolağının İnaktif Formu ………...28

Şekil 2.11.1.2.1. Kanonik (β-katenin bağımlı) Sinyal Yolağının Aktif Formu ………..…29

Şekil 3.4.1. Uygulama Öncesi Hazırlık………..…33

Şekil 3.4.2. Mezenkimal Kök Hücrelerin Ovaryum İçine Enjeksiyonu……….…….33

Şekil 3.5.1. Ovaryum örneklerinin in vivo alınışı………..34

Şekil 4.1.1. İnsan DP-MSC’lerin Flow Sitometri Bulguları……….…….44

Şekil 4.1.2. İnsan DP-MSC’lerin adipojenik, osteojenik ve kondrojenik dokulara farklılaşması………...…45

Şekil 4.2.1. Gruplara ait deney başlangıç ağırlıkları ve deney bitiş ağırlıklarının karşılaştırılması……….…….……..46

Şekil 4.3.1. Deney gruplarına ait serum AMH, FSH ve LH düzeylerinin karşılaştırılması……….……47

Şekil 4.4.1. Deney gruplarına ait primordial, primer, sekonder, tersiyer, atretik, korpus luteum ve kistik folikül sayısının karşılaştırması………..…51

Şekil 4.5.1.1. Kontrol grubuna ait over kesiti………..…….…….52

Şekil 4.5.2.1. Sham grubuna ait over kesiti…..………53

Şekil 4.5.2.2. Sham grubuna ait over kesiti……….………….54

Şekil 4.5.3.1. POY grubuna ait over kesiti………55

Şekil 4.5.3.2. POY grubuna ait over kesiti………....55

Şekil 4.5.4.1. MSC grubuna ait over kesiti………57

Şekil 4.6.1.1. Gruplardaki ovaryum dokusunda Wnt-1 ekspresyonu………....58

Şekil 4.6.2.1. Gruplardaki ovaryum dokusunda Wnt-4 ekspresyonu………...….60

Şekil 4.6.3.1. Gruplardaki ovaryum dokusunda β-katenin ekspresyonu………...61

(10)

TABLOLAR DİZİNİ

Sayfa

Tablo 2.9.1.1. Premature over yetmezliğinin nedenlerine göre sınıflandırılması………15 Tablo 3.6.1.1. Doku Takibi Basamakları ve Yapılan İşlemler………....…………38 Tablo 3.7.3.1. Hematoksilen-Eozin Boyama Yöntemi Basamakları ve Yapılan

İşlemler………...39 Tablo 3.7.4.1. Foliküllerin sınıflandırılmasında kullanılan kriterler ...………41 Tablo 4.2.1. Gruplara ait deney başlangıç ağırlıkları, deney sonundaki vücut ağırlıkları ve vücut ağırlığı değişikliklerinin karşılaştırılması………...….46 Tablo 4.3.1. Deney gruplarına ait serum AMH, FSH ve LH düzeylerinin karşılaştırılması……….47 Tablo 4.4.1. Deney gruplarına ait primordial, primer, sekonder, tersiyer, atretik, korpus luteum ve kistik folikül sayılarının karşılaştırılması………..…50 Tablo 4.6.1.1. Wnt-1’in folikül oosit ve granüloza hücrelerinde gruplararası dağılımı……….…….59 Tablo 4.6.2.1. Wnt-4’in folikül oosit ve granüloza hücrelerinde gruplararası dağılımı………..60 Tablo 4.6.3.1. β-katenin’in folikül oosit ve granüloza hücrelerinde gruplararası dağılımı………...62

(11)

SİMGELER VE KISALTMALAR DİZİNİ

°C: Santigrat derece µl: Mikrolitre

AMH: Anti mülleriyan hormon Bu: Busulfan

CTX: Siklofosfamid

DHEA: Dehidroepiandrosteron

DMEM: Dulbecco’s Modified Eagle Medium E2: Östrojen

ELISA: Enzyme-linked immunosorbentassay

ESHRE: Avrupa İnsan Üreme ve Embriyoloji Topluluğu FBS: Fetal Bovine Serum

FSH: Folikül stimule edici hormon Fz: Frizzled

GnRH: Gonadotropin salgılatıcı hormon H&E: Hematoksilen-Eozin Boyama HKH: Hematopoetik kök hücre HRT: Hormon replasman tedavisi

ISCT, UHTD: Uluslararası Hücresel Tedavi Derneği IVF: İn vitro fertilizasyon

Kİ-MSC: Kemik iliği mezenkimal kök hücresi LH: Luteinize edici hormon

MSC: Mezenkimal kök hücre ml: Mililitre

PBS: Fosfatla tamponlanmış tuz çözeltisi POY: Prematüre over yetmezliği

SSPS: Sosyal bilimler için istatistik paketi VEGF: Vasküler endotelyal büyüme faktörü μl: Mikrolitre

(12)

1. GİRİŞ

Prematüre over yetmezliği (POY), ovaryum primordial folikül havuzunun erken tükenmesine bağlı olarak görülen, kısırlığın en yaygın sebeplerinden biridir (Wesevich V, 2020). POY, kadınlarda 40 yaşından önce, en az dört aylık amenore öyküsü, hipergonadotropik serum profil seviyesi, düşük östrojen seviyesi, matür folikül eksikliği gibi semptomlarla kendini gösterir (Hoffman BL, 2016). Avrupa İnsan Üreme ve Embriyoloji Topluluğu (ESHRE), prematüre over yetmezliğini; en az 4 ay oligo/amenore ve yüksek Folikül stimule edici hormon (FSH) düzeyinin 4 haftadan fazla aralıklarla

>25IU/I görülmesi olarak tanımlamaktadır (2016). Klinik muayenede; hipoöstrojenizm, hipergonadotropizm, gelişen foliküllerin eksikliği ve kısmi foliküler olgunlaşma gibi prematüre ovaryan yetmezliğin klasik semptomları görülmektedir. Over dokusunun histopatolojik incelemelerinde önemli ölçüde atrofi ve fibrozis, belirgin foliküler atrezi ve normal foliküler evrelerin (primordial folikül, antral folikül, kumulus ooforus ve matür oosit içeren) yokluğu bulunmaktadır (Liu T, 2016).

POY’in nedenleri genetik, otoimmünite, kemoterapi hasarı gibi birçok karmaşık faktörle ilişkilidir. Bunun yanında POY, idiyopatik olarak da ortaya çıkabilir. Şu anda, POY'in önlenmesi ve tedavisi son derece sınırlıdır. En yaygın olarak kullanılan hormon replasman tedavisi, over fonksiyonunu etkili bir şekilde iyileştirmede yetersizdir. Bu sebeple, POY tedavisi için yeni ve etkili terapötiklere ihtiyaç artmıştır (Fu YX, 2021).

Kök hücreler, kendileri ile benzer hücreler üretebilme kabiliyetine ve çeşitli spesifik somatik hücrelere farklılaşma potansiyeline sahip farklılaşmamış hücreler olarak bilinmektedir. Mezenkimal kök hücreler (MSC'ler), proliferatif kabiliyetine, kendini yenileme ve farklılaşma potansiyeline sahiptir (Spangrude GJ, 2003).Bu hücreler kemik iliği, diş pulpası, kas, sinir, karaciğer, deri olmak üzere insan vücudunun çeşitli yerlerinde elde edilebilir. Bu hücreler, osteoblast, kondroblast, adiposit ve nöron benzeri hücreler gibi diğer hücrelere farklılaşma potansiyeline sahiptir (Shyu WC, 2004). İn vitro çalışmalar, MSC'ler de dahil olmak üzere farklı tipte kök hücrelerin dişi germ hücrelerine farklılaşabileceğini göstermiştir (Danner S, 2007). Bu nedenle, prematüre over yetmezliği doğrudan hücre tedavisi için MSC'lerin uygulanması gelecekte önemli bir seçenektir. Özellikle, MSC'lerin in vitro dişi germ hücrelerine farklılaşma potansiyeline sahip oldukları gösterilmiştir (Lorzadeh N, 2018). Ek olarak

(13)

yapılan deneysel hayvan modellerinde bu hücrelerin tedavi edici etkileri gösterilmiştir (Shyu WC, 2004).

Kök hücreler için yeni bir kaynak olan dental dokular, fibroblast benzeri yapı, mezenkimal kök hücrelere özgü yüzey antijenlerinin ekspresyonu, rejenerasyon yeteneği, farklılaşma kapasitesi ve immünomodülatör özellikler gibi mezenkimal kök hücre özelliklerini sağlamaktadır (Aydin S, 2019). Dental pulpa mezenkimal kök hücreleri (DP-MSC'ler), dental folikül progenitör hücreler (DFPC'ler), apikal papilla (SCAP) kök hücreleri, diş germ kök hücreleri (TGSC'ler), periodontal bağ kök hücreleri (PDLSC'ler), diş dokularından ve ayrıca dökülen süt dişlerinden (SHED) elde edilen kök hücrelerdir. Dental kök hücreler, Stro-1, CD146, CD106, CD90, CD73 CD29 ve CD13 gibi mezenkimal kök hücre belirteçlerini eksprese eder. Ancak CD11b, CD45 ve CD34 gibi hematopoietik kök hücre belirteçlerini eksprese etmezler (Aydin S, 2019).

DP-MSC'ler, diğer kök hücrelerden, kemik iliği kök hücresi (Kİ-KH) ve adiposit kaynaklı kök hücrelerden daha fazla proliferasyon sergiler. Hücresel büyüme eğrisinin analizi, DP-MSC'lerin 3 ila 5 gün arasında log fazında kaldığını ve Kİ-MSC'lerin 10 günlük bir süre boyunca DPSC'lerden daha uzun bir nüfusu ikiye katlama süresinensahip olduğunu göstermektedir. Yapılan BrdU hücre proliferasyonu tahlilinde DP-MSC'lerin Kİ-MSC'lerden daha yüksek proliferasyon yeteneğe sahip olduğu gösterilmiştir (Tsutsui TW, 2020).

DP-MSC'ler üzerine araştırma alanı büyük bir potansiyele sahiptir. Hücreler iyi farklılaşma potansiyeli ve kültürlenmesi kolay özelliklere sahip olmakla birlikte aynı zamanda atılan çekilmiş dişlerden de uygun bir şekilde elde edilebilirler. Kİ-MSC'lerle karşılaştırıldığında, çekilmiş dişlerden DP-MSC'lerin elde edilmesi daha az invaziv ve daha uygulanabilirdir (Shi X, 2020). DP-MSC'ler, kök hücrelerin son teknoloji araştırma alanında ve rejeneratif tıp uygulamalarının geliştirilmesinde umut verici bir hücre popülasyonu sağlamaktadır (Tsutsui TW, 2020). Yakın zamanda yapılan çalışmalarda, insan dental pulpa dokusundan elde edilen mezenkimal hücrelerin, hastalık modellerinde (böbrek, akciğer, beyin, omurilik, karaciğer, kas, kemik, deri, pankreas, göz ve bağışıklık sistemi) nakledildiğinde olumlu sonuçlar göstermiştir (Shi X, 2020).

Wnt sinyalleri embriyo gelişiminin, erişkin dokuların oluşumunun ve bu dokuların homeostazının sağlanmasına ek olarak hücre polaritesi, migrasyonu ve proliferasyonu dahil birçok hücresel fonksiyonların düzenlenmesinde rol oynamaktadır. Yolaktaki aksaklıklar doku boyutunun, düzenlemesinin ve fonksiyonunun anormal olarak değişmesine neden olmaktadır. Hücre içi sinyal transdüksiyonu, β-katenin bağımlı

(14)

(kanonik yol) veya β-katenin bağımsız (kanonik olmayan yol) olarak ayrılmaktadır (Castagnoli L, 2020).

Yapılan bir çalışmada, Wnt yolağının ovaryumda normal işleyiş için temel bir öneme sahip olduğunu ve çok çeşitli fizyolojik süreçleri etkileyebileceğini göstermiştir.

Wnt-1'in, Wnt/β-katenin yolağı aracılığıyla in vitro olarak granüloza hücre proliferasyonunu pozitif olarak düzenlediği gösterilmiştir (Castagnoli L, 2020). Yapılan başka bir çalışmada Wnt/β-katenin yolunun dişi üreme sisteminin büyümesi ve gelişmesi için gerekli olduğunu göstermektedir. Wnt-4'ten yoksun farelerin zayıf over gelişimine ve daha az sağlıklı foliküllere sahip olduğunu bulunmuştur (Naillat F, 2015).

Wnt/β-katenin yolu, FSH ve luteinize edici hormon (LH) tarafından overde steroid kontrolünün üretiminde önemli ölçüde yer almaktadır (Parakh TN, 2006). Ovaryumdaki Wnt/β-katenin sinyal yolunun mekanizmaları son yıllarda giderek odak noktası haline gelmektedir.

1.1.Amaç

Yapılan son çalışmalarda mezenkimal kök hücrelerin prematür ovaryan yetmezlikte ovaryum dokusunu ve folikülleri iyileştirdiği bildirilmiştir. Bizim bu çalışmada amacımız CTX ile indüklenen premature over yetmezliği hayvan modelinde dental pulpa mezenkimal kök hücrelerinin ovaryum dokusunda etkisini değerlendirmek ve Wnt/β-katenin yolağı üzerinde görmektir. Ulaşılması amaçlanan bilgiler ışığında ise prematüre over yetmezliğinde alternatif tedavilerin geliştirilebilmesine katkı sağlaması amaçlanmıştır.

(15)

2. KURUMSAL BİLGİLER VE LİTERATÜR TARAMASI

2.1. Ovaryum Embriyolojisi

Embriyonun genetik ve kromozomal cinsiyeti, genetik olarak döllenme sırasında belirlenmesine rağmen gelişimin 7. Haftasına kadar gonadlar, erkek ya da dişi morfolojik özelliklerine sahip değillerdir. Genital sistemin yapısının her iki cinste de aynı olduğu bu erken dönem farklanmamış evre olarak adlandırılmaktadır.

Gonadlar sölom boşluğunun arka duvarında, genital (gonadal) kabartıların içinde gelişmeye başlarlar. 5. Haftada gonadların üzerini örten dorsal sölom epiteli hücreleri, altındaki mezenşime parmak biçiminde girerek destek hücreleri olan primitif seks kordonlarını oluştururlar. Organın, hücre kordonlarının yer aldığı dış kısmı korteks, iç kısmı ise medulla olarak adlandırılır. Altıncı haftadan sonra medulla ve korteks dişi ve erkekte farklı biçimde gelişmektedir. XX kromozom komleksi taşıyan embriyolarda gonadın korteks kısmı ileri gelişmeye uğrayıp ovaryumu oluştururken, medulla kısmı ise geriler.

Primordial germ hücreleri 4. haftanın başlarında allantoisin başlangıç yerine yakın endodermal hücreler arasında ortaya çıkarlar. Bu bölge embriyonun katlanıp ilkel bağırsağın oluşması sırasında gövde içinde kalır. Bu sırada primordial germ hücreleri arka bağırsağın dorsal mezenteri boyunca göç ederek 6. haftada gelişmekte olan gonadal kordonlara dâhil olurlar (Yürüker S., 2006).

Dişi embriyolarında gonadal gelişim daha yavaş seyir etmektedir. Ovaryum yapısı histolojik olarak 10. hafta dolaylarında ayırt edilebilmektedir. Dişide X kromozumunun ovaryumun gelişmesi için genler içermektedir. İlkel seks kordonları ovaryumun medullasına kadar uzanırlar ve rete ovari’yi oluştururlar. Primordial germ hücrelerinin de içlerinde bulunduğu rete ovari daha sonra dejenere olarak ortadan kalkar ve yerlerini ovaryum medullasını oluşturan damarlı stromaya bırakırlar (Moore KL, 2002).

Erken fötal dönemde gonadın yüzeyini örten epitel çoğalarak kortikal kordonları oluşturur. Primordial germ hücreleri bu kordonların içine karışırlar. Yaklaşık 16. Haftada kortikal kordonlar primordial folikül denilen ayrı hücre gruplarına bölünürler. Her bir hücre grubu ortasında bir oogonyum ile onu çevreleyen tek sıra yassı epitel hücrelerinden oluşur. Fetal dönemde milyonlarca oogonyum sık mitozla bölünerek

(16)

çoğalırlar ve primordial foliküller oluşur. Postnatal dönemde oogonyumların mitozu durur ve yeni primordial folikül oluşmaz (Yürüker S, 2006). Doğumdan sonra germinal epitel düzleşir ve ovaryumun hillusunda periton mezoteli ile devam eder. (Moore KL, 2002).

2.2. Ovaryum Histolojisi

İnsanlanlarda ovaryumlar a. iliaca interna ile a. iliaca externa arasında bulunan, pelvis yan duvarındaki fossa ovaricaya yerleşmiştir. Puberteye kadar bütünüyle periton ile örtülüdürler, puberteyle birlikte peritoneum vasfını kaybeder ve dışarı atılan olgun ovum hücreleri nedeniyle delikli bir hal almaktadır (Karakoç L. ve ark., 2019).

Ovaryumlar, yaklaşık 3 cm uzunluk, 1,5 cm genişlik ve 1 cm kalınlığında badem şeklinde yapılardır. Yüzeyleri tek katlı yassı epitel ya da kübik epitel (germinal epitel) ile kaplıdır. Germinal epitelin altında, ovaryumun beyazımsı rengini veren ve tunika albuginea olarak adlandırılan bağ dokusu katmanı yer almaktadır. Tunika albugineanın altında oositleri içeren ovaryum foliküllerinin bulunduğu korteks yer almaktadır.

Foliküller, kortikal bölgenin stroması içine gömülüdür. Ovaryumun en iç kısmı olan medulla bölgesi gevşek bağ dokusu içinde zengin bir damar yatağı içeren yapıdır.

Korteks kısmı medullayı çevreleyerek ovaryumun periferik bölgelesinde yer almaktadır.

Korteks, selüler bağ dokusu içine gömülü ovaryum foliküllerini içermektedir. Ovaryum bölümleri histolojik olarak birbirinden farklılık göstermekle birlikte korteks ve medulla bölgeleri arasında kesin bir sınır bulunmamaktadır (Junqueira L. ve ark., 2003).

Şekil 2.2.1. Ovaryumun kortikal bölge ve medular bölgesini gösteren fotomikrograf.

H&E boyama (Junqueira L. ve ark., 2003).

(17)

Ovaryum korteksi organın dış ve işlevsel bölümüdür. Çeşitli gelişim aşamasındaki folikülleri ve korpus luteumu içermektedir. Puberteden önce kortekste primordial foliküller bulunurken puberteden sonra primer, sekonder ve antral foliküller bulunur. Seksüel olgunluk döneminde bu foliküllere ek olarak korpus luteum ve atretik foliküller bulunur. Menopoz döneminde ise folikül sayıları oldukça azalır. Korteks stromasında kollajen, elastik lifler ve lif ağları ve stroma hücreleri bulunur. Stroma hücreleri fibroblastlardan farklı olarak teka interna hücrelerine dönüşebilen hücrelerdir (Kierszenbaum A.L ve ark 2006).

Ovaryum medullası kan, lenf damarları ve sinir ağlarından zengin olan açık renkli iç bölgedir. Medulla oksidasyon enzimlerini ve diğer enzimleri içeren hücreler bulunur; bunların sayıları yaşla birlikte artar, menopozda ise %80 oranında bulunurlar (Junqueira L. ve ark., 2003).

2.3. Oositin Genel Yapısı

Foliküler gelişimin erken aşaması olan oositler; büyük, eksentrik yerleşimli, çekirdekçiği belirgin ve yaygın kromatin içeren veziküler tipte çekirdeğe sahiptir. Birinci mayoz bölünmenin profaz aşamasındaki oositin germinal vezikül (GV) adı verilen büyük çekirdeği ışık mikroskobunda net olarak seçilebilmektedir (Inoue A. ve ark.

2007). Oosit golgi aygıtı ve çok sayıda mitokondri ile çevrelenmiştir. Perinüklear yerleşimli olarak, merkezde golgi aygıtı ve çevresinde mitokondriler dışında endolazmik retikulum, lizozomlar ve granülofibriler yapıların da içinde bulunduğu bir organel topluluğu bulunmaktadır (Moore K ve ark. 2002). Enerji ihtiyacını karşılamak için, glikojen granülleri, lipid damlacıkları ve fibröz yapıları içeren sitoplazmik inklüzyonlar ooplazmada dağılmış şekilde bulunmaktadır (Niimura S ve ark. 2004).

2.4. Ovaryum Folikülleri ve Foliküler Gelişim

Ovaryum folikülü, bir ya da daha fazla folikül hücresi ya da granüloza hücresi katmanıyla çevrili olarak bir oosiit içerir. Fetal yaşam sırasında oluşan foliküller (primordial foliküller) ise tek sıralı yassı folikül hücreleriyle çevrili olarak bir primer oosit içerir. Bu foliküller kortikal bölgenin en üst katmanında yer almaktadır. Primordial folikülün içindeki oosit yaklaşık olarak 25 µm çapında, küre şeklinde bir hücredir. Büyük bir nükleusu ve büyük bir nükleolusu bulunmaktadır. Bu hücreler, mayoz bölünmenin birinci profaz evresinde yer almaktadır. Sitoplazma içerisinde bulunan organeller nükleusa yakın olarak küme oluşturma eğilimi gösterirler. Sitoplazmada çok sayıda

(18)

mitokondri, birkaç Golgi kompleksi ve endoplazmik retikulum sarnıçları yer almaktadır (Junqueira L. ve ark., 2003).

Folikül gelişiminde ilk farklanma; primordial folikülün primer foliküle farklılaştığı aşamadır. Folikül gelişirken oositte, foliküler hücrelerde ve komşu stromada değişiklikler olmaktadır. Foliküler hücreler ilk olarak yassı hücreden kübik hücreye dönüşür (Eşrefoğlu M, 2004).Oosit ve çevresindeki foliküler hücreler arasında homojen, oldukça koyu boyanan, asidofilik ve kesintisiz bir tabaka olan zona pelusida bulunur (Moore K ve ark. 2002).

Oogenezin erken aşamaları fetal hayatta gerçekleşmektedir. Bu dönemde çok sayıda mitotik bölünme sayesinde oogonyumların sayısı artmaktadır. Doğumda mevcut halde olan oositler gelişimin birinci mayotik bölünmesinde arreste uğramaktadır.

Puberte döneminden itibaren küçük bir primordial folikül grubunda, foliküler büyüme olarak adlandırılan süreç başlar (Ross ve Pawlina 2011).

Gelişim evrelerine göre histolojik olarak 3 tip ovaryum folikülü tanımlanmıştır:

primordial foliküller, gelişmekte olan foliküller (primer ve sekonder folikül olarak alt gruplara ayrılır) ve olgun (graaf) folikülleri olarak adlandırılmaktadır (Ross ve Pawlina 2011).

Şekil 2.4.1. Foliküllerin farklı gelişim evrelerindeki kesit görüntüsü (Britannica E,2013).

(19)

2.4.1. Primordial Foliküller

Foliküler gelişimin en erken aşaması olup, primordial foliküller ilk olarak fetal gelişimin üçüncü ayında ortaya çıkmaktadır. Primordial foliküllerin erken gelişim aşamaları gonadotropin uyarımından bağımsızdır (Ross ve Pawlina 2011). Primer oosit ve onu çevreleyen yassı tek tabakalı foliküler hücrelerden oluşmaktadır (Gartner ve Hiatt 2007) (Şekil 2.4.1.1). Folikül hücrelerin dış yüzeyi bazal lamina ile sınırlanmış olarak bulunur. Folikülün iç kısmında bulunan oosit 30 μm çapında ve iyi biçimde sağılmış kromatin ve nükleolus içeren çekirdeğe sahiptir. Ooplazma olarak adlandırılan oosit sitoplazması Balbiani cisimciği içermektedir. Balbiani cisimciği, golgi membranları ve vezikülleri, endoplazmik retikulum, birçok mitokondriyum ve lizozomlardan meydana gelmektedir (Ross ve Pawlina 2011).

Şekil 2.4.1.1. Primordial folikül ve primer folikül A: Primordial folikül, yassı granülosa hücre tabakası (←), oosit (↓), B: Primer folikül, kübik granülosa hücre tabakası (→), H&E, Bar 50μm.

2.4.2. Primer Foliküller

Puberteden itibaren bazı foliküller büyüme evresine girerler. Bir primordial folikül, büyümekte olan folikül haline gelirken oositte, folikül hücrelerinde ve komşu stromada değişiklikler meydana gelmektedir. İlk olarak oosit büyür ve etrafını saran yassı folikül hücreleri kübik şekil alır (Şekil 2.4.1.1). Folikül hücrelerinin kübik bir hal aldığı bu evrede folikül, primer folikül olarak tanımlanmaktadır (Ross ve Pawlina, 2011).

Primer oositin çapı büyümüş nükleusu ile birlikte 100-150 μm çapa ulaşır (Gartner ve Hiatt 2007). Oosit büyürken spefifik proteinler salgılamaktadır ve bu proteinler bir araya

(20)

gelerek ekstraselüler bir kılıf olan zona pellusidayı oluşturmaktadır. Hızlı bir mitotik çoğalma ile oositin etrafında bulunan tek tabakalı folikül hücreleri membrana granülozayı (stratum granülozum) oluştururlar (Ross ve Pawlina, 2011).

2.4.3. Sekonder Foliküller

Sekonder foliküller sıvı içeren antrum ile karakterizedir. Oosit ve folikül gelişiminde FSH, büyüme farktörleri ve kalsiyum iyonları (Ca+2) gibi çeşitli faktörler gerekmektedir (Ross ve Pawlina, 2011). Folikül epiteli ve çevresinde bulunan stroma, foliküllerin olgunlaşması ile bağlantılı olarak hem hiperplaziye hem de hipertrofiye uğrar. Bu komponentler solid, multilaminar özellikte olan sekonder folikülü oluşturur.

Folikülde bulunan granüloza hücreleri mitoz ile çok katlı bir duruma gelmektedir.

Granuloza hücrelerinin oluşturdukları bu çok katlı epitelyum, stratum granulozum olarak adlandırılmaktadır. Bu tip foliküllere ayrıca multilaminar primer folikül de denilmektedir (Junqueira 2003, Sternberg SS. 1997). Granüloza hücrelerinin arasında bulunan likör folikülü biriktikçe kavite birleşir ve antrum adı verilen hilal biçiminde tek bir kavite oluşur. Folikül artık sekonder folikül veya antral folikül olarak tanımlanır. 125 μm çapa sahip oosit daha fazla büyümez. Büyüme inhibisyonu, granüloza hücreleri tarafından antral sıvı içerisine salgılanan 1-2 kilodalton ağırlığındaki bir peptid olan oosit maturasyon inhibitörü (OMI) tarafından gerçekleştirilmektedir. Oosit maturasyon inhibitörünün konsantrasyonu, küçük foliküllerde olgun foliküllere göre daha yüksek miktarda bulunmaktadır (Ross ve Pawlina, 2011). Sekonder foliküldeki granüloza hücrelerinin proliferasyonunun seyri hipofiz ön lobundaki bazofilik hücrelerden salgılanan FSH’a bağlıdır (Gartner ve Hiatt 2007). Folikülün boyutu arttıkça granüloza hücre tabakası tarafından döşenen antrum da genişler. Stratum granülozum, oosit ile ilişkili olduğu bölgenin dışında bulunan yerlerde nispeten eşit kalınlığa sahiptir. Burada granüloza hücreleri antruma doğru çıkıntı yapan kumulus ooforus adı verilen bir tümsek meydana getirirler. Kumulus ooforus hücreleri kısa sürede oostin etrafını çevreler ve korona radiata adını alırlar. Korona radiata, zona pellusidaya doğru mikrovilluslarını gönderirler ve oluklu bağlantılar sayesinde oositin mikrovilluslarıyla iletişim kurarlar.

Ekstrasellüler olarak bulunan ve PAS pozitif boyanan Call-Exner cisimcikleri, granüloza hücrelerinin arasında görülebilir. Bu cisimcikler granüloza hücreleri tarafından salgılanmaktadır (Ross ve Pawlina, 2011). Over kesitinde görünen sekonder folikül Şekil 2.4.3.1’ de gösterilmektedir.

(21)

Şekil 2.4.3.1. Over kesitinde bulunan sekonder folikül, O: Oosit, GH: Granüloza hücre tabakası, TI: Teka interna tabakası, TE: Teka eksterna tabakası, H&E, Bar 100μm.

2.4.4. Olgun (Graaf) Folikül

Graaf folikül olarak da adlandırılan olgun folikülün çapı yaklaşık olarak 10 mm ya da daha fazladır. Graaf folikülün büyük boyutundan dolayı ovaryum korteksinde çıkıntı oluşturur. Folikül maksimum boyutuna ulaşırken granüloza hücrelerinin mitotik aktivitesi yavaşlamaktadır. Antrumun boyutu genişledikçe stratum granülozum tabakası incelir. Folikül bu aşamadayken teka tabakası daha belirgin bir hal alır. Bu dönemde teka interna hücrelerinin sitoplazmasında lipid damlacıkları ortaya çıkar ve hücreler steroid üreten hücrelerle aynı ultrastrüktürel görünüm kazanırlar (Ross ve Pawlina, 2011). Over kesitinde görünen graaf folikül Şekil 2.4.4.1’de gösterilmektedir.

(22)

Şekil 2.4.4.1. Ovaryum korteksinde bulunan graaf folikül, TK: Teka tabakası, GH:

Granüloza hücre tabakası, A: Antrum boşluğu, KR: Korona Radiata, O: Oosit, KO:

Kümülüs Ooforus, H&E, Bar 200μm.

2.5. Ovulasyon

Preovulatuar olgun bir folikül 15-25 mm çapında olup geniş bir antruma sahiptir.

Etrafında vaskülarize teka hücreleri bulunur. Teka tabakası üzerinde foliküle ait düz kas hücreleri vardır. Ovaryum stroması içindeki bağ dokusu arasında yer alan dominant folikül giderek overin korteksine yaklaşarak over yüzeyinde çıkıntı yapar ve folikül tepe noktası açılarak sekonder oosit (oosit II) çevre kumulus kompleksi ile dışarı atılır. Bu olaya ovulasyon olarak adlandırılmaktadır. Ovulasyon sonrasında geride kalan granüloza ve teka hücreleri korpus luteumu oluşturmaktadır. Bu aşama, 28 günlük mensturiyal döngünün yaklasık 14. gününde gerçeklesir. Atılan oosit II tuba uterinanın fimbriya ovarikaları ile tutularak tuba uterinanın içerisine alınır. Oositin tuba uterinadaki yolculugu yaklasık dört gün sürmektedir. Oosit bu sürede bir spermiyum tarafından döllenirseikinci olgunluk bölünmesi tamamlanır. Ovum ve ikinci kutup cisimcigi olusur.

Döllenme olmadıgında ise sekonder oosit 24 saat içinde dejenere olmaktadır (Tekelioğlu M., 2002).

Ovulasyon anı LH salınımı başlangıcından 34-36 saat, LH pikinden 10-12 saat sonrasında meydana gelmektedir. LH yüksekliği folikülde granüloza hücre LH reseptörleri üzerinden progesteron yapımını arttırır. Progesterondaki bu önemli olan az fakat kısa süreli yükselişin pozitif feedback etkisi ile LH piki (tepe noktası) oluşumu ve

(23)

midsiklus FSH piki oluşumu hızlanır. LH artışı ile oositte durmuş olan mayozun yeniden başlamasını, granüloza hücre luteinizasyonunu, oosit ve çevresindeki kumulus tabakasının sertleşmesini ve folikülrüptürü için gerekli olan prostaglandinlerin sentezini sağlar. Gonadotropinlerin etkisinde folikül sıvısında plazminojenaktivatörlerin sentezi artar. Bu sayede plazminojenden oluşan plazmin etki ile folikül duvarının gerilim gücü zayıflamaktadır (Speroff L. ve ark, 1999).

2.6. Korpus Luteum (Sarı Cisim)

Ovulasyondan sonra, folikülün granüloza hücreleri ile teka interna ve eksterna tabakaları korpus luteumu (sarı cisim) oluşturur. Korpus luteum ovaryumun korteks bölgesinde yer almaktadır. Folikül duvarı, folikül sıvısının boşalması ile kıvrımlı hale gelir (Speroff L. ve ark, 1999).

Korpus luteumun asıl görevi salınmış olan oositi desteklemek ve endometriumu implantasyona hazırlamak için progesteronu salgılamaktır. Progesteron, LH salgısından 6-8 gün sonra pik noktasına ulaşır. Korpus luteumdan salgılanan progesteronun santral ve lokal etkisi, östrojen ve inhibinin de etkisiyle yeni folikül gelişimini durdurucu etki gösterir. Gebelik oluşmazsa ovulasyondan 9-11 gün sonra korpusluteum küçülür ve progesteron, östrojen ve inhibin seviyeleri düşer (Speroff L. ve ark, 1999). Korpus luteum bozulduktan sonra kandaki steroidkonsantrasyonu azalır ve başka bir folikülün büyümesini uyarmak ve bir sonraki menstrual döngüyü başlatmak için FSH salgılanması artar. Korpus luteumdan arta kalanlar makrofajlar tarafından fagosite edilir ve sonra ortama fibroblastlar gelir. Bunun sonucunda korpus albicans (beyaz cisim) adı verilen sıkı bağ dokusundan bir skar dokusu meydana gelir (Junqueira LC, 2003).

2.7. Menstrual Döngü

Ovaryum folikülleri ve korpus luteumun gelişimi hipofiz gonadotropinleri olan FSH ve LH tarafından kontrol edilir. Bunlar ovaryum hormonları olan östrojen ve progesteron seviyelerinde değişikliğe neden olmaktadır. Menstrüal döngü sürecinde, bu hormonların salınımları değişkenlik gösterir. Döngünün farklı evrelerinde salgılanma düzeyleri farklı olmaktadır (Noyan A, 2003). Mensteruel siklus boyunca meydana gelen değişiklikler Şekil 2.7.1’de gösterilmiştir.

(24)

Şekil 2.7.1. Mensteruel Siklus Boyunca Meydana Gelen Değişiklikler (Kierszenbaum A.L., 2016).

2.8. Ovaryum Fizyolojisi

Kadın hormonal sistem hormonları üç gruba ayrılmaktadır;

1. Hipotalamik-serbestlestirici hormon ya da Gonadotropin salgılatıcı Hormon (GnRH).

2. FSH ve LH hormonu; her ikisi de hipotalamusta sentezlenen GnRH etkisiyle hipofiz ön lobundan salgılanırlar.

3. Ovaryum hormonları olan östrojen ve progesteron hormonları hipofiz ön lobundansalınan FSH ve LH’ ye yanıt olarak ovaryumlarda salgılanırlar (Noyan A, 2003).

(25)

2.9. Prematüre Ovaryan Yetmezlik

Prematüre overyan yetmezlik (POY) ya da primer over yetmezliği, ilk kez 1942 yılında Fuller Albright tarafından 40 yaşının altındaki kadınlarda dört ay ya da daha uzun süreamenore, hipoöstrojenizm ve yüksek serum gonadotropin seviyeleri ile karakterize bir hastalık olarak tanımlanmıştır (Albright, 1942). Premature ovaryan yetmezlik, 40 yaşın altındaki kadınlarda yaklaşık olarak her 100 kadından 1 inde görülmektedir (Huntaniemi ve ark., 2018).Primer over yetmezliği tablosu menopozdan farklıdır. Bunun sebebi vakaların yaklaşık %50'sinde değişken olarak ovaryum fonksiyonu ve yaklaşık olarak %5-10'unun tanıyı aldıktan sonra gebe kalabilmesidir (Rebar RW 1990).

POY, doğurganlık çağındaki kadınlarda görülen infertilitenin başlıca nedenlerinden birisidir. POY insidansı her geçen yıl artarak hastaların fiziksel ve ruhsal sağlığını etkilemesiyle birlikte aile ve toplum üzerine ekonomik yük oluşturmaktadır (Wang J. ve ark, 2021). Ayrıca POY'un depresyon, anksiyete gibi bir dizi sağlık sorununa yol açabileceği, yaşam kalitesi ve cinsel işlevde bozulmaya sebep olabileceği bildirilmektedir (Chen L, 2018).

2.9.1. Premature Over Yetersizliği Etiyolojisi

POY, doğurganlık çağındaki kadınların üreme sağlığını tehdit eden en ciddi sorunlardan biri haline gelmiştir. Oluşumu, yetersiz bir primordial foliküler sisterna rezervi, hızlanmış foliküler atrezi, baskın foliküler rekrutman değişiklikleri, foliküler olgunlaşma bozuklukları vb. ile ilişkili olabilir (Xiang ve ark, 2019). POY, birincil (spontan) veya ikincil (iyatrojenik) olarak ortaya çıkabilir. Tanısal gelişmelere rağmen spontan vakaların büyük bir kısmı idiyopatik olarak kalır (%90) ve hiçbir neden bulunamaz. Ancak POY'a yatkınlık oluşturan birçok faktör tanımlanmıştır (Goswami D, 2007). POY oluşumunda altta yatan olası nedenler kromozomal anormallikleri, gen mutasyonlarını, otoimmüniteyi, metabolik bozuklukları, enfeksiyonları ve bir şekilde folikül disfonksiyonuna veya folikül tükenmesine yol açan iyatrojenik tedavileri kapsamaktadır (Tablo 2.9.1.1).

(26)

POY'un nedenlerine göre sınıflandırılması

Etiyoloji Bilinen risk faktörleri

Genetik

Kromozomalanomaliler

X kromozomunda mutasyona uğramış POY ile ilgili genler

Otozomda mutasyona uğramış POY ile ilgili genler

Metabolik Klasik galaktozemi

17-OH eksikliği

Otoimmün OPS eşliğinde Sjögren sendromu, myasteniagravis, romatoidartrit, sistemik lupuseritematozus

İyatrojenik

Kemoterapi (Siklofosfamid) Radyoterapi

Cerrahi girişimler

Virüsler Kabakulak, HIV enfeksiyonu

Yaşam tarzı/Çevresel Sigara kullanımı, toksinler (VCD) , yaşam boyu düzensiz adet periyotları

Mevcut somatik hastalıklar Epilepsi vb.

OPS;otoimmün poliglandüler sendrom, VCD;4-vinilsikloheksen diepoksit.

Tablo 2.9.1.1. Premature over yetmezliğinin nedenlerine göre sınıflandırılması (Jin M.

ve ark, 2012).

2.9.1.1. POY'un Genetik Nedenleri

Premature over yetmezliğini oluşumunda yer alan genetik nedenler, karyotipleme veya Floresan In Situ Hibridizasyon (FISH) kullanılarak tespit edilen; X monozomi (Turner Sendromu), trizomi X, X kromozom mozaisizmi, delesyonlar veya dengeli X/otozomal translokasyonlardır (Jin M. ve ark 2012). POY’un yaklaşık %3-4’ü aileseldir. Bu nedenle X kromozom anomalileri bu hastalıkta en önemli role sahiptir (Sheikhansari G, 2018).

(27)

Turner sendromu; X kromozomlarından birinin olmaması (45X0) ile karakterize olan ve prematüre over yetmezliği oluşmasına neden olan bir genetik hastalıktır. Bu sendromda kromozom eksikliğine bağlı olarak atrezikfolikül oluşumu görülmektedir (Reynaud K., 2004).

POY vakalarının yaklaşık %5'i X kromozomu anormalliklerinden kaynaklanır. X kromozomunun delesyonu, translokasyonu veya sayısal değişikliklerinden oluşmaktadır (Assumpção, 2014). POY ile ilişkili mutasyonlarda giderek artan sayıda gen tanımlanmaktadır. X kromozomuyla ilgili genler; BMP15, FMR1, FMR2 ve POF1b olarak bildirilmiştir (Goswami D, 2005).

POY’ne neden olan otozomal genler ise; FSH reseptörü, LH reseptörü, İnhibin A, FOXL2, GALT, FSH beta-alt birim varyantı, POLG, NOGGIN, LH-β ve AIRE olarak bildirilmiştir (Goswami D, 2005). FSH reseptörü, bazı Fin ailelerinde (C566T) POY'a yol açan bir mutasyon olarak bulunmuştur. FSH beta alt birim genlerinin, KAL geninin ve DAX-1 geninin mutasyonu, gonadotropinlerin sentezini değiştirmektedir. LH reseptör mutasyonu, tanımlanan hastalar Tanner ölçeğinin 4. veya 5. pubertal evrelerine ulaştığında, birincil veya ikincil amenore ile kendini gösterebilir (Assumpção CR, 2014). Klasik galaktozemi ise GALT geni eksikliğine bağlı oluşan POY’un nadir bir nedenidir (Goswami D, 2007).

2.9.1.2. POY'un Otoimmün Nedenleri

POY vakalarının yaklaşık %30'u patogenezinde otoimmün mekanizmalar rol oynar. Çeşitli otoantikorlar, over otoimmünitesinin serolojik belirteçleri olarak araştırılmıştır. Bunlar, steroidojenik enzimlere (3β-hidroksisteroid dehidrojenaz gibi), gonadotropinlere ve bunların reseptörlerine, korpus luteuma, zona pellucida ve oositlere karşı oluşan antikorları içerir (Forges T, 2004). POY ile ilişkili otoimmün hastalıklar; Addison hastalığı, vitiligo, myastenia gravis, Sjögren sendromu, sistemik lupus eritematozus, çölyak hastalığı ve otoimmün poliglandüler sendromdur (Sheikhansari G, 2018).

2.9.1.3. Kemoterapi

Kemoterapi, premature over yetmezliğinin iyatrojenik sebepleri arasında yer almaktadır (Jin M. ve ark, 2012). Kanser hastalarında kemoterapi tedavisi ömrü uzatsa da kemoterapi, kanserden kurtulan kadınlarda primordial foliküllerin tükenmesine bağlı olarak erken menopoza ve kısırlığa sebep olmaktadır. Kemoterapötik ilaçlar, ovulasyon sırasında çoğalan germ hücreleri ve foliküler hücreler üzerinde hasara neden

(28)

olmaktadır (Beşikcioğlu ve ark., 2019). CTX ve busulfan (Bu) gibi kemoterapötikler, hastalarda premature ovaryal yetmezliğe yol açan en gonadotoksik ajanlardır (Bahrehbar K ve ark, 2020). Kemoterapötik ajanların over tahribindeki ilk fazı gelişen foliküllerin primer komponenti olan granüloza ve teka hücrelerinin tahribini içerir.

Özellikle alkilleyici grup kemoterapik ajanlar hücresel DNA’yı değiştirerek hücre ölümüne sebep olurlar. Bu ajanlar over tahribinin ikinci fazı olan non-prolifere primordial folikülleri ilgilendirir. Kemoterapi sonrası over disfonksiyonu gelişme riski, kişinin yaşına, doza ve ilaç tipine bağlıdır. 40 yaşın altındaki kadınlarda CTX tedavisi sonrası amenore bulgusu oluşum dozu, daha yaşlı olan kadınlara göre iki kat daha fazladır (Apperley JF, 1995).

2.9.1.4. Çevresel Faktörler

Viral enfeksiyonlar, sigara kullanımı gibi çeşitli çevresel faktörler infertiliteye ve POY’a neden olabilir. Yapılan çalışmalarda sigara kullanımının premature over yetmezliğine yol açabileceğini göstermiştir (Shareghi-Oskoue O, 2021). Sigara dumanı, germ hücresine toksik özellik gösteren polisiklik hidrokarbonlar içerir (Mattison DR, 1978). Sigara içen kadınların menopoza girmesi sigara içmeyenlere göre daha erken görülür ve bu da sigaranın over fonksiyonu üzerinde oluşan olası zararlı bir etkisi olduğunu düşündürür (Di Prospero F, 2004).

Viral enfeksiyonlar arasında kabakulak hastalığı POY’a neden olabilmektedir.

Bir salgın sırasında kabakulak hastalarının %3-7’sinde POY bildirilmiştir (Rebar RW, 1990).

2.9.2. Premature Over Yetmezliğinde Tedavi Stratejileri

POY yönetiminde güncel olarak, hormon replasman tedavisi (HRT) ve infertilite tedavisini içerir. HRT’yi izlemek ve sağlık sürveyansı için uzun vadeli takip esas olacak şekilde ilişkili patolojinin değerlendirilmesi ve yönetilmesi gerekmektedir (Goswami D, 2007).Bununla birlikte, HRT normal over fonksiyonunu eski haline getirmez. Ayrıca bir çalışma, HRT'nin meme kanseri riskini artırabileceğini göstermiştir (Edessy M, 2016). Bu nedenle, POY’lu hastaların over fonksiyonunu eski haline getiren yeni terapötik stratejiler gerekmektedir (Chen L, 2018). POY tedavisinde uygulanan diğer yaklaşımlar ise diyet, egzersiz, psikolojik destek, donör oositlerini içermektedir (Sheikhansari G, 2018).

Doğurganlığın korunması için over koruma yöntemi olarak; oosit veya over dokusu kriyoprezervasyonu ve embriyo dondurma kanser teşhisi koyulan kadınlarda

(29)

kullanılan stratejilerdir. Ancak bu yöntemlerin kanser hücrelerinin yeniden vücuda girme riski, kanser tedavisinde yaşanacak gecikme ve düşük başarı oranı gibi dezavantajları bulunmaktadır. Bu nedenle POY’lu hastalar için gelişmiş tedavi seçenekleri geliştirmek gerekmektedir (Bahrehbar K ve ark, 2020).

2.9.2.1. Hormon Replasman Tedavisi

Menapoz semptomlarının hafifletilmesi ve osteoporoz gibi östrojen eksikliğinin uzun vadeli sağlık sonucunun önlenmesi için hormon replasman tedavisi (HRT) gereklidir. Östrojen replasmanı genellikle, devam eden tedavinin risk ve yararlarının gözden geçirildiği 50 yaşına kadar sürdürülür (Goswami D, 2007).POY hastalarında kemik kaybını ve menopoz semptomlarını önlemek ve kardiyovasküler sağlığı iyileştirmek için östrojen replasmanı önerilmektedir (Cartwright B, 2016). Östrojen replasmanı için oral, transdermal, subkutan ve vajinal yolla uygulamaiçin çeşitli HRT preparatları mevcuttur. Uygulanacak östrojen replasmanı dozu hastanın ihtiyaçlarına göre belirlenmektedir (Goswami D, 2007).

2.9.2.2. Melatonin Takviyesi

Yapılan çalışmalar melatonin takviyesinin, gonadotropin düzeylerini, tiroid fonksiyonunu, doğurganlık ve menstrüasyonu iyileştirmede olumlu etkisi olduğunu göstermiştir (Vanecek J, 1992, Baltaci AK, 2004, Yang Y, 2019). Melatonin, hem in vitro hem de in vivo bağışıklık sistemini düzenler. Spesifik olmayan hümoral ve hücre aracılı bağışıklığın yanı sıra antikor aracılı bağışıklı uyarır. Bunun nedeni melatoninin kanseri tedavi etmek için kullanılmış olmasıdır (Jankowska K, 2017). Melatonin DNA’nın foliküller üzerindeki antioksidan etkileri ve koruyucu özellikleri ile kanserden kurtulan kadınlar için faydalı olabilmektedir (Huang J, 2020).

2.9.2.3. Dehidroepiandrosteron (DHEA)

Endojen bir steroid olarak dehidroepiandrosteron (DHEA), kadınlarda over monositlerinin zona reticularis’ten ve adrenal korteksten kaynaklanır. DHEA, ovaryumun foliküler steroidogenezinde önemli bir prohormon olarak görev yapar (Mamas L, 2009). Çalışmalar, premature over yetmezliği olan hastalarda DHEA uygulamasının gebelik oluşumunu arttırdığını, anöploidiyi azaltarak düşük yapma riskini azaltarak ve IVF tedavisini daha başarılı hale getirdiğini göstermiştir (Jankowska K, 2017, Qin JC, 2016).

(30)

2.9.2.4. İmmünomodülasyon Tedavisi

İmmün modülasyon ile POY tedavisi, ovaryumda otoimmün hasarın neden olduğu durumlarda etkilidir. Bu tedavide immünosupresif tedavi için kortikoteroid kullanımı ve monoklonal antikor yaygındır. POY’da bazı otoantikorlar, steroid üreten hücre antikorlarıdır. Bu antikorlar korpus luteuma, granüloza hücrelerine, hiler hücrelere ve teka hücrelerine bağlanır. Oluşan oto-antikorlar, POY ve Addison hastalığını aynı anda görülen hastalarda tanımlanmıştır (Sheikhansari G, 2018).

2.9.2.5. Kök Hücre Tedavisi

Son yıllarda, başta mezenkimal kök hücreler (MSC) olmak üzere çeşitli kök hücre türleri, Bağışıklık düzenleyici, anti-enflamasyon, anjiyogenez, anti-apoptozis ve trofiklik gibi özelliklerinden dolayı üreme tıbbında yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak, hücre tedavisinin güvenlikleri, maliyetleri ve üretimleri nedeniyle kapsamlı klinik uygulaması gecikmektedir (Goa M. ve ark., 2022).

Kök hücre tedavisi, POY'un klinik tedavisi için yeni bir yaklaşım sunarak, hasarlı dokuları onarmak ve eski haline getirmek için potansiyel bir terapötik araç olarak tanımlanmıştır (Antoine C, 2014). Yapılan çalışmalar, kök hücrelerin POY hayvan modellerine transplant edildiğinde ovaryum fonksiyonunu geri kazandırdığını ve olgunlaşmamış oositler ürettiğini ortaya koymuştur (Liu T 2016, Agung M 2006).

Bununla birlikte, POY tedavisi için kök hücre nakli üzerine yapılan araştırmalar çoğunlukla hayvan deneyleriyle bildirilmiş olup nadirenklinik çalışmalar uygulanmıştır (Blumenfeld Z, 2012, Balachandar S, 2015).

2.10. Kök Hücreler

Kök hücreler, mitoz bölünme sırasında simetrik ve/veya asimetrik bölünebilme yeteneğine ve farklılaşma potansiyelinesahiptirler. Sahip oldukları bu özellikler sayesinde 21. yüzyılın yeni sağlık alanı olan rejeneratif tıpta eşsiz bir hücre grubu olarak yerini almaktadır. Asimetrik bölünme ile kendi özelliklerini ve organizmadaki miktarlarını sabit tutmaya çalışırken kendilerini yenileyerek, diğer yandan doku hasarı varlığında doku onarımına katkıda bulunmak için farklılaşarak rejeneratif özellik gösterirler (Berika M, 2014 ve Stoltz JF, 2015).

(31)

Kök hücreler;

1. Farklanma (plastisite)

2. Kendini yenileme (self-renewal),

3. Köklülük (Stemness) olmak üzere üç temel özellik gösterirler (Karaöz E., 2010).

Kök hücreler özelleşmemiş hücrelerdir ve bu hücrelerin her biri yeni spesifikhücre fonksiyonları ile özelleşmiş hücrelere dönüşebilirler. Bu hücreler, uygun şartlarda farklılaşmadan sınırsız sayıdabölünebilme, kendilerini yenileyebilme ve doku onarımında ve homeostazda çok önemli rol oynayan en az bir farklı hücre tipine dönüşebilme yetenekleri bulunur (Spangrude GJ, 2003). Kök hücreleri diğer hücrelerden ayıran en önemli özelliklerden biri farklılaşma kapasitelerinin yüksek olmasıdır (Huang SJ, 2012).

Kök hücreler farklılaşabilme yeteneklerine göre totipotent, pluripotentyadamultipotent olarak sınıflandırılırlar. Totipotent kök hücreler, canlı bir hayvanın uterusunaimplante edildiğinde tam bir organizmayı oluşturabilir. Pluripotent kök hücreler, ekstra embriyonik dokular (örneğin plasenta) dışında bir organizmanın her hücresinin oluşmasına nedenolabilir. Multipotent kök hücreler, yetişkin kök hücrelerdir ve sadece hücrelerin belirli soylarını üretebilirler (Nadig RR, 2009).

Totipotent kök hücreler, canlının yapısındaki bütün hücrelere farklılaşma yeteneğinde olan ilk embriyonik kök hücrelerdir ve bu hücrelere herşeyi yapabilme kabiliyetinde olan “totipotent hücre” denilmektedir. Plasental yapıları oluşturabilmesi (dış hücre kitlesi ile trofoektoderm) ve tüm dokulara farklılaşabilmesi (iç hücre kitlesi ile) gibi özelliklere sahip olan bu kök hücreler, erken embriyonik dönemde canlıyı tekrar oluşturabilme kapasitesine sahiptirler. Bu hücreler fonksiyonel bir canlıyı en baştan oluşturabilecek tüm hücre tiplerine farklılaşabilme özelliği sergilerler. Bununla birlikte amniyon kesesi ve plasenta gibi embriyo dışı dokulara da dönüşme potansiyeli bulunmaktadır (Morgani SM, 2013).

Pluripotent kök hücreler ise, fertilizasyondan sonra, pre‐implantasyon döneminin 5. Gününde oluşan blastosist fazındaki embriyoda bulunan hücrelerdir.

Blastosist yapı olarak; trofoblast hücreleri, blastosöl ve iç hücre kitlesi olmak üzere üç yapıdan oluşur. Pluripotent hücreler, 3 germ tabakasının hepsinden (endoderm, mezoderm ve ektoderm) dokuya farklılaşabilmektedir (Kolios G, 2013). Pluripotent kök hücreler; embriyonik kök hücrelere kaynaklık eden iç hücre kitlesinden kaynak alan hücrelerdir. Canlıdaki tüm doku ve organları oluşturabilmesi ile totipotent kök hücrelere benzerdir. Ancak plasental yapıları oluşturamazlar. Buna bağlı olarak yeni bir canlıyı

(32)

meydana getiremezler. Ancak bu hücreler gerekli ortam sağlandığında yaklaşık 200 hücre türüne dönüşebilme potansiyelleri bulunmaktadır (Morgani SM, 2013).

Multipotent kök hücreler, embriyonik gelişimin daha ileri evresine ait hücreler olup, erişkin kök hücrelerine dönüşürler ve özelleşmiş hücre tiplerine farklılaşabilirler.

Multipotent kök hücreler insanda embriyo gövdesinde 16. günden ve intrauterin evrede 4. aydan itibaren tüm kan hücreleri ve birçok organa özgü çeşitli hücrelere farklılaşabilen kök hücrelerdir (Friedenstein AJ, 1976). Multipotent kök hücreler, erişkin bireylerin dokularında bulunan tek bir germ yaprağına ait ve birbirine yakın hücre gruplarına farklılaşabilen hücrelerdir. Multipotent kök hücreler ilk olarak kemik iliğinden Friedenstein ve ark. tarafındanizole edilmiştir (1976).

2.10.1. Kökenine Göre Kök Hücrelerin Sınıflandırılması 2.10.1.1. Embriyonik Kök Hücreler

1981 yılında Dr. Martin Evans ve Dr. Kaufman tarafından fareler ile yapılan deneyde 5 günlük blastosistlerin iç hücre kitlesinden sınırsız sayıda çoğalabilen embriyonik kök hücreler izole edilmiştir. Embriyonik kök hücrelerin izolasyonu ve laboratuvar ortamında farklılaşmadan çoğalabilme özelliklerinin gösterildiği ilk çalışmadır. (Evans MJ. ve Kaufman MH, 1981). İleri tarihte yapılan çalışmalarda ise insan embriyonik kök hücreleri izole edilmiştir. Fare embriyonik kök hücrelerinin izole edilmesi ile edinilen tecrübelerin katkısıyla Thomson ve arkadaşları 1988 yılında insan embriyolarının iç hücre kitlesinden embriyonik kök hücreleri izole etmişlerdir (Thomson JA, 1998).

Blastokistin iç hücre kitlesinden elde edilen hücreler, çeşitli hücre tiplerine farklılaşabilirler ve yüksek telomeraz aktivitelerinden dolayı sonsuz sayıda DNA sentezleme potansiyeline sahiptirler (Trounson A, 2006). Embriyonik kök hücreler organizmanın tüm doku tiplerine dönüşebilme yeteneğine sahip pluripotent hücrelerdir (Pera MF, 2000). Pluripotent insan embriyonik kök hücreleri 5 veya 6 günlük blastokistin iç hücre kitlesinden geliştirilebilir. Embriyonik gelişim sırasında iç hücre kitlesi 2 ayrı katmanı içerir; epiblast ve hipoblast. Hipoblast daha sonra yumurta kesesini oluşturur. Epiblast katmanı ise 3 germ tabakasına farklılaşır; ektoderm, endoderm, mezoderm (Bongso A. ve ark., 2005).

2.10.1.2. Yetişkin Kök Hücreler

Yetişkin kök hücreler gelişim sürecinin ileri aşamalarında görülür ve kendilerini yenileyebilen, özelleşmiş hücrelere farklılaşabilen, doku ve organlarda bulunan

(33)

farklılaşmamış hücrelerdir. Yüksek telomeraz aktivitesine gösterirler fakat embriyonik kök hücreler ile kıyaslandıklarında farklılaşma potansiyelleri daha azdır (Fuchs E, 2004). Bu hücrelerin insan vücudunda az sayıda bulunduğu, aynı zamanda kültür ortamında çoğaltılmalarının zor olduğu düşünülmekteydi. Yapılan çalışmalar ile bu hücrelerin plastik yüzeylere yapışabilme oranlarının yüksek olduğu gösterilmiştir (Prentice D, 2004).

Yetişkin kök hücreler,kemik iliği, diş pulpası, kas, sinir, karaciğer, deri olmak üzere insan vücudunun çeşitli yerlerinde bulunabilirler. Bu hücrelerin yoğunlukta bulunduğu bölge ise kemik iliğidir. Bu bölgelerden izole edilen hücrelerin farklılaşabildikleri yapılan çalışmalarla gösterilmiştir. Farklılaşma özellikleri korunarak bu hücrelerin çoğaltılması klinik uygulamalarda kullanılabilir olduğunu göstermiştir. Ek olarak yapılan deneysel hayvan modellerinde bu hücrelerin tedavi edici etkileri gösterilmiştir (Shyu WC, 2004).

Yetişkin kök hücreler hasarlı dokuyu hedef alarak dokuyu bulur ve oraya yerleşirler. Vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) ve stromal hücre kaynaklı faktör-1 (Stro-1) hasar bulunan bölgelerde arttığı düşünülüp, bulundukları bölgede kök hücrelerin çağırılması için gerekli sinyalleri oluşturdukları düşünülmektedir (Özcan T, 2007).

2.10.1.2.1. Hematopoetik Kök Hücre

Kan hücreleri, lenfoid hücreler (T, B ve doğal öldürücü hücreler) ve miyeloid hücreler (granülositler, monositler, eritrositler ve megakaryositler) olmak üzere iki ana sınıfa ayrılır. Tüm kan hücrelerinin sınırlı bir ömrü vardır. Bu süre; granülositler için birkaç saat, kırmızı kan hücreleri için birkaç hafta ve T hücreleri için birkaç yıl kadardır.

Bu nedenle, kan hücresi kalıcı olarak üretilmesi gerekir. Kanın hücresel elemanlarını ve immün sistem hücrelerini oluşturan bu hücrelere hematopoetik kök hücreler (HKH) adı verilir (Gunsilius E, 2001).

HKH’ler, kendini yenileme ve olgun kan hücresi soylarına farklılaşma yoluyla hematopoezin ömür boyu korunmasından sorumludurlar (Hurwitz SN, 2020). HKH’ler kendilerini yenileyebilme ve farklılaşabilme özelliklerini kontrol altında tutabilirler. Bu sebeple hücre sayıları azalmadan devam eder ve bu sayede kan hücreleri yaşam boyu üretilir. Aynı zamanda bu hücreler nadir olarak bölünürler bu şekilde dokuların homeostazını sağlarlar bunun yanında onkojenik olayların oluşumunu da engellerler (Martinez-Agosto JA,2007). HKH’ ler farklılaştıklarında ise kendilerini yenileyebilme özelliklerini kaybederler (Lai AY, 2008). HKH’lerin gelişimi, farklılaşmaları, istirahate

(34)

sevk edilmeleri, kendi-kendini yenileyebilmeleri ve periferik kana mobilize olmaları transkripsiyon faktörleri aracılığıyla sağlanmaktadır (Huang X, 2007).

HKH’ lerinizole edilebildiği yerler; kemik iliği, periferik kan ve kordon kanıdır (Koçyiğit I, 2008).HKH’ lerin CD34, CD133, CD150 eksprese ettikleri ve CD38 yüzey antijenini eksprese etmedikleri bilinmektedir (Ratajczak MZ, 2008).

2.10.1.2.2. Mezenkimal Kök Hücreler

Cohnheim tarafından yapılan çalışmalarda kemik iliğinde hematopoetik olmayan kök hücrelerin varlığı bulunmuştur. Friedenstein ve arkadaşları tarafından 1970 yıllarında mezenkimal kök hücreleri tanımlamıştır. Friedenstein yaptığıçalışmalarda aspiratınıfetal buzağı serumu içeren kültür ortamına yaymıştır ve morfolojik olarak fibroblast benzeri hücrelerin varlığını gözlemlemiştir. Aynı zamanda bu hücrelerin yüzeye yapışabilme, kemik, kıkırdak ve yağ hücrelerine farklılaşabilme özellikleri olduğunu saptamıştır (Friedenstein AJ, 1976). Yapılan çalışmalarda bu kök hücrelerin üç germ tabakasından gelişen hücre ve dokulara farklılaşabilen, hematopoetik olmayan, multipotenthücreler olduğu bildirilmiştir. Bu hücreler mezodermal kökenli hücrelerefarklılaşabilme potansiyelinden dolayı mezenkimal kök hücreler olarak adlandırılmaktadır (Jiang Y, 2002).

Hücrelerin farklılaşma ve immünomodulatuar özellikleri, in vivo etkinliği gibi konularda hücrelerin geliştirildiği çevre koşullarına bağlı değişiklikler olduğu bildirilmektedir. Bu nedenden dolayı ötürü Uluslararası Hücresel Tedavi Derneği (ISCT, UHTD), hem temel araştırmalar hem de pre-klinik çalışmalar için insan MSC’leri tanımlamasında gerekli kriterler önermiştir. Bu hücreler, UHTD tarafindan, “kök hücre”

olarak adlandırmak yerine “mezenkimal stromal hücre” veya “multipotent mezenkimal stromal hücre” olarak adlandırılmasını önermiştir. MSC tanımlanmasında yaygın olarak kullanılan özellikler; plastik yüzeye yapışması (plastik adherens), stromal karakterde yüzey antijenlerinin ekspresyonu ve multipotent farklılaşma yetenekleridir (Silva WA Jr, 2003).

Mezenkimal kök hücreler; morfolojik olarak fibroblastlara benzeyen, kültürlerde plastik yüzeylere yapışabilen, in vitro olarak adipojenik, kondrojenik ve osteojenik soylara farklılaşabilen hücrelerdir. Mezenkimal kök hücreler CD105, CD73 CD90 yüzey antijenlerini eksprese ederler. Bunun yanında CD34, CD45, CD14, CD19, CD79a, HLA-DR yüzey antijenlerini eksprese etmezler (Dominici M, 2006).

(35)

MSC'ler, kemik iliği, iskelet kası dokusu, yağ dokusu, sinovyal membran, safen venler, diş pulpası, periodontal ligament, Wharton jeli, göbek kordonu, göbek kordon kanı, amniyotik sıvı, plasenta, akciğer dokusu ve karaciğer dokusu olmak üzere çeşitli dokulardan izole edilmiştir (Squillaro T, 2016).

Organizmanın zengin kök hücre kaynaklarından olan kemik iliğinde, mezodermden köken alan hematopoetik, endotel ve mezenkimal kök hücreler bulunmaktadır. Farklı çalışmalarda kemik iliği aspirasyonunda 1x10 mononükleer hücreye karşı ortalama 2 ile 100 arasında değişen sayıda MSC içerdiği gösterilmiştir (Colter, C.D. ve ark 2001).

MSC’ler multilineage farklılaşma potansiyelleri, hazır bulunabilmeleri ve in vitro expansiyon kapasiteleri dahil olmak üzere MSC'lerin benzersiz özelliklerine ek olarak, dokunun yeniden şekillenmesini destekleyen trofik faktörlerin salgılanması ve immün düzenleyici özelliklerisayesinde bu hücreleçoğu uygulama için uygun adaylar haline getirmiştir (Squillaro T, 2016).

2.10.1.2.2.1.Dental Kök Hücreler

Kök hücre özelliğine sahip hücre popülasyonları, dişin farklı bölümlerinden izole edilmiştir. Bu bölümler; hem dökülmüş süt dişleri (çocuk) hem de yetişkin dişlerin pulpasından, diş kökünü kemiğe bağlayan periodontal bağdan, gelişmekte olan köklerin uçlarından ve diş folikülünden gelen hücreleri içerir. Dental kaynaklı kök hücreler, mezenkimal hücre soylarına (osteoblastlar, kondrositler ve adipositler) farklılaşma dahil olmak üzere mezenkimal kök hücre benzeri özelliklere sahiptir.

Bununla birlikte, farklı hücre popülasyonları, kültürdeki büyüme oranlarının, işaretleyici gen ekspresyonunun ve hücre farklılaşmasının belirli yönlerinde farklılık gösterir, ancak bu farklılıkların kaynak dokusuna, işlevine veya kültür koşullarına ne ölçüde atfedilebileceği belirsizliğini korumaktadır (Volponi AA, 2010). Dental kaynaklı mezenkimal kök hücreler çeşitli bölgelerden (Şekil 2.10.1.2.2.1.1) izole edilebilmektedir (Ansari S, 2017).

Diş yaralanmasından sonra, dişin onarıcı dentin oluşturabildiği uzun zamandır bilinmektedir. Bu nedenle diş pulpasında yerleşik olarak kök hücre popülasyonu varlığıdüşünülmüştür (Kitamura C, 1999). Bu düşünce, insankalıcıdişlerinde bulunan dental pulpa mezenkimal kök hücrelerinin (DP-MSC'ler) keşfedilmesiyle kanıtlanmıştır (Gronthos S, 2000). DP-MSC'ler, izole edilen ve tanımlanan ilk orofasiyal kök hücrelerdir. Bunun yanında mezenkimal kök hücreler gibi; in vitro olarak çok soylu

Referanslar

Benzer Belgeler

50’ye yatan Türk işadamının da izlediği ödül töreninden sonra bir basın toplantısına davet edilen Veh­ bi Koç, yabancı gazetecilerin çeşitli sorulanın

1976 OR-AN Sanat Galerisi/Ankara 1978 Akdeniz Sanat Galerisi/Ankara- 1980 Yaprak Sanat Galerisi/Ankara 1981 MON-TUR Sanat Galerisi/lstanbul 1983 Leonardo Sanat Galerisi/Ankara

A comprehensive process guideline will be established for risk analysis of dioxins in food, while the organizing of health communication channels such as risk education seminars

But through the telephone time survey analysis, those injured for less then one year showed that patients with mild head injuries demonstrated a higher quality of life in the

Araştırma sonucu bulunan bulgular, katılımcıların reklamda ünlü kişi, kadın ve cinsellik öğelerinin kullanılmasının reklamı etkili yapmayacağı yönünde olmuş

Her 3 gruba günde 1gr kalsiyum ilave edilmifl risedronat gruplar›nda 2 y›l sonundaki spinal ve femur kemik yo¤unlu¤unda artma istatistiksel olarak anlaml› bulunmam›fl, 3

Bu çalışmada, KF ve KF olmayan hastalardan izole edilen Burkholderia türlerinin rutin mikrobiyolojik yöntemler, matriks ile desteklenmiş lazer desorpsi- yon/iyonizasyon uçuş

 1978 yılında, Türkiye’de ilk allojenik kemik iliği naklini Hacettepe Üniversitesi Tıp