• Sonuç bulunamadı

Susuzluk bir halk sa

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Susuzluk bir halk sa"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Susuzluk bir halk sağlığı sorunudur. Toplumsal yaşantıyı, insanların ortak yaşamlarını belirleyen, olumsuz etki yapan bir durum yaratır.

Son bir yıldır ülkenin en büyük kentlerinde su kesintileri yaşanıyor. Kocaeli, İstanbul derken şimdi de başkent Ankara’da su sıkıntısı yaşanıyor. Önce iki günlük su kesintileriyle gündeme gelen Ankara, ardından patlayan su boruları yüzünden sular altında kaldı. Yaşanan su kesintilerinin ciddi sağlık problemlerine davetiye çıkardığını belirten Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof Dr. Onur Hamzaoğlu ile susuzluğun neden olabileceği sağlık problemlerini ve alınabilecek önlemleri konuştuk.

Başkent’te su kesintilerinin başlaması ile beraber su sorunu yeniden ülke gündeminin baş sıralarına oturdu. Siz Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı olarak yaşanan su kesintilerini ve susuzluk tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Ben bu soruya, susuzluk tıbbı ve tıp içinde de halk sağlığını neden ilgilendiriyor ile başlamak isterim. Susuzluk, su kesintileri de dahil bir halk sağlığı sorunudur. Çünkü toplumsal yaşantıyı, insanların ortak yaşamlarını belirleyen, olumsuz etki yapan bir durum yaratacaktır. Teknik olarak ifade edersek, kentsel yaşamda; hanelerin içine kadar ulaştırılan suda dönemsel kesintiler çok ciddi sağlık sorunlarının gelişmesi için potansiyel tehlike oluştururlar. Çünkü biliyoruz, yetkililer de söylüyor, su iletim hatlarımız sağlıklı değil, çürük. En iyi olasılıkla hatta verilen suyun yüzde 50’si kullanılmadan heder oluyor. Bu şu demektir: Su taşıdığınız borular, kanallar elek vaziyetindedir. Dolayısıyla içine su bastığınız zaman dışarıya doğru bir akış varken bu borulardan suyu çektiğiniz zaman içeriye doğru akış olacaktır, yani bir emme yapacaktır içeriye, negatif basınç oluşacağı için. Dolayısıyla su borusunun çevresindeki her şey ki mikroorganizmalar öncelikle boruların içine girecektir. Eğer buralardaki delikler büyükse taş, çakıl parçalarının bile içine girdiğini pek çok yerde biliyoruz. Başkentimiz dahil. Böyle olunca su ve su ile bulaşan hastalıklara

yakalanma riski artar. Nedir bunlar; ilk akla gelenler tifo, paratifo, dizanteri, hepatit A sarılığın bir cinsi, kolera gibi pek çok su ile bulaşan yani mikroorganizmanın suda yaşayabildiği hastalıkları sayabiliriz. Bu yönüyle baktığımız zaman bir; su kesintisinin olmaması gerekir. İki; su kesintisinin düzenli olarak yapılması, zaten baştan böyle bir duruma davetiyedir. Çünkü kentsel yaşantıda, biliyoruz ki bir kişinin 150 ila 200 litre su tüketmesi gerekir. Bu, yeme içmenin dışında hijyenini sağlayabilmesi için. Her tuvaletten çıkışta, her yemeğe otururken ellerin mutlaka sabunla yıkanması gerekir. Çünkü ellerdir bulaştırıcı olan esas itibariyle bu tür durumlarda. Su olmayacağı için kişisel hijyen sorun yaşatacak insanlara. Kişisel hijyen sağlanamayacak; yani banyo yapamayacaklar, el yıkamada atlamalar

yapacaklar ister istemez. Başkent’teki su kesintileri ile beraber okullar tartışılmaya başlandı. Kışlaları da tartışmamız lazım. Bizim evlatlarımız orada. Bütün toplu yaşam alanları için ciddi bir risk var ortada. Bir diğeri, gıda alanında üretim yapan, özellikle üretip tüketen, lokanta gibi, kafeterya gibi, çay ocakları gibi alanların kullanımı da sorun

yaratacak. Dolayısıyla kesintinin yaşandığı kentler hangisi ise oradaki sınıf, katman ayrımı yapmadan oradaki herkese yönelik sağlık sorununda potansiyel olarak bir riski artması var. Buraya hastanelerimizi de koymak lazım. Hastaneler de bir toplu yaşam alanıdır. Buralarda da yine ameliyathanelerden laboratuarlara, hasta odalarından ofislere kadar pek çok yerin temizliğinin sağlanmasında sorunlar yaşanacak. İşte bu yönüyle su kesintileri tıbbı, halk sağlığını

ilgilendirir. Ama biz, sorunu ortaya koymakla beraber bunu yaratan gerçek sebepleri bilmeliyiz ki bu sebepleri ortadan kaldırabilelim önlenebilir olanlar varsa ve bu sorunları az yaşayalım. Tabii ki sorunlar çıktıktan sonra çözülebilir. Örneğin hepatiti çözebilirsiniz, tifoyu çözebilirsiniz ama bunların bir de toplu olarak yaşanabileceğini varsayarsanız, (kolera gibi) bunları önlemeniz gerekir.

Su kaynaklarının özelleştirilmesi gündeme geldi. Su kaynaklarının özelleştirilmesinin halk sağlığı açısından nasıl bir etkisi olur?

Su yaşamsal zorunluluktur, metalaştırılamaz, satılamaz. Esasında şu anda pet su tüketme alışkanlığı çok yaygınlaştı. Biliyorsunuz biz oradaki suya değil de esasında dışındaki çoğu geri dönüşümsüz olan plastiğe para veriyoruz. Birileri de bundan iyi para kazanıyorlar. Suyun satılır olması yanlış. Çünkü su yaşam için bir zorunluluk. İkincisi kaynakların özelleştirilmesi asla kabul edilemez. Ama biliyoruz ki Antalya’da bu başladı. Bizim kentimizde Kocaeli’nde de bir yönüyle bu var. Bunu yaygınlaştırmak istiyorlar. Bu insan hayatını, topluca riske atmaktır. Kamusal bir alandır su alanı. İnsan yaşamı için zorunlu maddelerden bir tanesidir. Ama biliyoruz ki Dünya Bankası’nın programında sağlığın özelleştirilmesi gibi suyun da özelleştirilmesi var. Özellikle bizim ülkemize sıra gelmeden önce Afrika ülkelerinde DB’nin, eğitime kredi vermek için suyun özelleştirilmesini zorunlu tuttuğu ülkeler olduğunu biliyoruz. Dünyada bir piyasa yaratılmaya çalışılıyor.

(2)

gelmeden önce alınabilecek önlemler tartışılmıyor. Bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Neden sularda kesintiye gidiliyor? Şunu söyleyelim, evet coğrafyamızın da içinde bulunduğu alanda eskiye oranla yağışlarda azalma olduğu söylenebilir ve özellikle dünyada egemen olan ekonomik sistemin bir sonucu olarak atmosferdeki bozulmalar nedeni ile sera etkisi vb. etkilerle iklimsel değişiklikler de yaşıyoruz. En önemli su

kaynaklarımız buzullar erimeye başladı. Bununla ilgili çok önemli veriler var tabii ki ama bütün bunlara paralel olarak ülkemizde bugün için yaşanan şeyler, kesinlikle ve kesinlikle çok net söylüyorum son ifade ettiğimiz gelişmelerle açıklanabilecek büyüklükte işler değildir. Su insan hayatı için hayvan ve bitki hayatı için yani canlılığın varlığı için bir zorunluluktur. Suyun metalaştırılması kabul edilemez. Dolayısıyla suyun her alanda; ister denizlerde, ister içme suyu, ister tarım alanlarında, ne olursa olsun toplum için merkezi planlama ile yönetilmesi gerekir. Bizim ülkemizde de su ile ilgili en önemli sorun merkezi planlama sorunudur. Plansızlıktır yani. Kentsel yaşamda sanayi ve kent yaşamı iç içe. Ama bakıyoruz ki suyun en büyük kısmını kentlerde sanayiler kullanıyor. Bir tanesi bu. İçme suyunu siz hem sanayiye veriyorsunuz, hem konutlara veriyorsunuz. Bir kere bunun değiştirilmesi gerekir. Bir diğeri tarım. Sadece barajlardan giden sulara bakmayalım. Suyun kaynağı olarak bakarsak eğer, ülkemizde son 15-20 yılda aklına gelen aklına geldiği yere sondaj yapıp su çıkarıyor ve bir dere debisinde akıtıyor tarlasına suyu. Hem su tüketiyor, hem tarlayı tuzlaştırıyor. Ekim yapılamaz hale getiriyor. Bu bir ticari özgürlük değildir. Mülkiyet özgürlüğü de değildir. Bu esasında toplumsal yaşantımıza bir darbedir. Böyle görmek gerekir. Kent planlamalarının su kaynakları da öngörülerek yapılması gerekirken ülkemizde maalesef bunun yapılmadığını biliyoruz.

Bir başka şey bugün kentimizde de tartışmaya açılan baraj meselesi. Evet özelleştirilmesi bir hatadır. Biraz önce söyledim su insanlığın yaşamı için bir zorunluluktur diye. Ama şunu biliyoruz orada havzada toplanan su bir yatırım alanıdır. Yani kamusal kaynaklarımızda bir yatırım alanıdır. O suyun içme suyu haline dönüştürülmesi yine kamusal bir harcamadır. Ulusal kaynaklarımızın harcanmasıdır. Elektrik enerjisinden tutun, kimyasallara kadar insanın emek gücüne kadar her şey kamusal harcama alanıdır. Şimdi o suyu siz bir litre olarak kent sistemine verdiğiniz zaman en iyi kentinizde bile evlere yani musluğa yarım litresi ulaşıyor. Dolayısıyla bu tartışmalardan önce bu alandaki

sorumluların bütün kentlerimizde sadece adı geçen kentlerde değil bütün kentlerde altyapının yenilenmesini,

onarılmasını sağlamaları gerekiyor. Biliyoruz sorunu en fazla yaşayan kentlerimizde hükümet partisinin belediyeleri birkaç dönemdir yönetimdeler. Dolayısıyla bugün başlamış olan kesintilerin vebali tamamen kendilerine aittir. Planlamada, yetki ve sorumlulukta bir keşmekeş vardır. Bugünlerin böyle yaşanmasının kabulü vardır. Son

dönemlerde görüyoruz ki büyük kentlerimiz çevre düzenlemesine büyük önem vermektedir. Yeşili hepimiz seviyoruz. Ama yeşilin bizim yaşamımıza görsel olarak kattığının dışında bir bedeli de olmamalı. Burada suyu kastediyorum. Kendi ülkemizde dışardan hiçbir şeyi ithal etmeden kullanabileceğimiz yeşillendirme araçları mevcut. Ancak ülkemizin su konusundaki riskli bölgelerden biri olduğunu bildiğimiz halde en az su kullanacak bitki türlerini de bilimsel olarak biliyor iken onlarla bu alanları düzenlemek yerine dünyada en fazla suyu kullanan bir bitki türü olan çim meselesine çok ciddi sarmış durumdayız. Bir an evvel bu işlemler durdurulmalı. Bahçe alanları, kent alanlarının düzenlenmesi işlemlerinde suyu en az tüketecek bitki türleri kullanılmalı. Ağaçlandırmalar öne çıkarılmalı. Özel sulama gerektirmeyen bitki türleri var coğrafyamızda, bunlar tercih edilmeli. Tabii ki bunlar yapılırken her bir bireye de sorumluluklar düşer. Ama bugünkü susuzluğun sorumlusunun musluğunu açıp da kullanan insanlar olmadığını da

hepimiz biliyoruz. Suyu bize sağlamakla sorumlu olan kamusal alanın yöneticileridir tarihsel süreç içinde sorumlu olanlar. Suyu satılır hale getiren de bugün bizi susuz bırakan da bugünkü sistem.

Şunu da belirtmek istiyorum. Kentlerimizde toplanan yağmur suları ile kanalizasyon sularını birleştirmememiz gerekiyor. Bizim kentlerimizin çoğunda yağmur suları toplanıp kanalizasyona veriliyor, bu şekilde gidiyor. Halbuki yağmur suları kıymetlidir. Yağmur sularını sulamada, tarım alanlarında biriktirip kullanabilirsiniz. O bakımdan altyapı alanlarında yağmur suları ile kanalizasyon sularının ayrı ayrı toplanıp, gideceği yere kadar ulaştırılmasını da mutlaka zorunlu olarak yapmamız gerekir. Yerüstü kaynaklarını kullanmamız gerekir

Temiz su kaynaklarına ulaşmanın doğru yolu nedir?

Temiz su kaynakları yeraltı ve yerüstü kaynakları olarak ikiye ayrılabilir. Yeraltı kaynakları itibariyle özellikle gelişi güzel sondaj yapılması engellenmeli. Son günlerde büyükşehir belediyeleri bahçelerimizi biz kendimiz kuyu açıp da sulayacağız diyorlar. Hangi su bu? Bütün su dünyada bir döngü olarak birbiri içinde bir çemberdir. Oradan da anlamsız yerlerde, anlamsız kullanma ile siz yine bizim varlıklarımızı bertaraf ediyorsunuz, yok ediyorsunuz. O bakımdan bazı kentlerimizde doğrudan doğruya yeraltı kaynaklarına sondaj yapıp çıkarılan su doğrudan doğruya evlere gönderilebilir, çok fazla işlem gerektirmeden. Ama bu içilebilir olarak çok az bir kaynaktır. çoğu yerüstü sularını kullanmamız gerekiyor. Bu da tatlı su kaynakları olarak akarsular ve göllerdir. Yerküredeki suyun yüzde 3’ünden azı zaten içilebilir tatlı sudur. Bu yüzde 3’ün de yüzde 90’ı yerüstü suyu. Bu suyu biriktirdikten sonra yani işte barajlar bunun örneğidir. Bunun hangi asitler olduğu bilinerek temizlenmesi gerekir. Bu temizlik önce fizikseldir.

(3)

Yani çer çöpten arındırırsınız. Sonra kimyasaldır yani içindeki kimyasal maddelerden arındırılır. Son olarak da biyolojiktir. Mikropları da yok edersiniz. Dolayısıyla su fiziksel, biyolojik, kimyasal temizliğinden sonra içme suyu haline getirilir. İşte o bakımdan kıymetlidir. Biz bu suyu içme suyu diye kullandıktan sonra, bu hepimizin toplumsal kaynağı, kamusal mülküdür bunun bu şekilde yok edilmesine hakkınız yok demek de bizim hakkımızdır.

Referanslar

Benzer Belgeler

İkiz gebelik sonuçları tekil gebeliklerden sürekli olarak daha kötüdür.... İkiz

A Bulunduğu yerden uzak Bulunduğu yerden uzak B Bulunduğu noktada Bulunduğu noktada C Bulunduğu yerden yakın Bulunduğu yerden uzak D Bulunduğu yerden yakın

Mitolojideki geçerli versiyon olarak kendini kabul ettirmiş Apollonius’un şiirinden belli başlı neredeyse tüm episodları almasına karşın, çoğu kez argonaut

Bu nedenle; insan ve hayvan sağlığı açısından çok önemli olan BSE'nin ülkemize girmemesi için her türlü tedbir al ınmalı.. TÜKETİCİ YEDİİ ETTEN EMİN

Küresel ısınmanın etkilerinin hissedildiği ülkeler arasında yer alan ve et üretiminde sorunlar yaşayan Türkiye, yoğun kurakl ık senaryosunda et ihtiyacı için

Köy meydanında toplanan köylüler ellerinde, ‘Taş Ocağı İstemiyoruz’, ‘Yeşil Alanlar Yok Olmasın’, ‘Köyümüzde Toz Duman İstemiyoruz’ yazılı pankartlarla taş

%68,5’i “matematiksel becerilerimi yeterli görüyorum” ifadesine “kesinlikle katılıyorum”, “kısmen katılıyorum”, “katılıyorum”, %30,1’i ise

Ayrıca çalışmaya katılan öğrencilerin %33,1’i “ilaç dozu hesaplamalarına yönelik yeteri kadar bilgi aldım” ifadesine