SOYUT SANAT
Bütünün niteliğini dile getiren somutun zıddı olan soyut;
soyutlanmış olanın, niteliğini ifade eder. Hint - Avrupa dillerindeki ayırt edilmiş ve bir şeyden alınıp çıkarılmış anlamlarını dile getiren Lâtince abstracton deyiminin karşılığı olarak kullanılmaktadır.
Soyut kavramında: 1. Nesnelerin niteliği gibi, gerçekte kendi başına var olmayan, nesnelerin niteliği olarak var olan, ancak nesnelerden çekilip çıkarılarak
tasarlanabilen(büyüklük, küçüklük, beyazlık, kırmızılık gibi) kavramlar, 2. İdrak edilemeyen şeyleri gösteren (adalet vb.) kavramlar, 3. Nesnelerin özelliklerinden sıyrılmış olan bütün genel kavramlar kastedilmektedir.
Soyut düşünce ise : Duyular ve idrak edilir olandan sıyrılmış kavramlar, düşünme ile varılan düşünce anlamına gelir.
Güzel sanatlarda XX. y.y.da elle tutulur gerçekliği
betimlemeyi ve hareket noktası olarak almayı reddeden ve bu gerçekliği bir soyutlama işleminden geçiren ya da
geçirmeyen plastik ve grafik sanat akımına soyut sanat adı verilmektedir.
Soyut denilen sanat (Resim, Heykel) bütün dış gerçekleri reddeden, yalnız yalın renk ve formlarla estetik duygular, heyecanlar uyandırmayı amaçlayan bir sanat türü ve
kavramıdır. Bu sanat türüne non - objective(*), non - figürative(**) ve hatta tasvire yabancı anlamında non - representative de denilmiştir.
Geometrik olan ya da olmayan figürleri kullanan soyut sanat bir ölçüde objektif, yani konuludur. Daima bir fikri, bir seziyi dile getirir. Gerçek soyut sanatçıların konuları, imajları, çoğu kez günlük yaşam gerçeklerinin yarattığı izlenim ve heyecan öğeleri olmuştur. Soyut Sanat
zihinsel bir olaydır ve doğanın taklidi dışındadır. Yaratıcı gücün mutlak özgürlüğü soyut sanatın değişmez
karakteristiğidir. Başka bir anlatımla Soyut Sanat : İnsan, tabiat ve eşya gibi canlı veya cansız herhangi bir figür ve objeye bağlı olmayan sanat görüşü Abstra (abstrait,
abstrak) sanat da denir. XX y.y. resim heykel sanatında yeni bir dünya görüşü olarak doğan bu anlayış,
empresyonizmin ve kübizmin ürünü sayılır.
Kübizm bir kavram ressamlığıdır. Fakat bu doğayla
bağlarını büsbütün koparmamış kavramları içermektedir.
Ayrıca kübistlerin bu bağları koparmak istedikleri de söylenemez. Aksine doğaya daha da yaklaşma ve onu daha derinden kavrayabilme çabası olarak görürler.
Kübizm birbiriyle çelişen iki nitelik taşır. Bunlar bir
yandan soyut düşünmenin ürünü olarak doğaya bağlı olmayan özerk varlıklardır, öte yandan da bize doğayı tanıtan varlıklardır. Ancak merak edilmemelidir ki
kübistlerden sonra gelenler bu çelişkiyi ortadan kaldırıyor. Empresyonistler, duyular dünyasını
yansıtmışlardır, kübistler de nesnelerin kavramlarını ve şimdi nesne kavramı da eleniyor ve salt kavram
ressamlığı olarak, nesnesiz soyut sanat ortaya çıkıyor.
Worringer, soyut sanatı, bir psikolojik etken, bir içtepi ile açıklıyor. Ne var ki, bu soyutlama içtepisi ilkellerde
bilinçsiz bir mekanizma ile soyut sanata götürdüğü halde, uygar insanda bu içtepi, bu kez bilinçli bir duyguya
dönüşerek metafizik bir nitelik elde eder. Çünkü,
kendiliğinden şeyi, değişmeyen, mutlak varlığı arayan uygar insan, buna soyut sanatta geometrik yasal
biçimlerde ulaşır. Böyle bir geometrik yasal dünya, ana niteliği ile nesneler dünyasında 'kendiliğinden şey'i bize gösteren ve daha Platon'dan, Aristoteles'ten beri
felsefede, 'eidos, essentia' adı verilen metafizik şeydir.
Buna göre, soyut sanat, özü gereği metafizik bir sanattır.
Uygar insan da tıpkı ilkel insan gibi, bu yitiklikten, bu
çaresizlikten kurtulmak için mutlak, kendi başına varlığa ulaşmak ister. Bunun olanağını da, tıpkı ilkel insan gibi, soyut sanatta bulur. Soyut sanatta geometrik yasal
biçimlerde ancak insan özlemini duyduğu huzur ve mutluluğa kavuşabilir.
Soyut sanatın doğuşunda, Cezanne'ın «doğayı silindir , küp ve konilere göre al» sözünün yanında, bize göre, en önemli bir diğer düşünce, Kandinsky'nin kişisel
gözleminden doğan bir düşüncedir.
Bu gözlemi Kandinsky şöyle dile getirir: «henüz başlayan bir gurub vakti idi.
Paletlerimle çalışmadan henüz eve dönmüştüm , henüz dalgındım ve bitirmiş olduğum çalışmamı düşünüyordum; işte bu sırada birdenbire
anlatılamayacak kadar güzel ve bir iç parıltı ile parlayan bir tablo gördüm.
İlkin hayretle durup kaldım, sonra hemen biçim, renkten başka bir şey görmediğim ve içerikçe anlaşılmaz olan bu muammalı resme yaklaştım.
Derhal muammayı çözecek anahtarı buldum: Bu, benim yapmış olduğum ve yanlamasına duvara dayalı duran bir tablo idi. Ertesi gün, bu resimden dün aldığım izlenimi gün ışığında almayı denedim ama bunu ancak yarı yarıya başarabildim, yanlamasına da olsa, tabloda obje'leri daima fark ettim ve şimdi artık gurubun ince parıltısı da eksikli. Artık kesin olarak şunu
biliyorum: Obje, resimlerime zararlı olmaktadır.» Obje'nin, nesnel biçimin resme zararlı olması düşüncesi, diyebiliriz ki, soyut sanat için bir genel kural değeri taşır. Bu, Kandinsky'ye göre, yalnız günümüz sanatı için değil,
gelecek sanatlar için de geçerlidir. «İnsan,» diyor Kandinsky; «Çevresinden vazgeçemez, ama, O, obje'den nasıl kurtulacağını da bilmez. Bu, benim dile getirmek istediğim sorundur. Çünkü, günümüz resminin ve yarının resminin de ana sorunu budur.».
Kandinsky, bu yeni sanatın ve bunun dayandığı realite anlayışının temsilcilerinden biridir. «Kandinsky, bilindiği gibi, soyut sanatı icat etmiş değildir, ama soyut sanatı uygulamıştır, hem teorik yazıları ile, hem de derin ve kendine özgü, düşünsel, yüce bir tinselliği ortaya koyan resimleriyle.» Burada hemen işaret edelim ki, soyut
sanatın güncelleşmesinde ve tutunmasında onun soyut resimleri kadar , soyut sanatın teorisini yaptığı
kitaplarının ve yazılarının da büyük payı vardır.
Kandinsky bir yazısında, ‘Resim de müzik gibi insanın içindeki gücü harekete geçirir.’ diyordu. Resme bakan kişide bir titreşim yaratmayı amaçlayan sanatçı, biçimleriyle renklerin o kişinin içine işlemesini, müziğin dinleyiciyi sarsıp heyecanlandırdığı gibi, resme bakan kişide heyecan ve yankı uyandırmasını istiyordu. Kandinsky’nin Sanattaki Ruhsal Değerler Üzerine adlı kitabının yayınlanmasından önce
yaptığı resimlerinde renkler giderek zenginleşiyor, manzaralar belirsizleşiyor, kimi zaman da seçilmesi güç figür ve atlara yer
veriliyordu. 1909’dan sonra yaptığı bazı resimlerine ‘doğaçlamalar’
adını veren sanatçının bu yapıtlarında hala figürlere, binalar, dağlara vb. rastlanmaktaydı ancak bunlar artık birer betimleme değil, birer işaret olma işlevini yüklenmişlerdir. Bunların doğrudan doğruya o nesnelerle değil, o nesnelerin sanatçı tarafından daha önce yalınlaştırılmış betimlemeleriyle ilgileri vardır. Bu tutum görsel ve düşsel bir izlenim yaratır. 1910’dan sonra yaptığı
Kompozisyonlar’ı Doğaçlamalardan yola çıkılarak tasarlanmış ve geliştirilmiş yapıtlardır. Daha sonra da resimlerinin belirli nesnelerle ilintilerini kopardığı görülür. Bunlardan bazıları Kompozisyonlar’ gibi özenle tasarlanmış gibi görünse de bazıları açıkça doğaçlama
yapıtlardır.
Kandinsky’nin çocuklarda olduğu gibi, ifadeye karşı aşırı bir duyarlılığı vardı. Çevresinde yer alan her şeyde
kişiliği varmış gibi karakter niteliği görüyordu.
Kandinsky’ye göre soyut sanat, sanatçının iç dünyasını dile getirmektedir. Ama onun iç dünyadan kastı,
Romantiklerin duygusal dünyaları değildir. Tersine o korku, neşe, hüzün, vb. duyguları kaba saba duygular
olarak niteler. Bu duygulardan ‘içsel zorunluluk’ la arınan, bunları aşan ‘yüksek düzeydeki hakikatlar’a açılır ve
özgürlüğe kavuşur. Özgürlük renk ve biçim gibi dış
etkenlerin uyandırdığı’ ruhsal titreşimler’i duyabilmektir.
Görünenin gizemli gücü sanatçının içinde saklıdır. Daha biçim almamış olan tinsel yaşantısını sanat yoluyla
biçimlendirir, dışa döker sanatçı. ‘Sanatçı gören kişidir.’
Kandinsky’nin eserleri birçok bakımdan geometrik soyut sanattan değişik, bir anlamda da o sanatı bütünleyen bir soyut anlayışın ilk önemli örnekleridir. Mondrian ve
Malevich’in temsil ettikleri soyut sanatı, temel biçimlere dayandığı için, kişisellikten arınmış ve açıkça modern bir sanat olarak görebiliriz. Bu iki sanatçı da gizemsel
kaygılardan yola çıkarak madde dünyasına bir yanıt bulmayı amaçlıyorlar, maddenin sözcülüğünü
etmiyorlardı.
Mondrian ve Malevich’e göre de kübizm, açıkça tam soyutlamaya giden bir yoldu. Mondrian kübizmle ilgi
kurmadan önce yıllarca doğacı bir ressam olarak çalıştı.
Daha sonra kübist ressamları inceleme fırsatı buldu ve
sonra renk çeşidini azaltarak, resimlerini daha çok çizgisel yapılar olarak düzenlemeye başladı. Böylece bir yandan ele aldığı konunun temel niteliğini belirtirken bir yandan da resmin yüzeyini ritmik bir çizgi ağıyla kaplamayı denedi.
Mondrian daha sonra Paris’te yaptığı çalışmalarında ağaç ve bina resimlerini soyutlama sürecini daha da ileri götürür. Oval Biçimde Renkli Düzenlemeler(1914) adlı tablosu, karakalemle yaptığı birtakım bina eskizlerinin
giderek tual üzerine yağlıboya çalışmalara dönüşmesinin bir sonucudur.
Mondrian, gördüğü ilk biçimlerden yola çıkarak, daha sonraki kompozisyonlarının başlıca çizgilerini bulmuş, estetik yaşantısını resmin geçirdiği aşamalarla
karşılayarak sonucun bir betimleme değil, sanatçının heyecanını resme bakan kimseye aktaran bir açıklama olmasını sağlamıştır.
Mondrian’ın resimlerinin bazıları da belli görsel
konulardan hiç esinlenmemiş gibidir. Gri Çizgili Elmas adlı tablo da bunun en iyi örneklerindendir.
KUPKA