• Sonuç bulunamadı

Ünite 1 İnsan hakları, tüm insanların sahip olduğu temel hak ve özgürlüklere denir. İnsan hakları, ırk, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Ünite 1 İnsan hakları, tüm insanların sahip olduğu temel hak ve özgürlüklere denir. İnsan hakları, ırk, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm"

Copied!
51
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Ünite 1

İnsan hakları, tüm insanların sahip olduğu temel hak ve özgürlüklere denir. İnsan hakları, ırk, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin tüm insanların yararlanabileceği haklardır

İnsan hakları, tüm insanların hak ve saygınlık açısından eşit ve özgür olarak doğduğu anlayışına dayanır.

İnsan hakları, her bir bireye bağımsız seçim yapma ve yeteneklerini geliştirme özgürlüğü sağlar. Bu özgürlükler başkalarının haklarına saygılı olmak ve bu hakları çiğnememe zorunluluğu ile

dengelenmektedir

Aydınlanma Döneminin en önemli insan hakları temsilcisi Fransız düşünür Jean-Jacques Rousseau’dur.

Bunlar arasında en çok dikkate değer olanlar; Pers İmparatoru Kiros’un Yeni Babil İmparatorluğu’nu fethetmesinden sonra üzerinde niyetlerini yazılı olarak açıkladığı MÖ 539 tarihli Kiros Silindiri, Hintli Büyük Asoka’nın MÖ 272-MÖ 231 arasında yazılan Asoka Fermanları ve MÖ 622’de Müslümanları, Yahudileri ve Paganları da içine alacak şekilde Yathrib kentinin (daha sonra ismi Medine olan) önde gelen aşiret ve aileleri arasında resmî bir antlaşma olarak Muhammed Bin Abdullah tarafından hazırlanan Medine Sözleşmesi’dir. 1215 tarihli Magna Carta’nın hem İngiliz hukuk tarihi için hem de günümüzde uluslararası hukuk ve anayasa hukuku açısından önemi büyüktür. İnsan hakları

düşüncesinin, Eski Yunan uygarlığına kadar giden bir geçmişi vardır. İnsanlığın ortak mirası olan düşünce mirasını sistemli bir şekilde ilk defa ortaya koyan Yunan düşünürü sofistler, insana verdikleri önemle, insan haklarını vurgulamışlardır.

Gezgin öğretmenler diye bilinen sofistler, insanların daha rahat, huzurlu ve mutlu yaşamaları için yeteneklerinin geliştirilmesi gerektiğini söylediler

Sofistlerin çağındaki büyük düşünürlerden Sokrates, Platon ve Aristoteles, insanın önemini ve değerini kavramış kişilerdi. Sokrates, insanın önce kendisini tanıması gerektiğini savunmaktaydı.

“Kendini bil!” ilkesini herkesin ilke edinmesi gerektiğine inanmaktaydı

Eski Yunan şehir devletlerinde, demokrasi, yönetim biçimi olarak kabul edildi; ancak aynı dönemde kölelik de vardı. Özgür vatandaşlar, seçme ve seçilme hakkına sahipti. Yine de insan hakları

düşüncesinin bu dönemde temellerinin atıldığını söylemek mümkündür

Orta Çağ’da ne demokrasi, ne de insan değerli bir varlıktı. Yaşam, din ve Tanrı merkezli bir anlayışla açıklanıyordu. Yönetici, yönetme görevini Tanrı’dan almaktaydı. İnsan özgür değildi; tanrısal olana itaat eden ve uyan bir varlıktı. Değerli olan, dinsel ve tanrısal ögelerdi. Bu nedenle, Orta Çağ boyunca insan hakları diye bir kavram düşünülmedi ve geliştirilmedi. 13. yüzyılla birlikte kralın yetkilerinin daraltılması gerektiği düşüncesi öne çıkmaya başladı. 1215 yılında İngiltere kralının yetkilerini sınırlayan Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlük Bildirgesi) ilan edildi. Bu bildirgede “Kanuna uygun ve mahkeme kararı olmaksızın hiç kimse tevkif edilemez, hapsedilemez, ülke dışına

çıkartılamaz, sürgün edilemez.” maddesi yer almıştır.

YENİ ÇAĞ’DA İNSAN HAKLARI DÜŞÜNCESİNİN GELİŞİMİ

Avrupa’da, 14. ve 16. yüzyıllar arası Rönesansla, yani yeniden doğuşla birlikte insan tekrar Eski Çağ’daki değerine ulaştı. Matbaa ve pusulanın bulunması sonucu insanlar, hem bilgilerini yaydılar hem de deniz aşırı ülkeleri keşfettiler. İletişim ve bilginin çoğalması sonucu, insan değerli bir varlık oldu. Böylece insanlar; diğer insanların yaşamlarını hem okuyarak hem de o ülkelere giderek öğrendiler

Rönesans Dönemi, insanı temel amaç yapan Hümanizmin (insancılık) çıktığı dönemdir. İnsan merkezli evren ve toplum düşüncesi, Orta Çağ’ın Tanrı merkezli evren ve toplum anlayışının yerine geçmiştir. Rönesansın en önemli karakteri, en önemli varlığının insan ve insana ait değerler olduğu düşüncesidir. Böylece Orta Çağ’ın katı din öğretisi, reform hareketiyle yumuşatılmıştır. Martin Luther, Avrupa Hristiyanlığında reformlara öncülük etmiştir.

18. yüzyıl, Avrupa’da Aydınlanma Dönemi olarak yaşanmıştır. Bu dönemin amacı, insanın evrendeki, toplumdaki yerini ve değerini, insan aklı ile açıklamaktır. Aydınlanma, insan aklının aydınlanması ve yeni bilimsel bilgilerle dolmasıdır. Doğru bilgi, aklın, deneyin ve gözlemin bilgisidir. Amaç; insan aklının ortaya koyduğu bilgilerle, evrene, doğaya, topluma egemen olmak ve yönetmektir

(2)

Aydınlanma Dönemi, insan hakları düşüncesinin yaygınlaştığı ve kabul gördüğü çağ oldu.

Aydınlanma Döneminin en önemli insan hakları temsilcisi Fransız düşünür Jean-Jacques

Rousseau’dur. Rousseau’ya göre, insan doğal durumda özgür ve eşitti. Ancak toplumsal yaşamla birlikte insanlar özgürlüklerini ve eşitliklerini kaybettiler. Bu nedenle, insanlar sözleşme yaparak devlet kurdular. Devletle toplum arasındaki sözleşme sözsüz ve yazısızdır. Devlet, özgürlüğü ve eşitliği temin edebilir veya güvence altına alabilir. Devletin görevi insanların haklarını sağlamak ve

korumaktır. Özellikle de temel hak olan yaşama hakkının güvence altına alınabilmesi için insanlar kendiliğinden böyle bir sözleşme yapma yoluna gitmişlerdir. Rousseau insanların yaptığı bu sözleşmeye “toplum sözleşmesi” adını verir. Toplum sözleşmesi fikri, insan hakları düşüncesinin Avrupa ve Amerika’da gelişmesini büyük ölçüde etkilemiştir. Toplum sözleşmesinin Amerika’daki etkisini, 1776 yılında yapılan Virginia İnsan Hakları Bildirisi’nde görmek mümkündür. Bu bildiride yer alan, “Tüm insanlar doğuştan eşit derecede özgür ve bağımsızdırlar. Doğar doğmaz edindikleri belli bazı haklar vardır. Siyasi bir topluluk kurdukları zaman, hiçbir anlaşmayla gelecek kuşakları bu haklardan vazgeçmeleri için zorlayamazlar. Yaşama ve özgürlük haklarıyla, mülk edinme ve sahip olma, mutluluk ve güvenlik arama ve kazanma olanağı da bunlar arasındadır.” Bu ilkeler tüm insanlar için geçerlidir

İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesi, Aydınlanma Döneminin temele koyduğu hümanizm düşüncesi doğrultusunda, insanın bir amaç ve değer görmesi ilkesini hedeflemişti. İnsanların

doğuştan itibaren eşit oldukları düşüncesini savunması sonucu, soylu ve asillerin de diğer insanlardan farklı olmadıklarını ortaya koydu.

Fransız İnsan ve Vatandaşlık Hakları Beyannamesi genelde şu ilkeleri içermekteydi:

İnsanlar, yasa önünde eşit ve özgür doğarlar; özgür ve eşit olmayı tüm yaşamları boyunca sürdürürler.

2- Her siyasi topluluğun (devletin) amacı, insanın doğuştan getirdiği ve zaman içinde de değişmez olan temel haklarını korumaktır. Bu haklar; özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnmedir.

3- Özgürlük diğerlerine zarar vermeden her şeyi yapmak demektir. Bir insanın doğal haklarını kullanması, toplumun diğer üyelerine sağlanan aynı haklarla sınırlanmıştır. Bu sınırları yalnız yasalar belirler ya da değiştirebilir.

4- Hiçbir düşünce, geçerlilikte olan yasaya karşı gelmedikçe ya da kamu düzenini bozmadıkça, kınanamaz.

Bu gelişmeler sonucunda insanların temel hakları olan yaşama hakkı, özel yaşamın gizliliği, eğitim hakkı, sağlık hakkı, düşünce, kanaat ve fikirlerini bildirme hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, seçme ve seçilme hakkı, seyahat özgürlüğü gibi hakların ortaya çıkmasına ve gelişmesine yol açmıştır.

İNSAN HAKLARI HUKUKUNUN GELİŞİMİ

İnsan haklarının süjesi bireydir. Birey olmak hukukun insana yüklediği bir niteliktir. Birey kavramı ile hem gerçek hem de tüzel kişi kast edilmektedir

Yeniçağ ile birlikte anayasalarda yer almaya başlayan insan hakları kavramı pozitif hukuka girmiştir.

Ortaçağda Hıristiyanlığın etkisinde kalan doğal hukuk yeniden önem kazanmaya başlamıştır. Bu çağda Rönesans ile gelişen hümanizm akımı bireyi öne çıkarmıştır. Hümanizm ile hükmeden değil, koruyan ve bireye hizmet eden devlet tipi insan haklarının gelişebileceği bir ortam yaratmıştır. Yeniçağ’da feodal üretim biçiminin çözülmesi ve kapitalist üretici güçlerinin gelişerek burjuva sınıfının oluşturması ile bugün bildiğimiz anlamda ‘’klasik hak ve özgürlükler’’ doğmuştur

Birleşmiş Milletler Dönemi

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ile birlikte 25 Nisan 1945’te San Francisco’da toplanan konferans sonunda 26 Haziran 1945’te Birleşmiş Milletler kurucu antlaşması kabul edilmiş ve 10 Ocak 1946 tarihinde fiilen işlevsel hâle gelmiştir. Kurulduğu sırada Birleşmiş Milletler’in 51 üyesi bulunmaktadır.

Birleşmiş Milletler’e üye tüm devletler insan haklarının korunması ortak değerini ilke olarak kabul etmişlerdir. Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın çeşitli maddelerinde yer alan insan haklarının korunması konusunda ilk girişim, BM Ekonomik Sosyal Konseyi’nin 21 Haziran 1946’da 18 üyeli bir İnsan Hakları Komisyonu kurması olmuştur

(3)

Adı geçen komisyonun hazırladığı metin 10 Aralık 1948’de BM Genel Kurulu’nda ‘’İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’’ olarak kabul edilmiş ve bunu Mart 1976’da yürürlüğe giren ‘’Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’’ ile ‘’ Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’’ izlemiştir. ‘’Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’’ ise, BM Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilmiştir. ‘’Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesine Dair Sözleşme’’ 18 Aralık 1979 tarihinde Genel Kurul kararı ile kabul edilmiş ve üye ülkelerin imzasına açılmıştır.

‘’İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’’

Genel Kurulun 10 Aralık 1984 tarihli kararı ile kabul edilmiştir.

Sözleşmeleri imzalayan ülkelere taraf devlet denmektedir ve taraf devletler sözleşmede geçen maddelerin korunması ve uygulanması ile ilgili yükümlülük altındadırlar.

AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ

‘’İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’’ olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 1950 yılında Roma’da imzalanmış, Türkiye tarafından 1954 yılında onaylanmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ise uluslararası bir örgüt olan Avrupa Konseyi’ne bağlı olarak 1959 yılında kurulmuş uluslararası bir mahkemedir. Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları

Sözleşmesi ve ek protokolleri ile güvence altına alınmış olan temel hakların çiğnenmesi durumunda bireylerin, birey gruplarının, tüzel kişiliklerin ve diğer devletlerin, belirli usul dâhilindeki kurallar çerçevesinde başvurabileceği bir yargı merciidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Strasbourg’da bulunan uluslararası bir yargı organıdır. Mahkeme, ‘’İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Sözleşme’’yi onaylamış olan Avrupa Konseyi’ne üye devlet sayısına eşit hâkimden oluşur.

Hâkimler hiçbir devleti temsil etmeyip Mahkemede kendi adlarına görev yaparlar. Başvuruların incelenmesinde mahkemeye özellikle üye devletlerin her birinden gelen hukukçulardan oluşan Yazı İşleri Müdürlüğü yardım eder (hukukçular, ‘’referander’’ ya da ‘’raportörler’’ olarak da

adlandırılmaktadırlar).

Belirli istisnai durumlar dışında bir kişinin mahkemeye başvurabilmesi için öncelikle kendi ülkesinde hakkını araması, yani iç hukuk yollarını tüketmesi gerekmektedir. Bireyler iç hukukta haklarını aradıktan sonra ve bu konuda olumsuz nihai kararı aldıktan sonra 6 ay içinde yazılı olarak Strasbourg’ta bulunan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ‘ne başvurmalıdır

Mahkeme, söz konusu hak ya da garantilerden biri ya da bir kaçının bir devlet tarafından ihlal edildiğini saptarsa, bir karar verir ve ilgili devletin uygulamak zorunda olduğu bu karar bağlayıcıdır.

(4)

Ünite 2

Sosyal adaletin temel bileşeni olarak “ihtiyaç” insan yaşamında temel gerekliliktir.

İHTİYAÇLAR

Türk Dil Kurumu sözlüğünde; “gereksinim, yoksulluk, yokluk ve bir şeyi karşılamak için gerekli olan her şey” şeklinde tanımlanmaktadır. İhtiyaç; karşılanmadığında insanda acı ve mutsuzluğa sebep olan, karşılandığında ise insana mutluluk veren bir olgudur.

İhtiyaç kavramı genellikle; güdü, dürtü ve içgüdü gibi kavramların yerine kullanılarak karışıklığa neden olmaktadır.

Güdü, davranışa enerji ve yön veren güçtür; bu güç organizmayı etkileyerek bir amaç için harekete geçmeye sevk eder. Güdü, istekleri, arzuları, ihtiyaçları, dürtüleri ve ilgileri kapsayan genel bir kavramdır. İhtiyaç giderildiğinde güdü azalır ya da ortadan kalkar.

Açlık susuzluk, cinsellik gibi fizyolojik kökenli güdülere dürtü denilmektedir.

İçgüdü, deneysel olarak kanıtlanamayan bir kavram olup organizmanın doğuştan getirdiği biyolojik yatkınlıkları tanımlayan bir kavramdır.

İhtiyaç Çeşitleri

Mal ve hizmetleri kullanarak karşılanan giyinme, barınma, seyahat etme, hastalık durumunda doktora gitme vs. gibi ihtiyaçlar, ekonomik ihtiyaçlar; güzel olmak, güzel konuşmak, cesur olmak gibi mal ve hizmet kullanmadan karşılanan ihtiyaçlar ise ekonomik olmayan ihtiyaçlar olarak tanımlanmaktadır.

Ayrıca ekonomi alanında, ihtiyaçları karşılayan malların ekonomik mal olup olmamasına göre de ihtiyaç tanımı yapılmaktadır. Nitekim hava, su gibi ihtiyaçlar bu bilim alanında serbest mal niteliğinde değerlendirilirken; kitap, defter, ayakkabı gibi ihtiyaçlar ise ekonomik mallar sınıfında

değerlendirilmektedir. Diğer yandan ihtiyaçların giderilmesindeki zorunluluk derecesi dikkate alınarak beslenme, giyinme, barınma gibi insan hayatının devamı için karşılanması zorunlu olan ihtiyaçlar

“zorunlu ihtiyaç" olarak adlandırılır. İnsanların zorunlu ihtiyaçlarını karşıladıktan hemen sonra gerçekleştirmek istedikleri ihtiyaçlar (eğitim, spor) “kültürel ihtiyaçlar”; zorunlu ve kültürel

ihtiyaçlarını yeterince karşılayan insanların ihtiyaç duydukları ihtiyaçlar (otomobil, dünya gezisi vb.) ise “lüks ihtiyaçlar” olarak açıklanmaktadır. Zorunlu ve zorunlu olmayan ihtiyaç ayrımının her toplumun sosyal ve ekonomik yapısına, yaşa, cinsiyete ve sosyal statüye göre değişebileceği öne sürülmektedir.

Özellikle psikoloji başta olmak üzere diğer sosyal bilimler alanında ise Maslow’un ihtiyaçlar

piramidinde yer alan 5 ihtiyaç grubu açıklanmaktadır. Maslow (1970) insan ihtiyaçlarını “fizyolojik, güvenlik, saygınlık, sevme-sevilme-ait olma ve kendini gerçekleştirme” şeklinde hiyerarşik olarak 5 düzeyde ele almaktadır.

Buna göre fizyolojik ihtiyaç; yeme, içme ve nefes alma gibi bir insanın en öncelikli ihtiyacı olup, karşılanmadığında organizmayı tamamen kontrol altına alır.

Güvenlik ihtiyacı; fizyolojik ihtiyaçlar karşılandığında davranışın temel güdüleyicileri olan ihtiyaç basamağıdır. Finansal güvenlik, zarardan korunma vehayatta kalmayı sağlamak için yeterli gereçleri elde etme bu ihtiyaçlar kapsamında önem kazanmaktadır.

Sevme-sevilme ve ait olma ihtiyacı; fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarının yeterli düzeyde karşılanması sevme, sevilme ve ait olma ihtiyaçlarını ortaya çıkmaktadır. İnsanlarla duygusal ilişki kurma isteği duyan bireyler bu ihtiyacı karşılamak için çaba sarf etmektedirler.

Saygınlık (statü) ihtiyacı; fizyolojik, güvenlik ve sevgi ihtiyaçlarını karşılayan bireyler için bir ihtiyaç hâline gelmektedir. Saygınlık ihtiyacı, bireyin benliği ile ilgili üstün ve doğru bir değerlendirme isteğinin yanında diğerlerinin de onu değerli birisi olarak değerlendirme ihtiyacını içerir.

Kendini gerçekleştirme ihtiyacı; bireyin kendine olan saygısını pekiştirmek için tatmin edilmesi gereken bir ihtiyaç olup, bireyin kendine uygun olan şeylerle uğraşmasını gerektirmektedir.

Maslow, kendini gerçekleştiren bireylerin; gerçeği olduğu gibi algılayabilen, içinden geldiği gibi davranabilen, probleme dönük olan, kendi kendine yeten, çevreden bağımsız bir biçimde karar verebilen, takdir etmeyi bilen, insanlıkla özdeşleşebilen, demokratik bir karakter yapısına sahip olan, kaba ve başkalarını küçük düşüren şakalardan hoşlanmayan, yaratıcı ve kalıp yargılara karşı direnen bireyler olduklarını ifade etmektedir.

(5)

İhtiyaçların Genel Özellikleri

İhtiyaçların çeşitli özelliklerinden söz edilebilir. Bunlar:

1.Bireysel ve toplumsal özelliklere göre ihtiyaçların tanımı, niteliği ve niceliğideğişmekle birlikte insanların tatmin etmek istedikleri zorunlu, sosyal, kültürelve psikolojik çok sayıda ihtiyacı olduğu, yani ihtiyaçların sonsuz olduğusöylenebilir.

2.İnsanların bazı ihtiyaçlarının şiddeti diğer ihtiyaçlarına oranla daha fazlaolabilmektedir. Genel olarak zorunlu ihtiyaçların şiddeti zorunlu olmayanihtiyaçlara göre daha yüksektir.

3.İhtiyaçlar ve ihtiyaçların tatmini için kullanılan araçlar ikame edilebilirler.İhtiyaçların bir bölümünün tatmin edilmesiyle diğer bir bölümünün tatminindenvazgeçilebilir. Örneğin, insan müzik dinlemek yerine sinemaya giderek boşzamanını değerlendirebilir.

4.İhtiyacın şiddeti tatmin edildikçe azalabilmektedir. İhtiyaçların tatminine aravermeden devam edildikçe (örn. yeme, içme) belirli bir aşamadan sonra buihtiyacı gideren şeylerin tüketimi insana haz vermek yerine ıstırap ve acıverebilmektedir.

5.Bazı ihtiyaçların şiddeti tatmin edildikçe artabilmektedir. Başlangıçta zorunluolmayan bir ihtiyaç düzenli olarak tatmin edildikçe, o ihtiyacın şiddetiartabilmektedir. Çünkü bu düzenli tatmin sürecinde ihtiyaç (örn. sigaratiryakiliği ve alkol bağımlılığı) alışkanlık hâline gelebilmektedir.

6.İhtiyaçları karşılanmayan kişiler zarar görme riski altında oldukları için ihtiyaç vezarar kavramları birbiriyle ilişkili olabilmektedir.

İhtiyaç Temelli Yaklaşım

20.yüzyılın ortalarında, benimsenen İhtiyaç Temelli Yaklaşım’da, yoksulbireylerin ihtiyaçları temel alınarak müdahaleler yapılmıştır.

Kalkınma ile ilişkili ilgili olan İhtiyaç Temelli Yaklaşım uzun süre kullanılmıştır. İhtiyaç Temelli Yaklaşım yoksulları sürece dâhil etse de, sistemik değişiklikler yapılmasını sağlayacak ilke ve düzenlemeler konusunda yetersiz kalmıştır. Bu yaklaşımda temel düşünce (ki birçok durumda hâlâ öyledir), sivil toplum örgütlerinin yerel ya da ulusal politikalara dâhil olmamalarıdır

İhtiyaç Temelli Yaklaşımın olumsuz ya da eksik yönleri genel olarak şu şekilde sıralanmaktadır:

Yoksul insanların faydalanıcı taraf, bağışçıların da hayırsever olduğu imajınıdevam ettirmiştir.

Siyasi çevreler ve diğer etkili paydaşlara hiçbir zorunluluk getirilmemiştir.

Hayırsever insanlar sadece kaynaklar müsait olduğunda yoksullarınihtiyaçlarını karşılamışlardır.

Ulusal ya da uluslararası düzeyde minimum çaba ile gerçekleştirilenmüdahaleler çoğunlukla yetersiz olmuştur.

Bu yaklaşım, toplumun gelişmesine katkı sağlamak üzere insanlar ıcesaretlendirmiştir; ancak onları daha üst düzeyde ve politika geliştirençevrelere katılmaktan caydırdığı için hayal kırıklığına neden olmuştur.

İNSAN HAKLARI

“Hak” kavramı görev ve sorumluluklar ile ilişkili olup, bazı görev ve sorumluluklar gönüllü olarak yüklenilmiş olabilir. Bazıları ise resmî ve zorunludur. Tufan ve arkadaşlarının (2009) da belirttiği gibi sivil haklar, canı ve malı gözeten bağımsız yargı organlarının; siyasi haklar siyasi süreçlere katılma biçimlerini belirleyen siyasi kurumların işlerliğini; sosyal haklar, sosyal politika alanında işlev gören bir dizi kurumun varlığını zorunlu kılar.

“İnsan hakları”

Bireylerin yalnızca insan olması nedeniyle kazanılan, Sahip olmak için özel bir çaba gerektirmeyen, Ten rengi, ırk, dil gibi ayrıcalık ölçütü olmayan,

İnsan onurunu korumayı, maddi ve manevi gelişimi sağlamayı amaçlayan, Uluslararası düzeyde garanti altına alınmış olan ve yasal olarak korunan,

(6)

Tüm insanların, hatta bazı durumlarda henüz dünyaya gelmemiş olanlarınbile, her zaman ve her yerde sahip olması gereken haklardır.

İnsan Haklarının Genel Özellikleri

İnsan hakları genel olarak;

Düşünce ve felsefesi açısından olduğu kadar, gelenek açısından da“evrenseldir”. Çünkü insan haklarına konu olan insan, her yerde insandır.Ayrıca Birleşmiş Milletler’e üye olan bütün devletler, Birleşmiş Milletlerbünyesinde insan hakları sorumluluğunu yüklenen İnsan HaklarıKomisyonu’nun denetimine, inceleme ve araştırmalarına açıktır.

İnsanın özgürce yaşama ve gelişmesini temel aldığı için “özgürlükçüdür”.

İnsanın iyilik durumu ile onur ve haysiyetini korumaya ve geliştirmeyeodaklanarak onurlu bir yaşamı güvence altına almayı ve barışı sağlamayıhedeflediği için “barışçıdır”.

Sorumsuz davranışlar, insan ve toplumların huzurunu bozduğu için“sorumluluk telkin edicidir”.

İnsan Hakları Temelli Yaklaşım

İnsan haklarının tanım ve genel özellikleri düşünüldüğünde İnsan Hakları Temelli Yaklaşım yoksulluk, adaletsizlik, çatışma gibi sorunlarla mücadelede insan haklarını temel alır.

1.Kimin hakları? İnsan haklarınıtemel alan bir yaklaşım; dışlanmış marjinal nüfusun ve haklarının ihlal edilme tehlikesi olanların haklarını gerçekleştirmelerine olanak sağlamaktadır.

2.Bütünlükçü bakış açısı. İnsan hakları temelli olan bir program; aile, toplum,sivil toplum, yerel ve ulusal makamlar hakkında çevresine dair bütünlükçü bir bakış açısını benimser.

3.Uluslararası araçlar. Hizmet sunumu ve yönetimi, evrensel insan haklarıaraçları, gelenekleri ve uluslararası kabul edilmiş hedefler, amaçlar, normlar ya da standartlardan hareketle belirli sonuçlara ulaşılır. İnsan hakları temelli bir yaklaşım, ülkelerin bu tür amaç ve standartlara ulaşmalarını sağlamak için zaman kısıtlaması getirerek bu amaçların erişilebilir ulusal sonuçlara dönüştürülmesine de katkı sağlar.

4.Katılımcı süreç. Bu sonuçlara ya da standartlara erişmek için gerekli olansorumluluklar, katılımcı süreçler (politika geliştirme, ulusal planlama) ile belirlenir. Bu sorumluluklar kimin haklarının ihlal edildiği ve kimin harekete geçmesi gerektiği konuları arasındaki uzlaşmayı da yansıtır.

5.Şeffaflık ve sorumluluk. İnsan haklarını temel alan yaklaşım, hitap edilecekbelli başlı insan haklarını – ne yapılması ve atılacak adımların hangi standarda göre olması gerektiği ve kimin sorumlu olduğu – açıkça belirleyen politikanın, mevzuatın, kuralların ve bütçelerin oluşumuna yardımcı olur.

6.İzleme. İnsan haklarını temel alan bir yaklaşım,

Devletin üstlendiği yükümlülüklerin insan haklarını koruyan kuruluşlarınyardımı ile izlenmesini ve Devlet performansının kamusal olarak bağımsız bir biçimdedeğerlendirilmesini sağlar.

7.Sürekli sonuçlar. İnsan hakları temelli bir yaklaşım, gelişim çabalarının dahasürekli sonuçlar vermesini ve yatırımlardan daha çok kazanım sağlanmasını şu yöntemler aracılığı destekler:

Birincil temsilciler ile diyaloğa geçme, kendi sorumluluklarını yerine getirme vedevleti hesap sorulabilir bir yapı olarak görme kapasitelerini oluşturma,

Katılımcı süreçlerle ortak görüş bulmaya çalışarak sosyal dayanışmayıgüçlendirme, dışlanan ve ayrı tutulanlara yardım etmeye odaklanma,

Sosyal ve politik fikir birliğini uluslararası anlaşmalara uygun sorumluluklarlailişkilendirmek ve düzenleme;

İnsan hakları yetkilerini yasalar ve kurumlar çerçevesinde düzenleme, Demokratik süreçleri kurumsallaştırma ve

Yerel, ulusal ve uluslararası kurallar, politikalar ve programlarda ifade edildiğigibi bireylerin ve kurumların atmak durumunda olduğu adımları yerine getirmekapasitelerini güçlendirme.

İhtiyaçlar ve İnsan Hakları Arasındaki İlişki

İnsan hakları ve ihtiyaçlar arasında güçlü bir bağ olduğu açıktır. Bu nedenle bazı araştırmacılar hakları ihtiyaçlar açısından tanımlamaktadırlar. Buna göre insan haklarının “insanın temel ihtiyaçlarının

(7)

karşılanmasının garanti altına alınması için yasal ve ahlaki koruma altında olması gerektiği”

savunulur.

Buna göre insan ihtiyaçları bir anlamda, her bireyin doğuştan sahip olması gereken yeterli gıda, temiz su, yeterli barınma, sağlık hizmetlerine erişim ve eğitim fırsatları bağlamında tanımlanmaktadır.

Ünite3

Sosyal hizmet, kullandığı kavramlar bakımından bir insan hakları mesleğidir. Her insanın değerli olduğuna ilişkin temel bir kabulü vardır. Amacı, toplum içinde eşitlikçi bir sosyal yapının oluşmasını kolaylaştırmaya çalışmak ve insan onurunu koruyarak, insana güvence ve gelişme olanakları sunmaktır.

SOSYAL HİZMET MESLEĞİNİN KULLANDIĞI KAVRAMLAR VE İNSAN HAKLARI ARASINDAKI İLİŞKİ

Sosyal hizmet mesleği, sosyal refah alanı içerisinde görev alan bazı meslek gruplarının, disiplinlerin ve kurumların yaşam ve insan sorunlarının değişip farklılaşmasıyla yetersiz kalması sonucunda ortaya çıkmış bir meslektir.

Sosyal hizmet, başlangıcından beri insan ihtiyaçlarını karşılama, insan potansiyel ve kaynağını geliştirme üzerine odaklanan bir meslek ve disiplindir.

Sosyal hizmet uygulamasının odağı, insanlar ve kaynak sistemleri arasındaki etkileşim ile bağlantılar ve birey ve sistemlerin işlevselliğinde karşı karşıya kalınan sorunlardır. Sosyal hizmet; “İnsanların, yaşam amaçlarını, stres ile başa çıkmalarını, istek ve değerlerini gerçekleştirme becerilerini etkileyen insan ve çevresi arasındaki etkileşim’’le ilgilidir. Sosyal hizmetin amacı, bu yüzden;

√ İnsanların problem çözme ve baş etme kapasitelerini geliştirmek,

√ İnsanlara kaynak, hizmet ve şanslar tanıyan sistemler ile insanları ilişkilendirmek,

√ Bu sistemlerin etkili ve insancıl çalışmasını geliştirmek,

√ Sosyal politikanın geliştirilmesine ve ilerletilmesine katkı vermek olarak açıklanabilir.

Sosyal hizmetin odağı, insanların yaşam mücadeleleri ile çevreden gelen istemler arasındaki ilişki olarak tanımlanan “sosyal işlevsellik” olarak görülmektedir.

Sosyal hizmet mesleğinin en üst düzeydeki amacı, bireylerin ve tüm toplumun yaşam kalitesini iyileştirmek, korumak ya da artırmak amacı ile oluşturulmuş planlı değişme stratejileri yolu ile müracaatçıların etkileşimlerini geliştirmektir. Sosyal hizmet insanlara;

√ İhtiyaç duydukları ve hakları olan kaynaklara ulaşmalarında,

√ Problem çözme kapasitelerini geliştirmelerinde,

√ Müracaatçılara hizmet sunanların gelişimini destekleme yolu ile örgütlerin gelişmesini sağlamada,

√ Özel ve kamu kurumlarında sosyal, sağlık ve çevresel politikaları etkilemede destek olur.

Bu noktada; tüm sosyal hizmet faaliyetlerinin temel hedefi, sosyal iyileştirme ve yaşam tatmini için bireylerin gücünü ve tüm insanlık için kendini gerçekleştirmeyi mümkün kılan toplumsal örgütlenme, sosyal kurumlar ve sosyal politikanın gücünü ortaya çıkarmaktır.

SOSYAL HİZMETİN İNSAN HAKLARI TEMELİ

Sosyal hizmet mesleği hem ihtiyaçların, hem sosyal adaletin hem de insan haklarının gerçekleştiricisi olarak görülmektedir. Geleneksel olarak, ihtiyacı temel alan ya da sosyal adaleti temel alan sosyal hizmet uygulamaları, hak temelli sosyal hizmet uygulamalarından daha eskidir ve kimi zaman

eleştirilmiştir. Örneğin, ihtiyaç temelli uygulamalar, daha çok paternalist (ataerkil) ve iyi niyete dayalı olduğu için, adalet temelli uygulamalar ise, zorlayıcı ve cezalandırıcı olması nedeni ile eleştirilmiştir.

Sosyal hizmetin insan hakları temeli; bu dersin 1. ünitesinde de belirtildiği üzere, uluslararası hukuktan dayanak alır ve hak sahipleri ile görev sahipleri arasındaki ilişkiyi düzenleyerek insan haklarını gerçekleştirmeyi amaçlar

(8)

Hak temelli yaklaşım; görev sahiplerini kendi yükümlülüklerini yerine getirmeleri, hak sahiplerini ise hak talebinde bulunmalarını sağlamak için güçlendirir. “Hak” olarak algılanan her durum aynı zamanda “sorumluluk” kavramını da içerir. Benim bazı haklara sahip olmam, başka birilerine de benim bu haklarımı koruyabilmem ve kullanabilmem için bazı sorumluluklar yükler.

Hak kavramı görev ile birlikte değerlendirilmelidir. Örneğin “özgür olma hakkı” öncelikle “başkalarını köle yapmamak ve/veya tahakküm altına almamak” görevi şeklinde tanımlanabilir. Düşünce

özgürlüğü hakkı ise, “doğruyu ve hakikati bir bedeli de olsa- söylemek” görevi olarak anlam

kazanmaktadır. Kimi görev ve sorumluluklar gönüllü olarak, yüklenilmiş olabilir, kimileri ise resmî ve zorunludur.

İnsan hakları insanın iyilik durumu ile onurunu korumaya ve geliştirmeye yöneliktir, aynı zamanda da bireyleri, devletlerin insan onurunu tehdit eden standartlarına karşı korumayı güvence altına alır.

İnsan hakları, evrenseldir, devredilemez, bir bütündür aralarında hiyerarşi yoktur, eşitlikçidir ve ayrımcılığa karşı bir duruştur.

İNSAN HAKLARI TİPOLOJİSİ

İnsan haklarına ilişkin literatür bu hakların üç dalga ya da üç kuşak (generation) hâlinde geliştiğini kabul eder. Böyle bir tipoloji insan hakları konusunu daha iyi anlamamıza yardımcı olan geleneksel bir bakış açısını göstermektedir.

Birinci kuşak insan hakları, vatandaşlık hakları ve politik haklardır. Bunların günümüzdeki şeklinin entelektüel temeli ise, 18. yy.’daki Aydınlanma düşüncesi ve gelişen liberal politik felsefedir. İyi düzenlenmiş bir demokrasi anlayışına sahip medeni toplumlar için vazgeçilmez olan bu haklar, bireysel düzeyde olup temel özgürlüklerle ilgilidir. Bunlar, oy verme, ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, vatandaşlık, yasa önünde eşitlik, din ve vicdan özgürlüğü, topluma özgür katılım, mahremiyetin korunması vb. haklardır. Ayrıca onurlu muamele görme, ayrımcı muameleye (dinî, etnik, cinsiyet vb.) uğramama ve işkence, taciz, zorlama vb. muamelelerden korunma hakları da burada yer alır.

Birinci kuşak haklar koruma amaçlı olduğundan “negatif haklar” ya da “doğal haklar” olarak da nitelendirilebilmektedir. Çünkü daha çok korumayı hedef alan bu hakların zorlayıcı bir yanı vardır ve devlet tarafından güvence altına alınır.

İkinci kuşak insan hakları, ekonomik, sosyal ve kültürel haklar topluluğudur. Bunlar bireylerin bir insan olarak bütün potansiyelini gerçekleştirmesi için gerekli olan sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik çeşitli hizmetlerden yararlanma haklarıdır. Daha çok baskı altındaki ve incinebilir gruplarla ilgilidir. Bunlar; çalışma, yeterli gelire sahip olma, konut edinme, yeterli yiyecek ve giyim sahibi olma, eğitim, yeterli sağlık hizmeti, sosyal güvenlik, yaşlılıkta onurlu muamele görme, boş zaman

değerlendirme olanakları vb. haklardır.

İkinci kuşak haklar bu günkü şekli ile 18. yy. liberalizminden daha çok 19. ve 20. yy. da gelişen sosyal demokrasi ve sosyalizm anlayışını temel almıştır.

Diğer taraftan, ikinci kuşak haklar “pozitif haklar” olarak da nitelendirilebilmektedir. Çünkü devlete hakları korumaktan öte, bu hakların çeşitli sosyal hizmetler aracılığı ile sağlanması gibi çok daha aktif, güçlü ve pozitif bir rol yüklemektedir. Kuşkusuz bu hakların gerçekleşmesi devletin güçlü ve yeterli kaynaklara sahip olmasına bağlıdır.

Üçüncü kuşak insan hakları daha sonraki yıllarda, 20. yy.’ın son otuz yılında ortaya çıkmış ve BM tarafından yazılı bir anlaşma hâline getirilmemiştir. Bu haklar, özellikle Asya ülkelerinden, - Batı’nın liberal görüşlerini temel alan tamamen bireyleri hedefleyen ve Asya kültüründeki ortak normları göz ardı eden insan hakları yaklaşımına karşı - yönelen eleştirilerle birlikte gelişmiştir. Söz konusu haklar, dünyadaki bütün insanların iş birliği yapmasını gerektiren konularla ilgilidir. Barış içinde yaşama, dünya ticaretinden ve ekonomik gelişmeden yeterince yararlanma, dengeli ve düzenli bir toplumda yaşama, temiz su ve hava kullanma gibi çevre ile ilgili hakları vb. içermektedir. “Ortak haklar veya dayanışma hakları” olarak da nitelendirilebilen üçüncü kuşak insan hakları, hemen bir bireye

uygulanabilecek haklar değildir, daha çok bir topluluk, nüfus grubu, toplum ya da bir millet için anlam taşıyan haklardır.

SOSYAL HİZMET VE İNSAN HAKLARI İLİŞKİSİ

(9)

Sosyal hizmet, yapılan tanımlardan da anlaşılacağı üzere, bir meslek ve disiplin olarak ortaya çıkışından bugüne insan ihtiyaçlarını karşılama, insanın potansiyel ve kaynağını geliştirme üzerine odaklanmıştır.

Sosyal hizmetin iki temel değeri vardır. Bunlar;

√ İnsanın değeri ve onuruna saygı,

√ Uygun sosyal koşullar altında bireyin ve toplumun değişip gelişebileceğine ilişkin inançtır.

Herhangi bir mesleki faaliyeti sosyal hizmet müdahalesi olarak değerlendirebilmek için bireyin değer ve onurunu geliştirmesi, self-determinasyonunu maksimize etmesi ve var olan sosyal koşulları müracaatçı lehine geliştirmeye yönelmesi gerekmektedir.

Sosyal hizmet bir bütünün parçaları olan beş alanda uygulanır. Bunlar, coğrafİ, politik, sosyo

ekonomik, kültürel ve manevi alanlardır. Esasen, bu beş alan ve özellikleri, mesleğin insan hakları ile alan ilişkisinin niteliğini de etkilemektedir.

Toplumun ve bireylerin, sosyal hizmet mesleğine ihtiyaç duymasının en temel nedeni baskı sistemleri ve adaletsizliktir.

Sosyal hizmet, her tür uygulaması ile insanların sosyal işlevselliğine ve refahına engel olan toplumsal koşulların düzeltilmesi ve bireyin geliştirilmesi amacına hizmet etmektedir. Sosyal hizmet Bu amacı gerçekleştirirken, bireysel iyileştirme ve sosyal reforma yönelmektedir. Mesleğin temel amacının bireysel tedavi mi yoksa sosyal reform mu olduğu sosyal hizmet felsefesinde tarihî bir tartışma konusu olagelmiştir.

Sosyal hizmet ile insan haklarının bireye ve onurlu bir yaşama ilişkin idealleri paralellik

göstermektedir. Çünkü sosyal hizmet de tıpkı insan hakları gibi çağımıza damgasını vuran iki temel kavramı tüm uygulamalarına yansıtmayı amaçlamaktadır. Bu iki temel kavram insan hakları

literatüründe “özgürlük ve eşitlik” olarak ortaya konmaktadır. İnsan haklarının bu iki temel kavramı, sosyal hizmet literatüründe “self-determinasyon ve sosyal adalet” olarak yer alır. Sadece

geleceklerine yönelik kararları kendileri alan insanlar özgür olarak nitelendirilebilirler.

Yine, benzer koşulları paylaşan yoksun müracaatçı grupları için sosyal refah politikasını etkileme, bir başka deyişle, durumun uygunlaştırılması yolu ile sosyal işlevselliğin artırılmasına yönelen makro sosyal hizmet uygulamalarının başarısı, ancak, o müracaatçıların yaşamlarını bütünsellik içerisinde kavrayan mikro uygulamaların varlığı ve başarısına bağlıdır. Bu anlamda sosyal hizmet uygulamalarına ilişkin yapılan makro ve mikro ayırımı sınıflandırma açısından yapılmış bir ayırımdır. Bu açıdan sosyal hizmet, insan haklarına yönelik katkılarını artırabilmek açısından mikro ve makro sosyal hizmet uygulamalarını bütünleştirmek ihtiyacındadır. Bu uygulamaları oluşturan insan hakları ile ilişkili temel kavramlar şunlardır:

Yaşam: İnsan hakları çalışmalarında yaşam hakkı temeldir. Sosyal hizmet uzmanları sadece yaşam kalitesini tehdit eden insan hakları ihlallerine karşı koymazlar, aynı zamanda yaşamı zenginleştirici ve geliştirici mesleki faaliyetlere de yönelirler. Sosyal hizmet fiziksel ve psikolojik sağlığın yaşam kalitesi ile ilişkisinin farkında olarak mesleki faaliyetlerini tasarlar. Önlenebilir hastalık ve sakatlıklarla ile ilgili çalışmalarda bulunur.

Özgürlük: Tüm insanlar özgür doğarlar. Sosyal hizmet de tüm uygulamalarında insanın özgürlüğünü kısıtlayan koşulları etkisiz hâle getirme uğraşındadır.

Eşitlik ve Ayrımcı Olmama: Tüm insanlar için eşitlik ilkesi İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin birinci maddesinde ortaya konur. Sosyal hizmet sosyal adalete inanan bir meslek ve disiplindir. Dışta bırakılan birey ve grupların haklarının savunulmasında sosyal hizmet birincil rol oynamaktadır. Yine sosyal hizmet ayrımcı olmaksızın, tüm grupların kamu ve sosyal refah hizmetlerinden yararlanmasına çalışır.

Adalet: Sosyal adalet; sağlık, eğitim, fırsat eşitliği, avantajsız gruplar ya da kişiler için korumayı içermektedir. Sosyal hizmet tüm uygulamaları ile müracaatçı kitleleri için sosyal adaleti geliştirmeye çalışmaktadır.

Dayanışma: Sosyal hizmet, günlük uygulamalarında, yoksullar ve baskı altına alınmış gruplar ile dayanışma içerisindedir. Yoksulluk, açlık ve evsizlik insan hakları ihlalidir. Sosyal hizmet uzmanları, sosyal adaleti sağlamak için avantajsız grupların haklarını savunmak durumundadır. Bir başka deyişle dayanışma, insanlığın acı ve üzüntüsüne neden olan koşullara yönelik olarak sosyal hizmetin taraf

(10)

olmasını gerektirir. Sosyal hizmet her türden etkinliği ile insanların politik, sivil, sosyal, ekonomik, kültürel ve manevi haklarını gerçekleştirmelerine yönelir.

Sosyal Sorumluluk: Esasta sosyal sorumluluk, dayanışma ilkesinin yaşama geçirilmesi olarak düşünülebilir. Sosyal hizmet her zaman acı çeken ve avantajsız birey, grup ve toplumların yanında olan ve onların haklarını savunan bir meslektir. Bir bakıma sosyal hizmet mesleği de, toplumun sosyal işlevselliğini tam olarak sağlayamayanlara yönelik sorumluluğunun sonucu olarak düşünülebilir.

Barış ve Şiddetin Olmayışı: İnsan ilişkilerinde çatışma önlenemez. Sosyal hizmetin amacı bireyin kendisi ve diğerleri ile uyum içerisinde yaşamasını sağlamak ile ilgilidir. Sosyal hizmetin barış yanlısı olması, sosyal adaletsizliğin sürmesine razı olması demek değildir. Sosyal hizmet, değişim için şiddet içermeyen yolları her zaman denemekle yükümlüdür.

Çevre: Dünyamız sürekli olarak kirlenmekte, doğal çevre bozulmaktadır. Doğa ile insan arasında var olan denge sürekli bozulmakta, pek çok ülkede yaşam kalitesi sürekli düşmektedir. Yanlış kalkınma modelleri küresel kirliliğe sebep olmaktadır. Sosyal hizmet uzmanları, çevresel bozulmanın insan yaşamına verdiği zararlar ile baş edecek çalışmaları yerine getirmek sorumludur.

Ünite 4

SOSYAL HAKLARIN İÇERİĞİ

Güvence, başvuru (hak arama) ve koruma yollarının varlığını da kapsar. İnsan haklarının, evrensel ve bölgesel ölçekli belgelerde genel ya da soyut anlatımlarla tanınması, güvence için yeterli değildir.

Gerçek bir güvence, ihlallere karşı zorlayıcı yaptırımlar içeren “uluslararası koruma yöntemleri”

oluşturulmasını gerektirir.

Sosyal hakların kimi yönlerine değinmeden önce, kimileri bilinen ve kimileri de yanıtı kolaylıkla verilemeyen sorular bulunmaktadır. Bunlar;

√ “Sosyal haklar” denince akla ne ve kim gelir?

√ “Kişi”leri anlatan özne yerine, niteliğine göndermede bulunan “sosyal” sıfatının, “hak”kın önüne eklenmiş olmasının anlamı nedir?

√ “Sosyal” nitelemesi, kimi özellikleri nedeniyle, bu hakları başka haklardan ayırır mı?

√ Devlete düşen yükümlülükler yönünden fark var mıdır?

√ Nitelik olarak, hak, öznelerince doğrudan kullanılmaya, örneğin yargı yerleri önünde “öznel hak”

olarak ileri sürülmeye elverişli değil midir?

√ Sosyal haklar, “insan hakları”ndan mıdır?

√ Sosyal haklar “ulusal” ve uluslararası” düzeylerde, ne zaman ve nasıl, hangi etkenlerle doğmauş, hukuksal güvence altına alınmaya başlanmıştır?

√ Sosyal hakların, insan haklarının “uluslararasılaşması” süreci yönünden önemi ve özelliği var mıdır?

√ Uluslararası düzeyde, gerek içerik ve gerekse koruma (denetim) yöntemleri açısından, sosyal haklar alanında hangi noktaya, aşamaya gelinmiştir?

√ “Yargı-benzeri” sistemlerden “yargısal” sistemlere geçilebilecek midir?

Sosyal devletin temel amacı herkese insan onuruna yaraşan asgari bir yaşam düzeyi sağlamaktır. Eğer devlet kendini sosyal devlet olarak tanımlıyorsa bu hakları da vatandaşlarına sağlamalıdır.

BAŞLICA SOSYAL HAKLAR

Sosyal haklar, toplumsal yaşamda herkese insanlık onuruna yaraşır bir yaşam düzeyi, sağlamayı amaçlayan haklardır. Sosyal haklardan başlıcaları;

Çalışma Adil ücret Sosyal güvenlik Barınma Sağlık

Eğitim hakkıdır

Evrensel insan haklarına ilişkin literatürde birinci kuşak hakların her zaman diğerlerinden daha çok tartışılmış (dominant) olduğu görülmektedir. Vatandaşlık hakları ve politik haklar üzerindeki bu

(11)

yoğunlaşmanın çeşitli nedenleri, 18 yy.’dan bu yana süren Batı Ülkelerindeki baskın liberal demokrasi anlayışının bir yansımasıdır. Bu haklar üzerinde yoğunlaşma, devletin sağlık, eğitim, sosyal refah vb.

hizmetlerini sınırlamasına karşın, birinci kuşak haklara ilişkin iyi raporlar yazabilmesini

engellememekte ve politik olarak da devletlerin işini kolaylaştırmaktadır. Diğer taraftan, insan hakları hareketi, insan hakları kampanyaları hatta “Uluslararası Af Örgütü” genellikle birinci kuşak hakları öne çıkarmaktadır.

Birinci kuşak haklar yasalar, anlaşmalar, kurallar tarafından görece daha somut hale getirildikleri ve hukuk metinlerinde bu tip hakların ihlaline yönelik somut düzenlemelere daha fazla yer verildiği için bu hakların savunucusu daha çok hukukçular ve özellikle de avukatlardır. İkinci kuşak haklar ise, hukuksal garantiden

daha fazlasını gerektiren karmaşık (kompleks) bir yapılanma içinde olduğundan, politika geliştirme ile politik değişmeye dayalı olup sosyal hizmetlerin (insani hizmetlerin) etkili bir biçimde düzenlenmesi ve sunulması ile ilgilidir. Bu nedenle, hukukçuların alanından daha çok insani hizmet sunan

mesleklerin özellikle de sosyal hizmet uzmanlarının mesleki sınırları içinde yer alır. Üçüncü kuşak haklar ise, daha çok ekonomistlerin, politikacıların, çevrecilerin ve toplumla çalışan sosyal hizmet uzmanlarının hizmet alanı içindedir. Bu nedenle, ikinci ve üçüncü kuşak hakların hayata

geçirilmesindeki zorluğun tersine; bu hakların kötüye kullanılması birinci kuşak haklara göre daha kolaydır ve izleme, yasal yaptırım bakımından ülkelere ve kültürlere göre de daha çok farklılık ve esneklik göstermektedir.

Birleşmiş Milletler 1948 yılında “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”ni 1966 yılında ise “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi”ni yayımlamıştır. Avrupa Konseyi’nce 1950’de kabul edilen ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni, 1961’de “Avrupa Sosyal Haklar Sözleşmesi” (Avrupa Sosyal Şartı) izlemiştir. Bu durum, ister istemez ekonomik, sosyal ve kültürel hakların sanki temel insan haklarından farklı bir hak düzleminde yer aldığı yanılsamasını da beraberinde getirmektedir. Bunun önüne geçilmesi için ise, örnek olarak verilen sonraki tarihli sözleşmelerden her ikisinde de bir öncekilere atıf yapıldığı ve sosyal hakların “doğal insan haklarının bir parçası olduğu ve onlardan türediği” tespitine yer verildiği görülmektedir.

Sosyal hakların temel amacı da toplumda sosyal adaletin sağlanmasıdır. Bir toplumda korunma altına alınan sosyal hakların tam anlamıyla sağlanmasının umulması, belki de en çok ‘sosyal adalet’in gerçekleşmesi umuduyla ilgilidir. Sosyal adalet, “Toplum içinde ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal yönden yoksul, mahrum ve zayıfların doğrudan doğruya ve bizzat toplum tarafından korunması”

olarak tanımlanmıştır. Sosyal adalet, “Toplumun tüm bireylerinin temel haklara, korumaya, fırsatlara, yükümlülüklere ve sosyal kazanımlara sahip olduğu ideal düzen”dir. Birisi yöntemi, diğeri ise sonucu ifade eden bu iki tanımın ortak özelliği bir “ideal”den bahsediyor olmalarıdır. Buna göre, sosyal adalet, bilhassa toplumsal, kültürel, siyasal haklarla - yani ikinci kuşak haklarla - yakından ilgilidir.

Kâğıt üzerinde son derece retorik duran sosyal adalet düşüncesinin en büyük sorunu ise –diğer tüm idealler gibi – ‘bu ideale nasıl ulaşılacağı’dır.

SOSYAL BİR HAK OLARAK SOSYAL HİZMETİN KAPSAMI

Sosyal hizmet uygulamaları üç kuşak hak grubu için de gereklidir. NASW (1996) Code of Ethics’in ilk cümlesi bu konuyu özetlemektedir. Buna göre, “sosyal hizmet mesleğinin temel misyonu, tüm insanların iyilik hâlini geliştirmek ve her türlü ihtiyaçlarının karşılanmasına yardımcı olmaktır”.

Geride kalan yüzyılın başlarında yaygınlaşan sosyal hizmet mesleğinin en temel varsayımı, insan hakları ihlallerine karşı mücadele etmektir. Yüzyıllarca dinsel bir kurguda ve geleneksel yöntemlerle sunulan sosyal yardım anlayışlarına bir tepki olarak kendini daha bilimsel ve profesyonel bir biçimde tanımlayan sosyal hizmet mesleğinin bu tepkisini insan hakları ihlalleri çerçevesinde açıklamak gerekir. Yani, kişinin vicdanını rahatlatma, herhangi bir otoritenin hayırsever duygularını tatmin etme veya öte dünyaya dair bir yatırım aracı olarak görülen sosyal yardım anlayışları, insanları

özgürleştirmeyi değil köleleştirmeyi hedeflemektedir. Bu bağlamda, insanlığın en duyarlı taraflarının sömürüldüğü bu noktada, sosyal hizmet mesleği sosyal yardım uygulamalarını bir özgürleştirme aracı olarak yeniden tartışmaya açmıştır.

(12)

Sosyal hizmetin her düzeyde gerçekleştirmeye çalıştığı kapsamlı etkinlikler burada insan haklarının hayata geçmesi bakımından önemli sayılan sadece şu üç kavram çerçevesinde ele alınacaktır.

Güçlendirme, savunuculuk ve sosyal aksiyon.

Güçlendirme, sosyal hizmet mesleğinin temel kavram ve amaçlarından biri olarak “sosyal adaleti gerçekleştirme”nin olmazsa olmazıdır. Güçlendirmeyi “bireylerin, ailelerin, grupların ve toplumların bireysel, kişiler arası, sosyoekonomik ve politik güçlerini artırmak ve koşullarını iyileştirme yönünde etkilemek için yardım etme süreci” olarak tanımlamaktadır.

Doğrudan ya da dolaylı uygulamalarında “güçlendirmeyi” temel alan sosyal hizmet mesleği; evrensel insan haklarını uygulanabilir kılmaktadır. Aynı şekilde, sosyal hizmet mesleği, “haksızlığa uğramışların”

savunuculuğunu üstlenmektedir.

Sosyal hizmetin temel rollerinden biri olarak savunuculuk, yine hak temelli bir perspektifle haksızlığa uğramışların haklarını onlar adına ya da onlarla birlikte savunmayı içerir. Bu anlamda, sosyal hizmet, haklardan aldığı güçle ve bu hakları gerçekleştirmek için “savunuculuk” yapmaktadır. Sosyal hizmetin savunuculuk işlevini gerçekleştirdiği temel yöntemlerden biri ise “sosyal eylem”dir. Sosyal eylem, güç ilişkilerinin tam karşısında “dezavantajlı ya da incinebilir” nüfus grupları için “eylem odaklı” çalışmayı öngörmektedir.

SOSYAL HİZMETİ SOSYAL BİR HAK OLARAK TANIMLAMADA DEVLETİN GÖREVİ

Bilindiği gibi sosyal hizmetin tarihsel kaynağında dinsel inanış ve değerler bulunmaktadır. Yoksullara yönelik geleneksel sosyal yardımlar, gönüllülük temelinde gelişmiştir.

Örneğin çocuk yuvasında uyumsuz davranışlar gösteren bir çocuğun davranışları, erken çocukluk döneminde yeterli sevgi içeren bir ortamda yetişme hakkının ihlali olarak tanımlanabilir.

YASAL DAYANAK

Sosyal hizmetin bir “hak” olarak algılanması fikrinin en somut yansıması, Avrupa Konseyi’nin temel belgelerinden olup ilk olarak 1961’de kabul edilen ve daha sonra 1996’da gözden geçirilerek genişletilen “Avrupa Sosyal Şartı” (Avrupa Sosyal Haklar Sözleşmesi)’dır. Şart’ın ilk hâli Konsey’in bütün üyeleri tarafından kabul edilmiştir. Gözden geçirilmiş hâlini ise hâlen imzalamamış olan ülkeler bulunmaktadır. Türkiye ise, Gözden Geçirilmiş Avrupa Sosyal Şartı’nı (çalışma hayatı ve ücretle ilgili bölümlere kısmi çekinceler koyarak da olsa) 2004 yılında imzalamış ve 2007’de onay kanunu Resmî Gazete’de yayımlanmıştır.

Avrupa Sosyal Şartı’nı sosyal hizmet ve buçalışma bakımından benzerlerinden farklı kılan şey ise, 14.

maddesidir. Gerçekten, Şart’ın birinci bölümünde “Herkes sosyal refah hizmetlerinden yararlanma hakkına sahiptir.” şeklinde düzenlenen ‘Sosyal Refah Hizmetlerinden Yararlanma Hakkı’, ikinci bölümde detaylı olarak ele alınmış ve Şart’ın 14. maddesine; Âkit Taraflar Sosyal Refah Hizmetlerinden Yararlanma Hakkının etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak amacıyla:

1- Sosyal hizmet yöntemlerinden yararlanarak, toplumda bireylerin ve grupların refah ve

gelişmelerine ve sosyal çevreye uyum sağlamalarına katkıda bulunacak hizmetleri teşvik etmeyi ya da sağlamayı;

2- Bireylerin ve gönüllü ya da diğer örgütlerin bu tür hizmetlerin kurulması ve sürdürülmesine katılmalarını özendirmeyi; taahhüt ederler, şeklinde yansımıştır.

SONUÇ

Eleanor Roosevelt’in insan haklarına ilişkin düşüncesini özetleyen şu sözler bugün de üzerinde daha fazla düşünmemizi gerektirmektedir. Roosvelt (Witkin 1998)’e göre, “Bütün bunlardan sonra insan hakları gerçekten başladı mı? Evimize en yakın küçük yerleşim yerlerinde - öyle yakın öyle küçük ki dünyadaki hiçbir haritada görünmeyecek kadar yakın ve küçük yerleşim yerlerinde yaşayan insanların dünyasında; içinde yaşadığı komşuluk; devam ettiği okul; çalıştığı fabrika, tarla ya da iş yerinde;

ayrımcılık olmaksızın her erkek, kadın ve çocuk eşit adalet, eşit fırsat ve eşit haysiyete sahip oluncaya kadar, bu haklar buralarda bir anlam taşıyana kadar, hiçbir yerde küçük bir anlam taşımayacaktır.”

(13)

Bu çerçevede, insan haklarının tam anlamıyla hayata geçirilmesindeki ilk engel, “genel ve evrensel”

olarak kabul edilen, bu nedenle de soyut kavramlar şeklinde kâğıda dökülen değerlerin; gerçek hayatta ve somut olarak hissedilen “yerel” ihtiyaçlarla her zaman uyuşmamasıdır.

Ünite 5

İnsan hakları, adalet ve sosyal adalet kavramları ahlak temeline dayanır. İnsan hakları, günümüz dünyasında ayrımın olmadığı, insanların haksız yere yaşamdan dışlanmadığı ve özgürlüğün hüküm sürdüğü bir topluma hizmet ettiği için önemli bir fırsattır. Ancak insan hakları, ihlal edilmeleri nedeni ile önemli bir sorun olarak karşımıza çıkabilmektedir. İnsan hakları ihlalleri çoğu zaman (sosyal) adaletsizlikler nedeni ile ortaya çıkmaktadır.

ADALET -HUKUKUN DIŞINDA VE HUKUKSAL

Adalet ve sosyal adalet kavramları çoğu zaman birbirine karıştırılmaktadır. Bu nedenle öncelikle adalet kavramına açıklık getirmek gerekmektedir.

Adalet, Çeçen (1993) tarafından “hukukun dışında” ve “hukuksal” olmak üzere iki temel başlık altında açıklanmaktadır.

hukuk dışında adalet toplumsal, ekonomik, siyasal ve dinsel alanlarda tanımlanmaktadır

Toplumsal adalet; toplumla, bütünün parçaları olarak sayılan üyeleri arasındaki ilişkileri düzenler. Bu anlamda toplumsal adaletin temel amacı, toplumu oluşturan bireylerin ortak yararını gerçekleştirmek olduğu söylenebilir.

Ekonomik adalet toplumda kendiliğinden zorunludur. Ekonomide dengenin sağlanması ve çıkarcılığın sınırlanması ekonomik adaletin sağlanmasına yardımcı olur.

Siyasal anlamda adalet hukukun siyasal sonuçlar için kullanılması anlamına gelmektedir. Her siyasal düzen kendi hukukunu da düzenler. Bu nedenle her hukuk sisteminin, siyasal gücün doğasından kaynaklanan adalet anlayışı da farklılaşmaktadır.

Dinsel adalet Tanrı kökenlidir ve hak, hukuk, adalet Tanrı’nın buyrukları ile oluşur. Dinsel adalet her dine göre farklılık gösterir.

Hukukun çok yönlü olması nedeniyle hukuksal anlamda çeşitli adalet tanımları yapılmaktadır.

Hukuksal anlamda hukuk-ceza adaleti, yasal-yasaüstü adalet, nesnel-öznel adalet, dağıtıcı- denkleştirici adalet ayrımlarının yapılması gerekmektedir. Ceza alanı ve yaptırımları ile ilgili adalete ceza adaleti; ceza alanı dışında kalan hukuk alanı ve yaptırımları ile ilgili adalete de hukuksal adalet denir. Yasalara kesinlikle uygunluk anlamında kullanılan yasal adalet, yasalara uygun kararlar ve anayasaya uygun uygulamaları ifade eder. Yasalardan önce ve sonra da var olan, yasalara bağlı olmayan adalet ise yasaüstü adaleti tanımlar.

Erdemli olmanın gereği olarak kişinin içinde ve düşüncesinde var olan ve kişisel özelliğe bağlı olarak öznel adalet tanımı yapılmakta; nesnel adaletin ise var olan düzene karşı duyulan ortak adalet düşüncesinden kaynaklandığı belirtilmektedir.

Kişiyle ya da toplumla devlet arasındaki ilişkileri düzenlemek, kişinin devlete karşı sorumlulukları, yetenekleri ve durumuna göre değişiklikler yapılması dağıtıcı adaletin gereği olarak ortaya

çıkmaktadır. Dağıtıcı adalet dışında denkleştirici adalet kavramı kullanılmaktadır. Denkleştirici adalet özellikle bireyler arasında mal ve hizmetlerin değiş tokuşunda kullanılmaktadır. Bu adalet türünde, ortaya çıkan herhangi bir zararın sonuçlarını ödeme, onarma ya da ortadan kaldırma yoluyla yeniden eski durumun sağlanması amaçlanmaktadır.

SOSYAL ADALET -“GÜNLÜK YAŞAMDAN ÖRNEKLERLE”

Sosyal adalet; açıkça tanımlanmış ve sınırları belirli olan durağan bir kavram değildir. Gürkan (2001)’ın da belirttiği gibi sosyal adalet, gerçek anlamda 20. yy’ın ürünü, özellikle çoğulcu demokratik

toplumların dayanağı, amacı ve itici gücüdür. Sosyal adalet bugün, 1990’lı yıllardan itibaren görülmeye başlayan küreselleşme, bireyselleşme, demografik değişim ve dönüşümlerin baskısı altında zengin ve yoksul arasındaki uçurumların artması nedeni ile özellikle demokratik toplumların gündemindedir. Bu nedenle en geniş anlamda toplum ile onu oluşturan üyeler arasındaki ilişkileri düzenlemek anlamında sosyal adalet tanımı yapılmaktadır.

(14)

Bu bakış açısından yola çıkılarak “insanların hak ettiği yer, ihtiyaç duyduğu şey ve eşitlik” gibi üç önemli kavram açıklanarak sivil, siyasal ve sosyal hakların eşit dağıtılması ile her vatandaş için eşit statü ihtiyacı açıklanmaktadır. Bu hakları kısaca açıklayacak olursak sivil haklar; mülk hakları, yasal güvence ve özgürlükleri içerir. Yasal haklar; oy verme, dernek kurma, anayasaya uygun olarak herhangi bir gösteriye katılmayı kapsar. Sosyal haklar; eğitim, sağlık, toplumsal temelli bakım, barınma ve gelirin sürdürülmesi gibi temel standartlara ulaşabilmeyi ifade eder. Eşit sosyal haklar, refah devletinin önemli belirleyicisi olarak siyasal ve sivil hakların kullanılabilmesi için eşit

yeteneklere/özelliklere sahip olmak anlamına gelmektedir.

SOSYAL ADALET İÇİN İNSAN HAKLARI YAKLAŞIMI

Sosyal adalet kavramının tarihçesi insan hakları ve demokrasinin gelişimiyle yakından ilişkilidir.

Uluslararası insan hakları, evrensel olarak tanımlanan ilkeleri temel alarak olumlu sosyal değişimi sağlamak için güçlü bir yasal ve ahlaki çerçeve sunar.

Bu anlamda sosyal adalet savunucusu olmak;

İnsanların onurlu bir biçimde yaşamalarına yardım etmek Ayrımcılık ve eşitsizliğe, karşı duruş sergilemek

Devlet ya da herhangi bir kurum/kuruluş ya da birisinden gelebilecek zararlara karşı insanları korumak anlamına gelmektedir.

Sosyal adalet için insan hakları yaklaşımı;

Toplum katılımının olmaması gibi adaletsizliklere çözümü zorlaştıran engellerin üstesinden gelmeyi sağlar.

Herhangi bir soruna yönelik uzun süreli sistemik değişim sağlamaya çalışır.

Devlet, toplum, iş dünyası, sivil toplum ve bireylerin sorumlulukları konusundaki girişimlere odaklanarak engellerin üstesinden gelmeye çalışır.

Sosyal adalet sorunlarına daha katılımcı ve sürdürülebilir çözümler sağlar.

Ulusal politikaların sakıncalarını değerlendirmek üzere ortak standartlar geliştirmeyi olanaklı kılar.

Olumlu değişmeyi olanaklı kılmak üzere küresel insan hakları topluluklarına üyelik döngüsünün geliştirilmesine katkıda bulunur.

Hem mevcut ihtiyaçları karşılayarak ve var olan zararları önleyerek hem de ayrımcılığa, sömürüye ve yoksulluğa neden olan güç dengesizliklerini dikkate alarak sosyal adaletsizliklere çözüm bulmaya çalışır.

Bu anlamda sosyal adalet için insan haklarını temel almak herkes için onurlu bir yaşam, özgürlük, eşitlik, adalet ve barışı sağlamak için ortak standartlar etrafında toplanabilmek anlamına gelmektedir.

Sosyal Adalet İçin İnsan Hakları Yaklaşımının Faydaları

Sosyal adalet için insan hakları yaklaşımının faydaları aşağıdaki gibi özetlenebilir:

1. Sosyal adaletsizliğe ilişkin sorunların daha kapsamlı bir biçimde analizi

Bir toplumda sosyal adaletsizlikler temelinde var olan sorunlar genellikle sınırlı bazı göstergelere bağlı olarak açıklar. Bu sorunların insan hakları yaklaşımına dayalı olarak çözümünün sağlanması adalet, tarafsızlık, sorumluluk ve ekonomik göstergeler ile diğer belirleyicileri dikkate almayı gerektirir.

2. Sürdürülebilir değişme

İnsan hakları yaklaşımı, insan hakları ihlallerinin temel nedenlerini dikkate alarak bu ihlallere maruz kalma riski altında olanları korumayı amaç edinir.

3. Daha net ve açık yasal çerçeve

İnsan hakları çerçevesi, bağlayıcı uluslararası yasalar ile temel hak ve özgürlükleri tanımlar. Bu yasal yükümlülükler toplum politikalarını değerlendirmek üzere uygunluğu, meşruiyeti ve müzakere edilemez kriterleri ortaya koyarak yasal adaleti sağlar.

4. Politikalar için daha güvenilir bir temel

(15)

İnsan hakları, tüm insanların onurlu bir yaşama sahip olması için mücadele eden aktivistler, bilim insanları ve kanaat önderlerinin hareketleri ile desteklenen evrensel görüş birliğine dayanır.

5. Daha fazla sorumluluk

İnsan hakları çerçevesi, bireylerin insan haklarına saygılı olma, koruma, bu hakları gerçekleştirme ve bu yükümlülükler konusunda başarısızlık söz konusu olduğunda devletin birincil düzeyde bireylere karşı sorumlu olduğu fikrine dayanır.

6. Birbiriyle ilişkili olma

İnsan hakları birbirine bağlıdır. Bir hakkın gerçekleştirilmesi ya da ihlal edilmesi diğer hakların yerine getirilmesini etkiler. İnsan haklarının birbiriyle ilişkisini anlamak önemli koalisyonları ve sürdürülebilir sosyal değişimi olanaklı kılar.

7. Daha iyi bir dünya inşa etmek

İnsan hakları yaklaşımının amacı herkesin onurlu, özgür, adil, eşitlikçi ve barış içinde yaşayabileceği bir dünya yaratmak ve nihayetinde sosyal adaleti sağlamaktır

İNSAN HAKLARI-SOSYAL ADALET-SOSYAL HİZMET İLİŞKİSİ

İnsan hakları;

Evrenseldir, Doğuştandır, Toplum öncesidir, Mutlaktır,

Vazgeçilmezdir, Birey haklarıdır,

Çoğunlukla özgürlük haklarıdır, Temel haklardır,

Esas olarak devlete karşı ileri sürülen iddialardır.

Bu hakların üç kuşak hâlinde geliştiği öne sürülmektedir:

“Birinci kuşak haklar / negatif haklar” koruma amaçlı haklar olup oy verme, ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, vatandaşlık, yasa önünde eşitlik, din ve vicdan özgürlüğü, topluma özgür katılım,

mahremiyetin korunması vb. hakları içerir. Bu haklar sosyal adaletin eşit vatandaşlık ilkesi ile ilişkili olup, aynı zamanda her bireye fırsat eşitliği sağlamaya yöneliktir.

“İkinci kuşak haklar / pozitif haklar” daha çok baskı altındaki ve incinebilir gruplara yönelik çalışma, yeterli gelire sahip olma, barınma, boş zaman olanakları gibi ekonomik, sosyal ve kültürel hakları içerir. Bu haklar aynı zamanda sosyal adaletin sosyal minimum ilkesi ile ilişkilidir. Buna göre sosyal minimumlar her vatandaşın temel ihtiyaçlarını yeteri kadar karşılayacak ve bugünün toplumunda onurlu ve güvenli bir yaşamı güvence altına alarak yaşamını sürdürmeyi sağlayacak kaynaklara erişebilmesini ifade eder.

“Üçüncü kuşak haklar / dayanışma hakları” dünyadaki bütün insanların iş birliği yapmasını gerektiren barış içinde yaşama, dengeli ve düzenli bir toplumda yaşama, temiz su ve hava kullanma gibi hakları içerir.

Bu üç kuşak insan hakları için sosyal hizmet; koruyucu, savunucu ve güçlendirici pek çok sosyal hizmet uygulamaları gerçekleştirmek üzere girişimlerde bulunur.

Sosyal hizmetin diğer temel değerleri arasında yer alan bireyin onuru ve değeri, insan ilişkilerinin önemi, doğruluk ve dürüstlük insan haklarının gereği ve aynı zamanda sosyal adaleti sağlama hedefine yatırım niteliği taşımaktadır.

Sosyal hizmetler coğrafik, politik, sosyoekonomik, kültürel ve değer temelli/manevi olmak üzere 5 bağlam içinde gerçekleştirilir:

1. Coğrafik bağlam: Sosyal hizmette her uygulama ulus, devlet, bölge gibi belirli sınırlar içinde gerçekleştirilir.

(16)

2. Politik bağlam: Her ülke politik bir sisteme sahiptir. Bu sistemin liberal ya da baskıcı, sosyalist, sosyal demokrat ya da kapitalist olup olmamasına göre sosyal hizmetlerin gerçekleştirilmesi de değişebilir.

3. Sosyoekonomik bağlam: Yeterli geçim kaynakları, çalışma, sağlık, eğitim, sosyal güvenceye erişim insanların temel ihtiyaçlarıdır. Herhangi bir grup ya da ulusun sosyal dayanışması daha geniş anlamda mevcut kaynakların eşitlikçi bir biçimde paylaşılmasına bağlıdır.

4. Kültürel bağlam: Bireylerin, ailelerin, grupların, toplulukların ve ulusların gelenek ve görenekleri, inançları, ihtiyaçları ve kültürüne saygı duyulması ve önyargısız yaklaşılması gerekmektedir. Bu, gerçekleşmediği sürece, toplumu yıkıcı nitelikte ayrımcı eylemler ortaya çıkma ihtimali yüksektir.

5. Değer temelli / manevi bağlam: Hiçbir toplumda değerden bağımsız herhangi bir sosyal hizmet uygulaması yapılamaz. Sosyal hizmet için hem sosyal hizmet uzmanlarının kendi değerleri hem de sosyal hizmetin felsefesi, etiği, değerleri ve idealleri öncelikli öneme sahiptir.

Ünite6

SOSYAL REFAH

Zastrow’un (2013) da belirttiği gibi sosyal refah, bir toplumdaki tüm bireylerin sosyal, ekonomik, sağlık ve boş zaman gereksinimlerini karşılamayı hedefler.

En dar anlamda sosyal refah, temel olarak yoksulluğu azaltma ve olumsuz koşulları iyileştirme noktasında kâr amacı gütmeyen gönüllü faaliyetleri tanımlamak için kullanılmaktadır.

Nitekim Ulusal Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği 1971 yılında sosyal refahı; mevcut sosyal problemleri önlemek, azaltmak ya da çözümüne katkı sağlayarak birey, grup ya da toplulukların refahını

iyileştirmek üzere gerçekleştirilen gönüllü ya da resmî (devlet) kuruluşların örgütlü aktiviteleri olarak açıklamaktadır.

SOSYAL REFAH HİZMETLERİ

Ekonomik gelişmeler pek çok toplumun sosyal ve ekonomik koşullarını olumsuz yönde

etkileyebilmektedir. Toplumda bazı insanlar yeterli gelire sahip ve hastane, gıda gibi ihtiyaçlarını kolaylıkla karşılarken, bazıları kendilerini ekonomik olarak dezavantajlı koşullar içinde

bulabilmektedirler.

Bir toplumda sosyal refah hizmetleri sunulan birey ya da gruplara aşağıdaki örnekler verilebilir:

􀀀 Ailesi olmayan çocuklar 􀀀 Alkol ya da madde bağımlıları 􀀀 Duygusal güçlükler yaşayanlar

􀀀 Fiziksel ya da zihinsel engelliler

􀀀 Bilişsel ve duygusal engeli olan çocuklar

􀀀 Yoksullar 􀀀 Suç işlemiş olan gençler ve yetişkinler

􀀀 Ayrımcılık ve baskı türlerine maruz kalmış olanlar 􀀀 Çalışan ebeveynler

􀀀 Kişisel ve sosyal güçlük yaşayan birey ve gruplar 􀀀 AIDS hastası olan bireyler

􀀀 Yangın ve kasırga gibi afetlerden zarar görenler 􀀀 Evsizler 􀀀 İşsiz ve vasıfsız insanlar

􀀀 Siyah, göçmen işçi ve diğer azınlık gruplar Sosyal refah programları ve hizmetlerine;

Gündüz bakımı Evlat edinme Evsizlere hizmetler

Okula yönelik sosyal hizmetler Sığınma evleri

Aile danışmanlığı

(17)

Boşanma hizmetleri gibi daha pek çok örnek verilebilir.

SOSYAL REFAH PROGRAMLARININ / HİZMETLERİNİN ÖZELLİKLERİ

1. Toplumun çıkarlarına hizmet eder.

Sosyal refah hizmetleri toplumun ihtiyacına bağlı olarak planlanır ve ihtiyaçların karşılanması için uygulanır.

2. Sosyal refah hizmetleri değer temellidir.

Sosyal refah hizmetlerinin temelinde insan hakları, vatandaşa karşı sorumlu olma, sosyal adalet, eşitlik gibi değerler yer alır.

3. Piyasa dışı faaliyetlerdir.

Sosyal refah hizmetleri doğrudan arz talep gibi piyasa mekanizmalarına yani belirli bir kapital sağlamaya yönelik değildir; devlet desteği, yardımları gibi faaliyetlerle uygulanır.

4. Herkesin erişimine açıktır.

Sosyal refah hizmetleri, etkin hizmet sistemi ile herkesin erişimine açık planlanır ve fırsat eşitliğini esas alır.

5. Topluma karşı sorumluluğu esas alır.

Sosyal refah hizmetleri topluma karşı sorumluluğu esas aldığı için hizmetler sistemli bir yönetim anlayışı içinde ve etik olarak yürütülür.

SOSYAL REFAH HİZMETLERİNİN AMAÇLARI

Avrupa Sosyal Haklar Şartı’nın/Sözleşmesi’nin 14. maddesinde sosyal refah hizmetlerinden yararlanma hakkı belirtilmektedir. Buna göre “Sözleşmeci taraflar sosyal refah hizmetlerinden yararlanma hakkının etkin biçimde kullanılması için;

1. Sosyal hizmet yöntemlerinden yararlanarak toplumda gerek bireylerin, gerek grupların refah ve gelişmelerine ve sosyal çevreye uymalarına katkıda bulunacak hizmetleri geliştirmeyi ve sağlamayı;

2. Bireylerin ve gönüllü ya da benzeri örgütlerin bu tür hizmetlerin sürdürülmesine katılmalarını özendirmeyi üstlenirler” ifadesi yer almaktadır”.

Sosyal refah hizmetlerinin amaçları genellikle aşağıdaki gibi sıralanmaktadır:

􀀀 Karşılaşılan probleme yönelik problem çözme becerilerini artırmak ve potansiyeli geliştirmek,

􀀀 Sosyal problemleri olan çocuk, genç ve yetişkinlere yardımcı olmak,

􀀀 Cezaevindeki ve fiziksel engelli bireyler ile onların aileleri için rehabilitasyon hizmetleri sağlamak,

􀀀 Mevcut toplum kaynaklarını kullanarak ihtiyacı olan bireylere faydalı olabilecek programlar yapabilmek için farklı

toplulukları harekete geçirebilmek,

􀀀 İhtiyacı olan bireylerin hizmetlere, kaynaklara ve fırsatlara erişimini sağlamak,

􀀀 Bu olanakları sağlayan sistemlerle onları bir araya getirebilmek,

􀀀 Bu sistemlerin etkin bir biçimde faaliyet gösterebilmesini sağlamak,

􀀀 Sosyal refah hizmetleri alanındaki problem alanlarına ilişkin vaka çalışması, anket, gözlem gibi tekniklerle araştırmalar

yürütmek,

􀀀 Sosyal politikaların üretilmesi ve geliştirilmesine katkıda bulunmak olarak sıralanmaktadır.

(SOSYAL) REFAH DEVLETİ

Özdemir (2007)’in de belirttiği gibi sosyal refah devleti, toplumda refah düzeyi açısından farklı durumda bulunanların farklılıklarını gidermek üzere sosyal politikalar aracılığı ile çeşitli düzenlemeler ve uygulamalar yaparak kötü ekonomik ve sosyal koşullar altında bulunan bireyleri korumayı

amaçlayan devlet olarak açıklanmaktadır. Zorunlu devlet mekanizmalarıyla çeşitli gruplar arasında gelirin yeniden dağıtılmasını ve bu amaçları gerçekleştirebilmek için yasal düzenlemelerin yapılması ile gerekli kurumların kurulmasını sağlamak sosyal refah devletinin sorumlulukları arasında ifade edilmektedir.

Özdemir (2007) sosyal refah devletinin belirli gelişim aşamalarından geçtiğini belirtmektedir.

Referanslar

Benzer Belgeler

2007 yılında yapılan ölçümlerde yöneye göre TEA değerlerinde istatistiki olarak % 1 düzeyinde farklılıklar olduğu, rakım etkisinin ise istatistiki açıdan önemsiz olduğu

Besides, preliminary experiments were carried out with a dry- ashed urine sample which was obtained from a patient subjected to thallium

Katılımcıların yaş gruplarına göre tükenmişlik envanterinin alt boyutları Duy- gusal Tükenme, Duyarsızlaşma ve Kişisel Başarı arasında fark olup olmadığını be-

Limmer vd (2018), asidik ve bazik beslenmenin anaerobik egzersiz performansı üzerine etkinin spor bilimleri için yüksek uygulanabilirliğe sahip ilk çalışma olduğunu

İkinci aşamada, VZA sonucu elde edilen etkinlik değerleri bağımlı değişken alınarak, kamu sağlık harcamalarının etkinliğini belirleyen faktörler Tobit ve Logit

Prospektif yapılan çalışmaya, Eylül-2010 ve Ağustos-2011 tarihleri arasında hastanemiz çocuk kardiyoloji servisinde enfeksiyon dışı çeşitli nedenler (kalp

We observed that (1) spontaneous emission was enhanced at the photonic band edge and (2) a strong enhancement of sponta- neous emission was achieved for a wide range of

In the second part, sludge samples pretreated with NaOH (pH 10 and pH 12), MW alone and combined pretreatment (MW + pH 12) were digested in anaerobic reactor. Chang et al.