• Sonuç bulunamadı

SEZAİ KARAKOÇ’UN HIZIRLA KIRK SAAT İSİMLİ ŞİİR KİTABINDA DİNÎ VE FOLKLORİK GÖNDERMELER

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "SEZAİ KARAKOÇ’UN HIZIRLA KIRK SAAT İSİMLİ ŞİİR KİTABINDA DİNÎ VE FOLKLORİK GÖNDERMELER"

Copied!
22
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SEZAİ KARAKOÇ’UN HIZIRLA KIRK SAAT İSİMLİ ŞİİR

KİTABINDA DİNÎ VE FOLKLORİK GÖNDERMELER

Ayşe DALYAN

Muğla Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk dili ve Edebiyatı Bölümü

ÖZET

Metin, cümlelerle örülen anlatma ve anlaşma aracıdır. Metinler yazılma amaçlarına göre öğretici metinler ve sanat gayesi taşıyan edebî metinler olarak ikiye ayrılmaktadır. Edebî metin, malzemesi dil olan güzel sanat etkinliğidir. Edebî eserler, kendi dönemlerine kadar oluşan kültürel birikimden beslenirler. Her metin bir önceki metinden anlam, üslûp, düşünce, teknik yönüyle etkilenmiş ve bu verilerden hareketle yeniden üretime geçirilmiştir. Böylece edebî eser, çok seslilik barındırmaktadır. Coşku ve heyecana bağlı bir edebî metin olan şiir de, insanın yaradılışından bu yana kaynağını mitoslardan, dinden ve sosyal hayattan almıştır. İkinci Yeni şairlerinden Sezai Karakoç da bu kaynaklardan beslenen ve şiirlerinde sık sık metinlerarası ilişki bağlantısı kuran şairlerdendir.

Bu bilgiler ışığında Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat isimli şiir kitabı metinlerarası ilişki bağlamında incelenecektir.

Anahtar kelimeler:, metinlerarası ilişkiler, Sezai Karakoç, Hızırla Kırk Saat.

ABSTRACT

Text is a means of communication knitted with sentences. Texts are divided into two categories, and they are educatory texts and literary texts. Literary texts are creation of fine arts whose material is language. Literary works are supported by cultural background of their periods. Every text is influenced by the previous text in meaning, style, thought, and technical aspects, and reproduced a new text as a result of this interaction. Thus, literary works contain polyphony. Poetry, a literary text, written with enthusiasm and excitement, takes its roots from the source of the Mythos, religion and social life. Sezai Karakoç, who is deemed as one of the greatest poets in Second New movement, is nourished with these sources, and often establishes inter-textual relationship connection in his works.

In consideration of this information, Sezai Karakoç’s poems in his book Hızırla Kırk Saat will be examined in the context of inter-textual relations.

Key Words: inter-textual relations, Sezai Karakoç, Hızırla Kırk Saat.

Türk edebiyatının şairleri ve yazarları kendi döneminin sanatkârlarından olduğu kadar, geçmişte yazılan metinlerden, kutsal kitaplardan, mitoslardan ve folklorik unsurlardan etkilenmiş ve bu unsurlardan aldıkları imge, konu ve türleri yeniden üretme yoluna gitmişlerdir. Sezai Karakoç da şiirlerinde kutsal kitaplardan, mitoslardan ve folklorik unsurlardan çokça yararlanmış bir şairdir.

(2)

Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat’i kırk şiirden oluşmuştur. Metnin yapısına bakmamız için iskeleti oluşturan birimleri tespit etmemiz gerekir. Bu şiirler içerik olarak birimlere ayrıldığında, ilk on dokuz şiirde bizzat Hızır’ın kendi diliyle kendisini anlattığı söylenebilir. Yedi Uyurlar’ın hikâyesi ile başlayan ikinci birim 20. ile 40. şiir arasını kapsamaktadır. Bu birim, genel olarak İslam tarihi üzerine kurgulanırken biyografik özellikler taşıyan (21., 22., 23. ve 30.) şiirlere de rastlanmaktadır.

Birinci birimde Hızır kendini anlatır. Bu birimde, İslam dünyasındaki Hızır algısı ile halk arasındaki Hızır anlayışlarının bir kişide toplandığı görülür. Bu birimde Hızır, fizikî özelliklerinden, bilgisinden, yaşam tecrübelerinden, tarihe tanıklık edişinden, ulu ya da melek olarak algılanışından, kendisine yardım edenlerden bahsetmektedir.

İkinci birimin ilk şiirinde (20. şiir), Yedi Uyurlar’ın kendilerini anlattığına şahit oluruz. Karakoç, bu birimde Kur’an-ı Kerim’in Kehf suresinden etkilendiği gibi, Anadolu’nun Roma ve Türk halk inanışlarındaki Yedi Uyurlar efsanelerine de yer vermiştir. Bu şiir, Karakoç’un hikâyeleri temellendirdiği mağara meteforuyla İslam tarihinin önemli olaylarına geçişini sağlar.

İkinci birimde yer yer şairin, çocukluğunu geçirdiği Ergani ve Dicle kasabasındaki anılarıyla karşılaşırız. Birimde biyografik göndermeler çok yer kaplamamaktadır. Şair bu birimde Kur’an-ı Kerim’de geçen ‘su’ ile ilgili çeşitli hikâyelere göndermelerde bulunur. Böylece hikâyeleri, Hızır’dan ve onun en bilinen hayat suyundan uzaklaşmadığı gibi, göndermeleri de Hızır’ın çağrışım alanında bulunan‘su’ ve ‘mağara’ kavramlarıyla birbirine bağlar. Yine bu birimde şair, İslam tarihi ile ilgili göndermeleri yaparken kolektif bir anlayış olan ‘biz’ algısıyla konuşur. Biyografik unsurların bulunduğu göndermelerde ise 3. tekil şahıs olarak seslendiği görülür.

Şiir kitabının içeriğine baktığımızda zengin bir kültürle karşılaşırız. Kur’an-ı Kerim temelli göndermeler en çok yeri kaplamaktadır. Şair, İslam kültürü ve tarihinden aldığı unsurlara folklorik unsurları da ekleyerek geleneği yeniden üretime götürmüştür.

Şiir kitabında zaman çok geniştir. Şair insanlığın yaratılışından itibaren günümüze kadar geriye gitmeler, ileri fırlamalarla zaman kavramını metafizik bir algıyla işlemiştir. Şair bir düş içinde yolculuk yapmaktadır. Bir an Nuh’un işçisi iken birden Yusuf’un hapishane arkadaşına dönüşür. Böylece zamanda sınır ve kronoloji kalkar (tayy-i zaman). Mekânda da bu düş ve sınırsızlık hali (tayy-i mekan) görülmektedir. Örneğin şairin İslam kültüründe önemli bir yeri olan Mekke, Sina Dağı, Kudüs etrafında dolaşırken birden çocukluğunun geçtiği Ergani ve Dicle kasabasına döndüğünü görürüz. Zaman zaman Cennet ve Cehennemde dolaşır, Arafta bekler hatta bizzat Araf olur. İslam dünyasının topraklarından Roma’ya, Amerika’ya gidip gelmeler yaşar.

Şiirin şahıs kadrosu da geniştir. Bu kadroyu, genel olarak peygamberler, melekler, dinî, tarihî, edebî şahıslar oluşturmaktadır. Şiirlerde kutsal kişilerle ilgili Türk-İslam kültürüne ve Anadolu bağlantısıyla Yunan hikâyelerine ve olaylarına göndermeler yapılmıştır. Bu unsurların hepsini birleştiren ortak nokta ‘Hızır’dır. Sanki bütün bunlara Hızır şahit olmuştur. Olaylarda Hızır bazen aktif rol oynarken, bazen de 3. şahıs olarak anlatıcı konumuna geçer. Kur’an-ı Kerim de bulunan Kehf suresindeki üç hikâye, Hızırla Kırk

Saat’in temelini oluşturur. Karakoç, bu sure etrafında göndermede bulunduğu diğer

(3)

çağrışım alanında bulunan ve İslam dünyasında büyük yeri olan ‘kuyu’ metaforu da ‘su’ gibi göndermeleri oluşturan unsurları birbirine bağlama özelliği taşımaktadır.

Çalışmanın bundan sonraki bölümlerinde birimlerde tespit edilen dinî ve folklorik göndermeler ayrıntılı olarak ayrı başlıklar altında incelenecektir.

A. Dinî Göndermeler 1. Peygamberler

Sezai Karakoç, Hızırla Kırk Saat isimli şiir kitabında kutsal kitaplarda geçen neredeyse bütün peygamberlere göndermelerde bulunmuştur. Bizzat isimlerini zikrederek en çok göndermede bulunduğu peygamberler sırasıyla şöyledir: Hz. İsa, Hz. Musa, Hz. Muhammet, Hz. İbrahim, Hz. İlyas, Hz. Yahya, Hz. Yusuf, Hz. Zülküfül, Hz. Zekeriya, Hz. Davud, Hz. Eyüp, Hz. Süleyman, Hz. Şuayyib, Hz. Yuşa, Hz. Şit, Hz. Nuh, Hz. Yakup, Hz. Lut, Hz. Yûnus, Hz. İshak, Hz. İdris, Hz. Salih ve Hz. İsmail. Bildiri konusunun genişliği ve zamanın kısıtlılığı sebebiyle bu çalışmada en çok gönderme yapılan peygamberler incelenecektir. Bunlar, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammet’tir.

1. 1. Hz. Musa

Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat isimli şiir kitabında Hz. İsa’dan sonra en çok göndermede bulunulan peygamber Hz. Musa’dır. Zaten şiir kitabı da Hızır’ın, dolayısıyla Hızır’la bağlantılı olarak Ku’an-ı Kerim’in Kehf suresi üzerine kuruludur. Hz. Musa, bu surenin önemli bir parçasıdır, bu yüzden en çok gönderme ona yapılır. Hızırla Kırk Saat isimli şiir kitabında Hz. Musa’nın15 yerde (s. 188, 190, 203, 204, 228, 237, 239, 261, 263, 267, 268, 276, 279, 285, 292 ) ismi zikredilmiştir.

a. Hz. Musa’nın Doğumu

Sezai Karakoç, Hızırla Kırk Saat’inde peygamberlerle ilgili göndermelerde bulunurken tarihi kronolojik sıralamayı tercih etmiştir. Kitabın ilk birimi olan 1. ile 19. şiirleri arasında, Hz. Musa ile Hızır’ın Kur’an-ı Kerim’in Kehf suresinde ayrıntılı olarak anlatılmasından dolayı yapılan göndermelerin, ikinci birimin 28. şiirinde yoğunlaştığı görülür.

Sezai Karakoç’un, Hızırla Kırk Saat’inde Hz. Musa’ya yapılan göndermelerinin arasında doğumla ilgili “Suya bırakılmış çocuğu /Kurtaran kadın Asiye1

” mısraları bulunmaktadır. Sezai Karakoç’un bu mısralarda işaret ettiği olay, Kur’an-ı Kerim’in Kasas suresinin 7. ayetinde; “Çocuğunu emzir. Onun başına bin bir tehlikeli hal geleceğinden

korkarsan o zaman onu suya bırak. Boğulmasından korkma. Hiç kuşkun olmasın ki biz onu sana yine döndüreceğiz. Ve onu peygamber yapacağız!2

” şeklinde geçer. Bu ayetin Taberi’ye göre hikâyesi şöyledir: Hz. Musa, Hz. Yusuf soyundandır. Mısır’da İsrailoğullarına gönderilmiştir. Hz. Musa doğduğunda, Mısır’ın hükümdarı ve ilahı olarak kabul edilen kişi Firavundur. Firavunun yanındaki kâhinler baktıkları yıldız falında o yıl doğacak olan İsrailoğullarından bir çocuğun kendisinin sonunu getireceğini söylerler. Firavun da bütün ülkede, o sene doğan erkek çocuklarını öldürme kararı alır. Hz. Musa’nın annesi çocuğuna kıyamaz ve marangozda bir sandık yaptırır. Yaptırdığı sandıkla Hz. Musa’yı Nil nehrine bırakır. Zaten Hz. Musa’nın ismindeki ‘Mû’ İbranî dilinde su demektir, ‘sa’ da ağaç demektir. Firavun, su kenarındaki sandığı görür ve sandığı kendisine getirtir; suyla gelen bebeği öldürtmek istese de eşi Asiye ve kızı buna karşı çıkar. Böylece Hz. Musa, Firavun’un sarayında büyümeye başlar3

. Tevrat’ta ise doğan bebeklerin öldürülüşü ve Hz. Musa’nın doğumu farklı anlatılmaktadır. Tevrat’a göre Firavun, Mısır’da

1 Karakoç, S., (2011), Gün Doğmadan- Toplu Şiirler-, İstanbul, Diriliş Yay., s. 267 2 Kur’an-ı Kerim, Kasas: 7.

(4)

İsrailoğullarının nüfusunun arttığını görünce doğan her erkek çocuğu öldürtme kararı alır, ama ebeler doğan çocukları öldürmez. Bunun üzerine Firavun doğan bütün erkekleri Nil’e bıraktırır. Hz. Musa’nın annesi oğluna kıyamasa da doğumundan on üç ay sonra hasır sepet içinde Nil’e bırakmak zorunda kalır. Hz. Musa’yı Firavunun kızı bulur ve bebeği evlat edinir4. Sezai Karakoç’un “Kurtaran kadın Asiye5” mısrasıyla Hz. Musa’nın doğumu ile ilgili İslamî kaynaklara göndermede bulunduğu anlaşılır.

b. Hz. Musa’nın Mucizeleri ve Peygamberliği

Sezai Karakoç, Hızırla Kırk Saat’in 28. şiirini Hz. Musa’ya ayırmıştır. Bu şiirde Hz. Musa’nın peygamberliğinden, mucizelerine kadar birçok hikâyeye göndermeler bulunmaktadır.

Sezai Karakoç, “Ehramların ölüm saati/ Göz dönemi/ Yahya saati değil İsa saati değil/

Musa saati6” mısralarıyla Hz. Musa’nın peygamberliğinin ve mucizelerinin olduğu zamanı

işaret etmektedir. Bu bir milattır. Ehramların yani Firavun döneminin bittiği, İsrailoğullarının döneminin başladığı tarihi devirdir.

Hz. Musa, Firavun’un yanında yaşarken bir gün bir Kıptî’nin bir Yahudi’ye yaptığı işkenceye şahit olur, müdahale etmeyi düşünürken Kıptî’yi yanlışlıkla öldürür. Firavun’un kendisini cezalandıracağından korkup, Mısır’dan uzaklaşır. Yolda Cebrail ile bir melek, güzel insan sıfatıyla Hz. Musa’yı Medyen şehrine Şuayb Aleyhisselâm’a yönlendirirler. Hz. Musa, Şuayb’in kızı Safûrâ ile evlenebilmek için yıllarca çalışır. Yıllar sonra Şuayb, kızı Safûrâ’yı Hz. Musa ile evlendirir. Evini, yurdunu özleyen Hz. Musa, Şuayb’le konuşup Mısır’a gitme kararı alır. Şuayb de Hz. Musa’ya, yolculuğu uzun olduğu için bir asa verir. Hz. Musa, eşi Safûrâ ile Mısır yoluna düşer. Gece olunca Tur-ı Sinâ’da konaklarlar. Ateş yakmak isteyen Hz. Musa, ileride dağın üzerinde bir ışık görür, orada birilerin olacağını ve onlardan ateş alabileceğini düşünüp ışığa doğru ilerler. Ateşin böğürtlen ağacının yanında yandığını görür ve Allah ile burada konuşur7. Burada Hz. Musa’nın iki mucizesi

gerçekleşir. İlk mucize asanın yılan olmasıdır. Tevrat’ta bu mucizeler aynı şekilde anlatılmaktadır. Buna göre Hz. Musa, Medyan şehrinden ayrılır ve Allah ile Tanrı Dağında konuşur. Burada Hz. Musa’nın asasının yılan olması mucizesi gerçekleşir8

. İkinci mucize ise “Ah bu ne beyaz ne beyaz/ Musa’nın elleri9, Beyaz elin koyundan çıkma vakti10” mısralarında belirtildiği gibi Hz. Musa’nın elinin beyaz olmasıdır. Bu Kur’an-ı Kerim’de şöyle geçmektedir: “Elini koynuna sok! Yine çıkar. Kusursuz olarak bembeyaz çıksın.

Başka bir alameti de gör!11

”. Tevrat’ta ise “‘Elini koynuna koy’ dedi. Musa elini koynuna

koydu. Çıkardığı zaman eli bir deri hastalığına yakalanmış, kar gibi bembeyaz olmuştu12

” şeklinde geçmektedir. Bu mucizesiyle Hz. Musa, Firavun’u Hakk dinine çağırma vazifesiyle gönderilen peygamber olur. Şairin yukarıdaki mısralarıyla kutsal kitaplardaki Hz. Musa’ya gönderilen mucizelerden beyaz elle ilgili ayetlere gönderme yaptığı anlaşılır.

Sezai Karakoç, “Sağda Musa’nın bayrağı dikili/ Solda Firavun’un/ Vakit bir büyü

vakti/ Bir büyünün öbür büyüden ayrılma vakti13” mısralarıyla Hz. Musa’nın Tur-ı

4 Tevrat, Mısır’dan Çıkış, 1: 1- 2: 10. 5 Karakoç, S., (2011), s. 267. 6 Karakoç, S., (2011), s. 237. 7 bin Cerîr’üt-Taberî, s. 373-394. 8 Tevrat, Mısır’dan Çıkış, 2: 11- 4: 5. 9 Karakoç, S., (2011), s. 292. 10 Karakoç, S., (2011), s. 237.

(5)

Sina’daki ilk mucizesi olan asanın yılana dönüşmesine göndermede bulunur. Buna göre Hz. Musa, asasıyla birlikte Tur-ı Sina’dan Mısır’a gider. Orada Firavun’u Hak dinine çağırır. Firavun da Hz. Musa’nın bir peygamber olduğu tezini çürütmek için Mısır’ın dört bir yanından büyücüleri çağırtır. Bir meydan oluşturulur. Sezai Karakoç bu atmosfere “Toprağın üstünde/ Toz içinde yapılacak bir şey var/ Bir değişim/ İşte bir değişim saati14mısralarıyla göndermede bulunur. Hz. Musa ile büyücüler karşı karşıya gelirler. Karakoç da bu ana “Musa’yla büyücüler karşı karşıya geldi/ İsrail ve Mısır karşı karşıya geldi15” diyerek yine göndermede bulunur. Böyle bir anda Mısır’ın ünlü büyücüleri cıva ile birleştirilmiş sahte yılanlarını yere atarlar. Sıra Hz. Musa’ya gelince, Allah: “Ey Musa! Sağ

elindeki asayı yere bırak, tâ onların yaptıkları büyüleri yutsun. Onların sihrini bozsun16

” der. Sezai Karakoç da bu olaya “Ölü ağacın yılana dönme vakti/ Yılana kutsal bir ödev

yüklendiği saat17” mısralarıyla anıştırmada bulunur. Hz. Musa elindeki asayı yere

bıraktığında asa kocaman bir yılan olur ve büyücülerin yılanlarını yutar.18

Böylece Hz. Musa, kendisine gelen asa ile peygamberliğini Mısırlılara kanıtlar. Bu olay Tevrat’ta da geçmektedir19. Kutsal kitaplarda geçmeyen, şairin mısralarında bulunan cıva göndermesi

Taberi Tarihi’nde bulunmaktadır. Sezai Karakoç’un, “Ve ağaç cıvayı yendi/ İnanç yendi bilgiyi20” mısralarıyla Taberi’nin aktardığı cıva bağlantılı, yılana dönüşen asa hikayesine göndermede bulunduğu anlaşılır.

Sezai Karakoç’un, Hızırla Kırk Saat’in 10. şiirinden alınan “Ben öğrettim Musa’ya

eşyanın ötesini21” mısrasıyla Kur’an-ı Kerim’in Kehf suresinin ikinci hikâyesi olan22

, ismi verilmeyen, ama Hızır olduğu düşünülen Hızır ile Hz. Musa kıssasına göndermede bulunduğu anlaşılır. Bu kıssaya göre Hz. Musa bir gün birisiyle karşılaşır. O kişi Musa’ya, ‘bu zamanda senden fazla ilim bilen var mıdır?’ diye sorar. Hz. Musa da ‘bu zamanda benden fazla ilim bilen yoktur’ der. Ardından vahiy gelir ve kendisinden fazla ilim bilen kişinin Hızır olduğu bildirilir. Bunun üzerine Hz. Musa, Hz. Yusuf soyundan Yûşa ile birlikte, yanlarına bir ekmek ve bir balık alarak, Macmel Bahreyn (iki denizin birleştiği yer)’e giderler. Orada Yûşa, balığı yanına koyup zenbilde ellerini yıkar. Elinden akan su balığın üzerine damlar. Balık canlanır ve suya atlar. Yûşa çok yorgun olduğu için uyur ve bu olayı Hz. Musa’ya anlatmayı unutur. Yolda acıkan Hz. Musa, Yûşa’dan balığı getirmesini ister. Yûşa da olanları anlatır. Hz. Musa, Hızır’ın orada olacağını anlayıp olayın olduğu yere geri döner. Orada Hızır’la görüşür. Hızır, Hz. Musa’ya çeşitli vesilelerle ne kadar bilgin olduğunu kanıtlar23

.

Sezai Karakoç’un “Delmeseydim bir yoksulun övüncü kayığını24” mısrasındaki gönderme Kehf suresinde geçen Hızır’ın Hz. Musa’ya yaşattığı ilk hayat tecrübesi ile ilgilidir. Bu tecrübe, Hızır’ın yoksul bir kişinin kayığını delme olayına dayanır. Buna göre Hızır, Hz. Musa ve Yûşa ile bir kayığa biner. Kayığa binince Hızır kayığı deler. Bu olay Kur’an-ı Kerim’de şöyle geçer: “Ey Musa, o gemiyi şunun için deldim ki gemi nice

14 Karakoç, S., (2011), s. 237. 15 Karakoç, S., (2011), s. 239. 16 Kur’an-ı Kerim, Taha: 69. 17 Karakoç, S., (2011), s. 203. 18 bin Cerîr’üt-Taberî, s. 394-402. 19 Tevrat, Mısır’dan Çıkış, 7: 9- 7: 13. 20 Karakoç, S., (2011), s. 239. 21 Karakoç, S., (2011), s. 190.

(6)

yoksulların, fakir kişilerin gemisiydi. Ben o gemiyi kusurlu bir hale getirmek istedim. O gemi onların ellerinde kalmalıydı. Çünkü ilerde, onların önlerinde zalim bir melik, bir hükümdar vardı. Eğer bir gemi kusursuz ise onu zorla alırdı25

.” Sezai Karakoç, bu olayı muhayyilesinde “Delmeseydim bir yoksulun övüncü kayığını/ Geçebilir miydi Musa/

Kızıldeniz’den İsrail’i26” mısralarıyla İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışına bağlamış ve hüsn

ü talil sanatı yaparak bu çıkışı Hz. Musa’nın kendisinden aldığı tecrübe sonucu yapabildiğini söylemiştir. Karakoç’un göndermeyi ‘su’yun çağrışım alanında bulunan deniz algısıyla yaptığı görülür.

Kehf suresinin 80. ayetinde, Hızır’ın bir çocuğu öldürmesi ve ardından Hz. Musa’ya “O öldürdüğüm çocuk ise kâfirdi. Babası ve anası ise iman etmişlerdendi. Bu çocuğa saygı

ve sevgi duyarlardı. Onları da en sonda kâfir kılacaktı. Onlar kâfir olmasınlar diye çocuğu öldürdüm27” açıklamasına Sezai Karakoç, “Öldürmeseydim hiç acımadan/ Gözünün önünde o çocuğu28” mısralarıyla göndermede bulunur. Bu anıştırmayı, Hz. Musa’nın doğumunda

gerçekleşen, İsrailoğullarının erkek çocuklarının öldürülmesi olayıyla birleştirir. Buna göre, kâhinlerinin ‘o sene önemli bir çocuk doğacak ve senin yerini alacak’ uyarısı üzerine Firavun’un o sene doğan İsrailoğullarının bütün erkek çocuklarını öldürmesi olayına

“Bütün suçsuz çocukların katili/ Firavun’u boğar mıydı daha yeni kurumuş bir deniz29

” diyerek göndermede bulunur. Karakoç, mısraların sonunda Kızıldeniz’i kişileştirerek ölen çocukların intikamını alan bir deniz olarak kurgular. Böylece bu mısralarla Karakoç, Kur’an-ı Kerim kaynaklı üç kıssayı (Hz. Musa’nın doğumu, Hz. Musa ile Hızır, İsrailoğullarının Mısırdan çıkışı) yeniden yorumlayarak göndermede bulunur. Kıssaları bağlayan noktanın yine ‘su’yun çağrışım alanında bulunun deniz algısı olduğu görülür.

Sezai Karakoç, Kehf suresinde geçen Hızır’la Hz. Musa’nın son tecrübesi olan Hızır’ın bir duvarı düzeltmesi olayına “Öğretmeseydim duvarını devirerek yoksulu kurtarmayı/

Çıkabilir miydi Musa/ Mısır’dan İsrail’i30

” mısralarıyla göndermede bulunur. Kur’an-ı Kerim’in Kehf suresinin 81. ayetinde Hızır, Hz. Musa’ya şöyle bir açıklama yapar: Doğrulttuğum eğri duvar iki öksüz çocuğundu. O duvarın altında define vardı. Eğer o

duvar yıkılsaydı, o defineyi halk yağmalardı. O iki çocuğun babası Salih bir kişiydi31”. Şair; “Öğretmeseydim duvarını devirerek yoksulu kurtarmayı32

” mısrasıyla Kur’an-ı Kerim’de geçen duvarın düzeltilmesi işlemini değiştirdiği, yoksulun duvarını yıkmakla Hz. Musa’nın Mısırdaki zulme son verip halkını kurtarması işlemine dönüştürdüğü görülür. Yukarıdaki mısralarda Sezai Karakoç Kehf suresindeki bu ayeti adeta yeniden yorumlamış ve yine hüsn ü talil sanatı yaparak İsraillilerin Mısırdan çıkışını Hızır’ın Hz. Musa’ya yaşattığı bu tecrübeye bağlamıştır.

Sezai Karakoç, “İnsan tapıcılarından/ Mısır kadınlarından/ Ürpertili altın bileziklerin/

Bir daha verilmemecesine/ Ödünç alındığı saat33” mısralarıyla Taberi Tarihi’nde geçen İsrailoğullarının Mısırdan çıkış hazırlığına göndermede bulunur. Buna göre Hz. Musa, İsrailoğullarına “Hak Teâlâ Mısır yerlilerini, o Kıpti halkı yok etse gerektir. Onların

mallarını, davarlarını, çocuklarını da hep size bağışlasa gerektir. Onlardan şimdi ağır

25 Kur’an-ı Kerim, Kehf: 79. 26 Karakoç, S., (2011), s. 203. 27 Kur’an-ı Kerim, Kehf: 80. 28 Karakoç, S., (2011), s. 204. 29 Karakoç, S., (2011), s. 204. 30

Karakoç, S., (2011), s. 203.

(7)

kaftanlar, altınlar, inciler isteyiniz; yine geri vereceğiz deyiniz34

” diyerek, helak olacak Kıptilerin değerli eşyalarını aldırmıştır. Tevrat’ta da altınların geri verilmemecesine ödünç alınması olayı bulunmaktadır. Bu olay Tevrat’ta “Her kadın Mısırlı komşusundan ya da

konuğundan altın ve gümüş takılar, giysiler isteyecek. Oğullarınızı, kızlarınızı bunlarla süsleyeceksiniz. Mısırlıları soyacaksınız35” şeklinde geçmektedir. Karakoç da yukarıdaki

mısralarla bu hikâyeye göndermede bulunur.

Hızırla Kırk Saat şiir kitabında asaya yapılan göndermelerin bir bölümü de, asanın

İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışına vesile olmasıyla ilgilidir. Çeşitli şiirlerden ve şiirlerin çeşitli yerlerinden alınan “Aydın kılıçların şelalesi36

, Denizi bir koşuda ata çevirme

işlemi37” mısralarında Hz. Musa’nın İsrailoğullarını Mısır’dan çıkarışı ile ilgili göndermeler

bulunmaktadır. Taberi’ye göre, Hz. Musa, yoldan çıkmış olan Firavun’u hak dinine çağırır. Firavun dinlemez. Sonra Hz. Musa’ya “Ey Musa! Kullarımı gecenin içinde yola çıkar.

Şüphesiz ardınızdan gelinecektir38

” vahyi gelir. Hz. Musa da vahiy üzerine Muharrem ayının Cumartesi gecesi sayı olarak kadın, çocuk yaşlı hariç 320.000 kişi ile Hz. Musa’nın asasının açtığı 12 bölük Kızıldeniz’den 12 bölük İsrailli yol alır39. Tevrat da bu olay; “Sen

değneğini kaldır, elini denizin üzerine uzat. Sular yarılacak ve İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçecekler… Musa elini denizin üzerine uzattı. Rab bütün gece güçlü doğu rüzgârıyla suları geri itti, denizi karaya çevirdi. Sular ikiye bölündü, İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçtiler. Sular sağlarında, sollarında onlara duvar oluşturdu40

şeklinde geçmektedir. Karakoç da denizin ayrılması olayına “Bir kılıç Nil’i

ikiye bölmüş41

mısrasıyla göndermede bulunur. Denizin ikiye ayrılması ve İsrailoğullarının Kızıldeniz’den geçişi sonrasında Hz. Musa, asasını yine denize vurur ve deniz eski hâline döner. Böylece Firavun’un ve askerlerinin sonu gelmiş olur. Firavun askerleriyle birlikte denizde ölür42. Karakoç da Firavunun ve askerlerinin Kızıldeniz’de ölümüne “İçinde Firavun fosilleri görülmüş43, Firavun’u boğar mıydı daha yeni kurumuş

bir deniz44” diyerek göndermede bulunur. Bu mısralar da Hızırla Kırk Saat’in şiirlerindeki

hikâyeleri bağlayan unsur olarak ‘su’ metaforuna örnek olma özelliği taşımaktadır. Sezai Karakoç, “Hızla geçiyordu göz önünden/ Panoramik İsa Musa belgeleri45” mısralarıyla Hz. Musa’ya gönderilen, İsrailliler tarafından Eski Antlaşma, Müslümanlar arasında ise Tevrat isminin verildiği kutsal kitapla; Hıristiyanlar arasında Yeni Antlaşma, Müslümanlar arasında ise İncil ismi verilen kutsal kitap kastedilmiştir. Taberi’ye göre, Allah, Hz. Musa’ya İsraillileri Firavundan kurtarışının 30. günü görüşme ve kitabını verme vaadinde bulunur46. Bu Kur’an-ı Kerim’de “Musa’ya otuz gece vade verip sonra buna on

gece daha kattık. Böylece Rabbinin tayin ettiği müddet kırk gece tamamlandı47

” diye geçer. Hz. Musa, emir üzerine Tur-ı Sina’ya gider. Orada Tevrat levhalar halinde Hz. Musa’ya

(8)

verilir. Tevrat’ın çeşitli ayetlerinde Hz. Musa’ya gelen levhalar hakkında bilgi verilmektedir. Bu ayetlerden birinde “Rab Musa’ya, ‘Dağa, yanıma gel’ dedi, ‘Burada

bekle, halkın öğrenmesi için üzerine yasalarla buyrukları yazdığım taş levhaları sana vereceğim’48” şeklinde bilgi verilmektedir. Yine Kur’an-ı Kerim’de “Biz Tevrat’ın levhalarında her şeyi uzun uzun yazdık49

” ayetinde bulunan levhalara Sezai Karakoç, “Musa’da gelmişti/ Mermer levhalar dikilmişti50 mısralarıyla göndermede bulunur.

Hz. Musa, Firavunun ölümünün 40. gecesi Allah’la görüşmeye çağrılması sebebiyle İsrailoğullarından ayrılır. Hz. Musa, kavmini kardeşi Harun’a emanet edip Tur-ı Sina’ya gider. Geride kalan halk bir müddet sonra Hz. Musa’ya olan bağlılıklarını bırakmış ve getirdikleri altınları eriterek yaptıkları buzağı heykeline tapmaya başlamışlardır51

. Sezai Karakoç, “İsrail bir tarihi gece gezerek geçirdi/ Altını altın bildi/ Gümüşü gümüş bildi/

Elçiyi elçi bilemedi52” diyerek halkın tek tanrılı inancından sapmasına göndermede bulunur.

İsrailoğullarının inançlarından dönmesi olayı Kur’an-ı Kerim’de şöyle geçer: “Ey Harun!

Musa bize geri dönünceye kadar, hali öğreninceye kadar, biz o buzağıya tapmaya sürdüreceğiz! dediler53

”. Tevrat’ta da bu olay bulunmaktadır. Tevrat’ın Mısırdan Çıkış’ının 32. bölümü, İsrailoğullarının yaptığı altın buzağı ile ilgilidir ve bu bölümün bir ayetinde “Buyurduğum yoldan hemen saptılar. Kendilerine dökme bir buzağı yaparak önünde

tapındılar, kurban kestiler. ‘Ey İsrailliler, sizi Mısır'dan çıkaran ilahınız budur!’ dediler54

şeklinde geçmektedir. Şairin de yukarıdaki mısralarla bu olayı hatırlattığı anlaşılır.

Sezai Karakoç, Hz. İsa’nın sofra mucizesine göndermede bulunulduğu Hızırla Kırk

Saat’in 24. şiirinde, “Bekçiyse Musa’nın asası55” diyerek Hz. Musa’nın asasını gök

sofranın bekçisi olarak düşünür. Karakoç, “Bir kılıç Nil’i ikiye bölmüş56

” mısrasında da asayı, Nil’i ikiye ayıran kılıç olarak düşündüğü gibi “Sağda Musa’nın bayrağı dikili/ Solda

Firavun’un57” mısrasında da yine dönüşüme götürmüş ve asayı Hz. Musa’nın, dolayısıyla İsrailoğullarının bayrağı olarak hayal etmiştir.

1. 2. Hz. İsa

Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat isimli şiir kitabında peygamberler arasında en çok göndermede bulunduğu Hz. İsa’dır. Hz. İsa, şiir kitabının on sekiz yerinde (Karakoç, 2011: 185, 186, 188, 195, 196, 198, 217, 225, 228, 229, 237, 261, 263, 274, 276, 279, 285, 292) geçmektedir.

a. Hz. İsa’nın Doğumu

Sezai Karakoç’un, Hızırla Kırk Saat’inde Hz. İsa’nın doğumuna göndermelerinin çok olduğu görülür. Bu göndermeler kronolojik olarak şöyledir:

Hızırla Kırk Saat’in 12. şiiri, “Ey kadın sana fısıldayacaklar muştu sana58” mısrasıyla

başlar ve şiirin ilerleyen mısralarında da tekrar edilir. Bu mısrada Karakoç, Cebrail’in Meryem’e babasız bir çocuk doğuracağı haberine göndermede bulunur. Kur’an-ı Kerim’e göre Cebrail, Hz. İsa’nın doğum müjdesini şöyle dile getirir: “Gerçekten ben Allah’ın

48 Tevrat, Mısır’dan Çıkış, 24: 12. 49 Kur’an-ı Kerim, Araf: 145. 50

Karakoç, S., (2011), s. 261.

(9)

elçisiyim. Sana tertemiz bir oğlan çocuğu vermek için yalnızca Rabbimin sana gönderdiği bir elçiyim59. Hak teâlâ sana bir oğlan çocuğu müjdeler ki bir kelime ile hâsıl olmuştur, adı

da Meryem oğlu İsa Mesih’tir. Dünyada ve ahrette şanı yücedir. Allah’ın yakınlarındandır60

”. İncil’in Matta bölümüne göre ise Meryem, Yusuf’la nişanlıdır.

Meryem Hz. İsa’ya hamile kalınca Yusuf nişanı bozmak ister, fakat Yusuf rüyasında Rabbin bir meleğini görür ve ona “Davut oğlu Yusuf, Meryem'i kendine eş olarak almaktan

korkma. Çünkü onun rahminde oluşan, Kutsal Ruh'tandır. Meryem bir oğul doğuracak. Adını İsa koyacaksın. Çünkü halkını günahlarından O kurtaracak61

”der. Böylece, Sezai Karakoç’un “Ey kadın sana fısıldayacaklar muştu sana62mısrasında “sana” yönelme durumundan, muştu olayının gönderme adresi İncil değil, Kur’an-ı Kerim’de geçen Cebrail’in Meryem’e Hz. İsa’yı bizzat müjdelediğini belirten ayetleridir.

Sezai Karakoç, “İşte o vakit çocuk doğran kelime geldi63” mısrasıyla Kur’an-ı Kerim’de geçen Allah’ın “kün” (ol) emrine göndermede bulunur. Taberi’ye göre “kün” emri şöyle gerçekleşmiştir: “Meryem: -Ya Rab! Benim çocuğum nasıl olabilir ki hiçbir

insan bana temas etmedi. Allahü Teâlâ şöyle buyurdu64

”: “-Doğrudur. Allah, dilediğini

yaratır ve O, herhangi bir şeyin olmasını istediği zaman ona sadece “ol” der ve o şey hemen olur65”. Böylece mısrada geçen ‘çocuk doğuran kelime’ ibaresi ile ayette geçen ‘ol’

emrinin kastedildiği anlaşılır.

b. Hz. İsa’nın Mucizeleri ve Peygamberliği

Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat isimli şiir kitabında kutsal kitaplarla bağlantılı olarak bahsedilmesi gereken ilk mucize Hz. İsa’nın bebekken konuşmasıdır. Hızırla Kırk

Saat’in “Doğmadan konuşmayı öğrenen insan geldi/ O doğmadan seninle konuşan bir erdi66, Sonra İsa geldi/ Önce çocuk olup dedi/ Sonra büyüyüp dedi67” mısralarını bir bütün

olarak algıladığımızda şairin okuru, Kur’an-ı Kerim’in Meryem suresinin 30. ayetine yönlendirdiği anlaşılır. Hz. İsa’nın henüz bebekken Nasıra halkına söylediği bu ayet şöyledir: “Ben, hiç şüphe yok ki, Allah’ın kuluyum. Allah bana kitap (İncil) verdi. Ve beni

peygamber yaptı68

”. Şair, “Çocuğun mucize alfabesi69” ile Hz. İsa’ya gönderilen ve ayette bahsi geçen ‘İncil’i kastetmektedir.

Hızırla Kırk Saat’in “Çocuk erdi/ Su durdu/ Muştu sana/ Hadrianus’un kütüphane mermeri/ Çeşme oldu aydınlık bir kuşluk kitabına/ Çocuğun mucize alfabesine70” mısralarında ise şairin, İzmir Efes’te bulunan Hadrianus tapınağına göndermede bulunduğu görülür. Hadrianus tapınağının bulunduğu yer olan Efes’te bilindiği gibi Meryemana Evi de bulunmaktadır. Bu evin arkasından kutsal olduğuna inanılan şifalı su akmaktadır71

. Hz. Meryem’in de rahminden gelen doğum suyu kutsaldır ve Kur’an-ı Kerim’de şöyle geçer: “Sakın üzülme! Rabbin, alt yanında bir su arkı (küçük ırmak) yarattı72”. Taberi’ye göre Hz.

59 Kur’an-ı Kerim, Meryem: 19. 60 Kur’an-ı Kerim, Meryem: 21. 61 İncil, Matta, 1: 20-23. 62 Karakoç, S., (2011), s. 195. 63 Karakoç, S., (2011), s. 195.

64 bin Cerîr’üt-Taberî, E., çev: Faruk Gürtunca, Tarih-i Taberi, C.: 2, İstanbul, Sağlam Yay., s. 313. 65 Kur’an-ı Kerim, Âli İmrân: 47.

66 Karakoç, S., (2011), s. 195. 67 Karakoç, S., (2011), s. 199. 68 Kur’an-ı Kerim, Meryem: 30. 69

Karakoç, S., (2011), s. 196.

70 Karakoç, S., (2011), s. 196.

(10)

Meryem bu ırmakta kendisini ve Hz. İsa’yı yıkar73

. Şair, Hz. Meryem’in Hz. İsa’yı doğurma esnasında altından ırmak şeklinde akan kutsal su ile Meryemana evinin arkasından akan kutsal su arasında bağlantı kurmuştur. Ayrıca “Hadrianus’un kütüphane

mermeri/ Çeşme oldu aydınlık bir kuşluk kitabına/ Çocuğun mucize alfabesine74” mısraları,

Hz. Meryem’in Efes’e gelmesiyle Efes’in Anadolu’nun Hıristiyanlığın yayılma merkezi olması açısından da bir çeşmeye, kaynağa benzediği söylenebilir.

Hadrianus tapınağı dünyanın ilk mermer yapılarındandır. Etrafında Celsus Kütüphanesi, Meryemana evi ve bir çeşme bulunmaktadır. Şair kelimeleri birleştirerek “Hadrianus kütüphane mermeri” demiştir. Hadrianus tapınağının mermerlerinin birinde Efes’in kuruluş efsanesi yazılıdır. Şair, “Hadrianus’un kütüphane mermeri75” mısrasıyla,

Efes’te bulunduğu söylenen Müslümanların anlatı geleneğinde olduğu gibi Hıristiyanların da anlatı geleneğinde bulunan ve kitabın 20. şiirinde özel olarak yer alan ‘Yedi Uyurlar’ efsanesini de hatırlatmaktadır. (Çalışmanın ‘Din Uluları ve Folklorik göndermeler’ maddesinde Yedi Uyurlar efsanesi ile ilgili geniş bilgi verilecektir.) Böylece şair Hz. Meryem’in doğumunda akan kutsal su ile Efes’e, dolayısıyla Yedi Uyurlar’a hikâyeyi bağlamıştır. Burada da hikâyelerin bağlayıcı unsurunun ‘su’ olduğu görülür. Ayrıca, çalışmanın giriş bölümünde saptanılan, şiirlerdeki hikâyelerin Kehf suresi temelli mağara veya su metaforlarıyla birbirlerine bağlanmasına da yukarıda verilen mısralar birer örnek taşımaktadır.

Hızırla Kırk Saat’in 24. şiiri, Hz. İsa’nın mucizeleri arasından bulunan gök sofrası ile

ilgili müstakil bir şiirdir. Kur’an-ı Kerim’in Mâide suresinde geçen bu mucize şöyledir: “Ey

Meryem oğlu İsa! Dediler. Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?76” Hz. İsa da

Allah’a dua eder. Allah da Hz. İsa’ya mucize olarak bir sofra gönderir. Sezai Karakoç da Kur’an-ı Kerimde geçen “gökten sofra” ifadesini “Sofra sofraya değer sofra sofraya/ Sofra

sofraya bakar yaklaşır sofra sofraya/ Böylece gökten sofra iner dağa77” mısralarında

“gökten sofra” ibaresini bizzat kullanarak bahsi geçen ayete göndermede bulunur.

Kur’an-ı Kerim’de anlatılan, gökyüzünden Hz. İsa’nın yanındaki halka yetecek kadar erzağın bir sofra ile inmesine 24. şiirde göndermede bulunan şair, mucizeyi yeniden yorumlamış ve “İdris İshak ve Şit azığı/ İlyas gölgesi/ Bir Yusuf akşamı/ İlerde bengisu

doldurmak için/ Bünyamin’in yüküne saklanmış/ Gümüş su tası/ Yakup’un koyun postu/ İbrahim atlası/ Bekçiyse Musa’nın asası78

” mısralarıyla sofra ortamını anlatmıştır. Yine Karakoç, “İşte böyle bir tören içinde açıldı gök sofrası79” diyerek hayalinde bu ortamı bir törene benzetmiştir. Taberi’ye göre gökten inen bu sofra üç gün tekrar tekrar yere iner. Dördüncü gün gider. Dördüncü gün bunun bir sihir olduğunu söyleyenler olur ve Allah da onları cezalandırır80

. İncil’de de Hz. İsa’nın mucizeleri arasında halkı doyurması birkaç yerde geçmektedir. Bunlardan birisi şöyledir: “Akşama doğru öğrencileri yanına gelip,

"Burası ıssız bir yer" dediler, "Vakit de geç oldu. Halkı salıver de köylere gidip kendilerine yiyecek alsınlar." İsa, "Gitmelerine gerek yok, onlara siz yiyecek verin" dedi. Öğrenciler, "Burada beş ekmekle iki balıktan başka bir şeyimiz yok ki" dediler. İsa, "Onları buraya,

73 bin Cerîr’üt-Taberî, s. 316. 74 Karakoç, S., (2011), s. 196. 75 Karakoç, S., (2011), s. 196. 76 Kur’an-ı Kerim, Mâide: 112. 77

Karakoç, S., (2011), s. 226.

78 Karakoç, S., (2011), s. 228. 79 Karakoç, S., (2011), s. 228.

(11)

bana getirin" dedi. Halka çayıra oturmalarını buyurduktan sonra, beş ekmekle iki balığı aldı, gözlerini göğe kaldırarak şükretti; sonra ekmekleri bölüp öğrencilerine verdi, onlar da halka dağıttılar. Herkes yiyip doydu. Artakalan parçalardan on iki sepet dolusu topladılar. Yemek yiyenlerin sayısı, kadın ve çocuklar hariç, yaklaşık beş bin erkekti81

”. Karakoç’un bu şiirde Hz. İsa’nın halkı doyurma mucizesine yaptığı göndermenin adresi İncil değildir, çünkü şiirde geçen “gök sofrası” ibaresinden dolayı Kur’an-ı Kerim’in Mâide suresi olduğu anlaşılır. Sezai Karakoç’un, sofra ile ilgili müstakil şiirine yerleştirdiği Bünyamin’nin su tası ve sofrada içilen suyun kutsal su olması ile hem kendi başına bir gönderme82 hem de bütünün bir parçası olarak diğer hikâyelere ‘su’ metaforu ile bağladığı görülür.

Hz. İsa’ya gökten gönderilen sofranın malzemeleri insan eli tarafından üretilmemiş ya da doğal ortamda oluşmamış bizzat Hakkın gönderdiği bir lütuftur. Taberi’ye göre gökten gelen sofrada havarilerin sayısı kadar yemek, kızartılmış büyük bir balık, bir parça dövülmüş tuz ve biraz da tere bulunmaktadır83

. Şair’in, “Şarap dense de şarabı aşmış bir

şarapla/ Susuz topraksız ve göksüz büyümüş bir buğdaydan/ Yapılmış ekmekle donanmış bir sofra84” mısralarıyla bu sofraya bir de şarap yerleştirdiği görülür. İslam kaynaklarında

bu yoktur, fakat İncil’e göre Hz. İsa’nın takipçilerini doyurması mucizesinin yanı sıra şairin de işaret ettiği gibi şarap mucizesi de bulunmaktadır. Bu hikâyeye göre Hz. İsa annesi ile bir düğüne gider. Orada şaraplarının bittiği Hz. Meryem’e bildirilir. Hz. Meryem de oğlundan rica eder. Bu olay, İncil’e göre Hz. İsa’nın ilk mucizesidir. Mucize şöyledir: “İsa

hizmet edenlere, "Küpleri suyla doldurun" dedi. Küpleri ağızlarına kadar doldurdular. İsa, "Şimdi biraz alıp şölen başkanına götürün" dedi. Onlar da götürdüler. Şölen başkanı, şaraba dönüşmüş suyu tattı. Bunun nereden geldiğini bilmiyordu, oysa suyu küpten alan hizmetkârlar biliyorlardı85

”. Şairin, “Şarap dense de şarabı aşmış bir şarapla86” mısrasında bulunan şarapla İncil’de geçen bu mucizeye işaret etme ihtimali yüksektir, çünkü İslam kaynaklarında Hz. İsa şarapla birlikte anılmamaktadır. Böylece, şairin Hıristiyan kaynaklarından da etkilendiği söylenebilir. Yine şair göndermeleri ‘su’ metaforu ile birleştirdiği görülür.

Hızırla Kırk Saat’in 24. şiiri dışındaki diğer şiirlerde de yer yer Hz. İsa geçmektedir.

Şair, “Ölü dirilten87

” mısrasında Hz. İsa’nın ölüleri diriltme mucizesine küçük bir gönderme yapar. Hz. İsa’nın ölüyü diriltme hâdisesi Kur’an-ı Kerim’de Âli İmrân suresi 49. ayette geçmektedir. Bu sureye göre Hz. İsa “Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim, eğer

diliyorsanız, çoktan ölmüş kişiyi bulun ben onu dirilteyim88

” demiştir. Taberi’ye göre Hz. İsa, Nuh’un oğlu Sam’ı dirilmiştir89. İncil’de de Hz. İsa, Lazar isimli birini dirilttiği

görülür90.

Hz. İsa, bilindiği gibi ışıkla tasavvur edilir. Anadolu’da dini şahısların nurdan yaratıldığına dair inanışlar vardır. Hatta halk arasında ‘nur yüzlü’ diye ibare de kullanılmaktadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’e göre de her iman edende nur bulunmaktadır.

81 İncil, Matta, 14: 15-21. 82 Kur’an-ı Kerim, Yusuf: 70-80. 83 bin Cerîr’üt-Taberî, s. 337. 84 Karakoç, S., (2011), s. 227. 85 İncil, Yuhanna, 2: 7-9. 86 Karakoç, S., (2011), s. 227. 87 Karakoç, S., (2011), s. 274.

88 Kur’an-ı Kerim, Âli İmrân: 49.

(12)

Bu Kur’an-ı Kerim’de şöyle geçer: “Onların önlerinden ve sağlarından (amellerinin)

nûrları aydınlatıp gider de, “Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin” derler91”. Görüldüğü gibi insanların (iman edenlerin)

önlerinde ve sağlarında nur bulunmaktadır. Karakoç, “Aydınlığın artışından oldu İsa92

” mısrasıyla iman edenlerde bulunan bu nuru Hz. İsa’yla birleştirmiştir. İncil’de ışık olayı ile ilgili Hz. İsa havarilerine “Bana iman eden karanlıkta kalmasın diye dünyaya ışık olarak

geldim93” der. Karakoç da “İsa da gelmişti/ Arkasında bir fosfor çizgisi94” mısralarıyla Hz. İsa’nın etrafında hayal edilen aydınlık halesine göndermede bulunur. Şair, kitabın 9. şiirinde de “Oruçta aydınlığız İsa’yla Meryem’le95

” diyerek aydınlıkta, İsa, Meryem ve Hızır’ın oruç tutmakta olduğunu söyler.

Sezai Karakoç, “İsa adına İsa/ Akşamın kristali katedrallerde/ Çarmıha gerilmektedir

boyuna96” mısralarıyla Hz. İsa’nın çarmıha gerilme hadisesine göndermede bulunur. Karakoç, olayı dönüştürüp “İki bin yıl önce değil/ Asıl şimdi97” diyerek bugün gerçekleştiğini söyler, çünkü Karakoç inancı kristale benzetmektedir. Diriliş dergisinin 22 Ağustos 1988 tarihli, 5. sayısında Karakoç, kristale yüklediği anlamı şöyle kaleme alır; “Belki, inanç, o billur taş, yeni biçimlerle kristalize olmak için dışarıdan zorlanıyor, ama,

içi ve özü aynı kalmak şartıyla. Yoksa, kırılıp parça parça olan kristal ya da kırılan, delinen elmas değerini yitirir. O, kırılan parçaların bir araya gelmesiyle de eski değer ve niteliğini kazanmaz98”. Böylece Karakoç, Hz. İsa’yı takip edenlerin inançlarında azalma olduğunu yine “Bizans sarayında/ Kristal bir kadeh kırıldı99” mısralarıyla dile getirir.

1. 3. Hz. Muhammet

Sezai Karakoç’un, Hızırla Kırık Saat isimli şiir kitabında peygamberleri tarihi kronolojik sıralama çerçevesinde zikrettiği görülür. Buna göre tek tanrılı dinlerde son peygamber olarak kabul edilen Hz. Muhammet, şiirde de en son göndermelerde bulunulan peygamberdir. Kitabın ikinci birimi olan 20. ile 40. şiir arasında, ilk şiirlerde az bulunan göndermeler son şiirlerde yoğunlaşmış ve kitap Hz. Muhammet’in ölümünün ardından Kadir Gece’sinde kopan bir kıyametle noktalanmıştır.

a. Hz. Muhammet’in Doğumu

Hızırla Kırk Saat’in 33. şiiri müstakil olarak Hz. Muhammet’in doğumuna ayrılmıştır.

Bu şiir, Hz. Muhammet’in doğumundan önce başlayan, doğumu esnasında gelişen ve doğumunun sonrasında biten olayların sıralanmasıyla sona erer.

Sezai Karakoç’un “Sütunlar çökse ne dersiniz/ Save gölü kurusa/ Sönmez ateş

sönse100” mısralarıyla işaret ettiği Hz. Muhammet’in doğumu sırasında dünyada oluşan dini

tepkimelerdir. Batıl olan her şey Hz. Muhammet’in doğumundan etkilenir. Taberi

Tarihi’nde geçen bilgiye göre Mekke’de ve başka yerlerde ne kadar put varsa devrilmiş,

Ateşgedelerin 1000 yıldır yanan kutsal ateşi sönmüş, İran hükümdarı Nuşirevan’ın

91 Kur’an-ı Kerim, Tahrîm: 8. 92 Karakoç, S., (2011), s. 196. 93 İncil, Yuhanna, 12: 46. 94 Karakoç, S., (2011), s. 261. 95 Karakoç, S., (2011), s. 188. 96 Karakoç, S., (2011), s. 285. 97 Karakoç, S., (2011), s. 285. 98

Karakoç, S., (1988), “Metafizik”, Diriliş Haftalık Düşünce, Edebiyat ve Siyaset Dergisi, Yıl: 29, Dönem: 7, S: 5, s. 2.

(13)

sarayının 14 burcu hariç bütün burçları yıkılmıştır101. Yine Müşriklerin kutsal saydığı Sâve

gölü kurumuş, yıllardır kuru olan Semâve vadisi ise sularla dolup taşmıştır. Karakoç, yukarıdaki mısralarla Hz. Muhammet’in doğumu üzerine İslam dünyasında anlatılan hikâyelere göndermede bulunur. Sezai Karakoç’un “Akan suyun sesi değişti/ Esen

rüzgârların doğrultusu/ Gün döndü/ Açtı mevsim102

” mısralarına göre Hz. Muhammet’in doğumu sırasında dünyada oluşan dini tepkime yerini aydınlığa, yeni bir mevsime bırakır.

Sezai Karakoç, İslam dünyasında anlatılan Hz. Muhammet’in doğumu ile ilgili hikâyelere kendi muhayyilesini de katarak yukarıda işaret edilen dini tepkimelerin dışında “İstanbul’da bir balıkçı/ Haliç’te bir hayal gördü/ Gitti eve/ Yorganlara saldırdı103”,

Bizans sarayında/ Kristal bir kadeh kırıldı/ Bozuldu durdu/ Güneş saati/ Kudüs’te104

” mısralarıyla insanlar arsında oluşan tepkimeleri de dile getirmiş ve böylece olayları yeniden kurgulamıştır.

Sezai Karakoç, “Meryem’in duyduğu kelime gibi/ Kabartmalaşıyordu/ İçinde yavaş

yavaş/ Sağ çocuk çizgileri/ Altın getiren deniz gibi/ Aşılıyordu buram buram güz engebeleri105” mısralarıyla Allah’ın ‘ol’ emrinin ardından Hz. Muhammet’in anne karnında çizgilerinin oluşmasını ve sonrasında doğum sırasında gelen suyu tasvir etmeye çalışmıştır. Şairin muhayyilesine göre bu kutsal su bir altını yani Hz. Muhammet’i dünyaya getirmiştir. Böylece şair Hz. Muhammet’in doğumunu yeniden yorumlayarak kurgulamış ve dönüştürmüştür. Şairin bu şiirinin diğer şiirlerle yine ‘su’ metaforuyla bağladığı görülmektedir.

Hz. Muhammet, Taberi’ye göre Fil ashabının Kâbe’ye girdiği yılda, Nisan ayının 12’sinde, pazartesi günü106 sabaha doğru107 dünyaya gelmiştir. Şair, “Ey kutlu anne

günaydın/ Ey doğan çocuk günaydın/ Kabaran deniz/ Günaydın/ Koşan muştu kölesi günaydın/ Günaydın bütün insanlar/ Günaydın yeryüzünün yüzü akı Müslümanlar/ Günaydın/ Kur’an Cebrail/ Günaydın/ Sûr İsrafil108

mısralarıyla, o günün sabahını herkese ve her şeye müjdelemektedir.

Sezai Karakoç, “Ey babasız büyümüş/ Görünüp kaybolan bir hayal gibi yitirmiş

anneyi109” mısralarıyla Hz. Muhammet’in, doğumundan dört ay önce babasının öldüğüne ve doğunca da Mekke geleneği nedeniyle sütanne kabilesine verilerek 5 yaşına kadar annesi Amina Hatun’dan ayrı kalışına ve annesine kavuşmasının birkaç yıl sonrasında ise annesini kaybetmesine110 göndermede bulunmuştur.

b. Hz. Muhammet’in Mucizeleri ve Peygamberliği

Sezai Karakoç, Hızırla Kırk Saat’in birçok yerinde Hz. Muhammet’in mucizelerine ve peygamberliğine göndermede bulunmuş hatta son şiirlerini tamamen Hz. Muhammet’e ve onun hatıralarına ayırmıştır. Çalışmada, Hızırla Kırk Saat’te Hz. Muhammet ile ilgili verilen göndermeler kronolojik olarak incelenmiştir.

Sezai Karakoç, “Bu sıtma başka sıtma/ Ey kadın örtebilirsin örtebildiğin kadar

örtüleri” mısralarıyla Hz. Muhammet’e gelen vahiyleri tasvir etmeye çalışmıştır. Sıtma

101 bin Cerîr’üt-Taberî, E., çev: Faruk Gürtunca, Tarih-i Taberi, C.: 3, İstanbul, Sağlam Yay., s. 5-9. 102 Karakoç, S., (2011), s. 268. 103Karakoç, S., (2011), s. 268. 104Karakoç, S., (2011), s. 269. 105 Karakoç, S., (2011), s. 267. 106 bin Cerîr’üt-Taberî, s. 5.

107 Pala, İ., (1999), Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul, Ötüken Yay., s. 291. 108 Karakoç, S., (2011), s. 269.

(14)

halinde gelen bu vahiylerden ilki olan İkra suresi, günlerden pazartesi günü Hira dağında vukuu bulmuştur. Şair de bu ilk vahiye “Yaprak yaprak açıp okuyan Hira’yı/ Orada kabul

eden ilk kelimeyi111” mısralarıyla göndermede bulunur. Taberi’ye göre olay şöyle

gelişmiştir: “Cebrail gökten indi. Hira dağında Peygamber (s.a.v.)’i buldu. Kendisini Hz.

Resul’e arzetti, bildirdi. Hz. Resul (s.a.v.) korktu. Ayak üzerine durdu. … -Ey Muhammet! Oku (İkra!) dedi… Çalab’ın (Allah’ın) adı ile (Kur’an’ı) oku… deyip Hz. Muhammet (s.a.v.)’den elini çekti ve gözden kayboldu. Peygamber titreyerek dağdan aşağı indi…112

”. Şair de bu tabloya, Hz. Muhammet’e vahiylerin geliş şekline ve ilk vahiy olan ‘oku’ emrine göndermede bulunur. Sıtmanın sebebini de ilerleyen mısralarıyla “Yeni bir kitabın/ Bir

yolculuk dönüşünün/ Bir yaprak çevrilişinin113” diyerek hüsn ü talil sanatıyla yeni bir dinin,

yeni bir kitabın, yeni bir peygamberin ve yeni bir dönemin başlayışına bağlar.

Sezai Karakoç, “Kalk ey/ Örtülere bürünmüş Peygamber114” mısralarıyla Hz. Muhammet’in ikinci vahyine göndermede bulunur. Taberi’ye göre bu vahiy, ilk surenin ardından evine giden Hz. Muhammet’e uyurken gelmiştir115

. Cebrail, Hz. Muhammet’e bu vahiyde şu sureyi bildirmiştir: “Ey örtülere bürünen Muhammet! Kalk ve uyar116.” Sezai Karakoç, aşağıdaki mısralarla Kur’an-ı Kerim’in ikinci suresi olan Müddesir’i Hz. Muhammet’e insanlığın kurtuluşu için geldiği şeklinde yorumlar ve şöyle der: “Bu sıtmayla

iyi edeceksin/ Tifoları vebaları/ İnsanlığı kâğıt kâğıt/ Buruşturan cüzamı/ Çan sarasını/ Havra harmanını/ Göğüyle gönenen Harran'ı/ Çile çömleği İskenderiye'yi/ Sen dirilteceksin117”. Şaire göre bu ilk sureler kurtuluşun habercisidir. Hz. Muhammet, Kur’an-ı

Kerim’le, hastalara deva getireceği gibi şehirlerin dirilmesini de sağlayacaktır.

Taberi’ye göre Ebu Cehil isimli biri Hz. Muhammet’in taraftarlarının çoğaldığını bahane ederek kabile başkanlarından Habib isimli birine, yanına gelmesi için mektup yazar. Habib de Ebu Cehil’in yanına gelir ve Hz. Muhammet’e ayı ikiye bölerek kendilerini ikna etmelerini söyler. Hz. Muhammet de Habib’in bu isteğini gerçekleştirmek için Allah’a dua eder ve parmağıyla aya işaret eder. O zaman ay ikiye ayrılıp yere iner. Hz. Muhammet’in tanıklığını yapar, ardından eteğinin altından girip kollarından çıkar. Yine şahitlikte bulunup gökyüzüne gider118. Sezai Karakoç, Hızırla Kırk Saat’inin 31. şiirini Hz. Muhammet’in bu mucizesine ayırmıştır. Karakoç da “Bize ayı böl dediler/ Ayı böl parçala bizi inandır

dediler119mısralarıyla bu olaya göndermede bulunur. Şair, bu mısraları şiirde sık sık tekrarlayarak yaşadığı düş halini okuyucuya hissettirmeye çalışır.

Sezai Karakoç, Hızırla Kırk Saat’in 31. şiirinde Hz. Muhammet’ten ayı bölmesini isteyen kişileri insanlığın temsilcisi olarak konuşturur. Buna göre temsili kişiler Hz. Muhammet’e şunları söylerler: “Ayı böl parçala dünyaya fırlatalım/ Sesin yeni sancağını/

Roma'yı bir kere de biz yakalım/ Halic'i kuşatalım/ Zincir kıralım köle kurtaralım/ Çöl atını Okyanus'a uzatalım/ Arab'ın ayağını/ Büyük denizlerde yıkatalım/ Bizi zamana fısıldayanı/ Biz dudaklarımızla değil/ Yüreklerimizle fısıldayalım120”. Zaten Taberi’ye göre de bu

111 Karakoç, S., (2011), s. 274.

112 bin Cerîr’üt-Taberî, E., çev: Faruk Gürtunca, Tarih-i Taberi, C.: 3, İstanbul, Sağlam Yay., s. 66-67. 113 Karakoç, S., (2011), s. 275.

114 Karakoç, S., (2011), s. 276. 115 bin Cerîr’üt-Taberî, s. 69. 116 Kur’an-ı Kerim, Müddesir: 1-2. 117

Karakoç, S., (2011), s. 276.

118 bin Cerîr’üt-Taberî, E., çev: Faruk Gürtunca, Tarih-i Taberi, C.: 3, İstanbul, Sağlam Yay., s. 98-99. 119 Karakoç, S., (2011), s. 249.

(15)

mucizeyi isteyen kişiler sonra Müslüman olmuştur121

. Böylece, yukarıdaki mısralardan hareketle şiirde cihat fikriyle Müslümanlaşan şehirlerden ve Müslümanlaştıran ırklardan bahsedilmesi gerekir. Şair “Arab'ın ayağı” ile o zaman Arap kabilelerinin yaptıkları fetihlerle Müslümanlığı büyük denizlere kadar götürmelerine göndermede bulunur. (Batı ve Doğu) Roma’ya seferler düzenleyen, Halici kuşatan (İstanbul’un Fethi) ise Türkler olmuştur. Şaire göre ayın bölünmesi mucizesinden sonra ikna olan bu temsili kişiler ile dünyanın dört bir yanına Müslümanlık yayılmıştır.

Sezai Karakoç, “Getir bütün yılgılara/ Gözde ve içteki yaralara/ Çelikten onarış olan o

ilk kelimeyi122” mısralarıyla İslam dünyasında anlatılan Hz. Muhammet’in, gözleri kör olan

birini iyileştirme mucizesi kastedilmiştir. Bu mucize, Taberi’ye göre Ay’ın ikiye bölünmesi mucizesinden sonra gerçekleşmiştir. Hz. Muhammet’den Ay’ı bölmesini isteyen kabile başkanı Habip’in kızı kördür. Hz. Muhammet, “Ay’ı ikiye böl” diyen Habip isimli kişiye mucizesini gerçekleştirdikten sonra şöyle seslenir: “Bir kızın vardır. Gözleri görmez

ayakları tutmaz. Şimdi o kızın beni rüyasında gördü. İmana geldi! Hak Teâlâ onun gözlerini, ellerini, ayaklarını yine sağlam eyledi123”. İskender Pala, bu mucizenin bir başka

versiyonunu şöyle aktarır: “Gözleri oyulmuş birisi Peygamberimizden bunu iyi etmesini

istemiş. O da yerden toprak parçası alıp tükrüğüyle çamur haline getirerek gözüne sıvamış ve adamın gözleri açılmış124”. Sezai Karakoç bu mucizedeki gözün iyileşmesini sağlayanın

‘Oku!’ sözcüğü, dolayısıyla Kur’an-ı Kerim olduğunu söylemiştir.

Sezai Karakoç, Hızırla Kırk Saat’inin 32. şiirinde Hz. Muhammet’in miracını konu olarak ele alır. Karakoç, bu şiirde Hz. Muhammet’in miracı ile ilgili birçok göndermede bulunur. Karakoç’un “Bu gece/ Göğe çıkma mucizesi/ Miraç gecesi125” mısralarının tekrarlarıyla 31. şiirde bulunan ay mucizesinde olduğu gibi burada da okuyucuyu düş halinde Hz. Muhammet’in miracına götürür. Taberi’ye göre Hz. Muhammet’e peygamberlik verilmesinden on iki yıl sonra Recep ayının yirmi yedinci gecesi bu fizikötesi olay gerçekleşir. O gece Hz. Muhammet, Hz. Ali’nin kız kardeşi Ümmü Hâni’nin evindedir126. Nitekim şair de: “Bu gece Ümmühani’nin evinde/ Bir şölen var ki/ Haber

verin insanlara127” diyerek Hz. Muhammet’in miraç gecesinde bulunduğu evi işaret etmektedir. O gece Hz. Muhammet, yatsı namazından sonra yarı uyanık vaziyetteyken Cebrail’in sesini duyar. Cebrail, Hz. Muhammet’e Allah’ın kendisiyle görüşmek istediğini söyler. Cebrail Hz. Muahmmet’i alır ve Burak atının yanına götürür. Hz. Muhammet, Beyt-i Mükerrem’de kendBeyt-isBeyt-inBeyt-i bekleyen Burak atıyla karşılaşır. ŞaBeyt-ir de “BBeyt-irden göründü Burak/

Burak aldı gitti peygamberi128

” diyerek yolculuğun başlangıcına göndermede bulunur. Sezai Karakoç, “Sonra bir boşluğa varıldı/ Hızla bitmişti Burak'ın saati129” mısralarıyla, Hz. Muhammet’in Burak atıyla ulaştığı nokta olan Mescid-i Aksa’yı kastetmektedir. Zaten şiirinin başka mısrasında ulaşılan noktayı “Mescid-i Aksa’da130” diye belirtmiştir.

121 bin Cerîr’üt-Taberî, s. 98-99. 122

Karakoç, S., (2011), s. 275.

123 bin Cerîr’üt-Taberî, s. 99.

124 Pala, İ., (1999), Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, İstanbul, Ötüken Yay., s. 290. 125 Karakoç, S., (2011), s. 259.

126 bin Cerîr’üt-Taberî, E., çev: Faruk Gürtunca, Tarih-i Taberi, C.: 3, İstanbul, Sağlam Yay., s. 88. 127

Karakoç, S., (2011), s. 259.

(16)

Sezai Karakoç, “Şarabı köpüklere/ Boğup geçen süt131” mısralarıyla Hz. Muhammet’e Mescd-i Aksa’da uzatılan, içinde su, süt ve şarap bulunan üç bardağa göndermede bulunur. Hz. Muhammet bu üç bardaktan süt dolu olanı seçer. Bu İslam’ı temsil etmektedir. Şair de şiirin ilerleyen mısralarında “süt devrimi132

” diyerek Hz. Muhammet’le başlayan İslam devrini dile getirir.

Sezai Karakoç, “Cami'nin önünde arkasında/ Melekler vardı gümüş defterli/ Gümüş

kalemli133” mısralarıyla Hz. Muhammet’in Cebrail’le Mescid-i Aksa’yı ziyaretine göndermede bulunur. Şairin de işaret ettiği gibi burada melekler ve peygamberler Hz. Muhammet’i beklemektedir134. Sonra Hz. Muhammet, buradaki meleklerle ve peygamberlerle iki rekât namaz kılar135. Şair de bu namaza “Peygamber imamdı/ Kıldılar namaz/ Melekler ve peygamberlerle136” diyerek göndermede bulunur. Mescid-i Aksa’da Hz. Muhammet, yedi kat gökte tek tek yükselir. Burada sırasıyla peygamberleri görür. Şair bu görüntüleri “İsa da gelmişti/Arkasında bir fosfor çizgisi; Musa da gelmişti/Mermer

levhalar dikilmişti; İbrahim de gelmişti/Çevresi ateş bir çemberdi; Yusuf da gelmişti/Sağ yanında Bünyamin'di; Süleyman da gelmişti/Gelişini kadim bir karınca bildirmişti; Dâvud da gelmişti/Yankılanmıştı/Gür bir demir sesiyle/Mescid-i Aksâ'da/Ayak sesi; Eyyûb da gelmişti/Kudüs iyileşmişti; Lût da gelmişti/Tuz diye bağırmıştı; Zülküfül'dü salan/Kudüs gecesine/Yer aşkın bir boya gibi/Yeşil kelebekleri137” şeklinde dile getirir.

Sezai Karakoç, “Cebrail bir iki adım daha attı sonra geri çekildi138, Peygamber ancak

Refref’le geçti139” mısralarıyla Hz. Muhammet’in, Ref Ref’le arşa yükselişine göndermede

bulunur. Burada Hz. Muhammet, Allah’la görüşür. Bu görüşmede Allah, Hz. Muhammet’e İslam’ın şartlarından namaz kılmayı buyurur. Allah, 50 rekât olarak verdiği bu vazifeyi 5 rekâta indirir140. Şair de alınan bu kararı şöyle dile getirir: “Ve dağıtın dostlara/ Gök

armağanı/ Namazı/ Beş kere/ Günlük bir miraç gibi/ Ki gidip geldiğine/ En büyük bir şahitti141”. Şair, bu mısralarda Allah’ın vazifelendirdiği beş vakit namazı Hz. Muhammet’in

Miracına en büyük delil olarak görür. Böylece Karakoç’un, Miraçla ilgili bütün anlatıları yeniden kurguladığı anlaşılır.

2. Din Uluları ve Folklorik Göndermeler

Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat’i peygamberlerde olduğu gibi din uluları da şahıs kadrosu olarak zengindir. Başta dört halife olmak üzere İslam ve Hıristiyan anlatı geleneğinde bulunan birçok şâhısa göndermede bulunur. Bunlar, Yedi Uyurlar, Harut ve Marut, Hz. Meryem, Mevlana, Şems-i Tebrizî, Muhyiddin, Hallacı Mansur, İbn-i Arabî, Firavun, Asiye, Ümmü Hani, Mevlüt yazan şairler, Ebrehe’dir. Bu kişilerin dışında melekler de vardır.

Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat’inin 21., 22., 23. ve 30. şiirleri biyografik özellikler taşımaktadır. Bu şiirlerde şair çocukluğunun geçtiği Ergani ve Dicle kasabalarındaki anılara ve orada anlatılanlara göndermede bulunur. Karakoç’un, kitabın

131 Karakoç, S., (2011), s. 268. 132 Karakoç, S., (2011), s. 268. 133 Karakoç, S., (2011), s. 262. 134 bin Cerîr’üt-Taberî, s. 91. 135 bin Cerîr’üt-Taberî, s. 89. 136 Karakoç, S., (2011), s. 262. 137 Karakoç, S., (2011), s. 262-263. 138 Karakoç, S., (2011), s. 263. 139 Karakoç, S., (2011), s. 263.

(17)

birinci biriminde Hızır’la ilgili Kur’an-ı Kerim ve Anadolu’da anlatılan hikâyelerin sentezini yaptığı görülür. Çalışmanın bu bölümünde bildiri metninin kısıtlılığı nedeniyle kitapta yer alan Hızır bahsi ve en çok göndermede bulunulan din ulularından Yedi Uyurlar incelenecektir.

2. 1. Yedi Uyurlar

Sezai Karakoç Hızırla Kırk Saat’inin 20. şiirini Ashab-ı Kehf kıssasına ayırmıştır. Kur’an-ı Kerim’in Kehf suresinin ilk kıssası Ashab-ı Kehf’dir ve ilk 26 ayette anlatılmaktadır. Bu kıssanın cereyan ettiği mağaranın yeri hakkında değişik rivayetler vardır. Rusya’da, İtalya’da bulunduğunu söyleyen142 Batı araştırmacıların yanında İslam

kaynaklarınca Şam’da ya da Türkiye’nin çeşitli yerlerinde olduğunu söyleyenler143

de vardır. Son kazılara ve araştırmalara göre bu mağaranın kesin yeri olarak Efes’in Panayırdağı etekleri gösterilmektedir144

. Hikâyeye göre çok tanrılı dine inanan bir hükümdar, ülkesinde tek tanrılı dine inanmayı yasaklar ve kendi dinine inanmaları için halkına bir müddet verir. Bazıları hükümdarlarının verdiği emre uyarken altı genç bu emre uymaz ve öldürülecekleri korkusuyla şehirden kaçarlar. Yolda bir çobanla karşılaşırlar. Tek tanrı inancına sahip olan çoban da gelen altı gence katılır ve bildiği bir mağarayı gösterir. Böylece sayıları yedi olmuş inançlı gençler yola düşerler, fakat onların peşine bir de çobanın köpeği Kıtmir de takılmış her ne kadar git demelerine rağmen yanlarından ayrılmamıştır. Mağaraya giden gençler orada uyurlar. Allah onları yaklaşık 300 yıl sonra yeniden uyandırır. Kısaca özeti bu olan hikâyeyi Sezai Karakoç, Hızır’ın kendini anlattığı ilk birimden İslam tarihine geçişinde köprü olarak 20. şiirinde dikkatlere sunmuştur.

Sezai Karakoç, şiirinde Yedi Uyurlar efsanesini mağarada başlatmıştır. Uyurların mağaraya geliş süreci hakkında bir göndermede bulunmamıştır. Şiirin anlatım tarzı da diğer şiirlerden ayrılmaktadır. Şiir mağarada bulunan yedi gencin karşılıklı diyalogları şeklinde başlar. Sezai Karakoç, şiirdeki diğer mısralarda olduğu gibi, örnek olarak alınan bu mısralarda da “-Kapadın mı iyice taşı/ -Taş kendi kendine kapandı/ -O kıvılcım saçan nedir

içerde/ -Gözlerimizdir145” şeklinde okuyucuya bizzat olay anını yaşatır.

Sezai Karakoç’un 20. şiirinde hem İslam kaynağı olarak Kur’an-ı Kerim’den hem de Hıristiyan kaynaklarından etkilendiği söylenilebilir. Bu düşünceye “Hadrianus’un

kütüphane mermeri/ Çeşme oldu aydınlık bir kuşluk kitabına146” mısralarının Meryemana

evinin arkasından çıkan suyu hatırlatmasına ve Meryemana evinin yakınlarında bulunan Yedi Uyurlar Mağarasını da çağrıştırması sebep olmaktadır.

Hz. İsa’nın çarmıha gerilip öldürüldükten sonra Hz. Meryem ile havari Aziz Jean Kudüs’ten Anadolu’ya göç ederler. Efes’e yerleşen Hz. Meryem ile Aziz Jean, Artemis’e tapan Yunan halkına Hıristiyanlığı öğretir. Böylece Efes, Hıristiyanlığın Anadolu’daki ilk merkezlerinden biri olur. O zaman ülke yönetiminde bulunan İmparator Decius, halkı Artemis’e tapmayı zorlar ve halka çok tanrılı dinlerine geri dönmeleri için zaman verir147

. Sezai Karakoç da 20. şiirinin “Mağaramızı evrenden ayıran/ Kayserden Kayser kentinden

ayıran/ Zarın perdenin belgenin ta kendisi148

” diyerek Yedi Uyurlar efsanesinin yaşandığı

142 Türkoğlu, S., (1992), Efes’in Öyküsü, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yay., s. 93.

143 Cerîr’üt-Taberî, E., çev: Faruk Gürtunca, Tarih-i Taberi, C.: 2, İstanbul, Sağlam Yay., s. 384. 144 Türkoğlu, S., (1971), Efes -Tarih, Arkeoloji-, İzmir, Ticaret Matbaacılık, s. 86.

145

Karakoç, S., (2011), s. 213.

146 Karakoç, S., (2011), s. 196.

(18)

Kayser yani Roma dönemine işaret eder. İslam kaynaklarında da bu olayın tarihi kesin olmamakla birlikte Yunan hükümdarı Dokyanus döneminde yaşandığı belirtilmiştir149

. Sezai Karakoç, “Sabah’ın yıldızı ışırken dışarıdadır/ Gün doğarken içerdedir150mısralarıyla Kehf suresinin 17. ayetine göndermede bulunur. İlgili ayet; “Bir bakılsa, ey

Muhammet, görürdün ki, güneş doğduğu zaman mağaranın sağ yanına sarkar, battığı zaman sol yönden terk ederdi. Onlar ise, mağaranın genişçe bir yerinde bulunurlardı151

” şeklinde Kur’an- Kerim’de geçmektedir. Karakoç, mağarada kimlerin olduğu ile ilgili bilgiyi “Çoban çoban içerdedir152, Köpek ne dışarda ne içerde153, Uyudular gençliğin

mağara konukları154” mısralarında vermiştir. Efes anlatılarına (Hıristiyan) göre, bu

mağaranın kapısındaki kayada uyuyanların isimleri yazılıdır. Şair, “Zarın perdenin

belgenin ta kendisi155, Mağaranın ağzını kapatan kaya156” mısraları ile Hıristiyan anlatı geleneğindeki isimlerin yazıldığı kayaya göndermede bulunma olasılığı yüksektir. Bu kayada yedi uyurların isimleri Maksimianus, Malkus, Martinianus, Kostantinus, Dionisios, İoannes ve Serapion157 olarak yazılmıştır. İslamî kaynaklarda ise böyle bir yazıttan

bahsedilmezken bu mağarada bulunan yedi gencin isimleri Mekselina, Meselina, Yemliha, Mernuş, Kefestayuş, Debernuş, Yahlus ve Şazenuş158

olarak geçmektedir.

Yedi Uyurlar, uyandıklarında Hıristiyan kaynaklarına göre 200 yıl159 İslamî kaynaklara

göre de 309160 yıl geçmiştir. Uyandıklarında bir gün geçtiğini düşünen gençler içlerinden Yemliha’yı ekmek almak için fırına yollarlar. Yemliha, şehre gittiğinde halkı ibadet ederken görür. Fırıncıya ekmek için uzattığı tarihi para nedeniyle Yedi Uyurlar’dan olduğu ortaya çıkar, çünkü o paranın üzerinden yüz yıllar geçmiştir161. Sezai Karakoç da “Kent

para fırın ve ateş değişecek162” mısrasıyla hikâyenin bu bölümüne göndermede bulunur. 2. 2. Hızır

İslam dünyasında Hızır’ın veli, peygamber ya da bir melek olduğu üzerine tartışmalar bulunmaktadır163. Hızır’ın melek olma ihtimali, Yaşar Ocağa göre halk arasında fazla ilgi

görmemiş, insan olarak kabul edildiği belirtilmiştir164. Tasavvufla alakası olmayan tefsir

âlimlerine göre Hızır peygamberdir. Tasavvuf mensupları ise Hızır’ın veli olduğunu, ‘peygamber olsaydı Kur’an-ı Kerim’de açıklanırdı’ şeklinde görüşe sahiplerdir165. Hızır’ın

ebedi yaşayıp yaşamadığı hakkında da tartışmalar bulunmaktadır. Muhaddislik ve fakihlik mesleğinde olanlar Kur’an-ı Kerim’de geçen “Biz senden önce de hiçbir insana ölümsüzlük

vermedik166” ayetinden dolayı Hızır’ın ebedi yaşamadığını savunurken mutasavvıflar ve

149 Cerîr’üt-Taberî, E., çev: Faruk Gürtunca, Tarih-i Taberi, C.: 2, İstanbul, Sağlam Yay., s. 384. 150 Karakoç, S., (2011), s. 215.

151 Kur’an-ı Kerim, Kehf: 17. 152 Karakoç, S., (2011), s. 215. 153 Karakoç, S., (2011), s. 214. 154 Karakoç, S., (2011), s. 216. 155 Karakoç, S., (2011), s. 215. 156 Karakoç, S., (2011), s. 216. 157 Türkoğlu, S., (1992), s. 89.

158 Cerîr’üt-Taberî, E., çev: Faruk Gürtunca, Tarih-i Taberi, C.: 2, İstanbul, Sağlam Yay., s. 387. 159 Türkoğlu, S., (1992), Efes’in Öyküsü, İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yay., s. 89.

160 Kur’an-ı Kerim, Kehf: 25. 161 bin Cerîr’üt-Taberî, s. 391-398. 162 Karakoç, S., (2011),s. 215.

163 Ocak, A. Y., (1990), İslâm-Türk İnançlarında Hızır Yahut-İlyas Kültü, Ankara, Türk Kültürü Araştırma

Enstitüsü Yay., s. 64-65.

Referanslar

Benzer Belgeler

Johannesburg’daki (Güney Afrika) Witwatersrand Üniversitesi’nden arkeolog Lyn Wad- ley, toz haline getirilmiş demir oksitin bir de fayda- cı bir özelliği

Yatay kesit bağımlılığının varlığı reddedilen ülke grupları (üst orta gelir grubu ve petrol ihraç eden ülkeler grubu) için birinci nesil birim kök

Bu çalışma, küre çapına göre tarif edilen Reynolds sayısının 2,5x10 3 ve 1x10 4 aralığında farklı daldırma yükseklikleri için açık bir su kanalında serbest su

söylem işim dir!” Fotoğrafı gazetede yayınlandıktan sonra birçok kişinin söylediği bir şey daha vardı: “Madem vücudu bu k ad ar güzelmiş, neden sakladı bunca

Annelerin bakıma katıldığı grupta, prematüre bebeklerin bakımdan bir saat sonraki konfor puan ortalaması hem toplu bakım öncesi hem de bakım sonrasına göre anlamlı

İki parmaklı veya iki tırnaklı tutucular, kullanımı kolay, üretimi basit, fiyat açısından ekonomik ve birçok endüstriyel uygulama için uygun oldukları için en temel

Büyük infarkt alanına sahip diabetik hastaların or- talama adiponektin düzeyi (18.58±13.82), büyük infarkt alanına sahip nondiabetik hastaların ortalama adiponektin

For this purpose, index of human capital per person based on years of schooling and returns to education and mortality rate infant (per 1,000 live births) which are regarded as