• Sonuç bulunamadı

İŞGÜCÜ PİYASASINDA KURUMSALLAŞMA AVRUPA BİRLİĞİ MODELİ VE TÜRKİYE

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "İŞGÜCÜ PİYASASINDA KURUMSALLAŞMA AVRUPA BİRLİĞİ MODELİ VE TÜRKİYE"

Copied!
133
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Yayın No: 583

İŞGÜCÜ PİYASASINDA KURUMSALLAŞMA

AVRUPA BİRLİĞİ M O D E L İ VE TÜRKİYE

Ankara, 1999

(2)

1984'de Siyasal Bilgiler Fakültesinde göreve başladı. 1995'de Hacettepe Üniversitesi İktisat bölümünde doktorasını tamamladı. İşsizlik ve istihdam konusunda çeşitli yayınlan ve yurt dışı çalışmaları var. Halen Siyasal Bilgiler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü, Çalışma Ekonomisi Anabilim dalmda öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Evli ve iki çocuğu var.

(3)

A.U. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, Yayın No: 583

İŞGÜCÜ PİYASASINDA KURUMSALLAŞMA

AVRUPA BİRLİĞİ MODELİ VE TÜRKİYE

Berrin CEYLAN-ATAMAN

Bu çalışma Ankara Üniversitesi Araştırma Fonu tarafından desteklenmiştir.

ANKARA 1999

(4)

seçme, adil ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma

hakkı vardır.

İnsan Haklan Evrensel Bildirgesi, Madde 23

(5)

Annem ve Babam için.

(6)

ÖNSÖZ 1 GİRİŞ ..: 3

BİRİNCİ BÖLÜM

ENDÜSTRİ DEVRİMİNDEN BUGÜNE KADAR İŞGÜCÜ PİYASASINDAKİ DEĞİŞMELERİN KURUMSALLAŞMA

AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

I- GİRİŞ 11 II- KUR ALLI VE KURALSIZ PİYASA TANIMI 21

İKİNCİ BÖLÜM

AVRUPA İŞGÜCÜ PİYASASINDA KURUMSALLAŞMA

I- GİRİŞ 26 II- AVRUPA BİRLİĞİ MODELİNE İŞGÜCÜ PİYASASI

AÇKINDAN BİR BAKIŞ «....28 A- Avrupa Serbest Piyasası Modeli 29

B- Avrupa işgücü Piyasasına Korporatist Yaklaşım 30

C- Yeni Bir Milliyekçilik Modeli Mi? 32 D- "Sosyal Uzay" Olarak Avrupa 33 ffl- AVRUPA BİRLİĞİNİN ÇALİŞMA YAŞAMINA IUŞKIN

HEDEFLERİ 34

(7)

A- Amsterdam Zirvesi: 16-17 Haziran 1997 35 B- Luxembourg Zirvesi: 17-18 Kasım 1997 36 C- Avrupa Birliği Komisyonu Raporu: 12 Mayıs 1998 37

IV- AVRUPA İŞGÜCÜ PİYASASINI DÜZENLEYİCİ

KARARLAR VE KURUMSALLAŞMA 38 A- Toplumsal Temel Yasanın Doğuşu... 39

B- Avrupa Sosyal Şartı ...40 C- Avrupa Konseyi 43 D- Ekonomik ve Sosyal Konseyler 43

E- Avrupa Sosyal Fonu 44 V- AVRUPA İŞGÜCÜ PİYASASI KURUMLARI VE

YAPISAL ÖZELLİKLERİ 45 A- İş Bulma Hizmetleri 46

1- Kamu istihdam Hizmetleri 46 2- Özel İstihdam Büroları 47 B- Avrupa Sendikalar Konfederasyonu 49 C- Avrupa istihdam Hizmetleri ^ .51 V- AVRUPA İŞGÜCÜ PİYASASINDA SOSYAL

KORUMACILIK VE SERBESTLEŞTİRME

POLİTİKALARININ KARŞI KARŞIYA GELMESİ 53 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TÜRK İŞGÜCÜ PİYASASININ KURUMSALLAŞMA AÇISINDAN İNCELENMESİ

I- TÜRKİYE'DE İŞGÜCÜ PİYASASINA GENEL BAKIŞ 60 H- TÜRKİYE'DE İŞGÜCÜ PİYASASI KURUMLARI 66

A- işgücü Piyasasının izlenmesi ve Kurumsallaşma 67

1-Devlet Planlama Teşkilatının Rolü 67 2- Devlet istatistik Enstitüsünün Rolü 68 3- İş ve işçi Bulma Kurumunun Rolü 70 B- Sosyal Güvenlik ve Kurumsallaşma 72 C- Işçi-Işveren ilişkilerinde Kurumsallaşma 74

1- Sendiklaşma 74 2- Toplu Sözleşme 75 3- Ekonomik ve Sosyal Konsey 77

(8)

A- Düşük Ücretle Çalışma Hali 82 1- Ücret-Verimlilik ilişkisi 84 2- Ekonominin Genel Verimliliği... 84

3- İşgücünün Verimliliği - - 85 B- Sosyal Güvenlik Kapsamında Çalışamama 87 IV- TÜRK İŞGÜCÜ PİYASASINDA NASIL BİR KURUMSAL

YAPILAŞMA OLMALIDIR? 89 A- Iş ve işçi Bulma Kurumunun Yeniden

Yapılanması Çalışmaları 91 1-Mesleki Eğitim 94 2- Özel istihdam Büroları 97 3- işsizlik Sigortası 99 B- Çalışma Yaşamında Esneklik Tartışması 100

C- Küreselleşme ve Sendikalar 102 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

TÜRKİYE AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNİN ÇALIŞMA YAŞAMI AÇISINDAN İNCELENMESİ

A- Türkiye-Avrupa Birliği ilişkisi Nasıl Kuruldu? 106 B- Türkiye-Avrupa Birliği Aarsında Çalışma

Yaşamına ilişkin Onaylanmış Belgeler 107

1- Avrupa Sosyal Şartı 108 2- Avrupa Sosyal Güvenlik Sözleşmesi 109

3- İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin

Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi 110 C- Sosyal Politika Mevzuatı Açısından Uyum

Çalışmaları Hangi Aşamadadır? 111

DEĞERLENDİRME 113

KAYNAKÇA 119

(9)

TABLOLAR DİZİNİ

Tablo 1. Avrupa Ülkelerinde işsizlik Oranlan (1997-1999) 62 Tablo 2, Türkiye'de işsizlik ve Emeğin Eksik Kularumına

ilişkin Veriler 1997 . 63 Tablo 3. Türkiye'de Kırsal Kesimde İstihdamın Çalışma

Statüleri Arasındaki Dağılımı 71 Tablo 4. Türkiye'de istihdamın Çalışma Statüleri itibariyle

Dağılımı .. 83 Tablo 5. Çeşitli Ülkelerde Ekonominin Genel Verimliliği (1997).... 84

Tablo 6. Çeşiti Ülkelerde işgücü Verimliliği (1997) 85 Tablo 7. Türkiye'de Iş Arama Şekilleri (1997) 92 Tablo 8. Iş ve işçi Bulma Kurumuna Başvuru ve Yerleştirme

Verileri (1998) 93 Tablo 9. İşgücü Yetiştirme Kurslarına Katılım 96

Tablo 10. Avrupa Ülkelerinde Sendika Üye Sayısındaki

Düşme Oranı (1985-1995) 102 Tablo 11. Türkiye'de Sendikalaşma Oranı (1995-1998) 103

Tablo 12. Türkiye'de istihdamın Sektörel Dağılımı (1944)1997)... 104

(10)

Avrupa Konseyi sosyal ve ekonomik gelişmenin ancak insan haklan ve temel özgürlüklerin gerçekleşmesiyle sağlana- bileceğini vurgulamaktadır. Bu bakımdan tam istihdama ulaş- ma hedefi hükümetlere verilmiş temel amaç ve sorumluluklar- dan biri olarak kabul edilmiştir. Hatta hükümetler sadece istihdam yaratmakla değü, çalışma koşullarını iyileştirici dü- zenlemeler yapmakla da yükümlüdür. Tam istihdamın gerçek- leşmesi ve çalışma koşullarının iyüeştirilmesi, işgücü piyasası- nın belli kurallara göre işlemesini gerektirmekte, bu da kurumsallaşmayı beraberinde getirmektedir, işgücü piyasasının kurumsal bir yapıya kavuşması, bu piyasaya etkinlik kazandır- maktadır.

Kurumlar piyasanın formel (resmi) bir yapıya kavuşmasını sağlamaktadır. Türkiye'de çalışma yaşamına ilişkin her alanda kurumsal düzenlemeler olmakla birlikte, bunların işleyişlerinin sınırlı olmasından dolayı sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunlar ücret seviyesi, sosyal güvenlik kapsamı, işsizlik gibi sorunlar- dır. Düşük ücretle ve sosyal güvenlikten yoksun çalışma hali in- formel (resmi olmayan) bir sektör yaratmıştır. Bu sektörün bü- yüklüğü ise Türk işgücü piyasasının kurumsallaşmasına engel oluşturmaktadır.

Avrupa Birliğine tam üyeliği hedefleyen ve bu alanda uyum çalışmaları yapan Türkiye, çalışma yaşamına ilişkin bazı sözleşmelere imza atarak yükümlülük altına girmiştir. Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa Sosyal Güvenlik Sözleşmesi ve insan Hak-

(11)

2

lan Sözleşmeleri, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında çalışma yaşamına ilişkin onaylanmış belgelerdir.

Türkiye, Avrupa Birliğine uyum çalışmaları çerçevesinde işgücü piyasasmı yeniden yapılandırma çalışmalarını başlat- mıştır. Ancak daha henüz hayata geçirilmemiş pek çok konu vardır. Kurumsallaşma açısından zayıf bir alt yapı sunan Türk işgücü piyasasının kısa zamanda etkin ve çağdaş bir işlerliği ka- vuşması için çalışmlar sürmektedir. Bu çerçevede işsizlik sigor- tasının sisteme yerleşmesi, özel istihdam bürolarının kurulması ve işgücünün eğitimi programlarının geliştirilmesi konulan gündemdedir.

Avrupa ülkelerindeki çeşitli üniversitelerdeki Türkiye üze- rine tartışmalardan ve yöneltilen sorulardan oluşturduğum bu konunun incelenmesi Ankara Üniversitesi Araştırma Fonu tara- fından desteklenmiştir, tüm çalışanlarına teşekkürlerimi suna- nm. Bu vesile ile Brüksel'de Avrupa işgücü piyasası hakkında derin bügilere kavuşma olanağını buldum. Avrupa Sendikalar Konfederasyonu, Avrupa Endüstri Birlikleri, Avrupa İşveren Sendikalan, Avrupa Özel İstihdam Büroları Birliği gibi Avrupa işgücü piyasası kurumlarına bizzat giderek temaslarda bulun- dum. Aynca Brüksel Üniversitesinde araştırmalar yaparak ve konuyla ilgili uzmanlarla görüşerek Türkiye'de sorgulanması gereken noktaların belirlenmesini sağladım.

Brüksel'deki çalışmalarım sırasında bana her bakımdan destek veren TÜSİAD temsilciliğine, çalışmamı okuyarak dü- zeltmelerde ve önerüerde bulunan meslektaşım ve dostum Lale Davut'a ve bana katkıda bulunan diğer tüm arkadaşlarıma te- şekkür ederim.

Kitabın basılmasında titiz bir çalışma gösteren Siyasal Bü- güer Fakültesi Matbaası çahşanlanna da teşekkür borçluyum.

Akademik çalışmalarda ortaya çıkan sorunların bir kısmı aynı ortam içinde tartışılarak çözümlenirken, diğer bir kısmı da aile ortamına taşınır. Bu çalışma sırasında özveride bulunan canım çocuklarım Serra ve Yamana ve eşime teşekkür ederim.

Berrin CEYLAN-ATAMAN Haziran 1997, Ankara

(12)

Birinci petrol krizinden (1973) sonra ekonomik ve sosyal yaşamda önemli değişimler yaşanmıştır. İkinci dünya savaşı ve birinci petrol krizi arasındaki dönemde yaşanan tam istih- dam ve Keynesci politikalar sona ermiş ve dünya ekonomisi o güne kadar yaşanmamış bir sorun olan stagflasyon ile karşı karşıya kalmıştır. 1973 sonrası ekonomik sistemler sorgulan- maya başlanmış ve bu çerçevede hem politikalar hem de teo- riler yeniden yorumlanmıştır. 1980'li yıllara girildiğinde ise artık korumacı ve piyasalara müdahale eden politikalar yeri- ne serbest piyasa ekonomisi hakim olmuştur. Bir başka deyiş- le kurallı piyasalardan kuralsız piyasalara geçilmiştir.1 Eko- nomik sistemdeki serbestleştirme mal ve para piyasalarında hızlı bir biçimde kendini gösterebilirken "insan" unsurunun esas olması nedeniyle öteden beri bazı kuralların geçerli oldu- ğu işgücü piyasası doğal olarak diğer piyasalara paralel bir

1 Kural regülasyon, kuralsızlaştırma ise deregülasyon'a karşılık kul- lanılmıştır. Regülasyon sözcüğünde bir "ayar" anlamı gizlidir bu bakımdan Türkçe kullanmak kaygısıyla seçilmiş olan bu sözcükler tam olarak anlamı yansıtmamaktadır. Ancak Türkçe bir anlatımda karşılaşılabilecek sorunları gidermek amacıyla bu çalışmada kural ve kuralsızlaştırma sözcükleri regülasyon ve deregülasyon sözcük- lerinin karşılığı olarak benimsenmiştir.

(13)

4

değişme göstermemiştir. Sonuçta bir yandan kuralsız işleyen mal ve para piyasalan; diğer yandan da kurallı işleyen işgü- cü piyasası vardır ve bu durum açıklanması gereken bir para- doksu ortaya çıkartmaktadır. Bu paradoksun açıklanmasında temel nokta, işgücü piyasalarının neden kuralsız işleyemece- ğinin açıklanmasıdır.

İşgücü piyasasına hem ekonomik hem de sosyal açıdan bakmak gerekmektedir, işsizlik ekonomik açıdan bir gelir kaybı ancak sosyal açıdan da bir kişinin kendisini topluma ait hissedip hissetmemesi ile ilgili bir sorundur. Kişi çalışmasın- dan bağımsız bir gelire sahip olduğu halde çalışma arzusun- da olabilir. Buradan çalışmanın beşeriyet için bir yaşam biçi- mi olduğu sonucu çıkmaktadır. Çalışmaya olan bakış açısı dönem dönem değişikliğe uğramaktadır. Bugün kişiler kendi becerilerine ve beklentilerine yanıt vermeyen işlerde çalışma- yı kabul etmekte ve bu anlamda Klasik İktisatçıların gönüllü işsizlik olarak tanımladıkları ve uzun süre işsizlik olarak kabul edilmeyen bir sorana çözüm aramaktadır. Bu anlamda cari ücret seviyesi değil beklenen gelir ve özellikle sosyal güvenlik şemsiyesi altında olmak bir işin kabul edilip edü- memesinde belirleyici olmaktadır. Bu çerçevede, bireyin ça- lışma kararını değil de bir işi kabul etme sürecini etkileyen veya iş arama süresini belirleyen unsurlar ön plana çıkmakta- dır.

Bu unsurların değerlendirilmesi ise yeni teorilerin konu- sunu oluşturmaktadır. Sonuçta gelinen nokta şudur ki işgücü piyasasmda sorun sadece işsizliğin çözümü değil, aynı za- manda istihdam sorunudur. Diğer bir deyişle işgücü piyasa- smda işsizlik sorununu çözmek yeterli olmayacaktır, eksik is- tihdam vedüşük gelirle çalışanların sorunlarına da eğilmek gerekecektir, insanın kendini topluma ait hissetmesi ve çalış- ması için gerekli koşullara ve sosyal güvenceye sahip olabil- mesi ücretin bir parçası olarak düşünülmektedir. (Sen 1975)

işgücü piyasası heterojen bir yapıya sahiptir. Bir yandan çok çeşitli meslekler ve farklı düzeyde niteliklere sahip birey-

(14)

ler; diğer yandan ise çok çeşitli boş işler vardır. Bu çeşitlilik iç- cinde boş işlere karşılık gelecek kişileri eşleştirmek son derece düşük bir olasılıktır. Dolayısıyla bu işleyişi kolaylaştıracak bir yapılaşma gereği ortaya çıkmaktadır, işgücü piyasasının teo- rik analizine bakarsak serbest rekabeti savunan Klasik iktisat görüşünde homojen olarak kabul edilen işgücünün, piyasala- ra müdahale gereğini vurgulayan Keynes iktisadı ile hetero- jen olduğu ortaya konmuştur. Ancak Keynesin getirdiği yeni- lik piyasalara sadece makroekonomik politikalar bağlamında bir müdahale değildir aynı zamanda işgücü piyasasının ser- best işleyişine engel olabilecek bazı sınırlamalara da dikkati çekmesi yönündedir. Endüstrileşmenin hızlanmasına paralel gelişen çalışma ilişkileri gitgide daha karmaşık bir hal alrnca belli düzenlemeler kendiliğinden ortaya çıkarak bu piyasayı yönetmeye başlamıştır, işgücü piyasasının dinamik ve çok yönlü yapısı sonuçta kendi düzenlemelerini de doğurmuştur ve bu piyasada önemli bir kurumsallaşmayı da beraberinde getirmiştir.2

işgücü piyasasındaki ilk kurumsal yapılaşmanın sendika- lar olduğu söylenebilir. Sendikalara karşılık işveren örgütlen- meleri ortaya çıkmıştır. Daha sonra artık işgücü piyasasındaki gelişmeler ve karşılıklı olarak korunması gereken işçi- işveren ilişkilerinin rastlantıya bırakılmaması gerektiği orta- ya çıkmıştır ve bazı koruyucu önlemler ulusal düzeyde oldu- ğu kadar uluslararası düzeyde de alınmaya başlanmıştır. Aşa- ğıda vereceğimiz Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (UÇÖ) almış olduğu bazı karar örnekleri konu açısından son derece anlamalı ve yönlendiricidir.

-UÇÖ Philadelfia'da gerçekleştirdiği 26. toplantısında (1944) "emeğin bir meta olmadığına ve fakirliğin her nerede olursa olsun bütün insanların refahı için bir tehlike teşkil ettiğine" işaret etmiştir.

2 Burada kurumsallaşmadan anladığımız bu piyasanın etkin işlerli- ğini sağlayacak ve düzenleyici rol oynayacak yapılaşmadır.

(15)

6

-UÇÖ, "tam çaljşttrma ve yaşam seviyelerinin yükseltilmesi;

işçilerin, yetenekleri ve bilgilerini tamamen gösterebilmesi; fırsat eşitliği sağlanması; ayrımcılık yapılmaması, korunmaya muhtaç herkes için esas gelir sağlanması; sosyal güvenliğin genişletilmesi gibi konularda ülkelere yardım etmenin bir görev olduğunu kabul etmiştir."

-UÇÖ, 8 Haziran 1949 tarihli Cenevre toplantısında ise

"ücretin korunması" hakkında bir sözleşmeyi kabııl etmiştir.

Aynı toplantıda "ücretli iş bulma büroları"nın kurulması karar- laştırılmıştır (Akılhoğlu 1995).

Yukarıdaki hükümlerden de görüldüğü gibi çalışma ya- şamını düzenleyici mekanizmalar bir bakıma "insan hakla- n"nm konusunu oluşturmaktadır. Bu bağlamda Avrupa Kon- seyinin kabul etmiş olduğu "Avrupa Sosyal Şartı" sosyal ve ekonomik gelişmenin ancak insan haklan ve temel özgürlük- lerin gerçekleştirilmesiyle sağlanabileceğini vurgulamaktadır.

İnsan Haklan ve Temel Özgürlüklerin korunması ile ilgili belge Avrupa Konseyine üye devletleri tarafından 4 Kasım 1950'de Roma'da imzalanmıştım. 20 Mart 1952'de Paris'te im- zalanan ek protokolde aşağıda belirtilen hükümler kabul edü- miştir:

-Herkese özgürce edinebileceği bir işle yaşamını sağlama fırsatın m verilmesi,

-Tüm çalışanların ekonomik ve sosyal çıkarlarım koru- mak için örgütlenme ve toplu pazarlık hakkına sahip olması,

-Herkese mesleki eğitim için uygun olanaklar sağlanması -Herkesin sosyal güvenlik kapsamında olması.(Akılhoğlu 1995:307-309)

Yukanda vermiş olduğumuz örneklerden tam istihdamı gerçekleştirme hedefinin hükümetlere verilmiş temel amaç ve sorumluluklardan biri olduğu kabul edilmiştir. Hatta hükü- metler sadece tam istihdamı değil bunun yanında adil çalışma koşullarının sağlanması, güvenli ve sağlıklı çalışma koşullan- nın oluşturulması, adil bir ücret düzeyinin belirlenmesi, ör- gütlenme ve toplu pazarlık haklarının verilmesi, çocuklann

(16)

ve gençlerin korunması, mesleki eğitim hakkının sağlanması, sağlık ve sosyal yardım hakkından herkesin yararlanması gibi konulan da tahaahüt etmekle yükümlüdür. Dolayısıyla çalış- ma yaşamını kapsayan tüm konularda hükümetler düzenleyi- ci rol oynamak sorumluluğundadır ve düzenlemeler bir rast- lantıya bırakılmamış hükümlerle ve kararlarla belirlenmiş ve ilgili ülkelerin onayına sunulmuştur.

Bugün üzerinde çok tartışılan kurallı piyasa, kuralsız pi- yasa; küreselleşme kavramlan çerçevesinde işgücü piyasa- sının işleyişinde ortaya çıkan değişimleri ele almayı amaçladı- ğımız bu çalışmada kurumsallaşma açısından zengin bir işgücü piyasasının olumulu sonuçlar verip vermediği çeşit- li verilerle test edilecektir ve sonuçta kurumsallaşmanın etkin bir işgücü piyasası ortaya çıkanp çıkartmadığı tartışüacaktır.

Çalışmada benimsenecek yöntem, işgücü piyasasının sis- tematik işlerliğinin derin bir analizini yapmamızı sağlayan çalışma ekonomisinin teorik çerçevesi ve bugünkü işsizliği açıklamaya yönelik yeni yaklaşımlardır. Yeni yaklaşımların hareket noktası işgücü piyasasının basit rekabetçi piyasada iş- lediği gibi olmadığı fikri üzerine dayanmaktadır. Yeni yakla- şımlar belirli bir firma içindeki işgücü piyasasının ve bunun sonucunda ortaya çıkan ücret yapısının incelenmesiyle ilgili- dir. Birçok firmada ücretlerin yapısı rekabetçi teorinin öngör- düğü biçimde hareket etmemektedir. Ücret yapısı durağandır ve arz-talep dengesi için öngörülenden daha seyrek değiş- mektedir. Buna göre ücretler genel piyasa koşullarından ba- ğımsız olarak, önceden belirlenmiş aralıklarla ve koşullarda artmaktadır. Kısaca firmanın içerideki işgücü piyasası -ki bu içsel işgücü piyasası olarak tanımlanmaktadır- dışsal piyasa- daki rekabet güçlerinden bağımsız işlemektedir.

îçsel piyasalar yanında parçalanmış piyasalar vardır. Bu parçalanmalar işler veya meslekler düzeyinde olduğu kadar sektörel düzeyde de gerçekleşmektedir. Bu piyasaların herbi- rinde farklı kurallar geçerli olacaktır ve işgücü farklı nitelikle-

(17)

8

re sahiptir. Sonuçta işgücü homojen değüdir ve ücret farklı- lıkları vardır.

Bütün bunların yanı sıra bugün için vazgeçümez olan iş- sizlik yardımları, yasal asgari ücretler veya sendikaların varlı- ğı ücretleri piyasayı temizleyecek düzeyin üstüne çıkartan ne- denler oalrak sıralanabilir. Sonuçta yüksek ücretler ve işsizliğin birlikte varolduğu bir durum yaşanmakatdır. Küre- selleşme çeçrçevesinde bazı büyük firmalar yüksek ücret poli- tikası uygular. Verimliliğin bir ödülü olarak düşünülen ve et- kinlik ücreti olarak adlandırılan bu model işgücü piyassasındaki yeni yaklaşımlardan en çok benimsenmiş ola- nıdır.

Yeni yaklaşımlar çerçevesinde kurallı ve kuralsız piyasa- ların özellikleri vurgulanarak bir analiz yapılmasına çalışıla- caktır. Ancak bizim yoğunlaşmayı planladığımız konu, işgü- cü piyasasında kurumların ücret düzeyi ve işsizlik üzerindeki etkisinin incelenmesi ve bu çerçevede kurumsallaşmanın etkin bir işgücü piyasası yaratıp yaratmamaktaki rolü olacak- tır.

Çalışma, üç bölümden oluşmaktadır:

İlk bölümde, kurumların hangi koşullarda ortaya çıktı- ğı, ekonomik konjonktüre paralel olarak nasıl bir değişim gös- terdikleri, işlevleri ve etkileşimleri tarihsel bir perspektiften ele alınacaktır. Özellikle endüstri devrimi ve bu süreç içinde ortaya çıkan ücretli çalışma şeklinin işgücü piyasası düzenle- melerine getirmiş olduğu yenilikler vurgulanacak ve bu ana- liz iktisadi ve sosyal değişimler vurgulanarak günümüze kadar getirilecektir.

Çalışmanın ikinci bölümünde kurumsal bir işgücü piya- sası açısından son derece zengin olan Avrupa Birliği modeli incelencektir. Avrupa Birliğinin örnek olarak seçilmesi bir rastlantı değüdir. Temel olarak iki neden üzerine dayanmak- tadır: Ök olarak yukarıda vermiş olduğumuz örneklerden de anlaşüdığı gibi çalışma yaşamını düzenleyici kuralların ve ku-

(18)

alındığında en zengin örnektir. İkincisi ise Türkiye'nin Cum- huriyetten bu yana hem ekonomik hem de sosyal gelişme açı- sından örnek aldığı ve baktığı yer olması itibariyle ülkemiz açısından yönlendirici bir örnektir. Bu çerçevede Avrupa Bir- liğindeki işgücü piyasası kurumlan ele alınacak ve Avru- pa'nın para birliğinden sonra en çok önem verdiği konular- dan biri olarak emeğin serbest dolaşımı ve sosyal entegrasyon konularının altı çizilecektir. Her ne kadar Birliği oluşturan ülkelerin işgücü piyasalan farklı özellikler gösterse de biz çok gerekli olmadıkça ülke bazında bir incelemeye git- meyip ancak çok özel uygulamalar için örnekler vermelde ye- tineceğiz. Kurumların işlevleri ve işgücü piyasasında hangi sorunlan çözmeye yönelik olarak ortaya çık tıklan ve bu so- runların çözümünde ne kadar etkili olduklan vurgulanacak- tır. Özellikle de yukanda da belirtmiş olduğumuz gibi deği- şen ekonomik ve sosyal koşullara uyum sağlanabilmesi için ortaya çıkan yeni oluşumların altı çizilecektir. Daha sonra bu kurumların işsizlik sorununu hangi ölçülerde çözebildiği tar- tışılacaktır.

İkinci bölümdeki tartışmalar daha çok Avrupa işgücü pi- yasası modelini ortaya koymaya yöneliktir. Bu bakımdan tar- tışmaların verilerle desteklenmesi Türkiye'yi ele aldığımız bö- lüme bırakılmıştır ve oluşturduğumuz tablolardaki veriler Avrupa ülkelerini de kapsayacaktır.

Üçüncü bölümde konu Türkiye açısından ele alınacaktır.

Türk işgücü piyasasının genel özellikleri ortaya konduktan sonra, kurumsal oluşumlar çeşitli yönleriyle tartışılacak ve özellikle çalışma yaşamına ilişkin sorunlar üzerinde durula- caktır. İş ve İşçi Bulma Kurumunu, sosyal güvenlik, sendika- lar, toplu sözleşme gibi kurumsal yapıların Türk işgücü piya- sasında oynadıklan roller tartışılacaktır. Bu bölümde Avrupa modeli çerçevesinde Türk işgücü piyasasının sorgulanması yer alacaktır.

(19)

10

Son bölümde ise Türkiye-Avrupa arasındaki ilişkilerin çalışma yaşamı açısından ele alınması olacaktır. Bu çerçevede iki taraf arasındaki çalışma yaşamına ilişkin onaylanmış bel- gelerden söz edilecektir. Bu bölüm Türkiye'nin sosyal politika mevzuatı açısından Avrupa Birliğine uyum çalışmalarının hangi aşamada olduğunun belirtilmesiyle son bulacaktır. Tür- kiye-Avrupa Birliği ilişkisi derin bir araştırmadır, bu bakım- dan ayn bir çalışmanın konusu olarak ele alınabilir. Konumu- zun kapsamı dışına çıkmamak kaygısıyla çalışmamızda ayrıntısına girmemeyi uygun gördük.

(20)

ENDÜSTRİ DEVRİMİNDEN BUGÜNE KADAR İŞGÜCÜ PİYASASINDAKİ DEĞİŞİMLERİN

KURUMSALLAŞMA AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

I- GİRİŞ

Endüstri devrimi üretim biçimlerini değiştirerek iki farklı sınıfın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bir yanda emeğini arz edenler yani işçi; diğer yanda da sermaye mallan sahipleri yani sermayedar vardır. Sanayi devrimi üe üretim biçimleri değişmiş, ücretli çalışma statüsü doğmuş ve bunun sonucun- da işçi-işveren ilişküeri gelişmeye başlamıştır. Üretime katılan emek ve sermaye faktörlerinin bu üretimden aldıklan paylar üretime yaptıklan katküan oranında olmaktadır. Sermaye sa- hipleri kar, yani fiyatlar aracılığı üe bir karşılık alırlarken;

işçüer -işverenle anlaşmış olduklan- ücret miktarını almakta- dırlar. (Deane 1988:14i).3 Endüstrileşmenin hız kazanmasıyla

3 Bu noktada işçinin, ücretini işverenle anlaştığı miktarda alıyor olmasına dikkati çekmek konumuz açısından önem taşımaktadır.

(21)

12

işçi-işveren menfaatleri farklılaşmış ve ücretli statüsünde çalı- şanların sayısı sürekli bir artış göstererek sonuçta üretime ka- tılanların toplam gelirden alacakları pay bir bölüşüm sorunu yaratmaya başlamıştır. Bir üretim faaliyeti sonucunda oluşan toplam gelirin bu üretimi gerçekleştirenler arasındaki bölüşü- mü sanayi devriminden bu yana daima tartışılmış ve çeşitli teorilerin konusunu oluşturmuştur. Bir güç çatışmasına dönen bu bölüşüm ilişkisinde sermayedar veya işveren ile işçi veya ücretliler karşı karşıya gelerek toplam gelirden daha fazla pay alabilme çabasında olurlar. Sonuçta bölüşüm bir ücret belirlenmesi sorunudur veya diğer bir deyişle ücret be- lirlenmesi sorununa indirgenebilir. Toplam gelirden ücrete ayrılan pay belirlendikten sonra geriye kalan kar olacaktır.

Bölüşüm sonuçta işçi-işveren veya emek-sermaye arasın- da gerçekleşmekte ve her iki taraf da toplam gelirden daha fazla pay alma çabasıyla örgütlenme yoluna gitmektedir. Bu girişim ilk olarak işçi kesiminden gelmiştir. Sanayi devrimi- nin ilk yıllarında proleter işgücünün sayısı artarken işçi- işveren arasındaki menfaat farklüaşması ortak menfaatlere sahip aynı iş kolundaki işçilerin birleşerek ortak bir güç oluş- turma çabasını doğurmuştur. (Deane 1988: 141) Demekler şeklinde ortaya çıkan bu birleşmeler sendikaların çekirdeğini oluşturmaktadır. Bu girişim yeni çalışma koşullarına bir uyum veya bir yanıt olarak değerlendirilebilir. Birlik içinde bir mücadeleden daha büyük bir yarar elde edileceği düşün- cesi onları bir çatı altında toplamış ve sendikalaşma başlamış- tır. Sendikalaşmaya yol açan ekonomik, siyasal ve toplumsal gelişmeler ilk defa İngütere'de gerçekleşmiştir ve bu bakım- dan İngiltere sendikacılığın beşiği sayılabilir.

Sanayileşmenin temel öğelerinden olan sermaye birkimi- nin sağlanması için, sanayi öncesi dönemde doğal olarak orta- ya çıkmamış olan bazı davranışları, yani tasarrufu yaygınlaş- tırma çabası gerekiyordu. Endüstri devrimiyle birlikte tasarruf oranlarında da büyük artışlar sağlanmıştır. Ancak ya- tırımlar işçi ücretlerinin tasarrufundan değil daha çok dış

(22)

borç ve devlet eliyle gerçekleşmiştir. Yatırımları finanse etme- nin diğer bir yolu ise enflasyon olmuştur. Günümüzde de ge- lişmekte olan ülkelerin sıkça başvurdukları bir yol olan enf- lasyon sonuçta fiyatların ücretlerden daha hızlı artmasına yol açar ve böylece kar oranlan artar, enflasyonist beklentiler daha yüksek kazanç beklentisini körükleyerek üretimi arttırır, üretim maliyeti aynı oranda artmayan mallar için daha yük- sek fiyatlar ödenmesi ise ücretli kesime düşmektedir.

İngiltere'de başlayan endüstri devrimi tek başına ger- çekleşmemiştir. Bu süreç içinde devletin de rolü önemli ol- muştur. Etkin bir sanayileşmenin temeli olan yapısal değiş- meye yardıma olmak son derece önemli bir konudur. Ancak bilindiği gibi 18. yüzyıl sonlan ile 19. yüzyıl başlan serbest ti- caretin hakim olduğu yıllardır ve iktisadi düşünceler açısın- dan bakıldığında ise Adam Smith'in "görünmez el" prensibinin işletilmesi dönemidir ve Adam Smith bu konudaki görüşleri- ni "Ulusların Zenginliği' adlı ünlü yapıtında şu şeklide ifade etmiştir:

"Her fert elinden geldiğince sermayesini ülke içi sanayinin des- teğinde işletmeye ve böylece bu sanayi üretiminin en yüksek de- ğerine ulaşmasına gayret ederken; aynı zamanda zorunlu ola- rak toplumun yıllık gelirini elinden geldiğince büyütmeye çalışır. Genel olarak o ne kamu menfaatini arttırmak amacında- dır; ne de onu nasıl arttırabileceğini bilir. İç sanayiyi destekle- meyi yabancı sanayiyi desteklemeye tercih ederken yalnızca kendi güvenliğim düşünür. Sanayiyi, üretimi en yüksek düzey- de olacak şekilde yönetmekle yalmzca kendi kazananı düşünür.

Birçok diğer durumda olduğu gibi, bunda da o amacının bir parçası olmayan bir sonucu gerçekleştirmek için görünmez bir el tarafından idare edilir"*

4 Adam Smith: 421, (Aktaran: Deanl988:193)

(23)

14

Adam Smith yukarıda da ifade edildiği gibi serbest tica- reti savunmuştur ve her birey kendi faydasını en yüksek dü- zeye çıkartırsa, milli gelir de en yüksek düzeye ulaşacaktır fikrini ortaya koymuştur. Bu ifadede ünlü "laissez-faire" görü- şü vardır. Yani devletin rolü herşeyi kendi işlerliğine bırak- maktır. Ancak endüstrileşmenin hız kazanmasıyla, nüfüs artı- şı ekonomik ve sosyal yapıdaki köklü değişiklikler sorunların boyutlarını farklılaştırmış ve böylece piyasaları düzenleyici bazı kuralların konması kaçınılmaz olmaya başlamıştır. Birin- ci dünya savaşı ise devletin düzenleyici bir rol üstlenmesi ge- reğini açıkça ortaya koymuştur. Artık anlaşılan bir şey vardır ki endüstrileşme ekonomik gelişme yanında ağır sosyal buna- lımları da birlikte getirmektedir. Endüstrileşme ilerledikçe devlet ekonomiye daha derinden ve etkin bir biçimde müda- hale etmeye başlamıştır.

Çalışma yaşamını düzenleyici kurallar, endüstri devri- minden sonra bağımlı çalışanların5 veya diğer bir deyişle üc- retli çalışanların haklarının korunması için ortaya çıkmıştır.

Bu çerçevede ücretli çalışanların korunmasına yönelik olarak hukukal düzenlemelere gidilmiş ve bu anlayış içinde Adam Smith'in "bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler" anlayışı doğ- rultusundaki 19. yüzyıla özgü liberel kapitalist uygulamalar egemenlik kazandıkça işçi-işveren arasındaki ilişküerin "akit serbestisi" ilkesi üzerinde biçimlenmesi benimsenmiştir. (Işık- lı 19%: 9). Ancak akit düzeni ücretli, kesimi koruyamamıştır ve Avrupa'da açlık ve sefalet başgösterince ücretlilerin ekono- mik ve sosyal haklarının korunması ve durumlarının düzeltil- mesi gereği doğmuştur. Bu gereksinim sonuçta Iş Hukuku- nun doğmasına yol açmış ve böylece sosyal devlet anlayışı gelişmeye başlamıştır .(Işıklı 19%)

5 Bağımlı çalışma bir başkasının işinde belli bir ücret ve maaş karşılı- ğı çalışan insandır, bunların başında işçiler gelir. (Işıklı 1996:7)

(24)

Konuya tarihsel perspektiften bakış açımızı sürdürken Adam Smith sonrasındaki iktisatçıların işçi-işveren ilişkileri konusunda çok temel katkılarından söz etmek mümkün de- ğüdir. Liberal öğreti (Ricardo, Malthus, Mili gibi iktisatçılar) işçi-işveren ilişkilerinde örgütlenmelerden hiç söz etmemekte- dir. Klasik iktisatçıların bu konudaki görüşlerinin temel daya- nağı ise işsizlik sorununa bakış açılarından üeri gelmektedir.

Klasik iktisatçılar için işsizlik gönüllüdür diğer bir deyişle cari ücret düzeyinde çalışma arzusunda olan herkes iş bula- bilmektedir. Bu görüş tam istihdamı otomatik olarak sağlayan bir mekanizmanın varlığından söz etmektedir. Klasik görüşe göre Say veya Mahreçler yasası olarak bilinen her arz kendi talebini yaratmaktadır kuralı, piyasada bir talep veya arz faz- lası yaratmayacağından hem mal piyasasında hem de işgücü piyasasında denge eşanlı olarak sağlanacaktır. Diğer yandan serbest rekabetin kuralları da tam istihdamı otomatik olarak sağlayan bir mekanizmadır. Klasik görüş veya liberal öğreti işsizlik sorununa serbest rekabetin işlemesine engel olunan durumlarda ortaya çıkan yüksek ücretlerden kaynaklanan bir sorun olarak bakmışlardır ve sendikaların ortaya çıkmasın- dan sonra yaşanan işsizlik sorununu da bu şeküde açıklamış- lardır. Diğer bir deyişle eğer kişüer daha düşük ücretlerde ça- lışmayı kabul etseler iş bulabilecekler, dolayısıyla işsizlik gönüllüdür yorumunu yapmışlardır. Bu noktada temel konu ücret belirlenmesidir. Klasik görüşte ücret serbest rekabet ko- şullarında belirlenmektedir, dolayısıyla ücret belirlenmesini dışarıdan etkileyebilecek herhangi bir unsur klasik dengeyi bozacaktır. Böylece sendikaların varlığı Klasik kuramı bir an- lamda geçersiz kılmıştır, zira ücret oluşumunu etkileyen dış- sal faktörler her geçen gün kendini daha da belirgin bir biçim- de hissettirmeye başlamış ve 1936'da yayınlanan Keynes'in Genel Teorisi üe somutlaşmıştır. Keynes'in Genel Teorisi o dö- nemde Batı hükümetlerini derinden etkilemiştir. Keynes'e göre:

(25)

16

"Emeğin tam istihdamı, tüketicilerin alım güçlerinin, üretim araçlarının gelişmesine orantılı artmasını sağlayacak biçimde gelirin yeniden dağıtılması sayesinde gerçekleşecektir. Bu özgür bir toplumda politik ve sosyal denge koşuludur." (Keynes 1936)

Keynes'in sunduğu bu görüş doğrultusunda, tam istihda- mın sağlanmasının ancak hükümet politikalarıyla olabüeceği vurgulanmaktadır. Keynes o güne kadar belli biçimlerde orta- ya çıkmakla beraber liberal öğreti felsefesine ters düşmesi ne- deniyle dikkate alınmayan veya ihmal edilen sendika, toplu pazarlık, yasal geçimlik ücret gibi, ücret oluşumunu etkile- yen düzenlemeleri işgücü piyasası analizine dahil ederek gö- nülsüz bir işsizlik sorununa dikkati çekmiştir. Keynes ile artık işsizlik sorunu kişüerin gönüllü olarak çalışamaması değil, çalışma arzusunda oldukları halde cari ücret düzeyinde dahi iş bulamaması olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Key- nes'in (1936) Genel Teori yapıtı ile işgücü piyasası analizine getirmiş olduğu yenilik özellikle ücret oluşumu üzerinedir.

Keynes'e göre parasal ücretler düşme yönünde katıdır zira ya- salarla belirlenmiş bir alt sınır vardır. Ayrıca ücret belirlenme- sinde toplu sözleşmeler ve sendikaların varlığı da yine Key- nes tarafından analize dahil edilmiştir.

Keynes'in politikaları ikinci dünya savaşından sonra uy- gulanma ortamı bulmuştur. Sendikaların varlıklarını hissedi- lir bir biçimde gösterdikleri 1945 sonrası artık işgücü piyasa- sında kurumsallaşmanın yerleştiği dönemdir. İşçi partisi hükümetlerinin zaman zaman iktidarda oldukları bu dönem- de Ekonomik ve Sosyal Konseylerin oluşturulduğu ve işçi- işveren arasında uzlaştırmacı bir rol oynadıkları görülmekte- dir. Bugün hala varlıklarını sürdürmekte olan bu konseyler toplu sözleşmelerde uzlaştırmacı rol oynamaya devam etmek- tedir.

1950-1973 dönemi dünya ekonomik konjonktüründe bir tam istihdam dönemi olarak kabul edilmektedir. Tam istih-

(26)

dam ekonomilerinde ortaya çıkan dengesizliklerin giderilme- sinde fiyat uyumu mekanizması işlediğinden enflasyon soru- nu ile karşı karşıya kalınması yüksek bir olasılıktır. Zira orta- ya çıkan bir talep fazlahğı sonuçta üretim artışı ile giderilemeyeceğinden fiyatlar genel seviyesi artacak ve enf- lasyon ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla bu dönemde iktisat poli- tikaları sadece enflasyon sorununu çözmeye yönelik uygulan- mıştır. Oysa 1968'den itibaren başgösteren tam istihdamdaki tıkanmalar 1973 petrol krizi ile birleşince hem enflasyon hem de işsizliğin bir arada yaşandığı ve iktisatta stagflasyon olarak adlandırılan bir döneme girilmiştir. Artık iktisat politikaları ile çözülmesi gereken sorunlar daha karmaşık bir hal almıştır ve bu anlamda İkinci dünya savaşından itibaren revaçta olan Keynesci politikalar sorgulanmaya başlanmıştır. Aslında sor- gulanan sadece Keynesci politikalar değil ortodoks olarak ni- telendirebileceğimiz teoriler olmuştur. Birinci petrol şokun- dan sonra başgösteren iktisadi değişimler sonuçta enflasyonu hızlandırmayan bir işsizlik sorununun çözümünü gerektir- miştir.

Bu sorun bir anlamda ünlü Phillips eğrisiyle (Phillips 1971) ortaya konmuş olan işsizlik- enflasyon arasındaki ters yönlü ilişkinin bir yeniden yorumu olmaktan başka bir şey değildir. Ancak burada altı çizilmesi gereken nokta artık ne enflasyonun ne de işsizlik sorununun bağımsız olmadığı ve bu ikisinin birbirleriyle etkileşim içinde olduğudur. Diğer bir deyişle, işsizliği önleyici politikalar ile enflasyonu önleyici po- litikalar arasında bir rekabet oluşmaktadır. Bir bakıma hedef tam istihdam değil, optimal istihdamdır. Sonuçta optimal is- tihdam tam istihdam olmayabilir.

6 Gerek Keynesci gerekse Klasik İktisat teorilerinin yeniden yorum- lanması ve yeni yaklaşımların ortaya konulmasının (Yeni Klasik, neo-Keynesci, post-Keynes gibi...) 1970'li yıllara denk gelmesi ikti- sadi değişimlerin açıklanması gereğinden kaynaklanmıştır.

(27)

18

1973'den itibaren başgösteren stagflasyon sorununun yanı sıra otomasyonun da üretim sürecine yoğun bir şekilde girmesi ve kadınların işgücüne katılımlarının artması bir bakı- ma konjonktürel, yapısal ve teknolojik olarak nitelendirebile- ceğimiz işsizlik sorunlarının başgöstermesine neden olmuş- tur. Bu konjonktürel değişimlere 1980'li yıllann sonlarında yaşanan doğu blokunun yıkılması ve liberalleşme politikaları- nın benimsenmsi de eklenince işgücü piyasalarında yaşanan dengesizliklerin çözümü önemli bir soran yaratmıştır. Zira daha önce de belirtmiş olduğumuz gibi işgücü piyasası diğer piyasalar gibi ekonominin serbest işlerliğine bırakılamayacak kadar kısıtlarla doludur, amaç bu kısıtlar altında maksimizas- yonun sağlanmasıdır.

Klasik iktisat görüşünde tam bilgi varsayımı tam istihda- mın sağlanmasında önemli bir rol oynamaktadır. İşgücü piya- sasında bilgi akışı en önemli kararlan yönetmektedir. Dolayı- sıyla çok yakın bir zamana kadar ağızdan ağıza geçen bilgüerle, yakın mesafeler arasındaki üetişim ve bireysel izle- nimlerle yönetilen piyasalar olmuştur. İşsizlerin önemli bir kısmı çalışma arzusundadırlar ancak iş arama süreçlerini ne kadar faal sürdürebildikleri konusu tartışmalıdır. İş arama şe- killeri dönemsel olarak değişebilir. Bu süreç iletişim araçları- nın gelişmesine ve bu piyasadaki kurumsallaşmaya paralel bir gelişme gösterecektir. Tarihsel süreçde bilgi akışını yön- lendiren gelişmeler iletişim araçlannın gelişmesine paralel bir süreç izlemiştir. Örneğin zaman içinde gereksinimler kamu yanında özel istihdam bürolarının da ortaya çıkmasını gerek- tirmiştir ve bugün Avrupa Birliği ülkelerinde istihdamın önemli bir kısmını gerçekleştiren kurumlar olarak piyasaya yerleşmiştir.

İş arama şekillerini belirleyen faktörlerin yanında iş arama süresini de etküeyen faktörler de önemli bir yer tut- maktadır. Bu noktada mali kaynaklar analize girmektedir. İş- sizlik sigortası bugün Avrupa Birliği ülkelerinde yaşanan iş- sizlik sorununun uzun süreli bir işsizliğe dönüşmesinde

(28)

önemli bir rol oynamakatadır. Tamamen gelirden yoksun ol- madan bir iş aramanın süresi uzun olabilmektedir.

İşgücü piyasası dinamik bir kavramdır. Teknolojik geliş- meler ve bireylerin zevkleri değiştikçe tercihler de zaman içinde değişecektir. O halde şöyle bir soruya yanıt aramak ko- numuz açısından önemlidir İşgücü piyasalarını yöneten nedir? Bu sorunun yanıtını buraya kadar ki açıklamalarımdan vermiş bulunmakla birlikte özetlemek gerekirse, işgücü piya- salarını yöneten arz ve talep tarafındaki davranışlardır denüe- bilir. Bu davranışları yöneten anahtar değişken ise her ikisi için de fiyattır. Eğer fiyat belirlenmesi sorununda yoğunlaşır- sak fiyatı belirlenmesinde geleneksel iktisadi analizde tekno- loji ve zevkler veri olarak almmakatadır. Bu fiyat belirleme süreci ise gelir dağılımı ve kaynak tahsisinde zevk ve teknolo- ji faktörünün dolaylı bir biçimde etküi olduğu anlamma gel- mektedir.

Bu analiz çerçevesinde kurumsallaşma, dışsal olarak ta- nımlanan teknoloji ve zevklerin doğal bir sonucu mudur;

yoksa teknoloji ve zevkler işgücü piyasası yapısından bizzat kendileri mi etküenmektedir? (Grantham 1994: 4). Kanımızca sorunun yanıtı ilk kısımda yer almaktadır. Yani kurumsallaş- ma, buraya kadar yapmış olduğumuz tarihsel analizin de bize göstermiş olduğu gibi, işgücü piyasasındaki dinamik oluşum- ların ve etküeşimlerin doğal bir sonucudur. Değişen ekono- mik ve sosyal koşullar kendi çözümlerini üreterek bugüne ge- linmiştir. Hatta bazı oluşumların artık gerekli olmamasından dolayı etkisinin azalmış olması dahi gözlemlenmektedir. Bu konuda bugün liberalleşme politiklan çerçevesinde sendika- laşma oranlarındaki düşme eğilimi incelenmesi gereken bir örnektir.

İşgücü piyasasının bugünkü analizinde en önemli unsur rekabet olmaktadır. Rekabet her geçen gün küreselleşmekte- dir. Dünyadaki diğer bloklarla (Japonya ve ABD gibi) rekabet edebilmenin yollan aranmaktadır. Avrupa bu yolda bir müca- deleye girmiştir. 1993 yılı Avrupa için tek piyasaya geçiş yılı

(29)

20

olmuştur. Ancak sorgulanması gereken nokta şudur ki milli (veya ulusal) ekonomilerden Avrupa ekonomisine geçmekle istihdam açısından kazanç ne olmuştur? (Castro ve diğerleri 1992: 41). Bu noktada kurumlar ve işgücü piyasasının kurallı olması önem taşımaktadır. Sermayenin istediği kadar, istediği mesafede ve getirişi nerede yüksekse oraya yönelmesi ser- bestliği karşısında, çok fazla bir hareketliliğe sahip olmayan işgücü ve kurumları yıpranmıştır ve yönetme gücünü kay- betmiştir. Sermaye tarafındaki küreselleşme, diğer bir deyişle kuralsızlaşma, işgücü piyasasına aynı ölçüde yansımamıştır ve bu durumla rekabet etmesi gereken işgücü yıpranmıştır.

Kuralsız bir ortamda üretimle rekabet edebilmenin yolu işgü- cü açısından düşük ücretleri kabul etmek, mümkün olduğu kadar kuralları kaldırmak olabilirdi. Kuralsızlaştırmayı neo- liberal görüş şu şeküde özetlemektedir:

"Kuralsızlaştırma politikalarının deneyiminde işgücü piyasala- rının katılığı yoksulluğun başlıca nedeni ve etkin bir işgücü pi- yasasına önemli bir engel olarak gösterilmektedir. Mikro düzey- de bakıldığında yasal kurallar firmaların kapasitelerini sınırlamaktadır; makro düzeyde bakıldığında ise kurallar sektör- ler arası talep değişmelerine karşılık ücret değişimlerinin etkili olamayacağını ve bu ücret değişimlerine karşılık emeğin hare- ketlerinin sınırlı olacağını söylemektedir. Neo-liberal politikalar çerçevesinde sadece doğru fiyatlar piyasaları temizler, dolayısıy- la işgücü piyasasındaki kurallar bu piyasada oluşabilecek doğru fiyattan engellediği için emeğin yanlış tahsisine neden olmakta- dır" (Castro ve diğerleri 1992:135)

Bir yandan bireysel "özgürlük", diğer yandan da kollektif

"emniyet" kurallaştırmaya yeniden bakılması gereğini ortaya koymaktadır ve bu çerçevede bir "yeniden-kurallaştırma"

kavramı oluşturulmaya başlanmaktadır (Hepple 1990; Deakin ve Wilkinson 1991). Doğal olarak değişen koşullar dönem dönem dikkate alınarak yeni yapılanmalar ortaya çıkacaktır.

Bu süreç dinamizmin bir gereğidir ve Avrupa Birliği örneğin-

(30)

de de göreceğimiz gibi pratikte de gerçekleşen durum söyle- diklerimizi doğrular niteliktedir.

Çalışmamızın temel dayanğını oluşturacak olan piyasala- rın kurallı ve kuralsız olmasında ilişkin tartışmayı somut bir hale sokabilmek amacıyla bu kavramları tanımlamanın yarar- lı olacağı görüşündeyiz:

II- KURALLI VE KURALSIZ PİYASA TANIMI

İşgücü piyasasmda bazı ekonomik ve sosyal hakların ya- sallaşması gerekmektedir. Ekonomik ve sosyal hakların bir sistem içinde sosyal ilişkilerin özellikleri, devlet ve refah çer- çevesinde tanımlanması 'kurallaştırma'dır. (Yust ve diğerleri 1996)

Yeni gelişmeler çerçevesinde birçok ekonomist işgücü pi- yasasını yöneten kurumların rolleri hakkında ileri derecede araştırmalar yapmışlardır. Neo-Klasik teori bize, emek talebi düştüğü zaman ücretlerin yeni bir dengeyi oluşturuncaya kadar düşmeye devam edeceğini öğretmiştir. Oysa gerçekte gözlemlediğimiz bu değildir. Keynes'in de daha sonra dikkati çektiği gibi ücretler düşme yönünde katıdır. Yeni gelişmeler çerçevesinde ücretlerin düşme yönünde neden katı olduğu anlatılmaktadır ve bu konuda iş kontratları, ücret etkinliği, içerdekiler-dışardakiler gibi teoriler geliştirilmiştir. Bu teoriler genelde ortodoks mikro-ekonomik araçlan kullanarak ku- rumsal veya sosyal faktörlere göndermeler yaparak teorinin öngördüğü ile gözlemlenen arasındaki farkı açıklamaya yöne- liktir.

Bugün gözlemlediğimiz parçalanmış işgücü piyasaların- da, neo-klasik iktisadın iddia ettiği gibi emek faktörü homo- jen değildir dolayısıyla işgücü piyasasmda bir uyum sorunu yaşanmaktadır. Her alt piyasada bir yandan neo-klasik iktisa- dın iddia ettiği gibi ücretliler arasında rekabet, ama diğer yan- dan arz ve talebi yönlendiren kurumsal ve sosyal kaynaklı güçler vardır. Bu konudaki tartışmalar işgücü piyasasındaki

(31)

22

uyum ile kurumlar arasındaki ilişki düzeyinde ele alınabilir.

Bu konuda çalışmalar gerçekleştirmiş olan Doeringer ve Piore (1971) işgücü piyasasını, aktörlerin davranışlarının belli bir kurala göre oluştuğu sosyal bir yer olarak tanımlamaktadır.

Birçok araştırma sosyal ve kurumsal baskıların işgücü piyasası üzerindeki etkisini ele almaktadır. Bu çerçevede de- ğerlendirilen kurallaşma rekabetçi ve monopolistik kurallar olmak üzere iki şekilde gerçekleşmektedir. Rekabetçi kural- laşma 19. yüzyıla damgasmı vururken, monopolistik kurallaş- ma ülkeye göre 20.yüzyıla damgasını vurmaktadır. Rekabet kurallarından monopolistik kurala geçiş sürecinde işgücü pi- yasası önemli bir rol oynamıştır. İşgücü piyasasında anahtar değişken ücretlerin tam esnekliğinden ücretlerin düşme yö- nünde katı olmasına geçiş olmuştur.

Rekabet sürecinde neo-klasik iktisadın kuralları geçerli- dir. Rekabetçi işgücü piyasasında parasal ücretlerin tam es- nekliği, işten çıkarma veya işe alma yoluyla, konjonktürel ge- lişmelere tam uyum sağlayabümektedir. Parasal ücretlerin konjonktüre uyumunu sağlayan tam esnekliği, neo-klasik analizin alışüagelmiş unsuru olan işgücü arzı fonksiyonunun da pozitif eğimli bir eğri olmasını öngörmektedir.

Monopolistik işgücü piyasası aslında rekabet kuralları bünyesinde gelişmiştir. Daha açık bir ifadeyle büyük girşimle- rin kendi içsel piyasalarını geliştirmeleriyle, yani kendi kural- larını koymaya başlamasıyla rekabetçi piyasa dışında bir pi- yasa oluşmaya başlamıştır. Bu süreç büyük girişimler dışındaki piyasalarda rekabeti arttırmıştır ve sonuçta parça- lanmış işgücü piyasaları oluşmuştur.

Kurallaştırma biçiminin değişmesi sermaye birkimi süre- cindeki dönüşümünün bir sonucudur. Teknolojik gelişmenin süreklilik kazanması gitgide daha büyük ölçekli üretim biçim- lerini ortaya çıkartacaktır. Bu süreç ise büyük girişimlerin diğer deyişle monopolistik güce sahip ve kendi içsel piyasala- rını oluşturabilen girişimlerin ortaya çıkmasına neden olacak- tır. içsel piyasaların oluşması bir yandan ücret belirlenmesini

(32)

etkilerken diğer yandan işçi-işveren ilişkilerinin boyutlarını değiştirecektir. Konuya biraz açıklama getirmek gerekirse içsel piyasalarda ücretler endüstrinin belirlemiş olduğu kural- lara göre rekabetçi piyasadan bağımsız oluşturulmaktadır.

Böylece yüksek işzilik olduğu halde dahi yüksek ücretler olu- şabilmektedir. İçsel piyasalarda işçinin firmaya bağhlığı var- sayılmakta yani işgücü arz eğrisinin esnekliği sıfırdır, dolayı- sıyla işçi performansını olumlu ya da olumsuz yönde etküemek tamamen sunulan çalışma koşullarıyla doğru oran- tılıdır. Bu durum ise işçi-işveren Uişküerinin boyutunu farklı- laştırmaktadır. Zira işveren iyi koşullar sunduğu takdirde yüksek performans elde edecektir, aksi durumda ise perfor- mans düşecektir. Bu süreçde çözüm firma içindeki kuralların ugulanmasında yatmaktadır. Bu çerçevede işçi-işveren ilişki- leri bir örgütlenmeden ziyade içsel piyasanın kuralları çerçe- vesinde işletilmektedir.

İşçi-işveren ilişküeri ekonomik teoride ücret ve toplu söz- leşme sorunu üe sınırlandırılmıştır. Oysa bu ilişküerin belir- lenmesinde teknoknolojinin, piyasa yapısının ve politika lann oynadığı roller her zaman vuıgulanmamaktadır. Aglietta (1976) üretimde teknolojiye atfedilen rolü sorgulamakta ve teknolojik gelişmelerin işgücü piyasasının yapısal ve kurum- sal personel politikası seçimini etkileyeceğini söylemektedir.

Teknoloji girişimcinin emek talebi yönündeki tercihlerini be- lirleyen en önemli etkendir. Emek tasarrufunda bulunan büyük girişimlerde sermayenin organik büeşimi değişecek- tir/ Emek tasarrufu sermayenin organik büeşimini arttıracak- tır yani sermaye yoğun veya teknoloji yoğun bir üretim biçi-

7 Sermayenin organik bileşimi Marksist bir terminoloji olup değiş- meyen sermayenin değişen sermayeye oranı olarak tanımlanmak- tadır. Değişmeyen sermaye makina, teçhizat gibi sabit sermayedir ve üretime sadece içerdiği emek miktarı kadar değer katar ve bu değer sabittir. Oysa değişen sermaye emektir ve artık değeri yarat- makatdır.

(33)

24

mine geçilecektir. Bu değişim sonuçta işten çıkarmalara veya ücretlerin düşmesine neden olacaktır.

Teknolojik değişmenin piyasa yapısı üzerinde de etkisi vardır. Teknoloji yoğun üretim biçimine geçen ve böylece mas üretimi gerçeldeştiren endüstriler rekabetçi piyasalardan uzaklaşırlar ve daha çok monopolistik ve oligopolistik piyasa özelliklerine sahip olurlar. Bu endüstriler yukarıda da belirt- miş olduğumuz kendi içsel piyasalarını oluşturarak ücret dü- zeyinin değişmesine neden olurlar. Bu süreçte işçi-işveren iliş- kilerini farklılaştıracak olan sendikalaşmadır. Sendikalı bir sektörde ücret belirlenmesinde kural toplu sözleşme çerçeve- sinde belirlenirken, sendikasız sektörde işçinin performansı- nı yüksek tutmaya yönelik içsel piyasa kuralları benimsene- cektir. Ancak her ikisinde de ortak olan özellik kuralların varlığıdır.

Buraya kadar kurumsal aktörlerin işgücü piyasasının sı- nırlarını şekillendirdiğini vurguladık. Kurallar her zaman iş- gücü piyasasında ilişkilerin kurulmasında esas rolü oynamış- tır; ancak ekonomik ve teknolojik içerikli gelişmeler kurallar dışındaki platformda kalmaktadır. İşgücü piyasaları ve özel- likle de nitelikli işgücü piyasası kurumsal desteklidir. Daha açık bir deyişle meslek piyasaları kurumsallaşmış bir yapıya sahiptir. Yüksek ücretlerin ödendiği rekabet mekanizmasının çok fazla işlemediği piyasalardır. Bu piyasalarda çalışanların da monopol güçleri ve içsel piyasaları vardır ve kendi içle- rinde sınırlı bir rekabet ile karşı karşıyadır.

Teknolojik ilerlemenin neden olduğu monopolistik yapı- ların ortaya çıkması, bugün yaşanmakta olan küreselleşme ile çelişmektedir. Piyasalardaki tüm dengesizliklerin çözümünü rekabet mekanizmasına bırakan neo-liberal görüşün egemen olduğu günümüzde monopolistik eğilimlerin ortaya çıkması nasıl açıklanabilir? Bizim konumuz açısından daha önemli bir soru ise birleşerek tek bir güç haline gelme çabasında olan Avrupa rekabetçi piyasa kavramına nasıl bakmaktadır? Bu sorular bizi rekabet kavramını yeniden tanımlamaya götüre-

(34)

bilir. Bu çerçevede benimsenen tanım piyasalarda yeniden kurallaştırmaya gidildiğidir. Sosyal Avrupa olmayı en az eko- nomik ve siyasi birlik kadar benimsemiş olan Avrupa'nın iş- gücü piyasasına bakış açısını yansıtmak önem taşımaktadır.

Şimdi Avrupa Birliğinde işgücü piyasasının kurumsal açıdan inceleyelim:

(35)

İKİNCİ BÖLÜM

AVRUPA İŞGÜCÜ PİYASASINDA KURUMSALLAŞMA

I- GİRİŞ

1980'li yıllarda başgösteren serbestleştirme politikaları çerçevesinde ortaya çıkan küreselleşme rekabetin gitgide art- masına neden olarak ulusal düzeydeki çabalan yetersiz kıl- mıştır. Bu çerçevede zaten bir birlik olmaya adım atmış olan Avrupa Birliği üretim faktörlerinden sermayenin serbest dola- şımını sağlayarak rekabet gücünü arttırmak konusunda çok fazla zorlanmamıştır. Ancak diğer üretim faktörü olan emek aynı kolaylılıkta serbest dolaşıma sokulamamıştır. Sonuçta kuralsız bir mal piyasası karşısında korunması gereken bir iş- gücü piyasası oluşmuştur. Yüksek orandaki işsizlik sorunu- nun yaşandığı Avrupa Birliği ülkeleri8 açısından serbestleştir- me politikalarının istihdam üzerindeki etkisinin olumsuz

S Avrupa Birliği ülkeleri işsizlik ortalaması -%10'dur. (Eurostat 1998)

(36)

olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Avrupa Birliği açısından olumsuzluğu yaratan tek faktör serbestleştirme politikaları değildir, bunun yanmda tek para birimine geçiş süreci enflas- yon9 sorununa öncelik verilmesini gerektirdiği için uzun süre daraltıcı politikalar uygulanarak istihdam üzerinde de daral- tın etkiler yaratılmıştır. 1976-1986 döneminde işsizlik Avru- pa'da artış göstermiştir ve 6.5 müyondan 15.6 müyona yüksel- miştir ki bu %11'lik bir orana karşılık gelmektedir, oysa ki aynı dönemde ABD'de işsizlik oranı %7.6'dan %6.9'a düş- müştür ve Japonya'da ise %2.1'den %2.8'e çıkan durağan sayılabilecek bir işsizlik oram vardır. (Castro ve diğerleri.

1992: 21-22). Bu gelişmelerin temelinde işgücü piyasasının mikro ve makroekonomik oluşumları vardır: Gerçek ücretin katılığı, iş yasaları, işveren ve sendika stratejileri gibi ülkeden ülkeye değişen bazı yapılar işgücü piyasasını şekillendirmek- tedir.

1980'li yıllarda izlenen politikaların istihdam üzerindeki etkisi bu kadar olumsuz olunca işgücü piyasalarına da bir es- neklik getirilmesi tartışması piyasalardaki kuralsızlaştırma çeçrevesinde başlatılmıştır. Sorgulanan ise korumacı bir sos- yal politika, ekonomik büyümeye bir engel oluşturur mu;

yoksa tam tersine etkin bir işgücü piyasasının vazgeçilmez bir unsuru mudur? Bu sorgulama kurumsal olarak hem sosyal hem de ekonomik (istihdam) açıdan, çalışanların haklarına topluluk düzeyinde bir çözüm getirilebilir mi? sorusunda yanıt aranmasını gerektirmiştir. Bu çerçevede Avrupa işgücü piyasasını düzenleyici kararların nasıl kurumsal nitelik ka- zandıklarına bakmak gerekmektedir.

9 Avrupa Birliği ülkelerinde enflasyon oranı -%1-2'dir. Dolayısıyla enflasyon sorunu yoktur.

(37)

28

II-AVRUPA BİRLİĞİ MODELİNE İŞGÜCÜ PİYASASI AÇISINDAN BİR BAKIŞ

Avrupa işgücü piyasası modeli için oluşturulmuş bazı senaryolar vardır.10 Bu senaryolar işgücü piyasasının arz ve talep arasındaki teknik bir ilişkiden daha fazla birşey olduğu esasına dayanmaktadır. Bu bizi işgücü piyasasının yönetil- mesi ve kurallaştınlması sorununa götürmektedir. Avrupa düzeyinde, eğer sermaye ve müteşebbisler nerede yüksek ge- tiri varsa oraya serbestçe girme hakkına sahip olursa bu ulu- sal egemenliği ortadan kaldıracaktır. Bu çerçevede -aşağıda çaıklayacağımız- "milliyetçilik" unsuru analize katılmaktadır.

Avrupa düzeyinde evrensel bir "sosyal uzay" yaratmak, eşitliğin sağlanması açısından Avrupa Komisyonunun başlı- ca hedefi olmuştur. Ancak aynı zamanda bir zenginlik olduğu tartışmasız olan kültürel mirasın korunması da gerekmekte- dir. Bu hedefe ulaşmak için aşağıdaki soruların yöneltilmesi gerekmektedir:

- İşgücü piyasasında ve buna bağlı olarak mal piyasasın- da nasü bir rekabetçi politika izlenmelidir?

- Refah (zenginlik) nasü yaratılmalı ve dağıtılmalıdır?

- Dengeli ve düzenli bir gelişme (ekonomik büyüme) nasıl sağlanabilir?

- Tüm Avrupa vatandaşlarına eşit olanaklar sunulması hangi koşullar altmda gerçekleşebilir?

- Bir Avrupa kimliği yaratılması olasılığı var mı? Tüm ça- lışanlar bir Avrupa hedefi benimseyebilecekler mi?

- Avrupa genişleme sürecinde kendisini çevreleyen ülke- lere nasü bakmaktadır? Bu ülkeler Avrupa Birliği içinde "ikin- ci birim" veya "ikincil role sahip ülkeler" olarak mı kalacaklar?

10 Bir Avrupa İşgücü piyasası modeli oluşturmak konusunda ulusla- rarası entegrasyonu ve işgücü piyasası organizasyonunu aynı za- manda ele alarak ayrıntılı çalışmalar olan Castro, Mehaut ve Ru- bery'nin (1992) eserinden yararlanılmıştır.

(38)

Şimdi yukarıda sırladığımız soruların yanıtlarını içerecek bir Avrupa işgücü piyasası modeli için geliştirilmiş bazı se- naryoları aktaralım:

1- Avrupa piyasasını serbest pazar olarak ele alan model;

2- Korporatist yaklaşım modeli;

3- Avrupa yeni milliyetçiliği yaklaşımı;

4-Avrupa'nın bir "sosyal uzay" olarak algılandığı model.

Aşağıda başlıca dört başlık altında toplanarak suacağı- mız senaryolar Avrupa Birliğinin temelini oluşturan anlaşma hükümlerine uygun bir sentez olarak düşünülebilir. Örneğin Avrupa piyasasının serbest bir piyasa olarak tanımlanması ile sosyal boyutun bir arada ele alınması Roma anlaşmasının temel ilkelerini zedelemek kaygısındandır. Bu çeçrevede Av- rupa işgücü piyasası önemli özellikleri barındırmaktadır.

Şimdi bu konuyu ele alalım:

A- AVRUPA SERBEST PİYASASI MODELİ

Avrupa'da serbest piyasa ekonomisi geçerlidir ve bu pi- yasanın en önemli özelliği ise tek ve büyük bir süper piyasa gelişimi göstermesidir. Tek piyasanın gerçekleşmesinin anah- tarı ise sermaye, mal, hizmet ve emeğin hiçbir kontrol olmak- sızın serbestçe dolaşabilmeleridir. Böylece çok sayıda kişi kay- naklatın dolaşımından yararlanabüeceklerdir. Örneğin tüketici, bir Fransız şarabı olan Bordeaux'yu serbestçe satın alabilecek veya bir banka hizmetinden serbestçe yaralanabüe- cekdir.

Ancak işgücü piyasası, şarap ve makama piyasası gibi işlemeyecektir. Avrupa işgücü piyasasını sınırlayan veya belli kurallara bağlayan sosyal, politik ve kurumsal kontroller var- dır. Avrupa işgücü piyasasının kurallı olmasının nedeni ser- best piyasa kurallarının, düşük ücret ve kötü çalışma koşulla- rı gibi, istenmeyen sonuçlar doğurmasını önlemektir. Diğer bir deyişle kuralsız bir işgücü piyasasmda mal ve istihdam re-

(39)

30

kabeti ücretlerin istenmeyen bir düzeye kadar düşmesine ve sonuçta sosyal bir çöküntü yaşanmasına neden olabilir.

Oysa Avrupa ucuz emek ile serbest dolaşan sermaye bile- şiminin üretken kapasitte üzerinde olumsuz etkiler yarataca- ğını ve böylece rekabet edilebilirliğin düşeceği görüşünü sa- vunmaktadır. Bu görüşü destekleyen açıklama ise emeğin ucuz ve kolay bulunabilir faktör olması yatırımın bu yne ağırlık vermesine neden olacaktır ki bu da üretkenliği olum- suz yönde etkileyecektir. Oysa savunulan görüş nitelikli işgü- cü ile sermayenin dengeli bileşiminin rekabet yaratabileceği yönündedir. Bu bakımdan işgücü piyasası kurumlan gelişti- rilmeli ve işgücü formasyonuna önem verilmelidir. Bu sonuç- tan hareketle işgücünün eğitilmesi ve/veya belli bir formas- yona kavuşturulması serbest piyasanın en önemli alanını oluşturmaktadır.

O halde Avrupa serbest piyasasının tanımmda benimse- nen nitelikli emek ile serbest dolaşımda olan sermaye bileşimi rekabetin temel taşmı oluşturmaktadır. Emeğin nitelikli olma- sı için gereken tüm koşulların sağlanması birazdan değinece- ğimiz gibi Avrupa'da bir "sosyal uzay" yaratmıştır. Ancak bunun yaranda sermaye için de geliştirilmiş bazı yaklaşımlar vardır ki, bunlardan en önemlisi korporatist yaklaşımdır.

Şimdi sırasıyla bu konulan ele alarak Avrupa işgücü piyasası- nın yapısal özelliklerine biraz daha açıklık getirelim:

B- AVRUPA İŞGÜCÜ PİYASASINA KORPORATİST BİR YAKLAŞIM

Korporatizm, toplumdaki başlıca çıkar gruplarının, baş- langıçta çatışan çıkarlarım bir araya getiren ve bu çıkarların arasını bulan kurumların yaratılmasıdır. Bu yaklaşım, tarafla- rın uzlaşması esasına dayanmaktadır. Sendika ve işveren ör- gütlerinin işbirliği veya uzlaşma alanı bulmalan toplumsal ça- tışmayı ortadan kaldıran en önemli mekanizmadır.

Korporatist yaklaşım Avrupa'nın geleceğine büyük şir-

(40)

ketlerin hakim olacağım kabul eder. Böylece aynı ABD ve Ja- ponya'da olduğu gibi Avrupa düzeyinde de sermaye yoğun işler daha fazla olacak ve geniş bir Avrupa perspektifi ABD ve Japonya modeline benzer ekonomik bir güç ortaya çıkara- caktır. Korporatizm Avrupa'yı global ve uluslararası bir en- tegrasyona götürecektir. Bu güç milli kapitalist endüstrinin sonu olacaktır.

Geniş sermayeli uluslarüstü girişimler yeni bir güç oluş- turacaktır. Bu güç monopolistik veya oligopolistik piyasaların ortaya çıkmasına neden olarak içsel işgücü piyasalarını yara- tacaktır. Böylece sermayenin serbest dolaşımı ve tek güç al- tında birleşmesi, emeğe de bir serbestlik getirmiştir. Ulusla- rüstü bir güce sahip, geniş sermayeli bir girişimde çalışmak korumalı olan emeğe hareket serbestliği getirmektedir. Artık büyük firmalarda çalışanlar, hem firmanın kendi içindeki tüm sosyal olanaklarından yaralanacaklardır, hem de aynı firma- nın birçok ülkede bulunan yerlerinde çalışabileceklerdir. Böy- lece emek bir anlamda serbest dolaşıma kavuşmuş olacaktır.

Sonuçta korporatist yaklaşım sadece bir ekonomik güç yaratmakla kalmamakta, aynı zamanda yaşamın çeşitli alanla- rına da girebilmekte, yani sosyal bir içerik de kazanmakatdır.

Geniş sermayeli büyük şirketelrin oluşması sosyal faaliyetle- rin de gelişmesini beraberinde getirmektedir. Örneğin boş za- manları değerlendirici faaliyetler (büyük kuruluşların oluş- turdukları basketbol veya diğer spor faaliyetleri takımlanvs...) üe kültürel faaliyetlerin organizasyonu Avru- pa'daki ekonomik, sosyal, kültürel ve kısmen de politik yaşa- mı şekillendirmektedir.

Korporatist yaklaşımın açtığı en önemli kapı ise, büyük sermaye güçlerinin oluşturduğu uluslarüstü üretim yapısının milliyetçilik üzerindeki etkisi olmaktadır. Avrupa sosyal uza- yını ele almadan önce bugün Avrupa'da en çok tartışılan ko- nulardan bir haline gelen milliyetçilik konusunu ele alalım ve Avrupa'da yeni bir milliyetçilik tanımına gidüebilecek mi? so- rusuna yanıt arayalım.

(41)

32

C- YENİ BİR MİLLİYETÇİLİK MODELİ Mİ?

Avrupa Birliği'nin oluşmasında en çok sorgulanan konu- ların başında milliyetçilik gelmektedir. Avrupa ülkelerinin her birinin kendüerine özgü bir kültürleri vardır. En önemlisi ise Avrupa'da dil birliğine varmak zor gözükmektedir. Oysa Avrupa çok uzun bir süredir bütünleşme mücadelesi vermek- te ve tüm politiklannı bu çerçevede oluşturmaktadır. Bu ba- kımdan yeniden ulusal düzeyde bir politika oluşturmak geri dönüş olarak değerlendirilmektedir

Bu yapılaşma içinde Avrupa Birliğinin milliyetçilik ekse- nine bağlı bir birlik senaryosunu nasıl geliştireceği merak edilmektedir. Bugün gelinen nokta itibariyle artık ulusal dü- zeyde bir milliyetçilik tanımından vazgeçilmesi zorunludur.

Doğal olarak Avrupa'nın yeni milliyetçilik tanımı Avrupa milliyetçiliği ekseninde yer almaktadır.

Yeni milliyetçilik modeli ekonomik ve sosyal olmak üzere iki boyutta tanımlanmaktadır. Yeni milliyetçilik modeli- nin ekonomik boyutunda yine iki faklı seçenek vardır: Birinci- si tüm kuralların kaldırılarak uluslararası serbest rekabetin iş- letilmesidir; ikincisi ise uluslarası anlaşmalar çerçevesinde daha korumalı bir rekabet tanımlanmasıdır. Yeni milliyetçüik modelinin sosyal boyutunmda ise iki engel sorgulanmaktadır:

Birincisi çalışnaların sosyal haklarına yönelik sorunlardır. Av- rupa birliğinde ortak bir sosyal politika üretilebilinecek mi?

İkincisi ise Avrupa yeni milliyetçiliği tanımı Birliğin genişle- me sürecinde yeni katılacak ülkeleri kapsayacak mı?

Avrupa Birliği halen sorgulamalar içindedir. Ancak işgü- cünün sosyal bir koruma altında olması gereği konusunda ortak bir görüş oluşmuştur: Şimdi Avrupa'yı sosyal boyutuy- la ele alarak konuyu tamamlayalım:

(42)

D- SOSYAL UZAY OLARAK AVRUPA

Bu model içinde öncelik evrensel işbirliğidir, dayanışma- dır. Avrupa dayanışma geleneğinde ilk olarak eşitlik, ikinci olarak ise insan potansiyelinin gelişmesi yer almaktadır. Bu model sonuçta insan sermayesinin gelişimini esas almakta ve endüstriyel politika temelinde bir işgücü piyassı tanımlamayı amaçlamaktadır. Dengeli bir gelişmenin ancak tüm bölgelerin ve etnik grupların katılımıyla gerçekleşebileceği savunulmak- tadır. Bu amaca ulaşabilmenin yolu ise kurallar ve sosyal kontroldür, yani piyasanın serbest güçleri değüdir.

Rekabet edilebilirliğin bir ayağını işgücünün nitelikli ol- ması koşuluna bağlamış olan Avrupa, bu çerçevede yapüan çalışmalar sonucunda 1988 ve 1993 arasmda sosyal fon harca- malarını iki katına çıkartmıştır (Castro ve diğerleri 1992:49) . Bu fonların kullanımı belli kriterlere bağlanmıştır. En az geliş- miş ülkelerde veya bölgelerde daha yoğun olmak üzere bir sıra izlenmektedir. Ayrıca genç ve uzun süreli işsizliğin ön- lenmesi gibi somut sorunların çözümü için sosyal fonlardan öncelik tanınmıştır. Sosyal fonların kullanılması politikası sos- yal uyum ve bölgesel gelişmenin sağlanması amaçlarını taşı- maktadır.

Şimdi bu dört ayn senaryoyu bir arada değerlendirerek bir senteze ulaşalım. Bu değerlendirmenin iki boyutu olacak- tır:

1- MEKAN BOYUTU: Avrupanın geleceğinde ulusal dü- zeyde bir yönlendirme söz konusu olabüecek mi? Yoksa; tüm yönlendirmeler uluslarüstü düzeyde mi olacaktır?

2- KARAR MEKANİZMASI: Bir yandan karar merkezi olarak verilebilir yani paylaşılmaz; diğer yandan karar çok taraflı verilebilir yani paylaşılır.

Bu iki boyutlu çeçrçevesinde Avrupa işgücü piyasası için aşağıdaki tablodaki gibi bir senteze varabiliriz (Castro ve di- ğerleri 1992:50):

(43)

34

MEKAN

Ulusal Uluslarüstü 1- Korporatist yaklaşandır.

Büyük işler işgücü piyasasını şekillendirir.

2-Serbest piyasa yaklaşımıdır ekonomik güç uluslararası düzeyde yayılmaktadır.

Salt ekonomik ve ticari çıkarlar söz konusudur.

3- Yeni milliyetçilik milli çıkarların ve hedeflerin korunmasını amaçlar.

4- Avrupa sosyal hedefi çok yönlü bir karar alma mekanizmasıdır, hükümet- işçi-işveren çıkarlarını gözetenten dengeli ve kalıcı bir gelişmeye katkıda bulunur.

Merkezi veya tek taraflı Çok taraflı KARAR MEKANİZMASI

1 ve 3 numaralı senaryolar ulusal düzeyde gerçekleşen ve karar alma mekanizmasının genelde tek taraflı olduğu, yani paylaşılmadığı, bir yapılaşmayı göstermektedir. ; 2 ve 4 nu- maralı senaryolar ise uluslarüstü düzeyde değerlendirilir ve karar alma mekanizması çok taraflıdır, yani paylaşılmaktadır.

Avrupa işgücü piyasasına yaklaşım sorunlarını böylece ortaya koyduktan sonra Avrupa Birliğinde çalışma yaşamına ilişkin hedeflerin neler olduğunu ortaya koyarak konuya ve- rilen önemi vurgulamaya çalışalım:

III-AVRUPA BİRLİĞİNİN ÇALIŞMA YAŞAMINA İLİŞKİN HEDEFLERİ:

Bugün en önemli ekonomik sorun olan işsizlik Avru- pa'nm öncelikli olarak üzerinde durduğu ve tartıştığı, çözüm-

Referanslar

Benzer Belgeler

[r]

206 Başterzi, İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku, s. 173-174; Alpagut'a göre, özellikle iş güvencesine ilişkin hükümlerin kabulünden sonra öğretimin

Claude Monet 1883'ten 5 Aralık 1926'da ölene kadar yani 43 yıl bu evde yaşamıştır.. Sekiz dönümlük bahçe içinde yapay göl ve çiçek tarhları

Bu hizmetler çevre hizmeti sağlayan firmalar ya da kurumlar (ESP – Environmental Service Providers) ta- rafından verilmiştir. Proje kapsamında, her ortağın kendi

Bu çalışmanın verileri ışığında, mezbaha çalışanları gibi listeriosis için risk gruplarında seropozitiflik oranının yüksek bulunması nedeniyle, daha geniş

Bayramda geyik kültünün önemli bir yer tutması ve geyik ile Arinna’nın Güneş Tanrıçası ve Arinna Kenti’nin ilişkisinin metinlerle de kanıtlanması, bu bitkinin

Tiglat-Pileser döneminde savaş arabalarına üçüncü görevli (Taslisu) eklenmiş böylelikle arabalı birliklerin gücü daha da arttırılmıştır.. Tiglat-Pileser döneminde

Klasik pazarlama anlayışına göre bir ürün genelde şirketten biri öne sürdüğü için ya da rakip bir firma yeni bir ürünü piyasaya sunduğu ve sizde bu ürüne sahip