• Sonuç bulunamadı

BUKET BAHAR DIVRAK: TURKEY IS THE ONE OF THE COUNTRY THAT EXPERIENCES POPULATION AND SECTORAL WATER DEMAND GROWTH. Söyleşi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "BUKET BAHAR DIVRAK: TURKEY IS THE ONE OF THE COUNTRY THAT EXPERIENCES POPULATION AND SECTORAL WATER DEMAND GROWTH. Söyleşi"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)



Söyleşi

BAHAR DIVRAK İLE SÖYLEŞİ

AN INTERVIEW WITH BUKET BAHAR DIVRAK, WWF-TURKEY’S SUSTAINABILITY AND

STRATEGIC ALLIANCES DIRECTOR

BUKET BAHAR DIVRAK: “TURKEY IS THE ONE OF THE COUNTRY THAT EXPERIENCES POPULATION AND SECTORAL WATER

DEMAND GROWTH”

BUKET BAHAR DIVRAK: “TÜRKİYE NÜFUSU VE SEKTÖREL SU TALEPLERİ HIZLA ARTAN ÜLKELERDEN BİR TANESİDİR.”

ORSAM Su Araştırmaları Programı, WWF- Türkiye, Sürdürülebilirlik ve Stratejik İşbirlikleri Müdürü Sayın Buket Bahar Dıvrak ile söyleşi gerçekleştirmiştir. Söyleşide WWF Türkiye’nin ülkemizde gerçekleştirdi- ği projeleri, son yıllarda ön çıkan “su ayakizi” kavramını ve ülkemizde yeniden yapılanma süreci içerisinde olan su yönetimindeki gelişmeleri değerlendirdik.

ORSAM Water Research Programme conducted an interview with Buket Bahar Dıvrak, WWF-Turkey’s Sustainability and Strategic Alliances Di- rector. During the interview, we assessed the projects that WWF Turkey has carried out in our country, the term “water footprint” that has come to the forefront in recent years, and the developments on water manage- ment under reconstruction process in our country.

ORSAM: Kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?

Buket Bahar DIVRAK: 2003 yılında su kaynak- ları ekibine dahil olduğum WWF-Türkiye’de ha- len Sürdürülebilirlik ve Stratejik İşbirlikleri Mü- dürü olarak çalışıyorum. ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama bölümünden 2002’de mezun oldum, yine ODTÜ’de 2005’te Kentsel Politika Planlama ve Yerel Yönetimler ABD’da yüksek lisansımı ta- mamladım. Şu anda Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyal Çevre Bilimleri’nde

doktora çalışmalarıma devam ediyorum. Su poli- tikaları ve yönetimi, AB su politikaları, havza öl- çeğinde planlama, tarım-su-çevre ilişkileri, iklim değişikliğine adaptasyon, sulak alan yönetimi, katılımcı planlama gibi konularda on yılı aşkındır çalışıyorum. Tuz Gölü, Eğirdir Gölü, Bafa Gölü, Fırtına Havzası, Uluabat Gölü, Konya Havzası, Büyük Menderes Havzası gibi ülkemizin doğa koruma ve su yönetimi açısından önemli alanla- rında birçok projenin uygulanmasında ve koor- dinasyonunda çalıştım.

(2)



ORSAM: WWF nedir? Dünya da diğer hangi

ülkelerde ofisleri vardır? ülke seçiminde her- hangi bir kriter var mıdır?

Buket Bahar DIVRAK: WWF, 1961 yılında İsviçre’de kurulan ve dünyada 100’den fazla ül- kede çalışmalar yürüten uluslararası bir doğa koruma kuruluşudur. WWF, küresel ölçekte bir değişim yaratmaya, yeryüzünün en değerli ya- şam alanlarını ve canlı türlerini korumayı he- deflemektedir. Doğa korumanın ülke sınırlarını aşan boyutu nedeniyle WWF, biyolojik çeşitlili- ğin korunmasına yönelik mücadelesinde ülkeler arasında işbirliklerinin gerçekleşmesine öncü- lük eder. WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı) ise 1996 yılında Doğal Hayatı Koruma Derneği’nin öncülüğünde kurulmuş, 2001 yı- lında WWF’nin Türkiye ulusal kuruluşu olarak WWF-Türkiye ünvanını almıştır. WWF-Türkiye çalışmalarını bağışlar ve kurumsal sponsorluklar ile yürüten kâr amacı gütmeyen bağımsız bir va- kıftır.

WWF, biyolojik çeşitlilik değerlerinin yüksek olduğu orman alanları, nehir havzaları, deniz ve okyanuslarda çalışmalarını odaklamaktadır. Kü- resel düzeyde yapılan araştırmalar sonucunda biyolojik çeşitlilik bakımından hassas ve değerli olan 238 ekolojik bölge belirlenmiştir ve projeler bu alanlara odaklanmaktadır. “Global 200 eco- regions” olarak kısaca bilinen bu alanların 142 tanesi karasal, 53 tanesi tatlısu ve 43 tanesi de denizel alanlardır. Örneğin Amazon Ormanları ve Nehri, Himalayalar, Yangzte Havzası, Mekong Havzası, Borneo, Akdeniz Havzası, Kafkasya Bölgesi, Antartika WWF’in uzun yıllardır ça- lıştığı on derece hassas ve önemli alanlarlardan bazıları.

ORSAM: WWF Türkiye kaç ilde bulunmakta- dır ve projeye göre mi il seçimi yapılmaktadır?

Buket Bahar DIVRAK: WWF-Türkiye’nin mer- kez ofisi İstanbul’dadır. Ankara ve Aydın’da da ofislerimiz mevcut. Küresel düzeydeki 238 eko- lojik bölgeden 3 tanesi ülkemizde bulunuyor:

Orta Anadolu (Konya Havzası), Akdeniz/Ege kıyılarımız ve Aşağı Batı Kafkasya(Doğu Kara-

deniz ve Doğu Anadolu’nun Kuzeyi) Dolayısıyla, biz de WWF-Türkiye olarak çalışmalarımızı ço- ğunlukla bu alanlara odaklıyoruz. Uzun soluklu projeler çerçevesinde kimi zamanda geçici alan ofisleri açıyoruz ve projeyi yerinden yürütme- yi tercih ediyoruz. Geçmişte Rize’de, Antalya- Kaş’ta, Adana-Akyatan’da alan ofislerimiz oldu.

Aydın ofisimiz de Yaşayan Nehirler, Yaşayan Ege Projemiz kapsamında açıldı örneğin.

ORSAM: WWF’in, Türkiye’de suyla ilgili yü- rüttüğü ve geçmişte başarı ile tamamladığı projeler nelerdir?

Buket Bahar DIVRAK: Su kaynaklarımızın ko- runması ve akılcı kullanımı WWF-Türkiye’nin kurulduğu günden bu yana öncelikli çalışma alanlarından bir tanesi olmuştur. Önceleri tür koruma odaklı çalışmalar yürütülürken (özel- likle çeşitli kuş türleri- dikkuyruk, pelikan gibi), daha sonra alan korumaya ve sulak alan ölçeği- ne geçilmiş ve özellikle ülkemizin önemli sulak alanlarında koruma ve yönetim çalışmaları ger- çekleştirilmiştir. Uluabat Gölü, Dilek Yarıma- dası ve Menderes Deltası, Göksu Deltası, Tuz Gölü WWF-Türkiye olarak geçmişte başarılı çalışmalar yürüttüğümüz alanlardan bazıları- dır. Sulak alanların korunmasıyla ilgili ulusla- rarası Ramsar Sözleşmesi’ne ülkemizin taraf olmasından sonra Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nin hazırlanmasında ve Ulusal Su- lak Alan Komisyonu’nun kurulmasında öncülük ettik. Birçok alanın koruma statüsüne kavuştu- rulması ve etkin yönetimi için ilgili kurumlarla işbirliği içerisinde çalıştık ve halen de çalışmala- rımıza devam ediyoruz. 2000li yıllardan itibaren de su alanındaki çalışmalarımızı daha çok havza ölçeğine ve su politikaları düzeyine genişlettik.

Bu anlamda Konya Kapalı Havzası, Büyük Men- deres Havzası, Doğu Karadeniz Havzası bizim için önemli ve öncelikli alanlar.

ORSAM: “Su ayak izi” nedir? Dünya da bu ça- lışmanın temelleri nasıl atılmıştır?

Buket Bahar DIVRAK: Su Ayak İzi, birim za- manda harcanan (buharlaşma dâhil) ve/veya kir- letilen su miktarıdır. Bir bireyin, toplumun veya iş kolunun Su Ayak İzi; bireyin veya toplumun

(3)



tükettiği malların ve hizmetlerin üretimi için kullanılan veya üreticinin mal ve hizmet üreti- mi için kullandığı toplam temiz su kaynaklarının miktarıdır. Su Ayak İzi bir birey, aile, köy, şehir veya bir ülke için hesaplanabilir. Aynı şekilde, bir kamu veya özel sektör kuruluşu için de hesapla- nabilir. Su Ayak İzi, suyun sadece kullanım veya kirlenme miktarını değil, aynı zamanda kullanım bölgelerini ve coğrafi tanımlarını da belirtir. Aşı- rı su kullanımı veya su kaynaklarının kirlenmesi, suyu kullanan ve kirletenlerin gerçekleştirdikleri faaliyetlerin toplamı olarak kabul edilir. Kullanı- lan mal ve hizmetlerin üretiminde ne kadar su kullanıldığı, bugüne kadar gereğince üzerinde durulmayan bir konudur. Bu bağlamda, suyun üretim süreçleriyle tedarik zincirlerindeki rolü göz ardı edilmiştir. Ancak bugün gelinen nokta- da, herhangi bir nihai tüketim malı içerisindeki

“saklı suyu” hesaplamanın ve görselleştirmenin, tüketimin ve ticaretin su kaynakları üzerindeki etkisini ölçmek için son derece önemli olduğu herkesçe kabul edilmiş bir gerçektir. Küreselle- şen ekonomiyle hız kazanan uluslararası ticare- tin sayesinde, ürünlerle birlikte su kaynakları da dünyanın bir ucundan diğer ucuna taşınmakta- dır. Üretim süreçlerinde su kullanımı yoğun olan ürünlerle birlikte su kaynakları coğrafi sınırları- nın dışına çıkmaktadır. Örneğin; Özbekistan’da üretilen pamuk, Türkiye’ye ithal edilerek tekstil ürününe dönüştürülmekte, buradan dünyanın dört bir yanına ulaşmaktadır.

Su Ayak İzi kavramının yaratıcısı Twente Üniversitesi’nden Prof. Arjen Y. Hoekstra’dır.

2002 yılında bu kavramı geliştirmiştir ve aynı zamanda Su Ayak İzi Değerlendirmesi (Water Footprint Assessment) adındaki disiplinlera- rası yaklaşımı ortaya koyarak Water Footprint Network’ü kurmuştur.

Su kullanımı ve suyun dolaşımı arasında gizli kalmış ilişkinin ortaya çıkarılması, su yönetimi- ne yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu anlamda, su kaynaklarının yönetimi sadece kamu sektö- rü veya sivil toplum kuruluşlarının meselesi ol- maktan çıkmış, tüm insanlar ve iş dünyası için de belirli bir öneme sahip olmuştur. Su ayak izi kavramı bu anlamda suyun yönetimine yeni bir bakış açısı getiren önemli bir göstergedir. Biz

de WWF-Türkiye olarak su ayak izi konusunda 2008 yılından bu yana çalışmalar yürütüyoruz.

Ve bu sene Su Yönetimi Genel Müdürlüğü ve UNILEVER/OMO işbirliği ile Türkiye’nin Su Ayak İzi Raporu’nu hazırlıyoruz. Yakın bir gele- cekte çalışmanın sonuçlarını paylaşacağız.

ORSAM: Türkiye’de su kaynaklarının gelişti- rilmesini sürdürülebilir bir model içinde ol- duğunu düşünüyor musunuz? Türkiye’de su kaynakları verimli kullanılıyor mu?

Buket Bahar DIVRAK: Türkiye nüfusu ve sek- törel su talepleri hızla artan ülkelerden bir tanesi.

Ekonomik kalkınma hedefleri iddialı. Elbette bu ölçüde de su kaynakları üzerindeki talep ve baskı- lar artıyor. Su kaynaklarının yönetimi konusunda 1950’li yıllardan itibaren izlenen bazı politikalar var. Sulu tarımın geliştirilmesi, enerji üretimi bu politikaların temelinde yer alıyor. Çevresel, eko- nomik ve sosyal açıdan sürdürülebilirlik kaygısı ve yaklaşımı 1990’lı yıllardan itibaren ülkelerin gündeminde yoğun bir şekilde yer alıyor. Rio zir- vesi ve sonrasında bu üç bileşendeki sürdürüle- bilirlik hedeflerini ülkelerin belirlemesi ve buna uygun politika ve uygulamaların hayata geçiril- mesi gündemde. Ancak maalesef ülkemizde su alanındaki birçok faaliyetin çevresel açıdan do- ğurduğu olumsuz sonuçları hep beraber yaşadık, hala da bazı sorunları yaşamaya devam ediyoruz.

Sulak alanların kuruması, küçülmesi, suyun kali- tesinin bozulması en sık karşımıza çıkan sorun.

Elbette sorunların şekli ve boyutu aradan geçen 60 yıl içinde farklılaştı. Geçmişte sulak alanlar tarım arazisi elde etmek için kurutulurken bu- gün havza bazında planlama yapılmadan hayata geçirilen yüzlerce mikro HES tatlısu ekosistem- lerimizi tehdit ediyor. Bütüncül politikalara olan ihtiyaç bir kez daha çok açıkça karşımıza çıkıyor.

Geçmişte doğa koruma ve sürdürülebilirlik bir arka plan konusuyken bugün artık artan toplum- sal farkındalık ve küresel düzeydeki gündem sa- yesinde çevresel kaygılar esas mesele olarak gün- demde. Türkiye’de su kaynaklarının %70’inden fazlasını kullanan tarım sektöründe maalesef ciddi verimlilik sorunları var. Havzaların su, top- rak ve iklim koşullarına göre bir tarımsal üretim planlaması ve bununla entegre bir arazi kullanım ve su yönetim uygulaması olmadığını görüyoruz.

(4)



AB uyum süreciyle birlikte artık havza yönetim

planlarımızı hazırlamamız gerekiyor ve çok cid- di yükümlülükler bizi bekliyor. Bu noktada hem sektörel tahsis ve verimlilik, hem de ekolojik, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik sağlanmak durumunda. Geçmişteki hatalardan ders alarak çok daha bütüncül ve katılımcı politikalara ihti- yacımız olduğunu düşünüyorum.

ORSAM: Türkiye’de son iki yıldır su yöneti- minde hem yapısal hem de yönetmelik anla- mında gelişmeler söz konusu bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Buket Bahar DIVRAK: Suyu yönetmek çok cid- di bir iddia diye düşünüyorum. Su kaynaklarını geliştirmek veya tahsis etmek “yönetme”nin alt bileşenleri. Ama su yönetimi son derece geniş, birçok bileşeni olan temel bir konu. Su kaynakla- rının gerek kalite gerekse miktar olarak karşı kar- şıya kaldığı sorunların temelinde yanlış politika ve uygulamalar ile yetersiz yönetim yaklaşımları olduğu bugün artık dünyada bu alanda çalışan herkesçe dile getiriliyor. Bu çerçevede, özellikle son yirmi yıl içerisinde su kaynaklarının etkin yönetimi ve sürdürülebilirliğinin sağlanması için yeni yönetim yaklaşımlarına olan ihtiyaç sıkça tartışıldı. Bu tartışmaların sonucunda su kaynak- larının yönetiminde “havza” ölçeğinin esas alın- dığı, hem mekansal hem de sektörler arası tah- sis, planlama ve uygulamaların entegre edildiği katılımcı bir yönetim yaklaşımının hayata geçi- rilmesi gerektiği üzerinde fikir birliğine varıldı.

Bütünleşik (entegre) Havza Yönetimi olarak bili- nen bu yeni yaklaşımın temelinde su havzalarını sadece coğrafi alanlar değil aynı zamanda sürek- liliği olan sistemler olarak ele alınması ve dolayı- sıyla havza içerisinde sektörel kalkınmaya imkan tanınırken ekosistem hizmetlerinin sürdürüle- bilirliğinin sağlanması yatıyor. Bu çerçevede Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’nün kurulmasını olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyorum.

Havza bazında planlama esas alınmış durumda, izleme ve tahsis konularında birçok yeni çalışma yapılıyor. Ancak hala politika ve idari yapılanma, özellikle de havza bazında yönetim modeli anla- mında eksikliklerimiz var. Katılımcılık konusun- da da arzu edilen seviyede değiliz. Bu alanların iyileştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

ORSAM: Su yönetiminin yeni yapılanması içinde STK’lara verilen görevler yeterli midir?

Buket Bahar DIVRAK: Giderek artan su talebi- nin ve yanlış yönetim yaklaşımlarının doğurduğu sorunların çözümü için suyu kullanan ve yöne- ten tüm tarafların bir arada olduğu bir yönetim yaklaşımına olan ihtiyaç dünyada ve Türkiye’de neredeyse bütün paydaşlarca dile getiriliyor.

Paydaşları su kaynaklarının yönetimine ilişkin karar alma ve uygulama süreçlerine dâhil ede- rek görüşlerini almak, beklentilerini karşılamak bugünkü demokratik toplumların daha fazla ka- tılım, şeffaflık ve hesap verebilirlik yönündeki ta- leplerini karşılamakta son derece kritik. Çünkü mesele su olunca herkes birer paydaş ve söz hak- kı doğuyor. Ancak bu katılım sürecinin ne şekil- de ve hangi mekanizmalar aracılığı ile gerçekle- şeceği konusunda Türkiye’de uygulamaya yöne- lik somut adımlar atılmadı. Her ne kadar kamu ve kamu-dışı paydaşlar “katılımcılık” konusunda ilkesel düzeyde temel söylemlere sahip görünse de uygulamada katılımcılığın nasıl sağlanacağına dair bir fikir birliğinden söz edemiyoruz henüz.

ORSAM: Şu anda çalışmaları devam eden yeni Su Kanunu hakkında düşünceleriniz nedir?

Buket Bahar DIVRAK: Uzun yıllardır eksikliği dile getirilen bir Kanun’un hazırlanması önemli bir adım diye düşünüyoruz. Elbette eksik gör- düğümüz hususlar var ve bunları Su Yönetimi Genel Müdürlüğü’ne ilettik. Kanun şuanda ne aşamada ve ne zaman çıkacak bilemiyoruz an- cak yayınlanan ilk taslakta hem olumlu hem de yetersiz bulduğumuz kısımlar var. Kanun’un ge- nelinde suyun kullanılması ve tahsisinin yanı sıra korunmasına ilişkin düzenlemelerin yer alıyor olması önemli. Zira bugüne kadar ki geleneksel hidrolojik yaklaşımda suyun korunması ve sür- dürülebilir kullanımı göz ardı edildi ve bu yakla- şımın olumsuz sonuçları birçok alanda yaşandı.

Diğer taraftan, Kanun’un amaç maddesinde su- yun “tek merciden yönetiminin” hedeflendiği be- lirtilmiş olsa da, Kanun’un geri kalan maddele- rinde bu tek elden yönetimin sağlanamadığı gö- rülüyor, örtüşen ve çakışan yetkiler var. Kanun’da

“havza ölçeğinde su yönetimi” yaklaşımının vur-

(5)



gulanmış olmasını çok önemli ve pozitif değer- lendiriyoruz. Suyun idari veya siyasi sınırlardan bağımsız olarak kendi doğal akışıyla tanımladı- ğı havza ölçeğinde yönetilmesi, özellikle son 10 yıldır WWF-Türkiye’nin dile getirdiği konular- dan bir tanesi. Ancak, Kanun’da havza ölçeğin- de planlamanın esas olduğu belirtilmiş olsa da havza ölçeğinde yönetimden ve kararların alın- masından sorumlu bir birim tarif edilmemiş.

Yanı sıra, Havza Yönetim Planları’ndan bağımsız olarak Su Tahsis Planları adı altında bir plandan bahsedilmiş ve fakat bu planlar arasındaki uyum ve hiyerarşiye dair bir düzenleme getirilmemiş durumda. Kanun’da ayrıca Ulusal Su Planı’nın hazırlanacağı ifade edilmiş ve yine Havza Yöne- tim Planları ile nasıl bir uyum ve hiyerarşi içe- risinde olacağı netleştirilmemiştir. Dolayısıyla, Kanun’da tanımlanan farklı planlar arasındaki hiyerarşi ve uyum konusunda kanun tasarısında bir boşluk olduğu görülüyor. Kanun genelinde sağlıklı ve yeterli miktarda suya erişimin temel bir yaşam hakkı olmasına dair herhangi bir dü- zenleme bulunmuyor ve bu eksikliğin giderilme- si gerekiyor.

Kanun içerisinde birkaç ayrı bölümde katılımcı- lığa dair genel geçer ifadelere yer verildiği ancak paydaşların karar alma ve uygulama süreçlerine nasıl katılacağına dair somut düzenlemelerin yer almadığını görüyoruz. Gerek taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerde gerekse AB Su Çer- çeve Direktifi’nde paydaşların aktif katılımının sağlanması öncelikli konulardan bir tanesi. Bu konuda ciddi beklentilerimiz var.

ORSAM: Önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin su durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Buket Bahar DIVRAK: Su yönetiminin güç- lendirilmesi ve yeni araçlarla, katılımcı ve etkin bir yapının sağlanması beklentisi içerisindeyiz.

Kalite ve miktar açısından ciddi sorunlarla kar- şı karşıyayız ve talepler giderek artıyor. İklim değişikliğinin Akdeniz Havzası’nda bulunan ül- kemizi olumsuz etkileyeceğini biliyoruz. İklime koşullarına karşı hassas ve kırılgan bir coğrafya- dayız. Ekonomi büyüyor, kentler büyüyor, tüke- tim talepleri artıyor. 2012 yılı itibariyle 75 milyon nüfusumuz var ve bunun %77,2’si kentsel alanda yaşıyor. Plansız bir kentleşme olgusu maalesef hala bir gerçek. Su havzaları, orman alanları ve verimli tarım arazileri baskı altında. Havzalar arası su transferleri, aynı akarsu üzerinde onlar- ca hidroelektrik üretim tesisi, içme suyu havza- larını etkileyecek büyük yatırımlar gibi birçok sorunumuz var. Bütün bu fotoğrafı görüp bütün- cül politikaları geliştirmek durumundayız. Ve en önemlisi bu politikalarla uyumlu projeler ve uygulamalar hayata geçirilmeli. Tüm paydaşların katılımı da bu süreçte göz ardı edilmemesi gere- ken temel bir konu diye düşünüyorum.

ORSAM: Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

* Bu söyleşi ORSAM Su Araştırmaları Programı Uzmanı Dr. Tuğba Evrim Maden tarafından 20 Mayıs 2013 tarihinde Ankara’da gerçekleştiril- miştir.

O

Referanslar

Benzer Belgeler

Buket Uzuner’in romanlarında anlatının odağında yer alan Nilsu Baran, Afife Pirî, Ada Mercan, Beyaz Taylar, Belgin Gümüş ve Defne Kaman adlı altı kadın

Öykünün başından beri ikincil metin düzleminde okura sürekli hatırlatılan. ''mektup'' başkarakter on altıncı yaşına girdiğinde ortaya

looks at TFPG at the sectoral level (agriculture and non- agriculture). For the period 1980-2005, they find that it is TFPG in the non-agricultural sector that makes the

First, it allows the asymmetric cointegration relationship between the variables such as energy demand, foreign direct investment, and economic growth and carbon dioxide

teksesli: Sözlüğümüzdeki ikinci mecaz anlama uygun cümle şudur: “Ba- zıları, dünyanın tekdüze, insafsız ve teksesli bir gezegen olmasını kıl payı farkla, bu

Üniversiteden yeni mezun, çiçeği burnunda bir yönetici adayı olarak işe başladığım, Galatasaray Lisesinin yanı başındaki beş katlı binadan öğle aralarında

Ahmet Esendal ve Emine Sarıdal'ın ağabeyi, Tekin ve Neslihan Esen- dal'ın babası, Hüseyin ve Ömer Esendal'ın amcası, Dilek, Cem, Doğan ve Selen'in dedesi,

Neriman kendi dalında ön­ cülük etmiş, gerek solist olarak, koro şefi olarak, korist olarak, ge­ rekse repertuar öğretmeni olarak büyük aşama yapmış,