• Sonuç bulunamadı

COVID-19’UN TÜRKİYE’NİN İHRACATINA ETKİSİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "COVID-19’UN TÜRKİYE’NİN İHRACATINA ETKİSİ"

Copied!
166
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

COVID-19’UN

TÜRKİYE’NİN İHRACATINA ETKİSİ

Semra KARABAŞ

Dr. Metin PİŞKİN

(2)

COVID-

19’UN TÜRKİYE’NİN İHRACATINA

ETKİSİ

1

Semra KARABAŞ

Dr. Metin PİŞKİN

.

1Bu çalışma Semra Karabaş’ın İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde Dr. Metin

Pişkin’in danışmanlığında yürütülen “Covid-19’un Türkiye’nin İhracatına Etkisi” başlıklı yüksek lisans tezinden derlenmiştir.

(3)

transmitted in any form or by

any means, including photocopying, recording or other electronic or mechanical methods, without the prior written permission of the publisher, except in the case of brief quotations embodied in critical reviews and certain other non-commercial uses

permitted by copyright law. Institution of Economic Development and Social Researches Publications®

(The Licence Number of Publicator: 2014/31220) TURKEY TR: +90 342 606 06 75

USA: +1 631 685 0 853 E mail: iksadyayinevi@gmail.com

www.iksadyayinevi.com

It is responsibility of the author to abide by the publishing ethics rules. Iksad Publications – 2021©

ISBN:978-625-7562-44-7

Cover Design: İbrahim KAYA August / 2021 Ankara / Turkey Size = 16x24 cm

(4)

ÖN SÖZ

Covid-19 ilk olarak Çin’de ortaya çıktığında sadece Asya’da görülen bölgesel bir kriz olarak görüldü. Ancak içinde bulunduğumuz bu dönemde virüs global olarak ortak sorunumuz haline gelmiştir. Virüs epidemik olarak hızla yayılırken aynı zamanda ekonomik etkileri açısından da hızlı bir şekilde tüm dünyaya yayıldı. Virüsün en fazla etkili olduğu ilk 10 ülke aynı zamanda dünyanın en büyük 10 ekonomisi içerisindedir (İran ve Hindistan hariç). ABD, Çin, Japonya, Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın Dünya Gayri safi hasılasının %60’na denk geldiğini göz önünde bulundurduğumuzda yaşanan bu olayın ekonomik etkilerinin ne derece büyük olacağını göstermektedir. Dünya daha önce en son böyle bir ekonomik krizi Lehman kardeşlerin çöküşünde 2008’de yaşamıştı. 2008-09 global krizi 2008’in 3.çeyreği ile 2009’un 2.çeyreği arasında meydana gelmiş ve 1929 dünya bunalımından bu yana dünya ticaretinde benzeri görülmemiş düşüş görülmüştür. 2008-09 krizi ile bugün yaşanan kriz arasındaki en önemli fark o krizin büyük ölçüde talep yönlü bir kriz olmasıdır. 2008-09 krizinde dünya ticaretindeki yavaşlama dünya büyüme hızındaki düşüşten daha hızlı gerçekleşmiştir (Baldwin, 2009). 2008 krizinde gördüğümüz gibi insanlardaki “bekle-gör” psikolojisi dayanıklı mallardaki talebi dayanıksız mallara olan talebe göre daha hızlı düşürecektir. Dünyadaki tedarik zincirinde meydana gelen yavaşlama veya durma da eklendiğinde imalat sanayinin çok daha fazla etkilenmesi muhtemeldir.

(5)

Uluslararası ticaret hiç şüphesiz virüsün yayılma etkisiyle paralel olarak ekonomik etkilerin de yayılmasını hızlandıran mekanizmaların başında gelmektedir. Öte taraftan virüsten en fazla etkilenen ülkelerin globa tedarik zincirindeki önemli pozisyonları global ölçekte ticaret akımlarının önemli ölçüde düşmesine sebebiyet vermiştir. Çin gibi dünyanın önemli üretim sahası olan bir ülkenin Covid-19 salgını nedeniyle üretimin durması tedarik ve arz kısmında da diğer ülkelere iktisadi etkinin bulaşmasına sebebiyet vermiş ve üretimin diğer ülkelerde de durmasıyla kötü ekonomik tablo global bir boyut kazanmıştır. Yaşanan bu tedarik zincirindeki şokların bulaşıcılığı hiç şüphesiz Covid-19 salgınının en önemli ekonomik etkilerinden biridir. Bu kitapta içinde bulunduğumuz dönemde tüm dünyayı etkisi altına alan bu büyük sağlık krizinin ekonomik etkilerini Türkiye ihracatı bağlamında ele aldık. Pandeminin Türkiye’nin ihracatına rakamsal yansımalarının yanında bunun arka planında yaşanan pazar ve ürün odaklı değişimler de araştırılmıştır. İçinden geçtiğimiz zaman diliminde yaşadığımız sağlık krizinin tüm dünyada yaşanan ekonomik kriz haline gelmesiyle ülkemizin dış alemle olan ticaretinin ne yönde etkilendiğini ele alan kitabımızın literatüre kazandırılmasının önemli olacağı kanaatindeyiz. Covid-19 salgınının derinden hissedildiği günlerde bir yandan Tvnet televizyon kanalında ekonomi haberleriyle aktif olarak halkı bilgilendiren Semra Karabaş’ın bir yandan da danışmanlığımda yüksek lisans tezini bu alanda ortaya koyması takdire şayandır.

Dr. Metin Pişkin Temmuz 2021

(6)

İÇİNDEKİLER

ÖN SÖZ... i

İÇİNDEKİLER ... iii

GİRİŞ ... 1

BİRİNCİ BÖLÜM 1. Tarihte Görülen Salgın Hastalıklar ve Etkileri... 6

1.1.Salgın Hastalıkların Dünya Tarihindeki Yeri ... 6

1.2.Sıtmanın İktisadi ve Toplumsal Sonuçları... 8

1.3.Vebanın İktisadi ve Toplumsal Sonuçları... 14

1.4.Çiçek Hastalığının İktisadi ve Toplumsal Sonuçları ... 24

1.5.İspanyol Gribinin İktisadi ve Toplumsal Sonuçları ... 32

İKİNCİ BÖLÜM 2. Covıd-19 Salgını ve Salgının İktisadi Etkileri ... 36

2.1. Covid-19’un Dünyada Yayılma Süreci ... 36

2.2. Covid-19’un Dünya Ekonomisine Etkileri ... 41

2.2.1. Covid-19’un Finansal Piyasalara Etkisi ... 42

2.2.2. Covid-19’un Dünyada Makroekonomik Etkileri... 43

2.2.3. Covid-19’un Küresel Ticarete Etkisi ... 49

2.3. Covid-19’un Ekonomik Etkilerine Karşı Alınan Tedbirler ... 52

2.3.1. AB’nin Covid-19’a Karşı Aldığı Ekonomik Önlemler... 56

2.3.2. ABD’nin Covid-19’a Karşı Aldığı Ekonomik Önlemler .. 57

2.3.3. İngiltere’nin Aldığı Ekonomik Önlemler ... 58

2.3.4. Japonya’nın Aldığı Ekonomik Önlemler ... 58

(7)

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. Covid-19’un Türkiye Ekonomisine Etkisi ... 60

3.1. Türkiye’nin Ekonomik Büyüme Performansına Etkisi ... 60

3.2. Türkiye’nin İstihdamına Etkisi ... 62

3.3. Fiyat Gelişmelerine Etkisi ... 64

3.4. Türkiye Cumhuriyeti Merkezi Yönetim Bütçesine Etkisi ... 65

3.5. Covid-19’un Türkiye’nin Dış Ticaretine Yansıması. ... 66

3.6. Türkiye’nin Covid-19’un Ekonomik Etkilerine Karşı Aldığı Tedbirler ... 68

3.6.1. Ekonomi ve Maliye Alanında Alınan Tedbirler ... 70

3.6.2. Çalışma ve Toplum Hayatında Alınan Tedbirler ... 71

3.6.3. Sanayi ve Ticaret Alanında Alınan Tedbirler ... 72

3.6.4. Üretici ve tüketiciye Finansal destekler ... 73

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 4. Sektörlerin İhracatlarında Covıd-19 Etkisi ... 75

4.1. Covid-19’un Küresel Ticarete Etkisi ve Türkiye’nin İhracatı .. 75

4.2. Türkiye’nin Sektörel Bazda İhracat Rakamlarında Pandemi Etkisi ... 79

4.2.1. Tarım Sektörünün ihracatında Pandemi Etkisi ... 80

4.2.2. Ağaç ve Orman Ürünlerinde Pandemi Etkisi... 102

4.2.3. Sanayi Sektörünün İhracatında Pandemi Etkisi. ... 106

4.2.4. Otomotiv Endüstrisinde Pandemi Etkisi ... 129

4.2.5. Elektronik Ürünlerde Pandemi Etkisi ... 132

4.2.6. Makine ve Aksamları Sektöründe Pandemi Etkisi. ... 134

4.2.7. Demir ve Demir Dışı Metallerin İhracatında Pandemi Etkisi. ... 136

(8)

4.2.8. Çelik İhracatında Pandemi Etkisi ... 137

4.2.9. Çimento Cam Seramik ve Toprak Ürünlerinde Pandemi Etkisi ... 139

4.2.10. Mücevher Sektörünün İhracatında Pandemi Etkisi ... 141

4.2.11. Savunma ve Havacılık Sektöründe Pandemi Etkisi ... 143

4.2.12 İklimlendirme Sektörünün İhracatında Pandemi Etkisi .. 145

4.2.13. Madencilik Sektörünün İhracatında Pandemi Etkisi... 146

SONUÇ ... 148

(9)
(10)

GİRİŞ

Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan, sonrasında hızla tüm dünyaya yayılan Covid-19 salgını aynı zamanda iktisadi bir krize dönüşmüştür. Tüm dünyanın hazırlıksız yakalandığı bu kriz siyasal yönetimlerin de süreci yönetmesini zorlaştırmıştır. Zira dünya benzer bir salgın hastalıkla neredeyse bir yüzyıl önce karşı karşıya kalmıştır. Salgınla mücadelede kimi ülkeler tam kapanma uygularken kimi ülkeler sınırlı kapanma kimi ülkeler de “sürü bağışıklığı” yöntemini tercih etmiştir. Tam kapanma yöntemleriyle vaka sayılarını düşüren ülkeler sonrasında kısıtlamaları esnetmeleriyle birlikte yeniden vaka sayıları artışa geçmiştir. Salgınla mücadelede tüm dünyada bu sarmal aşıların bulunmasına kadar devam etmiştir. Tüm dünyada salgınla mücadelede en önemli silahın aşı olduğu çok net görülmüştür. Tam ve sınırlı kapanma yöntemleri tüm dünyada tarihte eşi benzerine az rastlanan hem arz hem de talep kaynaklı ekonomik sorunlara yol açmıştır. Tedarik zincirlerinde aksamalar yaşanmış, tüm dünyada üretimde büyük aksamaların yaşanmasına neden olmuş, ham madde bulmakta büyük sorunlar yaşanmıştır. Yaşanan bu problemler tüm dünyada tedarik zincirinde tek bir ülkeye bağımlı olmanın sorgulanmasına neden olmuştur. Ülkeler bağımlılıklarını azaltacakları yeni tedarik merkezi arayışlarına girmiştir. İşte bu noktada bahsi geçen ülkelerden biri de Türkiye’dir. Bu çalışmanın temel konusu tam da bu değişimdir. Tedarik zincirlerinde yaşanabilecek değişimden Türkiye’nin ihracatının nasıl etkileneceği bu çalışmanın temel konusudur. Çalışmamızda pandeminin Türkiye’nin ihracatına rakamsal yansımalarının yanında bunun arka planında yaşanan pazar ve ürün odaklı değişimler de

(11)

araştırılmıştır. Çin, imalat sanayiinde küresel üretimin %28’ini, ara malı ticaretinin ise yaklaşık %20’sini gerçekleştirmektedir. Salgın nedeniyle Çin’in önemli üretim merkezlerinde geniş çaplı karantinaların uygulanması, yeni yıl tatilinden sonra fabrikaların bir süre daha kapalı kalmasına neden olmuştur. Bu da tüm dünyada tedarik zincirlerinde aksamalara neden olmuştur. Zira bazı ülkelerin üretimlerindeki Çin’e olan bağımlılığı %80’lere ulaşmaktadır. Gelişmiş ülkelerin başta Çin olmak üzere Doğu Asya’daki üretim merkezlerini yakın coğrafyalara ya da kendi ülkelerine taşımalarına yol açması beklenmektedir. Türkiye’nin de bu noktada avantajlı ülkelerden biri olduğu belirtilmektedir. Türkiye sahip olduğu üretim altyapısı, coğrafi konumu, beşeri sermayesiyle güvenli tedarik merkezlerinden bir olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmanın ana konusu da bu beklentinin ne ölçüde gerçeğe dönüştüğüdür. Tedarik merkezlerinde yaşanması beklenen olası değişimin Türkiye için bir avantaja dönüşüm dönüşmediği araştırılacaktır. Türkiye’nin genel ve sektörel bazdaki ihracat rakamları tek başına ir yorum yapılması için yeterli olmayacaktır, o nedenle Türkiye’nin genel ve sektörel bazda hatta ürün bazınde Türkiye’nin küresel ihracattan aldığı pay, ve sıralama, sektörel bazda ihracat pazarlarındaki Türkiye’nin payı ve sıralaması, dünya ve pazar karşılaştırması yapılarak analiz edilecektir.

Araştırmamızda aşağıdaki sorulara yanıt aranmıştır:

1. Türkiye’nin genel ihracat rakamlarında pandemi etkisi ne olmuştur?

(12)

3.Sektörel olarak Türkiye’nin küresel ihracatta payınde değişim olmuş mudur?

4. Türkiye’nin sektörel olarak küresel rekabet gücünde değişim yaşanmış mıdır?

5. Çin’in küresel ihracattan aldığı toplam pay ve sektörel paylarda değişim yaşanmış mıdır?

Çalışmamızda karşılaştığımız temel sorunların başında pandeminin hala devam ediyor olması ve dış ticaret ile ilgili verilerin önemli bir kısmının geç açıklanıyor olması gelmektedir. Bu çalışmaya konu olan verilerin daha geniş zamanlı analiz edilmesi daha sağlıklı tespitler yapılmasın yardımcı olabilir.

Bu çalışmaya özgün değer katan en önemli husus, bu çalışmaya salgın döneminde başlanmış olması. Aşıların bulunmuş ve pek çok ülkede aşılama programının hızlı bir şekilde ilerlemesine rağmen, henüz toplumsal bağışıklık pek çok ülkede elde edilememiştir. Dünyada salgınla mücadele süreci devam etmektedir. Türkiye de bu sürece dahildir. Literatürde önemli bir yere sahip olacak Covid-19 salgınının etkilerini yaşandığı sırada incelenmesi bu araştırmayı en önemli kılan tarafı olmuştur. Salgınların ekonomik etkilerine dair yapılan çalışmalar daha çok makroekonomik etkiler üzerine yapılan çalışmalardır. Bu çalışmayı diğerlerinden ayıran en önemli özelliği ihracat özelinde gerçekleşen rakamlar üzerinde analiz yapılmış olmasıdır.

Pandemilerin ekonomik etkileriyle ilgili geçmişte yapılan çalışmalar Veba salgını üzerine yoğunlaşmaktadır. Veba salgınının etkileri sadece

(13)

ekonomik açıdan değil siyasi ve toplumsal açıdan da ele alınmıştır. Zira veba salgını tarihte toplumsal, siyasal ve ekonomik değişimlerin dönüm noktası niteliği taşımaktadır. Veba, Ortaçağ toplumunda yaşamı her yönden değiştirmiştir. Dönemin tüm iktisadi temellerinin dayandığı feodalizm yıkılmış, sanayi devrimi için kapı aralanmıştır. (Huberman, 2019; Nikiforuk, 2020; Pirenne 2018; Pamuk 2019; Diamond 2018; Sherman 2020)

Bu araştırmada Türkiye’nin ihracatında pandemi nedeniyle yaşanan değişim genelden özele inilerek, uluslararası sınıflama yöntemi olan HS (Harmonized System) kodları üzerinden karşılaştırma yapılarak incelenecektir. TÜİK, TİM ve Dünya Ticaret Örgütü ve yine DTÖ’nün sektörel ve ürün bazında verilerinin yer aldığı www.trademap.org üzerinden inceleme yapılacaktır. TİM ve Ticaret Bakanlığı verileri 3 ana sektör ve 3 alt sektör olmak üzere 26 sektörde açıklamaktadır. Ancak uluslararası değerlendirmeler 99 ana sektörde yapılmaktadır. Araştırmada uluslararası sınıflamada yer alan 99 ürün TİM’in ana sektörlerinin altında değerlendirilecektir. Bu inceleme yapılırken, ilgili ürün sınıflamasında toplam ihracat değer değişimi, pazar değişimi, Türkiye’nin pazarlarındaki değişim 2019-2020 verilerinin karşılaştırması yapılarak analiz edilecektir. Pandemi nedeniyle ilgili sektörde değişim yaşanıp yaşanmadığı sorusunun yanıtına ulaşmak için bazı sektörlerde inceleme daha fazla detaylandırılacaktır. Ana sektörde düdşüş yaşansa da Türkiye’nin ürün bazında avantaj elde edip etmediğine bakılacaktır. Bunun için Türkiye’nin dünya ve o ülkedeki sektörel bazda ihracat payı ve sıralaması 2019-2020 karşılaştırması yapılacaktır.

(14)

Çalışmanın ilk bölümünde tarihte yaşanan salgın hastalıkların iktisadi ve toplumsal sonuçları incelenecektir. İkinci bölümde yaşanan Covid-19 salgınının dünya ekonomisine ve üçüncü bölümde ise Türkiye ekonomisine etkileri incelenecektir. Son bölümde ise Türkiye’nin ihracatında pandemi dönemi boyunca yaşanan değişimler genel ve sektörel bazda ihracat verileri, dünya ihracatında Türkiye’nin aldığı paydaki değişimler analiz edilecektir.

(15)

BİRİNCİ BÖLÜM

TARİHTE GÖRÜLEN SALGIN HASTALIKLAR VE ETKİLERİ

1.1. Salgın Hastalıkların Dünya Tarihindeki yeri

“Eski savaşların galipleri her zaman en iyi komutanlara ve silahlara sahip olan ordular değil, çoğu kez yalnızca düşmanlarına bulaştıracak en berbat mikropları taşıyanlardı.” (Diamond, 2018: 229)

Jared Diamond’a ait bu sözler salgın hastalıkların tarihi değiştirme konusunda ne denli güçlü olduğunu ortaya koymaktadır. Tarihte görülen pek çok salgın hastalık, binlerce hatta milyonlarca insanın ölümüne neden olmuş, bunun sonucunda ortaya çıkan etkileri sadece sağlık boyutunda kalmamış, siyasi, demografik ve ekonomik alanda da dönüştürücü olmuştur.

Eski Çağ’dan günümüze kadar farklı karakterde çok sayıda hastalık yaşanmıştır. Çiçek, veba, sıtma, kolera, sarı humma, verem, tifüs ve frengi gibi hastalıklar büyük kitlesel ölümlere neden olmuştur. Bu hastalıklar farklı tarihlerde farklı adlarla kendini tüm dünyaya hatırlatmaktan geri kalmamıştır. Ve bu hatırlatma dönemlerinde de o dönemin tıp ve iktisadi koşullarına göre farklı oranlarda ölümlere yol açmıştır.

Salgın hastalıkların geçmişine bakıldığında, hastalıkların ortaya çıkmasına neden olan en önemli unsurun yerleşik hayata geçiş olduğu rahatça görülmektedir. Zira yerleşik hayata geçiş insanlara sağladığı konforun yanında pek çok sorunu da beraberinde getirmiştir.

(16)

Hastalıklara neden olan virüs ve bakteriler hayatta kalabilmek için kalabalığa ihtiyaç duyarlar ve aynı zamanda çoğalabilmek için de. Yerleşik hayata geçmeden önce insanoğlunun avcılık ve toplayıcılıkla yaşamlarını sürdürmeleri, hastalıkların da yerleşik hayata geçmesindeki en önemli engel olmuştur. İnsanoğlunun yerleşik hayata geçmesiyle, besinler saklanmış, en önemlisi de çöpler birikmiştir. Biriken çöpler sivrisineklere ve tüm haşaratlara yaşam alanı yaratmıştır.

Tarih boyunca insanoğlunun yaşadığı salgın hastalıklarla ilgili zengin bir literatür bulunmaktadır. Yaşanan hastalıkların tüm uygarlıkları nasıl etkilediği kayıtlara geçmiştir. Hastalıklar nedeniyle bazı medeniyetler nasıl güç kaybedip tarihin tozlu sayfalarında yerini almışsa, bazıları da bir o kadar güçlenerek yoluna devam etmiştir. İnsanoğlunun son yaşadığı ve hala yaşamaya devam ettiği Covid-19 ile de salgın hastalıkların ülkelerin ve medeniyetlerin geleceklerini etkilemekte ne derece güçlü olduğunu da görmekteyiz. Tarih kitaplarında insanoğlunun karşılaştığı salgın hastalıkların sayısı çok fazladır. Ancak bu çalışmada en çok bilinen ve tarihte etkileri bakımından en güçlü olanlarına yer verilecektir. Bu hastalıklar da sıtma, veba, çiçek hastalığı, İspanyol gribi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunların dışında bir de genetik olarak miras bırakılan hastalıklar var ki, onlar da güçlü liderlik özelliklerine sahip olmasına rağmen miras kalan kötü genleri nedeniyle liderlik koltuğuna oturamamış ve sahip olduğu uygarlığın yıkılmasına dahi neden olan hastalıklardır. Ancak çalışmamızda sadece salgın hastalıklara ve bu hastalıkların etkilerine yer verilecektir.

(17)

1.2. Sıtmanın İktisadi ve Toplumsal Sonuçları

Sıtma bir tropikal hastalıktır. Ve bu hastalıklar içerisinde en önemlisidir. Bunun yanında ılıman iklimlerde de görülmektedir. Zira hala Afrika kıtasında etkisini sürdürmektedir. Hala bölgedeki yerlilerin ve bölgeye giden aşı olmamış yabancıların da ölümlerine neden olmaktadır. Bu ölümler daha çok yağışın daha çok olduğu ve rakımın da alçak olduğu bölgelerde yaşanmaktadır, zira bu bölgelerde bulaşma riski fazladır. Bu bölgenin iklim ve coğrafik özelliklerinin yanında ölümlerin yüksek olmasına neden olan başka bir unsur da yetersiz beslenmedir. Tüm hastalıklarda olduğu gibi sıtmada da ölümleri artıran en önemli unsur kıtlık ve yetersiz beslenmedir.

Literatürde sıtma hastalığı şöyle tanımlanmaktadır; “parazit taşıyan dişi anofel sivrisineklerinin beslenmeleri esnasında insana inoküle ettikleri “Plasmodium” cinsi parazitlerin eritrositleri enfekte etmesiyle gelişen bir enfeksiyon hastalığı”. Belirtileri diğer salgın hastalıklarda olduğu gibi başağrısı, halsizlik, kas ve eklem ağrıları. Erken teşhis de yine pek çok hastalıkta olduğu gibi sıtma için de son derece önemlidir. Sıtma daha çok hamile kadınları ve çocukları etkilemektedir.

Sıtma hastalığı, sağlık sisteminin gelişmesiyle günümüzde gücünü kaybetmiş olsa da hala can almaya devam etmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün sıtma hastalığı ile ilgili yayınladığı son rapora göre 2000 ve 2014 yılları arasında sıtmaya bağlı ölümler dünya çapında %40 azalarak 743.000’den 446.000’e gerilemiştir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sıtma hastalığının ilerlemesinin son yıllarda durma noktasına geldiğini belirtmiştir. DSÖ (2020)’a göre, 2014-2018 döneminde yeni

(18)

enfeksiyonların azaltılmasında küresel bir kazanım olmamıştır. 2018’de sıtma kaynaklı ölümlerde bir önceki yıla göre büyük bir düşüş görülmemiştir. 2017 yılında 416.000 olan ölüm sayısı 2018 yılında sadece 405.000’e geriledi. Covid-19 kaynaklı ölümlerde yaş ortalaması 65 yaş üstüyken, sıtma kaynaklı ölümlerin %67’si (272.000) 5 yaşın altındaki çocuklarda görülmektedir. Diğer bir riskli grup da hamile kadınlardır.

DSÖ (2020)’a göre Afrika Bölgesi, 2018’deki tüm sıtma ölümlerinin %94’ünü oluşturmuştur. Bu bölge, 2018’de en fazla sıtma ölümüne ev sahipliği yaptığını ortaya koymaktadır. 2018’deki küresel sıtma ölümlerinin yaklaşık %85’i Afrika Bölgesi ve Hindistan’da 20 ülkede yoğunlaşmaktadır. Nijerya tüm küresel sıtma ölümlerinin yaklaşık %24’ünü oluşturmuştur. Bunu Kongo Demokratik Cumhuriyeti (%11), Tanzanya Birleşik Cumhuriyeti (%5) ve Angola, Mozambik ve Nijer (her biri %4) izledi.

DSÖ (2020)’a göre; sıtma hastalığı için yapılan yatırımlar ve araştırmalara bakıldığında; 2018’de, sıtma endemik ülkeleri ve uluslararası ortakların hükümetleri tarafından küresel olarak sıtma kontrol ve eliminasyon çabalarına tahmini 2,7 milyar dolar yatırım yapıldı. 2018’deki yatırımların dörtte üçü Afrika kıtasında yapıldı. Kaynaklarda sıtmanın çok eski bir hastalık olduğu belirtilmektedir. MÖ 1500 yıllarına dayanan Ebers Papirüsü, Asurbanipal’in kütüphanesinde kil tabletleri, Çin tıbbi metni Nei Jing’deki kayıtlarda hastalığa dair belgeler yer almaktadır. Sıtma’nın Avrupa’ya, Nil Vadisi yoluyla Afrika’dan ya da Avrupalıların Küçük Asya halklarıyla yakın teması

(19)

sonucu Anadolu’dan gelmiş olabileceği belirtilmektedir. Yine Yunan hekim Hippokrates’in “Salgın Hastalıklar” adlı eserinde de sıtma hastalığının çeşitlerinden bahsedilmektedir (Sherman, 2020: 186). Sıtma hastalığının ortaya çıkmasında Afrikalıların patates ve nişasta yetiştirmek için yağmur ormanlarını yok etmesine de bağlanmaktadır. Zira kesilen ağaçlar yerine oluşan bataklıklar sivrisineklere eşsiz bir yaşam alanı oluşturmuştur. Öte yandan Afrika dışındaki Amerika ve Avrupa kıtalarına da hastalığın köleler vasıtasıyla taşındığı bilinmektedir (Yıldız, 2014).

Sıtma tarihteki uygarlıkların gelişip güçlenmesinde ya da yokolup son bulmasında çok önemli bir güce sahipti. Sıtma, bazı Amerikan kolonilerinin büyümesindeki en önemli sosyal ve ekonomik engel olmuştur. “Her yıl beyazlardan oluşan birliklerin yarısının, siyahi

birliklerinse beşte dördünün sıtmaya yakalandığı hesaplanmıştır. Sıtma 1. dünya savaşı’na katılan İngiliz ve Fransızlar arasında ve yine 2. Dünya Savaşı’nda salgınlara neden olmuştur.” (Sherman, 2020: 186)

Sıtma tarihte güçlü liderlerin de hayatını kaybetmesine neden olmuş bir hastalıktır. Yunanların en güçlülerinden biri olan Büyük İskender de bu sinsi hastalık nedeniyle hayatını kaybetmiştir. “Otuz üç yaşındayken

orduları Pers ülkesini, Suriye’yi Fenike’yi, Arabistan’ı ve Mısır’ı fethetti, ama kendisi Babil şehrinde sıtmayı yenemedi. Sadık ve savaşçı Makedonyalılar, son kez vedalaşmak için çadırına girdiklerinde ateşler içinde, terden sırılsıklam, yarı ölü buldular.” (Nikiforuk, 2020: 38).

Sıtma hastalığının ilerlemesinde büyük savaşların da payı olmuştur. Sulama kanallarını ve su yollarını ellerinde bulunduran köylülerin

(20)

savaşa gitmesi nedeniyle sulama duruyor bu da sivrisineklerin durgun sularda üremesine neden olmuştur. sivrisineklerin artmasıyla da beraberinde sıtma salgınına sebep olmaktaydı. Bunun ilk örneği 1. Yüzyılda Roma İmparatorluğu’nda meydana geldiği belirtilmektedir. Köylülerin su kanallarını tahliye etmemesi nedeniyle, kanallar durgun su havuzlarına dönüştü, ardından da tarihin ilk ve en korkunç sıtma hastalığı yaşanmıştır (A.g.e.:39).

Tarih boyunca yaşanan salgın hastalıklardan Anadolu da nasibini fazlasıyla almıştır. Kıtalar arası geçiş noktası olması, en önemli ticaret yollarının Anadolu’dan geçmesi nedeniyle bulaşıcı hastalıklar tarihin her döneminde Anadolu’yu mesken tutmuştur. Özellikle de 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu pek çok salgın hastalıkla mücadele etmeye çalışmıştır.

Anadolu’daki eski medeniyetlerin çöküşünde sıtmanın önemli bir rolü olduğu bilinmektedir. Kurtuluş Savaşı ve izleyen yıllarda, en yaygın olan hastalıkların başında sıtma gelmektedir. Bu yıllarda, sıtma öylesine yaygındır ki; Anadolu’daki insanlar, bu hastalık nedeniyle, tarladaki ekinlerini hasat edememiş ve ekinler tarlada kalmıştır. Daha sonra, sıtmaya önem ve öncelik verilmesi ile, hastalığın sayısı kontrol altına alınarak, yıllık iki ile dört bin arasında değişen sayıda hasta görülür hale gelmiştir.

Sıtma hastalığı tarihte Anadolu’da da etkisini göstermiş bir salgın hastalıktır. Anadolu’da medeniyetlerin yıkılmasında da sıtmanın rolü o payı çok fazladır. Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonraki yıllarda, Anadolu’da en yaygın olan hastalıkların başında sıtma geldiği

(21)

bilinmektedir. O dönemde sıtma hastalığı tarım sektörünü çok fazla etkilemişti. Sıtma hastalığına yakalanan çiftçiler, ekinlerini hasat edemediği ve bu nedenle ekinlerin tarlada kaldığı belirtilmektedir. Sonraki yıllarda ise hastalığa gereken önem verilmiş ve büyük oranda control altına alınmıştır. Ancak bazı dönemlerde bu mücadelenin hafiflemesiyle yeniden salgın nüksetmiş ve mücadele yine sıkılaştırılmıştır. Günümüzde ise Türkiye’de vaka oranları oldukça düşük seyretmektedir (Akdur, 2001: 1).

Osmanlı arşiv kayıtlarında, “sıtma illeti”, “maraz-ı sıtma” şeklinde geçen sıtma hastalığı, Osmanlı Devleti’nde 18. yüzyıldan itibaren bilinen bir hastalıktır (Yıldız, 2014: 26).

Tarih kitaplarında sıklıkla Yeni dünya olarak adlandırılan Amerika kıtasının keşfinde etkili olan hastalıklardan biriydi sıtma. Sıtma hastalığı Yeni Dünya’ya Afrika Kıtası’ndan köle gemileriyle gelmiştir. Keşfin ardından Avrupalıların yaydığı çiçek hastalığı nedeniyle Amerika’nın yerlileri yok olmuştur. Keşfettikleri kıtada ağır bir işgücü kaybına uğrayan Avrupalılar, sömürdükleri diğer bir kıta olan Afrika’dan gemilerle Amerika kıtasına köle taşımışlardır. Afrikalı köleler de sıtma hastalığını böylece yeni bir kıtaya aktarmıştır. Hiçbir salgın hastalığa karşı bağışıklığı olmayan Amerika kıtasının yerlilerini büyük bir yıkıma uğratan çiçek hastalığından sonra diğer bir hastalık da sıtmadır. Gemiler, yanaştığı kıyılarda ve alçak bölgelerde yaşayan yerlileri yok etmiştir. Sıtmadan yerliler kadar Yeni Dünya’yı istila eden Avrupalı sömürücüler de nasibini almıştır. Kıtaya yeni ayak basan Afrikalı köleler ise hastalığa karşı daha dayanıklıydı. Avrupalı beyaz

(22)

sömürücüler ise kölelerin bu dayanıklılığını aşağı bir durum olarak yorumladı. Dışarıdaki işler için kendilerinden çok kölelerin buna daha uygun olduğunu düşünmüşlerdir. Bu fikirle yola çıkıp Avrupalı sömürücüler kölelere daha acımasız davranmıştır. (Nikiforuk, 2020: 42) Avrupalı beyaz sömürücüler her ne kadar dışarıdaki işlerde köleleri çalıştırsalar da tamamıyla sıtma hastalığından kendilerini koruyamamışlardır. 17. ve 18. yy’da Avrupalı beyaz sömürücülerin neredeyse %40’ı sıtmaya yenik düşmüştür.

Sıtma hastalığı, sömürgeci ülkelerin Afrika kıtasında yaptıkları tahribatın en büyük eseridir. Sömürgeci ülkeler, ağaçları kesmiş, maden ocaklarını açmış ve geniş çukurlar bırakmış, bu çukurların içi daha sonra suyla dolmuş, ve sivrisineklere harika bir yuva olmuştur.

Salgın hastalıklar tarih boyunca orduları ve savaşların seyrini de etkilemiştir. Sıtmanın İskender’in seferlerinde ve Haçlı Savaşlarında etkili olduğu belirtilmektedir. Haçlı Savaşlarında Arapların zaferinde sıtmanın da etkili olduğu söylenmektedir. Savaşların sonucunun hangi tarafın bağışıklık sisteminin daha güçlü olduğuna bağlı olduğu belirtilmektedir. (Nikiforuk, 2001: 30).

Sıtma Hastalığı tarihi değiştiren en önemli hastalıkların başında gelmektedir. Pek çok kaynakta Afrika kıtasının fakir kalmasının temel nedeni olarak sıtma hastalığı görülmektedir. Sıtma hastalığının nasıl doğduğu, nereden doğduğu ve Afrika kıtasını kendine nasıl yurt edindiğine dair farklı görüşler olsa da tüm kaynakların birleştiği temel unsur sıtmanın Afrika’yı fakirleştiğidir. Hatta Güney Afrika’nın diğer bölgelerden daha zengin olmasının nedeni bu bölgede sıtmanın

(23)

görülmemesidir. Bu nedenle de Avrupalı yayılmacılar daha çok Güney Afrika’ya yerleştiği belirtilmektedir (Acemoğlu ve Robinson, 2012: 257). Batı Afrika ise sıtma ve sarıhumma nedeniyle “beyaz adamın mezarı” olarak adlandırılmıştır. Avrupalı yayılmacılar Afrika kıtasında sömürü odaklı kurumlar kurmuşladıır. Bu da Afrika’nın ekonomik olarak ilerlemesine engel olan kurumsal yapılara neden olmuştur (Acemoğlu ve Johnson, Robinson, 2001).

Sıtma hastalığının Avrupa’da uzun uğraşlar sonrasında ancak 18. yüzyılda gerilemeye başladığı bilinmektedir. Hastalığın gerilemesinde bataklıkların kurutulması ve hayvancılığın gelişmesi etkili olmuştur. Öte yandan mimaride yaşanan değişimler ki bunda en önemli unsur iyi havalandırılmış evlerin inşaası gelmektedir, sıtma hastalığının Avrupa’da gücünü kaybetmesinde etkili olmuştur.

1.3. Vebanın İktisadi ve Toplumsal Sonuçları

Veba salgını insanlık tarihi boyunca en fazla can kaybına neden olan salgın hastalık olarak tarih kitaplarına kendini kalın harflerle yazdırmıştır. Veba salgını tarihte yaşanılmış bir çok savaştan daha fazla can kaybına neden olmuş bir hastalık olarak anılmaktadır. Dünyada 541, 1347, 1894 yıllarında kaydedilmiş 3 veba salgını yaşanmıştır. Veba 14. yy’da sadece Avrupa’da 50 milyondan fazla ölüme neden olmuştur. Başka bir ifadeyle o dönemde Avrupa nüfusunun üçte birinin veba nedeniyle yok olduğu belirtilmektedir. Veba okyanusya dışındaki tüm kıtalarda görülmüştür, ancak 1990’lardan bu yana en çok vaka Afrika’da meydana gelmiştir. Şu anda Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Madagaskar ve Peru en endemik üç ülke olarak belirtilmektedir.

(24)

En büyük veba salgını “Kara Ölüm” olarak da anılan 1347-1352 tarihleri arasında yaşanan, ve 14. yy’a damgasını vuran doğudan yayıldığı ileri sürülen veba salgınıdır. Hastalık nedeniyle ortaya çıkan yaralar hızla siyaha dönüştüğü için toplumda “Kara Ölüm” olarak anılmıştır. İlk belirtileri kasık ve koltukaltında kimisi yumurta biçimli kimisi de yaklaşık bir elma büyüklüğündeki şişliklerdi. Daha sonra ise hastalığın belirtileri değişti, pek çok insan kollarında, kalçalarında ve vücutlarının başka bölümlerinde koyu lekeler ve çürükler bulmaya başladı. Tıp dünyasının ilaçları ve tavsiyeleri de fayda etmiyordu. Ve ölüm bu belirtilerin görülmesinden 3 gün sonra meydana geliyordu. Salgına “Yersinia Pestis” adı verilen bir bakterinin yol açtığı belirtilmektedir. Salgına yol açtığı belirtilen “Yersinia Pestis” adlı bakteri adını kendisini keşfeden Alexandre Yersin’den almaktadır. Hastalığın ilk ortaya çıkışı 14. Yy’a dayanmaktadır. Ancak hastalığın nedeni ve tam olarak nereden yayıldığı ancak 500 yıl sonra anlaşılmıştır. Bu alanda bilimsel çalışmalar yürüten Pasteur, Fransız kolonisinde sıhhiye hizmetleri sınıfının İsviçre doğumlu üyesi Alxanxdre Yersin’ı, veba mikrobunu izole etmek üzere görevlendirmiştir. Yersin sonunda yaptığı bilimsel araştırmalar sonucunda hastalığa neden olan mikrobu keşfetmiş ancak, sıçanlardan insanlara nasıl bulaştığını bulamamıştır. Mikroba bu nedenle onun ismi verilmiştir. Pasteur tarafından görevlendirilen Paul-Luis Simond insanlara nasıl bulaştığını bulmuştur. Sıçanlardan insanlara ve sağlıklı insanlara pire yoluyla bulaştığı tespit edilmiştir.

Hastalığın 1345-46 yıllarında Çin’den Avrupa’ya ticaret yollarıyla yayıldığı belirtilmektedir.

(25)

“Sıçanların üstünde yaşayan pirelerin taşıdığı veba, Asya’nın büyük ticaret arteri İpek Yolu boyunca seyahat eden tacirler tarafından Çin’den getirilmişti. Cenevizli tacirler sayesinde, sıçanlar kısa sürede pireleri ve vebayı Tana’dan tüm Akdeniz’e yaymaya başlamıştı.”

(Acemoğlu ve Robinson, 2003: 95)

Veba ticaret yolları sayesinde tüm Akdeniz’e yayılmış, gittiği her yerde nüfusun yarısının yok olmasına neden olmuştur. Bu gelişme ticaretin salgın hastalıkların yayılmasındaki en önemli unsurlardan bir olduğunu açıkça göstermektedir.

Veba Avrupa’ya ulaştığında Avrupa halkı büyük bir kıtlıkla mücadele ediyordu. Salgın öncesinde Avrupa’da yoğun nüfus artışı yaşanmış, bunun sonucunda da kıtlık dönemine girilmiştir. Büyük veba salgınının kıtlık döneminin hemen arkasından gelmesi nedeniyle Avrupa’nın bu durumla mücalesi çok zorlaşmıştır. “1315’ten 1317’ye kadar Avrupa’nın tümünü viraneye çeviren korkunç kıtlık, öncekilerin hepsinden daha çok yıkıma yol açmıştır. 1316 yılının mayıs ayı başından ekim ayı ortalarına kadar kent yönetimi 2794 cesedin gömülmesi için emir vermiştir.” (Pirenne, 2018: 216)

Hastalık Avrupa’da ilk olarak yoksul ve bakıma muhtaç insanlarda görülmüş, salgının toplumda daha fazla yayılmasıyla üst tabakanın da salgından etkilenmesi kaçınılmaz hale gelmiştir. Tarihin akışında önemli yere sahip isimler de vebaya yakalnmış ve yaşamlarını yitirmişlerdir. Buna örnek vermek gerekise; Aragon Kralı 4. Pedro ve eşi Leanor, İngiltere Kralı 3. Edward’ın kızı Jon’dur.

(26)

Salgın hastalıkların ekonomik sonuçlarına bakıldığında en güçlü salgın hastalığın veba olduğu rahatça söylenebilir. Zira veba, feodalizmin çökmesine neden olmuş, sanayi devriminin kapısını aralamıştır. Bundaki en önemli unsur da nüfusta yaşanan değişimdir. Salgın çoğunlukla işçi kesmini etkisi altına almış, işçi kesiminde yaşanan ölümler, işgücünün azalmasına neden olmuştur. Işgücünün azalması da işçi maliyetlerinin artmasına ve bu nedenle sanayide makineleşmenin hızlanmasına yol açmıştır.

“Şehirlerdeki işgücünün azalması, işçilerin elini güçlendirdi ve böylece daha yüksek ücret isteyebilmelerini sağladı. Sonuç olarak, yaşam standardı yükseldi.” (Sherman, 2020 : 96)

Vebanın yol açtığı emek kıtlığı, feodal yapının temellerinin sarsılmasına neden olmuştur. Bunun farkında olan köylülerin kendilerine olan özgüveni artmış, cesaretlenip daha fazla talepkar olmuşlardır. Köylüler artık baş kaldırmaya başlamışlardı ve bu giderek de yayılıyordu. daha fazla hak talep ediyor, ücretlerini istedikleri gibi yükseltiyorlardı, anlaşmalarını kendi çıkarları doğrultusunda yeniliyorlardı. Ve bunun önü alınamıyordu, artık köylüler daha güçlüydü (Acemoğlu ve Robinson, 2003: 95).

Veba salgını Avrupa nüfusunun büyük oranda azalmasına neden olmuştu. bazı kaynaklarda üçte biri, bazı kaynaklarda yarısının yaşamını yitirdiği belirtilmektedir. Ancak ölüm oranları Avrupa’nın doğusu ile batısı arasında farklılık gösteriyordu. 1348-1351 yılları arasında Avrupa nüfusunun veba nedeniyle %31’inin yol olduğu belirtilmektedir. Ancak Doğu Avrupa’da ölüm oranı %15’te kalmıştır.

(27)

Bunun en önemli nedeni olarak da nüfus yoğunluğunun bu bölgede daha az olması ve vebanın daha az insanla karşılaşması olarak gösterilmektedir (Nikiforuk, 2020: 68).

Vebanın yol açtığı toplu ölümler emek kıtlığına yol açmıştı. İşgücünün azalması işçi ücretlerini artırmış, artık işçiler ücretlerini kendileri belirler duruma gelmişti. Ücretlerini artırmakla kalmamış, çalışma saatlerini de azaltmışlardı. Bazı bölgelerde işçiler haftada sadece 2 gün çalışarak rahatça geçinebiliyorlardı. İşçilerin özgüvenlerindeki bu artışta hiç şüphesiz toprak sahiplerinin de payı yüksekti. “Korkuya kapılan toprak sahipleri, düzeni biraz olsun korumak için ücretleri iki katına çıkardılar, topraklarını böldüler ve daha önce ömür boyu emeğine sahip olduklarını düşündükleri insanlara kiraladılar.” (A.g.e.: 78) Böylece köylüler ekonomik özgürlüklerine kavuşmuştu. Bu da 20. Yy’daki dönüşümün fitilini ateşlemişti.

Veba, sömürücü kurumların oluşumunda ve güçlenmesinde önemli bir yere sahip olmuştur. Farklı toplumlarda farklı etkileri ortaya çıkmıştır. Örneğin İngiltere’de sömürücü kurumlar döngüsünden kurtulup daha kapsayıcı kurumlar ortaya çıkmasının önünü açmış, Doğu Avrupa’da ise ikinci serflik döneminde olduğu gibi sömürücü kurumların oluşumu azdırılmıştır (Acemoğlu ve Robinson, 2003: 98).

Ortaçağ ekonomisi ağırlıklı olarak tarıma dayalıydı. Tarım ve hayvancılığın insan gücüne dayalı olması, demografik değişimlerden ekonominin de büyük oranda etkilenmesine neden oluyordu. Hastalık, doğal afetler ve salgın hastalıklar nedeniyle nüfusta yaşanan düşüşler, iktisadi yaşamda da aksaklıklara neden olmaktaydı. Üretimde yaşanan

(28)

aksaklıklar fiyatların da yükselmesine neden oluyor, beraberinde de enflasyon sorununu getiriyordu. Geç ortaçağ döneminde Avrupa’da da bu sorun yaşanmıştır. Veba nedeniyle Avrupa’da nüfusun üçte birinin ölmesi, işçi ihtiyacı sorununu gündeme getirmiştir. İngiltere’de yoksulların ölümleri şiddetli iş gücü sıkıntısına yol açmıştı.

İşçi sınıfında yaşanan kayıplar, 14. ve 15 yy’da Avrupa’da tarım işçilerinin yüksek ücretler talep etmesine yol açmıştır. Bu dönemlerde en vasıfsız işçiler bile tüm zamanların en yüksek maaşlarını almaktaydı. Ayrıca şehirler ve kırsal alanlar arasında ve toprak sahipleri arasında iş gücü pazarı için gerçek bir rekabet vardı.

Feodalizmin etkisinden kurtulan emek gücü artık ücret pazarlığına cesurca girişebiliyordu. Bu süreçte, şehirler daha fazla büyümüş, fiziki para kullanımı ve dolaşımı artmış, beraberinde yeni meslekler ortaya çıkmış, lonca örgütlenmeleri yaygınlaşmıştır (Özden ve Özmat, 2014). Veba küresel ticarette taşımacılık kurallarını da büyük ölçüde değişmesine neden olmuştur. Gemilerde “quaranti giorni” (kırk gün) boyunca alıkonması geleneği kısa sürede Avrupa denizciliğinin standart uygulamaları arasında yerini aldı. Nüfusun azalması, Avrupalı tüccarları başka pazar ve müşteriler aramaya yöneltti. Kısıtlanan ve yasaklanan insan ve mal hareketleri ticarete yeni mecralar açtı (A.g.e. :71).

Veba salgını, küresel ticarette de değişimlere neden olmuştur. Bu dönemde açık denizlerde yapılan taşımacılıkta ölçek ekonomisi benimsenmiştir. Daha büyük gemiler daha az mürettebatla uzun süreler denizde kalabiliyorlardı. Bu durum gemilerin de daha güçlü, daha

(29)

donanımlı yapılmasına yol açtı. Hatta bu dönemde gemilerin teminat altına alınmasıyla deniz sigortacılığı gelişmiştir. Böylece teknolojik yatırımlar daha büyük önem kazandı (Sherman, 2020: 103).

Veba salgınının bölgede askeri etkileri de olmuştur. Hastalığın ordu içinde görülmesi, orduların manevra kabiliyetini azaltan en önemli unsurlardan biriydi. Dolayısıyla askeri başarıyı büyük oranda etkilemiştir. Öte yandan salgın hastalığın görüldüğü bir şehir ya da ülkenin askeri saldırı sonrası düşmesi de kolaylaşmıştır (Özdemir, 2005: 104).

Azalan nüfus ve yaşanan ekonomik sorunlar, Avrupalı tüccarların müşteri sıkıntısı yaşamasına neden olmuştu. İngiliz, Hollandalı ve İspanyol tüccarlar ürünlerini satabilmek için uzak ülkelere açılmaya karar verdiler. Gözlerini Afrika, Asya Ve Yeni Dünya’ya diktiler. Gönülsüzce bu arsızlığa göz yuman yerliler de farkında olmadan emperyalizmin tohumlarının ekilmesine katkı sağladılar.

Veba salgını gelir dağılımındaki adaletsizliği bir kez daha gözler önüne serdi. Veba salgının bir kaç yıl içinde yoksul kesimi zenginlerden daha fazla tercih ettiği görüldü. Zengin kesim lüks villalarına sığınırken yoksullar ise kalabalık hastanelerde tedavi görmeye çalışıyordu.

“Farelerin kaynadığı toprak evlerde yaşayan yoksullar, vebanın düzenli saldırılarından kaçacak maddi güce de sahip değildi. Salgınlar birbiri ardına geldikçe, dikkatli Avrupalılar Kara Ölüm’ü dilencilerin hastalığı ya da yoksulların vebası diye adlandırmaya başladı.” (Nikiforuk, 2020:

(30)

“Tarihte mikropların oynadığı rolü gösteren en korkunç örnek, Kolomb’un 1492 yolculuğuyla başlayan Amerika kıtalarının Avrupalılarca fethiyle ilgilidir. İspanyol fatihlerinin kurbanı olan Amerikan yerlilerinin sayısı kabarıktı ama İspanyolların öldürücü mikroplarından ölenlerin sayısı çok daha kabarıktı.” (Diamond, 2018:

229)

Vebanın Türk toplumundaki etkilerine bakılacak olursak; 16. Yüzyılda başlayan iktisadi, mali ve toplumsal bunalım yer yer ayaklanmaların da zeminini hazırlamıştı. 16. Yüzyılda başlayan bu ayaklanmalar 17. Yüzyıla da taşınmıştı. Bu dönemde merkezi devlet, hem taşrada hem de kentlerde gücünü kaybetmeye başlamıştı. Uzun ve yorucu savaşlar mali bunalımları beraberinde getirmişti, yaşanan mali sorunlar askeri sistemde de dengelerin değişmesine neden olmuştu. Osmanlıda başlayan bu güç değişimini salgın hastalıklar da tetiklemişti.

“İstanbul’un iaşesinde sık sık karşılaşılan güçlükler, kıtlıklar ve

darlıklar, zaman zaman baş gösteren tifo, kolera ve veba gibi salgın hastalıklar, başkentteki siyasal ve toplumsal bunalımları daha da ağırlaştırıyordu.” (Pamuk, 2019: 141)

Vebanın milyonlarca ölüme yol açtığı ülkelerin ekonomileri salgından sonra büyük bir hızla büyümüş ve bugün dünyanın en zengin ülkeleri haline gelmişlerdir. Veba çoğunlukla yoksul ve köylü kesimin ölümüne yol açmıştır. Bu da toprak sahiplerinin emek kıtlığı yaşamasına neden olmuştur. Hayatta kalmayı başarabilen köylülerin ise ellerine büyük bir pazarlık gücü geçmiştir. Böylece toprak sahiplerinin borçlarını ödemek için köylüleri insafsızca çalıştırdıkları feudal sistemin çökmesine neden

(31)

olmuştur. Feodalizmin çökmesi Avrupa’da ticaret odaklı ve nakit bazlı bir ekonomik sistemin yerleşmesine neden olmuştur. işgücü pahalı hale geldiği için iş sahipleri emek gücü yerine iş gücü tasarruflu teknolojileri geliştirmesine ve bu sistemleri daha yaygın kullanmasına neden olmuştur. Böylece, insan gücü yerine makinelere dayalı sanayi devriminin de yolu açılmış oldu. Bu nedenle salgın Avrupa emperyalizminin de altyapısını hazırlamıştır. O döneme kadar tehlikeli görülen deniz yolculukları yeni Pazar arayışı nedeniyle yapılmaya başlamıştır. Bu da Avrupa sömürgeciliğinin yayılmasına neden olmuştur. Salgının yol açtığı tüm bu unsurlar sonrasında Avrupa ekonomisini modernize etmiş, teknolojiye yatırım yapmış ve dışa açılmıştır. Bunun sonucunda da bugün dünyanın en zengin toplumları ortaya çıkmıştır.

Evliya Çelebi, Seyahatname eserinde İstanbul’u anlatırken şehirdeki gizli tılsım anlatılarından birisinde vebadan söz etmektedir. Daha önce Sultan Bayezid-i Veli Hamamı’nın bulunduğu yerde seksen arşınlık dört köşe ve tek parça bir sütun vardı ve bu sütun eski bir kâhin tarafından tılsımlanmıştı. Evliya Çelebi, bu sütunun Bayezid-i Veli tarafından yıktırılıp bir hamam yaptırıldığını ve bu olaydan sonra İstanbul’a veba yayıldığını kaydetmektedir. Efsaneyi bir yana bırakacak olursak veba salgınlarının yayılımında askeri seferlerin, fetihlerin, kentleşme ve iletişimin hızlanmasının, kalabalık yerleşimlerde hijyen sorunlarının, ticaret ve hac yolculuklarının rolü açıktır.

İstanbul’un fethinden önce 1361-62 ve 1416-17 yıllarında veba salgınları görülmüş ve ciddi zararlar vermişti. Bir diğer salgın (1420)

(32)

şehirde şiddetli oldu. Bizans Kralı II. Manuel, İmparatorluk sarayını geçici olarak taşıdı. Osmanlı fethi ardından şehirde görülen ilk veba salgını 1455 yılında etkili oldu Osmanlı coğrafyasının genişliği ve ticari yolların güzergahı olması salgınların taşınmasında etkiliydi (Turna, 2011).

Özellikle vebanın yol açtığı yıkıcı ekonomik sonuçlardan biri uluslararası ticaret üzerinde gerçekleşmişti. Kara ve deniz ticareti kısıtlanmış, gemilerin limanlardan çıkış ve girişleri engellenmişti. Yerel ve bölgesel ticaret hacminde ciddi daralmalar yaşandı. Üretim-tüketim dengesinde arz lehine yaşanan bolluk emtia fiyatlarını düşürmüş, bazı bölgelerde orta sınıfın genişlediği, daha iyi beslenebildiği, çoğu hayvansal gıdalarla bazı besinlerin fiyatları düşmüştü. İngiltere bu konuda açık bir örnekti. Fiyat yükselişlerine konu olan ürünler ise genellikle sağlıkla ve ölümle ilgili olan mal ve hizmetlerdi. Diğer yandan Avrupalı tüccarlar dünyanın başka yerlerinde yeni müşteri ve pazar arayışları içine girdiler. Bu arada salgınlar kalabalık şehirlerin kırsalla olan bağımlılık ilişkisini de öğretmiş oldu. (Pirenne, 2018) Veba salgını Osmanlı Devleti’nde de etkili olmuştur. 16. Yy’ın sonlarına doğru gelişen iktisadi, mali ve toplumsal bunalım Celali ayaklanmalarının zeminini hazırlamıştı. Tüm Anadolu’yu etkisi altına alan Celali hareketleri kimi zaman yavaşlayarak, kimi zaman da hızlanarak 17. Yy boyunca sürdü. Bu dönemin en önemli özelliği merkezi devletin gücünün hem başkentte, hem de taşrada önemli ölçüde azalmış olması.

(33)

“İstanbul’un iaşesinde sık sık karşılaşılan güçlükler, kıtlıklar ve darlıklar, zaman zaman baş gösteren tifo, kolera ve veba gibi salgın hastalıklar, başkentteki siyasal ve toplumsal bunalımlara daha da ağırlaştırıyordu.” (Pamuk, 2019)

17. yy’ın ortalarındaki ve sonundaki uzun ve masraflı savaşlar da ekonomiyi olumsuz etkilemiştir. Ayrıca 17. Yy’da sık sık orta çıkan salgın hastalıklar da, hem iktisadi güçlüklerin bir göstergesi, hem de iktisadi güçlükleri ağırlaştıran bir ek etken olarak düşünülmesi gerekiyor.

Veba salgını nedeniyle Avrupa’da görülen ücret artışları Osmanlı Devleti’nde de görülmüştür. Nüfusun arttığı dönemlerde ücretler düşmüş, azaldığı dönemlerde ise ücretler düşmüştür. “istanbul’da ücretler 15. Yüzyılın sonlarından 16. Yüzyılın ortalarına kadar gerilemiştir. Bunun en önemli nedeninin 16. Yy’daki nüfus artışları olduğu söylenebilir. Zaten 14. Yy’daki veba salgınlarından sonra ücretler 15. Yy’da bir hayli yüksek düzeylerde kalmışlardı.

1.4. Çiçek Hastalığının İktisadi ve Toplumsal Sonuçları

Çiçek hastalığı tarihte görülen en geniş yayılıma ve ölüme sebep olan bulaşıcı hastalıklardan biridir. Hastalığa “Variola” adı verilen bir virüs neden olmuştur. Hastalığın variola major ve variola minor olarak 2 türü bulunmaktadır. Variola majorun yaklaşık %30 öldürücü olduğunu ve ağır seyrettiği belirtilmektedir. Variola minör ise daha hafif seyretmekte ve öldürücülük oranının %51 kadar olduğu bilinmektedir. Tarihte ilk aşı çiçek hastalığının aşısıdır. Bu da halk sağlığı açısından en büyük başarı olarak kabul edilmektedir.

(34)

Çiçek hastalığının en eski ispatı Mısır medeniyetidir. Eski Mısır firavunu 5. Ramses’in mumyalanmış vücudu icelendiğinde derisindeki lezyon kabarcıkları hastalığın en eski kanıtı olarak kayıtlarda yer almaktadır. Çiçek hastalığının tıp literatüründe özel bir yeri vardır. Bunun nedeni de aşıyla control altına alınan ve aşıyla yeryüzünden silinen tek insan hastalığı olmasıdır. Çiçek hastalığını diğer salgın hastalıklardan ayıran başka bir unsur ise, hastalığı geçiren insanlarda kalıcı hasar bırakmasıdır. Yüksek ateş ve döküntü ile belirginleşen çiçek hastalığına yakalananların bedenlerinde izler kalmış ve şekil bozuklukları ortaya çıkmıştır. Çiçek hastalığı geçiren milyonlarca insan görme yetisini kaybetmiştir. Dünya Sağlık Örgütü, geçmişi çok eskilere dayanan hastalığın geliştirilen aşı sonrasında yeryüzünden tamamen silindiğini açıkladığı tarih 8 Mayıs 1980’dir. Ancak o tarihe kadar 25 milyon insanın hayatını kaybettiği bu hastalık hem demografik hem de iktisadi köklü değişimlere neden olmuştur.

Çiçek hastalığı her ne kadar en fazla etkisini 15. yüzyıl ve sonrasında göstermiş olsa da geçmişi MÖ döneme kadar gittiği belirtilmektedir. “İnsanların enfeksiyon etkenini, MÖ 10.000’den hemen sonra Asya veya Afrika’da hayvan beslemeye başladıkları, tarıma dayalı kalabalık yerleşim bölgelerinde evcil hayvanlarının sahip olduğu çiçeğe-benzer hastalıklarının birinden aldıklarından kuşkulanılmaktadır.” (Sherman, 2020:71)

Hastalık hiç şüphesizki en büyük hasarı Amerika kıtasının keşfinde vermiştir. Kıtanın keşfiyle birlikte yeni bir kıtayla tanışan Avrupalı

(35)

sömürücüler, yerlileri de çiçek hastalığıyla tanıştırmış ve Kızılderililerin yüzde 90’ının ölümüne neden olmuştur.

“İngiliz, Fransız ve İspanyol kaşif ve sömürgeciler yeni keşfedilen

Amerika kıtasına gittiklerinde çiçek hastalığını da beraberlerinde götürdüler. 1521’de çiçek hastalığı, Herman Cortes’in sayıları 600’ü bulmayan adamıyla Aztek İmparatorluğu’nu devirmesini sağladı.”

(A.g.e: 72)

Amerika kıtasındaki yerliler, kıtanın Avrupalılar tarafından keşfi öncesinde hiç bir bulaşıcı hastalıkla tanışmamışlardı. Yerlilerin yaşamlarında hijyen çok büyük bir yere sahipti ve doğaya saygılıydılar. Çevreyi tahrip etmemiş olmamaları sayesinde, hiçbir bakteri ve virüs kıtada kendine yer bulamamıştır. Bu nedenle kıtada Avrupalı sömürücüler öncesinde hiç salgın hastalık yaşanmamıştır. Ancak olumlu gibi görünen bu durum mikropla ilk tanışmalarında yok olmalarına neden olmuştur. Herhangi bir virüsle hiç tanışmayan yerlilerin bağışıklık sistemi hastalıklara karşı çok zayıftı. Avrupalı sömürücülerin kıtaya ulaştırdığı çiçek hastalığı yerlileri yok etti. Hastalık nedeniyle Yeni Dünya’da yerlilerin nüfusu o kadar azaldı ki, Avruplaı sömürücüler ağır işlerde çalıştıracak işçi bulamaz hale geldiler. Çözümü ise yine sömürdükleri Afrika kıtasından köleleri getirmekle buldular. Afrikalı köleler gemilerle Yeni Dünya’ya taşındı.

“Yük taşıyacak insanlara duyulan gereksinim, batı Afrika’dan Amerika kıtasına yapılan köle ticaretini hızlandıran etkenlerden biriydi”

(36)

Çiçek hastalığı koca bir kıtayı asıl sahiplerinden arındırmıştır. Yeni Dünya’nın uygarlıklarını tarihe gömmüş, bomboş bir kıta ortaya çıkarmıştır. Afrikalı köleler boş kalmış tarlalarda çalışmaya başlayacaklardır. Sonraki neslin de tarihi olmayan bir kıtada büyüdüklerini düşünerek yaşamalarına neden olmuştur.

“İşgalciler, yarıkürenin ekonomisini sürdürebilmek için, ölen milyonlarca yerlinin yerine milyonlarca silah köle getirmek zorunda kaldı. Yerlilerin boş mısır tarlaları ve şehirleri, Avrupalıların bir yeni Avrupa yaratmak için ihtiyaç duydukları insansız mülkleri oluşturdu ve buralar İber inekleri, hesse sinekleri ve Türk buğdayıyla doldu. Büyük kıyımdan sonra 19. yüzyıl Amerikalıları, vahşi dünyanın eteğinde tarihi olmayan topraklarda yaşadıklarını düşünerek büyüdüler” (Nikiforuk,

2020:96).

Çiçek hastalığının etkileri o kadar güçlüydü ki, bazı kaynaklarda çiçek hastalığından “ilk biyolojik silah” olduğu bahsedilir.

“Çiçek ilk biyolojik silah sayılır. Kuzey Amerika’yı zapt etmek amacıyla 1763’te İngiltere ile Fransa arasında yaşanan savaşta, Sir Geoffrey Amshers’in (Kuzey Amerika’daki başkomutan) emriyle İngiliz birliklerine şöyle sorulmuştu: Hastalıktan etkilenmemiş Kızılderili kabilelerine çiçek hastalığını göndermenin bir yolu bulunamaz mı? Sayılarını azaltmak için gücümüzün yettiği her savaş hilesine başvurulmalıdır. Pennsylvania cephesindeki en yüksek rütbeli İngiliz subayı Albay Henry Bouquet şöyle yanıt vermişti: Ellerine geçebilecek battaniyelerle hastalığı Kızılderililere bulaştırmayı deneyeceğim ve kendim hastalanmamaya dikkat edeceğim. Çiçek püstülünden alınmış

(37)

kabuklu materyalin bulaştırıldığı battaniyeler Kızılderililere verilip pek çok hastalığa karşı hiç direnci olmayan bu insanlar arasında çiçeğin yayılması sağlandı. Sonuçta çok sayıda kızılderili hayatını kaybetti ve yenilgi kaçınılmazdı.” (Sherman, 2020: 74)

Öldürücülüğü son derece yüksek olan çiçek hastalığı, uğradığı yerde kısa bir sürede büyük yıkıma neden olmaktaydı. Yüksek orandaki ölümler, ardından vebada olduğu gibi kıtlık ve karışıklık getirmiştir. Ölümler yine işgücünü vurmuştur. Amerika kıtasındaki nüfusun asırlar boyunca, büyük kıyımdan önce Kuzey Amerika’nın 1,5 milyon, Latin Amerika’nın da 15 milyonluk bir nüfusa sahip olduğu anlatılmıştır. Ancak son yapılan araştırmalar artık bunun gerçeği yansıtmadığını ortaya koymaktadır. Dobyns’in araştırmalarına göre, Amerika kıtasındaki nüfusun büyük yıkımdan önce 90 ile 112 milyon arasında olduğu belirtilmektedir. Bazı tarihçiler bu rakalları abartılı bulmakta, ancak sonraki yıllarda yapılan bilimsel araştırmalar ve bulgular çalışmamızı desteklemektedir. Araştırmalar Amerika kıtasının çiçek hastalığından önce, nüfusunun Avrupa nüfusunun 2 katı ve hatta daha sağlıklı bir nüfusu barındırdığını belirtmektedir.

Yeni dünya ile eski dünya halklarının bağışıklık sistemi arasında büyük farklılıklar vardı. Çocuk felci, sarılık ve frengi hariç Amerikan yerlileri hastalıksız yaşadı. Yeni dünya halkı sürekli bir mikrop tehdidi altında olmadığı için bağışıklık sistemleri de Avrupalılara göre daha tecrübesizdi. Bu nedenle çiçek hastalığı yeni dünya’da büyüyüp yayılmak için sınırsız bir alan ve bakir topraklar bulmuş oldu.

(38)

Amerika’daki salgınlar yerli nüfusta azalmaya yol açınca bu demografik kaybı telafi edebilmek için Afrika’dan köte getirildi. Bu durum transatlantik köle ticaretini gelistirdi. Aynı zamanda köleler Afrika’daki sarıhumma ve farklı bir sıtma hastalığını yeni yasam alanlarına tasıdılar. Avrupalılar tropik bölgeleri sömürgelestirirken sarıhumma gibi hastalıklar bu süreci yavaslatıyordu.

Bütün bu ölümler, İspanyolların, Yeni Dünya’nın gümüş ve madenlerinde ve şeker tarlalarında çalışacak yerlilere ihtiyaç duydukları bir dönemde müthiş bir işgücü kaybına neden oldu. İspanyollar, meksika, Peru ve Espanola’daki kayıpların yerini almak üzere, bulabildikleri her yerden yerli topladılar. Püritenler bile zincirledikleri yerlileri Batı Hint adalıanıa gönderdiler. Ama 1 milyona varan nüfusuyla Nikaragua, saldırının esas hedefi oldu.

Yeni Dünya nüfusunun azalması karşısında, İspanyollar Afrika’dan köle ithal etmeye başladı. Köle ticareti, neredeyse yeni Dünya’ya eklediği sayıda insanı çekip aldı. Atlantik’in kötü şöhretli “orta geçit”inde beyaz denizciler zincirli kölelere tifüs çiçek ve kızamık bulaştırırken, siyahlar da dizanteri, sarıhumma ve sıtmalarını onlarla paylaştı. Salgın bir yandan köle ticaretinin sürmesine neden olmuştur. Ve bu 3 buçukyüzyıl sürmüştür. Çiçek hastalığı köle ticaretini kurup devamlılığını sağlerken, maceracı ve girişimci beyazların da önünü açtı. Avrupa’nın kalabalık ve hastalıklı şehirlerinden kaçıp yeni dünyaya yerleşen Avrupalılar kendilerin çok şanslı görüyorlardı. Yeni dünya onlara sınırsız olanaklar sunan bir yerdi. Kıtlık ve salgın teröründen kurtulan Neo-Avrupalılar, dünyanın en büyük ekonomik

(39)

cümbüşlerinden birini başlattılar. Bu yeni taşkınlık Çağı’nda, agğaçları-, çiçeğin yerlileri öldürüşünden daha hızlı yok ettiler. Balık, kürk, şeker ve gümüş ihraç ettiler. Böylece Yeni Dünyayı talan ederek kapitalizmin temellerini de atmış oldular.

“18. yüzyılın başına gelindiğinde, çiçek hastalığı dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 10’unda ölüme, sakatlığa veya şekil bozukluğuna neden olmuştu.” (Sherman, 2020: 76)

Çiçek Hastalığı nedeniyle Yeni Dünya’daki insan kıyımını ve bu kıyımı gizlemek için tarihin nasıl çarpıtıldığını Jared Diamond şöyle anlatıyor:

“Benim çocukluğumda okullarda bize Kuzey Amerika’da başlangıçta yalnızca bir milyon kadar yerlinin yaşadığını öğretirlerdi. Bu sayının böyle düşük olması, hemen hemen boş sayılan bir kıtayı beyazların ele geçirişinde hiçbir sakınca olmadığını göstermeye yarardı. Oysa arkeolojik kazılardan ve kıyılarımıza gelen ilk Avrupalı kaşiflerden kalan betimlemelerden öğrendiğimize göre artık başlangıçta 20 milyon kadar yerlinin yaşadığını biliyoruz. Genel olarak Yeni Dünya’da Kolomb’un gelişinden sonraki bir ya da iki yüzyıl içinde yerlilerin nüfusundaki azalma oranının %95’i bulduğu tahmin ediliyor.”

Yeni Dünyadaki insan ölümlerinin en büyük nedeni Avrupa ya da Eski Dünya’dan gelen mikroplardı. Amerikan yerlileri bu mikroplara hiç alışkın değildi. Bu dönemde Yeni Dünya yerlilerinin karşılaştığı tek hastalık çiçek değildi. Bunun yanında sıtma, kızamık, grip, tifüs, veba, verem, sarıhumma da vardı.

(40)

Çiçek hastalığının tedavisinde Osmanlı Devleti önemli bir başarı elde etmiştir. Variolasyon da denilen bir tür aşılama yöntemi geliştirmiş, bu yöntem hastalığın tedavisinde çözüm sağlamıştır. Bu tedavi yönteminin Avrupa’ya yayılmasını ve dünyada tanınmasını İngiliz Lady mary Wortley sağlamıştır. 1715’te 26 yaşındayken bu hastalığı geçiren Lady Mary’nin güzelliğinde çiçek hastalığı büyük bir gölge bırakmıştır. Erkek kardeşini de bu hastalıktan kaybeden Lady Mary, bir yıl sonra eşinin Osmanlı İmparatorluğuna elçi olarak atanmasıyla Türkiye’ye gelmiştir. Ve variolasyon yöntemiyle burada haberdar olmuştur. Bu sistemden etkilenen Lady Mary, 4 çocuğuna bu uygulamayı yaptırdı. Ancak ülkesinde bu sisteme karşı büyük bir muhalefet vardı. (Sherman, 2020) Elde edilen veriler, ölüm oranının salgınlar sırasında yüzde 15-20 iken variolasyon yapılanlarda yüzde 2,5’te olduğunu göstermiştir. Dünya sağlık örgütü, çiçek hastalığının eradike edildiğini yani hastalığın tamamen ortadan kalktığını 8 Mayıs 1980’de resmen ilan etti, ancak bu variolasyon sayesinde değil, İngiliz hekim Edward Jenner (1749-1823) geliştirdiği ilk aşı sayesinde olmuştur.

Osmanlı topraklarında 17. yy’dan, Avrupa’da ise 18. yy’dan bu yana uygulanmaya başlanan çiçek aşısı sayesinde hastalık 1980’de tamamen yok edildi. Ancak hastalığın ilk nerede ve ne zaman ortaya çıktığına dair net bir bilgi yoktur.

Her salgından sonra yaşanan nüfustaki azalma ticareti olumsuz etkilemiştir. Ticari aktivitedeki düşüşler, üretim seviyesinin düşmesine, vergi gelirlerinin azalmasına neden olmuş. Bunun sonucunda da enflasyon artmış ve asker bulmak da zorlaşmıştır. Bu da büyük göçlere

(41)

neden olmuş, sonrasında ise bölgesel demografik değişimler de kaçınılmaz hale gelmiştir.

1.5. İspanyol Gribinin İktisadi ve Toplumsal Sonuçları

İspanyol gribi ya da İspanyol nezlesi, 1918 - 1920 yılları arasında H1N1 virüsünün ölümcül bir alt türünün yol açtığı grip salgını olarak bilinmektedir. İspanyol Gribi, 500 Milyondan fazla kişiye bulaşmış, 18 ay içinde 50 milyon insanın ölümüne neden olmuştur. Ancak 1. Dünya savaşına denk gelmesi nedeniyle grip kaynaklı ölümlerle savaş kaynaklı ölümler birbirine karışmıştır. O dönemde kayıtların çok sağlıklı tutulamaması, sonrasında ise otopsi yapılmasının çok da mümkün olmaması nedeniyle ölümlerin kaynakları birbirine karışmıştır. Ancak kaynaklarda belirtilen rakamlar 50 milyon dolaylarındadır. Salgın 3 dalga olarak seyretmiş, en şiddetlisi 2. Dalga olmuştur. Salgın İspanya’da başlamamasına rağmen İspanyol nezlesi olarak adlandırılmasının sebebi ise; İspanya'nın, 1. Dünya Savaşı’nda yer almamış olması ve askerî sansür nedeniyle diğer Avrupa devletlerinde salgından söz edilmezken İspanyol basınının salgın konusunu ilk kez gündeme getirmiş olmasıdır.

İspanyol gribi salgını 1918 Eylül-Kasım aylarında zirve noktasına ulaşmış ve Osmanlı dahil tüm dünya ülkelerini etkilemiştir. 1918 ile 1920 arasında yaşanan İspanyol gribi salgını iki yıl içinde o sırada 2 milyardan az olan dünya nüfusunun üçte birini hasta etmiş ve tahminen 20 ila 50 milyon kişinin ölümüne yol açmıştı. En düşük tahminler bile doğru olsa, İspanyol gribi aynı dönemde devam eden Birinci Dünya Savaşı’ndan daha çok can almış oldu.

(42)

İspanyol gribi ardından belki 14. yüzyılda yaşanan Kara Veba salgını sonrasında feodalizmin düşüşü gibi büyük bir toplumsal dönüşüm yaşanmamış olabilir ama bir çok ülkede toplumsal cinsiyet rollerini kökünden sarsmıştır. ABD’de ortaya çıkan ölümler nedeniyle ortaya iş gücü sıkıntısının kadınlara çalışma hayatının yolunu açtığı belirtilmektedir. Kadınlar 1920’ye gelindiğinde ülke çapında toplam işgücünün yüzde 21’ini oluşturmuştu. Iş gücünde yaşanan sıkıntı işçi sendikalarının güçlenmesine ve yine vebada olduğu gibi ücretlerin artmasına da neden olmuştur.

İspanyol gribinin diğer salgın hastalıklarından en önemli farkı, diğer salgın hastalıklar gibi çocuk, yaşlı ve zayıf bünyeler yerine daha çok 20-40 yaş aralığındaki erkeklerin ölümlerine neden olmasıydı. Bunun en önemli nedeni de 1. Dünya savaşına denk gelmesi, savaş nedeniyle hastalığın askerler arasında kolayca yayılması, ve savaş nedeniyle hastalıkla mücadelenin zorlaşmasıydı. Genç erkeklerin ölmesi demografik yapıda büyük bir değişime neden olmuştu. Genç erkek ölümleri işgücü sıkıntısı yaşanmasına neden olmuştu. Bu nedenle de kadınlar işgücüne katılmıştır. Öyle ki 1920’ye gelindiğinde ülke çapında kadınların işgücündeki payı %21’e ulaşmıştır. Aynı yıl Amerikan Kongresi, Amerikan kadınlarının oy verme hakkını tanıyan Anayasa değişikliğini (19. Madde) kabul etti. Gribin çalışma hayatındaki bir başka etkisi iş gücü sıkıntısı nedeniyle bazı ülkelerde işçi sendikalarının güçlenmesi ve yine bazılarında işçi ücretlerinin artırılması oldu. ABD’de resmi rakamlar imalat sektöründe ortalama işçi ücretinin 1915’te 21 cent iken 1920’de 56 cente çıktığını gösteriyor.

(43)

İspanyol Gribi, 1. Dünya savaşının son ermesini hızlandırmıştır. 1918’te Rusların savaştan çekilmesiyle Almanya’nın zafer kazanması kaçınılmaz görülüyordu. Ancak sonuç öyle olmadı. Nedeni ise Alman ordusunda başgösteren grip salgınıydı. Grip salgını nedeniyle Alman ordusunun gücü zayıflıyordu. Amerikan askerlerinin katılmasıyla canlanan müttefik ordusu, Almanların ilerlemesini durdurmuş ve Fransızlara topraklarını geri kazandıran büyük bir saldırı gerçekleştirmiştir. “1. Dünya Savaşı’nda meydanlarda ölenlerin 2 katı insanı öldürdüğü için pandemi muhtemelen, Avrupa’da “Büyük Savaş”ı sona erdiren ateşkesi hızlandırmıştı. Adolf Hitlerin iktidara gelişinde ve 2. Dünya Savaşı’nın tohumlarının atılmasında da kısmen rol oynamıştır (Sherman, 2020).

İspanyol Gribi Osmanlı Devleti’ne de 1. Dünya Savaşı nedeniyle yayılmıştır. Savaşmaya giden askerler virüsü alarak yurtlarına dönmüşler, ve böylece virüsün Osmanlı Devleti’nin dört bir köşesine yayılmasını sağlamışlardır. Ancak vaka ve ölüm sayılarıyla ilgili net bir rakam verilememektedir. Ancak İstanbul Şehremaneti ve Sıhhiye Mecmuası’na göre ölüm oranı nüfusun binde 5 kadar olduğu belirtilmektedir. Şehrin nüfusunun 1918’de 1 milyon 100 bin civarında olduğu düşünülürse 5 bin 500 ölüm olduğu hesaplanabilir (Yolun, 2012). Gribin Osmanlı Devleti’nde yayılmasını sağlayan tek etken savaş değildir. Osmanlı Devleti’nin geniş coğrafyaya yayılması ve Asya ile Avrupa arasında köprü olması ticaret ve kültürel alışverişin en önemli merkezi olması da gribin yayılmasında önemli bir etken olmuştur. Göçmenler ve esirler saşesinde Anadolu’nun pek çok noktasına hastalık yayılmıştır. Ancak Avrupa

(44)

ülkelerindeki kadar hızlı yayılmamıştır. Bunun en önemli nedeni Anadolu’da ulaşım ağlarının Avrupa’daki kadar yaygın olmaması. (A.g.e.)

İspanyol gribinin daha çok gençleri tercih etmesinin bir başka nedeninin de H1N1 virüsünün etkeni olduğu belirtilmektedir.

“Normalde herhangi bir türde salgın hastalık patlakverdiğinde daha

çok hamile kadınlar, çocuklar, kronik rahatsızlıkları olan kişiler ölüm skalasında yer alırlardı. Đspanyol pandemisinde ölenler arasında gençlerin çoğunlukta olması H1N1’in vücutta yarattığı sitokin fırtınasıdır. Genç kişilerin metabolizması hızlı çalıstığı için sitokin fırtınası yaslılardan ziyade gençler arasından daha yaygındı.” (A.g.e.)

Verilere göre ABD’nin, hem sanayi üretimi hem de ticari faaliyet endeksi Ekim 1918’de en düşük noktasına ulaştı. Bununla birlikte, Kanada Maliye Bakanlığı’nın bir araştırmasına göre, bu düşüşler yıllık üretim kaybına işaret ediyordu ve bu da sadece %0.4 civarındaydı. Diğer göstergelerden yolcu demiryolu taşımacılığı ve perakende satışlarında geçici ve sınırlı azalmalar olduğu ileri sürülmektedir. Bu tahminler şaşırtıcı derecede mütevazı bir ekonomik etki ortaya koysa da bugün benzer bir salgının (COVID-19) nispeten sınırlı etkilere sahip olması muhtemel görünmemektedir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Radyo- lojik olarak 3D BT ile füzyone sütür doğrulandıktan sonra bipa- rietooksipital kraniotomi uygulanır (Şekil 3A, B). Osteotomiler radial yönlü osteotomiler ile kemiğe

In 1924 Atatürk had the Bill on Nominal Agricultural Unions; In 1929 the Bill on Agricultural Credit Cooperatives and in 1935 the Bill on Agricultural Credit Cooperati-

Bakkala 10

24 balonun ‘i patladı.. 65 yumurtanın

b) Giriş sinyalinin frekansı sıfıra doğru azaltıldıkça sistemin kazancı mutlak değerce 3’e yakınsıyor. Giriş frekansı sonsuza doğru yükseltilirken

Aşağıdaki karışık olarak verilmiş kelimeleri sözlük sırasına göre tekrar yazalım... www.leventyagmuroglu.com

Giriş 'katı, çevrenin alışve- riş gereksinmelerini karşılamak amacı ile çarşı gurubu olarak düzenlenmiş, fakat bu- gün tek bir hacim olarak b'rr banka şube-

Bu ağacın inorder, preorder ve postorder gezinme çıktılarından hangisi diğer ikisinden farklıdır.. (25P) Yanlış cevaptan