• Sonuç bulunamadı

İhanet ve Diriliş : 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Paneli

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İhanet ve Diriliş : 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Paneli"

Copied!
84
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)
(3)
(4)

ISBN: 978- 975- 7120 -23-0 Editör: Prof. Dr. Şahmurat ARIK Kapak:Gözde Ajans özde Ajans

Baskı:

Girişim Ajans Matbaa Ltd. Şti. Büyük Sanayi Samanyolu Cad.

No: 35 İskitler/ANKARA/TÜRKİYE Girişim Ajans Matbaa Ltd. Şti. Büyük Sanayi Samanyolu Cad.: 35 İskitler/ANKARA/TÜRKİYE

Baskı Tarihi: Ekim 2020

© Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2020 .

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü

Evliya Çelebi Yerleşkesi Tavşanlı Yolu 10. Km. KÜTAHYA/TÜRKİYE

Tel: 0 (274) 443 43 43

(5)

DARBE TEŞEBBÜSÜ 1

Prof. Dr. Kâzım UYSAL

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Rektörü

MİLLİ BİRLİK VE BÜTÜNLÜĞÜMÜZÜN TESİSİ AÇISINDAN GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE

DARBELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ 9

Doç. Dr. Arif KOLAY

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü

ULUSLARARASI PROJE BİR ÖRGÜT OLARAK FETÖ VE YENİDÜNYA DÜZENİ

25

Prof. Dr. Hüsamettin İNAÇ

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı

15 TEMMUZ HAİN DARBE GİRİŞİMİNİN EKONOMİK ETKİLERİ

37

Prof. Dr. Ercan TAŞKIN

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, İİBF, Uluslararası Ticaret ve Finans

FETÖ VE İSLAMA İNDİRİLEN DARBE 53

Dr. Öğr. Üyesi Ümit AKTI

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi

İslami İlimler Fakültesi, Din Sosyolojisi Bilim Dalı

15 TEMMUZ’U SANAT YOLUYLA ANLAMAK 67

Prof. Dr. Uğur ATAN

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Görsel İletişim Tasarımı

(6)
(7)

FETULLAHÇI TERÖR ÖRGÜTÜ (FETÖ)

DARBE TEŞEBBÜSÜ

Prof. Dr. Kâzım UYSAL Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Rektörü

15 Temmuz 2016 gecesinde aziz milletimiz, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) kanlı bir darbe teşebbüsüne maruz kalmıştır. 15 Temmuz kanlı darbe girişimi, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içine sızmış FETÖ mensubu bir grup asker ve sivil destekçileri tarafın-dan yapılmış ve yaklaşık 22 saatte kontrol altına alınmıştır. Ülkemizin dünya üzerindeki stratejik konumu ve aziz milletimizin diğer milletlerden faklı durumu nedeniyle tarih boyunca birçok darbeler ve ihanetlerle karşılaştık. Ancak FETÖ tarafından gerçekleşti-rilen 15 Temmuz darbe teşebbüsü aziz milletimizin daha önce karşılaştığı hiçbir darbe ve ihanetle karşılaştırılamayacak kadar tehlikeli ve yıkıcı olmuştur. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün başarılı olması durumunda muhtemelen Irak ve Suriye’de yaşanan iç sa-vaş ve yıkımdan daha ağır bir tablo ile karşılaşacak, bir daha kendimize gelemeyecek ve belki de tarih sahnesinden silinecektik. Böylesine ağır neticeleri olabilecek 15 Temmuz hain darbe girişimi Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği ve aziz milletimizin feraseti ve kahramanlığı sayesinde bertaraf edilmiştir.

FETÖ Darbe Teşebbüsünün Amacı Neydi?

Çok sathi bir bakışla FETÖ darbe teşebbüsünün amacının “Sayın cumhurbaşkanımız

Recep Tayyip Erdoğan’a suikast düzenlemek, anayasal düzeni ve parlamenter sistemi yıkmak, bir cunta hükûmeti kurarak aziz milletimizin dini ve milli değerlerini yozlaştırmak ve tahrif etmek” olduğu söylenebilir. Ancak takdir edileceği üzere FETÖ, diğer terör

ör-gütlerinden farklıdır. En temel özelliği milli ve dini değerlerimizi suistimal ederek faaliyet yapması, sureti haktan görünerek aldatmasıdır. FETÖ’nün bu temel özelliğinden dolayı halkımız daha kolay kandırılmış ve aldatılmıştır. Bundan dolayı FETÖ terör örgütü içinde yer alan tüm teröristlerin amaçları aynı olmayabilir. Elbette aldatanlar ile aldananların veya ihale verenler ile ihale alanların amaçları aynı olmayacaktır. Bundan dolayı FETÖ yapısı içinde bulunan farklı tabakadaki teröristlerin amaçlarını şu şekilde tasnif edebiliriz.

1. Aldatan veya ihale veren üst akılın amacı: Bunlar sömürgeci milletlerdir. İnsanlığın

asalak veya parazitleridirler. Bu sömürgeci milletlerin medeniyetleri materyalist evrim teorisinin etkisinde şekillenmiştir. Hayatı mücadele olarak görürler. Gücün hak ve haklı-da değil kuvvette ve kuvvetlide olduğuna inanırlar. Bu milletler eskiden resmi sömürge

(8)

bakanlıkları kurarak diğer milletleri sömürürlerdi. Şükürler olsun asil milletimiz insanlık tarihi boyunca bu asalak sömürgecilerin mandasına girmemiştir. Günümüz dünyasında ise insanlık biraz uyanmış, sömürgecilik faaliyetleri şekil değiştirmiş ve sömürgeciler yeni yöntemler geliştirmişlerdir. Sömürgeci devletler diğer milletleri takip ettikleri yeni yön-temlerle aldatarak sömürmeye devam etmişlerdir. FETÖ terör örgütü ülkemiz insan ve mali kaynaklarını sömürme amacı ile kurulan bir örgüttür. Bu açıdan baktığımız zaman aslında üst akıl belli bir süre amacına ulaşmış, gerçekten asil milletimizin hem insan hem de mali kaynaklarını belli bir süre sömürmüştür. Hamdolsun biraz geç de olsa aklımız başımıza geldi ve bu asalaklardan kurtulduk. Hamdolsun diyorum. Çünkü bu asalakların temel amacı aslında milletimizi köleleştirmek, boyundurukları altına almak ve ebediyen sömürmekti.

Aldatan veya ihale veren üst akıl asil milletimizi sömürdükleri kadar sömürmeyi, sö-müremeyeceklerse de tarih sahnesinden tamamen silmeyi ve yok etmeyi amaçlamışlar-dır. Hepimizin bildiği gibi necip milletimiz tarih boyunca cengaverliği ile ün salmıştır. Vatan uğrunda ölümü “şehit olmak ve ebedi yaşamak” görmüş ve ölümden korkmamıştır. İşte bizi savaş meydanlarında muzaffer eden bu anlayıştır. Sömürgeci devletler en son Çanakkale ve Dumlupınar’da gördüler ki meydan savaşları ile asil Türk milletini yok etmek mümkün değildir. Tüten en son ocağı ve yaşayan en son ferdi kalsa da asil Türk milleti boyunduruk altına alınamaz ve sömürgeleştirilemez. İşte dünyanın asalakları sö-mürgeci milletler mertçe savaşarak amaçlarına ulaşamayacaklarını anlamışlar ve metot değiştirmişlerdir. FETÖ ise sömürgeci milletlerin asil Türk milletini alt etmek için geliş-tirdikleri bu asırdaki en etkili terör örgütüdür. Bu yöntemle milli ve manevi değerlerimizi yozlaştırmayı bizi birbirimize düşürmeyi, bölmeyi, parçalara ayırmayı hedeflemişler, terörist başı Gülen’in ruhani lideri olacağı bir rejim kurmayı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal düzenini bozmayı amaçlamışlardır. FETÖ elebaşısı Gülen’in ve ona yakın terö-ristlerin de üst akıl ile bilinçli olarak çalıştığı ve aynı amacı taşıdığı herkesçe anlaşılmıştır.

2. Aldanan veya ihale alan teröristler de FETÖ’nün en alt tabakasını oluştururlar. Bu tabaka “ibadet tabakası” olarak da adlandırılabilir. Bunlar bir yönü ile haşhaşi diğer yönüyle de mankurtturlar. Bu tabakadaki FETÖ mensupları, Gülen’i “mehdi veya kâinat

imamı” olarak kabul ederler. FETÖ elebaşısından gelen emirleri akıl süzgecinden

geçir-meden, vicdan terazisinde tartmadan, İslami prensiplere uygunluğuna bakmadan tatbik ederler. Bunların tek amacı FETÖ elebaşısının rızasını kazanmaktır. FETÖ elebaşısı;

“vur” dese vururlar, “öldür” dese öldürürler, “öl” dese ölürler. FETÖ elebaşısının emri

gereği öldüğü veya öldürdüğü için de cennetin garanti olduğuna inanırlar.

3. FETÖ yapısını oluşturan bir tabaka da menfaat düşkünü insanlardır. Bunlara menfa-atperestler (menfaatine tapanlar) de denebilir. Bu tabaka, menfaatini FETÖ’de gördüğü için destek vermiştir. Gerçekte bir zamanlar öğrenciler için sınav kazanmanın, işsizler için iş bulmanın hatta memur olmanın, memurlar için derece almanın veya amir olmanın, esnaflar için para kazanmanın ve zengin olmanın, bekârlar için kolayca eş bulmanın en kolay yolu FETÖ’ye hizmet etmekten geçiyordu. Hal böyle olunca da menfaatine düş-kün bukalemun tipli insanlar için FETÖ mensubu olmak oldukça cezbedici olmuş, ateş kelebekleri gibi kendilerini FETÖ ateşine atmışlar ve yanmışlardır.

(9)

FETÖ’nün gerçek yüzü ne zaman ve nasıl anlaşılmıştır?

FETÖ’nün mahiyeti uzun yıllar anlaşılamamıştır. FETÖ, yıllarca kendine milli ve dini değerlere hizmet eden bir cemaat görüntüsü vermiştir. Böyle olduğu için de halkımız ve idarecilerimiz bu yapıyı iyi niyetle desteklemişlerdir. Hepimizin bildiği gibi FETÖ’nün ülkemizin seçilmiş ve meşru iktidarını illegal yollarla devirme planı 2012 yılında açığa çıkmıştır. Sayın Cumhurbaşkanımız, FETÖ’nün gerçek yüzünü bu tarihteki MİT krizi olayı ile daha iyi anlamıştır. Bilindiği gibi 7 Şubat’ta MİT Müsteşarı ile Eski Müsteşar ve yardımcısı İstanbul Özel Yetkili Savcılığı tarafından ifadeye çağrılmıştır. Bu, yargı ve polis içine sızmış FETÖ mensubu teröristlerin seçilmiş iradeye karşı açıktan yaptıkları ilk yasa dışı hamle olmuştur. Bu hamle ile FETÖ, hem Kürt meselesinde çözüm sürecini sabote etmeyi, hem de MİT’i ele geçirmeyi hedeflemiştir. O dönem MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla PKK’nın silahsızlanmasını sağlamak için görüşmeler yapıyordu. FETÖ ise MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı terör örgütü üyesi olmak-la suçluyordu. Bundan sonra meşru hükümete yönelik Gezi ve 17-25 Aralık oolmak-layolmak-ları ile FETÖ’nün gerçek yüzü daha net anlaşılmıştır. FETÖ’nün mahiyeti anlaşıldıktan sonra Sayın Cumhurbaşkanımız, FETÖ ile amansız bir mücadeleye girmiş ve bunu da açık açık ilan etmiştir. FETÖ ile mücadele kapsamında FETÖ’ye bağlı dershanelerin kapatılması, özellikle asker içindeki FETÖ mensuplarının temizlenme niyeti 15 Temmuz darbe teşeb-büsü ile sonuçlanmıştır.

15 Temmuz gecesi Sayın Cumhurbaşkanımızın ulusal medya üzerinden yaptığı ve halkı demokrasiyi korumak için meydanlara çağırdığı konuşma sonrası milletimiz sokaklara dökülmüş ve darbenin seyri değişmiştir. Milletimiz darbeye karşı dünya tarihinde örneği görülmemiş bir direniş göstermiş ve darbe püskürtülmüştür. Sayın Cumhurbaşkanımız, ölümü göze alarak millete çağrı yapmasaydı, gizlenmeyi veya kaçmayı tercih etseydi milletimiz olup biteni anlayıncaya kadar darbeciler memlekete hâkim olacaktı. Bazı dal-kavuk kişiler veya bizzat FETÖ mensupları tarafından milletimiz yanlış yönlendirilecek ve “bu aşamadan sonra kardeşkanı dökülmesin” denecek ve bu mülahaza ile muhtemelen FETÖ’ye teslim olunacaktı. Bundan dolayı Sayın Cumhurbaşkanımızın darbeyi önleme-deki rolünü önemsiz görenler hatta haksız olarak eleştirenler ya FETÖ’ye hizmet eden kötü niyetli ya da gerçekleri görme yetisi olmayan saf insanlardır.

FETÖ darbe teşebbüsünün diğer darbelerden farklı yönleri nelerdir?

15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsü ülkemiz ve milletimiz için birçok bakımdan ilkleri barındırır.

1. Aziz milletimiz tarih boyunca birçok darbe görmüştür. Her darbe ülkemize büyük kayıplar yaşatmıştır. Ancak 15 Temmuz kadar ağır neticeleri olan yıkıcı ve kanlı bir darbe teşebbüsü ile karşılaşılmamıştır.

2. Aziz milletimiz tarih boyunca çok tehlikeli ve acımasız birçok terörist başı görmüş ve mücadele etmiştir. Ancak FETÖ elebaşısı kadar sinsi ve tehlikeli bir terörist başı ile ilk defa karşılaşmıştır.

(10)

3. Aziz milletimiz tarih boyunca farklı terör örgütlerine mensup çok sayıda teröristle mücadele etmiştir. Ancak FETÖ’cü teröristler kadar kalp, akıl ve vicdan duyularını kay-betmiş, mankurtlaşmış, üstün takiyye yeteneğine sahip teröristlerle ilk defa karşılaşmıştır.

4. Aziz milletimiz tarih boyunca milli ve dini değerlerimizi suistimal eden terörist grup-lar görmüştür. Ancak FETÖ kadar milli ve dini değerleri şerde ve ihanette ustaca kullanan, milli ve dini değerlerimize böylesine ağır darbeler vuran, milletimizin medarı iftiharı olan sivil toplum kuruluşlarına sızarak itibarsızlaştıran şeytani bir terör örgütü görmemiştir.

5. Aziz milletimiz tarih boyunca yedi düveli yanına alıp bize karşı savaştıran dessas milletler görmüştür. Ancak FETÖ kadar uluslararası boyutta destek gören, devasa bir ekonomik güce ulaşan bir terör örgütü görmemiştir.

6. Aziz milletimiz ülkemizin bazı bölgeleri ve kurumlarına has terör örgütleri görmüştür. Ancak FETÖ kadar kanser gibi tüm ülke coğrafyasına ve kurumlarına yayılan ve metastaz yapan bir terör örgütü görmemiştir. Burada sayılan hususlar dikkate alınırsa FETÖ terör örgütünün aziz milletimizin başına ne denli büyük bir bela olduğunu ve nasıl bir tehlikeyi atlattığımızı daha kolay anlarız.

Bu denli büyük bir musibeti nasıl bertaraf ettik? FETÖ darbe

teşebbü-sünün önlenmesinde Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın

rolü nedir?

Yaklaşık 40 yıldır içimize sızan, bu kadar uzun bir süre sureti haktan gözükerek deva-sa bir sosyo-ekonomik büyüklüğe ulaşan sinsi bir terör örgütünün bertaraf edilmesinde en temel faktör Sayın Cumhurbaşkanımızın kendine has cesur liderlik vasfı olmuştur. Nitekim aziz milletimiz neredeyse her on yılda bir darbe veya darbe teşebbüsüne ma-ruz kalmış ve genelde her defasında darbeciler muvaffak olmuştur. Bunda halkımızın ülke içinde anarşi ve kargaşa istemeyen hali ve ulülemre itaati farz gören anlayışı etkili olmuştur. Diğer darbeler dönemindeki liderler genelde ya bizzat darbelerin içinde yer almış veya darbelere karşı sessiz kalmış ve boyun eğmiştir. FETÖ darbe teşebbüsünde ise Sayın Cumhurbaşkanımız ölümü hiçe sayarak ve göze alarak meydanlara çıkmış, halkı sokaklara ve direnişe davet etmiştir. Liderin bu kahramanca duruşu, milletimizde de makes bulmuş, önceki darbelerde sesini çıkarmayan aynı millet bu defa destansı bir direniş göstermiştir. Aziz milletimizin önceki darbelerde sessiz kalması ve darbeye boyun eğmesi kanaatimce doğru ve yerindeydi. Çünkü önceki darbe dönemlerindeki hiçbir lider Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan gibi ölüme meydan okuyarak milletimizi darbeye karşı direnmeye çağırmamıştır.

Durum bu minvalde olmasına rağmen bazen Sayın Cumhurbaşkanımız insafsız eleşti-rilere maruz kalmıştır. Bu eleştirilerin başında “Neden daha önce göremedi ve neden bu

kadar büyümesine müsaade etti ve fırsat verdi?” tenkidi gelmektedir. Yukarıda da

belirt-tiğim gibi FETÖ’nün en bariz özelliği, suret-i haktan görünmesi, dini ve milli değerler arkasına gizlenmesidir. Şeytan gibi yıllarca gizli kalmış, çoğu zaman sağdan yaklaşmış, İblis (en büyük şeytan) gibi davranmıştır. Dine ve dini hizmetlere taraftar birçok insan da uzun yıllar FETÖ’nün mahiyetini anlayamamıştır. Bu, Sayın Cumhurbaşkanımızın

(11)

veya halkımızın kusuru değil, FETÖ’nün şeytanlıkta ustalığının neticesidir. İşte Sayın Cumhurbaşkanımız böylesine usta ve sinsi bir şeytanla mücadele etmiş ve galip gelmiştir. FETÖ darbe teşebbüsü ve Sayın Cumhurbaşkanımız ile ilgili değerlendirme yaparken bu perspektiften bakılmasının daha gerçekçi ve daha akli olduğunu düşünüyorum.

FETÖ darbe teşebbüsü kontrollü bir darbe miydi?

Bazı zevat, FETÖ tarafından yapılan 15 Temmuz darbe teşebbüsünü “kontrollü darbe” olarak tanımlamaktadırlar. “Kontrollü darbe” tanımlaması ile 15 Temmuz hain darbe teşebbüsünün güya mevcut hükûmet ve özellikle Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından planlı ve kontrollü yapıldığını veya yaptırıldığını ima etmektedirler. Bu iddia sahipleri ya bilerek FETÖ’ye hizmet etmektedirler ya da muhalif tavırlar, insanların basiretlerini kör ettiğinden gerçekleri görememektedirler. Çünkü bu iddialar hem yaşanan gerçeklerle hiç örtüşmez ve uyuşmaz hem de tamamen FETÖ’yü masum göstermeyi ve aklamayı amaçlar. Şöyle ki;

Birinci olarak Sayın Cumhurbaşkanımız ve çalışma arkadaşları FETÖ ile özellikle 2012 yılında meydana gelen MİT krizi olayı ile amansız bir mücadeleye girmiştir. Bu mücadele tüm halkımızın gözü önünde yaşanmıştır. Bu süreçte meşru hükümet çok cid-di sıkıntılara maruz kalmış, FETÖ kumpasları ve saldırıları ile zaman zaman iktidarını kaybetme tehlikesi yaşamıştır. FETÖ ile mücadele sürecinde âdeta bir var oluş çabası sergilenmiştir. Böylesine herkesin gözü önünde yapılan amansız bir mücadele varken hain darbe girişimine “kontrollü darbe” diyenler ya bilerek FETÖ’ye hizmet edenlerdir ya da bu mücadelenin hiçbir yerinde olmayıp uzaktan seyredenlerdir.

Kontrollü bir darbe olmadığının ikinci delili ise bizzat darbe gecesi ve sonrası yaşanan-lardır. 15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsünde F-16 savaş uçakları, savaş gemileri, heli-kopterler ve tanklar gibi ağır askeri silahlar kullanılmış ve bu alçak kalkışmaya yaklaşık on bin kadar FETÖ mensubu asker katılmıştır. Bu ağır silahlar sadece bir askeri üste değil çok farklı üslerde konuşlandırılmış silahlardı. Bu iddia sahipleri eğer FETÖ’cü değillerse aslında kendilerini ele veriyorlar ve askerliklerini fason yaptıklarını gösteriyorlar. Türk askeri sisteminde bu kadar asker ve ağır silahı herkesi uyutarak veya kandırarak tiyatro oyunu oynarcasına kışladan dışarı çıkarıp kullanmak elbette imkânsız bir durumdur.

FETÖ darbe teşebbüsünde 251 vatandaşımız şehit edilmiş, 2740 vatandaşımız da yaralanmış ve gazi olmuştur. Bu iddia sahipleri eğer FETÖ’cü değillerse sanal ile gerçeği ayırt edemeyen hasta kişiler de olabilirler. Çünkü bu kadar şehit ve gazinin olduğu bir olayı seyredip böylesine deli saçması bir sözü söylemek ancak bu olayın gerçek değil animasyon filmi olduğunu zannetmekle mümkündür. Üstelik 15 Temmuz gecesi FETÖ darbe teşebbüsünde âdeta ülkemizin kalbi ve beyni hedef alınmıştı. Özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Genelkurmay Başkanlığı, polis karargâhları ve emniyet binaları, hava limanları, Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) bi-naları, haberleşme sistemleri ve yayın kuruluşlarına (TÜRKSAT, TRT, TRT World ve CNN

Türk vb.) saldırılmıştı. Gözü dönmüş katiller milletimizin parası ile alınan ağır silahlarla

(12)

zararlar vermişlerdi. 16 Temmuz sabahı ortaya çıkan manzara gerçekten dehşet vericiydi. İşte böylesine yıkımın ve zararın fazla olduğu 15 Temmuz hain darbe teşebbüsüne

“kont-rollü darbe” demek öncelikle yaşanan gerçeklerle bağdaşmaz. Bu deli saçması sözü 15

Temmuz gecesini sahada darbeci teröristlerle mücadele edenler değil ancak darbecilerin himayesinde ve kontrolünde olanlar söyleyebilir.

Kontrollü darbe yaptı veya yaptırdı denen Sayın Cumhurbaşkanımız 15 Temmuz gecesi FETÖ’cü teröristlerin bizzat hedefi olmuştur. Cumhurbaşkanımıza suikast düzenlemek amacıyla Marmaris’te kaldığı otel, özel eğitimli teröristler tarafından basılmış, kaldığı otel askeri helikopterler tarafından bombalanmış ve 2 polis memurumuz şehit edilmiştir. Sonrasında da suikast teşebbüsünde bulunan FETÖ’cü teröristler yakalanmış ve her biri ağırlaştırılmış müebbet cezasına çarptırılmıştır. Bu nasıl bir kontrollü darbe ki baş aktörü ölümden dönmesine, tüm oyuncuları en ağır cezalara çarptırılmasına rağmen filmde rol alan hiç kimse gerçekleri söylemiyor! Evet, böylesine gerçek dışı bir iddiayı ya olayların dışında kalmayı başarmış kripto bir FETÖ’cü ya da hezeyanlar içinde olan birisi yapabilir.

FETÖ, din istismarı yaparak faaliyet gösterdi. Din istismarını önlemek,

FETÖ benzeri örgütlenmelere mani olmak için ne yapmalıyız?

Yaratıcıyı arama, Yaratıcının varlığına inanma ve yaratmadaki amacını anlama insan için en temel ihtiyaçlardan birisidir. Çünkü canlılar içerisinde olaylar arası ilişki kurma ve problem çözme, sanattan sanatkârı, yapıdan ustayı, resimden ressamı, kitaptan yazarı anlama kabiliyeti yalnızca insana verilmiştir. Bundan dolayı insan, tabii olarak içinde yaşadığı bu muhteşem sistemin sahibini anlamaya çalışır. Etrafında olup biten fiillerin (mesela dünyanın dönmesi, güneşin doğup batması, bitki ve hayvanların yaratılması vb.) failini merak eder. İnsanın canlılar içerisindeki yerini ve neden var edildiğini sorgular. Tüm bu işleri yapan Yaratıcının amacını merak eder ve bilmek ister. Bundan dolayı insan-lık tarihi boyunca inanç ve dinler hep var olmuştur. Yaratıcının diğer canlılara vermeyip sadece insana verdiği bu özelliklere bakılırsa Yaratıcının insanı muhatap aldığı ve insana kendini tanıma sorumluluğu yüklediği anlaşılır. İnsan, fizyolojisi gereği merakını ve ilgili duygularını tatmin edebilmek için Yaratıcıyı bulmak ve tanımak ister. İşte insana verilen bu duygular doğru tatmin edilmediği için tarih boyunca akla ve mantığa hiç uymayan garip inançlar ve dinler ortaya çıkmıştır. İnsanlar ateş, inek, ay, güneş gibi farklı varlıkları ilah edinmişlerdir. Hatta kendi yaptığı putlara tapmışlardır.

Yaratıcı, insanoğluna kendini tanıtmak için insanlık tarihi boyunca çok sayıda pey-gamber ve kitap göndermiştir. İnsanlık zaman geçtikçe Yaratıcının gönderdiği rehberlerin ve kitapların öğretilerinden uzaklaşmıştır. Zaten Yaratıcının insanlık tarihi boyunca çok sayıda peygamber göndermesinin nedeni de bundan dolayıdır. İnancımıza göre Yaratıcının en son gönderdiği peygamber Hz. Muhammed (SAV), son kitap Kur’an-ı Kerim, son din ise İslamiyet’tir. İşte ülkemizde FETÖ’nün ortaya çıkmasındaki en temel sebep, bilime ters düşmeyen, akıl ve mantıkla uyumlu güzel dinimizin doğru kurum, kişi ve kaynak-larca öğretilmemesi, hatta zaman zaman İslam dininin temel esaslarının yasaklanmasıdır. Ülkemizde sıklıkla yapılan darbelerle, özellikle de 28 Şubat Post-Modern Darbesi ile dini

(13)

hizmetler yapan resmi (mesela Diyanet İşleri Başkanlığı) ve gayrıresmî kurumlar (sivil

toplum kuruluşları) ve mütedeyyin insanlar üzerinde anlamsız baskılar kurulmuş, dini

hizmetler gereği gibi yapılamamıştır. Hal böyle olunca insanımız dini bilgiler bakımından yetersiz kalmış, doğruyu yanlışı ayırt edemez duruma düşmüştür. Bu hal ise tam da yabancı istihbaratlar ve şer güçler için uygun bir ortam oluşturmuştur. Din istismarı yapanlara, yani din ile dünyayı kazanmaya çalışan sahtekârlara gün doğmuştur. İşte FETÖ, ülkemizde yaşanan bu olumsuz şartların bir mahsulüdür. Kısaca gayet fıtri olarak Yaratanı tanımak, İslam’ı öğrenmek isteyen insanımızın karşısına din istismarcısı hain FETÖ elebaşısı ve avaneleri çıkmıştır ve insanımızı kandırmıştır. Elbette insanımız FETÖ’nün tuzağına düşmeyecekti. O halde bundan sonra FETÖ benzeri terör örgütlerinin ortaya çıkmaması için yapılması gerekenler gayet açıktır. Hak olan güzel dinimiz, insanımıza doğru şekilde öğretilmeli ve insanlar baskı altında alınmadan İslam’ın yaşanmasına müsaade edilmelidir.

(14)
(15)

MİLLİ BİRLİK VE BÜTÜNLÜĞÜMÜZÜN

TESİSİ AÇISINDAN GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE

DARBELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Doç. Dr. Arif KOLAY

Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü

arif.kolay@dpu.edu.tr

GİRİŞ

Cumhuriyetin ilanından sonra ülkemizde demokrasinin işleyişi sık sık darbelerle kesil-miştir. Aslında bu bizim tarihimizde eskiden beri devam eden bir durumdur. Osmanlı dö-neminde asker birçok defa isyan ederek yönetime müdahale etmiş, Osmanlı padişahlarının yaklaşık üçte biri askerlerin müdahalesiyle tahttan indirilmiştir. Tarihimizde yaşanmış olan çeşitli darbe ve darbe teşebbüsleri hazin sonuçlara ve büyük felaketlere sebep olmuştur. Ancak, 15 Temmuz işgal girişimi, hiçbir darbeyle karşılaştırılmayacak kadar şeytanî bir planlamanın eseri olup büyük bir darbe teşebbüsüdür.

Osmanlı İmparatorluğu, kurduğu askeri sistem sayesinde önce Bizans ve Balkan dev-letlerine karşı büyük bir üstünlük kurmuştu. Ancak büyük fetihlere imza atan ordu, devlet otoritesinin zaafa uğradığı dönemlerde sık sık isyan edip, yönetimi belirledi.

Tarihimizde cereyan eden bu kadar askeri isyan ve darbeleri görünce başta Osmanlı devleti ve devamında da Cumhuriyet Türkiye’sinin nâsil ayakta kaldığı gerçekten şaşı-lacak bir durumdur.

Osmanlı İmparatorluğu'nda askeri isyanlar ve darbeler, Fatih Sultan Mehmed'in ilk hükümdarlığı zamanında 1446 Buçuktepe İsyanı ile başlar ve 1913 'teki Bâbıâli baskı-nıyla sona erer. Neredeyse Fatih Sultan Mehmed'ten sonra isyanla yüzleşmeyen Osmanlı padişahı yok gibidir. 36 Osmanlı padişahından 12'sinin isyan ve darbeyle tahtını kaybettiği göz önüne alındığında durumun vahameti daha iyi anlaşılır.

Günlerce, hatta aylarca devam eden isyanlar İstanbul halkına korkulu günler yaşatıyor, günlük hayat tamamen felç oluyordu. İsyanlar zaman zaman o kadar ileri boyutlara ulaşıyordu ki, bazen devlet adamlarının cesetleri köpeklere yem ediliyor, bazen sadrazamların kelleleri alınıyor, bazen de padişahlar acımasızca katlediliyordu (Afyoncu, Önal ve Demir, 2010: 7-8).

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE DARBELERİN

DEĞERLENDİRİLMESİ

(16)

İsyan ve Darbe Sonucu Tahttan İndirilen Padişahlar

II. Bayezid

İlk tahttan indirilen padişah II. Bayezid idi. Sultan II. Bayezid'in sağlığında iken ha-yatta olan oğullarının en büyüğü Ahmet, ikincisi Korkut, en küçüğü ise Selim'di. Ahmet, Amasya; Korkut, Manisa; Selim ise Trabzon valisi idi. Şah İsmail olayında yaşanan sıkıntılardan sonraki süreçte babasının tahtan ayrılacağı haberini alan Selim harekete geçti. 3 Ağustos 1511 tarihinde babasıyla savaşa girişen Şehzade Selim yenildi. Devlet erkânı Bayezid'in yerine, Şehzade Ahmed'in ya da Korkut’un padişah olmasını arzu eder-ken, Yeniçeriler Selim’i istiyorlardı. Neticede yeniçerilerin istediği oldu ve Sultan II. Bayezid baskılara daha fazla dayanamadı. Böylece yeniçerilerin desteğiyle tahta çıkan Bayezid yaklaşık 31 yıl sonra yine yeniçerilerin baskısıyla 24 Nisan 1512 ’de tahttan çe-kilmiş oldu. Bayezid, yanına bazı adamlarıyla dört yük akçe alarak Dimetoka’ya gitmek üzere İstanbul’dan ayrıldı. Oğlu I. Selim tarafından tahtından indirilmiş ve sürüldüğü Dimotoka’ya giderken yolda ölmüştür. Zehirlenerek öldürülmüş olduğu da söylenir (Turan,

1992 : 234- 238) .

Genç Osman

İkinci olarak tahttan indirilen padişah Genç Osman’dır. Babası I. Ahmed’in 1617 ’de vefatı üzerine tahta çıkabilecek durumdaki büyük şehzade olmasına rağmen Osmanlı saltanat sisteminde ilk defa vuku bulan bir uygulama ile amcası I. Mustafa’nın tahta çıkarılmış olması onun üzerinde büyük etki yaptı. Amcası, aklî dengesizliği sebebiyle doksan altı gün süren ilk saltanatının sonunda tahttan indirilince 26 Şubat 1618 ’de henüz on dört yaşında iken Osmanlı tahtına oturdu.

Genç Osman, Osmanlı Devleti'nin sıkıntılı bir döneminde yönetime gelmişti. Bu se-beple siyasi, sosyal ve askeri çeşitli zorluklarla karşılaştı. Bazı alanlarda ıslahat yapma girişimlerinde bulundu. Bundan dolayı ulema ve askerleri karşısına aldı. Genç Osman’ın yaptıklarına gücenen ulemâ ile ocaklarının geleceğini tehlikeli gören ve büyük bir teh-dit algılamasıyla hareket eden yeniçeriler birleşti. Sonuçta da tarihte eşine az rastlanır bir şekilde tahtan indirilerek, Yedikule zindanlarında boğularak öldürülen Sultan Genç Osman, babası Sultan I. Ahmed'in yaptırdığı Sultanahmet Camii'nin yanındaki türbesine defnedildi (Emecen, 2007 : 453- 456) .

I. Mustafa

XV. Osmanlı padişahı olan I. Mustafa akıl hastası olduğu için, yeniçeriler ve sipahiler tarafından tahtından indirilmiştir. 1622 ’de ikinci kez tekrar tahta çıkarılmış (Emecen,

2006 : 272- 275) fakat aynı gerekçeyle tekrar indirilmiştir.

Sultan İbrahim

Darbeyle indirilen dördüncü padişah Sultan İbrahim’dir. Sultan İbrahim tahta geçtiği ilk yıllarda sinir hastalığı yüzünden sık sık kriz geçiriyordu. Ancak, daha sonraki yıllar-da devlet işleriyle bizzat ilgilenmeye başladı. Fakat kendisinin mücevher, samur kürkü

(17)

düşkünlüğü, eyalet gelirlerini dağıtması gibi nedenlerden dolayı hazine boşaldığı için halktan fazladan vergiler alınmaya başlandı. Dahası askerlerin maaşları da ödenemeyecek hale geldi. Bu gibi durumlardan dolayı, ulema 7 Ağustos 1648 tarihinde Orta Camii'de toplanarak yeni bir ayaklanma çağrısı yaptı (Gökpınar, 2020 : 17). Ocak ağaları yeniden cuntalaşıp devleti soymaya başlayınca, Padişah bunların hakkından gelmek istediyse de Şeyhülislam Abdurrahim Efendi'nin de desteğini alan isyancılar, padişahı tahttan indirerek yerine henüz 7 yaşında olan oğlu IV. Mehmed’i padişah yaptı (Afyoncu, 2016 : 304) .

IV. Mehmed

IV. Mehmed, babası Sultan İbrahim’in öldürülmesi üzerine 8 Ağustos 1648 günü, henüz yedi yaşında iken padişah oldu. Ava ve edebiyata çok meraklıydı. Bu merakları yüzünden devlet işlerini aksattığı söylenir. 1687 Ağustos’unda vukubulan Mohaç yenilgisinin ar-dından ulûfelerinin ödenmediği bahanesiyle Serdârıekrem Süleyman Paşa’ya başkaldıran asker, IV. Mehmed’i tahttan indirmek için isyan ederek İstanbul’a doğru yürümeye başladı. Ordunun bu tutumu Avusturyalılar’ın Osmanlı topraklarında rahatça ilerlemesi sonucunu doğurdu. Saltanatını kaybetmekte olduğunu anlayan IV. Mehmed, sadâret mührünü as-kerden kaçırıp İstanbul’a getiren Süleyman Paşa’yı öldürterek başını askere gösterdi; av edevatını ve tazılarını dağıtarak tövbe ettiğini ilân etti, fakat artık iş işten geçmişti. Askerler Mohaç yenilgisinin sebebi olarak padişahı suçluyorlardı. Yeniçerilerin talebi ile sadrazam olan Siyavuş Paşa, bütün devlet adamlarının hazır bulunduğu bir toplantıda Sultan IV. Mehmed'in tahttan indirilerek yerine Şehzade Süleyman'ın tahta geçirilmesine dair bir karar aldı (Özcan, 2003 : 414- 418) . Böylece 1648 ’de babası Sultan İbrahim’in darbe ile tahttan indirilmesi sonucu padişah olan Sultan IV. Mehmed, 8 Kasım 1687 tarihinde yine bir başka darbeyle tahttan indirilmiş oldu (Afyoncu vd, 2010 : 136) .

II. Mustafa

Sultan II. Ahmed’in vefatı üzerine 1695 ’te II. Mustafa’nın tahta çıkarılması adeta Osmanlı tarihinde yeni bir dönemin de miladıydı. Sultan, II. Viyana hezimetinden son-ra Batıda devamlı gerileyen devleti yeniden azametli günlerine kavuşturmayı istiyordu (Özcan, 2006 : 276) . Bu amaçla çalışmalarına başladı. Bunun için de ordunun başında –asker istememesine rağmen-bizzat seferlere katıldı. Bu süreçte özellikle 1695 ve 1696 seferlerinde başarı elde edildi. Ancak 1697 ’deki üçüncü seferinde Zenta’da mağlubiyet olunca eski heyecanını kaybedip, günlerini daha çok Edirne’de geçirmeye ve burada av faaliyetleri ( Kurtaran, 2018 : 151) ile uğraşmaya başladı. Daha önce ordunun başında savaşa gelmesin diye isyan eden askerler bu defa devlet işleriyle ilgilenmiyor diye padişaha karşı isyan edip 1703 ’te darbe ile onu tahttan indirdiler (Afyoncu, 2010 : 156) .

III. Ahmed

1703 ’te ağabeyi II. Mustafa’nın darbe ile tahttan indirilmesinden sonra yerine III. Ahmed padişah oldu. Ancak dedesi Sultan İbrahim’den beri devam eden kötü talih III. Ahmed’in de peşini bırakmadı. Darbe sonucu tahta çıkarılan padişah yine başka bir dar-beyle tahtı I. Mahmud’a bırakmak zorunda kaldı (Afyoncu, 2010 : 188) .

(18)

Özellikle Doğu’daki seferler dolayısıyla peş peşe yeni vergilerin konulması, taşradaki asayişsizlik, bilhassa doğudaki aşiretlerin soygunculuğu neticesi halkın İstanbul’a akını ve şehirde işsizliğin yaygınlaşması, İstanbul esnafının içinde bulunduğu zorluklar gibi daha bazı iktisadî ve sosyal sebepler ile devlet kademelerine yapılan liyakatsiz atamalar vs. devlet idarecilerine karşı umumi bir hoşnutsuz olmasına sebep oldu. Bunlar üzerine, 1730 ’da Patrona Halil İsyanı patlak verdi. III. Ahmed, âsilere karşı durduysa da sonuç alamadı. Bunun sonucunda da isyancıların isteklerini kabul etmeye ve damadı Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa ile onun damatları Kethüda Mehmed Paşa ve Kaptanıderya Kaymak Mustafa Paşa’yı boğdurarak âsilere teslim etmeye mecbur oldu. Bir gün sonra ise tahttan zorla feragat ettirilip yerine II. Mustafa’nın oğlu I. Mahmud getirildi. Topkapı Sarayı’nın tahttan indirilmiş padişahlara mahsus dairesine gönderilen padişah, hayatının son altı yılını burada geçirip 24 Haziran 1736 ’da vefat etti (Aktepe, 1989 : 34-38).

III. Selim

III. Selim ülkenin askeri ve siyasi anlamda çok sıkıntılı bir döneminde, 1789 yılında padişah olunca, devletin sıkıntılı olan yönlerinde ıslahatlar yapma fırsatını da yakalamış oldu. Bu sebeple padişah, Avrupa’ya karşı koyabilmek için başta askeri olmak üzere her alanda bir ıslahat hareketi başlattı. Nizam-ı Cedit adında bir ordu kurdu. Fakat Yeniçeriler bundan memnun olmadı. Gerçekten de bu dönemde yeniçeriler iyice denetimden çıkmış bir hâlde, kendi bildikleri gibi hareket ediyorlar, her türlü yeni düzenlemeye karşı çı-kıyorlardı. Hazırlanan Nizam-ı Cedit ordusu da yeniçerilerin ve yenilik aleyhtarlarının tepkisini çekiyordu. Bu amaçla çeşitli propaganda faaliyetleri başladı. Padişahın yeniçe-rileri ortadan kaldırmak için İngiliz ve Ruslarla anlaştığını, yakında bu ülke askerlerinin İstanbul’a geleceği haberlerini etrafa yaymışlardı. Ulemayı bu faaliyetlerinde, devletteki görevlerinden uzaklaştırılmış vezirler de destekliyordu. Sonuçta devlet adamlarının çoğu ve halk Nizam-ı Cedit düşmanı hâline geldi. Bu kadar muhalefet karşısında, zaten zoraki ayakta duran Nizam-ı Cedit daha fazla direnemedi. 1807 yılında meydana gelen Kabakçı Mustafa isyanı sonucu Nizam-ı Cedit ortadan kaldırıldı. Böyle bir harekete girişmekle önemli bir risk almış olan Sultan III. Selim ise, yapmak istediği yeniliklerin bedelini âsiler tarafından darbe ile tahtan indirilip, öldürülmek sureti ile ödemişti (Engin, 2013 : 12-13).

IV. Mustafa

III. Selim’in bir darbe ile indirilmesinden sonra tahta çıkmış olan Sultan IV. Mustafa padiş olduğunda merkezi otorite zayıflamış durumdaydı. Kendisinden önce başlatılan ıs-lahat hareketlerine hemen son verdi. İsyanı çıkaran Kabakçı Mustafa ve yandaşları ile Yeniçerilere çok fazla tavizler verildi. Sultan III. Selim taraftarları ise bu kaotik ortamda, Osmanlı-Rus savaşları sırasında büyük başarılar göstermiş ve ordu mensuplarının sem-patisini kazanmış olan Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa'ya sığındılar.

Bu sırada İstanbul’da kargaşa ve asayişsizlik hâkimdi. Alemdar Mustafa Paşa ve ekibi, III. Selim'i tekrar tahta çıkarmak için çalışmalara başladılar. Hazırlıklardan sonra 16 bin kişiden müteşekkil ordusuyla İstanbul'a yürüyen Alemdar Mustafa Paşa, 19 Temmuz 1808 ’de Kabakçı Mustafa'yı İstanbul’da öldürttü. İsyancıların çoğunu da öldürdükten sonra Babıali'ye gelen Alemdar, Arapzade Arif Efendiyi şeyhülislam yaptıktan sonra

(19)

saraya gitti. Sultan IV. Mustafa, Alemdar Mustafa Paşa'nın Sultan III. Selim'i padişah yapmak için geldiğini söyleyen şeyhülislamı kovdu ve kardeşi şehzade Mahmud ve Sultan III. Selim'in öldürülmesini emretti. Sultan III. Selim hemen öldürüldü. Şehzade Mahmud ise saraydaki hizmetkârlar ve cariyelerin yardımıyla kaçırılarak yaralı da olsa ölümden kurtuldu. Alemdar Mustafa Paşa, Sultan IV. Mustafa'yı tahttan indirerek yerine hanedanın hayatta kalan son ferdi olan II. Mahmud'u getirdi (Beydilli, 2006 : 284- 285) . Sultan II. Mahmud, kendisinin tahta çıkarılmasını sağlayan Alemdar Mustafa Paşa'yı sadrazam yaptı.

Alemdar Mustafa Paşa'nın sadrazamlığı ve II. Mahmud'un padişahlığı sırasında sarayda yaşayan IV. Mustafa, yeniçerilerin onu tekrar padişah yapmaya çalıştıkları bir ayaklanma sırasında Sultan II. Mahmud'un emriyle 17 Kasım 1808'de öldürüldü (Afyoncu, 2016: 631).

Sultan Abdülaziz

Darbeyle tahttan indirilen ve sonu oldukça hazin olan padişahlardan biri de Sultan Abdülaziz’dir. Mithat Paşa, Mahmud Nedim ve Hüseyin Avni Paşa, Sultanın tahttan in-dirilmesinde ve öldürülmesinde etkin rol oynayan kişilerdir. Bunların Meşrutiyet ilanı isteklerini kabul etmeyen Sultan Abdülaziz bunu canıyla ödemiştir.

İktidarı döneminde ülkenin sahip olduğu dış borçlarla uğraşmıştır. Güçlü bir donanma oluşturmuştur. Avrupa’daki gelişmeleri görmek amacıyla Avrupa’ya seyahate çıkmıştır. Demiryolları başta olmak üzere birçok alanda bayındırlık faaliyetleri onun döneminde gerçekleşmiştir. Fakat 1871 ’den sonra devlet adamları arasında aleyhtarlar çoğalmış-tı. Mütercim Rüştü Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Adalet Nazırı Midhat Paşa ve Şeyhülislam Hayrullah Efendi bu aleyhte olan kişilerin başını çekiyordu. Dolayısıyla bunların destek ve teşvikleriyle medrese talebelerinin ayaklandırılması sürecinden sonra başlayan gösteriler sonucunda Sultan Abdülaziz darbe ile tahttan indirildi. Tahttan in-dirilmekle de kalmayarak intihar süsü verilerek öldürüldü (Afyoncu, 2010 : 255- 261) .

Sultan Abdülaziz’in bu şekilde öldürülmesi halk arasında büyük üzüntüye sebep ol-muştur. Hakkında pek çok mersiyeler yazılıp, ağıtlar yakılmıştır. Mesela;

Seni tahttan indirdiler Üç çifteye bindirdiler Topkapı'ya gönderdiler Uyan Abdülaziz uyan Kan ağlıyor bütün cihan...

Türküsü herkesin ortak üzüntüsünü ifade edecek şekilde nesiller boyu söylenip dur-muştur.

Sultan Abdülhamid

XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarında dünyanın en çok ilgisini çeken şah-siyetlerinden biri olan ve en zor dönemlerde 33 yıl süre ile Osmanlı Devleti’ni idare eden Sultan II. Abdülhamid, V. Murad’ın sağlık sorunları nedeniyle tahttan indirilmesinin ardından 31 Ağustos 1876 ’da tahta çıkar.

(20)

Eğitimden, bayındırlık faaliyetlerine, iç-dış politika ve istihbarattan güvenlik konu-larına kadar her alanda önemli gelişmeler ve yenilikler onun döneminde gerçekleşti. Hükümdarlığının son yıllarında İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kendisi ve iktidarı aley-hindeki faaliyetleri iyice arttı. Faaliyetlerini Avrupa’da sürdüren meşrutiyet taraftarları özellikle yabancı posta kuruluşları aracılığıyla ülkeye soktukları yayınlarla etkili olmaya başladılar. Bunların faaliyetleri ülke içinde giderek yayıldı. Balkanlarda özellikle Manastır ve Selanik gibi şehirlerde İttihat ve Terakki basın yoluyla propagandanın ötesinde bazı suikastlerle de İstanbul’u sıkıştırmaya başladı. Bunun sonucunda Sultan 23 Temmuz 1908 ’de Anayasayı yeniden yürürlüğe koyduğunu ilan ederek II. Meşrutiyet dönemini başlatmış oldu. Ardından 13 Nisan 1909 ’da 31 Mart Vakası meydana geldi. İstanbul’da çıkan isyan Rumeli’den gelen Hareket Ordusunun müdahalesiyle bastırıldı. Alakası olma-dığı halde isyandan sorumlu tutulan Sultan Abdülhamid, Meclis kararıyla tahttan indirildi ve Selanik’e sürgün edildi (Engin, 2005 : 77-78).

Cumhuriyet Dönemindeki Darbeler

27 Mayıs 1960 Darbesi

Cumhuriyet döneminin ilk darbesidir. 27 Mayıs 1960 Darbesi, emir komuta zinciri içinde yapılmamış, 37 düşük rütbeli subayın oluşturduğu Milli Birlik Komitesi’nin orga-nizasyonu ile yapılmıştır. Demokrat Parti’nin kötü yönetimi ve ekonomik göstergelerin kötüye gitmesi darbenin temel gerekçesi olarak gösterilmiştir. DP iktidarına ve parlamen-toya olduğu kadar, ordu hiyerarşisine karşı da yapılan bir darbedir.

7 Ocak 1946 tarihinde kurulmuş olan DP, CHP’nin karşısına çıkan ilk güçlü muhalefet partisi olmuştur. Bu gücünü 1950 , 1954 ve 1957 seçimlerinde halkın desteğini almak suretiyle iktidar partisi olarak göstermiştir. DP iktidarı 27 Mayıs 1960 tarihinde bir askeri ihtilalle devrilmiştir. Üyeleri önce Askeri Harp Okulu’nda ilk soruşturmaları yapıldık-tan sonra da Yassıada’ya sevk edilmişlerdir (Aydemir, 1993 : 362) . Yassıada’da İhtilal Mahkemesi tarafından tam bir yıl süreyle yargılanmışlar, yargılama sonucunda da 15 Eylül 1961 tarihinde ya ömür boyu mahkûm edilmişler ya da ölüm cezasına çarptırılmışlardır. Nitekim bu kararın hemen akabinde önce Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan, ardından da Adnan Menderes idam edilmiştir (Emiroğlu, 2011 : 13-14).

22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 Albay Talat Aydemir’in başarısız darbe girişimleri 1961 seçimleri ile birlikte DP’nin devamı olan Adalet Partisi (AP) ve Yeni Türkiye Partisi’nin aldığı yüksek oy Milli Birlik Komitesi’nin dışında ondan daha keskin subay-ların yer aldığı Silahlı Kuvvetler Birliği (SKB) üyeleri tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Yönetimi sivillere bırakma konusunda çok istekli olmayan SKB, bu darbe girişimini gerçekleştirdi.

Kara Harp Okulu Komutanı Talat Aydemir'in 16 Kasım 1961 'de sonra da 21 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963 ’de kalkıştığı başarısız darbe girişimleri, Aydemir ve Fethi Gürcan'ın idamıyla sonuçlandı (bknz; Demir, 2006 : 155- 171) .

Doğan Avcıoğlu gibi zinde güçler üzerinden sol bir hükûmet oluşturma gayreti olanla-rın Talat Aydemir ile irtibatları vardı. 21 Şubat Aydemir darbesi nedeni ile 1962 -1963 ’te Harp Okulu mezun vermemiştir (Erdem, 2020 ).

(21)

12 Mart 1971 Muhtırası

27 Mayıs 1960 'tan yaklaşık 11 yıl sonra ordu, sivil siyasete yeniden müdahale etti. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ın da ikna edilmesi ile 12 Mart 1971 'de saat 13.00'te, Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur'un imzasını taşıyan muhtıra, TRT radyolarından okunmuş ve Süleyman Demirel Hükûmeti istifaya davet edilmiştir.

Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a, Başbakan Demirel’e ve TBMM’ye yazılı olarak da gönderilen 3 maddeli muhtıra metnine göre, Demirel askerlerin taleplerini yerine getirip istifa etmez ve yerine askerlerin onaylayacağı bir hükûmet kurulmazsa, ordu idareyi doğrudan üzerine alacaktır. Muhtıranın tam metni şöyledir:

1. Parlamento ve hükûmet, süregelen tutum, görüş ve icraatı ile yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.

2. Türk Milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliği giderecek çevrelerin, partiler üstü bir anlayışla meclisle-rimizce değerlendirilecek, mevcut anarşik durumu giderecek ve anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılâp kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükûmetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.

3. Bu husus süratle tahakkuk ettirilmediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri, kanunların kendisine vermiş olduğu, Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır.

Muhtıranın bildirilmesinden hemen sonra, Bakanlar Kurulu olağanüstü toplanmış ve sonuç olarak da Başbakan Süleyman Demirel’in başında bulunduğu hükûmet istifa etmiştir (Ertem, 2018 : 657- 658) .

Bu darbenin meşruiyet zeminini sağlayan olaylar özellikle sol gençlik gruplarının mey-dana getirdiği terör olaylarıdır. 12 Mart Muhtırasını darbeyi önleyen bir muhtıra olarak değerlendirenler vardır. Zira 9 Mart 1971 'deki darbe girişimi ancak komuta kademesinin karşı muhtırasıyla durdurulabilmiştir. Bu dönemde orduda radikal genç subayları temsil eden Muhsin Batur-Faruk Gürler cuntası konuşulmaktadır. Gençlik örgütleri de bu cuntayla hareket etmiş ve Doğan Avcıoğlu'nun fikirlerinden etkilenen bir grup, 9 Mart 1971 'de "sol Kemalist" darbe hazırlığına girişmiştir. Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç, MİT'in ihbarıyla darbe hazırlığını önler ve 12 Mart'ta hükûmete muhtıra verir.

On yıl önce gerçekleşen 27 Mayıs darbesi üç sağ siyasetçinin idamıyla sonuçlanmış-tı: Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu. 12 Mart'ı izleyen günlerde darağacında bu kez üç solcu genç vardı: Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan. Bir sağdan ve bir soldan idamlar 12 Eylül 1980 ’de zaman aşımı olmaksızın gerçekleşecekti.

(22)

12 Eylül 1980 Darbesi

1980 darbesi iç karışıklık, terör olaylarının ülkeyi yaşanılamaz hale getirmesi, siyasi istikrarsızlığın had safhaya varması (ki bir örneği, 115 tur yapılmasına rağmen hala

cumhurbaşkanının seçilemediği 1980 yılıdır), ekonomik kriz vb. gibi güçlü gerekçelere

yaslanarak yapıldı. Daha sonraki dönemlerde bazı yetkililerin açıklamalarından anlaşılıyor ki bu kargaşa ortamını da darbeyi yapanlar hazırlamışlardı.

12 Eylül 1980 darbesi idamların, tutuklamaların, işkencelerin, sonrasında terör örgüt-lerine katılmaların kaynağı olmuştur (Erdem, 2020 ).

27 Mayıs 1960 ’tan bugüne yapılan cunta darbelerinin hepsinin ardında, ABD başta olmak üzere, Batılı güçlerin olduğu zaten bilinen bir gerçektir. Bu konularda epeyce kanıt da mevcuttur.

Örneğin, 12 Eylül darbesini 1970 ’li yıllarda CIA’nın Türkiye Şefi olan Paul Henze, ABD Başkanı Jimmy Carter’a “Bizim çocuklar başardı” diye haber vermiştir (Milliyet,

2011 ).

28 Şubat 1997 Post-Modern Darbe

Tam darbe dönemi bitti denilirken 27 Şubat 1997 ’de Türkiye bu defa post-modern denilen darbeyle tanıştı. Bu silahlı kuvvetlerin seçilmiş sivil yönetimlere dördüncü mü-dahalesiydi. Medyanın bir kısmı, bazı sivil toplum kuruluşları ve bürokrasinin desteğiyle dönemin Refah Partisi-Doğruyol Partisi koalisyonu, yönetimden uzaklaştırıldı. Bu dö-nemde yapılan yanlış uygulamalarla millet ile milletin gözbebeği gibi sevdiği ordusunun arası açıldı.

İmam-hatipler ve birçok dini grup, 28 Şubat döneminde darbe yediği için FETÖ’nün eğitim kurumları büyüdü. Uzun süre kendisini gizleyen FETÖ’nün Haçlı seferlerinin yeni Truva Atı olduğu daha sonra anlaşılacaktı. Görünüşte Müslüman ve Türkçe konuşan bu Truva Atı, FETÖ’ydü. Dış görünüşe aldanan Türkiye ve birçok İslam ülkesi Müslüman kis-vesine bürünmüş FETÖ Haçlıları tarafından yavaş yavaş ele geçirildi. FETÖ, İslamiyet’le ve Türklükle hiçbir alakası olmayan bir menfaat çetesiydi. Ancak Truva Atı olduğu için uzun süre birçok kesim tarafından fark edilemedi (Afyoncu, 2016 ).

1994 'teki yerel seçimlerin galibi Refah Partisi, 1996 'da da DYP ile koalisyonun ortağı olarak Refah-Yol hükûmetini kurdu. Refah Partisinin iktidara gelmesi bazı kesimlerin (asker, bürokrat, medya patronları vs.) hazmedemediği bir durumdu. Dolayısıyla faaliyet yaptırmamak için her yol denenmeye başlandı.

Genelkurmay'da Batı Çalışma Grubu (BÇG) kurularak dini oluşumlar takip ve kontrol altına alınarak yıldırılmak istendi. Ankara-Sincan’daki Kudüs temalı bir tiyatro oyunu gerekçe gösterilerek 1997 Şubat'ında Sincan'da tanklar yürütüldü, 28 Şubat'ta ise askerler 9 saatlik MGK'da hükûmete 18 maddelik muhtıra verdi. Muhtıra sonrası hükûmet değişti, Refah Partisi kapatıldı, insan haklarına aykırı birçok uygulama evrensel ve özgür düşün-cenin merkezi olan üniversiteler olmak üzere kamu kurumları ve kamusal alanda yaşandı.

(23)

27 Nisan e-muhtırası

2002 sonrası Türk siyasi tarihinde farklı bir renkle ortaya çıkan AK Parti, 2007 'deki Cumhurbaşkanlığı seçiminde bir kriz yaşadı. 27 Nisan 2007 ’deki ilk tur oylamanın ardından “367 garabeti” tartışmaları yaşandı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanlığı se-çimi Anayasa Mahkemesi'ne taşınırken, Genelkurmay'ın internet sitesinde dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt tarafından o gece e-muhtıra olarak da anılan bir bildiri yayımlandı. Bildiride dönemin cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’ün adaylığı eleştiriliyordu. Lakin AK Parti hükûmetinin bildiriye yönelik cevabı çok sert oldu. Bu sert karşılık halk tarafından da büyük teveccüh gördü ve bunun neticesi olarak 22 Temmuz'da erken seçime gidildi, AK Parti oylarını % 34’ten % 47'ye çıkardı.

15 Temmuz 2016 Başarısız İşgal Girişimi

AK Parti hükûmetinin 27 Nisan e-bildirisi ile atlattığı ilk başarısız darbe hazırlığı 27 Mayıs 2013 tarihinde başlayan Gezi Parkı olayları ile farklı bir biçimde devam etti. Yabancı basının canlı yayınlarla dünya kamuoyuna abartarak sunduğu bu olaylardan da istediği sonucu alamayan çevreler son hedeflerini gerçekleştirmek için tekrar harekete geçtiler. Amaç Başbakan Erdoğan’ı iktidardan indirmek ve uluslararası mahkemelerde yargılatmak idi.

7 Şubat 2012 tarihinde Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarı Hakan Fidan’ı ifadeye çağırma operasyonuyla başlayan süreç 17-25 Aralık operasyonları ve 1-19 0cak 2014 ta-rihlerinde MİT tırlarına yönelik operasyonlarla devam etmiştir. MİT gözetimindeki tırlar Adana ve Hatay’da durdurulmuş ve FETÖ’cü savcının yürüttüğü operasyon kısa süre içinde uluslararası medya organlarına servis edilmiştir. Tırlarla terör örgütlerine yardım götürüldüğü yalanları ve kara propagandalarıyla Türkiye, terör örgütlerinin destekçisi olarak gösterilmiştir (Erdem, 2020 ).

Bu süreçte hükûmetin aldığı kararlar çerçevesinde kamu kurumlarından tasfiye edil-meye başlayan örgüt son olarak NATO’cu subaylarla işbirliği içinde 15 Temmuz gecesi başarısız bir darbe girişiminde bulunmuştur.

15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi kahraman Türk milleti, ordu içinde darbe karşıtı olan askerler ve kahraman emniyet güçlerinin direnişi sonrasında başarısız kılın-mıştır.

Darbenin başarısız kılınmasında hiç şüphesiz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın rolü ve etkisi büyüktür. Darbeye karşı halkı meydanlara davet etmesi insanımıza büyük cesaret vermiştir.

Bu olay şüphesiz Türkiye’de hafızalardan uzun yıllar silinmeyecek izler bırakmıştır. Özellikle darbe girişiminin sivil bir tepki ve direnişle bastırılması unutulmayacak bir öneme sahiptir. İnsanımızın darbecilere karşı gösterdiği direniş ve mücadele her türlü takdirin üzerinde bir değere sahiptir.

Özellikle yeri geldiğinde Türkiye’nin demokrasi yolunda mesafe alması için üst perde-den nasihat eperde-den Batılı ülkeler, demokratik düzeni değiştirmeye yönelik –üstelik herkesin

(24)

gözü önünde ve canlı yayınlarla seyredilmesine rağmen- darbe girişimini kınamadıkları gibi, halkın direnişini ve kahramanlığını da görmezden gelmişlerdir.

Bu durum Türkiye’deki darbe girişimlerinin arkasında bazı ülkelerin istihbarat servis-lerinin varlığı tartışmasını bir kere daha hatırlatmaktadır.

15 Temmuz başarısız darbe girişimi Cumhuriyet tarihinde halkın sokaklara dökülerek darbeyi önlediği bir girişim olarak tarih sahnesindeki yerini alacaktır.

15 Temmuz darbesi ve işgal girişiminin tarihimizde yaşanmış olan diğer darbeler silsilesinin bir devamı niteliğinde görülmemesi gerekir. Böyle bakıldığı takdirde bu hain darbe girişimini

“SIRADANLAŞTIRMAK, NORMALLEŞTİRMEK ve hatta MEŞRULAŞTIRMAK” olur.

15 Temmuz darbesi ve işgal girişimi bizim de önemli bir parçasını oluşturduğumuz bütün İslam dünyası ve tarihinin gördüğü “EN ANORMAL HADİSELER”den birisidir. Türk tarihi içerisinde ise bunun eşi benzeri yoktur.

Çünkü bu mel’un, meş’um, gayrimeşru, gayrıahlâki, gayrimilli, gayriinsani kalkışmanın tarihimizde, hakikaten bir benzeri mevcut değildir.

Dünya tarihine bakıldığında ise bunlarla çok yakın özellikler gösteren bir yapı karşı-mıza çıkmaktadır.

Yaşadığımız bu mel'un hadisenin ne olduğu, olmadığı ve sonuçlarının da neler olabil-diği ancak mazideki tecrübelerin tezgâhında tartıldığında izah edilebilir. Dolaysıyla bunu ancak Hasan Sabbah tarafından kurulan Haşhaşi Tarikatı ve bunların yaptıklarıyla izah etmek mümkün olacaktır.

Haşhaşi Teşkilatı

Alamut Fedaileri, diğer adıyla Haşhaşiler, 1090 yılında İsmaili mezhebine mensup din adamı Hasan Sabbah’ın tarihi Alamut Kalesi’ni ele geçirmesiyle kurulmuş dini ve siyasi örgüttür. Amaçları ise, Büyük Selçuklu Devleti’ni yıkmak ve İran topraklarındaki Türk hâkimiyetine son vermekti. Peki kimdi bu Hasan Sabbah?

Tahminen 1050 ’li yıllarda İran’da doğan Hasan Sabbah’ın ailesi, Şii inancına mensup idi. 17 yaşındayken Rey şehrinde, Amireh Zarab adlı bir din adamının dainin (İsmaili

mezhebini yaymak için görevlendirilmiş din adamlarına verilen unvan) etkisiyle İsmaili

öğretisiyle tanıştı ve bundan sonra Şii inancını kaybeden Hasan Sabbah, kendini İsmaili inancına adadı.

Yıllarca aldığı eğitimlerden sonra, Isfahan’daki Büyük Selçuklu sarayına girmeyi başardı. Dönemin hükümdarı Melikşah ve veziri Nizam ül-Mülk’e hizmet ediyordu. Zaman içeri-sinde Nizam ül-Mülk, Hasan Sabbah’ı kendi için bir tehlike olarak görmeye başladı ve onu Sultan Melikşah’ın gözünde itibarsızlaştırdı, sonuçta da Hasan Sabbah saraydan sürüldü.

Bu durumu hazmedemeyen Hasan Sabbah, intikam yemini etti ve uzun bir süre sürgün hayatı yaşadı. Yıllarca İran topraklarını dolaştı ve insanlara İsmaili öğretilerini anlattı, İsmaili inancı insanlar arasında hızla yayılmaya başladı. İnsanlar Hasan Sabbah’ı bir lider olarak görmeye başladığı sıralarda, Selçuklu hükümdarı tarafından hain ilan edildi.

(25)

Sultan Melikşah, Hasan Sabbah’ın güç kazanmasını ülkesi için bir tehdit olarak görüyordu (https://www.tarihlisanat.com, 2020 ).

Hasan Sabbah, kendine yeterince mürit topladıktan sonra, 1090 yılında Alamut Kalesini ele geçirdi ve Nizârî-İsmâilî Devleti’ni kurdu (Özaydın, 1997 : 347- 350) . Bu kale, bir buçuk asırdan fazla tarihin en korkunç tarikatının yaşadığı mekân oldu.

Tarikatın çok ağır kuralları vardı; alkol yasaktı, evlenmek ve çocuk sahibi olmak ya-saktı, kadınlar ve kadınlar hakkında konuşmak yaya-saktı, müzik yasaktı. Bu kuralların amacı, müritleri her türlü dünyevi zevkten ve bağdan uzaklaştırıp kendilerini tamamen tarikata ve öğretilere adamalarını sağlamaktı. Bu kurallara uymayanlar çok ağır şekilde cezalandırılıyordu.

1273 yılında İran'dan geçen Marco Polo, seyahatnamesinde Haşhaşilerden bahseder. Seyahatnamede Haşhaşiler ile ilgili geçen ifadelerden bir kısmı şöyledir:

"Şeyh, kalenin arkasındaki uzun vadiyi zamanının en güzel bahçesi haline getirmişti. Dünyaya meydan okuyormuşçasına yükselen Alamut’u aşmadan buraya girmek imkânsız-dı. Vadide birbirinden zarif köşklerle şarap ve süt akıtan çeşmelerin arasında en nadide çiçekler açar, ağaçlar yükselirdi. Her köşeye, dünyanın en güzel kızlarından bir grup yerleştirilmişti. Kızların hepsinin sesi güzeldi. Şarkı söylemeyi, dans etmeyi ve birkaç çalgı çalmayı bilirlerdi. Aşk oyunlarında da üzerlerine kimse yoktu.

Yirmi yaşına basmış delikanlılar arasında sağlıklı, gözü kara, tehlikeye aldırış etmeyen ve Şeyh’e her bakımdan bağlanabilecek durumda olanlar Alamut’a getirilirlerdi. Bunlara bir müddet Hasan Sabbah’ın cennetiyle ilgili efsaneler anlatılır, daha sonra teşkilâtın büyüklerinden biri tarafından tek tek Şeyh’in huzuruna çıkartılarak törenle tarikata kabul edilir ve Sabbah’ın ayaklarına kapanan genç ‘fedai adayı’ olurdu.

Sabbah, gence içerisinde bol miktarda haşhaş bulunan ama tam formülünü sadece ken-disinin bildiği meşhur içkisinden içirir, kendinden geçen delikanlı ‘cennet’ denen bahçeye bırakılırdı. Delikanlı bir müddet sonra ayılır, kendisini dünyanın en güzel köşelerinden birinde ve birbirinden güzel genç kızlar arasında bulur, her arzusu yerine getirilir ve hem Sabbah’ın büyüklüğüne inanır, hem de sonsuza kadar burada kalmayı isterdi.

Tarikatın büyükleri, gence birkaç gün sonra yeniden uyuşturucu içirirlerdi. Kendinden geçen genç bu defa kaleye taşınır, ayıldıktan sonra “Vadideki cennete dönmek istiyorsa Şeyh’in istediği işi yapması gerektiği” söylenirdi.

Hayal bahçesine tekrar kavuşmaktan başka birşey düşünemez hale gelmiş olan genç bu defa Hasan Sabbah’ın huzuruna çıkartılırdı. Şeyh söze ‘İlk vazifeni yerine getirmenin ve bana bağlılığını ispat etmenin zamanı geldi’ diye başlar, ‘Bir düşmanımın öldürülmesi gerekiyor ve bu işi sen yapacaksın. Görevini başarıp döndüğünde yeniden cennete gi-receksin. Düşmanımı ortadan kaldırır ama onun adamları tarafından öldürülürsen aynı cennette yaşamaya yine hak kazanırsın. Meleklerimi yollar, seni buraya getirtirim. Ama başaramadan gelir, yakalanır yahut işi bitirmeden öldürülürsen cennetimin kapıları sana kıyamete kadar kapanır’ der ve öldürülmesi istenen kişi, bütün bunlardan sonra mutlaka ölürdü" (Bardakçı, 2020 ).

(26)

Tarikat, müritlerine İsmaili öğretilerinin yanı sıra felsefe, edebiyat, yabancı dil, coğrafya ve en önemlisi de korkusuz birer suikastçı olmayı öğretiyordu. Suikastçılara verilen ilim eğitimlerinin asıl amaçları, onların insan içinde kolayca kamufle olmalarını sağlamak ve böylece suikastın gerçekleşmesini riske atmamaktı. Tarikatın yetiştirdiği suikastçıların ilk kurbanlarından biri de, Selçuklu veziri Nizam ül-Mülk oldu.

Suikastçılara, eğitim gördükleri süre boyunca cennet, şehitlik ve şehitlik mertebesinin değeri, cennete gittiklerinde nâsil ödüllendirilecekleri ve huriler anlatılırdı. Bu anlatılarla suikastçıların beyni yıkanıyor, böylece cinayetleri korkusuzca işleyip bu uğurda öldükle-rinde şehit olacaklarını ve cennete gideceklerini zannediyorlar, ölümden ve işkenceden korkmaz hale geliyorlardı (Bknz; Arayancan, 2018 ).

Hasan Sabbah’ın ölümünden sonra tarikat, bir süre daha aktif bir şekilde eylemleri-ne devam etti. Fakat zaman ilerledikçe, müritlerin tarikata ve öğretilere olan inançları azalmaya başladı. Bunun en büyük nedenlerinden biri, neredeyse ilah olarak gördükleri Hasan Sabbah’ın ölümüydü.

İşte eğer tarihte bir benzerini arayacaksak FETÖ’yü en yakın olarak bu Haşhaşi yapı-lanmasına benzetebiliriz.

Peki, örgüt nâsil gelişmiş ve bu hale gelmiştir?

Bunun sadece bir cümle ile cevabını vermek mümkün değildir. Tarihsel, sosyolojik, ekonomik, dini, siyasi açılardan bakarak bir değerlendirme yapmak gerekir.

Eğitim

1966 ile 1983 yılları arası, kimi araştırmacılar tarafından FETÖ’nün kurulma evresi olarak tanımlanmıştır. Örgüt lideri Gülen, 1960 'larda resmi imamlık görevinin yanı sıra vaazler, vaaz kasetleri, gençlik yaz kampları yoluyla görüşlerini geniş kitlelere ulaştır-maya başlamıştır.

FETÖ’nün faaliyetlerinde “Işık Evleri” denilen sistemin önemli etkisi olmuştur. Bu süreçle beraber "cemaat vakıfları" ve "himmet toplantıları”nca desteklenen ortaöğretim kurumlarına yönelik öğrenci yurtları faaliyete geçirilmiştir.

Daha sonra ise ilk ve ortaöğretime yönelik okullar, dershane, üniversite gibi eğitim kurumları faaliyete geçirilmiştir.

Camide vaaz verme ile başlayan süreç sonrasında eleman devşirmek için öğrenci yurt-ları yapılmıştır. Bu yurtlara özellikle taşradan büyük şehirlere tahsil için gelen ve maddi imkânları olmayan ailelerin çocukları alınmıştır.

Yavaş yavaş ve gizli bir şekilde gelişen örgüt kendi tabirleriyle devletin bütün kılcal damarlarına sızmaya başlamıştır.

Bir süre sonra ciddi bir ekonomik güce ulaşan örgüt hem ülke içinde hem de ülke dışında daha da büyümeye ve gelişmeye başlamıştır.

-Ticari faaliyetler, kendileri ekseninde bir iş dünyası oluşturmaları, -Vakıflar, dernekler,

(27)

-Özel hastaneler,

-Finans kurumları, bankalar, -Sigortacılık faaliyetleri,

-Basın-yayın faaliyetlerine el atılmış ve bu amaçla başlangıçta bir gazete ve derginin alınmasıyla başlayan süreç 15 Temmuz’a gelindiğinde devasa bir medya imparatorluğu haline gelmiştir. Öyle ki, 15 Temmuz sonrasında KHK ile kapatılan ve yayın hayatına son verilen 3 haber ajansı, 16 televizyon, 23 radyo, 45 gazete, 15 dergi, 29 yayınevi ve dağıtım kanalının FETÖ’ye ait olduğu görülecekti. Basın yayın organları vasıtasıyla pek çok yalan haber yapıldı.

Pek çok kişi hakkında iftiralar atıldı ve işlerine gelmeyen pek çok üst düzey devlet görevlisi hakkında itibarsızlaştırma faaliyeti yürütüldü.

-Örgüt mensuplarının evliliği,

-Dershaneler ve sonrasında değişik kurumlarca yapılan sınavlarda soru çalınması ve örgüt elamanlarına soruların ve cevaplarının verilmesi,

-Kimlik gizleme-kod isim kullanma,

-Örgütün girift ve karmaşık yapısı (kendi içerisinde ciddi bir kontrol ve otokontrol

mekanizmasının oluşu, bir defa sisteme dâhil olanın bir daha çıkmakta zorlanması, bu konudaki baskı ve tehditler, örgütün sistemi dışına çıkmaya çalışanlara verilen cezalar vs.),

-Bu ve benzeri faaliyetlerle örgüt yaygınlık kazanmıştır.

Özellikle halkımızın din konusundaki hassasiyetlerinden önemli ölçüde istifade et-mişlerdir. Yaptıkları pek çok şeyi din kisvesi altında yapmışlar ve insanımız bu durumun farkına varamamıştır.

Örgüt içerisine dâhil edilen, devşirilen çocuklar ve gençlerin yapılan sohbetler, izletilen filimler ve vaazlarla sürekli beyinleri yıkanmış ve onların doğruları fark etmelerinin önü-ne geçilmiştir. Bu faaliyetler o kadar etkili olmuştur ki, sadece dünyanın örgütten ibaret olduğu, örgüt mensuplarının her dediğinin doğru olduğu inancı içeride yaygınlaşmış ve inanılmıştır.

-Bunun neticesinde evlatlar ana-babaya, ebeveynler çocuklarına, kadınlar kocalarına, erkekler kadınlarına, kardeşler kardeşe düşman haline gelmiştir.

Cinayetler ve Suikastlar

-Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002 'de FETÖ tarafından silahlı saldırıya uğrayarak cinayete kurban gitti.

-Hablemitoğlu'na benzer biçimde gazeteci Haydar Meriç de FETÖ ve elebaşı Fethullah Gülen aleyhinde yazacağı kitap için araştırmalar yaparken öldürüldü.

-Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in 19 Ocak 2007 'de öldürülmesi, -Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan suikastı,

(28)

-Santa Maria Katolik Kilisesi Rahibi Andrea Santoro, Oğuzhan Akdin tarafından Trabzon’da öldürüldü.

-Zirve Yayınevi davası, -Danıştay saldırısı, -Turgut Özal suikastı,

-Muhsin Yazıcıoğlu suikastı (Kazadan sonra helikopterin radar altimetresini söken

TSK personelleri 15 Temmuz darbe girişimi ardından yakalandı.),

-Spor Dünyasına el attılar,

-PKK, DHKPC gibi terör örgütleriyle birlikte hareket ettiler.

SONUÇ

Zor bir coğrafyada yaşıyoruz ve de zor bir tarihin evladıyız. Varlığıyla varlığımızı idame ettirebildiğimiz, hürriyetimizi muhafaza edebildiğimiz, tarihimizi devletlu olarak geçirdiğimiz bir mazimizin olmasında en büyük amillerden biri de daimi ve düzenli bir ordumuzun her daim bulunmasıdır. Buna mukabil bu durum aynı zamanda darbelerle dolu bir tarihimizin de olmasının temel dinamiklerinden biridir.

Osmanlı tarihinde darbelerin bolluğunun sebebi ilk daimi orduların kurulmasıdır. Ama bunlar bir taraftan da darbelerin de failleridir aynı zamanda. Zor bir çıkmazın içindeyiz. İşimiz birçok dünya devletine göre daha zor.

Her şeye rağmen yine de milli ve güçlü bir orduya sahip olmak zorundayız. Aynı za-manda da bu güçlü orduya sivil nizamın ve sistemin kendi mantığı içinde ikamesini de önce kabul ettirmeli sonra da hayata geçirmeliyiz. 15 Temmuz bize bu imkânı vermiştir. Bu manada büyük bir fırsat da yakalamış durumdayız.

Milletleri büyük yapan, karşılaştıkları zorlukları yekvücut olarak aşma gücüne sahip olmalarıdır. Türk Milleti de tarih boyunca ölüm-kalım mücadelesi olarak nitelendirilebi-lecek zorluklardan bir lider etrafında kenetlenerek çıkmayı başarmıştır.

Bu vesile ile bir kez daha 15 Temmuz şehitlerimizi rahmetle anıyorum. Gazilerimize şükranlarımı sunuyorum.

(29)

KAYNAKÇA

Afyoncu, E. (2016 ). 15 Temmuz 2016 Türkiye’yi Darbeyle İşgal Teşebbüsü. Ankara: MEB Afyoncu, E. Önal, E. Demir, U. (2010 ). Osmanlı İmparatorluğunda Askeri İsyanlar ve

Darbeler. Ankara: Yeditepe

Afyoncu, E. (2016 ). Sorularla Osmanlı İmparatorluğu. İstanbul: Yeditepe. Aktepe, M. Münir.(1989 ). Ahmed III, DİA, II, Ankara.

Arayancan, Atıcı, A. (2018 ). Haşhaşiler Efsaneler ve Gerçekler. İstanbul: Yeditepe. Aydemir, Ş. S. (1993 ). İhtilalin Mantığı ve 27 Mayıs İhtilali. İstanbul: Remzi. Bardakçı, M. (2020 ). Haşhaşîlik sadece haşhaştan ve suikasttan ibaret değil. Erişim adresi: https://www.haberturk.com/.

Beydilli, K. (2006 ). Mustafa IV. DİA, XXXI, Ankara.

Demir, Y. (2006 ). Albay Talat Aydemir’in Darbe Girişimleri. ÇTTAD. V/12. Bahar. Emecen, F. (2006 ). Mustafa I. DİA, XXXI, Ankara.

Emecen, F.(2007 ). Osman II. DİA. XXXIII. Ankara.

Emiroğlu, A. (2011 ). 27 Mayıs 1960 İhtilali ve Demokrat Parti’nin Tasfiyesi. Selçuk

Üniversitesi Kadınhanı Faik İçil Meslek Yüksekokulu Sosyal ve Teknik Araştırmalar Dergisi. Yıl 1. Sayı 1. Mayıs.

Engin, V. (2013 ). Türk Modernleşmesinin İlk Safhaları. Türk Modernleşmesi. Edt. Arif Kolay. İstanbul: Yeditepe.

Engin, V. (2005 ). II. Abdülhamid ve Dış Politika. İstanbul: Yeditepe.

Erdem, T. (2020 ). Türkiye'de Darbe ve Müdahalelerin Kısa Tarihi. Erişim adresi: https:// www.sde.org.tr/tevfik-erdem/genel/turkiyede-darbe-ve-mudahalelerin-kisa-tari-hi-kose-yazisi-1044 3.

Ertem, B. (2018 ). 12 Mart 1971 Askerî Müdahalesi Sonrası Ara Rejim ve Türkiye Siyasetine Etkileri (1971 -1974 ).Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi. Yıl: 8. Cilt:8. Sayı:14. Nisan.

Gökpınar, B. (2020 ). Osmanlı Kronikleri Işığında Sultan İbrahim ve Dönemi (1640 -1648 ). ETÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (ETÜSBED). S.10. Nisan.

Kurtaran, U. (2018 ). Sultan II. Mustafa’nın Avcılığı Üzerine Bir Araştırma. Social Sciences

Research Journal. 7/1. Mart.

Özaydın, A. (1997 ). Hasan Sabbâh. DİA, XVI, Ankara. Özcan, A. (2003 ). Mehmed IV. DİA. XXVIII. Ankara. Özcan, A. (2006 ). Mustafa II. DİA. XXXI. Ankara. Turan, Ş. (1992 ). Bayezid II. DİA. Cilt V. Ankara.

https://www.tarihlisanat.com/hasan-sabbah-alamut-hashâsiler/.

(30)

Padişah müddetiSaltanat yıl/ay

İndirildiği

tarih İndirildikten sonra ne kadar yaşadı? Nasıl vefat etti?

II. Bayezid 30/11 1512 27 gün

8. Padişah… Oğlu I. Selim tarafından tahtından indirilmiş ve sürüldüğü Dimetoka’ya giderken yolda ölmüştür. Zehirlenerek öldürülmüş olduğu da söylenir. I. Mustafa 1/7 1618-1622 15 sene 4 ay

15. Padişah… Akıl hastası olduğu için, Kapıkulu tarafından tahtından indirilmiştir. 1622’de bir kez daha tahta çıkarılmış ve aynı gerekçeyle tekrar indirilmiştir.

II. Osman 4/3 1622 1 gün

16. Padişah… Askeri bir darbeyle tahtından indirilmiş ve hakaretlere uğrayarak linç edilerek öldürülmüştür. Orduyu yeniden düzenlemek ve bazı ıslahatlar yapmak istediği için bunlar başına gelmiştir. Sultan

İbrahim 8/6 1648 10 gün 18.Padişah… Askeri bir darbeyle tahtından indirilmiş ve boğularak öldürülmüştür. IV. Mehmed 39/3 1687 5 yıl 19.Padişah… Kapıkulu tarafından tahtından indirilmiştir. II. Mustafa 8/6,5 1703 4 ay 7 gün 22. Padişah… Askeri bir darbeyle tahtından indirilmiştir. III. Ahmed 27/1 1730 5 yıl 9 ay 23. Padişah… Patrona Halil öncülüğündeki âsilerin ayaklanmasıyla tahtından

indirilmiştir. III. Selim 18/2 1807 1 yıl 2 ay

28 Padişah… Kabakçı Mustafa öncülüğündeki âsilerin ayaklanmasıyla tahttan indirilmiştir. Sonra da öldürülmüştür.

IV. Mustafa 1/2 1808 3 ay 19 gün

29.Padişah… Alemdar Mustafa Paşa tarafından askeri bir darbeyle tahtından indirilmiş ve yerine geçen küçük kardeşi II. Mahmut tarafından boğdurulmuştur. Sultan

Abdülaziz 14/11 1876 5 gün

32. Padişah… Medrese öğrencilerinin ayaklanması sonucu, değişen “Vükelâ Heyeti”nin kararıyla tahttan indirildi. V. Murad 3 ay 1876 28 yıl

33. Padişah… Tahta çıkmasından sonra 3 ay içinde akıl hastası olduğunun anlaşılması üzere “Vükelâ Heyeti” tarafından tahtından indirilmiştir.

II.

Abdülhamid 32/8 1909 9 yıl 34. Padişah… “Meclis-i Meb’ûsan ve A’yân Meclisi” kararıyla tahttan indirildi.

EK

Şekil

Tablo 1: İsyan ve Darbeyle Tahttan indirilen Padişahlar
Grafik  1’de  görüldüğü  gibi  15  Temmuz 2016  hain darbe girişimini  iz-leyen 3 aylık zaman periyodunda döviz  kurlarındaki yatay eğilim devam etmiştir
Grafik 7. Türkiye’nin yıllar itibariyle rekabet endeksi sıralaması (2006-2019)
Tablo 3. Türkiye’nin yıllara ve aylara göre ihracat rakamları (Aylık milyon dolar olarak)
+4

Referanslar

Benzer Belgeler

Mevlevi kültürünü arındıran Sema Ayini, Alevi-Bektaşi kültürünü temsil eden Semah Ayini, Milli bayramları temsil eden Bando, Mehter gibi inanç ve temsil

A) Devlet, gücünü millî birlik ve beraberlikle sağlar. B) Milli birlik ve beraberlik, bireyleri ayrıştırır, ötekileştirir. C) Milli birlik ve beraberlikle, ülkeyi bölmek ve

İskenderun Teknik Üniversitesi Rektörlüğüne İstanbul Arel Üniversitesi Rektörlüğüne

SİİRT ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜNE SİNOP ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜNE SİVAS BİLİM VE TEKNOLOJİ. ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜNE SİVAS CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ

Bu hadisi şerifte de görüldüğü gibi insanların kılıç dar- beleriyle dahi vefatı dayanılmayacak bir acı değildir. Yani Allah kimseye kaldıramayacağı yük,

“15 Temmuz Şehitlerini Anma, Demokrasi ve Milli Birlik Günü” etkinlikleri kapsamında Üniversitemiz tarafından düzenlenen “Türkiye’de Darbeler ve 15 Temmuz

Bunun için Akşemsettin gibi her gün yüreğimizi pirüpak etmeli, Rabb'imize ram olmalıyız. Bunun için Fatih gibi hedefimize ulaşana kadar durmadan, dinlenmeden, fitneye

K.1- ÖZEL EĞİTİM ALANINDA OKULUMUZDA YAPILAN ÇALIŞMALAR Özel eğitime ihtiyacı olan öğrencilerimiz için BEP toplantıları yapılarak öğrencinin seviyesine