• Sonuç bulunamadı

Malatyalı Âşık Mürteza Aksüt (Hayatı, sanatı ve şiirleri)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2023

Share "Malatyalı Âşık Mürteza Aksüt (Hayatı, sanatı ve şiirleri)"

Copied!
290
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı

Türk Halk Edebiyatı Bilim Dalı

MALATYALI ÂŞIK MÜRTEZA AKSÜT (HAYATI, SANATI ve ŞİİRLERİ)

HAZIRLAYAN Arzu GÜLLÜ

DANIŞMAN

Yrd. Doç. Dr. Ebru ŞENOCAK

YÜKSEK LİSANS TEZİ

MALATYA, 2014

(2)

(HAYATI, SANATI ve ŞİİRLERİ)

Arzu GÜLLÜ

İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı

Türk Halk Edebiyatı Bilim Dalı

Yrd. Doç. Dr. Ebru ŞENOCAK

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Malatya, 2014

(3)
(4)
(5)

ÖN SÖZ

Türkler tarih boyunca farklı coğrafyalara düzenledikleri akınlar ve uyguladıkları fetih politikalarıyla çok geniĢ alanlarda yayılma imkânı bulmuĢlardır. HoĢgörüye dayalı siyasetleri neticesinde iskân ettikleri yerlerde karĢılıklı güven ortamı oluĢturarak adaleti sağlamıĢlardır.

Bu cihetten çeĢitli kültürleri bünyelerinde eritip besleyerek gelenek ve göreneklerini zenginleĢtirmiĢ kendi kültürlerini de bulundukları bölgelerde benimsetmiĢlerdir.

Türk kültürü içerisinde köklü bir geçmiĢe sahip olan âĢıklık geleneği, yüzyılların süzgecinden geçerek değiĢik Ģekillerde günümüze kadar canlılığını koruya gelmiĢtir. Fıtratları gereği duygusal taraflarının ağır bastığı Türkler sevinçlerini, kederlerini, isyanlarını, her türlü duygu yoğunluklarını dile getirirken sazın tellerinden ilham almıĢlardır. Sazı sırtında, diyar diyar dolaĢan ve “ÂĢık Edebiyatı” olarak adlandırdığımız bir oluĢuma kaynaklık eden âĢıklar gittikleri her yerde halkın sesi olmuĢlardır. Ozan-baksı geleneğinden günümüze değiĢerek gelen âĢıklık geleneği bugün düzenlenen Ģenlikler, âĢık atıĢmaları, Ģölenler vb. gibi etkinliklerle farklı bir mecrada seyrine devam ederek, çağı yakalamaya çalıĢmıĢtır.

Geleneğin sürdürülmesinde aktif rol alan Malatya ayrı bir önem arz etmektedir.

Sayısız âĢığı toprağında barındıran bu “ġehr- î ÂĢıkan” özellikle Darende, Arguvan, Hekimhan ve Arapgir gibi ilçeleriyle geleneğe katkı sağlamıĢ, usta âĢıklar yetiĢtirmiĢtir. Her yerine âĢık tohumu saçılan Malatya yeni yeni âĢıkların filizlenmesiyle Ģanını daha da yüceltecek ve haklı bir gururla geleneğin sancağını taĢıma görevini layıkıyla yerine getirecektir.

ÇalıĢmamızda ele aldığımız Malatyalı Mürteza Aksüt âĢıklığının yanısıra devlet memuru ve Zâkir olarak karĢımıza çıkmaktadır. ÂĢık Mürteza Aksüt âĢıklığını, içinde yetiĢmiĢ olduğu Alevî- BektaĢî kültürünün etkisinde devam ettirmektedir. Bireysel çabalarıyla gelenekte var olabilmeyi baĢaran Mürteza Aksüt bilgi ve tecrübelerini genç kuĢaklara aktarma yolunda da gayret göstermektedir. Saza ve söze olan meylim, türkülerle hemhal oluĢum bu çalıĢmayı can- ı gönülden istememde etkili olduğu kadar halk edebiyatına damgasını vurmuĢ böyle bir geleneği araĢtırma ve öğrenme merakı da önemli ölçüde beni bu çalıĢmaya yönlendirmiĢtir. Ayrıca Saz ve sözdeki ustalığını katıldığı televizyon ve radyo programlarında insanlara sunan âĢığımızın kendi kültürüyle harmanlanan bu geleneği yaĢatma adına özveride bulunması, ilerleyen yaĢına rağmen büyük bir heyecanla gönüllere seslenmesi heyecanımın kat be kat artmasını sağlamıĢtır.

(6)

Ele aldığımız bu çalıĢma “Malatyalı ÂĢık Mürteza Aksüt (Hayatı, Sanatı ve ġiirleri)” adını taĢıyıp; “Ön söz”, “GiriĢ”, “Ġki bölüm”, “Üç Bölüm”, “Sonuç”, “ġiirlerinin Ġndeksi”, “Sözlük”, “Öz GeçmiĢ”, “Ekler” ve “Kaynaklar” dan oluĢmaktadır.

ÇalıĢmamızın GiriĢ kısmını “ÂĢık Tarzı ġiir Geleneği Hakkında Genel Bilgi”,

“Günümüzde ÂĢıklık Geleneği ve ÂĢık Edebiyatı”, Alevî- BektaĢî Kültüründe ÂĢıklık Geleneği”, “Malatya ÂĢıklık Geleneği ve ÂĢıkları” olmak üzere dört ana baĢlıkta ele alıp ilk kısmında âĢıklığın tarihi zemin içindeki değiĢimini, icrâ ortamlarını, âĢık, ozan, Ģaman, baksı, kam gibi terimlerin ihtiva ettiği anlamları, ikinci kısımda günümüzde âĢıklık geleneğinin vardığı noktayı inceledik. GiriĢ bölümünün üçüncü ana baĢlığında Alevî – BektaĢî kültüründe âĢıklık geleneğine değindik son kısımda ise Malatya âĢıklık geleneği hakkında bilgi vererek bu zamana kadar tespit edilen âĢıklardan bazılarıyla ilgili kısa tanıtıcı birkaç cümle ve yüzyıllara göre Malatyalı âĢıkların adları, mahlasları nereli olduklarını, doğum ve ölüm tarihlerini vermek suretiyle listeledik.

Ġki bölüm ve metinlerden oluĢan tezimizin “ÂĢık Mürteza Aksüt‟ün Hayatı ve ÂĢıklığı” adlı Birinci Bölüm’ünü “Hayatı”, “ÂĢıklığı”, “ÂĢıklık Geleneği Ġçinde Mürteza Aksüt‟ün Yeri”, Malatyalı ÂĢıkların Mürteza Aksüt ile Ġlgili GörüĢleri”, “Etkilendiği ÂĢıklar”, “ÇeĢitli Cepheleri” alt baĢlıklarına ayırıp inceledik. Bu alt baĢlıklarda âĢığımız Mürteza Aksüt‟ün hayatı ve sanatına detaylı bir araĢtırmayla yer vererek onun âĢıklığa baĢlama serüvenini, gelenek içindeki yerini, Malatyalı âĢıkların onunla ilgili görüĢlerini, Ģöhretini, etkilendiği âĢıkları, âĢıklığın dıĢında farklı yönlerini anlatmaya çalıĢtık. ÂĢığımızla zaman zaman biraraya gelerek bu bölümle ilgili bilgileri gerek kayıt yoluyla ve çeĢitli notlar alarak gerekse âĢığımızın verdiği belgelerden yola çıkarak derledik.

ÂĢığımızın Ģiirlerini Ģekil yönünden incelediğimiz “Mürteza Aksüt‟ün ġiirlerinin Ġncelenmesi” baĢlıklı Ġkinci Bölüm’ünü “ġiirlerinin ġekil Özellikleri”, Dil ve Ġfade Özellikleri”, ġiirlerinde Kullandığı Atasözleri, ÖzdeyiĢler ve Veciz Sözler”, Mürteza Aksüt‟te Sanat EndiĢesi”, ġiirlerinde Ele Aldığı Konular”, “ÂĢıklık Geleneği Motiflerinin ġiirlerine Etkisi”, alt baĢlıklarıyla ele aldık. Bu bölümde toplamda 112 Ģiirin ayrı ayrı hece ve durak yapısını, kafiyelerini, rediflerini, Ģiirlerde kullanılan çeĢitli ahenk unsurlarını tespit edip örnekledik. Verdiğimiz dörtlüklerin sonunda parantez içerisinde Ģiir ve dörtlük numarası, mısraların sonunda ise Ģiir, dörtlük ve mısra numarasını gösterdik. ġekil incelemesinin yanında âĢığımız Mürteza Aksüt‟ün içerikteki söz ustalığını da göstermeye çalıĢtık. Bu

(7)

bağlamda Ģiirlerinde kullandığı atasözleri, deyim, özlü sözler, edebî sanatları belirleyip, iĢlediği konuları da Ģiirlerinden örnekler vererek bu bölümü tamamladık.

ÇalıĢmamızın Üçüncü Bölüm’ünü “ÂĢık Mürteza Aksüt‟ün ġiirleri” ana baĢlığıyla ele aldık. 112 Ģiiri kullanılan ölçüye göre sekizli, on birli, on altılı diye ayırarak dörtlüklerden oluĢan ve beyitlerden oluĢan Ģiirler olmak üzere sınıflandırma yoluna giderek Ģiirleri ilk dörtlüklerinin son harflerine göre alfabetik olarak sıraladık.

Sonuç bölümünde çalıĢmamıza dair genel bir değerlendirmede bulunup âĢıklık geleneğinde önemli bir değer olan ÂĢık Mürteza Aksüt‟ün bu çalıĢmayla gün yüzüne çıkarılarak hak ettiği yeri almasının geleneğin itibarı ve devamlılığı açısından önemli olduğu ayırımına vardık.

ġiirlerin Ġndeksi’nde öncelikle Ģiirleri sekizli, on birli, on altılı diye kullanılan ölçüye göre ayırarak dörtlükler, beyitler halinde söylenen Ģiirler ve diğer Ģiirler olmak üzere üç kısım halinde gösterdik. ġiirleri ilk hanelerinin son harfine göre alfabetik bir Ģekilde sıralayıp bu dörtlüklerin son iki mısraını verdik, parantez içinde sayfa ve Ģiir numarasını belirttik.

Sözlük kısmını hazırlarken Ġlhan Berk‟in “Misalli Büyük Türkçe Sözlük”, Nurettin Albayrak‟ın “Ansiklopedik Halk Edebiyatı Sözlüğü”, Cem Dilçin‟in “Yeni Tarama Sözlüğü”

nden faydalanarak Ģiirlerde geçen gerek yabancı kökenli gerekse mahallî bazı kelimelerin karĢılıklarını verip hangi kelimenin nerede geçtiğine dair Ģiir, dörtlük ve mısra numaralarını parentez içinde gösterdik.

Tezimizde kısa bir Öz geçmiĢ‟ten sonra yer alan Ekler bölümü âĢığımızın kendisinin, ailesinin, bu süreçte katıldığımız âĢık Ģölenleri ve panellerdeki âĢıkların, hocaların fotoğraflarından oluĢmaktadır.

Kaynaklar bölümünü sözlü ve yazılı kaynaklar olmak üzere ikiye ayırdık. Sözlü kaynaklar kısmında tezimizde ÂĢık Mürteza Aksüt hakkındaki görüĢlerine yer verdiğimiz aĢıkların eğitim durumları, yaĢları, meslekleri, nereli olduklarına dair kısa bilgilendirmelerde bulunduk. Yazılı kaynaklar kısmında ise çalıĢmamızı hazırlarken istifade ettiğimiz ve tez konusuyla alakalı baĢvurulabilecek kaynakların listesini verdik .

“Malatyalı ÂĢık Mürteza Aksüt (Hayatı, Sanatı ve ġiirleri)” adlı yüksek lisans çalıĢmasıyla kültürümüzün mihenk taĢlarından olan âĢıklık geleneğini yaĢatma adına bir adım atarak, bu geleneğe bir parça da olsa katkıda bulunmaya çalıĢtık. ÂĢığımızla ilgili ilk çalıĢma

(8)

olması sebebiyle birtakım eksikliklerin bulunması muhtemeldir. Bu çalıĢmanın daha sonra hem ÂĢık Mürteza Aksüt ile ilgili hem de bu alanda yapılacak diğer çalıĢmalara ıĢık tutması temennimizdir.

TanıĢtığımız ilk günden itibaren hoĢgörüsüyle, mütevazı tavırlarıyla ve tüm insanlığı kucaklayan sözleriyle bende önemli bir yer edinen gönül ehli ÂĢık Mürteza Aksüt‟e, nezaketi ve misafirperverliğiyle eĢi Ayten Hanım‟a can- ı gönülden teĢekkürlerimi sunarım.

ÂĢık Mürteza Aksüt ile biraraya gelmeme vesile olan, kaynak konusunda yardımlarını esirgemeyen, çalıĢmamın baĢından itibaren destek veren Prof. Dr. Hasan KAVRUK hocama teĢekkürü bir borç bilirim.

ÂĢık Mürteza Aksüt‟ün gelenek içindeki yerini tespit etmeye çalıĢırken verdikleri bilgilerden dolayı ÂĢık Mürteza ġirin, ÂĢık Ozanoğlu (Nurettin Gür) ve ÂĢık Birfani (Metin Özer)‟ye teĢekkür ederim.

Yüksek lisansa baĢladığım ilk yılın ardından yollarımızın kesiĢtiği güler yüzü, candan tavırları ve her konuda bana verdiği manevî desteğiyle farklı bir mecrada ilerlememi sağlayan kıymetli hocam Yrd. Doç. Dr. Ebru ġENOCAK‟a sonsuz teĢekkürlerimi sunuyorum.

ÇalıĢmalarım sırasında derslerinde bulunduğum ve bilgilerinden faydalandığım hocalarım Prof. Dr. Esma ġĠMġEK ve Yrd. Doç. Dr. Birol AZAR‟a, ayrıca samimiyetini her daim hissettiren Yrd. Doç. Dr. Gülda ÇETĠNDAĞ SÜME‟ye Ģükranlarımı sunarım.

Hayatımda yer edinmiĢ saygın kiĢilerden biri olan ve danıĢmanım Yrd. Doç. Dr. Ebru ġENOCAK hocamla tanıĢmamı sağlayıp desteğini benden esirgemeyen Doç. Dr. Ebru BURCU YILMAZ‟a teĢekkürü bir borç bilirim.

Maddî ve manevî sorumluluklarımı daima üstlenen sevgili aileme, çalıĢmamın her anında yanımda hissettiğim eĢim Tekin Güllü‟ye teĢekkürler…

Bu sürece sonradan, kocaman gülümsemesi ve minik elleriyle dahil olup katkı sağlayan, hayatıma dokunan canım kızıma; “Deniz” ime yürek dolusu teĢekkürler…

Malatya, 24/12/2014 ARZU GÜLLÜ

(9)

ÖZET

GÜLLÜ, Arzu

MALATYALI ÂġIK MÜRTEZA AKSÜT (HAYATI, SANATI VE ġĠĠRLERĠ)

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ

Malatya, 2014

Yüzyıllar öncesine dayanan, köklü bir geçmiĢe sahip olan Türkler çeĢitli coğrafyalarda hüküm sürmüĢ ve gittikleri yerlere hem kültürlerini götürmüĢ hem de o kültürleri bünyesinde eriterek bir kültür mozaiği oluĢturmuĢlardır. Türklerin farklı etnik topluluklarla kaynaĢması edebiyatlarına da yansımıĢ çok zengin bir sözlü edebiyat geleneği meydana getirmiĢlerdir. Bu sözlü geleneğin önemli taĢıyıcılarından olan Ozan- Baksılar kopuzları eĢliğinde diyar diyar dolaĢarak Ģiirlerini dile getirmiĢ toplumun sesi olmuĢlardır. Daha sonraki yüzyıllarda tarikatların etkisiyle dinî- tasavvufî bir mahiyete bürünen bu gelenek 15. yy‟dan sonra âĢık edebiyatı adı altında varlığını sürdürmüĢtür.

ÂĢıkların kaynaklık ettiği bir oluĢum olan âĢık edebiyatı günümüze kadar pek çok değiĢiklik geçirmiĢtir. Gerek icrâ zamanları ve ortamları gerek yetiĢme tarzları gerekse geleneğin bazı uygulamalarının farklı bir çizgide ilerlediği âĢıklık geleneği 16. yy‟da kendini göstermeye baĢlamıĢ geleneğe damgasını vuran birçok âĢık yetiĢtirmiĢtir. ĠhtiĢamlı zamanlarından sonra biraz düĢüĢ yaĢayan âĢıklık geleneği çağın Ģartları doğrultusunda kendini yenileme gayreti içerisinde yoluna devam etmektedir.

Kültürümüzün önemli bir parçası olan bu gelenek Anadolu‟nun belli baĢlı yerlerinde düzenlenen çeĢitli etkinlik ve Ģölenlerle canlılığını korumaktadır. ÂĢık edebiyatına çok sayıda

(10)

usta âĢık kazandırmıĢ olan Malatya, geleneğin önemli duraklarından birisidir. GeçmiĢten günümüze geleneği yaĢatma adına uğraĢ veren Malatyalı âĢıklardan Mürteza Aksüt de kendi kültürüyle yoğurduğu sanatını en iyi icrâ edenlerden biridir.

Bu çalıĢmamızda âĢıklık geleneğinin Malatya‟da yaĢayan temsilcilerinden Mürteza Aksüt‟ün hayatını, sanatını, âĢıklık geleneği içerisindeki yerini, sanatının hayatındaki yansımalarını, farklı yönlerini değerlendirmeye çalıĢtık. Tarihî zemin içerisinde âĢıklık geleneğinin geçirmiĢ olduğu değiĢimi ve Malatya‟daki âĢıklık geleneğini giriĢ bölümünde verdikten sonra, Mürteza Aksüt‟ün hayatına dair bilgiler verip sonrasında sanatı ve Ģiirlerine yer vererek âĢıklık geleneğindeki yerini belirlemeye çalıĢtık.

Ġrticalen Ģiir söyleme yeteneğine sahip Mürteza Aksüt badeli âĢıklardan olup sazı ustaca çalan, geleneğin pek çok özelliğini bünyesinde barındıran, usta âĢıkların yolundan giden, önemli bir değerdir. ġiirlerinde iĢlediği konularla topluma seslenen, insanlığı bir gözle gören dünya görüĢünü Ģiirlerine yansıtan âĢığımız yalın bir dil kullanarak her kesimden insana hitap etmektedir.

Bu çalıĢmada âĢık Mürteza Aksüt‟ün 112 Ģiirini Ģekil ve içerik bakımından detaylı olarak inceleyerek kullanmıĢ olduğu sanatları, deyim ve veciz sözleri, ifade özelliklerini, iĢlediği konuları örneklerle açıklamaya ve gelenek içindeki yerini belirlemeye çalıĢtık.

Anahtar Kelimeler: ÂĢık Mürteza Aksüt, Halk ġiiri, Saz, kültür, ÂĢıklık Geleneği.

(11)

ABSTRACT

GÜLLÜ, Arzu

MINSTREL MÜRTEZA AKSÜT FROM MALATYA (HIS LIFE, ART AND POEMS)

MASTER DEGREE THESIS

Malatya, 2014

The Turks who has a long history based on centuries ago reigned in various geograpies and took both their cultures to the places where they went and by dissolving those cultures,they formed a cultural mosaic.The fusion with different ethnic groups have brought about a very rich tradition of oral literature which also reflected in their literature. The bards who are the bearers of this oral tradition became the voice of society by wandering and expressing their poems land by land.In later centuries, this tradition which wrapped the religious-mystical nature with thein fluence of sects continued to existunder the name of Minstrel Literature.

Minstrel Literature for med by minstrels coming together has under gone many changesso far. Thetradition of minstrelsy, both in execution time sand the media, their ways of raising and the tradition‟s progress in a different line, began to show itself and raised many minstrels who left their marks on tradition. After its gloriousera, the tradition of minstrelsy which had a little decline, continues to move forward in the effort to renewitsel faccording to theera.

Thistradition, which is an important part of our culture maintain sits live liness with various event sand feasts held in certain parts of Anatolia. Malatya, which gave a large number of masters to Minstrel Literature is one of the most important stops. From past to the present, Mürteza Aksüt who has an effort for survival of the tradition is one of the best amongst whom practices his art having molded with his own culture.

In this study, wetried to evaluate Mürteza Aksüt‟s life, art, his place in the tradition of minstresly, there flection of his art in his life and his different aspects amongst the representatives of the tradition of minstresly living in Malatya. After giving the alteration of the tradition of minstrelsy in history and the tradition of minstresly in Malatya in the

(12)

introduction part, we gave in formation about Mürteza Aksüt‟s life and tried to determine his location on the tradition of minstrelsy by including his art and poets.

Mürteza Aksüt, who has the ability of extem porisation, plays saz master fully, in corporates many aspects of the tradition, goes with master minstrels is an important value.

The minstrel who adresses to socialissues in his poems reflects the conception of the world which sees huminity with one eye caters to all people by using a simple language.

In this study, wetried to give many examples about the issues that he handles by examining his one hundred and twelve poems in terms of form and content in details and thearts, idioms, terse statements and expression features and determine his place in the tradition.

Key Words: Minstrel Mürteza Aksüt, Folk Poetry, Saz, Culture,The Tradition of Minstrelsy.

(13)

MALATYALI ÂġIK MÜRTEZA AKSÜT (HAYATI, SANATI ve ġĠĠRLERĠ)

ĠÇĠNDEKĠLER

ÖN SÖZ ... I ÖZET ... V ABSTRACT ... VII ĠÇĠNDEKĠLER ... IX KISALTMALAR ... XIII

GĠRĠġ

1. ÂġIK TARZI ġĠĠR GELENEĞĠ HAKKINDA GENEL BĠLGĠ ... 1

1.1. ÂĢık Tarzı ġiir Geleneğinin GeçmiĢten Günümüze Tarihi GeliĢimi ... 1

1.2. ÂĢıklık Geleneğini OluĢturan Sosyo Kültürel ġartlar ve ÂĢıkların Ġcra Zamanları .. 12

2. GÜNÜMÜZDE ÂġIKLIK GELENEĞĠ ve ÂġIK EDEBĠYATI ... 15

3. ALEVÎ – BEKTAġÎ KÜLTÜRÜNDE ÂġIKLIK GELENEĞĠ ... 17

4. MALATYA ÂġIKLIK GELENEĞĠ ve ÂġIKLARI ... 21

4.1. Malatya'da ÂĢıklık Geleneği ... 21

4.2. GeçmiĢten Günümüze Malatyalı ÂĢıklar ... 24

BĠRĠNCĠ BÖLÜM 1. ÂġIK MÜRTEZA AKSÜT’ÜN HAYATI ve ÂġIKLIGI ... 34

1.1. Hayatı ... 34

1.1.1. Soyu ... 34

1.1.2. Doğum Yeri ve Tarihi ... 34

1.1.3. Adı ve Mahlası ... 37

1.1.4. Yakın Çevresi ... 38

1.1.4.1. Babası ... 38

1.1.4.2. Annesi ... 39

1.1.4.3. KardeĢleri ... 39

1.1.5. Evliliği ve Çocukları ... 40

1.1.5.1. EĢi ... 40

1.1.5.2. Çocukları ... 41

1.1.6. Öğrenim Hayatı ve Gençliği ... 41

(14)

1.1.7. Mesleği ... 42

1.2. ÂĢıklığı ... 43

1.2.1. ÂĢıklığını Hazırlayan Ortam ve Etmenler ... 43

1.2.1.1. Irsiyet ... 43

1.2.1.2. Kasabasının Doğal Güzellikleri ... 44

1.2.1.3. Gönül Dünyası ... 45

1.2.1.4. Çevresi ... 45

1.2.1.5. Saza ve ġiire Yönelmesi ... 46

1.2.2. Ustalık Dönemi ... 47

1.2.2.1. Mürteza Aksüt‟ün ġiirleri ... 48

1.2.2.2. Mürteza Aksüt‟ün Bestelenen ġiirleri ... 49

1.2.3. Diğer ÂĢıklar Tarafından Bilinip Tanınması ... 50

1.2.4. Aldığı Ödüller ... 51

1.2.5.Mürteza Aksüt Ġle Ġlgili ÇalıĢmalar ... 51

1.3. ÂĢıklık Geleneği içinde Mürteza Aksüt’ün Yeri ... 51

1.3.1. Usta- Çırak Geleneği ... 52

1.3.2. Rüya Sonrası ÂĢık Olma (Bade içme) ... 54

1.3.3. Saz Çalma ... 55

1.3.4. Mahlas Alma ... 56

1.3.5. Ġrticalen Söyleme ... 57

1.3.6. DeyiĢme (AtıĢma) ... 58

1.3.7. Tarih Bildirme ... 59

1.3.8. Nazire Söyleme ... 59

1.3.9. Askı Geleneği (Muamma) ... 60

1.3.10. Leb – Değmez (Dudak Değmez)... 61

1.3.11. Dedim – Dedi‟li ġiir Söyleme ... 61

1.4. Malatyalı ÂĢıklar’ın Mürteza Aksüt ile Ġlgili GörüĢleri ... 61

1.5.Etkilendiği ÂĢıklar ... 62

1.6. ÇeĢitli Cepheleri ... 63

1.6.1. Fizikî ve Ruhî Yapısı ... 63

1.6.2. Ġnancı ve Dünya GörüĢü ... 64

1.6.3. Zâkirliği ... 65

1.6.4. Güzel Sanatlardan Musıkîye olan Ġlgisi ... 67

(15)

1.6.5. YayımlanmıĢ Eserleri ... 67

1.6.6. Gezdiği Yerler ... 68

ĠKĠNCĠ BÖLÜM 2. MÜRTEZA AKSÜT’ÜN ġĠĠRLERĠNĠN ĠNCELENMESĠ ... 69

2.1. ġiirlerin ġekil Özellikleri ... 69

2.1.1. Hece ve Durak Yapısı ... 69

2.1.2. Kafiye Yapısı ... 70

2.1.2.1. Dörtlükler Halindeki ġiirlerin Kafiye Yapısı ... 71

2.1.2.2. Beyitler Halindeki ġiirlerin Kafiye Yapısı ... 74

2.1.2.3. Diğer Ahenk Unsurları ... 75

2.1.3. Redifler ... 76

2.2. Dil ve Ġfade Özellikleri ... 76

2.2.1. Türkçesi ... 76

2.2.1.1.Ağız Özellikleri ... 77

2.2.2. Ġfade Özellikleri ... 79

2.3. ġiirlerde Kullandığı Atasözleri, Deyimler, ÖzdeyiĢler ve Veciz Sözler ... 81

2.3.1. Atasözleri ... 81

2.3.2. Deyimler ... 82

2.3.3. ÖzdeyiĢler ... 83

2.3.3.1. BaĢkalarına Ait ÖzdeyiĢler ... 83

2.3.3.2. Mürteza Aksüt „e Ait Veciz Sözler ... 84

2.4. Mürteza Aksüt’te Sanat EndiĢesi ... 84

2.4.1. Benzetmeler (TeĢbih) ... 84

2.4.2. Telmih ... 86

2.4.3. TeĢhis (KiĢileĢtirme) ... 87

2.4.4. Mübalağa (Abartma) ... 87

2.4.5. Tezat ... 88

2.4.6. Diğer Edebî Sanatlar ... 89

2.5. ġiirlerinde Ele Aldığı Konular ... 90

2.5.1. ÂĢk ve Sevgi Konulu ġiirleri ... 91

2.5.2. Gönül Konulu ġiirleri ... 94

2.5.3. Dostluk, KardeĢlik ve HoĢgörü Konulu ġiirleri ... 95

2.5.4. ÇeĢitli ġahıslar ile Ġlgili ġiirleri ... 97

(16)

2.5.5. Kendi Benliğiyle Ġlgili ġiirleri ... 98

2.5.6. Dert Konulu ġiirleri ... 99

2.5.7. DüĢünce Ağırlıklı ġiirleri ... 100

2.5.8. Öğüt Konulu ġiirleri ... 101

2.5.9. EleĢtiri Konulu ġiirleri ... 102

2.5.10. Zamandan ġikâyet Konulu ġiirleri ... 103

2.5.11.Tasavvuf Konulu ġiirleri ... 104

2.5.12. Tabiat ve Çevre Konulu ġiirleri ... 106

2.5.13. Malatya ve Çevresi ile Ġlgili ġiirleri ... 107

2.5.14. ÇeĢitli Zümreleri Ele Aldığı ġiirleri ... 108

2.5.15. Atatürk, Cumhuriyet ve Demokrasi Konulu ġiirleri ... 108

2.5.16. Diğer Konularda Söylediği ġiirleri ... 109

2.6. ÂĢıklık Geleneği Motiflerinin ġiirlerine Etkisi ... 111

2.6.1. ÂĢık (Ozan) ... 111

2.6.2. Bâde ... 112

2.6.3. Saz ... 112

2.6.4. Eren – Pir –DerviĢ ... 112

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3. ÂġIK MÜRTEZA AKSÜT’ÜN ġĠĠRLERĠ ... 114

SONUÇ ... 228

ġĠĠRLERĠN ĠNDEKSĠ ... 231

SÖZLÜK ... 238

ÖZ GEÇMĠġ ... 251

EKLER ... 252

KAYNAKLAR ... 267

1.Sözlü Kaynaklar ... 267

2.Yazılı Kaynaklar ... 268

(17)

KISALTMALAR

C. : Cilt

Halk dey. : Halk deyimi hzl. : Hazırlayan K : Kaynak kiĢi

MAKSAD : Malatya Kültür Sanat Derneği m : Metre

s. : Sayfa S : Sayı

T.C. : Türkiye Cumhuriyeti TDK : Türk Dil Kurumu Üniv. : Üniversite vb. : Ve benzerleri vd. : Ve diğerleri vs. : Ve saire yy : Yüzyıl

(18)

ARZUHÂLĠM DüĢtüm âĢıklık hevesiyle yollara

Sazımla sözümle dost meclisindeyim Türkü oldum ab- ı hayattan içtim Hasb- i hal eyledim kadim kullara Gah bir yar sevdasıyla yanıp tutuĢtum

Gah sıyrıldım benliğimden Hakk‟a kavuĢtum Gah zahir ile batın arasında vuruĢtum

Dolandım pervane gibi ayrıldım kollara Gül bahçesi dikensiz olmaz

Ġlim ister isen zahmetsiz olmaz Sabır ile yol al emek zayi olmaz Minnet etme satma nefsin pullara Biter elbet bu fani dünya

UğraĢma boĢver yılanla yalanla Ġnsanoğlu mağrur duruĢuna aldanma Bedenin serilir bir gün çullara Sazsız âĢık mı olur dediler Gönül ehli ne der hiç bilmediler Katli vaciptir deyip hüküm verdiler Arzuhâlim nicedir naçar bu hallara

(16.03.2012) ARZU GÜLLÜ

(19)

GĠRĠġ

1.ÂġIK TARZI ġĠĠR GELENEĞĠ HAKKINDA GENEL BĠLGĠ 1.1.ÂĢık Tarzı ġiir Geleneğinin GeçmiĢten Günümüze Tarihi GeliĢimi

Türk edebiyatı içerisinde bir ekol oluĢturmuĢ âĢıkların ait oldukları geleneği, meydana getirdikleri edebiyatı anlamak ve âĢık edebiyatının ilk oluĢumları hakkında bilgi sahibi olabilmek için muhtelif medeniyet dairelerine giren Türk milletinin edebiyatındaki tarihî geliĢim sürecini değerlendirmek yerinde olacaktır.

Tarih sahnesinde çıktıkları kabul edilen M.Ö III. yüzyıldan beri dünya coğrafyası üzerinde çok geniĢ alana yayılan en uzun ömürlü milletlerden biri de Türklerdir. Uzun bir tarih içinde çok geniĢ bir mekana yayılan ve sık sık yurt değiĢtirerek pek çok kültür ve dinin tesiri altında kalan ayrıca farklı medeniyet seviyelerinde ve her zaman hareket halinde yaĢayan milletimizin edebiyatını değerlendirebilmek çok zordur (Günay, 1999: 1).

Tarih sahnesine çıktıkları günden bugüne çoğalan çoğaldıkça parçalanıp birbirinden uzaklaĢan, zaman zaman büyük baĢarılar kazanarak büyük imparatorluklar kuran, zaman zaman bütün baĢarılarını kaybederek kabuğuna çekilip yaĢayan Türk milletinin bu karıĢık ve dağınık tarihi içinde ilk günden bugüne daima tekamül eden, fakat mahiyetini değiĢtirmeyen müĢterek millî geleneğe bağlı bir edebiyatları vardır. Ġslamiyet‟ten önce Türklerin Orta Asya‟da yaĢadıkları devirlerde bütün Türk boylarında müĢterek olan bu millî edebiyat Ġslamiyet‟in kabulünden sonra kültürel, dinî, sosyal ve politik Ģartlar altında hem çeĢitlenmiĢ hem de zaman zaman yazılı kaynaklarda yer almayacak kadar ikinci dereceye inmiĢtir. Bu edebiyatın mahsulleri Tanzimat hareketi ve Cumhuriyetten sonra “Halk Edebiyatı” genel baĢlığı altında değerlendirmeye baĢlamıĢtır (Günay, 1999: 1).

Türk edebiyatının ayrıĢmaya baĢlamasıyla ortaya çıkan dönemlerden biri olan “Halk Edebiyatı” edebiyatımızın dayandığı ve ilk mahsulleri olan sözlü geleneği bünyesinde barındıran ve ondan beslenen dinamik bir yapıya sahiptir. Halk edebiyatı genel baĢlığı altında yer edinmiĢ olan âĢık edebiyatı sözlü gelenekle birlikte dilden dile aktarılıp günümüze varlığını değiĢik Ģekillerde koruyarak gelebilmiĢtir.

Türk tarihiyle ilgili pek çok bilgiyi bulabildiğimiz Çin kaynaklarından eski Türk kavimlerine ait ilk mahsullerden olan ve Çinlilerin “Hu” adını verdiği Ģiirlerden âĢıklık geleneğinin çok eskilere dayandığını söylemek mümkündür. Bu geleneğin temelini teĢkil eden

(20)

ozan- baksılar hakkında detaylı açıklamalarda bulunan Fuat Köprülü‟nün araĢtırmalarının ve tespitlerinin önemli bir yeri vardır.

“Türklerin halk Ģâir- mûsıkiĢinasları hakkındaki ilk tarihi malûmat, Attila devrine, yani milâdî V. asrın ilk yarısına aittir. Garp kaynaklarının verdiği bu bilgiye göre, Attilâ‟nın ordusunda Ģâirler ve muzıkacılar vardı; onun ziyafetlerinde bu Ģairler; Attilâ‟nın kahramanlıklarına, zaferlerine dâir inĢad ettikleri Ģiirleri okurlardı (Köprülü, 1989: 157).

Hayatın her alanında ve anında Ģairleri ve onların duygu yoğunluklarının ürünü olan Ģiirleri görebilmekteyiz. Tarihin çok eski devirlerinden itibaren gerek ordu içinde gerekse yas törenlerinde hazır bulunan Ģairlerden haberdar olmaktayız.

“Attilâ‟nın ölüm merasiminde de yine Ģâirlerin mühim yerleri olduğunu görüyoruz: o münâsebetle tertib edilen cenk oyunları esnasında, Ģairler ve muharibler Hun lisanında yazılmıĢ bir mersiye okumuĢlardı” (Köprülü, 1989: 158).

Prof. Dr. Esma ġimĢek‟in ilk Ģiir örnekleriyle ilgili Ģöyle bir tespiti vardır: Göktürk Yazıtlarında ağıt ile ilgili Ģu ifadeler alt alta getirildiğinde içindeki ahenk adeta ilk ağıt, ilk Ģiir örneği olduğu söylenebilir: Kendim düĢünceye daldım / Görür gözüm görmez gibi / Bilir aklım bilmez gibi oldu / Kendim düĢünceye daldım / Zamanı Tanrı yaĢar / Ġnsanoğlu hep ölmek için türemiĢ / Öyle düĢünceye daldım / Gözden yaĢ gelse mani olarak / Gönülden ağlamak gelse / Geri çevirerek düĢünceye daldım / MüthiĢ düĢünceye daldım (ġimĢek, 1993:

3).

Attilâ çağı olarak adlandırılan Hunların döneminde ve en eski Türk kavmi olan Hiyung- nu‟larda rastladığımız, destanî Ģiirler tertib eden Ģairler Fuat Köprülü‟nün ifadesine göre daha sonraki saz Ģairlerimizin dedeleridir.

“V. asırda Hunlar‟ın ordularında gördüğümüz bu halk Ģairlerinin daha önceki asırlarda Hiyung- nu‟larda, sonra da muhtelif Türk Ģubelerinde mevcudiyeti ve bunların içtimâî vazifelerinin Hunlar‟da gördüğümüz Ģairlerinkine benzediği kolaylıkla tahmin olunabilir”

(Köprülü, 1989: 158).

ġiiri hayatlarının her anına nakĢetmiĢ olan Türkler her durumda ve her Ģartta Ģahlanan duygularını Ģiir yoluyla kopuzları eĢliğinde terennüm etmiĢlerdir. Birçok kaynak da Türklerin çeĢitli zamanlarda ve ortamlarda söyledikleri Ģiirlerin varlığını tesbit edip kaydetmiĢtir.

(21)

“ġiirin dinî ayinlerdeki yeri ve ilk Ģairlerin dinî- sihirbâzâne mahiyetini göz önüne alacak olursak, elimizde mevcut eserlerin en eskisi olmak üzre Ģölenlerde, sığırlarda ve yuglarda terennüm edilen kasideleri, kahramanlık Ģiirlerini, mersiyeleri gösterebiliriz (Köprülü, 1989: 116).

Halkın içinden kopup gelmiĢ halkla ayrılmaz bir bütün oluĢturan ozanlar Ģiirlerini kopuzları eĢliğinde söyleyerek geleneklerini canlı tutmuĢ ve ileriye taĢımıĢlardır. Daha sonraki yüzyıllarda da ordu Ģairi olarak varlıklarını devam ettiren bu ozanlar birbirleriyle karĢılıklı türküler söyleyerek at üzerinde savaĢa gitmiĢlerdir (Yıldırım, 1989: 444) ve halk arasına karıĢarak kopuz çalıp, tarihi vak‟alara ait Ģiirler terennüm etmiĢlerdir.

Ağıtlarıyla, türküleriyle Türk Ģiir sanatını icra eden bu ozanlar kahramanlık hikâyelerinden, mersiyelerden, Oğuz Destanı‟ndan manzumeler gibi pek çok konuda Ģiirler söylemiĢlerdir.

Türk kültüründe önemli bir yere ve iĢleve sahip olan ozanlık farklı isimler ve görevlerle anılmıĢtır. “En eski Türk Ģairleri Tonguzlar‟ın ġaman, Moğol ve Boryatlar ‟ın Bo veya Bogue, Yakutlar‟ın Oyun, Altay Türklerinin kam, Samoitler ‟in Tadibei, Fihovalar ‟ın Tietoejoe, yani bakıcı, Kırgızlar‟ın baksı- bakĢı, Oğuzlar‟ın ozan dedikleri sâhir- Ģâir‟lerdir.

Temeli anonim ve tekke edebiyatı, ozan- baksı geleneğine dayanan âĢık edebiyatının karĢılaĢılan en büyük sorunlarından biri hiç kuĢkusuz bu edebiyatı oluĢturan kiĢilere atfedilen adlardaki karıĢıklıktır. Yani ortada bir terminoloji sorunu vardır. Bu nedenle geleneğin temsilcilerine verilen adların mahiyetlerini ve teĢekkülünü açıklamakta yarar vardır.

Genel bir kanıyla Ġslamiyet öncesi Türklerin din adamı ve Ģair olarak telakki olunan Ģaman, kam, baksı, kavramları bir mahiyette; ozan ve âĢık kavramları da ayrı bir mahiyette birbirlerinin yerine kullanılmıĢtır.

Türk boyları içerisinde farklı farklı adlarla anılan en eski Ģairler sihirbazlık, rakkaslık, musikîĢinaslık, hekimlik gibi muhtelif görevleri de yerine getirirlerdi. Türklerin eski dinî sistemi ve ona bağlı teĢkilatı büyücülük, bir nevi ġamanîliktir (Köprülü, 1989: 58).

Sihirbazlık, rakkaslık, mûsikîĢinaslık, hekimlik gibi birçok vasıfları kendilerinde toplayan bu adamların halk arasında büyük bir yer ve ehemmiyetleri vardı. Muhtelif zaman ve mekânlarda bunlara verilen ehemmiyet derecesi, kıyafetleri, kullandıkları mûsikî aletleri, yaptıkları iĢlerin Ģekli tabiî değiĢiyor; fakat semadaki ma‟bûtlara kurban sunmak, ölünün

(22)

ruhunu yerin dibine göndermek, fenalıklar, hastalıklar ve ölümler gibi fena cinler tarafından gelen iĢleri önlemek hastaları tedavi eylemek, bazı ölülerin ruhlarını semaya yollamak hatırâlarını yaĢatmak gibi vazifeler hep ona aitti. Bütün bu muhtelif iĢler için tabiî muhtelif ayinler vardı: Bunların bir kısmı unutulmakla yahut Ģekil değiĢtirmekle beraber, bir kısmı hala Kırgızlar ‟da, Altaylılar‟da, Kazaklar‟da yaĢamaktadır. ġamanlar, bu ayinlerde istiğrak haline gelerek bir takım Ģiirler okur ve onları kendi mûsikî aletiyle çalar; beste ile beraber olan ve sihirli bir mahiyeti hâiz sayılan bu güfteler, Türk Ģiirinin en eski Ģeklini teĢkil etmektedir (Gökalp, 1924: 385-456). Eski Türklerin söyledikleri gerek anonim gerekse ferdî damga taĢıyan Ģiir/bestelere ır/yır, sazlara çalınan melodiye de küg/küğ dedikleri bilinmektedir (Köprülü, 1916: 61-68).

Türklerin Ġslamiyet‟ten önceki dinleri olarak kabul edilen aslında bir dinden ziyade bir inanç sistemi, bir kültür olan ġamanizm‟in gereklerini yerine getiren ve eski Türklerde Ģair- sihirbaz olan Ģamanlar özellikle Yakutlar‟da bu adla anılırlar. Ruhlarla bağlantıya geçtiklerine inanılan Ģamanlar ve âĢıklar arasında önemli benzerlikler mevcuttur.

Umay Günay‟ın yapmıĢ olduğu tesbitlere göre Ģamanlığa ve âĢıklığa kabul merasimlerinde âĢık ve Ģaman adayları aynı merhalelerden geçerler. ÂĢıklar henüz kendilerinin farkında değillerken, sıradan insanlar gibi yaĢarlarken gördükleri bir rüya sonucu sıradan insan kimliğinden sanatçı kiĢiliğe geçerler. Umay Günay‟ın âĢıklar ve Ģamanların âĢıklığa ve Ģamanlığa çağrıldıkları ilk adım olan rüya motifiyle ilgili ortaya koymuĢ olduğu benzerlikler Ģu Ģekildedir: ġaman ve âĢık adayları rüyayı manevî veya maddî büyük sıkıntının ardından görürler eğer rüya büyük bir sıkıntının ardından hemen görülmezse sıkıntılardan kurtulmak için Tanrı‟ya yalvarılması sonucunda ortaya çıkar. Rüyalar genellikle kutsal mevkilerde uyurken görülmektedir mezar ve pınârlar rüyâların en çok görüldüğü müĢterek mevkilerdir. Yani daha çok ıssız ve tenha yerlerde görülür. ÂĢık adayları rüyâlarında bir genç kızın elinden veya bir pir, bir derviĢ elinden bade içerler, âĢık oldukları bildirilir, mahlasları da söylenir. Bade içildikten sonra âĢıkın vücudunu bir ateĢ sarar, düĢer bayılır, ağzından kanlı köpük gelir. Bu halde 3-6-7 gün kalır. ÂĢık adayının uyanıĢı ise saz aracılığıyla olur. Sazın tellerine dokunulduğu an uyanır. Artık âĢık adayı farklı bir boyuttadır. ÂĢık kendine verilen mahlasla irticalen Ģiirler söylemeye baĢlar böylece hem badeli hem de Hak âĢığı olur (Günay, 1999: 11).

Gezginci ozanlar tarafından Anadolu'ya getirilen, geçirdiği evrimlerden ve sapına perde bağlanmasından sonra ortaya çıkan bağlama genel kullanımıyla saz, yukarıda da

(23)

görüldüğü gibi âĢık adayını kendine getiren, âĢıklığa hazırlayan bir araç, geleneğin önemli bir sembolüdür.

ġamanlıkta da Ģaman adayları, adayın isteği olmaksızın davet veya seçim yoluyla kendiliğinden gelen davetle, Ģaman mesleğinin babadan oğula intikali ile, Ģahsî taleple Ģaman olacak olan kiĢi bu yollardan hangisi ile Ģaman olmaya aday olursa olsun ancak iki çeĢit talimat aldıktan sonra Ģaman olduğu kabul edilirdi. ġaman adayı ya estetik (rüyalar, hayal veya vecit halinin gerçekleĢmesi), ya da geleneksel usulle (Ģaman tekniklerini, ruhların fonksiyon ve isimlerini, mitolojiyi öğrenerek) Ģaman olurdu (Günay, 1999: 12).

ÂĢıklığa ve Ģamanlığa giriĢ merasimlerinin benzer tarafları rüya motifinde belirgindir.

Umay Günay Ģaman adayının geçirdiği dönüĢümü Ģöyle açıklar: “Bir genç, ölü bir Ģamanın ruhu veya ölü Ģamanların ruhları tarafından Ģaman olmaya davet edilirdi. Böyle bir davetle karĢılaĢan genç psikolojik kriz geçirir, dalgınlaĢır, yalnızlık arar, uykusunda Ģarkı söyler ve kolaylıkla sık sık Ģuurunu kaybederdi. Uyurken ruhu vücûdundan kutsal ruhlar, yarı Tanrı veya Tanrılarla buluĢmak üzere ayrılırdı. ġaman adayının ruhu, bu ruh veya tanrılar tarafından eğitilirdi. ġaman adayı genç bir Ģamanın davranıĢlarını Ģaman tekniklerini ve gelecekteki yeni hayatında gerekli olan bilgileri öğrenirdi. Bu sihirli seyâhat ve eğitim, adayı Ģamanlığa ulaĢtıran yoldu. Yıldırım çarpması, yüksek bir ağaçtan düĢmek, dayak yemek, çok yorulmak da Ģamanlığa ulaĢmaya vesile olurdu (Günay, 1999: 12).

Tıpkı âĢık adaylarının eğitiminde olduğu gibi Sibiryalı Ģaman adayları da üç veya yedi gün yemeden, içmeden vecit içinde kalırlardı. ġamanlık farklı farklı Ģekillerde karĢımıza çıkmaktadır. Yakutlarda da Ģaman adayı ormanda saklanır, kendini suya atar, ateĢe atar veya bir yerini keserdi. On gün veya daha uzun süre sonra köyüne kan lekeleri içinde abuk sabuk konuĢarak dönerlerdi. ġaman rüyalarında adaylar mutlaka kan kaybeder ve yeni kan alırlardı (Günay, 1999: 12). Bu bakımdan da âĢıklık ve Ģamanlık arasında benzerliğin olduğu görülmektedir. ÂĢıklar da rüyâlarında bâde içtikten sonra ağızlarında kanlı köpüklerle üç beĢ- yedi gün uyurlardı. Uyandıklarında ise artık bambaĢka birisi olarak halkın arasına karıĢırlardı.

Yine Asyalı Ģamanlar da sihrî- dinî güçlerini sıcaklığı anlatacak ateĢle ilgili kelimelerle ifade ederlerdi, âĢıklar da bâdeyi içtikten sonra vücûtlarını bir ateĢ sarar ve bu durumlarını içim yanıyor, kalbim eridi gibi ifadelerle dile getirir ve günlerce öyle uyurlardı. ÂĢıklar sazın teline dokunulmasıyla uyanırlar Ģamanlarda da kullanılan tambur Ģamanı vecit halinden uyandırmak için kullanılırdı. Bu bakımdan değerlendirildiğinde âĢıklık ve Ģamanlık arasında pek çok ortak noktanın varlığından söz edilebilir. “Genç bir Ģaman adayının Ģamanlığa giriĢ ayininde

(24)

uyguladığı ve karĢılaĢtığı, mistik dinî güçleri ilahlardan veya ruhlardan kazanmak, yeni bir hayata rüya vasıtasıyla ulaĢmada içten manevî olarak yanmak, vecit halinde belli bir süre kalmak, kan kaybetmek, yorgunluk, dayak ve müzik aletinin bu törenlerdeki tesiri gibi unsurların hemen hepsine âĢıklık geleneğindeki âĢıkların, âĢıklığa adım atması sırasında da rastlamaktayız (Günay, 1999: 13).

Yine Umay Günay Ģamanlığa giriĢ merasiminin; sıkıntı, önceki Ģahsiyetin sembolik ölümü, yeni bir hayata farklı bir kimse gibi baĢlamak gibi üç sahnesinin âĢıklık geleneğindeki rüyâ motifinde de söz konusu olduğunu söyler.

Ayrıca Ģamanların sihirli seyâhatleri esnasında karĢılaĢtıkları diĢi ruhlar, âĢıkların rüyalarındaki bade sunan genç kızların asıl tipleri olarak yorumlanabilir. Görüldüğü üzere Türk ve Moğol Ģamanlarının baĢlangıç rüyâları ile sihrî- dinî hayatlarını saran unsurlar mistisizm tesiriyle Anadolu‟da hayalî Ģekle dönüĢmüĢtür. Yarı Ģair, yarı derviĢ olan Türk sofileri Ģamanist kültürlerini Anadolu‟ya getirmiĢlerdir. Putperest kabul edilen bu kültürlerini Ġslamiyet içinde mistisizm vasıtasıyla ve batınî kurallarla yaĢattılar (Günay, 1999: 13).

ÂĢıklığa ve Ģamanlığa baĢlama merasimlerindeki ortak unsurların dıĢında Ģaman ve âĢık hekimlik, musikîĢinaslık vb. vasıflarıyla da benzer özellikler göstermektedirler. ÇeĢitli vasıfları bünyesinde barındıran eski kam, Ģaman ve baksı olarak telakki ettiğimiz kiĢilerin birden fazla olan vazifeleri yavaĢ yavaĢ ayrı Ģahsiyetlerde tecelli etmeye baĢlamıĢ, onların asırlarca önce tek baĢlarına gördükleri görevler dağılmıĢ parçalanmıĢtır: “Hastaları, hekimler veya efsuncular tedavi ediyor, musikî aletlerini musikîĢinaslar çalıyor, Ģiir ve edebiyatla uğraĢmak medreselerde Arap ve Acem edebiyat bilgilerini edinmiĢ alimlere ait bulunuyor, bu kiĢilerin halkın muhayyilesinde efsanevî bir Ģekil alan kerâmetleri artık mutasavvıflara isnad olunuyordu” (Köprülü, 1989: 65).

Altay Türklerinde kam adı verilen Ģair- büyücülerinin bütün ruhânî ayinlerde bulundukları ve önemli bir yere sahip oldukları bilinmektedir. Ġslam tarihçileri ile yabancı seyyahların verdikleri bilgiler, Moğollar zamanında kamların büyük bir nüfuza malik olduklarını anlatmaktadır.

Bunların muhtelif vazifeleri vardı: “Yıldızlarla sihrederler, güneĢ tutulmalarını haber verirler, günlerin hayırlı mı yoksa Ģerli mi olacağını evvelden bildirirlerdi. Kamlar sarayda kullanılacak her Ģeyi, hatta Hakana verilen hediyeleri bile ateĢle temizlerdi; esasen, saraya takdim edilen hediyelerin bir kısmı onların hissesiydi; çocuklar doğarken talihlerini bildirmek

(25)

insan hasta iken onu iyi etmek için hep kamlar çağrılırdı; bunlar birini mahvetmek kastında bulundular mı, gelmiĢ veya gelecek felaketin biricik sebebi o olduğunu söylemeleri yeter görülürdü. Bunlar davullarını çalıp cinleri davet ederler ve sersemleĢinceye kadar zikreylerlerdi. Kamlar ins ve cinden havadis ve malumat aldıklarını söyleyerek bunların Tanrı tarafından ilham olduğunu iddia ederlerdi” (Köprülü, 1989: 64).

Ayinlerin önemli bir parçası olan davul kamın en büyük yardımcısıdır. ÇeĢitli iĢlevlere sahip olan davul ayin esnasında kamlar tarafından çalınır ve kamın uçmasını, gürültüsüyle iĢine yoğunlaĢmasını, öteki dünyayla temasa geçmesini, ruhların çağrılmasını, hapsedilmesini sağlar.

ÂĢık tarzı Ģiir geleneğinin temsilcilerine verilen adlarla ilgili önemli tesbitlerde bulunmuĢ olan Fuat Köprülü Kırgızlar tarafından baksı- bahĢı olarak nitelendirilen bu sihirbaz Ģairlerin mühim bir yeri olduğuna vurgu yapar.

Baksılar‟ın Kopuz eĢliğinde Ģiirler tanzim eden, bakıcılık ve sihirbazlıkla uğraĢan uzun kıĢ gecelerinde çeĢitli hikâyeler anlatan bir hüviyete sahip olduklarını ifade eder (Köprülü, 1989: 66). “Halk Ģair- musikîĢinazları hatta hikâyecileri sayabileceğimiz bu baksıların bir kısmı derviĢtir. Onların üzerinden asırlar geçtikçe, hatıraları daima büyüyerek ve efsânevî bir Ģekil alarak sonraki nesillere geçer: Osmanlı Türkleri arasında altı asırdan beri hala yaĢayan Yunus Emre ile hürmetle saklanan Ahmed Yesevî, sonra XIX. Asırda Türkmenler arasında büyük bir Ģöhret kazanan Mahdûm Kulu, Ġslamiyet‟ten önceki eski Türk rahip- Ģair‟lerinin ĠslamlaĢmıĢ bir Ģeklinden baĢka bir Ģey değildir (Köprülü, 1989: 67).

Köprülü‟ye göre millî vezin ve halk diliyle mutasavvıfâne Ģiirler yazan Ata ünvanlı sofiler eski baksıların devamı niteliğindedir (Köprülü, 1989: 67).

Bir çok vazifeyle donatılmıĢ olan baksıların kâtip olarak bilindikleri de bir gerçektir.

Baksı kelimesi muhtelif zamanlarda muhtelif Türk kavimlerinde baĢka manâlarda kullanılmıĢ Arap ve Acem tesiri altında baksı kelimesi bakĢı olarak da kullanılmıĢtır (Köprülü, 1989: 68- 69).

Zaman içerisinde farklı muhitlerde çeĢitli adlarla telakki olunan gelenek temsilcilerinin iĢlevleri gibi kullandıkları müzik aletleri de değiĢime uğramıĢtır. Davulun yerini kopuz almıĢ ve geleneğin önemli bir sembolü haline gelmiĢtir. Türk boylarında ayrı isimlerle anılan kopuz her daim türk insanının sesinden güç aldığı önemli bir sanatsal ifade aracı olmuĢtur.

(26)

ÂĢıklık geleneği temsilcileri için Oğuzlar tarafından kullanılan ozan kelimesi Yakutlardaki oyun- Ģaman kelimesinin aynı gibi görünse bile bu kelime, bizim bugün âĢık dediğimiz halk Ģair musikîĢinaslarına verilen eski isimdir (Köprülü, 1989: 71). Köprülü ayrıca XV. Yüzyılın ilk yıllarında Anadolu‟da ellerinde sazlarla ilahîler okuyarak dolaĢan derviĢ Ģairlerin ruh ve eda bakımından eski saz Ģiiri geleneğini devam ettirdiklerini; fert ve cemiyet hayatının bütün konularının iĢlemeye baĢladıklarını (Köprülü, 1981: 163) tarikâtlar çoğalıp tasavvuf cereyanı halk arasında iyice yayıldıktan sonra, ozanların hemen hepsinin bir pire inĢâd ederek eserlerine biraz tasavvûf çeĢnisi vermeye çalıĢmıĢ olduklarını, yani Korkut Ata‟nın hatırasını ve Oğuznâme ananelerini saklayan bu ismin yerini âĢık lakabı aldığını (Köprülü, 1976: 354) ifade eder.

ÇeĢitli kültür dairesine girmiĢ olan Türkler Çin‟den Ġran ve Hindistan‟a pek çok medeniyetin, Maniheizm, Budizm, Ġslamiyet gibi farklı dinlerin tesiri altında kalmıĢ buna rağmen her dönemde ozanların mahiyetleri ve kıymetleri eksilmemiĢ bir takım Ģekil değiĢikleriyle devam etmiĢtir. Destândan romana geçiĢin ilk basamağı olan Dede Korkut Hikâyeleri‟nde de ozanların Oğuz aĢiretleri içinde özel bir yere sahip oldukları aĢikârdır.

Bilge kiĢi olan Dede Korkut aynı zamanda ozanların piri olarak da kabul edilmektedir.

Kitapta yer alan Oğuz Destânlarını anlatan ozanların piri “Dedem Korkut”, “Dede Korkut” ve

“Korkut Ata” isimleriyle anılan bilge kiĢidir ve her destanda hikmetli sözleri o söyler (Gökyay, 1975: 3-58).

XIII. asırda Anadolu Selçukluları‟nın ordularında gördüğümüz ozanları (Köprülü, 1989: 161), devlet teĢkilatı hususunda Selçuklular‟ın tesiri altında kalan Memlukler‟in askeri merasiminde ve musikîye karĢı meftunluğuyla bilinen Osmanlı padiĢahı II. Murad‟ın sarayında da görürüz (Köprülü, 1989: 162).

Ozan kelimesi zaman içerisinde anlam kaymasına uğramıĢ geveze, saçma sapan saz söyleyen, Çingene ve çalgıcı Çingene gibi aĢağılayıcı ve alçaltıcı bir anlama bürünmüĢtür (Dizdaroğlu, 1969: 193).

XIII. yüzyıldan baĢlayarak yavaĢ yavaĢ yerleĢen ve XVI. Yüzyılda belirginleĢen âĢık terimi XV. Yüzyıla kadar varlığını devam ettiren ozanın yerine, belli özelliklere sahip Ģairlerin genel adı haline gelmiĢtir. XVI. Yüzyıldan itibaren göçebe ve köylü halk çevrelerinde varlıklarını sürdürmekte olan ve eski bir geleneğin saz temsilcileri sayılan ozanlardan kendilerini ayırmak isteyen saz Ģairleri, âĢık unvanını almıĢlardır (Köprülü, 1981:

186; Özdemir, 1986: 1-2).

(27)

Tasavvûf cereyanının etkisiyle tasavvûfî bir zemine kayan âĢıklık geleneği bu minvâlde ilerleme göstermiĢtir. Tasavvûf havasıyla dolan, konularını tasavvûfî manâda ihtivâ eden âĢıklar Ģehirlerde hayat bulmuĢ ve köylerde yaĢayan ozanlarla aynı adla anılmak istememiĢler bu cihetten âĢık ünvânını kullanmıĢlardır.

“Gerek Anadolu‟da gerekse Azerbaycan‟da “âĢık” kelimesi ozan kelimesinin yerini almıĢ saraylarda acem taklitçileri Ģairler, tekkelerde mutasavvıflar, kahvelerde meddahlar, kıssahânlar, âĢıklar ozanın muhtelif görevlerini görmeye baĢlamıĢtır (Köprülü, 1981: 72).

Pek çok araĢtırmacı Türk edebiyatında ozan- baksı Ģair tipine bağlı bulunan edebiyat geleneğinin Anadolu‟da tasavvûfî akımlar ve tarikât edebiyatlarının etkisiyle Ġslamî ritüellere uygun bir edebiyat olan âĢık edebiyatının geliĢtiği yönünde ortak bir görüĢe sahiptirler.

Türk edebiyatıyla ilgili araĢtırmaları bakımından pek çok konuya kaynaklık etmiĢ olan Fuat Köprülü âĢık kelimesini halk arasında yaygın kullanımından, saz eĢliğinde söylemelerinden dolayı kullanmıĢtır. Gelenek temsilcileriyle ilgili ilk adlandırmaları bilimsel araĢtırmaları neticesinde ortaya koyan Köprülü bu kiĢilerin ilham kaynaklarının ilahî olması hasebiyle Hak âĢıkları olduklarını, âĢıkların kendi haklarındaki görüĢlerinden yola çıkarak, kendilerini meydan Ģairi olarak nitelendirdiklerini söyler (Köprülü, 1989: 165-193).

Yine gelenek temsilcileri için kullanılan halk Ģairi terimi cumhuriyetin halka yönelme düĢüncesiyle kullanılmıĢ pek ilgi görmemiĢtir. Hüneri sazında ve sözünde olan âĢıklarla ilgili geçmiĢten günümüze çeĢitli araĢtırmalar yapan otoriteler âĢık kelimesinin ıstılahi manâsıyla ilgili muhtelif görüĢler ileri sürmüĢ, gelenek temsilcileri için kullanılan diğer unvânlarla mukâyeseli bir Ģekilde fikirlerini beyân etmiĢlerdir.

Erman Artun‟a göre âĢık; sazlı (telden), sazsız (dilden), doğaçlama yoluyla, kalemle (yazarak) veya bu özelliklerin birkaçını birden taĢıyan ve âĢıklık geleneğine bağlı olarak Ģiir söyleyen halk sanatçısıdır (Artun, 2005: 1).

Bu konuda görüĢ belirten ġükrü Elçin gelenek temsilcileri için kullanılan Halk Ģairi terimine farklı bir Ģekilde itirazda bulunur. Elçin‟e göre günümüzde kendilerini “âĢık” olarak vasıflandıran bir takım sanatkârları “halk” kavramı içinde değerlendirme düĢüncesinin tesiri ile geliĢmiĢ bir fikirden ibarettir (Elçin, 1986: 31-32).

Saim Sakaoğlu ise gelenek temsilcilerine verilen adlandırmalarla ilgili oldukça fazla sayıda kelime veya kelime grubu olduğunu söyler ve saz Ģiiri sahasında örnek verir ve bazı

(28)

özellikleriyle birbirlerinden ayrılan Ģairlerimizi ortak bir ad altında “âĢık” adı altında toplamayı, birbirlerine göre farklı olan vasıflara göre ise, ikinci bir ad vermeyi teklif eder (Sakaoğlu, 1986c: 247-251).

Halk edebiyatının manzum ürünlerini ortaya koyan Ģairlerin birçok bakımdan birbirlerine benzediklerini bazı bakımlardan da ayrıldığını ifade eden Öcal Oğuz Ģöyle der:

“Bunlar arasında „Hak âĢığı‟, „badeli âĢık‟, „meydan Ģairi‟, „saz Ģairi‟, „çöğür Ģairi‟gibi adlara da sahip olan “âĢık” ile „kalem Ģairi‟ve „Halk Ģairi‟olarak adlandırılan saz çalmayan Ģairler halk Ģiirinde iki önemli grubu meydana getirmektedirler.” Öcal Oğuz‟a göre halk edebiyatının manzûm ürünlerini meydana getiren Ģairlerin tamamını halk Ģairi genel baĢlığı altında değerlendirmek daha doğrudur (Oğuz, 1994: 24-29).

ÇeĢitli dönemlerde farklı unvânlarla anılan âĢıklarımız günümüzde “âĢık” kelimesinin

“birini seven” anlamıyla yaygınlık kazanması neticesinde ozan ve “halk ozanı” terimleriyle karĢılanmıĢtır.

Türk tarihi için önemli bir belge niteliğinde olan KaĢgarlı Mahmut‟un Divânü Lügati‟t- Türk adlı eserindeki manzumeler de Türk halk Ģiiri hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlar. Divânü Lügati‟t- Türk‟teki manzûmeler tamamen XI. asıra ait itibar edilirse bile ki bu da kuvvetle kabul edilebilecek bir faraziye değildir. Onlar vasıtasıyla, hatta Ġslamiyet‟ten evvelki millî Türk Ģiirlerinin mevzû ve mahiyeti hakkında Ģimdilik takribî bir fikir edinebilir (Köprülü, 1989: 1116).

Divânü Lügati‟t- Türk‟teki manzumelerle ilgili Saim Sakaoğlu da bazı tespitlerde bulunarak bir değerlendirme yapmıĢtır.

Dörtlükler halinde yazılan Ģiirlerin kafiye düzeni ve çeĢidi ile durak sistemi, bunların milli Ģiirimizin ilk yazılı örnekleri olduğunu göstermektedir. Ġçlerinde belki de Divânın yazılmasından çok önce söylenmiĢ olanlar da bulunan Ģiirleri büyük kusûrlarına rağmen devrine göre ileri bir zevkin ürünü olarak kabul etmek zorundayız. Bilhassa konu zenginliği o dönem Türk insanının hayâl gücü zenginliğinin en güzel örneğidir (Sakaoğlu, 2008: 97- 111).

Ananelerine bağlı bir millet olan Türkler girdikleri her kültür ve medeniyet dairesinde kendi millî kimliklerinin bir sonucu olan gelenek ve göreneklerini de koruyarak vücût bulmuĢlardır.

(29)

Türkler Ġslamiyet dairesine girdikten sonra da halk arasında ve ordularda, hatta Ġslam medeniyetinin te‟sirlerine rağmen kavmî ananelerden birçoğunu saklayan hükümdar saraylarında bu halk Ģairlerinin mevcût olacağı pek tabiîdir (Köprülü, 1989: 160). Bir Türk sülalesi tarafından kurulan ve ordusunun büyük bir kısmı Türklerden oluĢan Gazneliler devrinde Türk lehçesiyle yazılmıĢ Ģiirlerin olduğu bilinmektedir (Köprülü, 1989: 160).

“ĠĢte bu netice bize, Gazneli ordularındaki Türk kabilesi arasında halk Ģairleri bulunduğunu pek âlâ gösterilebilir, Karahanlılar devrinde, Türk halk Ģairlerinin bulunduğunu ve o zaman Türkler arasında kullanılan muhtelif musîkî aletlerini Divânü Lügati‟t- Türk bize gösterdiği gibi yine aynı eser sayesinde o devir halk edebiyatının çok zengin örnekleri de elimizde bulunuyor. Demek oluyor ki miladi X-XI asırlarda Türk halk Ģairleri mevcuttu.

KâĢgarlı Mahmud bu sıralarda “Cuci” adlı bir Türk Ģairinin ismini kaydettiği gibi, bu halk Ģairleri arasında saraya mensûb olan ve hükümdarlara medhiyeler yazanların bulunduğunu da anlatmaktadır” (Köprülü, 1989: 160).

ÂĢık tarzı Ģiir geleneğini oluĢturan Ġslamiyet öncesi Türk ozanlarının kimliğiyle ilgili çok fazla bilgi olmasa da Divânü Lügati‟t- Türk‟te geçen Çuçu (Cuci)‟nun dıĢında turfan kazılarında ele geçen mani dönemi metinlerinden de Aprınçur Tigin, Kül Tarkan, Singku Seli Tutung, Ki- ki, Pratyaya ġiri, ÂĢığ Tutung, Çısuya Tutung, Kalım KeyĢi gibi Türk ozanlarının isimleri yapılan araĢtırmalar neticesinde ortaya çıkarılmıĢtır (Arat, 1960: 41-42 ve 1986: XX- XXII).

Türk edebiyatı tarihinin her döneminde var olan ancak kaydedilemeyen âĢıklarımızın Selçuklu ordularında, HarzemĢahlar ve Memlüklüler arasında da ilgiyle karĢılandığı ve Ģiirlerini terennüm ettiklerini görmekteyiz.

“Ġslamiyet‟ten önceki Türk devletlerinde olduğu gibi, Ġslamiyet‟ten sonraki Türk devletlerinde, Gazneliler‟de, Selçuklular‟da, HarezmĢahlar‟da ve en nihayet Osmanlı imparatorluğunda da askeri muzıkanın bulunması, o devirlerde halk Ģair- musikiĢinaslarının bulunduğuna en kuvvetli bir delildir (Köprülü, 1989: 161).

Anadolu sahasının ilk Ģairleriyle ilgili çok fazla bilgi sahibi olmamakla beraber daha sonraki yüzyıllarda karĢımıza yaĢadıkları dönemlere damgasını vurmuĢ önemli Ģahsiyetler çıkmaktadır. “Hikmetler” iyle bu alanda çığır açmıĢ olan Ahmet Yesevi kendisine bağlı derviĢler vasıtasıyla toplumun her kesimine ulaĢmıĢtır. Yüzyıllara göre bir değerlendirme de bulunursak ; göze çarpan Ģairleri ve âĢıkları kısaca Ģöyle sıralayabiliriz : 13.- 15. yy: Mevlâna

(30)

Celâleddin- i Rûmî ve Yunus Emre (13. yy) Kaygusuz Abdal (14. yy). 16.- 18. yy: Pir Sultan Abdal, Köroğlu (16. yy). Karaca Oğlan, ÂĢık Ömer, Gevherî, Kayıkçı Kul Mustafa, ErciĢli Emrah (17. yy). 19. yy: Bayburtlu Zihnî, Erzurumlu Emrah, Dertli, Çıldırlı ÂĢık ġenlik, Dadaloğlu, Ruhsatî, Sümmanî. 20.- 21. yy: ÂĢık Veysel, Davut Sularî, Murat Çobanoğlu, ÂĢık Mahzunî ġerif, ÂĢık YaĢar Reyhanî vs. pek çok âĢık bu topraklarda yetiĢmiĢ ve eserleriyle halkın gönlünde taht kurmuĢtur (Alptekin ve Sakaoğlu, 2008: 17- 444).

Türk topluluklarında karĢılaĢtığımız Ģair- musikiĢinasların Ġslamiyet sonrasında da varlığını farklı mahiyetlerde devam ettirmesi, Türklerin geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olduklarının ve Türk hakanlarının, beylerinin Ģairlere ve musikiye ne kadar önem verdiklerinin bir göstergesidir.

ÂĢıklık geleneğinin tarihi zemin içindeki seyrinin kaydedilmesi konusunda birtakım belirsizlikler ve eksikliklere rağmen bu geleneğin ortaya çıkıĢının çok eskilere dayandığı muhakkaktır. Günümüzde farklı coğrafyalarda bazı ayrılık ve ortak unsurlarla yaĢatılmaya çalıĢılan bu gelenek tarihsel olguları bünyesinde eriterek zamana karĢı büyük bir dirençle bugünkü konumuna gelebilmiĢtir.

1.2. ÂĢıklık Geleneğini OluĢturan Sosyo- Kültürel ġartlar ve ÂĢıkların Ġcra Zamanları

Her meslek erbabının, sanat adamının zanaatını icra ettiği, sanatını gösterebildiği belirli muhitler vardır. ÂĢıkların da bağlı bulundukları geleneğin etkilendiği oluĢumlar ve geleneğe ait icra yerleri, zamanları mevcuttur. Her âĢığın âĢıklığa baĢlama serüveni farklıdır kimileri sevda, hasret duygularıyla, kimileri kaza ve doğuĢtan körlükle, âĢıklardan, aile büyüklerinden etkilenmesiyle, kimileri de fakirlikle ve gördükleri rüya sonucu âĢıklığa ilk adımı atıp çıraklık, kalfalık ve ustalık aĢamalarından sonra bu süreci tamamlayıp bağımsız bir Ģekilde sanatlarını halka sunarlar. YetiĢtikleri sosyal çevrelere göre din ve tasavvuf âĢıkları, köylü âĢıklar olarak adlandırılan âĢıklarımız çeĢitli sosyo- kültürel Ģartlardan etkilenerek ve beslenerek gelenek içerisinde farklı muhitlerde varlıklarını sürdürmüĢlerdir.

Fuat Köprülü‟nün kalem Ģairi ve meydan Ģairi diye ayırdığı (Köprülü, 1989: 171) günümüzde ise âĢık ya da ozan olarak nitelendirdiğimiz kiĢiler çeĢitli ortamlardan feyz almıĢ edebî terbiyelerinin ilk eğitimini buralarda alarak kiĢilikleriyle bütünleĢtirmiĢlerdir. Bu bakımdan Ġslam dini esasları olan medreseler âĢık edebiyatının beslendiği kültür ortamlarından biridir. Kervanların konaklaması için yapılan hanlar- kervansaraylar âĢık

(31)

edebiyatının taĢınmasında önemli bir role sahiptir. Yine âĢıklık geleneğini oluĢturan sosyo- kültürel kurumlardan bir diğeri olan tekkelerin etrafında toplanan müritler, âĢıklar, Ģeyhler aracılığıyla ile hoĢgörüye dayalı bir kültür çevresi oluĢturulmuĢ ve Balkanlarda olduğu gibi Anadolu‟da da halk arasında sağlam bir iletiĢim kurulmuĢtur (Yıldırım, 1986: 452). Bu iletiĢim de en büyük araç Türk sözlü sanatı, baĢka bir deyiĢle âĢıklık geleneğidir (Artun, 2005:

35-36).

Hiç kuĢkusuz tarihsel seyri içinde âĢıklık geleneğinin en önemli icra mekânları kahvehaneler olmuĢtur. Kahvehaneler âĢıkların yetiĢtirildiği ve âĢık fasıllarının geniĢ halk kitlelerine duyurulduğu mühim yerlerdir.

Fuat Köprülü kahvehanelerin âĢıklık geleneğindeki yerini Ģu ifadelerle dile getirir:

“ġehir ve kasabalarda, muhtelif içtimai tabakalara mahsus ayrı ayrı kahvehaneler, bozahaneler, meyhaneler gibi umumî bazı yerler vardı. Bazı büyük kahvehanelerde çalgı ve köçek takımları da bulunurdu. ĠĢte bu kahvehanelerden bazıları, bilhassa âĢıkların toplantı yerleri idi. Onlar, belli mevsimlerde buralarda toplanırlar, sazlarla Ģiirler terennüm ederlerdi (Köprülü, 1986: 176).

Zaman içerisinde farklı etkinliklerle de zenginleĢen kahvehaneler insanların hoĢça vakit geçirdikleri, sosyalleĢtikleri mekânlar haline gelmiĢ ve böylece popülerlik kazanmıĢlardır.

Ġlk kez XVI. Yüzyılın baĢlarında açıldığı ve Ġstanbul‟a da aynı yüzyılın ortalarında geldiği kabul edilen kahvehaneler (Saraçgil, 1999: 33), hem âĢıklık geleneğinin icra edildiği hem de yeni âĢıkların yetiĢtirildiği bir ocaktır. ÇeĢitli sanatsal faaliyetlerin yer aldığı kahvehaneler zamanla bütün ülkede yaygınlaĢmıĢtır. ÂĢıklar önceleri herhangi bir kahvede fasıllarını yaparken kahvehane kültürünün yaygınlaĢması neticesinde diğer kahvehanelerden farklı olarak veya sadece ağırlıklı olarak âĢık fasıllarının yapıldığı âĢık kahvehaneleri ortaya çıkmıĢtır (Düzgün, 2004: 169-202).

Bu konuda Özkul Çobanoğlu kahvehanenin Türk toplumunda saray, paĢa-ağa konağı ve tekke gibi kurumlara bir alternatif olarak ortaya çıktığına, zamanla bir edebî forum niteliği kazandığına iĢaret eder ve âĢıklık geleneğinin Osmanlı kültürel yapısını etkileyen, yeni sosyal alıĢkanlıkların ve davranıĢ kalıplarının ortaya konulduğu bir sosyal kurum olan kahvehanelerin ürünü olduğunu ifade eder (Çobanoğlu, 1999: 54).

(32)

ÂĢıklık geleneğinin günümüze kadar gelebilmesinde yadsınamayacak bir yere sahip olan kahvehanelerde gündüz vakitlerinde normal bir iĢleyiĢ hakimken akĢam saatleri âĢık programlarıyla geçirilirdi.

Programın süresini dinleyici ilgisi belirlerdi. Programlar bazı özel günlerin dıĢında her gün devam eder, Ramazan Ayı boyunca teravih namazından sonra baĢlar ve sahura kadar sürerdi (Düzgün, 1998: 209).

ÂĢıklık geleneğinin geliĢtiği kahvehaneler özellikle belli baĢlı merkezlerde toplanmıĢtır. Kahvehane kültürünün yaygınlaĢmasıyla da sayıları gittikçe artmıĢtır.

Kahvehane kültürünün yaĢatılmasında Ġstanbul‟un ayrı bir yeri vardır. Özellikle Tavuk Pazarı‟ndaki bir kahvehanenin âĢıkların en büyük merkezi olduğu bilgisini aktaran Fuat Köprülü 19. Yüzyılda âĢıkların düzenli teĢkilat sahibi olmaları ve Ġstanbul‟da saray tarafından, Anadolu‟da derebeyleri, ayan, eĢref ve zenginler tarafından korunmaları sonucunda saz Ģairlerinin halk arasında büyük itibar kazandığını, böylelikle kahvehanelerin de iĢlerlik kazandığını ifade eder (Köprülü, 1965: 526).

Geleneğin icra edildiği yerler kahvehanelerle sınırlı değildir. ÂĢıklar hemen hemen her ortamda bulunmuĢ ve bulundukları mekanlarda hünerlerini sergilemiĢ büyük beğeni kazanmıĢlardır.

ÂĢıklık geleneğinin yaratıldığı ve icra edildiği ortamlardan bir diğeri olan konaklar ve köy odalarında özellikle âĢık edebiyatının bir uzantısı olan âĢık ve kahramanlık hikâyelerinin okunması daha yaygın bir gelenekti. Buralarda anlatılan hikâyeler bir kitaptan okunur veya irticalen anlatılırdı ve bu hikâyeleri anlatan kiĢilerin âĢık olması da gerekmezdi, âĢık hikâyecilerin yanında sadece hikâye anlatan hikâyecileri de bu geleneğin bir parçası olarak kabul etmek gerekir. Bu mekânlarda yapılan fasıllar da kahvelerde yapılan âĢık fasıllarına benzemekle birlikte kahvehanelerdeki kadar kuralları oturmuĢ bir gelenek değildir (Artun, 2005: 39).

ÂĢıklık geleneğinin sergilendiği bir baĢka icra ortamı da düğünlerdir. Kasaba ve köylerde birkaç gün süren düğünlere âĢıklar da çağrılır, özellikle akĢam saatlerinde düğüne katılanlara saz eĢliğinde Ģiir söylemeleri ve hikâye anlatmaları istenirdi. ÂĢıklar genellikle düğünün çeĢitli aĢamalarının tasvir edildiği destanlar da söyler düğünlerde gördüklerini manzum bir biçimde ifade ederdi (Artun, 2005: 35).

(33)

Sanatlarını panayırlardan, düğünlere, köy odalarından çeĢitli dost meclislerine, kahvehanelere kadar hemen hemen her ortamda icra eden âĢıklarımız çağrıldıkları her davete icabet etmeye çalıĢmıĢ ve kendilerini ilgiyle dinleyen insanlarla hep beraber bu geleneği canlı tutma gayretinde olmuĢlardır.

2. GÜNÜMÜZDE ÂġIKLIK GELENEĞĠ ve ÂġIK EDEBĠYATI

Edebî servetimizin önemli bir parçası olan âĢıklık geleneği ve gelenek temsilcilerinin meydana getirdiği âĢık edebiyatı ozan- baksı döneminden itibaren çeĢitli Ģekillerde her durum ve Ģartta bir takım dönüĢümlerle günümüze kadar ulaĢabilmiĢtir. Zaman zaman sosyal düzen içerisindeki kırılmalar, çatıĢmalar, geleneksel yapıdaki bozulmalar edebiyata da yansımıĢ ve bu durum hayatın her anını kaydeden âĢıklarımız tarafından da sorgulanmıĢtır ve âĢıklarımız her dönemde seslerini duyurmayı baĢarmıĢ, soluğunu hissettirmiĢtir.

SanayileĢmeyle birlikte değiĢen toplum hayatı âĢıklarımızın Ģiirlerinde de kendisini göstermiĢtir. Gelenekçi bir yapıya sahip olan âĢıklar yeni düzenin diĢlileri arasında yok olup gitmemek için eski yapıdan kopmadan yeniyle barıĢık bir Ģekilde değiĢikliklere ayak uydurmak için çaba sarf etmiĢtir. Ancak sosyal değiĢim sonucu âĢık Ģiiri de en belirgin özelliklerini kaybetmeye baĢlamıĢ günümüzde doğaçlama Ģiir söyleyen âĢıklar olmakla birlikte saz eĢliğinde topluluk karĢısında doğmaca Ģiir söyleyen âĢık tipinin yerini yazar, saz çalmayı biliyorsa yazdığı Ģiiri sazla söyleyen âĢık tipi almaya baĢlamıĢtır (Artun, 2005: 210).

Cumhuriyet sonrası hızlı kültür değiĢikliğinden etkilenen âĢıklar halk kültüründen ve âĢık edebiyatı geleneğinden kopmaya baĢlamıĢtır. Erman Artun‟a göre günümüzde âĢıklık geleneğini besleyen sözlü gelenek zayıflamıĢ, usta- çırak iliĢkisi çözülme noktasına gelmiĢ, usta âĢıkların yeni âĢıklar üzerindeki denetiminin azalmasıyla, yeni âĢıklar geleneği tam olarak öğrenip uygulayamamakta, geleneği bilen dinleyici kitlesinin azalmasıyla da yeni âĢıklar denetlenememektedir (Artun, 2005: 211)

Sözlü gelenek kültüründen doğmuĢ âĢıklık geleneği geliĢimine yazılı ve elektronik ortamlarda devam etmiĢ ve günümüzde eskiye nazaran pek çok değiĢiklikle yaĢatılmaya çalıĢılmıĢtır.

Geleneğin ocağı olarak nitelendirilen kahvehaneler giderek önemini yitirmiĢ Ģu an baĢta Erzurum, Kars, Artvin, Çorum, Adana, KahramanmaraĢ, Sivas ve Kayseri olmak üzere Anadolu‟nun muhtelif yerlerinde varlığını sürdürmektedir. Ayrıca Ġstanbul‟daki Gülhane Parkı‟nda ve Ankara‟daki Gençlik Parkı‟nda âĢıklar kahvesi adıyla açılan mekânlar uzun süre

Referanslar

Benzer Belgeler

Son olarak Dünür Ağa türküsü, Kastamonu Çatalzeytin düğün ritü- ellerini ve uygulamaları sözlü olarak içermesi ve söz konusu geleneğin ze- mininde

Bu amaçla çalışmada bağımlı değişken olarak Kısa Vadeli Borç/Toplam Aktif, Uzun Vadeli Borç/Toplam Aktif, Toplam Borç/Toplam Aktif ve Toplam Borç/Öz

İbn Hazm, el-Fasl isimli eserinde teşbîh ve tecsîm görüşü etrafında oluşun mezhebî olu- şumları eleştirirken Müşebbihe veya Haşviyye ismini kullanmamış, bunun

Daha sonra klinkere bir miktar alçı taşı eklenip (%4-5 oranında) çok ince toz halinde öğütülerek Portland çimentosu elde edilir [7].. Portland çimentosu olarak elde edilen

Paket baĢlıklarına veri gizleme iĢleminin dayandığı temel, genel olarak veri paketlerinin iletiminde o anda kullanılmayan veya isteğe bağlı (optional) alanlara

Bu bağlamda, yenilenebilir enerjinin toptan satış piyasasına entegrasyonu, akıllı şebekelerin standartlarının belirlenmesi süreci, talep tarafının yönetimi ve dinamik

Teknik etkinlik değerlerinin hesaplanmasında kullanılan yönteme göre girdi- çıktı gözlemleri yapılarak üretim için etkin (referans) sınırlar oluşturulur ve her bir

Sermayenin basın organlarına yönelmesi sonucunda kitle iletişim araçları (radyo, televizyon ve gazete) sahipliği Türk basınının en önemli sorunlarından